Tatlı su levrekleri ve Asena Özkan



Tarafını belli eden, açık seçik amigolukla iştigâl eden, nerede durduğunu bildiğim adamla derdim yok. Yalnızca futbolda değil, siyasette de böyle bu, akademide, fabrikada, parkta, bahçede, bir bütün itibarıyla hayatta da. Derdim olur elbette o adamla ama kaçak dövüşmeyeceğini bildiğim bir muhataba sahip olmanın bilgisiyle girersem tartışmaya, dalaşmaya ya da dövüşmeye, ferah ferah yayılırım, sağlı sollu yüklenirken eşikte bekleyenin ahlâki bir hesaplaşmadan çok, mertçe, dürüstçe, eyvallahsız ve müdanasız bir kapışma olduğunu bilir ve ona göre davranırım. Can Kozanoğlu'ydu sanırım aktaran, İstanbul'un namlı kabadayılarından Kadırgalı Kör Emin, kendisini bıçaklayan hasmının adı sorulduğunda, "Sağ kalırsam tahkikatı ben yaparım," demiş ve bunlar son sözleri olmuş.

Benim derdim kisvelilerle. Meselemiz futbol olduğuna göre, biraz daha açalım, benim derdim entelektüel kisvesi altında fanatiklik yapanlarla. Derdim dağlardan öte değil elbet, diş bileyerek sabahları edemiyor, tütün üstüne tütün ekliyor değilim. Ama âlemi komple ahmak, kendilerini de akıllı sanmasalar, aklî melelekeleri yerinde olan ortalama adamın vaziyeti bir bakışta çözebileceğine kanaât getirseler, kendilerini tutamadıkları anlarda kendilerini tutabileceklerini, tutamıyorlarsa da saklayıp gizlemeden yüklenebileceklerini, tarafını belli etmenin ayıp, günah, yanlış bir şey olmadığını, ulvî ilkeler uğruna büyük kavgalar veriyorlarmış numarası yaparken komik duruma düştüklerini ah bir fark etseler...

Bunlar mühim adamlar/kadınlar oluyor genelde, futbol yazmasalar. Çoğu hayatlarının bir döneminde, internet sitesinde Namık Kemal Zeybek'le Yıldırım Türker'in resimlerinin alt alta durduğu geniş meşrepli "o bir" Radikal'in spor sayfalarında arz-ı endam etmiş oluyorlar. Radikal'in spor servisi tabii, her şeye rağmen, hâlâ memleketin en iyi spor sayfalarından birini hazırlıyor, amenna. Zaten sıkıntı da burada. Radikal'in topladığı bu eli yüzü düzgün amcalara ya da teyzelere durup dururken gıcık olacak değiliz. Kimilerine, (Tanıl Bora'ya, Uğur Vardan'a, Bağış Erten'e, Erkan Goloğlu'ya, Efkan Bucak'a, Sevin Okyay'a, Feridun Düzağaç'a ya da eskilerden Ahmet Çiğdem hocamıza mesela) istesek de gıcık olamıyoruz zaten. Ama yalnızca Radikal'de değil, benim okumayı, izlemeyi sevdiğim başka organlarda da karşıma çıkan entelektüel, akil adam/kadın kisvesine bürünmüş düşünce üreticilerine gıcığım var. Onları tehlikeli buluyorum, onlar kaçak dövüşüyor, onlar bizi kandırıyor, onlar bütün yazı ömürlerini belli ilkeler uğruna yazıyorlarmış yanılsamasını yaratmak için harcıyor ve sonra dandik bir turnosol kâğıdı yetiyor pullarının tek bıçakta dökülmesine. Meğer onlar deniz levreği değilmiş muhip, numara yapıyorlarmış... Bunlardan biri de bu yazıyı yazdıran adam: Asena Özkan.

Asena Özkan ve türdeşlerine gelmeden bir gerekli parantez açayım: Şimdi burası Fenerbahçeliler'in kendi arasında hasbıhal ettiği bir kıraâthane olduğu için, yalnızca öbür takımları tutan "taraflı" entelektüellere yükleneceğimi sanmayın. Önce Fenerliler'den başlayalım. Entelektüel kapasiteleri tartışmalı olsa da, entelektüel, elit, zeki, muhakeme gücü yüksek görünen, kadir-i mutlak bir konumdan yazdığını sanan ya da bu yanılsamayı yaratan iki Fenerli var aklımda. İkisi de spor yazarı değil aslında ve memleketin 2000'li yıllarda lapa lapa yağan karın ardından boydan boya yeniden çizilen saha çizgileri gibi yenileniveren fay hatlarının ters taraflarına düşmüş olmaları itibarıyla, laf Fener'e gelince kendi ironilerini de kendileri yaratan iki adam: Emre Aköz ve Mehmet Y. Yılmaz. Bu ikiliye bakın, dikkat edin; ikisinde de ara sıra 'artık dayanamayıp' futbol yazmaya gönül indiren 'büyük kanaât önderi' cakası vardır. Bu cakanın çözümlemesini yapmaya Türk Ceza Kanunu müsade etmez ama bunların Fener'le ilgili söyleyeceklerinin, sokakta karşılaşacağınız gözünü Fener bürümüş, aklı beş karış havada bir Fener fanatiğinden farkı iş mazrufa gelince konuşturdukları yetenekleridir. İkisi de kör gözüne birer taraftar, hattâ birer fanatik olup, hayatlarındaki en büyük ustalıkları o muhakemeden ve asgarî bir adalet duygusundan yoksun görüşlerini, aslında kimsenin de yemediği bir saygınlık, nesnellik ve âkil adamlık maskesinin altına sokuşturup, önünüze sürüvermeleridir. Neyse ki bunlar sürekli spor yazmıyorlar.

Asena Özkan'a geleceğiz ama ortaya konuştuğumu düşünmeyin, Türk edebiyatında özellikle öykü eleştirisi ve çözümlemesi söz konusu olduğunda yaşayan en yetkin ve saygıdeğer isim olan Semih Gümüş'den söz edeyim izninizle. Bakın ne de güzel övdüm piyasanın en parlak edebiyat dergisi olan Notos'un yöneticisi Semih Gümüş'ü. Helali hoş olsun, bütün övgü cümlelerim yüreğimin en derininden kopup gelerek çıktı çıkmasına da, Semih Gümüş'ün Radikal'deki futbol yazarlığı deneyimini hatırlayan var mıdır aranızda? Kendisi Galatasaraylı idi, ama tıpkı diğer türdeşleri gibi onun bir takımı tutması sadece bir renkti, bir tutkuydu, elbette onun asıl derdi etik değerlerdi, futbolumuzun bekasıydı, 'fair play'di, çelebilikti, efendilikti, nezih bir futbol ortamına kavuşmamızdı(!). Ama arkadaş hep mi kendine yontar bu entelektüelin keseri, hep mi Fenerli'nin, Beşiktaşlı'nın kusurunu görür, hep mi kendi sevdiğini temize çıkarır? Semih Gümüş'ün keseri böyleydi işte, neyse ki bıraktı futbol yazmayı, Türk edebiyat dergiciliğinin son yıllarda ortaya çıkardığı en güzel şeyi, Notos'u hediye etti bizlere.

90'lı yıllarda Türk entelicansiyasının futbolla, lahmacunla ve Fergan Mirkelam'la barışmasıyla birlikte, bu kesimin eli kalem, gözü gözlük, ağzı tezahürat tutan temsilcileri de futbol yazmaya, futbolseverliğin utanılacak bir şey olmadığını anlamaya başladı. Çok da iyi oldu aslında, bu sayede birçok iyi yazar tanıdık, ufkumuz genişledi, yeni şeyler öğrendik. Öte yandan Yiğiter Uluğ, Simon Kuper'in o güzelim kitabının Türkçe çevirisine uygun gördüğü "Futbol Aslında Sadece Futbol Değildir" savsözünün ağızlara bu denli pelesenk olacağını bilse iki kere düşünür müydü bilmiyorum ama futbolun asla sadece futbol olmadığı önkabûlüydü belki de okumuş yazmışları, kanaât önderlerini, Livorno'da, Athletic Bilbao'da ya da St. Pauli'de hikmet arayanları bu alana çeken. Oysa bana sorarsan, futbol sadece futboldur. Futbolu olduğundan fazla bir şeymiş gibi algılamak/yansıtmak kocaman bir kendini temize çekme mekanizmasından, sevimli ama sakat bir yanılsamadan ibarettir. Bilinçli futbolseverler kusura bakmasın ama, sike sürülecek bir şey değildir futbol. Futbolun sadece futbol olduğu için izlenmesinde de hiçbir sakınca yoktur bana sorarsanız. Derûnî alt metinlere, futbolun hayata benzediği kavşaklara meyil vermek yerine haftada bir takımını izleyip, o aşağılama cümlelerine vesile olan 'stadyuma deşarj olmak için geliyorlar'ı tam anlamıyla hayata geçirebilsek, fener'i, cimbom'u, kartal'ı ya da kimi tutuyorsak onu izleyip dibine kadar 'deşarj' olsak, yalnızca oyunun tadını çıkarıp, ara sıra da birbirimizi ifrit etsek daha sağlıklı olacak sanki. Ama böyle olmuyor, olamıyor. İlkeler uğruna çarpıştığı izlenimi verenlerin içindeki o bastırılmışlık taraftarlık güdüsü en olmadık anda pırtlayıveriyor. Pırtlayacak elbette, bundan normal bir şey yok, biz de farklı değiliz ama biz buna rağmen numara yapmaya devam etmiyoruz, Radikal'in 50 bin kişinin okuduğu sayfalarında bir köşe yazısı döktürüp, sonra da Dreyfus Mektubu'nu yeni bitirmiş gibi şişinmiyoruz.

Neyse laf uzadı yine, bizim Adapazarı işi bilinç akışına bağlandık, Siyaset Meydanı'ndan eline mikrofon geçmiş ulusalcı dernek yöneticisine döndük. Buyrun şimdi bütün bu laf-ı güzafın üstüne Asena Özkan'ın "Galatasaray oynadı, Fenerbahçe kazandı" başlıklı şu yazısına bir bakın lütfen.

Galatasaraylı arkadaşlarım, hiçbir nesnellik kaygısı gütmedikleri bloglarında bu maçı yorumlayan Galatasaraylı blog yazarları, medyada Galatasaray sempatizanı olduğu bilinen onca aklı başında adam Galatasaray'ın, Pazar akşamı Fenerbahçe'yle oynanan maçta iyi oynamadığını, kazanmayı hak edecek bir futbol oynamadığını açıkça söylerken, takımlarını kıyasıya eleştirirken, anlı şanlı Radikal'in büyük yazarı Asena Özkan diyor ki:

"Fazlası ile baskılı oynadılar, çoğu anlarda da Fenerbahçe’yi kendi alanına hapsettiler ancak kalelerinde de kırk yılda bir rastlanabilecek gölü görüverdiler."

Sonra Asena Özkan ağabeyimizin "ilk kez tanıklık ettiği" bir şey var maçta:

"Beşiktaş ile uzlaşıp ardından Fenerbahçe’nin yolunu tutan Mehmet Topuz ‘Türk futbol tarihine’ geçti dün gece Ali Sami Yen Stadı’nda... Önünde top süren rakibi Abdul Kader Keita’yı futbol oynarken döverek bir ilke imza attı... Vahimi, ekrandan tekrar tekrar izlerken söz konusu pozisyonu; Mehmet Topuz’un fair-play ruhundan arınmış hali utandırdı, yanlısını da yansızını da..."

Asena Özkan'ın yukarıda anlatmaya çalıştığım tipolojinin en müstesna temsilcilerinden biri olduğunu ele veren ne biliyor musunuz? Yukarıdaki alıntının sonuna iliştirdiği 'yanlısını da yansızını da' ikilemesi. Biliyor çünkü kendisi de bu yazıyı hangi güdülerle yazdığının.

Devam edelim:

"Sezonun ilk yarısında ki (ki bileşik olacak, Rehavet'in notu) maçta Roberto Carlos ile benzer pozisyon yaşayan sonrasında da ceza alan Abdul Kader Keita uyum mu sağlamış Türkiye’ye yoksa kendince çözüm mü üretmiş anlayamadım. Ama işe yaradığı kesin, yediği yumrukların ardından kendini yere atıp, hareketsiz kalması Mehmet Topuz’un olası birkaç darbesinden daha korudu Abdul Kader Keita’yı!"

Hadi "Beşiktaş ile uzlaşıp ardından Fenerbahçe’nin yolunu tutan Mehmet Topuz"un akıl almaz faullerini, insanı çileden çıkaran vahşiliğini (!) bir anlığına kabul ettik diyelim. (Mehmet Topuz'u günahım kadar sevmediğimi ve Emre'yle birlikte bu takımda hiç görmek istemediğim iki adamdan biri olduğunu önceki yazılarımdan anlayabilirsiniz bu arada.) Tamam hadi, Topuz utandırmış olsun yanlısını da yansızını da. Peki ama Keita'nın acıları konusunda ne diyor nesnelliği elden bırakmayan Asena Ağabeyimiz? 'Kendini yere atıp, hareketsiz kalması Mehmet Topuz’un olası birkaç darbesinden daha korumuş' zavallı Keita'yı. Tanrım, sen bu iyi niyetten, bu naiflikten, bu safdillilikten Asena Özkan'a dağıttığın kadarını neden bizlere de vermedin? Zavallı Keitacık, meğer vahşi Mehmet Topuz'un elinde kurtulmanın tek yolu olduğu için kendini bırakıvermiş yere. Trabzon'da yerde kalmasının sebebi de ayağına gelen su değilmiş aslında, bir an için Avni Aker'in maraton tribününde gaddar Topuz'u görür gibi olmuş zavallıcık, ne yapacağını bilemeyip kendini yere bırakıvermiş herhalde.

Daha devam etmeyeyim, yoruldum. Sevgili spor yazarları, kıymetli blog yazarları, siz kendinizi biliyorsunuzdur, lütfen nalıncı keseri olmayın... Nesnel olunacaksa buna sözüm yok, hakkını vererek yapın. Değilse, deniz levreği numarası yapmayın lütfen! Tatsız oluyorsunuz, bütün yemeği rezil ediyorsunuz...



11 comments:

  1. rddk dedi ki...

    Çok güzel bir yazı olmas bir yana bariz edebi eser olmuş... Okuyanları daha dikkatli okumaya, hatta bir kahve eşliğinde okumaya davet ediyorum...

    Nitekim, yazının muhatabını düşününce daha önce papazın çayırında konu ettigim Mevlana sözü geliyor akla;

    "Bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye..."

    Bu bloga yazılan her yazı, okunmasına harcanan vakitten 3 kat daha fazlaya mal olurken yazar için, levreklerin yazısına harcanan zaman, okuma süresi ile denk olur anca..

    Üstelik bizimkisi bedelsiz. Keyif için...

  2. admin dedi ki...

    Bunlardan biri de Kanat Atkaya'dır bence. Böyle film izlerim, kitap okurum, bunları yazarım ve engin futbol bilgilerimi entelektüelliğimden gelen espri anlayışımla harmanlayıp size okuttururum havasında kendisi. Böyle olur olmaz benzetmeler yapması, komik gibi görünen ama aslında sikimtrak espriler yapması, "ben entelektüelim birader" havalarında gezmesi beni sinir ediyor. Hele bir de NTVSpor'daki konuşmalarındaki o ses tonu yok mu... Ah ulan ah!

  3. aethewulf dedi ki...

    ben asena beyin yazısı hakkında bir şey yazacaktım, artık yazmayacağım. bu güzellikte ifade edilen bir fikri başka kelimelerle ifade etmeye gayret edeceğime bir kere daha okurum, sonra da hamd ederim okuduğuma.

    teşekkürler rehavet, masanın en güzel konuşmasıydı.

  4. Kieran dedi ki...

    asena özkan,abdurrahman çelebi midir?

  5. PVH dedi ki...

    Abdurrahman Celebi'ye ne gerek var?

    Alin mac yazisiysa yazi, ilk iki paragrafi okuyun, mest olmadiysaniz haber verin.

    http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=988776&Yazar=TANIL%20BORA&Date=02.04.2010&CategoryID=103

  6. Okan Akan dedi ki...

    Okuyordum. Yeni yüzyıl'ı, öncesinde Güneş'i, ne biliyim Enis Batur'un da futbol yazmışlığı vardır bu ülkede, Semih Gümüş gibi nalıncı keseri olmadan..

    Her neyse...

    O Fenerli fanatiklerden saydığınız, zerre kadar hazzetmediğim Mehmet Y. Yılmaz dönemi Radikal'i ve İsmet Berkan aşuresi arasında bir fark varsa eğer, aynı gazetede yazan Sevin Okyay(blk) Tanıl Bora(gençlerbirliği) ve tabiki unutamadığım Ahmet Çiğdem vasıtasıyladır.

    Ha İsmet Bey kendi camiasının fanatiklerine yer açtığı için gazete ve onlar entellektüel olmamıştır, sadece Asena Bey'in hangi maç yorumunda futbola, olmadı insanlığa dair bir ize denk geldik diye turnasol olmuştur Kartal logolu yanar döner gazete.

    Entellektüel ve duygusal Beşiktaşlı klişesi bence Alaattin Çakıcı pasaportuyla ülkeyi terk edeli çok oldu (annem bjk'lidir) ama bu minvalde ninni dinlemek artık yorucu.

    Antu'da en sevdiğim tanımlamalardan biridir kız kardeşler tavrı (bjk-gs).

    Ne kadar yayvan izlenesi banal oyunlar oynadıkları bir yana, hadi şimdi yorumcu olmuş efsane futbolcuların, yöneticilerin şike açıkları-açıklamaları bir yana, maçı izlemeden mi bitirdin kadehi Asena.

    İsmet Bey, aynı gazetenin yayın yönetmeni, "yayın kendinizi iyicene" mi diyor bunlara anlamadım ki?

  7. Mitya dedi ki...

    gecen gun asena'nin yazisini okudugumda bayagi sinirlenmis, ardindan sinirlendigime sinirlenmis, dolayisiyla ciddi sayilabilecek bir zamani bu adama harcamistim. yukardaki yazi gercekten harika olmus. anlasilmaz bir sekilde basinin kokune kadar sirayet eden, galatasarayliligi avrupaliliga, besiktasligi ilkecilige, fenerbahceligi ise kitschlige yakistiran, bunu gazete sayfalarinda somutlastiran, ve sonucunda toplum genelinde bir gerceklige donusturen ilginc bir politikanin bir kosesine koymak lazim bu yaziyi. zira premier ligci ibrahim altinsay da ayni telden caliyor, carsili asena ozkan da.

    usenmedim, gittim sevgili asena'nin ilk yarida oynanan fenerbahce-galatasaray maci icin silaha aldigi yaziyi buldum. aktariyorum:

    ustada gore mikrofonlardan "mac boyunca top rakibe gecince islikliyoruz" anonsunu yapan "zihniyet" ancak "dangalak"likla aciklanabiliyor, ve "bu tip soylem ve eylemler ile spor ancak savasa" donusturuluyor. zira, "fair play" yoksunu bu tarz kabahatler "dostluk, baris, kardeslik" gibi ulvi degerlerin silinmesine on ayak oluyor. isin ilginc yani, sevgili asena muthis bir performansla "isliklayiniz" emrinin ardindan gelen "sahaya yabanci madde atmayiniz" anonsunu ikiyuzluluk olarak yorumluyor: "Nifak tohumlarını maç başlamadan özenle ekiyorsunuz ardından ‘ceza’ gelir kaygısı ile üzeri kapalı, ‘aman ha’ diyorsunuz." asena ozkan ya sahaya islik atilabilecegini, ve bundan keita'nin muzdarip olabilecegini dusunuyor, ya da ciddi bir psikolojik destege ihtiyaci oldugunu anlatmaya calisiyor.

    maca gelince, anlasilan usta yorumcunun gozlerine takilan fenerbahce'nin "hircinligi' - firsat buldugu her pozisyonda arda'yi "hirpalayan" cristian mi istersiniz, bunlari "inatla gormezden gelen" bunyamin gezer mi istersiniz, hepsi genis olarak yer bulmus sevgili asena'nin kosesinde (elbette inat sozcugunun secimiyle ne kastedildigi asikar). fenerbahce'nin futbolu hakkinda tek bir kelime etmeyen asena, galatasaray'in attigi golden sonra "biraz hareketlenmeye basladigini" gozlemlemis - ne de olsa memleketin cogu futbol bilgini fenerbahce'nin maclarinda rakip takimin yaptiklari ve yapamadiklari uzerinden fenerbahce'yi yorumlamakta kararlilar. Nitekim, asena galatasaray'in maglubiyeti altinda yatan sorunun bir kez daha oyuncularin "ayaklarinda degil, beyinlerinde" oldugunu bildiriyor bizlere. yoksa mumkun muydu bu maci kiytirik fenerbahce'nin kazanmasi!

    yazinin sonuna dogru ipin ucunu iyice kaciran asena keita'nin "yüzüne gelen su sonrası ‘ben oynamıyorum’ diyerek topu alıp gitmesi"ni "alkışa değer" gorurken, "kocaman bir ayip" olarak niteledigi yumrugun siddetini elbette r. carlos'un "grekoromen stilden ornekler" sunmasina baglayor. ve soyle bitiriyor usta silahsor:

    "Fenerbahçe de iyi oynamadı ama biri ofsayt, diğeri penaltı, sonuncusu da Guiza’nın ayağından gelen gollerle fazlaca önemli puanları almayı başardı. Hedefe giden yolda her puan ‘mubah’ sayıldığına göre sorun yok!."

    ah be asenam, sen ne tutturuyorsun bunlari yazarken?

    bu essiz metin icin: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=961143&Yazar=ASENA%20%D6ZKAN&Date=02.04.2010&CategoryID=103

  8. Mitya dedi ki...

    tabii pfdk'nin galatasaray'a verdigi "ceza" ile ilgili bir yazi da guzel olur. ntvspor'un ufak bir kosede yer verdigi haber ise daha da ilginc - galatasaray'in aldigi ceza diger takimlara verilen cezalarin siralandigi bolumde yer alirken, icerik olarak gaziantep - sivas macina yer verilmis. aslansiniz!

  9. linguisticsfc dedi ki...

    ahahahhahahahaha harika bir eleştiri xD. bu blogu seviyorum ama; PVH fazla daumcu, aethewulf ise fazla amerikancı ve son yazısındaki rakı ve allah kelimelerinin fazlalığı bana taraf gazetesi ve logosundaki yeşili anımsattı. son zamanlardaki radikal gazetesine saldırı ise cabası. ha eleştiriler haksız mı? kesinlikle değil, özellikle asena bey bariz haketmiş.

  10. Unknown dedi ki...

    Semih Gumus hakkinda yazdiklarin cok dogru. Bugune kadar bunu dillendiren cikmis midir bilmiyorum ama soylenmesi gerekiyordu. Ben bir de Semih Gumus'un futbol yazilarini derledigi Can yayinlarindan cikan kitabini alma hatasina da dusmustum. O kitabi biraz okuyunca nasil bir anti-Fenerli oldugu rahatca anlasiliyor.

  11. Bolat dedi ki...

    belki isimler üzerinde muhalefete düşebiliriz ama yazıda anlatılan temel görüşü bütünüyle destekliyorum ve bu husustan yıllardır ben de rahatsızım...

    isimler üzerinde muhalefete düşebiliriz derken Asena Özkan ve yazısı hakkında farklı düşündüğüm anlaşılmasın... Bence son derece yerinde eleştiriler Asena Özkan özelinde yapılanlar. Ben onların yanına İbrahim Altınsay'ı da eklemek isterim mesela... Başkaları katılmayabilir. Veyaut Semıh Gümüş ile ilgili ben de yine Rehavet gibi düşünmekteyim. Ahmet Çakır vardı bir de... Gerçi artık o o kadar suret-i hakten görünme derdinde değil.

    Neyse uzatmaya gerek yok, eline sağlık hocam, çok güzel.

Yorum Gönder