31 Ağustos 2008
Biz Hala Tribündeyiz
Sanıyorum sene 89, Fenerbahçe Ankara’ya gelmiş. Müjdat, Rıdvan, Oğuz, Aykut, Toni Schumacher muhteşem bir kadro. Koşarak maça gittik. Maraton tribününde maçı heyecanla izliyoruz. Bir süre sonra bir gümbürtü “Hak – Kaaaan , Hak – Kaaaaan”. Schumacher kendini yırtıyor. Allahım boğazı şişmiş, yüzü kıpkırmızı, sinirli sinirli eliyle bir yeri gösteriyor. Fotoğraf karesi gibi aklımda. Sanıyorum ki birazdan kaleden çıkacak Hakan’ı tokatlayacak, diyorum ki birazdan gelecek Hakan’ı sahanın dışına atacak. Oysa Hakan gamsız, Hakan umarsız. Sanki Schumacher bağırdıkça Hakan sağırlaşıyor, Toni yeri göğü inlettikçe Hakan daha da vursan duymazlaşıyor. Arkamda yaşlı başlı bir adam, içinde bas bariton bir ast subay varmış meğer, “Haaakaaaaaaaaaaaan” diye bir bağırdı yerimizden zıpladık. “Senin anayı, senin babayı, senin gelmişini geçmişini” Hakan döndü tribüne. Şaşkoloz gibi bakıyor.
Ümit benim için uzun dönem bu akıl almaz sol kanat geleneğinin parçası olmuştur. Takımların böyle anlaşılmaz gelenekleri vardır. Beşiktaş’ın çirkin sağ bek ihtiyacı, Galatasaray’ın çirkef sembol futbolcusu bunların o yakadaki akisleriyse bizim payımıza düşen sol kanatsızlıktır. İşte Uğur Boral, daha hala bir sol kanadımız yok. Papazınçayırı ekibi şahadet edecektir ki, Ümit sol kanatta oynarken en az Toni’nin Hakan’a bağırdığı kadar bağırmış, basbariton gümbürtülü amca kadar sövmüş saymışımdır. Ama Ümit bir sol kanat olmasa da, bir türlü olamasa da gönlümüzü kazanmıştır. Çalışkandır, azimlidir, dünyanın kendi azmiyle sol bek oynayan tek sağ ayaklı futbolcusudur. Mütevazidir, mazbut bir adamdır. Kendisine küfredilen maçta oyundan çıkarken takımın armasını öpecek kadar kaptandır. Bunlarsa bir oyuncunun orta açmasından çok daha önemli özelliklerdir. Zira bu çalışkanlık ve azim varsa, bu mütevazilik bir futbolcunun ruhunda bulunuyorsa bu futbolcu bir gün gelecek o ortayı nasılsa açacaktır. Bilinir ki, mütevazi bir çalışkanlık yalnız kendi hatalarını görmenizi sağlamaz, onları nasıl yok edeceğinizi bulmakta da önünüzü açar. Azim belki tek başına hiç bir şey ifade etmez ama antrenmandan sonra 2 saat daha kalıp çalışmanızı sağlıyorsa soyunma odasından ilk 11’de çıkarsınız. Ümit’in akla hayale gelmeyecek istatistiklerini, maç başına yaptığı orta denemelerini, sürekli sol kanattan bindirmesini başka nelere bağlayacağız? O orta açmak için topu her sağ ayağına alışında saçımızı başımızı bize nasıl yoldurtuyorsa, sağ ayağının dışıyla açtığı ortalar karşısında da iflahımızı kesmeyi başarmıştır.
Şimdi kaptan büyük talihsizlik geçirdi. Maçın ortasında yere düştüğünde yüreği zıplamayan, içi burkulmayan bir futbolsever bulmak mümkün değil. Büyük hizmetler vermiştir, ağır bir işçi gibi çalışmıştır, sessiz sakin ancak koca bir azimle Fenerbahçe formasını terletmiştir. Kaptanlık pazubandını taktığı gün ile çıkardığı gün arasında bu kulüp kendisinde hep iyi bir haslet buldu.
Ancak ona ne verdik?
Galatasaray olaydan 15 dakika sonra internet sitesinde geçmiş olsun mesajı yayınlarken taraftar kart reklamlarını sitemizde gördük. Sitede saatlerce olay hakkında tek bir kelam edilmedi.
Hayırdır? Düşman mıdır Ümit, fenalık mı yapmıştır Fenerbahçe’ye? Böyle adını sanını hatırlamayacağımız, sanki hiç alkış tutmamışız, hiç onunla mutlu olmamışız gibi unutacağımız ne yapmıştır? 100 senelik bir kulübün internet sitesi kaydıraktan kayan civciv fotoğrafları, fotoşoplanmış Aziz Yıldırım jpegleri, copy-paste yerleştirilmiş haberler ile donatılırken böylesine Hakan Tecimer bir umarsızlık, böylesine vursan duymazlık en az Toni kadar öfke nöbeti geçirtmiyor mu kimseye?
Biz hala tribündeyiz kardeşim. Biz hala tribünlerin girişinde köfte kuyruklarında, stadların kırık koltuklarında, sopası alınmış bayrakları sallayıp, çakmaklarımız girişte alındığı için kibritle sigaralarımızı yakıyoruz. Biz hala kendi paramızla satın aldığımız formaları giyiyor, saatler öncesinden yola koyuluyor, çubukluyu ne zaman görsek kocaman gülümsüyoruz. Bizler memleketten kilometrelerce uzakta sopcastlerde maçı izlemek için çırpınıyor, düşük çözünürlüklü görüntülerde gol kaçırdığımızı anlayınca dizlerimizi tepiyoruz. Biz hala tribündeyiz. Hala bir güzellik görmek, zarif bir çalımla kendimizden geçmek, iyi ortanınsa gol getirmesini bekliyoruz. Kendini durup dururken yere atanlara, üç adım önündeki topa basmayanlara, sahada manken gibi yürüyenlere hala küfrediyoruz. Biz iyi bir şey görmek istiyoruz. Centilmenlik istiyoruz. Mücadele istiyoruz. Şövalye ruhuna yanığız hala.
Sizlerse tribünde değilsiniz, oynamanız lazım. O kanadı nasıl futbolcu kapatacaksa, sizin de vefanızı göstermeniz, nasıl bir sol kanat orta açacaksa sizin de o internet sitesine bu kulübün yüz yılını sığdırmanız lazım. Çubukluyu giyen onu ne kadar terletmek zorundaysa Fenerbahçe adına hareket eden herkes de bir o kadar mücadele etmelidir daha iyisi için. Çünkü Fenerbahçe bu demektir. Babalardan analardan gelen, jenerasyonları, etnik grupları, cinsleri, dinleri, dilleri nihayetinde kilometreleri geçen bu sevgi vefasızlık, kadir bilmezlik, erdemsizlik hasletleriyle örülmedi. Çok daha iyisine layiktir. Bu formanın sembolü olduğu şey sinik bir makyevalizm, karanlık ve doymak bilmez bir bencil açlık, diktatöryal bir birey kültü değildir. Bu forma hala Cemil’lerin formasıdır, Alparslan Eratlı’lar onu giymiştir. Bu formada Lefter vardır hala, Zeki Rıza vardır. Bunlarsa gelip geçici bir golden çok daha fazlasını simgelerler. Bir maçta alınan üç puan değildir hatırlanmalarının sebebi, kimse haybeye çubukluya gönlünü vermedi. Güzel şeyler gördükleri için sevdiler onu. İyiye dair bir şeyler, mutluluğa dair bir şeyler, güzellikle ilgili bir şeyler, ahlakla ilgili bir şeyler buldular onda. Babalar çocuklarını maça götürdüğünde paylaşılan işte bu ortak ruhtur. Hepimizin aklında olan ve Fenerbahçe’li bir futbolcunun formasını terletmemesine, kendini hop diye yere bırakmasına sinirden kudurmamıza sebep olan şeydir. Biz henüz doğmamış çocuklarımızı maça götürmeyi hayal ediyorsak bu da veletlerin popolarını kötü koltuklara yapıştırmasını istememizden değil, bir gün olsun onlara mücadele ile, azimle, centilmence ne kadar önemli bir güzelliğin yaratılabileceğini göstermek istememizden.
Biz hala tribündeyiz kardeşim ve hala küfrediyoruz vefasızlık gördüğümüzde. Hala dizlerimizi dövüyoruz bizimkiler iyi bir şeyi yapmayı beceremediğinde. Ve hala basbariton bir gümbürtü gibi bağırıyoruz memleketin dört tarafından, yapmayın kardeşim. Öyle şaşkoloz gibi suratımıza bakacağınıza toplanın işinizi yapın. Civciv fotoğrafları veya büyük transfer haberlerinden önce vefa istiyoruz sizden. Fenerbahçe gibi davranın, Fenerbahçe’ye layik davranın.
Devamı ...
Fenerbahçe 2 - İstanbul B.B.Spor 0
TSL 30/08/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'in ikinci haftasında Fenerbahçe ile İstanbul Büyükşehir Belediyespor Şükrü Saracoğlu Stadı'nda karşı karşıya geldi. Sarı-lacivertliler 51. dakikada Colin Kazım ve 61. dakikada Semih Şentürk'ün attığı gollerle sahadan 2-0 galip ayrıldı.
FENERBAHÇE: 2 - İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR: 0
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Süleyman Abay xx, Bülent Gökçü xx, Alpaslan Dedeş xx
Fenerbahçe: Volkan Demirel xx, Gökhan Gönül xx (Dk. 67 Önder x), Lugano xx, Yasin xxx (Dk. 77 Can x), Roberto Carlos xx, Kazım xx, Alex xx, Maldonado xxx, Uğur xx, Semih xxx, Guiza xx
İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Hasagiç xx, Kerim xx, Cesario x, Metin Depe x, Ekrem x, Efe xx, Okan x (Dk. 34 Mahmut x), Tjikuzu xx (Dk. 80 Zeki x), Serhat x, İlyas x (Dk. 58 Erman Kılıç x), Bebbe x
Goller: Dk. 51 Kazım, Dk. 61 Semih (Fenerbahçe)
Kırmızı Kartlar: Dk. 30 Metin Depe, Dk. 47 Serhat (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)
Sarı Kartlar: Dk. 34 İlyas, Dk. 39 Serhat, Dk. 70 Tjikuzu (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Dk. 44 Gökhan Gönül, Dk. 63 Yasin, Dk. 88 Can (Fenerbahçe)
MAÇTAN DAKİKALAR
4. dakikada ceza alanı dışından serbest vuruş kullanan Roberto Carlos'un yerden sert şutunda, kaleci Hasagiç topu kontrol etti.
11. dakikada orta sahada topu kapan Uğur, hızla ceza alanına doğru ilerleyerek, soldan içeriye ortaladı. Ceza alanı içinde Guiza'nın kafa vuruşunda, meşin yuvarlak yere çarparak yandan auta çıktı.
14. dakikada Alex'in soldan kullandığı serbest atışta, ceza alanı içinde Semih'in pasıyla topla buluşan Uğur'un vuruşunda, meşin yuvarlak üstten auta çıktı.
20. dakikada Semih'in ara pasında savunmadan seken topa koşan Uğur'dan önce kaleci Hasagiç ceza alanı dışına kadar çıkarak, ayaklarıyla meşin yuvarlağı uzaklaştırdı.
23. dakikada orta sahadan atılan uzun pasta Bebbe'den önce kaleci Volkan Demirel, ceza alanı dışına kadar çıkarak topu kafayla taca gönderdi.
27. dakikada sağdan yapılan ortada ceza alanı içinde Semih'in kafasından seken topa Metin ters vuruşunda önüne gelen meşin yuvarlağa Metin'in ters vuruşunda top üstten kornere gitti.
33. dakikada ceza yayı üzerinden serbest atış kullanan Alex'in vuruşunda, top az farkla üstten auta çıktı.
35. dakikada Alex'in soldan kullandığı serbest vuruşta, ceza alanı içinde topu iyi kontrol edemeyen Lugano'nun vuruşunda, Guiza'nın yetişemediği meşin yuvarlak yandan auta çıktı.
36. dakikada ceza alanı içinde oluşan karambolde kafalardan seken topa en son Alex'in sert şutunda, top üstten auta çıktı.
Karşılaşmanın ilk yarısı golsüz berabere tamamlandı.
İKİNCİ YARI
51. dakikada Maldonado'nun pasıyla ceza alanı içinde Cesario'dan sıyrılan Kazım, kaleci Hasagiç ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda kalecinin yanından topu filelere göndererek, takımını 1-0 öne geçirdi.
56. dakikada ceza alanı içinde Roberto Carlos'un pasıyla penaltı noktası üzerinde topla buluşan Semih'in vuruşunda, meşin yuvarlak kaleci Hasagiç'te kaldı.
61. dakikada Uğur'un soldan ortasında arka direkte Guiza, kafayla kaleci Hasagiç'in üzerinden topu Semih'e çıkardı. Golcü futbolcu, diğer direğin dibinden meşin yuvarlağı kafayla boş kaleye göndererek, farkı 2'ye çıkardı: 2-0
67. dakikada Uğur'un soldan ortasında ön direkte topla buluşan Roberto Carlos'un müsait durumda yarım vole vuruşunda, meşin yuvarlak uzak direğin yanından auta çıktı.
75. dakikada Semih'in ceza yayı dışından vuruşunda, kaleci Hasagiç topu yumruklayarak uzaklaştırdı.
81. dakikada Alex'in pasıyla ceza alanı içinde kaleciyle karşı karşıya kalan Guiza'nın vuruşunda, top ileriye çıkan kaleci Hasagiç'in ayaklarından döndü. Daha sonra savunma topu uzaklaştırdı.
87. dakikada ceza alanının sağ çaprazında topla buluşan Guiza'ın vuruşunda, kaleci Hasagiç'in uzanarak çıkardığı meşin yuvarlağı savunma uzaklaştırdı.
88. dakikada ceza alanı içinde sağ çaprazda Cesario'yu çalımlayarak, kaleye doğru ilerleyen Guiza'nın pasında altı pas çizgisinin önünde topla buluşan Uğur'un vuruşunda, top üstten auta çıktı.
90. dakikada Alex'in ceza alanı dışından sert şutunda, meşin yuvarlak yandan az farkla auta gitti ve karşılaşma Fenerbahçe'nin 2-0 üstünlüğüyle sona erdi
Devamı ...
28 Ağustos 2008
Hacı bak nefesimi tuttum
Hakkaniyet önemlidir. Yazdığı okunan, söylediği dinlenen bir adam için ise hayatidir.
Hatırlayalım, 28 Ağustos 2006 tarihinde NTV'de yayınlanan "90 Dakika" programında Haşmet Babaoğlu, Mateja Kezman daha vatan toprağına ayak basmadan yaygarayı koparmıştı. "Kezman gol attıktan sonra Çetnik işareti yapıyor" diye buyuran Haşmet Bey, önce Sırp'ların Bosna'da yaptıklarının Türk insanının kalbini ne kadar sızlattığını hatırlattıktan sonra, Çetnik kavramının tarihsel kökenine ve anlamına değinip, Kezman'ın bu işareti yapmaya devam etmesi halinde Fenerbahçe'nin başını çok ağrıyacağına işaret etmişti.
Reddi mümkün olmayan tarihsel gerçek Çetnik örgütünün ırkçı temayülleri olduğu ve Bosna'daki katliamda parmakları olduğudur. Ancak PVH'nin izinden gidersek Kezman'nın "pis bir ırkçı" olduğuna dair önermenin doğru olması için Kezman'ın, Haşmet bey'in iddia ettiği gibi her golden sonra Çetnik işareti yaparak bu örgüte selam durması gerekmektedir. Halbuki bu programdan sonra ne Haşmet Bey ne de bir başkası çetnik işaretinin Kezman için bir gol sevinci ritüeli olduğuna dair kanıt sunamamışlardır.
Böylesine büyük bir ithamda bulunuyorsanız bunu kanıtlamak gazetecilik ilkelerini filan geçtim en basitinden ahlaki bir zorunluluktur. Kaldı ki "90 Dakika"da konuşmak kahvehanede atıp savurmaktan daha büyük bir sorumluluk yükler adamın sırtına. Sadece Hıncal Bey'i onaylayıp, her söylediğine kafa sallamanın ötesine geçip kendi mahsülünüz olan bir temelsiz itham ile ortaya çıktığınızda bu soğuk gerçekle karşılaşıyorsunuz. Madem kafa sallamanın konforunu tepip bir adamı haksız yere Türk futbol seyircisine hedef gösterdiniz ve kanıtlayamıyorsunuz, o zaman hemen "hıncalvari" bir manevra ile dikkati başkasının üzerine çekin. Hemen ertesi gün köşenizde Emniyet Müdürü'ne Fenerbahçe taraftarından tehdit aldığınızı ve başınıza birşey gelirse bundan "futbolumuzu yönetenleri ve internetteki taraftar sitelerini hiçbir kurala, insan hakkı ve hukukuna uymaksızın yönlendirenleri" sorumlu tutacağınızı söyleyin.
Bugün 28 Ağustos 2008. O programın üzerinden tam 2 yıl geçti. Haşmet Babaoğlu'nun başına Fenerbahçe taraftarının müdahil olduğu hiçbir tatsız olay gelmedi. Başına gelen en tatsız olay, cafe basıp gazeteci (Ahmet Hakan) dövmek istediği halde muradına erememesidir herhalde. Zira gazeteci dövmek Fenerbahçe taraftarınından çok onun ilgi alanına girmektedir. Öte yandan Mateja Kezman bu iki yıl süresince Fenerbahçe'ye elinden geldiğince hizmet etti, taraftara sevgisini gösterdi karşılığında minnet gördü. Bundan önce nasılsa bu süre zarfında da yine futbol dışında hiçbir şeyle anılmadı. Bu takımdan ayrılırken de aynı beyefendiliğini muhafaza etti. Hasılı sessiz sedasız geldi, sessiz sedasız gitti.
Bugün 28 Ağustos 2008. Galatasaray'ın yeni transferi Milan Baros İstanbul'a geldi. Bazı futbol otoriteleri "Sonu Kezman'a benzer mi?" diye sormaya başladılar şimdiden. Gönül ister ki parlak yıllarına geri dönsün, bize futbol ziyafeti çeksin. Biz Fenerbahçe'yi sevdiğimiz gibi güzel futbolu da severiz. İsteriz ki ligin kalitesi yükselsin. Ancak bu Kezman analojisi ister istemez aklımıza Milan Baros'un Lyon'da oynarken geçirdiği bir soruşturmayı aklımıza getirdi. Unutanlara hatırlatalım, 18 Nisan 2007'de Rennes ile yaptıkları maçta Milan Baros rakibi Stephene Mbia’nın yanından geçerken fotoğrafta gördüğünüz hareketi yapıp kötü koktuğunu ima edince, Fransa'da ırkçılık soruşturması geçirmişti. Emre gibi o da aklandı. Gerekçesi Mbia'nın markajından bunaldığı için nefes almadığını işaret etmeye çalıştığıydı. Fotoğrafın yorumunu sizlere bırakıyorum.
Biz bu blogda elimizden geldiğince futbol konuşacağız. Temiz futbol isteyeceğiz. Hakkaniyet isteyeceğiz. Bunun yanında ırkçılığa sıfır tolerans göstereceğiz. Yeri geldiğinde bu Emre gibi kendi futbolcumuz ya da Aragones gibi kendi teknik direktörümüz olsa dahi eleştirmekten çekinmeyeceğiz. Bu ülkedeki dini, milliyetçi hassasiyetlere sırtını dayayıp, bir Sırp futbolcusunu hiçbir kanıt gösterme zahmetine katlanmadan hedef tahtasına koymak ne kadar ahlaksızca ise bir o kadar da kolaydır. Haşmet Bey o programda milliyetçiliğin her türlüsüne karşı olduğunu söyleyip eklemişti: "Çekin kulağını çocuğun, başınızı ağrıtmasın sonra". Milan Baros'u getiren yöneticileri de uyarma ihtiyacı hissedecek mi acaba.
Devamı ...
Josico Artık Bizden Biri
Jose Joaquin Moreno Verdu, "Josico" ile anlaşma sağlanmış. 2002 senesinden beri Villareal'de oynuyor. 134 maça çıkmış 5 golü var. 2007/08 sezonunda sadece 15 kez ilk 11'de maça başlayabilmiş. La Liga'da toplam 14 maç oynamış 3'ünde yedekten oyuna girmiş. Bu 14 maçta 2 şut çekmiş, 17 kez foul yapmış. Golü yok. Villareal'de en fazla ilk 11'de oyadığı sezon 2002/03 sezonu: 26 maçta ilk 11'de sahaya çıkmış 2 gol atmış. Asisti yok. Dolayısıyla Fenerbahçe transfer tarihine adını altın harflerle yazdırmayı hak ediyor. Aurelio gibi Türk, verimli, oyunu iki yönlü oynayan bir oyuncuyu gönderip yerini Josico gibi iki sezonda toplam 33 maçta ilk 11'de başlayan birini almak Sinan Engin'e has bir basiretsizlik olmalıydı, bize de sirayet etti. İzleyelim görelim, Villareal'in kaptanı takıma nasıl bir etki yapacak?
Devamı ...
Uzaktan Atıp Tutmanın Dayanılmaz Hafifliği
Üç ay önce de yazmıştık, daha geçen hafta da yazdık kadromuzun yetersiz olduğunu. Nedense tüm Türkiye'nin bunu görmesi için Aurelio'nun gitmesi ve tüm camianın olayı abartması için ligin ilk haftasında puan kaybı ve tüm camianın eyvah battık bittik demesi için Galatasaray'ın transfer yapması gerekiyormuş. Daha bir ay önce kadromuz açık ara iyi, bizim oyuncular maç seçtiği için şampiyonluğu verdik derken şimdi kadro olarak çok çok zayıfız, yönetim uyuma diyenleri görmek moral bozucu, ama CL'ye bir kez daha katılmanın keyfinin yanında zayıf kalıyor bu moral bozukluğu. Tabii kalıplaşmış cümlelerle eleştiri de eleştiri gibi durmuyor, panik havası yaratıyor zaten. Kadromuzun yetersiz olduğu doğru da, bunu görmek için puan kaybını bekleyip bir anda paniğe kapılmak ve saldıracak yer bulamamak bir garip.
Halkın Takımı Halkını Üzmeyendir
Kendi sahamızda canavarız maşallah. Avrupa kupası maçlarında İnter, Chelsea, Sevilla maçları dahil 8 maçtır berabere bile kalmıyoruz. Ne oluyorsa oluyor bu takım uçağa binince kimlik değiştiriyor. Kadıköy'de İnter kalesi önünde 9 aylık oynayan takım gidip düşme potasındaki takımları bile taraftarının önünde küçük düşürmek, yufka yürekli Anadolu insanının gönlünü kırmak istemiyor. Biz halkın takımıyız ulan!
Sörf Yemem Gol Yerim
Her gol yeme konusu açılınca yapılan bu iğrenç espriyi bir gün yapmam lazımdı, özür diliyorum. Takım gibi Volkan da bir garip. Sevmiyor rahat maç izletmeyi, heyecan ve aksiyon olsun, biletlere verilen 66 YTL'lerin hakkı 90 dakikanın 90'ında verilsin istiyor. İki senedir gol yemediği maç sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Üstelik saçma kırmızı kart görmesi falan örnek gösterilerek kalede alternatifsiz olmasının riskli olduğu söyleniyor ama hiç kart görmese, sakatlanmasa çok mu sağlam bu kale onu bilmiyoruz. Aslında biliyoruz ya... Hani bir maçı normal gol yiyerek bitirsin, "ne yapsın kaleci ama yahu" diyelim gollerde, olmuyor işte. O da olacak inşallah, daha yaşı genç.
Lugano'dan Enfes Hareketler
Lugano'yu eleştirecek değilim. Genel olarak iyiydi. Yalnız Edu'nun yokluğunda onun yerini de doldurmak için o kadar motive olmuş ki, Edu'nun kendi kalesine attığı gollerden bir de ben atarım, görevimi yaparım dedi. Attığı golde de ofsayt yoktu ama yediler işte adamın golünü. Pozisyonu izledim, izledim, sonra bir daha izledim ve Lugano'nun ne yapmaya çalıştığını anlamadım. Diyelim Volkan'ın kaleden çıkmadığını düşündü, o kadar yumuşak pas verirse ancak onu tokatlayarak kornere atacağını düşünmedi mi? O zaman neden sertçe kornere vurmadı? Diyelim Volkan uzaklaştırsın diye geri pası vermeye çalıştı, neden ayağının içiyle üst direğe çarpıp içeri girerek jeneriklere girecek bir gol pasıyla yapmaya çalıştı bunu? Tabii en son seçenek Volkan'ın çıktığını görmüş olması ve "hacı lan tam ayağıma oturdu olm hayatımda atamam bir daha" diyerek, hafif yükselen topa ayağının içiyle nefis bir vole ve Volkan'ın üzerinden aşan mükkkeemmel bir gol. Lugano'ya birisi sorsa keşke ne yapmaya çalıştığını. Saatlerdir çözemiyorum yeminle.
Guiza - Kazım
Guiza'yı "striker" diye aldık adam şahane forvet çıktı. Sağa sola yaptığı koşular, kanatlarda aldığı paslar, indirdiği toplar. Müthiş verimli oynadı. Adam geçmiyor, 4 kişiyi devirmiyor, orta sahadan gidip gol atmıyor belki ama doğru kullanılırsa faydalı olacak işte, gördük dün. Aslında Guiza ile tek forvet de oynarız ama ceza alanında çabuk çoğalmamız lazım, onun için fişek gibi kanat oyuncuları lazım. Yine kanat dedik yahu, 3 aydır kanatsız yazı çıkmadı blogda. Kazım var kanatların sağında. Siyasetteki muadillerinin aksine hiç muhafazakar değil. Bir gün birisinden dayak yer sahada. Topu sürüp sürüp sağda solda tonla boş adam varken çektiği saçma şutlar, pas vermeyip Anelkalığa özenmesi falan. Paslı oyna lan diye birisi girecek valla. Tuncay olsa o ilk adayım olurdu ama yok. Guiza sinirli adam gibi, ondan korksa iyi olur. Alex en fazla kendi kendine söylenir. Maldonado garibim zaten kimseye yaranamadı gitti. Geçen sene kaybedilen Gs maçında kadar hiç tepki görmeyen adam o maçın ve sezonun günah keçisi oldu. Bırakın bari yedek olarak kalsın, dün kim oynayacaktı Maldonado gitse?
Diğer Yakadan Haberler
Şimdi bu kulübün mali işlerine, futbolcuların maaşına falan kafayı taktık ya, o yüzden herhâlde dün gece oynanan diğer maça da kafayı takmak lazımdı. Gs elendi, aslında elese işimize yarayacak ve 3. torbaya çıkmamızı sağlayacaktı ama onlar olmadan çıktık zaten, üzerine de 5 milyon euro kadar ekstra para aldık, iyi oldu. Aslında taraftarın bu para pul işine bu kadar kafayı takmasını anlamıyorum ama eh kulübe fazladan para geldi yahu, Guiza'nın parasını kim veriyor diye sormazlar artık. Şu aralar yeni moda olan tiksinç yeni bir cümle türedi. Şimdi bunu da yanlış anlarlar falan açıklayayım, lafın tiksinçliği Gs ile ilgili olmasından değil de klişe olmasından, vasatlaştırılmasından. Her okuduğum cümle sonunda, Hagi demiştir ki "Galatasaray'ın olduğu yerde her zaman umut vardır", cümlesini görmekten baydım. Avrupa Şampiyonası sırasında "futbol 11 kişiyle oynanır sonunda Almanlar kazanır" yüzünden yanımda siyah poşet taşıyordum. Şimdi de bu çıktı. 3 ay daha duyarız, eyvah ki ne eyvah. Tabii Fener maçını izliyordum Galatasaray'ın maçını izleyemedim ama internette yazılanlara göre top toplayıcı çocuğa Hasan Şaş tokat mı atmış, kafa mı atmış, bir şey yapmış işte. Anladığım kadarıyla zaman geçirmeye çalışıyormuş. Tabii sanal ortamlarda çocuk piç, züppe, şerefsiz; annesi fahişe ilan edilmiş. Nedense aklıma hemen geçen sene Sami Yen'de oynanan kupa maçında Gökhan'ın oyundan atılmasına sebep olan çocuk geldi. O çocuk da maçın gizli kahramanı ilan edilmişti, aslanlar, kaplanlar havada uçuşuyordu. Acaba bu geçen seneki aslan, kaplan çocuk evde maçı izlerken bu top toplayıcının oyunu geciktirdiği pozisyonda şöyle ağzını doldura doldura "vay orrrroossspuuu çocuuğuuu" diye küfür etmiş midir?
Devamı ...
İyi Orta Saha Kupa Getirir
Bazen bir fotoğraf çok şeyi özetliyor, yukarıda Aragones'in ne dediğini hayal etmek için alleme olmaya hacet yok "Oğlum" diyor "Top oyna". Partizan maçı için de buna benzer bir şey söylenebilir "Süreç berbattı, sonuç mükemmel."
Şampiyonlar Ligine katılmamız, asgari 14 milyon dolar ayarında bir gelirin takım bütçesine yazılması ve hedeflerin hala önümüzde duruyor olması herkesi memnun etmeye kabil lakin takımın büyük eksiklikleri olduğu da açık.
Fenerbahçe geçen sezon kısıtlı ve dar bir kadroya rağmen Şampiyonlar Ligi’nde Çeyrek Final oynadı, şampiyonluk mücadelesini ise son 2 haftaya kadar sürdürdü. Bu seneki beklentinin bu seviyeden daha aşağı olması için hiç bir sebep gözükmüyor dolayısıyla bu hedef kapsamında takım analiz edilmeli. Görülecek ki mevcudun beklentiyi karşılaması mümkün değil.
Bir kere takımın kanadı yok. Kazım’ın sağ kanattaki gayri ciddi oyunu Fenerbahçe’nin atak organizasyonlarının sürekli yarıda kesilmesi sonucunu doğuruyor. Futbol tekniği yüksek bir oyuncu olmasına karşın oyun içerisinde disiplinli değil ve daha önemlisi fundamentali zayıf. Özellikle uygun pozisyonda olan arkadaşları varken yaptığı yanlış şut seçimi, topla çok oynaması ve mücadele gücündeki zayıflık göz önüne alındığında Kazım’dan bir as takım oyuncusu olmayacağı çok belli, kendisinden iyi bir yedek olur. Uğur'sa en az Kazım kadar vahim. Kesinlikle vasat bir kanat oyuncusu. Belki Süper Ligde ortalama takımlara karşı oynatılmasında bir sakınca yoktur ancak Şampiyonlar Ligi ve Süper Lig gibi iki organizasyondaki 42 maçlık bir maratonda Fenerbahçe için büyük ayak bağı.
Maldonado’nun bu maçtaki performansı ise ümit verici. İyi bir oyun sergiledi, doğru toplara doğru zamanlamayla girdi, pas hatası yapmıyor ve oyunu hızla yayıyor lakin yanında kesinlikle orta saha direncini arttıracak iyi bir önliberoya ihtiyacı var. Alex, Semih, Uğur ve Kazım’dan mürekkep bir orta sahanın bütün açıklarını kapatması mümkün değil, kötü bir futbolcu olduğu için değil, bunu Lampard da olsa yapamayacağı için yapamaz.
Semih’in golü üstünde bir kere daha durulması lazım. Ne kadar yetenekli bir son vuruşçu olduğu apaçık belli, vuruş şekli, zamanlaması kumaşının Türkiye Ligi ve Avrupa’nın sayılı forvetlerinden biri olduğunu gösteriyor velakin Aragones’in sisteminde maç içerisinde saha ortasına doğru inmesi gerektiği için zorlanıyor. Bu mevkide takımın olmayan kanatlarına top dağıtmak zorunda kaldığı için değil, böyle bir pozisyonu olmadığı için bunu yapamıyor. Onun yerinde Alex’in oynaması çok daha verimli olacaktır.
Aragones’in Alex’i neden orta sahanın tam ortasına çektiğiyse anlaşılabilir. Bir kere çok iyi top dağıtıyor, oyunu kontrol ediyor, topsuz oyunda da çok başarılı. Hocanın bu niteliklerden istifade etmek istemesi akıllıca gözükebilir ama bir orta saha oyuncusunun çok üstünde tekniğe ve futbol zekasına sahip Alex'in defansif yetenekleri hiç yok. Fiziği ise mevkisinin gereklerini yapmaya 65 dakikadan fazla müsaade etmiyor.
Bu şablonda nerelere transfer yapılması gerektiği belli, önce bir önlibero alınması lazım. Deivid’in gelişi sağ kanattaki Kazım problemini bir nebze olsun dindirebilir ancak sol kanat bütünüyle alarm veriyor, ksnada baktıkça rakı içesimiz geliyor. Sorunsa 1 yabancıdan fazlasını alamayacak olmamız. Bu şartlar altındaysak ben iyi bir önlibero transferini yine de tercih ederim. Takımın kalbi ve orta sahanın kendisi olan bu mevki başka bir şey düşünme şansı bırakmıyor. Sol kanat içinse Vederson’un dönüşünü ve Emre’nin hayırlısıyla sakatlıktan kurtulmasını beklemekten başka yapacak bir şey yok. Aziz Başkansa herhalde tribün transfer edecek, bir tek onla uğraşıyor.
Devamı ...
27 Ağustos 2008
Fenerbahçe 2 - Partizan 1
CL 27/08/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turunun rövanşında kendi sahasında Sırbistan'ın FK Partizan takımını 2-1 yenerek Şampiyonlar Ligi'ne katılmayı başardı.
Kadıköy'deki üst üste yaptığı son 7 Avrupa Kupası maçından da galibiyetle ayrılan Fenerbahçe, Partizan'a da şans tanımadı.
Kendi saha ve seyircisi önünde karşılaşmaya iyi başlayan Fenerbahçe, ilk dakikalardan itibaren FK Partizan karşısında gol pozisyonları üretmeye başladı.
Fenerbahçe karşısında karşılaşmaya temkinli başlayan FK Partizan, ilk dakikalardan itibaren Fenerbahçe atakları karşısında kalesinde zor anlar yaşarken, rakip kalede önemli bir gol pozisyonu yakalayamadı.
Maçın 27. dakikasında Semih'in golüne engel olamayan Sırp ekibi, golden sonra temposunu düşüren Fenerbahçe karşısında biraz daha etkili olmaya çalıştıysa da yine gol pozisyonu üretemedi.
Karşılaşmanın ilk 25 dakikasında yakaladığı 5 pozisyonda golü bulamayan sarı-lacivertliler, 27. dakikada Semih'in kafa golüyle 1-0 öne geçti.
Golden sonra tempoyu düşüren Fenerbahçe, ilk yarıda başka gol pozisyonu bulamazken, kalesinde de rakip takım oyuncularına gol pozisyonu vermedi ve ilk yarıyı 1-0 önde tamamladı.
İkinci yarının başlarında hem Fenerbahçe, hem de Partizan’ın karşılıklı atakları vardı.
Sarı-lacivertliler ikinci golü yıldız futbolcusu Alex ile 58. dakikada buldu.
Bu dakikada sağ kanattan topla buluşan Güiza’nın arka direğe yaptığı ortaya topun gelişine kafayla vuran Alex, Fenerbahçe’nin ikinci golüne imza atmayı başardı: 2-0
Partizan’ın en önemli atağı 71. dakikada Diarra’nın ayağından geldi. Bu dakika içinde Diarra’nın uzaktan şutunu kaleci Volkan uzanarak topu çelmeyi başardı.
Gol için ataklarını sürdüren Partizan 76. dakikada Tosic'in attığı golle farkı bire indirdi: 2-1
Partizan takımı, golden sonra zaman zaman önemil ataklar yapsa da Fenerbahçe defansı rakibine gol şansı vermedi ve maç 2-1 Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile sona erdi.
Bu sonuçla temsilcimiz Şampiyonlar Ligi gruplarına katılma hakkını elde etti.
FENERBAHÇE: 2 - FK PARTIZAN: 1
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Manuel Mejuto Gonzalez, Juan Carlos Yuste Jimenez, Javier Hugo Novoa Robles (İspanya)
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Yasin, Roberto Carlos, Kazım, Maldonado, Alex, Uğur Boral, Semih, Guiza
FK Partizan: Mladen Bozovic, Stevanovic, Djordjevic, Fejsa, Antonelo, Moreira, Paunovic, Knezevic, Tosic, Diarra, Obradovic
Goller: Dk. 27 Semih ve Dk. 58 Alex (Fenerbahçe), Dk.78 Tosic (Partizan)
Sarı Kart: Dk. 10 Lugano, Dk. 50 Yasin (Fenerbahçe)
Fenerbahçe'nin 1. Golü: http://videogaleri.hurriyet.com.tr/Video.aspx?s=2&vid=2675
Fenerbahçe'nin 2. Golü: http://videogaleri.hurriyet.com.tr/Video.aspx?s=2&vid=2677
Devamı ...
Ruha ve Duruşa Koyan Üç Puan
Şimdi bir an için düşünün, ligin 9. Haftası Trabzonspor – Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe 3-2 galip geliyor. Ancak sonradan anlaşılıyor ki Fenerbahçe 18 kişilik kadrosunu talimatnamelere uygun hazırlamamış. Hükmen mağlup ilan edilmesi lazım. Federasyon hükmen mağlubiyet kararı vereceğine bu olayı nasıl sümen altı ederim diye düşünüyor. Bizzat, bilerek, isteyerek gizliyor. Sezon sonu Fenerbahçe ile Galatasaray eşit puanda kalıyorlar. Fenerbahçe ikili averajla şampiyon oluyor. Talimatnameler düzgün uygulansa şampiyon Galatasaray olacak. O 3 puan işte bu kadar kritik.
Bu ülkede neler olurdu? Galatasaray ve Beşiktaş yönetimlerinin neler yapacağını, tribünlerin ne hale geleceğini, her maçtan önce sokaklarda ne olaylar olacağını, stadlardan koro halinde ne gibi küfürler yağacağını hayal edebiliyor musunuz?
Hakemler hata yapabilir. Hakemler pozisyon kaçırabilir. Futbol iki saniyelik bir oyundur. Hakem o saniye içerisinde o pozisyonu görmez, yanlış görür, sehven bir karar verebilir. Bizi delirten bu kararın sonucu etkilemesidir. İşte televizyonlarda, programlarda, internet sitelerinde ve tribünlerde bunları tartışıyoruz. Onlarca “hakem hocası” yüzlerce çok bilmiş çarşaf çarşaf yazı üstüne yazı döşeniyor. İleri geri oynata oynata, pozisyonları dondura dondura tekrar ediyor, hakemin o iki saniyelik hatası üzerine aylar yıllarca konuşuyoruz. 3 puan kalp krizi kadar ciddi. Halbuki hakemler insan. Saniyelik bir pozisyon içerisinde hata yapmaları fazlasıyla mümkün. Kasten, bilerek, isteyerek yapmasalar dahi futbolun dinamiği onları hata yapmaya zorluyor. Kimsenin umrunda değil, kusursuzluk istiyoruz. Bu hataları topluyor, federasyonun bir “komplo” kurduğunu düşünüyor ve “Fenerasyon” diye kocaman kocaman yazıyoruz.
Beşiktaş’ın 3-2 kazandığı Trabzon - Beşiktaş maçında federasyonun talimatlarına uyulmadı. Beşiktaş’ın hükmen mağlup edilmesi gerekirdi. Ancak federasyon bunu yapacağı yerde Trabzonspor’un üç puanını çaldı, Beşiktaş’a verdi. Bu karar yüzünden Sivasspor UEFA Kupasına gidemedi, takım için çok kritik milyonlarca dolardan mahrum kaldı.
Bu olay Avrupa’nın neresinde olursa olsun açığa çıktıktan sonra sorumlular bulunur bol sıfırlı tazminat davalarına konu olurdu. Sümen altı eden takım ağır yaptırımlara maruz kalırdı. Bu olay Fenerbahçe’ye olsa Adnan Polat ve Yıldırım Demirören kocaman basın açıklamaları yapar, Kutsal İttifak ile ortalıkta gürleyen Hıncalesk basın ve maşrapaları günlerce aylarca bunu tartışır, Haşmet Babaoğlu “Hıncal Ağabey’e katılıyorum” demekten yorgun düşer, Televizyonlarda duyulmadık hakaret kalmazdı.
İşte Fenerbahçe – Kayserispor maçı. Hakem tartışmalı kararlar veriyor, maçtan sonra Beşiktaş ve Galatasaray sitelerinde şu açıklama var: “Futbolda barış ortamının sağlanması adına attığımız bütün adımlara rağmen, ligin tamamlanmasına 6 hafta kalmışken, Fenerbahçe-Kayserispor maçında 70 milyonun gözleri önünde emek ve puan hırsızlığı yapıldı. Neredeyse Süper Lig şampiyonu belirlendi. ……… Lig şampiyonunun belirlenmesinde çok önemli bir maç olan Beşiktaş-Fenerbahçe maçında verilmeyen penaltı ile maçın skorunun etkilenmesi ve de bu yapılan hakem yanlışlarının her zaman Fenerbahçe lehine tezahür etmesi, hep tesadüften mi ibarettir. Ligin bitmesine 6 hafta kaldığını tekrar hatırlatıyor ve federasyonumuza sesleniyoruz; Özellikle Gözlemciler ve Temsilciler Kurulu ile MHK'nın uygulamaları eşitlik ilkesine gölge düşürmektedir. Lütfen; Türk Futbolu adına gerekli önlemleri alınız. Ligin adaletini ve hakkaniyetini sağlayınız. Bu sadece Beşiktaş'ın değil spor ahlakına ve dürüstlüğe inananların haklı seslenişidir."
Yukarıda temiz eller pankartı duruyor, “Şerefinizle Oynayın Hakkınızla Kazananın” pankartları, Fenerasyonlar, Samsunspor maçından beri süre giden “Üstümüzde oyunlar oynanıyor” edebiyatı, Galatasaray ve Beşiktaş’ın yaptığı ortak basın açıklamaları hepsini hatırlıyoruz. Bu olay karşısında ne diyecekler?
Spor ahlakına ve dürüstlüğe inandığını söyleyen bu yönetimler, 3 puanın alenen, göz göre göre ve taammüden bir tarafın hanesine yazılması karşısında sessizliklerini korurken, geçmişte yaptıkları “holier than thou” kipine sıkışmış, kendi ahlaklılıklarından başka bir şeyin altını çizmeyen herkesi ve her şeyi onursuz, ahlaksız ilan eden fanatik tek sesliliklerini unutmamamızı mı bekliyorlar?
Büyük bir koro halinde yineledikleri mazlum edebiyatı simetrisinin bugün Sivasspor tarafından çok daha güçlü ve haklı bir şekilde seslendirilmesi gerekirken ellerindeki bütün güçle bu sesin bastırılması, hiçbir taraflı yazarın bu olay hakkında tek kelam etmemesi hep kendilerine yonttukları ahlakla mı bağdaşıyor?
Bu zamana kadar kulüplerine başarısızlık, acı, hüsran ve isyandan başka bir şey veremeyen, kulüpleri milyonlarca dolarla kendilerine borçlandıran, başarısız transferler, absürd hedefler, kapatılan amatör takımlarla dolu şecerelerini koyu ve kesif bir Fenerbahçe düşmanlığı ile bir kısım fanatik taraftar gözünde kompanse etmeye çalışanlar sümen altı ettikleri hak gasplarının ne acısını ne de sorumluluğunu taşıyacak değildir elbet, ancak arpa boyu kadar ahlak mesafesindeki duruşlarını Fenerbahçe – Fenerasyon esprisine bağlayıp ellerinde kupalarla Federasyon başkanlarının babalarına koşanlardan medet umanlar ve arkalarında duranlar, hani şeref diye bir kelime bildikleri için, bir kuple olsun bu olaylar karşısında ses çıkarmak mesuliyeti altındadır.
Daha dün “Bugün bir tek G.Saray şampiyon olmadı, Türkiye de şampiyon oldu. Türk futbolcuların olduğunu gösterdi. Sadece G.Saray bayrağı için değil, Türk bayrağı için de mücadele vereceğiz” diyenleri elleri patlarcasına alkışlayıp gelen yabancılar afilli isimler olduğunda “Büyük başkan”, “Efsane” diye gerim gerim gerinenler üç günde düştükleri tutarsızlıklarını belki “rekabet böyle” diye izaha kabildirler ama bunca zaman tekellerinde kabul ettikleri ahlakla dahi yargılansalar sonuç belli, haksızlar. “Roberto Carlos’un anca formasını alırlar” diyenler imzalı forma hediye edildiğinde kırmızı renge kütleleri ışık hızıyla dönerken nasıl küçüldülerse, yaşadıkları kütle kaybının matematik sabiti gibi sabit bir haysiyet kaybına uğradılar. Hem de kaç kere! Gittik diyip dönenler, Guiza üzerinden aritmetik yapanlar, Sezginler, Enginler bir senede takımlarının “duruş” adına bildiği ne varsa “ruhundan” çaldılar.
Şimdi o ruha ve duruşa 3 puan koyulmuş, kamuoyuna duyurulmuş: “Temiz bir lig isteyenler hiç de temiz değiller.”
Devamı ...
26 Ağustos 2008
Haluk'un Naneleri
Ulusoy dönemi bitti, pislikleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Önce 2005-2006 sezonunu hatırlayalım, hani şu Denizli kabusuyla biten sezon. Fenerbahçe ligin ikinci devresinde Kayseri yenilgisiyle liderliği Galatasaray'a kaptırmış, daha sonra toparlanmış ve galibiyet serisine başlamıştı. 25. hafta son senelerin en iyi oyununu oynayan takım Konyaspor'u 5-0 yenmiş, hemen bir hafta sonra Ankara'da Ankaragücü'ne 4 atmıştı. Ardından Malatya'yı ve Antep'i 2-0'la geçen takım 29. hafta evinde Sivas'a 3 atarak liderliği tekrar alıyordu. Tam da bu Sivas maçından önceki hafta aylar, yıllar öncesinin bir mevzusu ortaya çıkarılıyor ve Deniz Barış'a ceza veriliyordu. Bu sırada Önder de sakattı ve hem orta sahada, hem defansta oynayan Deniz'e verilen ceza kadro sıkıntısı yaratmak için müthiş bir hamleydi. 30. haftaya da Manisa'ya giden kadroda yedek kulubesinde defans oyuncusu yoktu. O hafta alınan 5-3'lük yenilgi ve Manisa'lı anonsçunun küfürü sonrası tribüne polis sokarak kurgulanan oyun da başarıya ulaşıyor ve o maçtan bir de seyircisiz oynama cezası çıkarılıyordu. Bir hafta sonra Deniz Barış'ın 1 milyon dolarlık tazminatı ödeniyor ve onun as olarak başladığı maçta Galatasaray 4-0 mağlup ediliyordu. Önder'in uzun bir sakatlıktan çıktığı o dönemde verilen ve nedense son 5 haftada akla gelen bu ceza savunmamızı ciddi ölçüde sıkıntıya sokmuştu. 5 hafta 16 gol atıp sadece 1 gol yiyen bir takım nasıl durdurulabilirdi ki?
Geçen hafta şöyle bir haber okuduk resmi sitede
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 27.06.08 tarihli kararı ile kulübümüz profesyonel futbolcusu Deniz Barış'ın davasında haklılığına karar vererek TFF Tahkim Kurulu kararını bozdu. Bu şekilde başından bu yana savunduğumuz hukuksal tezimizin doğruluğu en üst yargı makamı olan Yargıtay kararı ile ortaya çıkmış oldu. Bu karar ile Deniz Barış tarafından Gençlerbirliği kulübüne ödenen 1.000.000 euro'nun(vekalet ücreti ve tüm masrafları ile birlikte) iadesinin yolu açılmış oldu.
Peki kaybolan puanların, oynama hakkı elinden alınan oyuncunun hakkı nasıl geri alınacak? FIFA böyle olaylarda defalarca oyuncuya geçici lisanslar verip sorunu hukuksal olarak çözmeye çalışırken Türkiye'de neden birileri oyuncuların lisansını canlarının istediği hafta dondurabilecek? 1 milyon dolar geri alınacak ama en kritik haftalarda kaybedilen puanları kim neyle ödeyecek?
Daha bitmedi, bugün başka bir skandal okuyoruz gazetelerde. Milliyet'in Gizlenen skandal başlıklı haberi şunları söylüyor
Geçen sezon oynanan Trabzonspor-Beşiktaş maçında siyah-beyazlı ekibin esame listesine talimatlar emrettiği halde 22 yaşından küçük bir oyuncu yazmadığı, hükmen yenilgiye yol açacak bu hatanın dönemin Futbol Federasyonu tarafından gizlendiği ortaya çıktı.
Skandal, Sivasspor Başkanı Mecnun Odyakmaz’ın 21 Ağustos günü Futbol Federasyonu’na, “Söz konusu hata nedeniyle kulübümüz mağdur edilmiş ve UEFA Kupası’na gitmemiz engellenmiştir” şeklindeki başvurusu sonrası patladı. Dilekçeyi inceleyen ve 20.10. 2007 tarihinde Avni Aker Stadı’nda seyircisiz oynanan maçta Beşiktaş’ın talimatlara aykırı davrandığını tespit eden Federasyon, talimata göre itiraz 5 gün içinde yapılmadığı için Sivasspor’a olumsuz yanıt verdi, ancak konuyla ilgili soruşturmanın derinleştirilmesini ve ortaya çıkacak bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasını kararlaştırdı.
Sistem uyarmış
Ligler statüsünün “oyuncuların uygunluğu” başlıklı 9. maddesine göre Beşiktaş Kulübü’nün 01.01.1985 veya daha sonra doğmuş, en az iki yıl kulübe tescilli olması gereken bir Türk futbolcunun kadroda olmadığı yolundaki hatayı federasyon tarafından kurulan bilgisayarlı sistemin tespit ettiği bildirildi. Olayın saptanmasından sonra konunun Haluk Ulusoy başkanlığındaki yönetim kuruluna intikal ettirildiği, ancak herhangi bir girişimde bulunmadığı öğrenildi.
Söz konusu otokontrol mekanizmasının uyarısına rağmen Beşiktaş’ın hükmen yenik ilan edilmesi yerine skandalın gizlenmesi, daha dikkat çekici bulundu. Bu arada Beşiktaş Kulübü’nün de gelişmelerden haberdar olduğu, ancak sessizliğini koruduğu ileri sürüldü. Bu fahiş hatanın sorumlusunun ise o dönem de kulüp menajerliğini yapan Sinan Engin olduğu ifade edildi.
UEFA’dan oldular
Ligi statü gereği averajla Beşiktaş’ın altında dördüncü bitiren Sivasspor Kulübü’nün, başvuruyu zamanında yapmadığı için ret yanıtı almasından sonra UEFA Kupası’na katılamadıkları için uğradıkları maddi zararın tazminini isteyeceği kaydedildi. Başkan Odyakmaz’ın bu yöndeki talebin kabul edilmemesi durumunda önce Tahkim Kurulu’na, sonra da Uluslararası Spor Mahkemesi’ne giderek hakkını arayacağı bildirildi.
Beşiktaş’ın 3-2 galibiyetiyle sonuçlanan maçta talimatlara aykırı olay gizlenmeseydi, siyah-beyazlı takım hükmen yenik ilan edilecek ve sezonu 58 puan yerine 55 puanda tamamlayacak, Sivasspor ise lig üçüncüsü olarak UEFA Kupası’nda mücadele edecekti.
Talimat ne diyor?
Madde 9 (Oyuncuların uygunluğu): Türkcell Süper Lig kulüplerinin katılacakları resmi müsabakalarda, müsabakanın oynanacağı tarihte kulübe tescil edildiği tarih üzerinden en az iki yıl geçmiş, 01.01.1985 ve daha sonra doğmuş bir T.C. vatandaşı profesyonel futbolcuya 18 kişilik müsabaka isim listesinde bulundurulması zorunludur.” Yine talimata göre Sivasspor, söz konusu skandalı tespit edip, liglerin tescil edildiği 5 Haziran’dan önce itirazda bulunsaydı, Beşiktaş Kulübü hükmen yenik ilan edilecek ve UEFA Kupası’na gidemeyecekti.
Sivasspor ligin dayıdan kıyakla işe giren koruma memuru mu? Federasyon dururken bu işlere Sivasspor mu bakacak? Gerçekten farkedilmedi diyelim, bu hatayı yapanlara ne oldu? Ne ceza verildi? Bu maçtan dolayı mağdur olan Trabzonspor ve Sivasspor'a tazminat ödenecek mi? Bu hata neden duyurulmadı ve saklandı?
Devamı ...
1970
Bin dokuz yüz yetmiş senesinde güzeldi çubuklular. Beatles son kez kayda girdi ve Nixon'dı Amerikan Başkanı. Babalarımız hafta içi kavga ediyordu birbirleriyle.
Muhsin Batur'un jetleri, muhtıra, darbe, Vietnam Savaşı manşette.
İnsanlar bir pazar akşamı seviniyordu gollere.
kaynak: http://www.turkfutbolu.net/tarih/fb_gs_1970.html
Devamı ...
24 Ağustos 2008
Orta Sahasız Yaşamak
Selçuk Yula’nın yazısını okuduktan sonra sadece bir gemiye atlayıp uzak ve bilinmez bir ülkeye gitmek istedim. Bu gemi intergalaktik sefer yapabilen bir uzay gemisi olsa sanırım daha çok mutlu olacağım çünkü bu takımın başarısızlık sebebinin “laubalilik”, “disiplinsizlik” olduğunu düşünen bildiğim tek canlı türü (Homoselçukgürcanus) ne acıdır ki yalnızca bu dünyada yaşıyor. Burada 500 kez filan yazdık, Fenerbahçe’nin sorunu disiplinsizlik, ruhsuzluk, laubalilik gibi “metafizik” bir duygulanım değil, son derece matematik. 2500 metrelik bir alanda orta kalibrede iki kanat oyuncusuyla oynarsanız atak organizasyonu yapamazsınız. Topu alanlara yayıp alanı genişletemez, karşı takım defansını geniş bir alana açarak hata yapmaya zorlayamazsınız. Kanatlardan orta yapamıyorsanız ve burayı kullanamıyorsanız hem sahanın merkezinden hem de yanlardan tek forvetinizi besleyemezsiniz. Alex / Emre gibi iki adamı orta sahanın ortasına koyarsanız atak organizasyonlarınız belki bir derece etkilenir ama o mevkinin defansif gereklerini 65 dakikadan fazla kaldıramayacak bu iki isimle maçtan galip ayrılamazsınız. Yukarıda turuncu renkler Fenerbahçe’nin sorunlu alanlarını temsil ediyor ve baktığımız zaman bu orta sahanın tamamına tekabül ediyor. Orta sahasız dünyada maç kazanamazsınız. 2+2 = 4. Saf matematik. Fibanocci dizisi gibi lan? Ama olsun, sorun disiplin, sorun laubalilik. Yaşar Büyükanıt’ı teknik direktör yapalım çözülsün madem.
Devamı ...
Gaziantepspor 1 - Fenerbahçe 0
TSL 23/08/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'in ilk haftasında Gaziantepspor ile Fenerbahçe, Kamil Ocak Stadı'nda karşı karşıya geldi. Ev sahibi ekip 80. dakikada Tabata'nın attığı golle sahadan 1-0 galip ayrıldı.
Karşılaşmanın ilk yarısında ev sahibi Gaziantepspor, Fenerbahçe'ye oranla daha çok koşan taraftı. Orta alanda organize olmakta zorlanan Fenerbahçe, rakibinin presi karşısında etkisiz kaldı ve pozisyon üretmekte zorlandı. Gaziantepspor rakip kalede 2 tehlikeli pozisyon yakalasa da ilk yarı 0-0'lık eşitlikle sonuçlandı.
Karşılaşmanın ikinci yarısında da Fenerbahçe etkisiz oyununu sürdürürken, Alex'in bireysel skoru değiştirme çabası da sonuç vermedi. Özellikle Tabata ve Beto ile etkili olan Gaziantepspor, 80. dakikada golü buldu ve 1-0 öne geçti. Bu dakikada ceza sahasının dışında topla buluşan Tabata, sert bir vuruşla topu kaleci Volkan'ın sağından filelere gönderdi ve kırmızı-siyahlı takımı 1-0 öne geçirdi.
Kalan bölümde iki takım da etkili pozisyon üretemezken, ev sahibi Gaziantepspor maçı 1-0 kazanmayı başardı. Bu sonuçla kırmızı-siyahlılar, Fenerbahçe karşısında 11 maç sonra sahadan galibiyetle ayrılmış oldu.
GAZİANTEPSPOR: 1 - FENERBAHÇE: 0
Stat: Kamil Ocak
Hakemler: Yunus Yıldırım xx, Alper Ulusoy xxx, Volkan Narınç xxx
Gaziantepspor: Murat Şahin xxx, Murat Ceylan xx (Dk. 66 Bekir xx), Erkan xxx, M. Yozgatlı xx (Dk. 81 Ahmet Arı xx), Zurita xxx, Tabata xxx, Deumi xxx, Erman Özgür xxx (Dk. 90 İbrahim ?), Beto xxx, Mehmet Polat xxx, İvan xxx
Fenerbahçe: Volkan Demirel xx, Lugano xx, R. Carlos xx, Edu xx, Emre Belezoğlu xx, Kazım x (Dk. 54 Burak Yılmaz x), Alex xx, Güiza x, Uğur Boral xx (Dk. 54 Semih Şentürk x), Maldonado xx, Gökhan Gönül x (Dk. 71 Önder Turacı x)
Gol: Dk. 80 Tabata (Gaziantepspor)
Sarı Kartlar: Dk. 31 Edu, Dk. 47 Gökhan, Dk. 86 Lugano, Dk. 90 Güiza (Fenerbahçe)
İLK YARI
9. dakikada karşılaşmanın ilk tehlikeli atağını Gaziantepspor geliştirdi. Bu dakikada, Zurita, ceza alanına girdi ve topu Murat Ceylan'a verdi. Murat Ceylan'ın sert vuruşu üst direkten döndü. Pozisyonun devamında topu önünde bulan Erman Özgür, meşin yuvarlağı kaleye gönderemedi.
18. dakikada Murat Ceylan sağ çaprazdan orta yaptı. Müsait pozisyonda bulunan Beto altı pas içinde iyi vuramadı, Fenerbahçeli defans oyuncuları topu uzaklaştırdı.
28. dakikada İvan soldan ceza alanına ortaladı, Erman Özgür'ün kafayla kaleye gönderdiği topu, kale çizgisi üzerinden Gökhan Gönül çıkardı ve gole izin vermedi.
29. dakikada Zurita'nın pasında topla buluşan Beto, şık hareketlerle Fenerbahçe ceza alanına girdi ve sert vurdu, ancak kaleci Volkan sol köşeye uzanarak topu uzaklaştırdı.
30. dakikada Roberto Carlos, orta alandan aldığı topu Alex'e kazandırdı. Alex'in ceza alanından vurduğu topa, araya giren Deumi ayak koyarak tehlikeyi önledi.
39. dakikada Güiza defansın hatasından faydalanarak, ceza alanına girdi ve topu müsait pozisyonda bulunan Kazım'a gönderdi. Gaziantepsporlu defans oyuncuları, araya girerek Kazım'ın topa vurmasına engel oldu ve topu uzaklaştırdı.
40. dakikada Alex'in kullandığı köşe vuruşunda, Edu'nun kafa vuruşunda top az farka üstten auta gitti.
Karşılaşmanın ilk yarısı 0-0 berabere sona erdi.
İKİNCİ YARI
53. dakikada, gelişen Gaziantepspor atağında, Tabata'nın pasında topla buluşan M. Yozgatlı'nın, ceza alanında yatarak sert vurduğu meşin yuvarlak yan ağlarda kaldı.
57. dakikada, Gaziantepspor ceza alanında Emre Belezoğlu'nun geri pasında topla buluşan Güiza müsait pozisyonda olmasına karşın, araya giren Deumi, topa vurmasına izin vermedi. Bu pozisyonda, Fenerbahçeli futbolcular hakeme penaltı itirazında bulundu.
59. dakikada, Gaziantepspor ceza alanında oluşan karambolde, Emre Belezoğlu topu geriye çıkardı, müsait pozisyonda bulunan Semih, topu boş kale yerine auta gönderdi.
60. dakikada, Fenerbahçe kontratağında, Güiza ceza alanına girdi ve topu müsait pozisyonda bulunan Burak'a vermek yerine vurmayı tercih edince, araya giren Mehmet Polat, yatarak müdahale ettiği meşin yuvarlağı kornere gönderdi ve gole izin vermedi.
74. dakikada, Beto şık hareketlerle Fenerbahçe ceza alanına girdi, ancak topu iyi takip eden Edu araya girerek, tehlikeyi önledi.
80. dakikada Tabata, Gaziantepspor'u 1-0 öne geçiren golü attı. Gaziantepspor'un atağında, Beto topu sağ çaprazdan müsait pozisyonda bulunan Tabata'ya kazandırdı. Bu oyuncu, defans oyuncularını geçerek ceza yayı çizgisi dışından sert vurdu ve topu kaleci Volkan'ın solundan filelerle buluşturdu: 1-0
82. dakikada Gaziantepspor atağında Zurita, topu müsait pozisyonda bulunan Ahmet Arı'ya verdi. Ahmet Arı ceza alanında Roberto Carlos ile girdiği ikili mücadelede yerde kaldı. Gaziantepsporlu futbolcuların penaltı itirazında bulunmasına karşın hakem oyunu devam ettirdi.
Kalan dakikalarda başka gol olmayınca, Gaziantepspor Fenerbahçe'yi 1-0 yenmeyi başardı.
Devamı ...
Kezman Gidecek Dertler Bitecek
Bugün de geçen seneki mükemmel takım oyununu oynayan takımımız gelecek için ümit verdi, bu sene hedef emekleyerek şampiyon olmak. Geçen sene mükemmel uyumlu olan, eksiği bulunmayan mükemmel takım Zico ve Kezman yüzünden şampiyon olamamıştı. Bu sene Zico'dan kurtulduk ama Gaziantep maçında gördük ki Kezman'ın da gitmesi gerek, yoksa şampiyonluğu kaçırırız.
Geçen sezon Türkiye'nin en iyi kanat adamlarıyla oynuyorduk, bu sene kanatlara takviye yaptık. Kanat adamlarımızın isabetli orta sayısı Gaziantep maçında 22 oldu. Müthiş bir istatistik. Aynı zamanda tek forvetli sistemde sürekli hareketli oynayıp boş alanlara giderek top isteyen kanatlarımız hücuma da yeterli katkıyı yaptı. Antep maçında geliştirdiğimiz 76 atağın 57 tanesinde kanat oyuncularımızın imzası vardı. Aynı zamanda beklerle de defansif ve ofansif olarak müthiş bir uyum içinde oynadılar. Beklerimizin hücuma katkısı bir bakıma onların eseri. Beklerimiz demişken Dünya'nın en büyük futbolcusu Carlos geçen sene takımı tek başına sürüklemişti, bu sene de bu performansı devam edecek gibi. Hücuma mükemmel destek veriyor, yaptığı en az 10 bindirme var ve en az 5-6 isabetli orta yaptı. Ayrıca defansif anlamda da görevini mükemmel yapıyor. Sol kanatta hiç boşluk vermiyoruz rakibe, rakibin sağ kanadını öldürüyoruz, o bölgeden ne isabetli bir orta yapabiliyorlar, ne de oyun kurabiliyorlar. Ayrıca Carlos mükemmel bir frikikçi. 55-60 metreden çektiği şutlar hiç yoktan pozisyon yaratabiliyor, daha sonra da kameralara gülerek görevini yapmanın verdiği rahatlıkla bizleri selamlıyor.
Defans oyuncularımız çevik, zeki ve ahlaklılar. Rakibin hızlı forvetleri varsa çeviklikleriyle top bile göstermiyorlar. Bir defans oyuncusuna göre yumuşak bilekleri var, oyunun bizim ceza alanımız önünden kurulduğunun farkındalar ve bunu çok iyi yaptılar bugün. Oturmuş bir defansımız olduğu için rakibe pozisyon vermedik, hem kanatlardan orta yaptırmadık hem de uzun toplarla arkaya adam kaçıramadılar. Bunu artık tıkır tıkır işleyen kademeye ve çevik defans oyuncularımıza borçluyuz.
Orta sahada Aurelio el freniydi, ondan kurtulmuşuz ve takım rahatlamış, bugün Gaziantepspor karşısında bunu gördük. Onun yerine oynayan Emre hiç pas hatası yapmadı, orta alanda hareketliydi ve presten çok iyi kurtuldu. Yüksek isabetli pas yüzdesiyle takımı orta sahada rahatlattı. Gerektiğinde sıkışan oyunu kanatlara yayarak açtı, kanat oyuncularımız zaten hareketli olduğu için bolca boş alan bulduk ve pozisyonlar yarattık. Guiza da Türkiye ligi için 14 gömlek fazla olduğunu gösterdi. Çok süratli bir oyuncu, açık alanda topu alınca durdurulması imkansız. Gelen toplara yaptığı ilk vuruşlar kusursuz. Bugün tek sorun Kezman'dı. Çok top eziyor, adam geçemiyor, güçsüz, penaltı kaçırdı, ciddiyetsiz, egoist, kendine güvenmiyor. Geçen mükemmel bir takımımız vardı ve yürüye yürüye şampiyon olacakken onun yüzünden kaçırmıştık. Bugün gördük ki tek sorun olarak Kezman duruyor. Ceza alanına yapılan 22 isabetli ortadan ve kaleyi bulan 34 şuttan gol çıkmamasının başka bir açıklaması olamaz. Takımı motive edemeyen Zico'dan, el freni Aurelio'dan kurtulduk ama bir Kezman kaldı. O da giderse CL şampiyonluğu işten bile değil. Sezonun ilk maçı bize rahat bir sezon geçireceğimizi ve bırak yürümeyi oyuncularımız langırt taktiğiyle 5 metre içinde sabit oynasa şampiyon olacağımızı gösterdi.
Devamı ...
23 Ağustos 2008
İbo'yu da Yediler
Fenerbahçe basketbol takımı teknik heyeti veya yönetimi İbo'yu istemedi. Yazacak çok şey var, küfür edecek çok adam var... Yordular beni, yazmak bile istemiyorum. Son 20 senede kulübe İbo gibi Fenerli gelmiş mi göstersinler. 3 sene öncesine kadar İbo'ya edilmedik hakaret bırakmayıp geldiği gün "O bizim sporcumuz artık destekleriz"ciler yavaş yavaş türemeye başlayacak yine, İbo'ya iki sene sonra yine hakaretler edilecek, ne de olsa artık bizim formamızı giymiyor olacak. Aşağıda okuyacağınız yazı benim değil, basketbol takımımızın menajerliğini yapmış Hakan Artış'ın... Zamanında antu'da yazmış olduğu, görev yaptığı dönemden İbo ile ilgili hatıralarını aktardığı bir yazı. Aklımıza gelenleri buraya karalamaya başladığımızdan beri başkasının yazısını alıp buraya koymamıştık, pek de güzel yapmıştık, ama bu yazı bak şu gazetede gördüm çok nefis yazmış yazısı değil, internetin yutup gittiği hatıraların bazıları çok değerli, onları kaybetmeyin yazısı. Bugün İbo'ya sırt çevirenlerin sabah ve akşam olmak üzere iki doz alması gereken bir yazı.
*****************************
İki yıl önce yazdığım “İbrahim Kutluay Gerçeği” yazımı yayınlamak bugüne nasipmiş... Fenerbahçe’de genel menajerlik görevi üstlendiğim yıllarda İbrahim’le ilgili çok hoş anılar yaşadım. İstedim ki gerçekten yaşanan bu değerli anılar bende saklı kalmasın. İstedim ki onun nasıl bir sporcu olduğu ve gerçek bir Fenerbahçeli olduğu artık bilinsin... Çalışkan, başarılı, efendi, dürüst, yakışıklı, alçakgönüllü, lider, bırakın kendi takım taraftarını, rakip takım taraftarlarının bile sevdiği, milyonlarca minik basketbolcu adayının kendisine örnek aldığı, ay yıldızlı takımın dev adamı ve Fenerbahçe’nin yaşayan efsane basketbolcusu İbrahim Kutluay.
Bir gün İbrahim odama geldi, kapıyı kilitledi ve “Hakan ağabey bir televizyon kanalından ve reklamlardan kulübe gelecek ödemelerde bir gecikme olacakmış bize yapılacak ödemeler bizler için çok önemli değil ama bu haftaki Galatasaray maçı öncesi Amerikalı oyunculara ödeme yapılmaması problem yaratabilir. Bu parayı ben sana versem ( 100.000 dolar) sende bu parayı resmi yoldan onlara ödesen, ayrıca bu olay da ikimizin arasında kalsa olur mu?” demesiyle boğazımda bir şeyler düğümlenmişti, yutkunamıyordum bile, aniden bütün benliğimi titreten bir ürperti ile sarsıldım, gözlerim dolu dolu olmuştu ki birden kendimi toparlayarak ayağa kalktım. O Fenerbahçesine 12 yaşında gelmiş, Fenerbahçe’nin gerçek Fenerbahçe’li sporcusuydu onunla gurur duydum, kucaklayarak yanaklarından öptüm ve bu işi en kısa yoldan halledeceğime dair ona söz verdim. Bende uğraşlarım başarısızlıkla sonuçlanınca yabancı oyuncuları odama çağırdım o zamanki antrenör Murat Özgül ve yardımcısı Devrim Kıvanç’la birlikte onlara takım arkadaşlarının ne düşündüklerini, ne yapmak istediklerini ve fedakarlıklarını anlattık. Onlar da gıkları bile çıkmadan kırk yıllık Fenerbahçe’li gibi maça çıkıp oynadılar. Maç sonunda da Galatasaray galibiyetini taraftarlarına armağan ettiler. O gün bugündür İbrahim’in Fenerbahçelilik ruhunu taşımayan sporculara örnek teşkil ettiğine inanırım.
Hırvat takımıyla deplasmanda şampiyonlar ligi maçı oynuyorduk ki maçın tam 5. dakikasında İbo kaşının üstüne aldığı dirsek darbesiyle sırt üstü yere devrildi, bir anda İbonun çevresi kan gölüne dönüşmüştü . Doktor ve ben onu soyunma odasına götürdüğümüzde odanın zemini kandan kurban bayramı görüntülerini aratmıyordu, sadece İbrahim’in “Haydi doktor elini çabuk tut dik artık şurayı, haydi Hakan ağabey çabuk olun arkadaşlarımın bana ihtiyaçları var hemen sahaya dönmek zorundayım” feryatları odada yankılanırken ben onun bacaklarını sıkı sıkıya tutarken, o da eline geçirdiği havlu parçasını ağzına sokarak dişleri ile havluyu sıkıştırıp bir nebze olsun acıdan kurtulurken, benim o günkü tabirimle doktor onu canlı canlı dikti. İbo kafası sargılı tek gözünün yarısı kapanmış, şişmiş ve morarmış bir şekilde adına destanlar yazılmış büyük Türk kahramanı Ulubatlı Hasan edasıyla oyuna girerken bile formasındaki kan lekelerini bana gösterip “Hakan ağabey sarı formama kırmızı karıştı kızmazsın değil mi ?” Esprisini, maçın bitiş düdüğü ile birlikte attığı 43 sayısını, taşıdığı o kutsal formanın renk aşkı ve gururuyla arkadaşlarının omuzlarında soyunma odasına uğurlanışındaki mahcup ama gururlu başı dik binlerce Yugoslav taraftarın bile dakikalarca ayakta alkışladığı anını hiç ama hiç unutamam...Fenerbahçelilik ruhu bu olsa gerek diye düşünürüm, ama KARAR sizin!!
İbrahim’in özellikleri, yetenekleri, yaptıklarını anlatmak için sayfalar yetmez ama birkaç küçük hatırlatmanın da yararlı olacağını düşünüyorum. Fenerbahçe’de yıldız oyuncu olduktan sonra bile hiçbir zaman şımarmadı, aksine alçak gönüllüğü ve yardım severliği hiç mi hiç bırakmadı. Takımın genç oyuncularına maddi manevi destek olur, cep telefonu olmayana cep telefonu hediye eder, Anadolu’dan basketbol oynamaya Fenerbahçe’ye gelmiş bir çok genç sporcuya gıda, giyecek ve eğitim konularında destek verir. Ezeli rakiplerle olan maçlar öncesi takım arkadaşları için moral yemekleri verir, onları motive etmek için kendi bütçesinden özel primler verir. Kazanılan maçlar sonrası ise kesinlikle takıma kutlama yemekleri düzenler. Ayrıca da takımın her zaman lideridir, takım içindeki birçok sorun menajere ve yönetime gitmeden İbo tarafından çözülür. Takım deplasmana giderken tüm oyuncular otobüsteki veya uçaktaki koltuğunun çevresinde toplanır. Çünkü şarkıları, bilgi yarışmaları, bilmece ve bulmacaları, ezeli rakiplere bestelediği tezahüratları, esprileriyle her seyahatte eğlence, renk ve moralle takıma neşe ve motivasyon sağlar.
İbrahim hiçbir zaman konuşmadı, o karalandığı gibi kimseyi karalamadı, terbiyesizlikle ve beceriksizlikle suçlamadı. “Hedefleri büyük olan takımda oynamak istiyorum” demeciyle gizli isyan rüzgarları estirip taraftara küçük uyarılar da bulunmaya çalıştı, fakat o da aleyhine kullanıldı. İbo sadece Fenerbahçe’nin Fenerbahçe’ye yakışmayacağı bir takım kurduğunu, Fenerbahçe’nin hedefi olmadığını lig sonunda ki dokuzunculuğunu önceden taraftara yansıtmak istiyordu, haber veriyordu sanki, ama alıştığı sevgiyi, ilgiyi, dostluğu, desteği, yakınında da ona sahip çıkacak ve kucak açacak birilerini yanında bulamayınca da açık bırakılan pencereden üzgün ve sessizce kalbi ve kanadı kırık uçtu gitti gurbete yavru kanaryamız. Bazen düşünürüm keşke o yıllar futbolcu Baliç’e sunulan sevginin, ilginin ve değerin küçücük bir parçasından yoksun bırakılmasaydı diye!!! Onun suçu Fenerbahçe’nin öz be öz çocuğumu olmasıydı ?
O şimdi yıllarca savaştığımız halkın kahramanı ilan edildi, Fenerbahçe forması giymiş Yunanlı taraftarların desteğinde AEK takımına Yunanistan’ın en büyük kupasını kazandırıyor, Yunanistan dış işleri bakanı Papandreu’nun elinden barış elçisi ödülünü alıyor. Abdi ipekçi dostluk ve barış ödülüne layık görülüyor. Ardından Yunanistan’ın en ünlü takımı Panathinaikos’a transfer oluyor. (İki gün önce de, Avrupa’nın en büyük kupasını İtalya’nın ünlü takımı Kinder potasına attığı 22 sayı ile Yunanistan’ın Panathinaikos takımına kazandırdı.) Ama o hala bana telefonda büyük keyif ve zevkle 15 bin kişilik salonda Yunanlı taraftarların coşkuyla salladıkları sarı lacivert bayraklardan ve giydikleri Fenerbahçe formasından, Galatasaray’la bir ölçüde şampiyonluğu belirleyecek lig maçında Saraçoğlu mabedinde takımının yanında olacağından bahsediyor. Bizim alt yapımızdan yetiştirdiğimiz değerimize başkaları daha fazla değer veriyor. Çünkü bizler kendi değerlerimize sahip çıkmıyoruz. İbrahim Kutluay gibi Fenerbahçe ruhu taşıyan ve onunla yaşayan değerler kolay yetişmiyor.
25 milyon taraftarı ve dünyanın en büyük kulüplerinden biri olan Fenerbahçemizin yöneticilerine son kez sesleniyorum “Özlüyorum onun Fenerbahçelilik ruhunu, Fenerbahçe sevgisini, her sayıdan sonra yumruklarını sıkıp tribünlerin önüne gelişini, sevincini, coşkusunu, zafer naralarını, taraflarla kucaklaşmasını, ama o yok artık...”
Onun gibi Fenerbahçe ruhu taşıyan, renklerine aşık, kulübü için her türlü fedakarlığı yapan, Fenerbahçe’nin alt yapısından yetişmiş, Milli takımımızın gururu, Türk basketbolunun yıldızı, Avrupa sayı kralı oyuncumuzla aynı formayı kuşanmanın ve aynı renkler altında onun menajerliğini yapmış olmanın gururunu taşıyorum. Onunla ilgili yazacak daha çok şey var ama şimdilik gerçekler için birkaç küçük anının sizler için aydınlatıcı olduğuna inanıyorum... Ama yine de karar sizin!!!
Her duyduğunuza inanmayın, gerçekler anıların içinde saklıdır.
Hakan Artış
Devamı ...
22 Ağustos 2008
Çarşı Döndü
Çarşı grubunu diğer taraftar gruplarından ayıran özelllik nedir sorusuna ciddi bir yanıt bulabilmek pek mümkün değil. Genel vurgu söylemin altını çiziyor. "Çarşı nükleere karşı", "Hepimiz Eto'o yuz" gibi pankartlar ve anarşi sembolünün kullanılması Çarşı grubunun "sol", "anarşist" kitleleri de kapsaması bakımından önemli. Tek başına Alen'in tribün lideri olarak öne çıkması, Ermeniyi kötülük, terörizm, arkadan bıçaklama ile özdeşleştirip dışsallaştıran ortamda bir tür rol model olabilmesi de bir diğer önemli gösterge olabilir.
Bunun haricinde klasik tribün grubu tipolojilerinin tamamı gözüküyor. Yani Çarşı grubu da söyleminde ve eyleminde şiddeti *1 baskın şekilde kullanıyor, derin bir fanatizm var. Her tribün grubu gibi kendi tribün ve takım kültünü iyilik, ahlaklılık, onur gibi soyut değerlerle özdeşleştirip rakipleri ahlaksızlık, onursuzluk, kötülükle bir tutuyor. Mafyatik ilişkiler var, en son Sinan Engin örneğinde gözüktüğü*2 gibi Beşiktaş tribünleri bu kapsamdan kendini ayırabilmiş değil.
Dolayısıyla Çarşı'nın söylemi ne olursa olsun pratikte diğer tribün gruplarından temelde ayrıştırılamayacak bir hayatı yaşıyor. Grubun bu kadar büyütülmesi ise solun Türk medyası içerisindeki ayrıcalıklı konumu, Beşiktaşlıların son 5 sezondur kendilerinden başka sarılacak başka bir şeyleri olmaması, gerçekten iyi bir kaç pankartı, tezahüratları gibi unsurlara bağlanabilir.
Ancak yaşadığımız bu son olay hakiki bir kaymadır.
Aziz Yıldırım'ın iki kere istifa edeceğini açıklaması ve sonra geri dönmesi yoğun eleştirilere hedef olmuştu. Süreç gerçekten de kötüydü, Aziz Yıldırım istifa edeceğini açıklamış, taraftar ayaklanmış, takım bir belirsizliğe girmiş sonra son anda Yıldırım "baskıyla" görevinin başına geri dönmüştü. Bu insanlarca "ucuz" bir numara olarak kabul edildi.
Yıldırım Demirören de bu tipten dönüşleri çok sıklıkla yapan bir isim. Beşiktaş'ın PAF takımla maçlara çıkacağını bildirmesi ve arkasından as takımla çıkması, takımın kazandığı Türkiye Kupası'nı Haluk Ulusoy'un babasına götürmesi*5, Haluk Ulusoy'u desteklediğini açıkça deklare etmesi*6 ve bir zaman sonra Haluk Ulusoy'la kavga etmesi*7 sayılabilecek bir kaç örnek. Sene başında yaşanan "İboların terlik kavgası" bunların üstüne sadece tuz biber ekti.
Yıldırım Demirören elbette Aziz Yıldırım kadar eleştirilmedi. Ancak bu eleştirilmediği manasına da gelmiyor. Taraftar grupları bu tarz hareketleri sevmediler, beğenmediler ve açıkça ahlaksız buldular. Başkanların sözünü yemesi kifayetsizliklerinin de delili oldu.
Şimdi Çarşı ne yapıyor? Çarşı Asi Ruh belgeselininin gala gecesinde dağılacağını açıkladı. Ligin başlamasına 1 gün kala da tribüne tekrar geri döneceğini beyan ediyor. Bunu yapanlar kendilerini "endüstriyel futbola karşı son barikat" olarak tanımlayan bir grup. O halde bize bu süreçte neyin değiştiğini, nelerin düzeldiğini ve ne olduğunu inandırıcı bir şekilde açıklamak zorundalar. Bunun basit bir promosyon hamlesi olduğuna inanmıyorum, Çarşı daha fazla dvd satabilmek için böyle bir şeyi yapmaz. Ancak neden yaptığını da ifade etmek zorundadır. Bu süreçte ne değişmiştir? 3 aylık dönem sonunda artık Çarşı ismi Beşiktaşlılığın üstüne geçmiyor mu? Çarşı'nın Beşiktaş ismi üstüne çıktığını iddia edenlerle Çarşı'yı eleştirenler eleştirmeyeceklerine dair yemin mi ettiler, Kuran'a mı el bastılar, Allah'ın adını mı verdiler? Çarşı'nın tribünde olmasını veya kendi üstlerinde tahakküm kurmasını istemeyen gruplar her şeyin aynen devam etmesinin mükemmel olacağı fikrine mi kapılmıştır? Neden gidildi, neden dönülüyor, Çarşı'nın bir izahatı var mı?
Güney Amerika sosyalisti Ece Temelkuran'ın konu hakkında yazdığı bir yazıda*8 Cem Yakışkan şöyle diyor: "O poları giyen çocuklara soruyorsun Çarşı’nın A’sı ne diye? Anlatıyorsun işte, ‘Bu anarşizm demek’. Diyor ki ‘O ne?’ Anlatıyorsun işte, sol mol, bilmiyor. Çocuk dediğim de, yanlış anlaşılmasın, 30 yaşında adamlar da var. Tamam, Çarşı’da siyaset amaç değildi ama bizim sosyal bir tarafımız da vardı. Böyle yeni bir gençlik de var biliyorsun, ‘Kurtlar Vadisi’ filan... Neyse ben söylemeyeyim gerisini artık."
Bunların hepsi can sıkıcı sebepler ama sormak lazım çocuklar anarşiyi mi öğrendi? 3 ay önce varolan ve rahatsızlık duyulmasına sebep olan temel hangi koşul bugün artık yok? Yakışkan diyor ki "Benim kurşun yaram var, bıçak yaram var. Ama bizi kalemleriyle vurdular. ‘Satılmış Çarşı’ diye yazdılar. O tribün benim başıma yıkıldı. Bağırıyoruz muhalif oluyoruz; bağırmıyoruz iktidarın adamı oluyoruz." Satılmış Çarşı diye yazanlar artık başka şeyler mi yazıyorlar?
Bu soruların açık bir cevabı yok. Zira Çarşı gidişlerini mistik, duygusal olaylara bağladığı gibi gelişini de metafizik bir "Beşiktaşlılık" olgusu ve onun "ruhu"na bağladı. Somut olarak öne sürülenler ise "medyaya karşı", "Beşiktaşın emrinde olmak gereği", "semt takımının semt içinde kalması" gibi hedefler. Sitedeki açıklamada*9 yer alan "gidiş" nedenlerinin pek azı "dönüş" nedenlerine tekabül ediyor.
O halde iki ihtimal var. Birincisi Çarşı grubu esasında gitmeyi en başından beri düşünmüyordu. Temel hiç bir durum, koşul, olgu değişmediği halde zaten aktif olmadıkları bir dönemde gideceklerini açıklayıp aktif olmaları gereken dönemde döneceklerini açıklamaları bunu gösteriyor. Çarşı bu hareketle "kamuoyu yönetimi" yaptı ve kendisiyle ilgili iyi şeylerin hatırlanmasını sağlayarak kötüleşen imajını toparladı.
İkinci ihtimal ise bu süreç içerisinde üst düzey bir baskı (bu baskıyı görebilecekleri tek yer olduğu için yönetim kaynaklı) görmeleri olabilir. Asi Ruh belgeselinin galasındaki ayrılık gibi "sembolik" bir duruş ile giden Çarşı daha sonra baskıya uğramış, tribüne tekrar dönmek zorunda kalmıştır. Olabilir. Ancak maçlar başlarken yapılan dönüş sembolik bir duruş dahi göstermiyor, 3 ay boyunca buna üzülenlerin kendilerini aptal yerine konulmuş bir şekilde mutlu hissetmeleri için bir neden oluyor sadece.
Beşiktaş ise gittikçe daha fazla "tükürdüğünü yalayan" bir görüntü sergiliyor. Olabilecek en marjinal hareketi öne sürüp (PAF takımla sahaya çıkmak, oyuncuları klüpten uzaklaştırmak, tribünü bırakmak) daha sonra bu varımsız iddiayı "makul ölçeğe" çekmek (A takımla sahaya çıkmak ve Federasyonu eleştirmek, oyuncuları barıştırıp klübe katmak, tribüne geri dönmek) bir tür politika haline geldi. İnandırıcılık sağlamıyor.
Bu gidiş gelişin en önemli sonucu ise Beşiktaş'ın en önemli özellik ve özgünlük iddiasının yaralanması oldu. Seba gittikten sonra yönetim kademesinde böyle bir şeyi öne süremeyecek Beşiktaş'ın özgünlüğe dair elle tutulur tek tarafı "tribün" idi. O da artık sıradan. Beşiktaş Başkanı'nın bir duruşu yok. Menejeri mafya bağlantılı. Tribünü gitti geldi. Her şey çok vasat ve bu sıradanlığın yarattığı tek bir güzellik yok.
Çarşı hakikaten kendine de karşıymış, tek kalemde bitirdi.
referanslar:
*1 : http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=583633
*2 : http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=130440
*3 : http://www.milliyet.com.tr/2007/09/03/son/sontur06.asp
*4 : http://www.ligtv.com.tr/Default.aspx?r=1&hid=28793
*5 : http://www.sabah.com.tr/2006/09/06/yaz1301-80-116.html
*6 : http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2004/07/16/yazarlar/yazarlar54.html
*7 : http://www.carsiforum.com/forum_posts.asp?TID=10442
*8 : http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=....30.05.2008
*9 : http://arielortega.blogspot.com/2008/08/arnn-duyurusu.html
Devamı ...
21 Ağustos 2008
Sezgin Kobe Alsana
Senna, Xabi Alonso kanatlar filan derken basketbolu ihmal ettik. Fatih askere gitmeseydi Solomon ve Kinsey’in gidişi, Giricek’in gelişi hakkında güzel bir yazı okurduk. Ancak vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünün korunması noktasında acil ihtiyaç varolduğu için çocuk giydi hakileri. Onun yerine bunu okuyacaksınız, Giricek 77 doğumlu, 31 yaşında. 2 seneliğine anlaşmışız. Shooting guard ve small forward oynuyor. CSKA’dan sonra Memphis, Orlando, Utah, 76ers ve Suns’da oynamış. NBA istatistikleri iyi, 384 maç oynamış, 191 kez ilk beşte başlamış. Şut ortalamaları yüksek. Beko Basketbol Ligi’nde şüphesiz yılın transferi. Adnan Sezgin daha iyisini transfer eder, Sinan Engin ölçeğindeyse zaten konumu yok futbol sahasında 1 Gordon bile etmez.
Devamı ...
20 Ağustos 2008
Oralardan İyi Vurur
Antrenmandan sonra Alex ile Burak serbest vuruş çalışmışlar, Aragones dayanamayıp müdahale etmiş. En sonunda da topun başına kendi geçmiş. Büyük enerji orası kesin. Hocaya baktıkça yaşama azmiyle ayakta duran bir insan görüyoruz. Sanki seneler onu aşağı çekiyor oysa iradesiyle ayakta duruyor. Star Wars kahramanı gibi, Obi Van Kenobi gibi yaşıyor adam. İşin “edebi” yakasını bitirdiysek iddia kısmına geçelim. Frikik yarışması yapsalar bence Zico Dedeyi öttürür. Civa miva, dede mede, top başında “Zico o nosso rei”
Devamı ...
18 Ağustos 2008
Kezman Has Left The Building
46 maçta 20 gol atmış. Ben ise onu hep Ankaraspor maçında kaçırdığı penaltı ile hatırlayacağım. Kesinlikle kötü bir santrfor değil ve PSG’de iş yapacaktır ancak Fenerbahçe’nin kalibresine uygun değildi. Eğer bu sezon Fenerbahçe’ye yapabileceği en büyük iyilik giderek yabancı kontenjanında yer açmaksa zaten söylenecek bir şey de kalmamış demektir. Kanatlar ve önlibero mevkiinde boşluk var. Denildiği gibi Senna alınırsa ne güzel. Kezman içinse çevrede de gidişine kızlardan başka üzülen görmedim. Anlaşılan golleri en azından kimi yüreklerde iz bırakmış.
tersinden bkz: elvis has left the building.
Devamı ...
Endüstriyel Futbol veya Taraftardan
Müşteriye Evrilen Tribün İçin Bir Çözüm Planı
“Endüstriyel Futbol” gittikçe zamanımızın en afilli boş sloganlarından birine dönüşüyor. Dehşetli bir tanım, içeriği de doğru. Öyle ki futbol artık bir spor dalı değil, bir mamül üreten büyük bir endüstriyel faaliyet. Finans kapitalin yoğun olarak girdiği, nitelikli emeğin burada artı değer ürettiği yeni bir “market”. Rekabet edebilirlik, sürdürülebilirlik, pazarlama, verimlilik, halkla ilişkiler klüplerin yeni gözde konseptlerine dönüşüyor. Futbol dünyası için bir “Citius, Altius, Fortius” bulunmuyor, yeni dünyanın gözde sloganları “Yatırım, Pazarlama, Artı Değer”. Klüpler güzel zamanlarının ve romantik ideallerin peşinde birleşen cemaatlerin değil, hırçın bir rekabette senelik gelirini arttırarak en nitelikli sporcuları toplayıp en yüksek meblağ da gelir elde etmek isteyen Holdinglerin mülkünde. Ağabeyler gitti, artık CEO’lar var.
Şampiyon mu Olacağız Romantik mi Kalacağız?
Bu ilan edilmiş malum herkesin canını sıkabilir. Dilemma çok net, bu şekilde yönetilmeyen kulüpler rekabette avantajsız hale geliyor, rekabet edebilme güçleri azaldığı için birinci sınıf sporcuların yüksek değerlerini karşılayamıyor, dolayısıyla “vasat” kadrolar kurmak zorunda kalıyorlar. Vasat kadrolarlaysa “başarı” gelmiyor ve başarı gelmedikçe de “taraftar” yani “müşteri” kapasiteleri azalıyor. Hem daha az kişiye mamül (forma ve ticari ürünler) satabildikleri, hem de tv yayınlarında pasta payları düştüğü için daha az gelir kaynağına sahip olup uzun vadede “ortalamalaşıyorlar”. Ancak taraftar “şampiyonluk” istiyor. Klüp endüstriyelleştiğinde ise bu sefer bir çizgi değiştirmek de gerekiyor, taraftarın yerine “müşteri” geliyor. Kimse gönlünüzü değil ancak paranızı istiyor. Klübü sevmeniz değil, klübü bir mamül gibi görerek “tüketmeniz” bekleniyor.
Endüstriyel futbol ile rekabet edebilir bir “ikinci” yoldansa kimse bahsetmiyor. Tribün gruplarının romantik, dokunaklı açıklamaları, yanan maşalelerden mürekkep ağdalı tribün fotoğrafları, dilden dile dolaşan hikayeler milyar dolarlık bir pasta içerisinde, nitelikli tek bir oyuncunun on milyon dolarla ölçülebilen bir değere sahip olduğu bir piyasada, tek bir maçın milyon dolar değerinde “gelir” olarak kaydedildiği bu ortamda hiç bir ağırlığa sahip değil. Bu 'romantizm' yalnız “gerçekçi” olmadığı için değil romantik de olmadığı için söylemsel gücünü kaybediyor. Bize hiçbir alternatif sunmayan ve sadece takımımızın çöküşünü izlememize sebep olabilecek bir öneri nasıl “romantik” olabilir ki? Mesela Beşiktaş taraftarı bu günlerde pek de “romantik” gözükmüyor.
Messi Sabiti
Futbol bir piyasa. Her piyasada olduğu gibi buradaki oyuncular (klüpler) birbirleriyle “rekabet” halinde. Bu rekabet hem “lokal” (iç pazar – TSL) hem de “uluslar arası” (dış pazar – CL, UEFA). Rekabetten amaç daha fazla “artı değer” kazanmak. Bunun anlamı her kazanılan maçın, her kazanılan kupanın, altı sıfırlı rakamlarla “ölçülebilir” olduğu. Klüpler ise temelde artı değere ulaşmak için yapısal iki alanda rekabet ediyorlar. Birincisi “Pazar paylarını arttırmak” yani pazarda daha fazla tüketici sahibi olmak. Bunun için temelde başarı gerekiyor. İkinci alan “üretici” yani emek üzerinde yapılan rekabet. Taraftar çekmek ve para kazanmak için gereken şeylerden birincisi “nitelikli emek” (sporcu) Nitekim her şey olabilirsiniz, milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, federasyon başkanı olabilirsiniz ancak Lionel Messi olamazsınız. Dünyada milyonlarca armut toplayacak adam bulabilirsiniz ama sol çizgiden ceza sahasına doğru dikine bir dripling yapıp 30 metreden ayağının üstüyle topa öyle vuracak birini bulamazsınız. Bu kimseler özel yeteneklere sahip olan nadir kimseler olduklarından da değerleri yüksektir. İkamesi mümkün olmayan bu kimseler de o yüzden böyle milyon dolarlık bir piyasada yüksek ücret alırlar. Buna da “Messi Sabiti” diyoruz. (Klüplerin ihtiyaçları sonsuz Messi’yse bir tanedir) Oysa bir klubün başarılı olabilmek için “Messi”ye ihtiyacı var. Messi bir tane olduğundan da en zengin klüp Messi’yi alır. Kısaca en iyi oyunculara sahip olmanız için en zengin klüp olmanız gerekir, en zengin klüp olmanız için Abramovitch veya başarı sahibi olmanız icap eder. Ne kadar başarı, o kadar pazarlama kapasitesi, o kadar gelir, o kadar Messi, o kadar başarı. Durum bu.
Dolayısıyla ihtiyacımız olan şey artık can sıkıcı hale gelmiş “endüstriyel futbol” kelimesinden ibaret tribün şiirleri değil, ihtiyacımız olan şey modern dünyanın gerçeklerini kabul edip burada tribünlerin varolmasını sağlayacak bir başka modeldir. Toptan red, pazarın “sosyalist” aksiyomlara göre yeniden düzenlenmesi talepleri daha genel olarak bir dünya talebiyle ilintili ve de teorik açıdan dahi verimsiz/başarısız olduğu için şimdilik göz ardı edilebilir. (Bunu ispat ederim ama o başka bir yazının konusu)
Kapitalizmle Kapitalist Mücadele
Üçüncü bir yol var. Bu yolun temel önermesi şu, taraftar ile klubün ilişkisi bu süreç içerisinde taraftardan müşteriye doğru evrilmiştir. Bugün artık taraftar “motivasyon” anlamında önemli olsa da stad gelirlerinin üstünde baskı yaratmaktadır. Zira bir “holigan/ fanatik/ taraftar” sınıfsal olarak da “alt/düşük gelir grubuna mensup kişi”ye tekabül eder. Bu kimse koltuğa oturduğu zaman o koltuğun etrafındaki bir çok koltuğun “değerini” düşürür. Zira kimse karısıyla, anasıyla fanatik bir taraftarın yanına oturup “çekirdek çitlemez”. Böyle oluncada piyasada o koltuğun değeri o koltuğa yönelik taleple belirlendiği için, o koltuğu talep eden kitle o koltuğa maksimum 20 YTL verebilecek ise o koltuk 20 YTL’den satılır. Halbuki anasıyla, babasıyla, karısıyla gelip dondurmasını yiyip kolasını içecek adam 100 YTL vermek konusunda bonkör ve isteklidir. Klüp kardan mahrum kalmaktadır. Halbuki gene bizzatihi aşık olunmuş bulunan bu klüp başarı için “para” kazanmalıdır. Taraftar bir anda klubün önünde engel olmuştur. Klüp stratejisini değiştirerek aynı bir tacir gibi “müşteri”yi el üstünde tutar, taraftarı dışlar. Böylece taraftar müşteriye doğru yol almaktadır. Müşteri her yerde aynıdır, isteği verdiği maliyetin karşılığında beklediği faydayı almaktır. Futbolda müşteri için bu fayda “mutluluk”tur. İyi futbol izlemek, kazanmak ve başarıdır. Klüp başarısız olursa “müşteri” klüpten elini çeker, başarılı olursa mamülü satın alır.
Buna karşın bu salt ekonomik model üzerinden yapılacak hareketin klüpler için pek de iyi sonuçlar getirmediğini Chelsea deneyimi ile biliyoruz. Klüp tam bu modele göre hareket etti, yüklü yatırımlarla iyi bir futbolcu kadrosu kurdu ve başarı da elde etti. Stad müşteri ile dolmaktadır. Klübün pazarı küresel ölçeklidir. Ancak Klüp tatminsiz bir velede dönmüştür. “Her futbolcunun bir fiyatı vardır bir de Chelsea fiyatı vardır” sözünde gözüktüğü gibi diğer klüpler Chelsea’yi piyasa rekabetinin normal öncülleri dışında irrasyonel fiyatlandırma politikası ile dışlamakta (veya finansal rekabetteki avantajsızlıklarını “Chelsea Fiyatı” ile dengelemekte) klüp ise bütün marka değerini başarı ve yıldız isim stratejisine oturtmuş gözükmektedir. Şu halde Chelsea başarısız olduğunda “holdingler” gibi iflas edecektir. Halbuki şirketler iflas etse de cemaatler etmez.
Liverpool, Real Madrid, Barcelona farklı modeller olsa da bize sosyolojik, kültürel bağların ekonomik etkileri üzerine iyi örneklerdir. Chelsea’nin başarı odaklı markasına oranla bu klüpler tarihi, kültürel doku bağlarıyla marka avantajı yaratmakta, sportif başarının az olduğu zamanlar da dahi “sürdürülebilir” “sabit” gelir kalemlerini kendi markalarıyla oluşturmaktadır. Zira bu markaların ne olursa olsun sabit alıcıları vardır. O forma her an alınır, Liverpool bir KOP’lu için her zaman izlenir. Görülüyor ki insanlar kararlarını yalnızca rasyonel süreçlerle değil duygusal süreçlerle de oluşturmakta. Aziz Yıldırım kabul edecektir ki, Galatasaray ne kadar başarılı olursa olsun Aziz Yıldırım Galatasaray forması satın almayacaktır, o marka Aziz Yıldırım için duygusal sebeplerle “alınabilir” değildir. Dolayısıyla klüpler yalnız homo economicus bir hareket tarzıyla değil, tarihi ve kültürel bağları öne çıkartan halkla ilişkiler stratejisi de gütmek zorundadır. %100 Müşteri odaklılıktan taraftarı da kapsayan bir sürece dönüş “sabit”, “sürdürülebilir” ve konjüktürel başarıyla sınırlanmamış öngörülebilir gelir demektedir. (Buraları hep Ali Koç’a yazıyorum gibi hissediyorum.)
Dolayısıyla bellirli tribünlerin taraftarlara ayrılması o gün için “mahrum kalınan kar” sebebiyle zarar oluştursa da uzun vadede sürdürülebilir, öngörülebilir gelirin finansal avantajını yaratmaktadır. Fayda maliyet analizinde ise bunun stratejik planlama için çok daha büyük bir fırsat yarattığı, sabit gelecek bu kalemin değerlendirildiğinde de konjukturel gelire göre daha avantajlı olduğu kesindir. Aynı bir kamu bütçesinin temel amacının sabit ve öngörülebilir “doğrudan vergiler” oranını konjukturel “dolayı vergiler”e oranla arttırmak istemesi gibi. O halde KKM’nin birinci adımı belirli taraftar tribünlerinin kapitalist bakış açıdan dahi kabulle daha “karlı” olduklarını kabulle onlara ayrılmasıdır.
El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido – Kollektif Futbolu Kimse Yenemez
İkinci nokta müşteriyi klübe entegre etmektir. Müşteri, ya da “tüketici” her yerde aynı zamanda “vatandaşdır”. Bunun basit bir sebebi var tüketicinin ekonomik varlığı onun siyasal haklar sahibi olmasını zorunlu kılar. Çünkü tüketici bir açık piyasa kendi faydası için belirli bir meblağ karşılığında mal veya hizmet satın alacakken bu mal veya hizmetin beklentisini verememesi, ayıplı çıkması halinde hak ve talepte bulunacağı bir hukuk sistemi ister. Bu hukuk sisteminde tüm tüketiciler hakları bakımından eşit olmalı, varlıkları eşit oranda kabul edilmelidir. Burjuva içinse tüketicinin etnik/dini/cinsi mensubiyetleri önem taşımaz. Her etnik/dini/cinsi ayrıştırılmış kültürel grup kendi kültürlerinden/cinsilerinden hareketle özgün bir tüketim mamülü talep edeceği, oradaki ihtiyacının karşılanmasını bekleyeceği için hepsi mal/hizmet satılacak “kişi” dolayısıyla potansiyel artı değer kapısıdır. Tacir tüketicilerin hepsinin eşit olmasını ister, herkese eşit davranır. Parayı veren düdükleri öttürür. Tacirlerden ve tüketicilerden mürekkep bir toplumsal yapı her tacirin zorunlu olarak tüketici, her tüketicinin de zorunlu olarak işçi/işveren olduğu bir yapı manasına da geleceğinden siyasal olarak eşitliğin tanınması zorunlu olduğu gibi bu insanların bu sistemin devamı noktasında “hak” sahibi olması da zorunlu olacaktır. Sistemin parçaları kendi çıkarları doğrultusunda onu kontrol etmek isterler. O halde, modern demokrasi tüketici ile vatandaşın birleştiği alandır. Siyasetin kendisi dahi bir tüketim alanıdır (parti bir fayda sunar, uygun tüketici partiye oy verir karşılığında somut hayatında bir fayda elde eder) dolayısıyla sistem tüketiciyi vatandaşa çevirmeye meyyaldır, sistemin bundan “kazancı” vardır.
O halde klüpler de müşteriyi klübe entegre etmelidir. Zira müşteri klübü kontrol etmek, verdiği meblağların ve aldığı faydanın sürdürülebilir ve devamlı olmasını istemektedir. Bir aksilik halinde sorununu başvurabileceği, hak talebinde bulunabileceği aralıklar aramaktadır. Cemaat ya da tribün “itaat, sadakat” gibi bağlarla birbirine bağlıyken tüketici “hak” ekseninde kendisini klüple bağlamaktadır. O halde müşterinin birinci isteği “söz sahibi olmaktır.”
Taraftar için bundan daha elverişli bir durum zor bulunur. Taraftar bireysel tüketiciye oranla örgütlü bir cemaat ilişkisini gösterir. Taraftar grupları teker teker müşteri / tüketicilere oranla daha organize, hareketli ve siyasal söylem bakımından belirleyicidir. Zira “örgütlü”dür. (Birleşmiş bir halkı kimse yenemez) Avantajlar ortada eğer klüp gelir arttırıcı ve kurumsallaştıracak doğru br hareketlenme yapacaksa müşteriyi klübe entegre etmelidir, bunun için “söz” hakkı vermelidir. Bundan “çıkarı” vardır. Taraftar da bunu istemektedir çünkü o zaman klübe gelir sağlamakta ve söz hakkına sahip olmaktadır. Endüstriyel futbol açısından artı değer hayati olduğuna göre tribün gruplarının yapması gereken klübe entegre olmaya çalışmak, klübe bu yolla katılarak söz sahibi olmak ve varlıklarını sürdürmektir. En genel model olarak en masse örgütlenme modeli verilebilir. Düşük aidatlarla bir milyon kişi klübe üye edilir. Böylece aylık 5 YTL gibi bir para klüp için senede 60 milyon YTL sabit gelir olur. Taraftar içinse oy ve söz hakkına sahip olma avantajı, örgütlü taraftarın birey tüketiciye göre politik avantajlarıyla birleştiğinde “kamuoyu oluşturma” dolayısıyla “iktidar” üzerinde baskı avantajı doğar. Taraftar real olarak iktidardan bir şey ister ve bunu yaptırabilir.
Taraftar Gruplarına Açık Çağrı
3 Puandaki yazıyı okuduktan sonra şuna hak veriyorum, taraftar gruplarının bu çağa uygun ve varlıklarını sürdürmelerini de mümkün kılacak bir çözüm önerisi yok. Ancak bu bir çözümün varolmadığı anlamına gelmiyor, sadece bunun dillendirilmediği anlamına geliyor. Fenerbahçe için yukarıdaki açıklamaları temel alacak bir çözüm aşağıda var
1- Klübün manevi unsurları marka değerini arttırmaktadır,
2- Sabit, sürdürülebilir, öngörülebilir gelir için belirli tribünlerin müşteri yerine taraftara ayrılması ekonomik ve sportif fayda yaratmaktadır
3- Klübün sabit, sürdürülebilir, öngörülebilir gelire sabit olması ve klüp – taraftar / ürün – tüketici ilişkisinin doğal yapısı gereği düşük aidat geniş kitle temelli üyeliğin önü açılmalıdır.
Bu ve benzeri uygulamalar gerçekleşmezse Fenerbahçe Chelsea, taraftar müşteri olma yolunda ilerler ve biz “Barcelona” olma şansını kaybederiz. Oysa bugün bu kurumsallaşmayı başlatanlar dahil herkes biliyor “Biz Fenerbahçe’yi holding olduğu için sevmedik ki?”
-------
not: fotoğrafın orjinali http://bilgiseven.deviantart.com/art/....
Devamı ...
16 Ağustos 2008
No Pasaran
Bunlar “Grobari” ve bu fotoğraf faşizme dair bildiğimiz her şeyi tek karede gösteriyor. Mussolini’nin tarihin çöplüğündeki kara gömleklilerinin “karalığı”, KKK’nın maskeleri, Nazi Svastika bayrağının meşum renkleri bir arada.
Biz bu adamlarla maç yaptığımız sırada Zico “Goal4Africa” http://www.goal4africa.org/ organizasyonuna katılıyordu. Hedef Afrika için 90 milyon $ para toplamak. Bu organizasyon yalnız kıtaları aşmıyor, etnik kimlikleri, tenk renklerini ve tabi önyargıları da aşıyor. Sınırı şu veya bu ülke, şu veya bu kıta değil, grupların ötesinde, sınırsız bir düzlemde bütün kürede varlığını sürdürüyor. Ruhu “yardım” olsa da elin ve alemin bildiği garip kıtadaki insanlara uzanan bu hedef içinde biraz olsun “No Pasaran” ruhu da taşımaktadır. İşte görüyoruz, dünyanın müthiş yıldızları, büyük futbol ilahları, beyazı siyahı aynı kendilerini birleştiren oyunda bir kere daha birleşiyorlar. Onlar gözlerinin önündeki renk temelli önyargıları çoktan aşmışlar güzel bir çalım gibi direkte patlayan şut gibi dünyaya mesaj veriyorlar. Orada hala ölenler var.
Bu ruhun genel adı insaniyettir. Hepimiz biliyoruz. Hiçbir ülkenin, yapma yaratma sınırlar içerisinde biçimlendirilmiş hiçbir zihnin, kafamızın üstünde bangır bangır bağıran propaganda makinalarının seslerinin kapatamayacağı kadar açık bir ses bu, insan olmakta hepimiz eşitiz, insanlık ortak paydasında hepimiz buluşuyoruz.
Grobari buna sert bir ret cevabı çekiyor. Onlar “Sırp”lar. Ne peki Sırp olmak? Analarıyla babalarının ortak yaptıkları (Ve muhtemelen yapmaktan tek keyif aldıkları) bir aktivite sonucunda doğmuşlar, doğduktan sonra da bu kimlik kendilerine aynen verilmiş. Mecburen Sırpça öğrenmişler, mecburen Sırp isimleri almışlar ve o ortak kültürde yaşamışlar. Grobarililerin hiç birinin bu konuda tek bir emekleri dahi yok. Bu kimlik onların başarıları, emekleri, zekaları sebebiyle onların değil, doğmakla kazanıyorlar. O kadar debiller ki bunun üstüne de bir şey ekleyememişler. Övünebilecekleri bir meslekleri, gurur duyabilecekleri bir eserleri, hepimizin bakıp hoşnut olacağı veya en azından tahammül edebileceği bir ürünleri bulunmuyor. Sırplar, düz Sırplar. Bunla da başları dönüyor. 46 kromozom ve %99’u herhangi bir etnik gruba mensup herhangi bir bireyle aynı DNA dizini akıllarını başlarından almış. Bir Sırpla aralarındaki genetik fark bir Türk’le aralarındaki fark kadar. (ref: Amerikan Antropoloji Derneği)
Neyle övünüyorlar? Kültürleri ve Tarihleri ile. Kendilerinden önceki insanların başarılarıyla! Onlar bu başarıları elde etmek için bir şey yapmadılar ve bu başarıları elde edenler de kendileriyle bize göre biraz daha yakın bir akrabalıktan başka hiçbir özellik taşımıyorlar. Binlerce insanın emeği, zekası ve acılarıyla oluşmuş servetin üstündeki akbaba gibiler. Kendi başarısızlıklarından duydukları utancı ancak dedelerinin “tarihi” ile kapatabiliyorlar.
Velhasıl insanlara nefret kusuyor, suç işliyorlar. Kaybettikleri yaşamlarını ve hayatlarının harebesini futbol stadyumlarının yanında diğer insanlara eza çektirerek görünmez kılmaya çalışıyorlar. Onlara uyguladıkları şiddet, bizzatihi şiddeti uygulayabilme gücü, konjukturel olsa da tatmin edici geliyor, şu hayatta mecburen de olsa ilk kez dikkate alınıyorlar.
Bu insanlar üzülmeyi hak ediyorlar. Kustukları nefret için, insaniyete duydukları husumet için bir tokadı hak ediyorlar. Fenerbahçe’nin golleri elbette bir şeyi değiştirmez, aynı Goal4Africa’da atılan gollerin Afrika’yı değiştirmeyeceği gibi, ama nasıl oradaki goller neticede bir Afrikalıyı mutlu edecek ise, bu goller de Grobari’yi üzmekle sevindiriyor bizi.
No Pasaran beyler, Fenerbahçe de Grobari’yi “futbol” sebebiyle değil, insaniyet namıyla üzmeli. O kadar çok ve o kadar sık üzülmeliler ki bu mezar kazıcılar, bir gün kendilerini gömmeliler o mezarlara, siyah montlarını çıkarıp, postalları atıp, maskeleri dolaba saklayıp insan gibi yaşamak için.
Devamı ...
15 Ağustos 2008
Hoşgeldin Eda
voleybolx.com sitesinin şuradaki haberine göre Beşiktaşlı bir yönetici, Eda'nın transferi hakkında şöyle bir açıklama yapmış:
"Transfer ile ilgili açıklamalarda bulunan Voleybol şubesinden sorumlu yönetici Bülent Deriş 'Eda yaz başından beri bize artık Beşiktaş´ta oynamak istemediğini bildiriyordu, biz de kendisini Eczacıbaşı´na transfer edeceğimizi bildirdik, ancak Eda Fenerbahçe dışında başka bir takımda oynamayacağını bize söyledi. Hal böyle olunca biz de Fenerbahçe kulübüne teklifimizi yaptık. Fenerbahçe Eda için 500.000 dolar artı 2 genç oyuncu verecek, sözleşmeler imzalandı, bundan sonra her iki kulüp içinde hayırlısı olsun, gönlü olmayan oyuncudan verim almamız mümkün olamazdı' dedi.
Helal olsun, ne denir ki bu transferden sonra. Kadromuzun zayıflamasına rağmen sonunda hayal ettiği formasına kavuşmuş, artık sarı laciverti sırta geçirmenin vakti geldi demiş. Zaten kendisi gelmek istemese bizimkilerin aklına bile gelmezdi. Defalarca milli olmuş bir oyuncu, Türkiye'nin en iyi voleybolcularından... Zaten önceki senelerde de Fenerbahçeli olduğu kulağımıza geliyordu. Yalnız dikkat etsin fazla Fenerbahçeli gibi davranmasın yoksa geçen sene Nilay'ın, bu sene kaptan Özlem ve İbo'nun başına gelenler kendi başına da gelebilir. Eda Akatlar'da ortalama 25 kişiye oynayan Beşiktaş'ın en iyi oyuncusu olmasına ve terinin son damlasına kadar oynadığı takım için mücadele etmesine rağmen bu açıklamalardan sonra ağızlarını bozanlar olmuş, normaldir. Muhtemelen daha voleybol takımlarındaki oyuncuların isimlerini bile bilmeyen, tek amacı Fenerbahçe'yi mağlup etmek olan takım taraftarlarının bu hareketlerine artık çok da şaşırmıyoruz zaten.
Hoşgeldin Eda...
Devamı ...
14 Ağustos 2008
Partizan 2 - Fenerbahçe 2
CL 13/08/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turu ilk maçında Sırbistan'ın Partizan takımına konuk olan Fenerbahçe, 2-0 yenik duruma düştüğü maçtan 2-2'lik beraberlikle ayrılarak sahasındaki rövanş maçı için avantajlı skoru almayı başardı.
Fenerbahçe'nin taraftar desteğinden yoksun çıktığı deplasman mücadelesi iki ekibin dengeli mücadelesiyle başladı. Maça tüm hatlarıyla adapte olamadığı görülen sarı-lacivertli ekip karşısında ilk dakikalardan itibaren etkili olmaya başlayan Sırp ekip, 9. dakikada Lugano'nun golü önlediği pozisyonun ardından Fenerbahçe kalesine yüklenmeye devam etti.
Rakibi karşısında hücuma çıkamayan Fenerbahçe, 11. dakikada Paunovic'in 14. dakikada da Bogunovic'in golleriyle 2-0 yenik duruma düşerek ilk 15 dakikalık bölümde adeta kabus gördü.
FK Partizan karşısında orta alanda çok pas yaparak pozisyon arayan sarı-lacivertli ekip zaman zaman da uzaktan şutlarla etkili olmaya çalıştı. 25. dakikadan itibaren daha kontrollü oynamaya başlayan sarı-lacivertliler rakip kalede istediği etkiyi yaratamadı. 45. dakikada kazanılan penaltıyı Alex gole çevirince, Fenerbahçe ilk yarının son anlarında önemli bir gol bulmuş oldu.
Karşılaşmanın ikinci yarısına ilk yarıya göre daha kontrollü ve iyi başlayan Fenerbahçe 6 dakikalık oyunun ardından Güiza ile 2-2'lik eşitliği getiren golü bularak maça ortak oldu.
Aragones etkisiz oyunu nedeniyle Kazım'ı 55. dakikada oyundan alarak yerine Burak'ı sahaya sürdü. Maçın 61. dakikasında ise Semih'i kenara alarak tek forvet düzenine dönen Fenerbahçe'de Emre oyuna dahil edildi.
Rakibi karşısında ikinci yarının büyük bölümünde kontrolü elinde tutan sarı-lacivertli ekip kalesinde tehlikeli bir atak görmedi. Daha çok orta alan mücadelesi şeklinde geçen mücadeleyi sarı-lacivertli ekip son 10 dakikaya kadar taşıdı. 83. dakikada kale önünde tehlike yaşayan sarı-lacivertliler kalan dakikalarda da skoru korumasını bildi.
Fenerbahçe ile Partizan arasındaki rövanş maçı 27 Ağustos Çarşamba günü İstanbul'da oynanacak ve Devler Ligi'nde gruplara kalacak olan takım bu mücadele sonunda belli olacak.
FK PARTIZAN: 2 - FENERBAHÇE: 2
Stat: Partizan
Hakemler: Craig Alexander Thomson xx, Francis Andrews xx, Tom Hug Murph xx (İskoçya)
FK Partizan: Mladen Bozovic xx, Stevanovic xx, Dordevic xx, Skimic x, Obradovic xx, Bogunovic xx (Dk. 78 Marinkovic x), Knezevic x, Petrovic xx, Dk. 72 Maletic x), Lazic x (Dk. 88 Cadikovski ?), Paunovic xx, Diarra xx
Fenerbahçe: Volkan Demirel xx, Gökhan xx, Lugano xx, Edu xx, Roberto Carlos x, Kazım x (Dk. 55 Burak xx), Selçuk xx, Alex xx, Uğur x (Dk. 84 Maldonado x), Semih xx (Dk. 61 Emre xx), Güiza xx
Goller: Dk. 11 Paunovic, Dk. 14 Bogunovic (FK Partizan), Dk. 45 Alex (Penaltıdan), Dk. 51 Güiza (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 59 Alex, Dk. 64 Burak (Fenerbahçe), Dk. 67 Diarra, Dk. 90 Cadikovski (FK Partizan)
Maçtan Dakikalar
7. dakikada Güiza'nın soldan içeriye gönderdiği topu Semih'ten öne kaleci çıkarak kontrol etti.
9. dakikada ceza alanı içinde topla buluşan Bogunovic'in kaleci Volkan Demirel'den sıyrılarak kaleye gönderdiği topa savunmada son anda ayak koyan Lugano büyük bir gol tehlikesini önledi.
11. dakikada Stevanovic'in sağdan kale alanına ortaladığı topa arka direkte iyi yükselen Paunovic, meşin yuvarlağı filelere göndererek takımını Fenerbahçe karşısında 1-0 öne geçirdi.
14. dakikada Fenerbahçe savunmasının engel olamadığı FK Partizan atağında Diarra ceza alanı içine topla girdi. Diarra'nın vuruşunda kaleci Volkan'a çarpan top müsait durumdaki Bogunovic'in önünde kaldı. Bu futbolcu boş kaleye topu göndererek takımını 2-0 öne geçirdi.
25. dakikada Gökhan'ın ceza alanının dışından sağdan sert şutunda top kaleye uzak mesafeden yandan auta çıktı.
26. dakikada bir önceki pozisyonda olduğu gibi aynı bölgeden bu kez Kazım'ın vuruşunda top auta gitti.
34. dakikada sol kanatta Uğur taşıdığı topu geriden gelen Roberto Carlos'a çıkardı. Bu futbolcunun kale alanına ortasında Güiza'nın etkisiz kafa vuruşunda meşin yuvarlak kalecide kaldı.
35. dakikada Fenerbahçe savunmasının arkasına atılan topla buluşan Diarra'nın, kaleci Volkan Demirel'in de öne çıktığı pozisyonda sol çaprazdan kaleye gönderdiği top direğin yanından az farkla auta çıktı.
39. dakikada ceza alanı dışından kullanılan serbest vuruşta Roberto Carlos'un kaleye gönderdiği topu kaleci Mladen Bozovic direğin üzerinden kornere çeldi.
45. dakikada ceza alanı içinde Skimic Alex'i düşürünce karşılaşmanın hakemi penaltı kararı verdi. Atışı kullanan Alex topu filelerle buluşturarak skoru 2-1 yaptı.
Karşılaşmanın ilk yarısında başka gol olmayınca devre FK Partizan'ın 2-1'lik üstünlüğüyle tamamlandı.
İKİNCİ YARI
51. dakikada gelişen Fenerbahçe atağında Lugano'nun ceza alanına doğru gönderdiği uzun topu Semih aşırtarak Güiza'ya kazandırdı. Güiza'nın sol çaprazdan vuruşunda top filelere giderken Fenerbahçe maçta 2-2'lik eşitliği yakaladı.
77. dakikada Alex'in pasıyla sağ çaprazda topla buluşan Burak'ın vuruşunda top az farkla yandan auta çıktı.
83. dakikada Marinkovic'in ceza alanına ortasında altı pas içinde Paunovic'in kötü vuruşunda top direğin üzerinden auta çıktı.
87. dakikada Alex'in ortasında savunmanın arkasında yer alan Güiza topu kontrol edemeyince kaleci Mladen Bozovic topu kontrol etti.
Kalan dakikalarda başka gol olmayınca mücadele 2-2 tamamlandı
Devamı ...