28 Eylül 2011

Reklam



Amnesty International, "bizi ihmal edin, insan haklarını ihmal edin" diye reklamı vermiş. Ancak fotoğrafta daha güzel bir mesaj var, bütün büyük zulümler, biz arkamızı dönüp susmayı tercih ettiğimiz için yaşanıyor.
Devamı ...

26 Eylül 2011

Olağanüstü Genel Kurulun Düşündürdükleri



Fenerbahçe Spor Kulübü dün itibariyle bir Olağanüstü Genel Kurul yaptı. Genel Kurul'daki konuşmaların büyük bölümünü dinledim, pek çoklarının hoşuna giden bu manzaradan hiç hoşlanmadığımı belirteyim. Artık şu "imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz" mesajı vermenin çok matah bir şey olmadığını anlamamız gerekiyor.3 Temmuz'dan bu yana binlerce kere birlik beraberlik mesajı verdik zaten, bunu fetişleştirmenin, herkesin aynı kelimelerle aynı şeyi söylemesinin bir işe yaramadığını düşünüyorum. Toplantıyı bir değerlendirelim. Dünkü toplantıya Uganda'dan Türkçe bilen ama Türkiye'nin gündemini bilmeyen bir adam getirtip "sence 3 Temmuz'da bu kulübün başına ne gelmiş olabilir" diye sorsak adam ya futbol takımının uçağı düşmüş, ya kulübe meteor çarpmış ya da kulübün pek çok sporcusu deprem sonucu ölmüş falan sanırdı. Neredeyse söz alan herkes kulübün başına gelen şeyleri bir doğal afet, Allah tarafından başımıza gelmiş takdir-i ilahi neticesi bir olay gibi anlattı.

En başta açılış konuşması yapan kulübün Başkan Vekili Nihat Özdemir yine bilindik suya sabuna dokunmayan şeyleri söyledikten sonra akıllara zarar bir vurgulamayla süreçle ilgisiz siyasilerin ve yargı mensuplarının eleştirilmemesi gerektiğini söyledi. Daha sonra söz alan kulübün akil adamları diyeceğimiz eski başkan ve yöneticiler sırasıyla Başbakan'ı Federasyon Başkanı'nı ve Şenez Erzik'i eleştirmememiz gerektiğini vurguladılar. Bu konuşmaları dinlerken şunu düşündüm "e kardeşim madem bunları eleştirmeyecektiniz ne diye topluyorsunuz bu olağanüstü genel kurulu". Fenerbahçe'nin başına gelen bu süreçte bu bahsedilen kişi ya da kurumlarI eleştirmeyeceksek kimi eleştireceğiz, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünü' mü?

Televizyon yayınında bütün yüzsüzlüğüyle "Fenerbahçe kongreye gitseydi Şampiyonlar Ligi'ne giderdi" diyen Mehmet Ali Aydınlar'ı eleştiremeyeceksek, Uefa'nın göz göre göre hukuku çiğnemesine ses etmeyen Şenez Erzik'e "sen ne biçim Fenerlisin" diyemeyeceksek onu kırmayalım, bunu incitmeyelimcilik oynayacaksak koca koca adamlar niye ordasınız?

Fenerbahçe'de iki dönem başkanlık yapmış birisi çıkıp Başbakan'ı kulübe kendisinin üye yapmasıyla şu dönemde bile övünebiliyorsa kulüpteki akil adamlardan umudu kesmek lazım. Emniyet' in 19 maçta şike tespit ettik açıklamasını, montajla silahlar Aziz Yıldırım'ın evinden çıkmış gibi kaset hazırlamasını eleştireceğiz ama o emniyetin siyaseten bağlı olduğu kişiyi sanki bu ülkede Başbakan'ın iki dudağının arasından çıkmayan, icazet vermediği bir şeyi bir bürokrat söyleyebilirmiş gibi eleştiremeyeceğiz.

Fenerbahçe böyle korkaklıkla, aman onu kırmayalım bunu gücendirmeyelimle boynundaki ilmiği gevşetemez. Trabzon'un Şampyinolar Ligi'ne gideceği açıklanınca apar topar Sadri Şener'in yurtdışı yasağı kararının kaldırılmasına bir şey demeyip hala yüce Yargı diye saçmalarsan, kendi yetkilerini çiğneyen Emniyet sanki hükümete bağlı bir yer değil de bir sivil toplum örgütüymüş gibi eleştiriyi hiyerarşik küçüğe indirgemeye çalışırsan, "Trabzon'un şampiyon olmasını istiyoruz" diye bangır bangır bağıran sanki bu ülkenin bakanları meclis başkanları değil de St. Kids ve Nevis'in hükümetiymiş gibi başını kumlara gömersen kulübe operasyon da düzenlenir, beşinci lige de düşürülür bırakın son şamiyonluğu 17 şampiyonluğu bile elinden alınır.

Bu süreçte Fenerbahçe'nin başından beri Fenerbahçeliliğinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bir lidere ihtiyacı var. Bu yönetim kuruluna sabah akşam birlik beraberlik söylemiyle destek versek de, Feneriumları mest etsek de stadları doldursak da bu cesareti ve dirayeti gösteremeyecek. Bu artık çok net anlaşıldı. Belki haklı gerekçeleri, sahih korkuları vardır ama uysal koyunu oynayarak bu girdaptan çıkamayız. Fenerbahçe yönetimi ona buna itidal tavsiye etmeyi bıraksın taraftarın çoluk çocuk kadın erkek demeden gösterdiği dirayetin onda birini bu işin muhataplarına, yaşadığımız linci yaratan ve yaşatanlara göstersin. Kimse bizden işkencecilerimizle uzlaşmamızı beklemesin. Fenerbahçe Yönetimi'nin bu insanlarla ya da kurumlarla uzlaşmayı düşünecek midesi varsa Allah selamet versin.
Devamı ...

25 Eylül 2011

Cengiz Çandar: Şike Soruşturmasında Siyasetin Etkisi Var



Neden Cengiz Çandar?
Cengiz Çandar, Fenerbahçe’nin maçı var diye, davet edilmesine karşın Başbakan’ın Tahran gezisine gitmeyecek kadar taraftar. Kendisini, radikal demokrat kimliğiyle, Orta Doğu uzmanlığıyla, Filistin direnişiyle tanıyoruz. Bu sefer, Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda, kendisinin “üst kimliğimiz” dediği Fenerbahçe’yi ve Fenerbahçe odaklı şike soruşturmasını Bercan Aktaş ve bizim ekipten Cahit Binici ile konuştu.


*Konu üzerine kaleme aldığınız yazılardan birinde bahsettiğiniz Makyavelizm bugün nasıl işledi?

"ŞİKE SORUŞTURMASI SİYASİ BİR MAKYAVELİZMLE YÜRÜDÜ"

Kastettiğim şuydu: Makyavelizmin en kestirme tarifi, amacın araçları meşru kılmasıdır. Bu da genellikle etik dışı davranışlar için kullanılan bir terimdir. Yani, öyle bir amaç tespit edersiniz ki; o amaç kâğıt üstünde ifade edilince çok yüce gibi gözükür. Ondan sonra, etik anlamda en uygunsuz yollara başvursanız bile ve bu size daha sonra gösterilse de “E, amaç bu! Oraya gitmek lazım… Ne yapalım? Bu iyi bir araç değil ama bu amaç nedeniyle bu aracı kabullenmeliyiz.” denilebilir. Burada da, 3 Temmuz’dan itibaren amaç diye “temiz toplum, temiz futbol” ilan edildi. İşte, “Türkiye’de eskiden dokunulamayan her şeye dokunuluyor. Asker, Ergenekon süreci, Balyoz filan… Toplumda da temiz olmayan her şeyi düzenlemek lazım; futbol kirli… Bu operasyon, kirli olan önemli bir kurumda, spor alanında… Futbol da onun en önemli bölümü ve kirli… Şikesiz, temiz futbol, toplumun ahlaki açısından da önemlidir. Dolayısıyla, Fenerbahçe’ye yapılmakta olan operasyon çok değerli bir amaçla yapılmaktadır.” gibi sunulunca, yargısız infaz, her türlü hukuk dışı, son derece iğrenç ve aşağılık bir medya manipülasyonuna sesinizi yükselttiğiniz anda “Sen temiz futbol istemiyor musun?” veya “Bu ne fanatizm! Fenerbahçeli olabilirsin ama, bu; ahlak ölçülerinin, temiz toplumun üzerinde midir yani? Gerçek bir Fenerbahçeliysen, senin futbolun temizlenmesini istemen lazım” gibi karşı propaganda kozları oluşturuldu. Makyavelizmden kastım bu…

"SEN HANGİ TAKIMLISIN? GALATASARAYLI.. O ZAMAN GALATASARAY'DAN KONUŞMAYA BAŞLAYALIM?

Medya bunu bol miktarda yaptı. Ben her zaman, o dönemde de, bu tartışmalarda şunu söyledim: Bu argümanları getirenlere “Sen hangi takımı tutuyorsun?” sorusunu sormak lazım… Sorulduğu zaman, bunların pek azı Fenerbahçeli çıkıyor. Fenerbahçeli olanlara da “çakma Fenerbahçeli” diyorum. Öyle Fenerbahçeli falan olunmaz. Bu çok yüce amaçlara sahip olanlar, genellikle Galatasaraylı, Trabzonsporlu, birazı Beşiktaşlı filan… Kamuoyunu yönlendirenler, köşe yazarları bana söylüyorlar: “Bunu sen yapma! O zaman siyasi konumunu da sarsarsın. O zaman kimseyi inandıramazsın. Hâlbuki biz siyaseten senle aynı hatta duran insanlarız. İşte demokrasi isteyen, Türkiye’de özgürlüklerden yana olan…”. Bu sefer sen, bu tavrı alarak ona da sıkıntı getiriyorsun. E güzel, bu ahlaki tavrı alalım. Sen hangi takımı tutuyorsun onu söyle. Galatasaraylı… Galatasaray’dan konuşmaya başlayalım, madem temiz futbol! 8-0lık Ankaragücü maçından başlayalım, Galatasaray’ın dört sene üst üste şampiyon olduğu dönemde Mehmet Ağar… Bunu söyleyince “işi saptırıyor” oluyoruz. Makyavelizmden kastım bunlar…

"MEDYA ÜZERİNDEN YARGISIZ İNFAZ YAPILDI"


*Bu soruşturmaya ve verilen kararlara sermaye ile siyasetin etkisi var mıdır?


Şimdi, bu bir polis operasyonu olarak başladı. Polis yürütmenin bir parçası… “Adli polis” diye bir şey yok Türkiye’de. Yargıya intikal etmiş bir soruşturma var. Yargı da polise “Git, delil topla” diyor. Polis de, sözde bağımsız yargının tamamıyla hukuk sınırları içindeki davranışlarının sonucu olarak delil topluyor. Bulduğu delilleri geçiyor, ondan sonra yargı süreci devam ediyor… Böyle bir durum yok Türkiye’de. Bu bir polis operasyonu olarak başladı. İş yargıya intikal etmeden önce, medya aracılığıyla, polisin medya manipülasyonu üzerine medya da buna gönüllü olarak katıldı. Medya üzerinden yargısız infaz, soruşturma yeni başladıktan 3-4 gün sonra yapıldı; bitti. Aziz Yıldırım, 3 Temmuz sabahı gözaltına alındığı andan itibaren, ilk yetmiş iki saati medya üzerinden kolektif olarak yürütülen bir yargısız infaza dönüştü. Daha Aziz Yıldırım ifade dahi vermemişti. Bırakın mahkemeye sevk edilmiş olmasını, polis ifadesi yokken çarmıha gerildi; çivilendi ve suçlu olarak ilan edildi.

"POLİS DEDİĞİMİZ YÜRÜTMENİN KONTROLÜNDE"

Polis dediğimiz, netice itibariyle, yürütmenin kontrolünde… Aziz Yıldırım, herhangi birisi değil: Fenerbahçe Klübü’nün başkanı. Fenerbahçe çok büyük bir camia… Dolayısıyla, böyle bir operasyonunun, bütün suçlamalar altında yürütülen operasyonun, toplumun geniş katmanlarında yankı bulmaması düşünülemez.

İşin sermaye boyutu da olabilir. Ben, ilk kırk sekiz saati bekledim. “İddiaları doğrulayacak bir şey varsa, o zaman yapacak bir şey yok” diye… Eğer değilse, bir şey çıkmazsa, o zaman bu bir güç mücadelesidir. Bu bir iktidar mücadelesidir.

"1953'TEN BERİ MAÇ İZLİYORUM. BU SEZON ŞİKE OLAN TEK BİR SEKANS YOK"

Şunu söyleyeceğim: 3 Temmuz sabahı saat on sularında tatildeydim ben. Deniz kenarında bilgisayarı açıp internette ne var ne yok diye bakarken, Aziz Yıldırım’ın gözaltına alındığını okudum. İlk çağrışımım, o an, “Anladım!” dedim kendi kendime. l Neden inanamadım? Sadece Fenerbahçeli olduğum için gelen bir tepkisellikten değil. Fenerbahçe’nin şikeyle şampiyon olduğu ithamı üzerinden başlatılan bir operasyon bu… Yahu, ben bütün maçlarını seyrettim Fenerbahçe’nin. Eğer iddialar doğruysa, Fenerbahçe yönetimi, bizim gazabımızdan kurtulamaz. Çünkü aşağılanmış, alay edilmiş, aldatılmış hissederim kendimi. Hayatım kararmış; tansiyonum fırlamış; inmiş; dalgalanmışız; bir haftayı gerilimle geçirmişiz; bir maç doksan dakika ve ayılıp bayılmışsın; sonra inanılmaz coşkulara kapılmışsın... Meğer bunların hepsi yalanmış! Benim şahsiyetime, bundan ağır bir hakaret olamaz. Beni aldatan, benim klübümün yönetimiyse o zaman onun boğazına sarılırım ben. Ama bir yandan da, bütün maçları seyrettim. 1953 yılından beri de maç seyrediyorum. Aykut Kocaman’ın söylediği gibi, biraz futbolla haşır neşirsen, bağlanmış maçı hissedersin. Fenerbahçe’nin geçen sezonun ikinci yarısında kazandığı maçların hiç birisinde tek bir sekans buna uygun değil. Ama Trabzon? Bir sürü maçını sekseninci dakikadan sonra attığı gollerle ya maçı ya da beraberliği kurtardı.

Fenerbahçe-Gaziantep maçı’nda (tepeyi işaret ederek) son dakikada o gol geldiğinde, gücümüz olsa, kafamız şu direklere çarpacaktı. Yahu, Buca maçına bak. Dünyada bizim kazma Guiza’nın, oyuna girdikten hemen sonra top yere bile değmeden, o pozisyonda o golü atacağını nasıl ayarlayabilirsin? Mantık var, Guiza’nın evveliyatı var. Futbol denen olayın kendi kuralları var filan.

"BU BİR İKTİDAR MÜCADELESİDİR"

İşin başındaki tepkime dönersem; yani, bu ülkede iki cumhuriyetin olmayacağına, iktidar mücadelesidir bu. Türkiye’ye hükmeden güç, yüzde elli oyla da iktidarda, müdahil olamadığı büyük alanlardan bir tanesi ve en başındaki, Fenerbahçe… Orduyu iyi yaptılar; olması gereken konuma ittiler. Buna bir itirazım yok. Yargıda operasyon gerekiyordu. Gerçi yeni HSYK’nın yapısı tartışılabilir ama eski yargının tutulur bir yanı yoktu. Siyaseten, “vesayet rejimi” diyorduk. Vesayet rejiminin kalelerine girildi. Spor çok önemli bir alan, özellikle de futbol… Fenerbahçe de bu alanın kralı Türkiye’de… Bu kadar büyük bir iktidar gücünün de giremediği bir alan aynı zamanda. Ha, girmesi gerekiyor mu? Bu ayrı mesele…

"FENERBAHÇE'YE HAKSIZCA SALDIRIRSAN BU BENİM HAREM'İ İSMETİME GİRMİŞİN DEMEKTİR"

Futbolun siyasetle ilişkisini ben de biliyorum yıllardır bu işlerle uğraşan biri olarak. Ama çok fazla irtibatlarsanız, işin tadı kaçar, zapt edemezsiniz. Mesela şu konuşmayı yaptığımız yerde, sekiz senedir oturuyorum ben. Artık herkesle, iki-üç ay ayrı kaldığımızda sarılıp öpüşüyoruz; neredeyse akraba olduk. Bir maçta, biri maç başlamadan üç-dört dakika önce geldi ve dedi ki: Yahu, “Cengiz ağabey, şimdi bir arkadaşım geliyor. Ergenekon’dan tahliye oldu iki gün önce.”. Benim Ergenekon konusundaki tavrım belli. Ergenekon’dan iki gün önce tahliye olmuş adam, gelip önümüzde oturacak… Neyse, geldi. “Geçmiş olsun” filan dedim. Sonra “Yahu, hatırlamıyor musun? Yeni Demokrasi Hareketi’nde beraberdik. Samsun grubunda örgütlenme sorumlusuydum.” dedi. Hayal meyal hatırladım. Neyse… Birazdan bizim takım golü attı. O da tam önümde oturuyordu. İkimiz de havaya fırladık; sarıldık; öpüştük. E, şimdi orada Ergenekon’u, bilmem nesi var mı? Benim nazarımda Ergenekon bağlantısı neyse, onların gözünde de ben yüz seksen derece zıtım, hasım durumundayım. Ama futbol böyle bir şey… Çapraz kesen bir şey… Bunun içine ince siyaseti soktuğunuz zaman olmaz. Mesela, Bedri Baykam’la selamlaşmam bile. Ama eminim ki, her Fenerbahçe maçının sonunda ben ne hissediyorsam, o da onu hissediyor. “Vay, o Fenerli, ben değilim”… Mantığı yoktur bunun. Siyasetle ilişkisi vardır futbolun. Kaç tane yabancı dilde kitap çıktı bu konuda. Özellikle eski Yugoslavya’da, İskoçya’da, Arjantin’de… Ama sen iktidarın siyaseten yaptıklarını desteklesen de, Fenerbahçe’ye haksızca, münasebetsizce ve kabaca saldırırsan, bu benim harem-i ismetime girmek demektir.

"BU İKİ CUMHURİYET BİR ARADA OLMAZ HAREKATIDIR"

Bir istisnası var: Fenerbahçe yönetimi iddialara dayanak teşkil edecek şeyler yaptıysa, diyecek söz yoktur; boğazına bizim yapışmamız lazımdır. Ama bu, “İki cumhuriyet bir arada olmaz” harekatıdır. Neymiş? Fenerbahçe, şampiyonluğu şikeyle kazanmış. Yok artık! Seyrettik bütün maçları. Neler yaşadığımızı biliyoruz. Onun için inanamadım. Fakat iddiaların olduğu dendi. Bekledik kırk sekiz saat. Ortaya bir tiyatro çıktı! Emenike bavulla para alıyordu, Cüneyt Çakır çağırılmış Beşiktaş maçına… Yahu kardeşim, -varsayalım ki bunlar doğru- sizin zerre kadar futbolla ilintiniz varsa, Cüneyt Çakır’ın Türkiye’nin FIFA kokartlı ve en iyi hakemi olduğunu bilirsiniz. Eğer, Beşiktaş maçında Fenerbahçe’ye maç kazandıracak şekilde düdük çaldıysa, o zaman doğru. Almeida o golü atsa ne olacaktı? Ferrari’ye “Şike yaptı” dese anlarım. Bilerek Lugano’ya vurdu filan… E, yaptığı penaltıydı. Futbol kuralları dışında, hakemler de hata yapar da, hatasız bir maç yönetti. Hakemlerden çok dili yanmış Fenerbahçe Klübü’nün başkanının, Federasyon’a telefon edip, Türkiye’nin en iyi hakemini kendi maçına istemesinden doğal ne olabilir?

"GÜNDEME GETİRİLEN O KAYITLARDA ŞİKE YOK"

Sonra ses kayıtları döküldü. Taraf gazetesi başta olmak üzere, çarşaf çarşaf yayınlandı bir kampanya halinde. Okuduk. “Hâlâ savunuyor musun?”. Kardeşim, okuduğum kayıtlarda şike yok. Şike denen şey nedir? Maç bağlamaktır. Gündeme getirilen o kayıtlarda, Fenerbahçe’nn maç bağladığına, rakibini elde ettiğine dair hiçbir şey yok. “E, duymuyor musun Aziz Yıldırım’ı?”. Duyuyorum! Orada, Fenerbahçe’ye verilen saha kapatma cezasının verilmemesi ya da verilmiş cezanın asgariye indirilmesi ve Fenerbahçe’nin rakibi olan takımın teşvikini engellemeye yönelik girişimler var. Görevini yapıyor. Zaten, onun için, bunları yapsın diye başkan getirdik. Fenerbahçe’nin maç bağladığına dair hiçbir şey yok.

"İSNAD EDİLEN SUÇ UTANÇ VERİCİ. 'SİLAHLI ÖRGÜT KURMAK'"

Bunlarda bir şey olmadığı gibi, isnad edilen suç, utanç verici: Çıkar amaçlı silahlı örgüt kurmak ve yönetmek. Buna en terbiyeli tepki “Çüş!” olabilir. Bu örgüt kim ya? Hele ben, gençliğimde gizli örgüt mensubu olmuş bir adamım. İyi-kötü bir fikrimiz var, biz de yargılandık. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi… Bir örgütün yönetimi olur, üyeleri olur… Silahlı mücadeleden de yanaydık. Bu işleri bilmeyen birisi değiliz. Peki, nerede bu örgüt? Kim? Silahlı örgüt kurmak diyorlar, silahlar nerede? Altı tane silah teşhir ettiler televizyonda. Aziz Yıldırım’a ait değil… Yahu, bir de, şike yapmak için silahlı örgüt kurmaya gerek mi var Allah aşkına?

"SPOR HUKUKUNA GİRİYORSA NEDEN ÖZEL YETKİLİ MAHKEMEDE YARGILANIYOR?"

Spor hukukuna girer diyorlar. Spor hukukuna giriyorsa, özel yetkili mahkemede niye yargılanıyor? Hukuk duygusu açısından, adalet duygusu açısından iler tutar yanı yok. Netice itibariyle, bu bir Fenerbahçe operasyonuna dönüşmüş durumda. Doğrudan hedef de Aziz Yıldırım’ın kendisi. Bu operasyonu meşrulaştırmak için, Beşiktaş’ın teknik direktörü, ikinci başkanı içeride. Onlar zavallılar. Şu anlamda zavallılar: Hasan Ali Atasoy’un bir lafı var, “Onlar Fenerbahçe operasyonunun narkozu”. Bu operasyon, şike operasyonu filan değil. Bu operasyon, Fenerbahçe operasyonudur. İktidarın, tamamıyla bütün alanlara iktidarını yayma ihtiyacının ürettiği bir durumdur.

"FENERBAHÇE'NİN ÖZERK GÜCÜ İKTİDAR AÇISINDAN SIKINTILI"

Sermaye tarafı da vardır. Fenerbahçe aynı zamanda para basan bir makine… Türkiye’de sermaye her zaman devletin dizinin üstünde büyüyerek, İstanbul’un en büyük holdingleri de devlete dayanarak var olmuşlardır. Bu Fenerbahçe, enteresan bir camia… Özerk bir mali güç bu… Kendi kendini üretip besleyebiliyor. Büyük bir para alanı ama devlete bağlı değil. Şu an oturduğumuz stadı da, devletten bir kuruş almadan Fenerbahçe Klübü yaptı. Galatasaray’ın stadının nasıl yapıldığını, Beşiktaş’ınkinin nasıl yapılacağını biliyoruz. Şimdi, Fenerbahçe, o kadar özerk bir alan ki; bu kadar özerklik iktidar açısından sıkıntılı bir şey. İktidarını yayamadığın büyük bir alan…

“KOMPLOYLA AÇIKLAMAYI SEVMEM, AMA…”


UEFA-TFF görüşmesi oldu. Şampiyonlar Ligi’ne Trabzon gönderildi. Fenerbahçe küme düşürülmedi. Sadri Şener’in yasağı kaldırıldı…

TFF ile ilgili birkaç şey söylemek ihtiyacındayım. Kendi siyasi yazılarımda komplo teorilerini sevmeyen, hatta tepkisel ve alaycı davranan birisiyim ama maalesef Fenerbahçe’ye ilişkin olarak bu operasyonda çok kuvvetli bir komplo kokusu alıyorum. Komplo teorilerine karşıyım ama dünyada hiç komplo yoktur diye bir durum da yok. Komplolar var da, her şeyi komployla izah etmek doğru değil. Ama komploya çok sağlam kanıt teşkil edecek bir tarafı var bu işin.

Birkaç basit ölçüden hareket edelim. Türkiye’de 12 Haziran’da seçim oldu. Birdenbire, hiç hesapta yokken Federasyon’un genel kurulu söz konusu oldu. Mahmut Özgener indirildi. Birtakım adaylar çıktı. Göksel Gümüşdağ, Mehmet Atalay çıktı. Sonra hiç hesapta yokken, Mehmet Ali Aydınlar çıktı ve öyle bir çıktı ki, tek başına gelirse gelecek! Diğer adaylar sessizce çekiliverdiler. Mehmet Ali Aydınlar, koyduğu şarta uygun olarak tek başına 29 Haziran günü, seçimelrden on yedi gün sonra. Dört gün sonra bu operasyon başladı. Sonra operasyon başladığı zaman, basına yansıyan bilgilerden öğreniyoruz ki bilmem ta ne zamandır yapılan ortam dinlemeleri, delil toplamalar varmış. Yani, bu operasyon yapılacakmış. Arkasından Federasyon’un kendi performansı var ortada. Bir hafta sonra kalktılar, dediler ki: Geçen yılki lig tescil edilmiştir. Aynen devam edecektir, Fenerbahçe lig, Beşiktaş kupa şampiyonudur, Süper Kupa oynayacaklardır…

Kura çekimine 24 saatten az bir süre kala, Şampiyonlar Ligi’ne Fenerbahçe gönderilmekten men edildi. Gece yarısı olmadan, Trabzon’un gönderileceği söylendi. Üstelik Trabzon, ikinci konumundan Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynamış ve elenmişti. UEFA tarihinde böyle bir kepazelik, komedi yok! Trabzon alındı. Trabzonspor Klübü’nün başkanı, kura çekimine gidemeyecek durumdaydı. 24 saat sonra da o ceza kaldırıldı! Bütün bu kronolojiyi bir araya getirdiğin zaman, Federasyon’un bu komplonun merkezinde olduğu sonucu çıkıyor. Dolayısıyla, bundan sonrası için de hiç kimse kefil olamaz.

"BU LİG BENİM İÇİN BİR TİYATRODUR"

Federasyon ligin ortasında, play-offlar sırasında ya da sonrasında Fenerbahçe’ye ne yapar? Her şeyi yapar. İşte, tam Aykut Kocaman’ın dediği gibi, boynumuzda iple maça çıkıyoruz. O yüzden, bu lig benim için bir tiyatrodur. Fenerbahçe, bu tiyatronun içinde direniş unsuru olarak bulunmaktadır. Fenerbahçe’nin maç sonuçlarının hiçbir önemi yok. Sadece dirensin! Sportif anlamda hiçbir önemi yok. Tabii ki, kazandığı zaman mutlu oluyoruz; onur duyuyoruz. Kaybederse de “Niye kaybettin? Öyle mi taktik verilirdi? Arkana adam kaçırdın! Beş metreden topu ıskaladın” hiç önemi yok.

Hele dün, yani bu konuşmayı yaptığımız güne göre dün, Kuddusi Müftüoğlu’nun Galatasaray’a verdiği penaltı, Samsunspor kalecesini kırmızı kartla oyun dışı bırakması… Allah göstermesin, şimdi değil; herhangi bir lig sezonunda Fenerbahçe’ye böyle bir karar, beş sene filan konuşulurdu.

"BU OPERASYON FENERBAHÇE YÖNETİMİNİ YIKMA OPERASYONUDUR"

Bu operasyon Aziz Yıldırım’ı nişan alarak yapılmış olduğu için, Fenerbahçe Yönetimi’ni yıkma operasyonuydu bu. Yıkarken de Fenerbahçe’y aşağı atacaklardı. Başardılar da… Ama bir şeyi başaramadılar: Yönetimi yıkamadılar. Hiç beklenmedik bir şey oldu. Camiasıyla, olmadığı ölçüde, tahmin edilemeyeceği ölçüde, görülemiş bir ölçüde kenetlenme oldu. Aziz Yıldırım istifa etmedi. Eğer gözaltına alındıktan ya da tutuklandıktan sonra Aziz Yıldırım istifa etmiş olsaydı veya Fenerbahçe onu gözden çıkarsaydı, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’ne gitmişti.

Fenerbahçe, Aziz Yıldırım’ı feda etmedikçe, kenetlenmeye devam ettikçe, futbol takımı da sahada direnişini maçlara çıkarak ve mücadele ederek, başararak devam ettirdiği müddetçe, Fenerbahçe’ye her türlü kötülük yapılabilir.

Karşıdaki büyük koalisyonun(buna UEFA da dahil), yenilgiye uğratılmasının tek imkanı da direnmeye devam etmek.


“MEDYA, F.BAHÇE’Yİ KOLLASAYDI İKTİDARLA ÇATIŞIRDI”


Medyanın Fenerbahçe taraftarının eylemlerine, sözgelimi yüz binlerce kişiyle Boğaziçi Köprüsü’ne yürümesine ve baskı aygıtının sert müdahalesine tepkisiz kalması bize neyi gösteriyor?

Fenerbahçe’ye bu operasyonu yapanların ellerinde çok önemli bir koz var. Futbol, taraftarlık demektir. Bu öyle bir şey ki, milliyet duygusunun hatta din bağının bile ötesine çıkıyor. İnsanlar din değiştirebiliyor. Vatandaşlık da değiştirebiliyor. Ama taraftarlık değişmiyor! Çok kalıcı, çok güçlü bir kimlik bu… Siz Fenerbahçe’ye karşı bir operasyon yapıyorsanız, -bunu haksız bile bulsalar- Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı, Trabzonsporlusu büyük bir heyecan duymaz. “Böyle bir rezalet olur mu?” diye… Mevcut iktidar, medyaya çok hakim bir iktidar. Fenerbahçe’yi kollayan bir medya politikası, iktidarla çatışma, iktidara başkaldırma anlamına gelecekti. Ondan da kaçındılar. Bu operasyon kararı alındığı zaman, muhtemelen medyanın kolay manipüle edileceği ve fazla direnç gösteremeyeceği hesabı, doğru olarak yapılmıştır. Fenerbahçe’nin ortaya koyduğu tepki medyada hak ettiği yeri bulmadı. Zaten bu operasyon medya sayesinde yapıldı. Yargısız infaz medya üzerinden yapıldı.

“BEN AZİZ YILDIRIM’I FENERBAHÇE İÇİN İSTİYORUM!”


Yıllardır siyasal ve toplumsal iktidara karşı düşünceleriyle azınlıkta kalanların, söz konusu Fenerbahçe olunca, bahsettiğiniz bu manipülasyona katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Böylelerine ben de rastladım. Bir kere, Türkiye’de senin az önce tanımladığın türden insanların kafası bir kavramla çok güzel yıkanmıştır. Bu da “Futbol kitlelerin afyonudur.” lafıdır. Çok fazla siyaset sevenlerin, ideolojik pozisyonları olanların, büyükçe bir bölümü için (tamamı değil çünkü kendim de o camiadayım) geçerli. “Yahu, ne var yani bunda? Bir topun peşinden yirmi iki kişi koşuyor.” gibi bir tepeden bakış vardı. Bir de bunu ideolojik bir çerçeveye sokmak isteyince, “İşte kitleleri böyle uyutuyorlar. Salazar ne demiş Portekiz’de?” diye… Hâlbuki tam öyle dememiş. “3F ile (Fiesta-Fado-Futbol) idare ettim” diyor. Bu çok saçma bir tezdir. Dünyanın ileri demokrasi demokrasilerinin olduğu ülkelerde de çok önemlidir futbol. İşte İngiltere, Almanya, Fransa… Dünyanın çok ünlü siyaset adamları, futbol tutkunudur. Henry Kissinger mesela. Dolayısıyla, bu zokayı yemiş çok insan vardır. Bu konuda duyarsızlık hali var ve bu yeme de kolay geldiler. “Temiz toplu, temiz futbol”, “Fenerbahçe şike yaparak şampiyon olmuş”. Allah Allah! Futbolla alakan yoksa, küçümseyerek bakagelmişsen, bu senin bilmediğin bir alana ilişkin bir şey.

Genel fotoğrafa baktığımızda da, Fenerbahçe başkanı ve yönetimi, farklı ilişkiler içinde. Çoğu da müteahhit bunların. Aziz Yıldırım, NATO müteahhidi bir ailenin ferdi. Aziz Yıldırım’ı yakından tanımazsanız, NATO’yla ve Genelkurmay’la sürekli iş tutan birisi… Aile öyle, doğru! Esas da dayısıdır. Aziz Yıldırım’ı ben biliyorum. Yirmi dört saatin, yirmi altısı Fenerbahçe’yle yatıp kalkan bir adam…

"BEN AZİZ YILDIRIM'I İYİ BİR BAŞKAN OLARAK GÖRÜYORUM"

Aziz Yıldırım, Fenerbahçe Klübü başkanı. Ben de Fenerbahçeliyim. “Aziz Yıldırım’la aynı siyasi idealleri paylaşıyor musun ya da birlikte tatil yapar mısın?” diye sorulsa, muhtemelen “Hayır” derim. Bana ne! Ben Aziz Yıldırım’ı iyi bir başkan olarak görüyorum. Fenerbahçe’yi tesislerle zenginleştirdi; klübü büyüttü; camiayı birleştirdi. Kökten bir dinci gibi, kökten bir Fenerbahçeli olarak, bir Fenerbahçe başkanından ne isteyebileceksem hepsini yaptı. Ondan sonra, kimle ilişkisi neymiş; kimle yemeğe gidiyormuş; kimle tatile çıkıyormuş beni ilgilendirmiyor. Ben onu Fenerbahçe için istiyorum. Benim damak tadıma çok uygun, ideolojik pozisyonlarımla da örtüşen birisi aynı işleri yapıyorsa, tamam! Ama, yapmıyorsa ve Aziz Yıldırım bu işleri yapıyorsa; Yıldırım’ı tercih ederim. Fenerbahçe için. Çünkü konu Fenerbahçe… Futbolla hiç ilgili olmayanlar, Aziz Yıldırım’ın kartvizitini görünce, NATO müteahhitliği, askeri otoritenin içinde tanıdıkları olması nedeniyle bir anda “Yahu, baksana bu adamın kimlerle ilişkisi var! Bu adamı mı savunuyorsun?” diyebiliyor. Operasyonu planlayanların, bütün bu unsurları isabetle düşünmüş olabilecekleri kanısındayım.

“ORTADA YARGISIZ İNFAZ VAR!”


Hukuki süreci nasıl gözlemliyorsunuz? 28 Şubat örneği vermiştiniz…

Çok uyuşan yanı var. Ben 28 Şubat zedeyim. Andıç yemiş adamım. Bana ve Mehmet Ali Birand’a yönelik iftirayla oluştu. Andıç neydi esas olarak? Bir tür yargısız infazdı ve medya aracılığıyla yapıldı. Burada da Aziz Yıldırım’a yapılan, bize andıçta uygulananın bir benzeriydi. Kendi başıma gelenden bildiğim için, anladım ve bunun medya üzerinden alçakça bir yargısız infaz olduğunu söyledim.

Yargısız infaz var. Bunun kanıtları da ortaya çıktı. Aziz Yıldırım, sağlık nedenleriyle daha polis ifadesi alınmadığında hastaneye götürüldüğü zaman, ikamet yeri olarak Metris Cezaevi gösterildi polisten gelen dosyada! Yahu, daha polis ifadesi bile alınmamış. Daha kırk sekiz saat dolmamış. Orada da medya gazı veriyor! “Emenike bavulla alıyor, görüntü var” bilmem ne…

"ADAMIN TUTUKLANMASINA MESNET SORULARA BAKIYORSUNUZ, İPE SAPA GELMEZ SORULAR"

Ondan sonraki süreç de adaletin yüz karasıdır. Adam tutuklandı. Tutuklanmasına mesnet sorulara bakıyorsunuz, ipe sapa gelmez sorular. Bir de verilen cevaplarla yan yana getirdiğin zaman, nasıl tutukluyorsun adamı? Ne hakla? Haydi, tutuklandı… Demokrat Yargı Derneği başkanı, yargıç Orhan Gazi Ertekin’in Express’e konuştu. Kabaca: “Filanca maçın sonucu önceden biliniyordu. Ortam dinlemesine takıldı. Savcılar maçların sonucunu bilerek seyrediyormuş. Suçtur.” diyor. İsnad edilen suç değil, bunun kendisi suç! Madem delil var elinde, ele geçirmişsin, suçüstü yap. Müteselsil bir suç var orada.

Şuna benziyor: Birinin adam öldüreceğini öğreniyorsun. Öldürüyor. “Hah, biz biliyorduk zaten.”. Sonra birisini daha öldürüyorlar. Örgüt ya bunlar! Aylar sonra sen diyorsun ki, “Bu, seri katildir. Ben bunu biliyordum. İşte kanıtları.” O kadar adam öldü? Senin görevin, güvenlik ve hukuk gücü olarak cinayeti engellemek…

"MADEM ŞİKEYİ TESPİT ETTİN, SUÇÜSTÜ YAP!"

Burada da aynısı… Şikeyi tespit ettin madem, suçüstü yap ve bitir işi. Hukuken söylenen şeyin manası yok. Böyle rezalet bir adalet mekanizması var Türkiye’de. Sonra da mecburen, önüne gelen “Türk adaletine güvenimiz sonsuz” diyor. Benim hiçbir güvenim yok. Sebebi de bunlara değil çok basit bir ölçüye dayanıyor: AİHM, iç hukukta da üstün… Nasıl gidiyorsun AİHM’e? Türkiye’de bütün adalet yolları tıkandığı zaman. AİHM’de Türkiye başvuru ve bozulan kararları olarak rekor sahibi! Hangi kararı bozuyor? Türk yargısının… Ölçüyü oradan tutturacağız. Bu yargıya güvenmiyorum. Çarem yok..

Aziz Yıldırım’a ve Fenerbahçe’ye uygulanan süreç, adalet bakımından yüz karasıdır. Yahu, yatacak yeri yok bu adaletin!

“H.AVCI NE KADAR DEVRİMCİ KARARGAH ÜYESİYSE, A. YILDIRIM DA O KADAR SİLAHLI ÖRGÜT KURUCUSU”


Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargâh gibi davalarla benzerlikleri oldu mu?

Şimdi, Ergenekon’da, Balyoz’da aldığım pozisyonlar nedeniyle bazıları diyor ki, “Sen onları savunmuştun, Fenerbahçe olunca yana değilsin… Aynı polis teşkilatı, aynı adliye…”.

Ergenekon da Balyoz da TSK’yı, darbe girişimciliğini ifade ediyor. Bu soruşturmalar, Neptün’de, Uranüs’te, Satürn’de yapılmıyor. Türkiye’de yapılıyor. Türkiye, modern, post-modern, açık, gizli bir sürü askeri darbe gördü. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan e-muhtırası… Ondan sonra, çarşaf çarşaf ortaya çıkmış olan Sarıkız, Ayışığı bilmem ne darbe hazırlıkları… Kanıtları var. Ümraniye, Eskişehir, Poyrazköy… İstiklal Marşı’ndaki, “Toprağı sıksan şüheda” sözü var ya, silah fışkırıyor içinden! Sahipleri belli, ilişkileri ortaya çıkmış. Orada kanıtlar var. E, Işık Koşaner’in ses kaydında açığa çıktı zaten. “Yahu, imha etmiştik bunları. Nerden çıktı?” falan filan… Kanıtları ortada olan şeyler. Ha, kurunun yanında yaşlar var mı? Var! Ama bu, soruşturmaların dayanaksız olduğu anlamına gelmiyor.

"TÜRKİYE'NİN EN İYİ HAKEMİNİ İSTEMEK ŞİKE DEĞİL!"

Mesela Ahmet Şık ve Nedim Şener bence Ergenekon örgütünün üyeleri değiller. Varsayalım ki, olsalar bile, eldeki belgeler, bunu kanıtlamaya asla yeterli değil.

Fenerbahçe davasında, Ergenekon’da olmayan bir şey var. Ergenekon’a bakarsak… Türkiye daha önce askeri darbeler yaşamış. Kanıtları var –ki bizzat failleri ortaya koymuş-. İşte, Genelkurmay’dan Işık Koşaner’in kaydı… Fenerbahçe’de böyle bir durum yok. Gösterilen kayıtlar neler? Mahmut Özgener’le konuşmuş. Ortaya dökülen kanıtlarda, şike iddiasını doğrulayacak bir şekilde, Fenerbahçe’nin kendi maçını bağladığına dair bir tane şey var mı? Fenerbahçe’nin rakiplerinin teşviklerini engelleme çabası var; seyircisiz oynama cezasını asgariye indirme talebi var; Türkiye’nin en iyi hakemini isteme talebi var. İyi de, bunlar şike değil!

"VİCDAN ÖNEMLİ BİR MAKASTIR"

Bir de “vicdan” kavramı çok çok önemli bir şeydir. Çünkü, adalet dediğiniz, sadece kanun maddeleriyle ifade edilmez. Adalet duygusu vicdanlarda yer bulmadıysa, o zaman o zaman bir yanlışlık var demektir. Kanunun hangi maddesinde yazarsa yazsın; o, vicdanlarda makes bulmadıysa bir yanlışlık var demektir. Fenerbahçe’ye yapılanşlar, milyonlarca Fenerbahçelinin vicdanını incitti. O zaman adaletsizlik var; bu kadar basit.
Devamı ...

21 Eylül 2011

Naz Aydemir ve Milli Takım Meselesi



Dünya durdukça başımızda kalmasını dilediğimiz Voleybol Federasyonu dün ilginç bir kararla sakatlığı nedeniyle Milli Takım kampına katılmayan Naz Aydemir'i ceza kuruluna sevk etmiş. Gerekçesi de Naz'ın sakat olduğunu belirtip ameliyat olacağını söylemesine rağmen kulübünde çalışmalara katılmasıymış.

Voleybol Federasyonu'na göre bildimiz gibi ligler oyuncular, kulüpler falan tamamen teferruat. Önemli olan milli takımın başarısı. Daha iki ay önce yabancı sınırını yerli oyuncular fazla süre alsın diye düşüren hatta sahadaki oyunculara milli olup olmadıklarına, yabancı olup olmadıklarına genç olup olmadıklarına göre belli puanlar vererek maçları bir ALES sınavı sorusuna çevirecek önerilier sunan bir federasyondan bahsediyoruz.

Şimdi bu federasyona göre bir oyuncunun sakat olmasının kendini kötü hissetmesinin falan hiç bir önemi yok. Milli takıma çağrılmışsan ayağın kopsa da oynayacaksın. Ameliyat olacaksan 3 ay ertelersin olur biter, kariyerinin geri kalan kısmını riske atmak falan hiç bir şey ifade etmiyor. Naz'ın durumu özelinde Naz'ın ameliyat olup olmayacağı kendisine bırakılmış bir mesele. Doktorlar iki farklı tedavi önermiş birisi ameliyat içeren birisi içermeyen. Oyuncu bu iki alternatif arasında henüz tercihini yapmamış ancak kesin bir durum var ki bu oyuncunun şu an voleybol oynaması ya da kısa vadede voleybol oynaması imkansız. Voleybol Federasyonu'nun bunu bile bile Naz'ı ceza kuruluna sevk etmesi bu ülkede görmeye alışık olduğumuz otoriter zihniyetin aptal bir göstergesi daha.

Şimdi bu durumu geçelim, Naz gerçekten oynayabilecek fiziki durumda ve sakat değil, ancak milli takımda oynamak istemediğini belirtip kampa katılmıyor. Bizim bütün federasyonlarda Türkiye Liginde görev yapan herhangi bir milli sporcunun davet edilip de milli takıma gelmemesi cezai yaptırıma neden oluyor. Oysa adı üstünde milli takıma oyuncu "davet" edilir, gelip gelmemek milli takım için oynayıp oynamamak oyuncunun tasarrufuna bırakılmalıdır. Bir sporcunun milli takımda oynamak istememesi hangi nedenle olursa olsun gayet doğal bir haktır, kendini kötü hissettiği, heyecan duymadığı, milliyetçi bir söylemin içinde yer almak istemediği gibi nedenlerle birisi milli takımda oynamadı diye linç edilip spor kariyeri federasyon yönetcisinin iki dudağına bırakılıyorsa oraya ileri demokrasi değil Kuzey Kore denir.

Başkaları için son derece radikal ya da Fenerbahçe kibri falan gelebilir ama ben zaten özellikle 3 Temmuz'dan bu yana hiç bir branşta milli takıma oyuncu verilmesini istemiyorum. Federasyonların bu pespaye tutumlarını, Fenerbahçe'ye karşı hoyratlıklarını görüp de hala bu ülkenin sporuna Fenerbahçe'nin katkısını istemek de bana göre fazla iyimserlik. Naz'ın ceza kuruluna sevk edilmesinin ardından keşke Milli Takım kampından Eda ve Seda 'da bu duruma tepki gösterip ayrılsa ne kadar iyi olurdu.

Federasyon doktorlarınca sakatlığı gizlenen, milli takımda sakatken oynamadı diye ceza verilmesi istenilen sporcular umarım bir gün kurşun asker olmadıklarını anlarlar. Vicdani reddin yasal olması gerektiğini tartışırken milli takıma gitmedi diye oyuncuya ceza verilmesi kadar dangalakça bir uygulama olamaz. Fenerbahçe kulübü de taraftarı Naz Aydemir'in arkasındadır. Fenerbahçe'ye kupa verirken dünyanın en hüzünlü adamı olan Erol Ünal Karabıyık'ın egosuna Naz'ı feda ettirmeyiz.
Devamı ...

İncileriniz Dökülmedi Değil mi?



PVH'ın deyimiyle "milyon yıldır" kaç milyon kere yazıp çizdik acaba? Kaç defa "Çocukların Fenerbahçeliliğini para ile zorlamayın. İnsanları bu 'yokluğun çoklukta olduğu' memlekette Fenerbahçe'den para yüzünden uzaklaştırmayın" diye yalvardık. Sayısız...

Ne oldu şimdi? Adeta federasyon zorlamasıyla yapılan bu muhteşem gövde gösterisi, "bilet fiyatlarını belirleyen" yerlerinizi mi ağrıttı, incilerinizi mi döktü, saygıdeğer Fenerbahçe yönetimi? Ne oldu? Hiçbir kötü şey olmadı. Bilakis her şey "çok güzel" oldu.

Peki bundan sonrası ne olacak? Sizin bildiğiniz eski hamamdaki eski tas gibi mi gidecek? Aman diyelim. Amanı bilir misiniz?


Beş sene önce yazılan şu aşağıdaki yazıyı, bundan beş sene sonra tekrar ettirmeyin bizlere. Fırsat bu fırsat. Şu tribünleri halka açın. Bilet fiyatlarına, en azından çocuklar için, bir çeki düzen verin. Bırakın fakir çocuklar da Fenerbahçelerini izlesinler. Asla pişman olmazsınız.


Bir çocuğu Fenerbahçeli yapmanın en kolay ve en bağlayıcı yoludur‚ o çocuğu maça götürmek. Forma almışsın (ki bizim gibi nispeten gençlerin çocukluk zamanında bile bu derece sebil değildi forma alma işleri)‚ kaşkol takmışsın‚ anlamaz çocuk. Atmosferi görünce bağlanır. Aklına kazınır‚ Fenerbahçe sevgisi.

Stadyumu boşken gezen çocukların sevinçle koşturup durmasını "Anneee‚ Fenerbahçe Stadındayız" diye gözleri pırıl pırıl bağırmalarını ve babalarını arayıp kıskandırmak istercesine "İşte misin babacım? Ben de stattayım" diye ağzı kulaklarında konuşmalarını görüp dinlerken bile insan hissediyor etkiyi.

Şimdi "Suyla dönmüyor kardeşim bu çarklar" gibi bir kabalıkla dile getirilen endüstriyel gerçeği (?) bir yana koyarsak; “bir sürü çocuğu kısa yoldan Fenerbahçeli yapmanın kolaylığını insanlara sağlamaktan imtina etmek ne kadar doğru?” diye soruyorum kendime.

Küçüktük. Maça gitmek için cebimizde harçlığımız kalmadığı zaman‚ ebeveynlerimize‚ "Siz bana şu kadar para verseniz şimdi. Ben maça gitsem. Sonra kesersiniz harçlığımdan" derdik. Onlar da ya doğrudan "Al bakalım kerata" derlerdi ya da önce "Sen hiç ders çalışma olur mu? Hep maçta olsun aklın" diye kinayeleyip, üzerine "Al bakalım kerata" diye eklerlerdi. Yani gidebilirdik.

Yaşadığımız ülke Türkiye’ydi. Öğrenci adamların ve küçük çocukların masrafları da harçlıkları da ekseriyetle belliydi. Fenerbahçe maçına gitmek için gereken şu kadar para‚ bu yukarıda adı geçen kümenin elemanları için o kadar uçuk bir para değildi.

Bir üstteki paragrafın ilk iki cümlesi hala geçerli ama üçüncü cümlede değişen bir şeyler var. Kaç küçük çocuk ya da öğrenci ailesine gidip de "Bana 50-100 YTL arası bir miktar versenize. Maça gideceğim" diyebilir. Kaç aile‚ çoluk çocuk gönül rahatlığıyla maça gelebilir?

Endüstriyellikte denge unsuru yok mudur? İnsanın içini acıtıyor bu göz göre göre halkın elinden kayıp uzaklara giden Fenerbahçe tribünleri. Oysa geçmişten bize mirastı o sıralar... Bakalım, bu son kuşaklardan sonra kaç kişi kalacak oralarda...

Devamı ...

Dünyanın En Güzel Maçı



Şayet bütün bunların bir anlamı varsa o da Fenerbahçe'nin acilen sembol değiştirmesi gerektiği oldu. Kanarya, zarif, tatlı bir hayvan ama bu camiayı temsil etmiyor. Böyle bir kulübe kanarya filan denmez, olsa olsa fil olur. Bu kadar eli ayağı bağlıyken, bunca tuzağa, iftiraya, yalana rağmen bu kadar büyük bir sevginin aktarıldığı mecra olmak büyüklük sınırlarını tekrar tarif etmemize neden olmalı.

3 Temmuz'da beri yaşadığımız bir faciadır. Hem hukuken, hem ahlaken hem de bu ülke tarihi adına karanlık bir sayfadır.

Daha geçenlerde silahlı örgüt yönetmek suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Mehmet Ağar bir Allah günü tutuklu yargılanmamışken, Şekip Mosturoğlu, Cemil Turan, Aziz Yıldırım, Serdal Adalı, Tayfur Havutçu, Korcan Çelikay gibi isimlerin 80 küsür gündür Metris'te tutuklanması akıl veya izanla bağdaşıyor mu?

Bu insanlarda hangi üstün meziyetler var ki, Türkiye'nin en dallı budaklı derinliklerinden birinin yöneticisi bir eski Adalet Bakanı'ndan daha fazla delilleri karartma ihtimalleri bulunuyor? Tabi işin delilleri karartmakla filan bir alakası da yok, Muhtesip de geçenlerde yazmıştı, örgütlü suçlarla itham edilenlerin CMK gereği tutuklu yargılanmaları mümkün. Her 100 vakanın 90'ında da bu böyle oluyor. Yani örgütlü suçla itham ediliyorsanız %90 tutuklu yargılanıyorsunuz. Adınız Mehmet Ağar filansa da 10'luk dilimdeki haklı yerinizle adalet sistemimizin nasıl da tıkır tıkır işlediği hakkında makalelere konu oluyorsunuz.

Bu rezilliği de savundular. Buralarda, twitterlarda, sözlüklerde, gazetelerde bu alçakça, ahmakça durumu alkışlarla, şenliklerle savundular. Mehmet Ağar gibilere bir Allah günü tutuklu yargılanma nasip olmazken Ahmet Şık'ın 203 gündür tutuklu yargılanması, İbrahim Akın'ın hala Metris'te olması gibi absürdlüklere yekünen gözlerini kapayıp sanat eseri bir soruşturma yapıldığını, savcının pek de güzel delilleri bir bir fas ettiğini beyan ettiler.

Tam 4 senedir polis kurşunuyla öldürülen Festus Okey'in Festus Okey olup olmadığını araştıran müthiş emniyetimizin 6 Temmuz'da 19 maçta şike ve teşvik primi tespit ettik yollu açıklamasıyla iyice başları dönen bu güruh "Emniyet de mi Fener'e düşman, Hükümet de mi düşman, Savcı da mı düşman"dan mürekkep dangalaklık şahikası argümanlarıyla bir yerlere kurulup, sanki bunu gerçekten söyleyen varmış gibi pozlar kesti. Hayır kardeşim düşman değiller. Keşke düşman olsalar, bunca beceriksizliği, yetersizliği o zaman düşmanlığa verir, iyi bir mazeret buluruz. Düşman filan olmadıkları halde, hukuka saygıları yok. Adalet Bakanlığı'nın genelgelerine dahi uygun davranamıyorlar, üstelik ellerindeki bulguları değerlendirme konusunda müthiş bir yetersizlikleri var.

Sanki Türkiye'de yaşamıyormuşuz gibi davrandılar. Davayı yürüten polis İstanbul polisi değil de CSI New York, Savcı türlü davadaki yorumlarıyla hepimize ışık tutan Mehmet Berk değil de adalet tanrıçasının bizzat kendisi, Mahkeme de 4,5 senedir TİB'den Hrant Dink vurulduğu andaki telefon konuşmaları kayıtlarını getiremeyen mahkemeler değil de Norveç mahkemeleriydi sanki. Bu ülkenin neyin nasıl olduğunu, "av olanların" nelere maruz kaldığını, hançeresinin tüm gücüyle bağıran Arat'ların entegre sistemlerde nasıl hem fırçalanıp, hem susturulduğunu görmemiştik de, bize bu fantezi senaryosunu dayattılar.

Deliller çıktı. Medyada. Servis ettiler. Akılla mantıkla bağdaşmaz. Abuk subuk şeyler. 19 maçta şike yapılmıştı, Eskişehir maçında Aziz Yıldırım'ın "böyle oynarsanız yeneriz sizi olmaz böyle" şakasından şike taktiği, bilyoner gece kulübünden bilyoner sitesi, Yılmaz Vural'ın ziyaretinden şike trafiği çıkardılar. Bir beyaz çanta lafı aldı yürüdü, çantadan çıka çıka saat çıktı. Her takımın maçtan önce birlikte yaptığı yemekler şike yemekleri oldu, üç porsiyon dönerler şikenin adı. Ümit Karan'la Ali Kıratlı'nın Roma Dondurmacısında buluşması dahi adlarını kirletmeye yetti. Önder'in nişanı, Bülent Uygun'un kızgın eşinin attığı abuk subuk mesajlar gazete sayfalarının pespayeleşmesine paralel zihnimizde yer buldu. Psikolojik baskı altında verilen itiraflar yalanlanırken, Cumhurbaşkanına yazılan bir mektuptan sonra Savcı "son 5 maçın sonucunu bildiğini" yalanladı. Hep gözümüzün önünde.

Bütün bunlar da sevinçle heyecanla karşılaştı. Sabah-Milliyet-Hürriyet-Takvim gazetesi seviyesindeki döngüde Habertürkleşen bütün Türk vatandaşları, sanki üstlerindeki forma bu heyecanlarının sebebi değilmiş gibi temizlenen futbola methiyeler düzüp, baştan ayağa sarı kırmızı, bordo mavi renklere boyadıkları bir dille TFF üstünde de psikolojik baskı kurdular. UEFA'nın -gönderirsen biz de o zaman ne yapacağımıza bakarız- özetli raporu, Cornu'nun 1,5 saatlik görüşmesi, bir anda Fenerbahçe'ye TFF'nin kendi eliyle bıçak saplamasının meşru mazereti oldu, ne sevinç ne sevinç! Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne katılamadı. Şenlikler heyecanlar.

Ama ne oldu? Ne oldu?

İşte Fenerbahçe 7 oyuncusu eksik, 3 günde bir maç düzenlenmiş takviminin ortasında, deplasmanda veya evinde kütür kütür yendi rakiplerini. As kadrosundan Lugano gitmiş, Niang gitmiş, Emenike resmen kaçırılmış, Emre sakat, Gökhan Gönül'ün de kaburgasını kırdığını saklayan TFF'nin maharetine rağmen, ne oldu? Gene yendi gene yendi!

Haftada bir maç oynayan, tüm kadrosu sağlıklı ve oturmuş, Başkanı dışarıda, morali yüksek Fenerbahçe yenince şike yaptı diyenler, şu manzara karşısında ses çıkartamıyorlar. Delirdiler.

Halbuki onlar başka şeyler beklemişti,

Beklediler ki insanlar terketsin Fenerbahçe'yi. Arkalarını dönsünler. Bu senaryoya inanacak, medyada, televizyonda 10 dakikada, 15 dakikada gördükleri üzerinden peşin hükümlerini tekrar etme fırsatı bulan andaval yaratıkların sözlerine hep beraber kanacak, medyanın tam da istediği gibi yerimizi alacak, yalnız bırakacaktık Aykut Kocaman ve kadronun alınterini,

Kapak hakkında TDK'ya tanım değiştirecek işler yaptı Fenerbahçeli.

Anlamıyorlar. Akılları şaştı. Fenerbahçe taraftarı her yürüdüğünde, her tezahürat attığında, söyledikleri yalanları karşılarına tek tek koyup yalanın yalan olduğunu bağırdığında kaybettiler. Fanatikti Fenerbahçeliler, holigandı.

Al sana holigan kardeşim. Türbanlı kadınlardan, başı açıklara, 18'inin başındaki kızlardan 60'larına dayanmışlara, pusetteki bebeğinden 11 yaşındaki oğlunu maça getirene kadar binlerce kadın, kar tanesi gibi yağdı stada. Çiçek gibi, melek gibi, böyle sevda bu ülkede görülmedi.

İşte, steorotiplerinizin ortasına, önyargılarınızdan mürekkep bilgiçliklerinize, hiç tanımadığınız bir halkın tüm renklerini noter tasdikli yerleştirdiler Şükrü Saraçoğlu'na.



Fanatik. Holigan. Ağızlarına pelesenk etmişler. Bunlar fanatik, holigan filan değil. Bunlar, Fenerbahçe'yi seviyor ve yalanı görüyor.

Bir kere düşünmediler, nedir kardeşim Nusaybin'deki ayağı çıplak bir çocuğun üstüne Fenerbahçe forması giyip sokağa tek başına çıkarken yaşadığı halet-i ruhiye ile başörtülü bir kızcağızın Bağdat Caddesi'nden "köprüye, köprüye" sesleri arasında biber gazı yemeye gitmesine neden olan şey?

Nedir 70 yaşındaki bir teyzemin balkona çıkıp bayrağını asmasına veya Malkaralı kardeşlerimizin kasabalarını Fenerbahçe bayraklarıyla donatmasına neden olan tepki?

Ne oluyor da bu kulüp Halep'e adım attığında bayrağıyla onu karşılayan Suriyeliler ile Antep'e adım attığında sevinçten gözleri dolarak etrafında kenetlenenleri birleştiriyor?

Kalplerini nefretle dondurup, sarı lacivert yazı görse ayağının altında çiğnemek isteyecek tiynetleriyle objektif pozları verip bangır bangır bağırırken ne oluyordu da küçücük kız çocukları topuk yaylasının köşesinde defter yapraklarını kopartıp pastel boyayla sarı ve laciverte boyuyordu?

Sosyolojiden anlamazlar, siyasetten anlamazlar, tarihten anlamazlar. Bu ülkenin damarlarına işlemiş bütün kültürel kodlara yabancılar. Fenerbahçe bir lise takımı değildir, bir semt takımı veya bir şehir takımı değildir. Fenerbahçe Türkiye'nin takımıdır. Türkiye'nin her coğrafyasında, her ilinde, en küçük kasabasında dahi Fenerbahçelilerden oluşan koca bir halk networku duyar, yaşar, izler, hisseder ve sever.

Sevmek? Bazıları sadece ötekine duydukları nefretle böyle bir hissi yaşıyormuş gibi hissediyorlar. Kendi kulüplerine duydukları sevgiyi Fenerbahçe'ye nefret göstererek gösteriyorlar. En çok Fenerbahçe'den nefret eden en Galatasaraylı, en Beşiktaşlı, en Trabzonlu. Bu sevmek değil, bu nefrete kendini kaptırmak. Bu basbayağı bildiğiniz sıradan faşizmin günlük göstergesi.

Sevmek nedir? Buyrun 41.663 adet göstergesi var orada. Seslerini Lig TV kıstı, onların sesleri kalplerimize doldu, odalara doldu, bu ülkenin kahvehanelerini doldurdu. Böyle sevgi bu ülkede görülmedi. Hangi parti, hangi dernek, hangi oluşum bu kadar farklı cins, din, dil, etnik köken ve yaş grubundan kadını bir araya böyle getiriyor? Yok. Cepheleşire cepheleştire birbirine düşman ettiğiniz, parmağınızla öteki diye işaret ettiğiniz tüm gruplar orada yanyana durdular işte. Aynı anda bağırdılar, ağladılar, güldüler, sevindiler.

Fenerbahçe. Fenerbahçe. Fenerbahçe.

Duymadınız mı? Kadınlar ofsaytı bilmez geyiklerine sarılıp, cinsiyetçi, ayrımcı dangalak dangalak şakalar yapıp oradan buradan bunları seslendirmeyi maharet saydınız. Bir tane çiçeğe bakıp güzel diyememiş, bir kere iyi bir şey görse hakkıyla yahu ne kadar iyi diye bağıramamış, iyiliğe yabancı, güzelliğe kapalı yaratıklar, alçaltmak, tahkir etmek, karartmak, kötülemek ve ancak bu yolla farklı, üstün, sofistike zevklere sahip olduğunu göstermek isteyenlerin nobran dilinin her mevsiminde dolaşıp, en sonunda bula bula ofsayta taktınız. 41.000 kadın doğru bildi, hepiniz sırf onlar doğru bildiği için bildiğinizi de unuttunuz. Bir kez daha.

Neden bu kadınlar orada?

Çünkü sevgilerine sahip çıkıyorlar. Çünkü yalanlarınızı görüyorlar. Çünkü sizin çarşaf çarşaf gazetelerden televizyonlardan yayınladığınız tüm karapropagandaya rağmen, doğru olanı biliyorlar. Gözlerinin önünde yaptınız her şeyi. Bu insanların tek tek yalanlarını ifşa edecek vakti yoksa da yalan söylediğinizi bilecek kadar hamiyeti var.

İşte oradalar. Kadınlar ve çocuklar. En sonunda karşınıza onlar çıktı. Yasakladınız, hakaret ettiniz, aşağıladınız, terör örgütleriyle bir tutup, biber gazlarına buladınız. Erkekleri zorla çektiniz bir kenara. İşte oradalar. Başörtülüler, mini etekliler, ojeliler, ojesizler, gençler, yaşlılar, çocuklular, analar, sevgililer, nişanlılar,Kayseri'den, Mersin'den, Edirne'den bu maç için geldiler. Her cenahtan, her gruptan, her şehirden. Fenerbahçelerini yalnız bırakmadılar.

Eğer bundan hiçbir şey çıkartamıyorsanız, hakkını verin. Sizlere inanmadılar. İnanmıyorlar. Yalancısınız ve yalancı olduğunuzu biliyorlar.

Taş gibi otursun midenize,

Bir afrika atasözü der ki, "eğer bir fil tuzağa basarsa, artık tuzak yoktur"

Artık tuzak yok. Ne mal olduğunuzu çırılçıplak görüyoruz, her gün de fas etmeye devam ediyoruz.

Daha bitmedi. Daha bitmedi.

Bir şey daha eklendi. Bunca güzelliğe rağmen, binlerce kadının önünde, ofsayt olmayan bir pozisyonda ofsayt kararı verip golümüzü yiyenin de haksızlığı eklendi bilançoya.

Onu da çıkartacağız.

Bu halkın bu kadar büyük sevdasına konu olmuş bir hareketle, iftira ve yalanla mücadele edilip edilemeyeceğini göreceğiz hep birlikte.

Mutlaka kazanacağız.
Devamı ...

19 Eylül 2011

Alex'in Fenerbahçe'de Penaltı İstatistikleri


FB-BJK
(fotoğraf: www.fenerbahceliyiz.biz)

Önce toplam gol sayısı istatistiğine bir düzeltme: Dünyanın hiçbir yerinde seri penaltılarda atılan goller gol istatistiğine sayılmaz, o yüzden Alex'in toplam gol sayısı 155 değil 154'tür. 2004-05 Türkiye Kupası maçında Denizlispor'a seri penaltılarda attığı gol bu gol istatistiğine dahil değildir. Alex, Fenerbahçe kariyerinde 35 penaltı atışı kullandı (sadece maç içindeki penaltılar), bunlarda 31 tanesini gol yaptı, bu hafta Gaziantep'te 4. penaltısını kaçırdı. Yani penaltıyı gole çevirme oranı şu anda % 89. Penaltı kaçırdığı takımlar ise Samsunspor, Celta Vigo, Trabzonspor ve Gaziantepspor.

Premier ligde bu sezon hariç son 10 sezonun penaltıyı gole çevirme oranı % 81 [1], son 5 Dünya Kupasında maç içinde atılan penaltıların gol olma oranı yine % 81 [2]. Profesyonel futbolda penaltı atışları üzerine yapılan araştırmalardan da penaltıların gol olma oranınının % 80 civarında olduğunu söylemek mümkün. Yani Alex futbol ortalamasından daha iyi bir penaltıcı.

Simon Kuper, Soccernomics'te penaltılara bir bölüm ayırmış. Genel olarak argümanı şunu söylüyor: "Penaltıcılar atacakları tarafı rastgele bir düzende belirleyerek kalecilerin kurtarma şansını minimuma indiriyor. İyi bir penaltıcı topun başına geçtiğinde kendisi bile atacağı tarafı bilmiyor." Alex'in rakamları bunu doğruluyor:

Alex, kullandığı 35 penaltıdan 17 tanesini kendi soluna (kalecinin sağına), 17 tanesini sağına, 1 tanesini ortaya doğru kullanmış.

Tercih ettiği bir taraf olduğunu söylemek zor. Başka ilginç bir istatistik daha var.

Ortaya kullandığı tek penaltıyı kaçırdı (İzmir'deki Trabzonspor maçı). Kaçırdığı diğer üç penaltının hepsini de kendi soluna vurdu. Yani sol ayaklı olmasına rağmen kendi sağına vurduğu hiçbir penaltıyı kaçırmadı. Ayrıca kaçırdığı 4 penaltı da Kadıköy dışında (Trabzonspor maçı ceza nedeniyle İzmir'de ve diğer maçlar deplasmanda).

Gol yaptığı 31 penaltıdan 17'sini kendi sağına, 14'ünü kendi soluna kullanarak attı. Penaltılarının uyduğu bazı kalıplar da var: Kendi soluna attığı penaltıların tümünü direğin dibine doğru veya alçak vuruyor. Sağına kullandıklarının ise 10 tanesini direk dibine vururken 7 tanesini üst direğe yakın bir yere vuruyor. Yalnız artık üste doğru yaptığı vuruşları azalttı ve son 14 penaltısından 13 tanesini direk dibine doğru veya alçak attı (bunların 12 tanesi gol oldu).

Alex'in Fenerbahçe'de attığı penaltı gollerinde penaltıyı yaptıran oyuncuların ilk 3'ü: Kendisi (5 kez), Niang (3), Anelka (3).

En fazla penaltı golü attığı takımlar da şöyle: Beşiktaş (4), Ankaragücü (4), Eskişehirspor (3), Gençlerbirliği (3).
Devamı ...

17 Eylül 2011

Naci Barlas'ı Unutmayın



Telefonda, arayacağım insanın ismini bulmaya çalışıyordum ki N harfine gelince, dondum, kaldım. Harala gürele, hayat gailesi içinde, şairin "en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı" dizelerine "hakikaten" dedirtecek kadar zaman geçmiş üzerinden ama hatırlayınca acısı hâlâ çok taze. Çok çok taze... Fenerbahçe'nin Naci Barlas'ı, geçen yıl bu zamanlar göçtü bu dünyadan. Kendisi ile beraber sayısız güzel Fenerbahçelilik de götürdü. "Fenerbahçelilik gider mi?" demeyin. Gidiyor. Murat Alyüz, Bülent Büyükyüksel, Reşat Dermanver ve onlarla yaşıt niceleri giderken ne götürdüyse, Naci abi de bir o kadar, hatta "eksiği yok fazlası var" kadar götürdü. Gidenleri bir daha asla yerine koyamayacağız.

Memleketin "her alandaki" tarih vesikalarının başına gelenler ne kadar acıdır! 9 Eylül 1922'deki kurtuluştan sonra, İzmir yangınında kül olan Kurtuluş Savaşı film ve fotoğraflarının başına gelenin bir benzeri "spor tarihi belgelerinin" de kaderi...

Yüz binlerce insanın büyük bir inançla kullandığı "Fenerbahçe Cumhuriyeti" tabirinin mucidi, aynı isimli meşhur kitabın en büyük kaynağı, Fenerbahçe'nin yıllarca Ankara temsilciliğini yapan Naci abi gitti. Peki evindeki onca hatıra, fotoğraf, materyal? Yok. Neden? Çünkü Fenerbahçe Kulübü'nün "alaturka" kurumsal yapısında böyle şeylerin ehemmiyeti yok. Paşalı Birol yıllardır olanca çabasıyla ve özverisiyle tek tek, bıkmadan ölüm yıl dönümlerini bildirmese ve kabir yerlerini bulmasa, "Yahu ne gerek var şimdi?" tavrından kurtulamayacaktı zaten kulüp. Yere batasıca kurumsallık yok mu? Yedi bitirdi bizi.

Naci abi'ye bir keresinde muhabbet arasında "kurumsallık diyorlar abi" dediğim zaman, "Kurumsallığı boş ver de kuruduk kaldık saatlerdir. Akşam olsa da rakı içsek" diye devam etmişti. Vefatından çok kısa süre öncesine kadar, mukim bulunduğu Bodrum'dan İstanbul'a arabasıyla tek başına gelecek ve her akşam mebzul miktarda rakı tüketecek kadar dinçti. "Ulan yine kontrole gittim, yine öldüremedi bu doktor beni. 'Dakika 95. Bitir artık. Yoruldum' diyorum, sırıtıyor herif" dediğinde gülüp, Fenerbahçe'yi anlatırken onunla beraber ağlamaklı oluyorduk.

Bazen bize kızıyorlar; "Ota boka muhalefetsiniz. Hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz. Amatörlük mü kaldı artık? Profesyonellik diye bir şey var. Bu kadar maneviyat manyağı olmayın. Dünya değişti. Duygularla, değerlerle hayatınızı sürdüremezsiniz" diyorlar. Yapacak bir şey yok. Biz Naci abilerin, Küçük Fikret'lerin, Halit Deringör'lerin uzaklara dalarak anlattığı Fenerbahçe ile büyüdük. Hem ayrıca, Dünya değişirken bize sormadı. Gerçi sorsa da "Değişme" demezdik herhalde. "Değişeyim mi? Birader, size diyorum" dediğinde bir anlığına bakıp, "Sen bilirsin" der, sohbetimize geri dönerdik.

Evet, kusura bakmasınlar. Biz de böyle cins Fenerbahçeliyiz. Bir yandan, Fenerbahçe benim" deyip Üsküdarlıları kovalayan ve gencecik yaşta ölen Ayetullah Bey'e, hanları hamamları olduğu halde kulüp binasını süpürmeye gelen Elkatipzade Mustafa Bey'e, boş vakitlerinde yırtık, sökük, bozuk ne varsa onarmaya bakan Galip Kulaksızoğlu'na yani "gitmiş ve geri gelmeyecek günlerin anısına" sarılıp, o zamanlarda yeni doğmuş ve büyüyen Fenerbahçe'yi severken, diğer yandan ona küfür edebilmiş Tanju Çolak'ın, Fatih Akyel'in, Tümer Metin'in, Emre Belözoğlu'nun forma giymesini midesi almayanlardanız. Olmuyor, bünye kabul etmiyor. Neyse...

Aşağıda Naci Barlas'ın bir konuşması ve (bana da verdiği) el yazısı anılarından aktarılmış bir kaç bölüm var. Onu hatırlamak için.

Ve saygıdeğer Fenerbahçeliler, sizlerden bir ricam olacak... Lütfen Naci Barlas'ı unutmayın. Artık bu dünyada onun gibi fazla insan kalmadı. O ve onun gibiler, saf Fenerbahçe sevgisidir. O ve onun gibiler, bizzat Fenerbahçe Cumhuriyeti'dir. Ruhun şâd olsun abi.

Naci Barlas from okul açık on Vimeo.


Hiç unutmam o sene Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu gece derenin en meşhur gazinosu olan Hamdi’nin Gazinosu’nda balo tertip edilmişti. Biz de dışarıdan seyrediyorduk. Dere sandallarla dolmuştu. Kuşdili Çayırı insan almıyordu. Hatta annemler, halamlar, büyük annem herkes kutlama heyecanı ile sokaklara dökülmüştü. Gecenin biraz ilerlemiş olduğu bir zamanda o zaman hepimizin hayran olduğumuz Zeki Rıza ağabeyimiz “Haydi çocuklar gelin” diye bizi içeri aldı. Bunları yazarken şu anda hala ağlıyorum. Ben eve geldiğim zaman annem kapı eşiğine oturmuş beni bekliyordu. Eve geç kalışlarımdan ötürü ilk defa o akşam kulağımı çekmemişti.

5 Haziran Pazar gecesi, gecenin geç saatlerinde itfaiyenin kampana sesi ile uyanan herkes bir yangın telaşı içinde sokaklara fırladı. Büyükannem yangının derenin öbür tarafında olduğunu söyleyince herkese bir rahatlık geldi. Fakat birkaç dakika sonra “Fenerbahçe yanıyor” diye bir avaz duyduk ki işte o zaman herkes kendi evini unuttu, Fenerbahçe’ye koştu. Allah insanların o andaki çırpınışlarını, haykırışlarını bir daha göstermesin.

Birkaç gün sonra mahalle arkadaşım olan Melih’le (Galatasaray Sultani’sinde okuyordu fakat Fenerbahçeli idi. Sonraları Fenerbahçe kulübünde tenis şampiyonu oldu) kulübe gittik. O tarihte kulüpte 2 adet tenis kortu vardı. Zaten Melih tenis meraklısı idi. Ben de bizim yıldızlar takımını seyretmedim. Tenis oynayanları seyrettim. O sırada Arif Sporel tenis oynuyordu. Beni gördü ve niçin burada olduğumu sordu. Ben de durumu söyledim. İsmi Lambo olan stad bakıcısına, şimdi ismini hatırlayamadığım, zannederim ismi Suat olan ağabeyimizi çağırdı ve kulübe kaydımın yapılmasını söyledi. Zaten yıldız takıma kaydolurken Resim ve Nüfus Kağıdı ve ikamet teskeresi vermiştik. Ben bu suretle 1938 senesinde Fenerbahçe Kulübü üyesi oldum

1939 yılının Fenerbahçe için çetin hadisesi Kulüp Reisi olan Sayın Şükrü Saracoğlu’nun istifa etmesi olayıdır. O zaman bizim içimizde burnundan kıl aldırmayan ikinci bir Melih daha vardı. Babası Bal Mahmut hem Saracoğlu’nun hem de Celal Bayar’ın çok yakını idi. Kulüp başkanının istifa ettiğini öğrenmiştik. Sonra ne oldu ise Şükrü Saracoğlu tekrar başkan olmuş ve bizim Melih’in babası Mahmut Baler idare heyetine girmişti.

1940 yılı milli lig şampiyonu olduk. Hele her takımın baş belası olan Vefa’yı kavga dövüş 4-3 yendiğimiz maç başımıza büyük bir dert açtı. Maçın başında iki sıfır galip durumda iken Vefa’lı bir bek Melih’i öyle bir biçti ki Melih 5 dakika dışarıda tedavi oldu ve sahaya kafası sargılar içinde döndü. Ve bir ara Melih o sargılı kafası ile bir kafa topunda iki Vefalı beki birden sedyelik etti. Maç durdu. Melih maçtan atıldı ama biz dördüncü golü atınca havalara uçtuk. Sonra öğrendik ki Melih’e 9 ay boykot vermişler. Biz de Acem’in kahvesinde Boncuk Ömer, Taka Naci, Melih Kotanca karesinde pişpirik çalımlarını ilerletmeye koyulduk. Ancak Melih bütün gücü ile atletizme yöneldi. 100 metreci, 400 metreci, ciritçi derken Dekatloncu bir şampiyon Melih oldu. Dünya 400 metre üçüncüsü Mandikas’ı geçti. Bir günde 5 müsabaka kazanan bir rekortmen oldu.

Bir gün Hacı Bekir tahta binanın stadı gören penceresinden maç seyrediyordu. Maç 0-0 bitmek üzere iken son dakikada Taka Naci bir gol attı. Futbolcular sevinç içinde soyunma odalarına koşarken Hacı Bekir de merdivenlerden inmişti. Taka Naci’yi görünce yanına çağırdı ve kendisini tebrik etti ve hiç çaktırmadan cebinden cüzdanı çıkardı ve olduğu gibi verdi. Orada cüzdandan para çıkarıp verse hiç yakışık almayacak bir manzara olacaktı. İşte Hacı Bekir hiçbir zaman böyle yakışıksız bir şey yapmadı.
Devamı ...

10 Eylül 2011

Adalet Bakanı'na Sorular



Sayın Adalet Bakanı, 30/08/2011 tarihli gazetelerde yer alan bilgilere göre özetle "Denizfeneri savcılarının HSYK tarafından bir soruşturmaya uğradığını, kimi evraklarda tahrifat yapıldığının tespit edildiğini" ifade etmiş "Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dosyayı gördüm, çok ciddi iddialar var" sözlerinden hareketle de soruşturmanın gizliliğinin ihlal edildiğini, Sayın Kılıçdaroğlu'na soruşturma evrakının kim tarafından ve nasıl sızdırıldığını, henüz davalı vekillerinin bile görmediği iddiaları Kemal Kılıçdaroğlu'nun nasıl gördüğünü" sormuştur. Bütün bunlar, tabi pozisyon olarak, son derece doğru. Ancak Sayın Bakan da takdir eder ki, bahsettiği ilkelerin eşitlikçi bir şekilde herkese karşı uygulanması halinde adil bir tutumdan bahsedebiliriz. Bir soruşturmada, soruşturma evrakının servis edilmesi "suç" olarak sayılırken, diğer soruşturmada evrakların servis edilmesi sessizlikle karşılanıyorsa bu herhalde güven verici bir tutum değildir.

Bu sebeple, aşağıdaki sorular şunlar.

1- Sayın Bakan Adalet Bakanlığı'nın genelgelerinde belirtilen ilkelere aykırı tutumlara karşı nasıl bir yol izlemeyi düşünüyor?

Örneğin Adalet Bakanlığı'nın 05/01/2006 tarihli genelgesi aynen şu şekildedir:

"ADLİ KOLLUĞUN GÖREV, YETKİ VE SORUMLULUKLARI İLE SORUŞTURMANIN GİZLİLİĞİ HAKKINDA GENELGE

"Bilindiği üzere;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının; "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38'inci maddesinin dördüncü fıkrasında; "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6'ncı maddesinin ikinci bendinde; "Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 285'inci maddesinin birinci fıkrasında; "(1) Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlâl eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, soruşturma aşamasında alınan ve kanun hükmü gereğince gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin gizliliğinin ihlâli açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz."

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun; "Soruşturmanın gizliliği" kenar başlıklı 157'nci maddesinin birinci fıkrasında; "(1) Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir."

"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi;

Allenet de Ribemont - Fransa davasında (10.02.1995), başvurucunun poliste gözaltındayken üst düzey bir polis memuru tarafından basın toplantısında bir cinayetin azmettiricisi olarak gösterilmesi üzerine, bunun masumiyet karinesinin ihlali olduğuna,

Sekanina - Avusturya davasında (25.08.1993), suçsuzluk karinesinin yargılama öncesinde olduğu kadar beraattan sonra da gözetilmesi gerektiğine, sanığın beraatı kesinleştikten sonra yerel mahkemenin başvurucunun suçuna ilişkin şüphelere dayanmasının artık kabul edilemez olduğuna,

Hükmederek, anılan ülkeler aleyhinde kararlar vermiştir."
" Bu itibarla;

1 - Soruşturmanın gizliliği ilkesi nazara alınarak;

Kişilik hakları ve suçsuzluk karinesi ile delillerin güvence altına alınması da göz önünde bulundurulmak suretiyle, gözaltındaki kişilerin suçlu olarak kamuoyuna duyurulmasına, basın önüne çıkarılmasına, kişilerin basınla sorulu cevaplı görüştürülmelerine, görüntülerinin alınmasına, teşhir edilmelerine sebebiyet verilmemesi, soruşturma evrakının basın organlarında yayınlanmasının önlenmesi,

Soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyerek istediği belgelerin bir örneğini alabilen şüpheli, mağdur ve vekillerinin de gizli kalması gereken hususları açıklamamaları yönünde uyarılması,

Kamuoyunda ciddi rahatsızlıklar yaratan bu nevi uygulamalara son verilmesi, bu bentlerin aksine tutum ve davranış sergileyenler hakkında derhâl yasal gereğine tevessül olunması,"

Konularında gereken dikkat ve özenin gösterilmesini rica ederim."


Oysa İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından genelgede belirtilen hususlara dikkat edilmemiş, 06/07/2011 tarihinde yapılan açıklama ile, hali hazırda soruşturma safhasında devam eden bir dava ile ilgili olarak "19 maçta şike ve teşvik primi tespit edildiği" beyan edilmiştir.

Adalet Bakanlığı'nın ilgili genelgesine göre bu ifade hem "adil yargılanma" ilkesinin ihlalidir hem de genelgeye aykırı bir tutum oluşturmaktadır.

Bu zamana kadar Adalet Bakanlığı açıklamayı yapan Emniyet Müdürlüğü hakkında adli ve idari organlar nezdinde herhangi bir başvuruda bulunmuş mudur? İçişleri Bakanlığı'nı da uyararak gereken disiplin soruşturması açılmış mıdır? Bu açıklamayı yapanlar hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?

2- 3 Temmuz tarihinden sonra yaklaşık olarak 50 gün boyunca medya organlarına bilgi ve belge sızdırılması hakkındaki tutumu nedir?

Herkesin bildiği gibi 3 Temmuz'dan sonra, soruşturma dosyasında bulunması gereken bilgi ve bulgular medyada yer almış, dahası örneğin Sanem Altan 250 sayfa belgeye ulaştığını ve bunları okuduğunu ifade etmiş, Mehmet Baransu, Rasim Ozan Kütahyalı gibi gazeteciler de belgeleri okuduklarını, gördüklerini beyan etmişler hatta 6 Temmuz 2011 tarihli Telegol isimli programda 6 adet muhabir ellerinde dosyalar ile bu belgelerden kamuoyuna okumalar yapmışlar, yetmemiş, soruşturma kapsamında ifadesi alınan şahısların ifade tutanakları internete yüklenerek, dolaşıma sokulmuş, hatta Ümit Aktan kendisine ait Facebook hesabından dileyenlerin emaillerine bu ifadeleri gönderebileceğini ifade etmiştir. Bir başka deyişle, "soruşturmanın gizliliği" ilkesi bütünüyle ihlal edilmiş, soruşturma safhasındaki şüphelilerin ve vekillerinin ulaşamadığı tüm bilgi ve belgeler internet ve medya organları tarafından servis edilmiştir.

Bu belge ve bulgulara normal şartlar altında gazetecilerin sahip olamayacağı, ancak bu belgelerin kendilerine emniyet veya savcılık tarafından verilmesi halinde bulgulara ulaşabilecekleri izahtan varestedir.

Sayın Bakan, soruşturmanın gizliliğinin bu derece ihlali hakkında ne düşünmektedir? Soruşturmanın gizliliğini ihlal eden şahıs ve kişiler hakkında ne tip bir işlem başlatılması için gereken başvuruları yapmış, ilgili bakanlıklarla koordinasyon halinde gereken araştırmayı gerçekleştirmiş ve diğer yasal yetkilerini kullanmış mıdır? Bu zamana kadar yedinde bulunan tüm bu yetkileri kullanmamasının sebebi nedir?

3- Savcının "Fenerbahçe Sivasspor'u yenmeseydi soruşturma açmayacaktık" ifadesi hakkındaki görüşü nedir?

Bilindiği üzere, Aziz Yıldırım Cumhurbaşkanı'na yazdığı mektupta ilgili savcının "şayet Fenerbahçe Sivasspor'u yenmeseydi soruşturma açmayacaktık" yönündeki ifadesine yer vermiş, yine bu ifade Aziz Yıldırım'ın mektubundan önce de medyada yer almıştır.

İlgili Savcı, mektup üzerine yaptığı açıklamada "Soruşturmaya konu olan son 5 maçta şike olduğu ve maçların skorlarını maçlar oynanmadan önce bildiğimiz şeklinde hiçbir ortamda değerlendirme yapılmamış, görüş açıklanmamış olup, buna dair düşünce, yorum ve duyumlar tamamen hayal mahsulüdür" diyen Berk, söz konusu "asılsız ve gerçek dışı" iddiaların temel amacının soruşturma makamı ve mercilerini baskı ve etki altına almak ve kamuoyunu yönlendirmek olduğundan hiçbir kuşku bulunmadığını" savunmuş, ancak bu beyanıyla ilgili de bir yalanlamada bulunmamıştır.

Hali hazırda Sivasspor maçından önceki maçları da kapsayan bir soruşturma olduğu bu ifade ile birlikte düşünülürse, bu ifade şu manaya gelmektedir:

a) Sayın Savcı Sivasspor maçından önceki maçların yeterli suç şüphesini oluşturmadığına inanmaktadır,

b) Sayın Savcı, Sivasspor maçının kaybedilmesi halinde, daha önce "ciddi şüphe" oluşturduğunu düşündüğü maçların üstünü kapatarak soruşturmayı açmayacaktır.

Sayın Adalet Bakanı her iki durumu da hukuk nosyonu ve kavrayışı ile bağdaştırabiliyor mu? Şayet Sivasspor maçından önceki maçlar yeterli suç şüphesi oluşturmuyorsa bugün neden soruşturma kapsamı içerisinde sorgulanmaktadır şayet oluşturuyorsa niçin Sayın Savcı "Sivasspor maçının kaybedilmesi halinde" bu "ciddi şüphe" uyandıran maçların üstünü kapatacaktır?

Sayın Adalet Bakanı, kendi içerisinde son derece tutarsız ve yakışıksız olan bu durum karşısında hangi işlemleri yaparak, bu durumu düzeltme yolunu tercih etmektedir?

4- 6222 Sayılı Kanuna göre, bu kanuna aykırılıklarla ilgilenmesi gereken mahkemeler, HSYK tarafından görevlendirilecek olan özel ihtisas mahkemeleridir, ancak şu an davayı özel yetkili mahkeme ele almaktadır, Bakan bu durumun düzeltilmesi için gereken başvurularda bulunmuş mudur?

Bilindiği üzere, 6222 sayılı kanunda belirtilen suçlarla ilgili iddialara bakmakla yükümlü mahkeme, yine aynı kanuna göre HSYK tarafından görevlendirilecek olan özel ihtisas mahkemeleridir.

Nitekim kanun aynen şu hükme sahiptir:

"MADDE 23 – (1) Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı yargılama yapmaya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ihtisas mahkemesi olarak görevlendireceği asliye veya ağır ceza mahkemeleri yetkilidir."


Bu tarihe kadar HSYK tarafından bu tipte bir görevlendirme yapılmamıştır.

Soruşturmaya şu ana kadar özel yetkili bir mahkemesi bakmış ve normalde 6222 sayılı kanun çerçevesinde uygulama alanı bulmayan "tutuklu yargılama" gibi özel hükümler uygulama kabiliyeti bulmuş, bu sebeple de bir çok şahıs özgürlüklerinden mahrum edilmiş, soruşturma safhasında yaşanan ve burada bahsedilen usulsüzlükler sebebiyle de kendilerini savunma kabiliyetleri dikkate değer ölçüde ortadan kaybolmuştur.

Her ne kadar HSYK müstakil bir kurum olsa dahi, bilindiği üzere "Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir." Bu meyanda, Adalet Bakanı, bu usulsüzlüklerin ortadan kaldırılması ve kanunun görevli saydığı mahkemelerin kurulması için herhangi bir girişimde bulunmuş mudur? Şayet bulunmadıysa bunun sebebi nedir?

5- Sayın Bakan, soruşturmanın yürütülüş şeklini ilgili mevzuata uygun bulmakta mıdır?

6222 Sayılı Kanunun görevli saydığı mahkemede Başkanı bulunduğu HSYK tarafından gereken görevlendirme yapılmadığı için görülmeyen, soruşturmanın başından beri soruşturma evrakının medyaya servis edildiği sabit olan, kolluk kuvvetlerinin ilgili tüm genelgelere aykırı açıklamalarda bulunduğu, şahısların özgürlüklerinden mahrum edildiği, şüphelilerin bir kısmının psikolojik baskı gördüklerini ifade ettikleri, sayın Mehmet Şimşek'in "Fenerbahçe'ye yargısız infaz yapıldı" diye açıklama yapmasını, Başbakanın Danışmanı sayın İbrahim Kalın'ın "garabet" diye nitelidiği polis uygulamaları ile süslenen bu soruşturmanın ele alınış ve yürütülüş şeklinden hoşnut mudur? Bütün bu olayları "demokratik bir toplumun temel değerleri"ne uygun, "adil yargılanma ilkesi" ile orantılı, "temel hak ve hürriyetlerle" rabıtalı bulmakta mıdır? Şayet böyle bulmuyorsa, bütün bu hukuksuzlukların düzeltilmesi için hangi adımları atmış, elindeki yetkileri kullanmıştır?

Bütün bu olumsuzluklara karşı sessiz durmasının, kamu vicdanı nezdinde kendisini de sorumlu kılacağını hatırlatmaya şüphesiz gerek yoktur.

Hep birlikte, gereken adımların atılmasını ve ortaya çıkan suçların, usulsüzlüklerin bir an önce giderilmesini bekliyor ve takip ediyoruz.

Kolay gelsin.
Devamı ...

19/05/2010 - Şekip Mosturoğlu: "Fenerbahçe haksızlığa başkaldıran tutumu ile hak ettiği saygıyı görmektedir"



19.05.2010
2009/2010 sezonu sonrası, basın açıklaması
Şekip Mosturoğlu


"Değerli Fenerbahçeliler,

Lig Şampiyonu olan Bursaspor Kulübünü bu başarısından dolayı kutluyoruz. Şampiyonlar liginde de kendilerine başarılar diliyoruz. Profesyonel futbol takımımızın tüm futbolcularını da alınlarından öpüyoruz. Onlarda terlerini akıtarak, mücadele ederek, formalarına layık bir mücadele örneği göstererek son 90 dakikaya şampiyonluk iddiasını taşıdılar. Son 90 dakikada da sayısız atak geliştirip, gol fırsatı yakalayarak ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Direklerden dönen, çizgiden çıkarılan ya da kalecinin kurtardığı toplardan sadece birisi gol olsa idi bu gün çok farklı şeyleri konuşuyor olacaktık."

Nasıl Bursaspor’un şampiyonluğunu bugün alkışlıyorsak; biz de şampiyon olsa idik elde edeceğimiz şampiyonluk sonuna kadar hak edilmiş, tertemiz bir şampiyonluk olacaktı. Bundan kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.

Takımımızın aldığı seri galibiyetlerin ardından ligde iddialı konuma gelmesi ile birlikte aklın alamayacağı hayali senaryolar yazılmaya başlandı. Özellikle belli bir televizyon kanalı ligin temiz olmadığını her fırsatta dile getirdi. Rakip takımların kalecilerinin ayarlandığı, kolay goller attığımız iddia edildi. Sırasıyla Leo Franco, Murat Şahin, İvecia ve son olarak Serkan Kırıntılı’nın maç sattığı iddiaları dile getirildi. Milli takımda sayısız kere forma giymiş eski bir futbolcu, Fenerbahçe şampiyon olmasın diye Galatasaray’ın Bursaspor’la oynayacağı maçı kaybedeceğini iddia etti. Hızını alamadı maçtan sonra Keita maçı kazanmak istemedi, oynamadı dedi. Ulusal basında yazan bir gazeteci, önce Ankaragücü’nün sonra Trabzonspor’un maçlarını bize bilerek kaybedeceğini, iddia etti. Bir başka köşe yazarı Beşiktaş’ın santraforu Bobo’nun Beşiktaş’ın kazandığı penaltıyı futbolcumuz Alex ile olan arkadaşlığı sebebi ile dışarı attığını iddia etti.

Bununla da kalınmadı. Süper ligin büyük takımlarından birinin başkanı, takımının şampiyonluk iddiası kalmadığında lig temiz değil dedi. Bir Devlet Bakanımız da benzer şekilde ligin temiz olmadığını sadece Bursaspor’un Şampiyonluğu hak ettiğini, rakiplerimizin kalecilerinin çok kolay goller yediğini, Trabzonspor maçını dikkatle izleyeceğini kaleci Onur’a ve Şenol Güneş’e güvendiğini açıkladı. Bursasporlu bir futbolcu maçın ardından şampiyonluk sevincini yaşarken gayet safiyane bir şekilde Trabzonsporlu Egemen, Giray ve Onur’a teşekkür ederiz. Maçtan önce kendileri ile konuşmuştuk, bizi yanıltmadılar diye hem de canlı yayında açıklamada bulundu. En vahimi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Ankaragücü maçından bir gece önce ulusal bir kanalda Fenerbahçe, futbolcu Ariel Brocci ve kaleci Serkan Kırıntılı’ya para teklif etti dedi. Ankaragücü 2. başkanı Bursaspor’un şampiyonluğu için Fenerbahçe’yi yeneceğiz. Fenerbahçe maçının hakemi 15 gün önceden belirlendi. Federasyon Fenerbahçe yi kolluyor dedi.Bütün bunlar ligimizin kısa bir hikayesi.

Lig bitti "şaibe iddiaları" "lig temiz değil iddiaları" sona erdi. Son haftaya kadar karşılaştığımız rakiplerimizin bizden puan alması için birleşenler, şampiyonluk yarışındaki rakibimizin maçlarını adeta hükmen galipmiş gibi gösterdiler. Galibiyetlerimizin ardından oynadığımız maçta atılan taçlar, kornerler tartışılırken, rakibimizin maçalarındaki sonuca tesir eden pozisyonlar es geçildi. Rakip kaleciler liğme liğme edilirken, son maçta Beşiktaş Kalesini koruyan Rüştü Reçber’in yediği hatalı goller görmezden gelindi. Bu iğrençlikleri dillendirenler şimdi ne diyecekler merakla bekliyoruz.

Şampiyon olmak adına şaibe yapmakla, karşı takımların kalecilerini futbolcularını ayartmakla suçlanan ve adeta her fırsatta futbol dünyasının derin devleti yakıştırması yapılan kulübümüz, başkanımız ve yönetimimiz acaba son maçta mı futbolcuları ayartmayı şike yapmayı unutmuşlardır? Fenerbahçe bu kez şaibe yapmayı unuttuğu için mi şampiyon olamamıştır. Yıllardan beri adeta her şampiyonluğumuzda bizleri hakemleri etki altında bırakmak, federasyonu kullanmak gibi son derece çirkin iddialarla itham edenleri bugün bir kez daha lanetliyoruz.

Liderliğe yükseldiğimiz andan itibaren Fenerbahçe düşmanlarının ve futbol dünyasında yaratılmaya çalışılan Fenerbahçe düşmanlığının ne kadar çirkin bir boyuta ulaşabileceğini hep beraber gördük ve bundan utanç duyduk.

Biz şampiyon oluyorsak bunu gerçekten hak ettiğimiz, yöneticilerimizin gece gündüz demeden gösterdikleri özverili çalışmaları, futbolcularımızın sahada akıttıkları terleri, taraftarlarımızın Türkiye’nin dört bir yanında tribünlerde sesleri kısılıncaya kadar tezahürat yaparak takımlarına destek vermeleri ile kazanıyoruz. Fenerbahçe’nin şampiyonlukları hak edilmiş ve bazı kendini bilmezler tarafından kirletilemez şampiyonluklardır.

Şimdi sormak istiyorum: Fenerbahçe şampiyon olsa lig kirli ancak Bursaspor şampiyon olduğu için temiz midir? Bu nasıl bir ayıp bu nasıl bir ahlak yoksunluğudur?. Türkiye’de futbol, bunları dillendirenler bunları savunanlar ve bunlara inanarak prim verenler ile hiçbir yere varamaz. Ne milli takımlarımız ne kulüp takımlarımız böyle kısır tartışmalar ve yıpratma kampanyalarının yürütüldüğü bir ülkeden çıkarak uluslararası arenada kalıcı ve istikrarlı başarılar elde edebilirler. Futbol ailesi içleri çürümüş bu insanları arasından derhal temizlemelidir. Bu zihniyet yok edilmezse Fenerbahçe Spor Kulübü bir yıl şampiyonluk kupası kaybetmiş olabilir ama ülke futbolumuz tüm geleceğini kaybedebilir. Türk futbolu komplocu ve iftiracılar eline bırakılamayacak kadar kıymetli ve değerlidir.

Değerli Fenerbahçeliler,

Bu sözleri özellikle dikkatle takip etmenizi istiyoruz. Yönetiminiz ve futbolcularınız sizleri utandıracak hiçbir şey yapmamıştır.

Takımımız, uzun lig yarışında sonuna kadar var olmuştur. Ligin finalinde futbolcularımız varlarını yoklarını vermelerine rağmen atılamayan bir gol sebebi ile şampiyonluk kazanılamamıştır. Futbolcularınız ile gurur duyun çünkü onlar önlerine konan her türlü zorluğa, karşılarında birleşen tüm güçlere rağmen şampiyonluk yarışını son haftaya kadar sürdürmüş ve son ana kadar şampiyonluğu ellerinde tutmuşlardır. 34. haftaya lig lideri olarak giren takımımızın lehine son 25 haftada bir tek penaltı düdüğü dahi çalınmamıştır. Ligin son 8 haftasında yaşadığımız ve yukarıda aktardığımız akıl dışı senaryolar tüm camiamızın bilgisindedir.

Ligin bitimine 10 hafta kala, futbol takımımızın ligde iddiasının kalmadığı taraflı tarafsız herkes tarafından düşünülürken, büyük bir futbol mucizesine birlikte imza attık. Rakiplerimiz ligin bitiminden aylar önce şampiyonluk yarışından kopmuşken, takımımız kalan her maçını kazanması gerektiğinden her maçı final gibi oynayarak ligin 34. haftasına lider olarak girmiştir.
Bu büyük futbol mucizesi; tamamen futbolcularımızın sahada döktükleri alın terleri ve taraftarımızın son haftaya kadar takımlarına verdikleri sonsuz destekle gerçekleşmiştir. Trabzonspor ile oynanan son maçta futbolcularımız sayısız gol şansından yararlanamamış ve sonunda atamadığımız bir gol ya da ligin son 9 haftasında (son maçta) yenen 1 golle yine mucizevi bir şekilde şampiyonluk kaybedilmiştir.

Taraftarımızı maçın sonunda sahaya döken bir görevlinin yapmış olduğu hatalı anons kadar bu mucizevi süreçte hep birlikte ortaya koyulan emeğin karşısında yaşanan haksızlıklar ve kulübümüze atılan iftiralar sebebi ile oluşan duygu patlaması olmuştur.Bugün hissettiğimiz üzüntünün önemli bir kısmını da bu mucizeyi yaratanların alın terini görmezden gelip, haksızlıklara sebep olanların, iftira atanların hiçbir şey olmamış gibi takındığı tavır oluşturmaktadır.

1907 den beri Fenerbahçe Spor Kulübü, değişmeyen dünya görüşü ile her türlü haksızlığa karşı başkaldıran, yılmayan ve asla değerlerinden taviz vermeyen duruşu ile bu güne gelmiş ve bu gün ulu bir çınar olarak hak ettiği saygıyı görmektedir. Bu gün futbol takımımızın kaçırdığı şampiyonluğun ardından başlarımız öne eğilmiş, omuzlarımız düşmüş olabilir. Ama bu durumdan bir an önce sıyrılmalı ve başımızı yine dik tutmalıyız. Başka bir Fenerbahçe yok. Sevdiğimiz, uğruna ağladığımız, başarısından gururlandığımız. Bir tek Fenerbahçe var. Dünya var olduğu sürece Fenerbahçe de var olacak. Daima başı dik, alnı açık. Asla umutsuzluğa kapılmayın, gücünü her zaman arkasındaki büyük camiasından alacak bir Fenerbahçe var. Sizler var oldukça umut daima yeşerecektir. Karanlığın ardından güneş yine Fenerbahçe için doğacaktır.

Kulübümüzün bu sene sportif anlamda başarısız olduğu söylenemez. Aksine başarılı da olmuştur. Kulübümüzün elde etmiş olduğu sportif başarılar göz ardı edilemez bir şekilde ortadadır. Yarıştığımız 9 spor branşının 6’sında şampiyon olunmuş, 2 sinde ise finale kalınmıştır. Bu iki branşın finalleri henüz sonuçlanmamıştır. Futbolda iki kupada da finale kadar gelinmiş ve şampiyonluk finalde son maçta kaybedilmiştir. Ezeli rakiplerimize olan ezici üstünlüğümüz tartışmasızdır. Bununla birlikte kazanılan finallerin sorumluluğu bize ait olduğu gibi kaybedilen finallerin de sorumlusu elbette ki biziz. Bu sorumluluğu almaktan da asla kaçmıyoruz. Camiamızın yaşadığı üzüntünün, kulübümüzün geleceğine kalıcı izler bırakmaması, ortaya çıkan hasarın derinleşmemesi ve yapısal bir bozulmaya sebep vermemesi için atılması gerekli her türlü adımı atıyoruz. Ortaya çıkacak ihtiyaçlara göre de atılması gereken her adımı bedeli ne olursa olsun kulübümüzün menfaatleri için atmaktan da hiçbir şekilde çekinmeyeceğiz.

Gün birlik olma, birlikte dayanışma, ortak moralle kulübümüzü yaşadığı bu üzüntüden çıkararak birlikte geleceğe yürüme günüdür. Yaşadığımız, üzüntü hayatımızın en önemli tecrübesi olmuştur. Bundan dersler çıkarmalı ve geleceğe bu hatalardan arınarak bakmalıyız.

Fenerbahçeliler,

Sizlere bir kez daha ve önemle ifade etmek isteriz ki yönetiminiz ve futbolcularınız asla sizleri utandıracak, başını öne eğdirecek bir şey yapmamıştır. Futbolcularımız onurları ile yarışmış, terlerini akıtarak formalarını sonuna kadar terleri ile ıslatmışlardır. Sizler tribünde onlara destek verirken onlar da sizleri mutlu edebilmek için savaşmışlardır. Bizler gece gündüz demeden kulübümüze hizmet için çalıştık. Asla kulüp ilkelerimizden taviz vermedik asla doğru yoldan sapmadık. Şampiyonluk için sonuna kadar mücadele ettik. Her bakımdan hak ettiğimiz, birlikte yarattığımız mucizevi şampiyonluk için yapılması gereken her şeyi yaptık. Ama olmadı.

Camiamızda moraller bozuk, hiç keyfimiz yok, kısaca işimiz çok zor ama hayat devam ediyor, bu gün de dün olduğu gibi aynı şekilde şevkle ve istekle çalışmaya devam etmeliyiz. Bizler gururla, şerefle Fenerbahçe’ye hizmet ediyoruz. Bu gün bizler varız, yarın ise olmayacağız. Ama Fenerbahçe Spor Kulübü biz olmadığımızda da olacak.

Bu gün ileriye doğru atacağımız adımlar, bizlerden sonra Fenerbahçe’ye hizmet edeceklerin önünü açacak adımlar olmalıdır.Ani kararlarla atılacak adımlardan sadece Fenerbahçe Spor Kulübü zarar görecektir. Bugün alacağımız ani bir kararın kulübümüze önümüzdeki sezonu da kaybettirme ihtimali son derece yüksektir. Devasa bir büyüklüğe ulaşmış kulübün geleceğinin, idari anlamda bu günden yarına alınacak bir kararla belirlenmesi aynı zamanda kulübün yapısal büyüklüğüne de uygun değildir. Fenerbahçe Spor Kulübü günlük popülist icraatların yapıldığı bir kurum olamaz. Milyonlarca dolarlık bütçesi olan dev bir kurum olan Fenerbahçe Spor Kulübünün mevcut yönetimi ve gelecek yönetimlerin yapılanması son derece modern ve kurumsal ihtiyaçlara uygun şekilde olmalıdır. Fenerbahçelilerin bu bilinçle geleceği planlaması ve yapılanları bu pencereden değerlendirmesi Fenerbahçe Spor Kulübünün menfaatine olacaktır. Bu noktada herkes üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olmalı eleştirilerini yaparken de bunu göz önünde bulundurmalıdır.

Çünkü başka bir Fenerbahçe yok! "
Devamı ...

9 Eylül 2011

Bir Zamanlar Mehmet Ali Aydınlar, Fenerbahçe ve Şike


Tarih, 27 Mart 1993. Milliyet arşivinden bir alıntı... Yukarıdaki haber resminden sonra, fazla bir şey yazmaya gerek yok. İsimleri bugüne uyarladıktan sonra güler misiniz, ağlar mısınız, yaşanan süreci ve aktörleri sabaha mı bırakırsınız, size kalmış.

 "Böyle yazının devamı falan olmaz" diyeceğim ama var. Hiç de ilginç olmayan bir fotoğraf göreceksiniz "Devamı" yazısına tıklayınca... İktidarlara "fazla" kızmıyorum artık. Piyasada "her devrin adamları" cirit attıkça, onlara işini gördürmek isteyen birileri de bulunur elbet.



Anavatan Partisi lideri Mesut "The Sandıkta Görüşürüz" Yılmaz, Bahçelievler Belediye Başkan Adayı Mehmet Ali Aydınlar için destek arayışında, halkla temasta.

Talimat almadık, TFF özerktir, hür karar mekanizması, gak, guk... Ziya bile bu kadar yaradana sığınıp sallamadı yeğenlerine.
Devamı ...

Türkiye En Birinci Süper Futbol Tiyatrosu



Bu kadar karışık işler dönerken "Fenerlinin Hissiyatı" yazısına her gün ek kat çıksak, bir sene her gün aynı başlıklı yazıyı yazarız. 2 ay oldu bu başağrısı başlayalı, 2 aydır benim hissiyatım çok değişmedi. Bu sürecin sonunda bir şey kazanamayacağımızı bildiğim için hiçbir konuda ümitli değilim. En zararlı durum da ümidi yitirmek herhalde. Bu ülke böyle bir ülke, basit bir takım sevgisi için bir bakmışsınız o kadar mücadele arasında başka bir mücadeleye başlamışsınız. Ben kendimi bildim bileli mücadele ediyoruz bu takım için, sadece şekli değişiyor. Belki o yüzden ümitsizim.

80'leri bebek ve çocuk olarak geçirdiğim için o yıllar hakkında atıp tutmayayım. 90'ların Fenerbahçeliler için nasıl geçtiğini bilmeyen yoktur. Tanju'nun bile transfer edildiği dönemleri, Fenerbahçe'ye dışarıdan düşmana gerek kalmadan çökerten grupları, kavgaları... 10 senede alınan tek şampiyonluk, Ahmet Çakar Avrupa'da başarılı bir hakemdir çünkü Avrupa'da Fenerbahçe yok, Haluk Ulusoy dönemi, 90'da penaltı Arif yere yattı... Sonra Aziz Yıldırım dönemi. Tribünde benim takıldığım grubu sevmediği için her maça "acaba bu maçta dayak yer miyiz?" çekincesiyle gittiğimiz yıllar. Sonra tribünlere ve taraftara el atması, gidip koltuk teftişi yapıp siyahları içinde Matrix ajanı kılığında adamları tribüne sokup terör estirmesi, yarattığı hayali düşmanlar. Bilet fiyatlarını sonuna kadar dayayıp halkı tribünden kovması, taraftarı müşteriye, yönetim kurulunu bostan korkuluğuna çevirmesi. Diğer tarafta kupayı ve ligi arasında pay eden iki rakip, Ulusoy'un babası, Demirören'in bilmem nesine hastaneye geçmiş olsuna giden kupalar, önce Bursa sonra Trabzon'un siyaset desteğiyle ligi sirke çevirmesi.

Özetin özeti bile kocaman paragraf oluyor. Taraftarlığımı bildim bileli takımını sevmek dışında bir işi, menfaati olmayan milyonlarca insan bir mücadele içinde. 2011 yazı geliyor mücadelenin şekli değişiyor, hiç tanık olmadığımız bir canavarla karşı karşıyayız, bu sefer kendimi avutacak bir çıkış yolu bile göremiyorum.

Yaşanılan sıkıntıların iki alternatifli bir açıklaması var: 1. Aziz Yıldırım şike yapmıştır. 2. Aziz Yıldırım şike yapmamıştır. İkisinde de soruyorum; bizim günahımız ne?

Hayatımızda bu kadar endişelenecek şey varken neden bir de bu mücadeleye itiliyoruz? En önemlisi, gelecekte bir daha bunu yaşamayacağımızı kim garanti edecek? Aziz Yıldırım kim olduklarını hâlâ çözemediğim şu oyunculara cebinden para vermişse bunu nasıl önleyeyim ben? 5 yıl sonra kulübü yönetecek vatandaşın o gün gücü elinde bulunduran iktidarla kanka olup aynısını yapmayacağını nereden bileyim? Beşiktaş ve Galatasaraylılar nasıl bir cesaretle yapıyorlarsa ediyorlarsa geçmişlerini temiz ilan ediyorlar. Geçen aylarda PFDK üyeleriyle yaptığı konuşmalar ortaya çıkan, hatta Aziz Yıldırım ve Şekip Mosturoğlu ile telefon konuşmalarından "bizim şikeci örgütle" kanka olduğu belli olan Adnan Sezgin bu düzende müthiş temiz yöneticilik mi yapmış? Kendileri bilmiyor mu bu adamı bu ilişkilerinden dolayı değil son iki senede yaşadıkları sportif başarısızlık nedeniyle kovdular. Adamı kovaladılar diye temizlik savaşı yapıp kazandıklarını mı düşünüyorlar? Kendilerini mi kandırıyorlar böyle? 10 numaraları organizasyonunda maç satan, mafya babasını futbol takımının çalışanı gibi gösterip yurt dışına kaçıran Beşiktaşlılar nasıl bir güven duyuyor geçmişteki veya gelecekteki yöneticilerine? Bu insanlar kendilerini bu kadar aptal yerine mi koyuyor?

Geçiyorum 3 büyükleri, bütün lig takımları taraftardan tamamen soyutlanmış, güç savaşı verilen, gücün konuştuğu yerler değil mi? Bu hükümet döneminde her şey değişti, bunlar artık temizlenecek diyen saflar TFF seçimlerinin direkt hükümet eliyle yönlendirildiğini görmüyor mu? Bu da zaten ikinci alternatifle bağlantılı: Aziz Yıldırım şike yapmamıştır. O zaman onun da üstünde başka bir güç tüm bu planı organize etti, güç savaşını başka bir yöntemle yine karşımızda. Zaten bugüne kadar yapılan tüm usulsüzlükler, verilen tüm çelişkili kararlar şike yapılmış olsa bile bu gücün bir şekilde işin içinde olduğunun kanıtı. Bu adamların bulaştığı futbolun keyifli olacağına nasıl inanabilirim, bir işaret var mı? Ayrıca "geçmiş yıllara gidilsin diyen Fenerliler 'biz yapmışızdır ama herkes yapmıştır' diyor, suçlarının cezasız kalmasını talep ediyor" iddiasındaki rakip taraftarlar adalet duygusu sağlanmazsa bu hareketin temizlik değil birilerini hedef alan bir operasyon olacağını göremiyor mu? Net maç bağlama konuşmaları 6 senedir gözümüzün önündeyken onlara hiç ilişilmeyip geçen seneden bir kurban bulduk, temizliği öyle yapacağız denmesi bu temizlik operasyonunu gerçekten temizlik içinse bile bunu da şaibeli kılmıyor mu?

Fenerbahçe taraftarı iki alternatif arasına sıkışmış durumda. İkisinde de her şey kendi isteği dışında gelişiyor. İnsanlar sadece konuşabiliyor. Geçen yıl bilet fiyatları indirildiğinde kapıldığım iyimserlik tamamen hayal ürünüymüş, futbolu yönetmeye çalışan güçler üç beş taraftara boyun eğmeyecek kadar dirayetliymiş. Tuttuğum takım ve futbol üzerinde hiçbir gücüm yok, bu ileride değişecek mi? Başarı için şike yapacak yöneticiler ya da sevdiğim takım üzerinden siyaset yapacak adamlar ne kadar daha etkili olacak? Bu soruşturma sizin de tamamen ümitlerinizi tüketmedi mi? Tepelerde erişemediğimiz birileri bir şeyler yapıyor ve biz oturup onları izleyip kendi kendimize isyan etmek dışında bir şey yapmıyoruz. Senelerdir Telegolün yayında kalmasını sağlayan, Hıncallardan saygın gazeteciler çıkaran, böyle bir güç savaşının ortasında ancak çaresizce isyan edebilen Aykut Hocaya yüzsüz diyen taraftarlar üreten bu toplumun; Aydın Hocası kovulduğunda ses etmeyen "renktaşların" bu iktidar savaşından ve kirli düzenden kurtulma ihtimali var mı? Kırıntıları kalan keyif ve ümidi de silip süpürmedi mi bu süreç? Bu güne kadar düzeleceği ümidiyle adaletsizliğiyle mücadele etmek istediğimiz her türlü yamukluk bir gün düzelecek mi gerçekten? Yoksa hayatın her alanında olduğu gibi görmezden gelip devam etmek mi lazım?

Şimdi her şey bitse, şike yapıldığı veya yapılmadığı net olarak ortaya çıksa, ak da kara da belli olsa ne değişecek? Her şey hallolsa da kafamı ekrana vurarak, heyecandan, stresten izleyemediğim maçta rakip oyuncuların bağlanmadığını nereden bileceğim? Ya da 8 ay süren heyecan ve stresten sonra alınan şampiyonluğa 15 gün sonra bir savcının çıkıp el koymayacağını nereden bileceğim de gidip o şampiyonluğu kutlayacağım. Kısa şekliyle sorayım: Artık futboldan nasıl keyif alayım? Bir maçı izlerken, 2 hafta sonra veya sezon sonunda izlediğim şeyin sahte olduğu söylenecekse nesine ilgi duyayım? Bundan sonra futboldan keyif alabileceğimi sanmıyorum, Avrupa'nın en iyi ligleri başladı ve geçen sene maçını kaçırmadığım Mesut Özil'i bile daha seyretmedim. İçimden gelmedi. Beni futbola bağlayan tek unsur Fenerbahçeyken, Fenerbahçe'nin yer aldığı düzene en ufak bir güvenim kalmadıysa daha fazla keyif almanın bir yolu yok sanırım. Türkiye'de gibi bir ülkede hayatımızı adadığımız en güzel keyifler bile mutsuzluğun ana kaynağı oluyor.

Forma alma işini hep sezon sonuna bırakırdım çünkü takım şampiyon olursa formayı alıp şampiyon takımların formalarını biriktiriyordum. 2010-11 sezonu için forma almaya vaktim olmamıştı, şimdi almak için keyfim yok çünkü o şampiyonluk, şampiyonluk değil diyorlar. Bunun en basit haliyle tarifi hayal kırıklığı, sebebi ne olursa olsun. Sadece şu süreci yaşamak bile, ister Aziz Yıldırım'ın ister başkalarının suçu olsun; insanda keyif, enerji, istek, coşku bırakmayan bir hayal kırıklığı. Belki birkaç ay, belki birkaç yıl, belki daha uzun süre uzak kalıp özlemek belki tekrar ümit verecek ama şu anda elimden gelenin en iyisi olabildiğince uzak durmak galiba. Lig bu hafta başlıyormuş; benim için başlamıyor. Ben bu oyunda yokum.
Devamı ...

8 Eylül 2011

V: "Adalet, özgürlük ve eşitlik kelimelerden ibaret değildir."



"Merhaba Londra. Öncelikle özür dilememe izin verin. Ben de, bir çoklarınız gibi, günlük yaşamın rahatlıklarını takdir ediyorum. Benzer olanın güvenliği, her gün tekrarlamanın verdiği huzur.. Ben de bunlardan herhangi biri gibi keyif alıyorum. Ancak, geçmişte genellikle zorlu ve kanlı mücadelelerden sonra gelen önemli birinin ölümüne dayanan anmalar genellikle tatlı bir tatille birlikte kutlanıyor. Bence bu 5 Kasıma birlikte damga vurabiliriz. Ne yazık ki artık hatırlanmayan bu gün hakkında hep birlikte oturup birazcık sohbet edebiliriz. Elbette, bizim konuşmamızı istemeyenler de var. Hatta şu an telefonlarda emirler veriliyor ve silahlı bir takım insanlar yola çıkıyor.

Neden? Çünkü sopalar konuşma yerine kullanılsa bile, kelimeler her zaman güçlerini korurlar. Kelimeler manalara anlam verir ve dinleyenler için gerçekleri fas ederler.

Gerçekte ise, bu ülkede basbayağı yanlış giden bir şeyler var.

Değil mi? Zalimlik ve adaletsizlik, hoşgörüsüzlük ve baskı. Ne zaman özgürce kendi fikrinizi uygun gördüğünüz şekilde ifade etmeye kalksanız, artık sansürle karşılaşıyor, hayatta kalma sisteminiz rahatlığınızla uyuşarak sizi boyun eğmeye zorluyor. Bu nasıl oldu? Kimi suçlayabiliriz? Elbette bazıları diğerlerinden daha fazla sorumlu ve mesuliyetlerinin bedelini ödeyecekler. Ancak yine de, gerçeği söylemek gerekirse, şayet bir suçlu arıyorsanız yapmanız gereken tek şey aynaya bakmak.

Neden yaptığınızı biliyorum. Korktunuz. Kim korkmazdı ki? Savaş, terör, salgın hastalıklar. Aklınızı gafil anlayan ve vicdanınızı yok eden sayısız problem vardı. Korku en iyilerinizi dahi teslim aldı ve panik içerisinde Başbakan Adam Sutler'a koştunuz. Size düzen ve istikrar vaad etti. Karşılığında beklediği tek şeyse uysal bir şekilde sessiz sakin durmanızdı. Ben, dün gece bu sessizliği bozdum. Dün gece Old Bailey'i bu ülkeye neyi kaybettiğini hatırlatmak için yok ettim.

Bundan 400 sene kadar önce, iyi bir vatandaş 5 Kasım'ı size sonsuza kadar hatırlanacak bir an olarak hediye etmek istedi. İnsanlara, adaletin, özgürlüğün ve eşitliğin sadece kelimelerden ibaret olmadığını hatırlatmak istiyordu. Eğer hiçbir şey görmediyseniz, eğer bu hükümetin işlediği suçlar hala sizin için belirsizliğini koruyorsa, size 5 Kasım'ı alalade bir gün gibi geçirmeyi tavsiye ederim. Ama eğer benim gördüklerimi gördüyseniz, eğer benim hissettiğim gibi hissediyorsanız ve eğer benim aradığımı arıyorsanız, o zaman bir yıl sonra Meclis'in önünde buluşalım ve onlara bir daha kimsenin ebediyen unutamayacağı bir 5 Kasım verelim."
Devamı ...