Fenerbahçe Medyası



Türk futbolunun büyük efsanelerinden biri Hıncal Uluç tarafından tedavüle sürülüp, Beşiktaşlısından, Trabzonsporlusuna kadar bir çok insanın şenliklerle aynen kabul ettiği "Fenerbahçe medyası" mitosudur. Efsaneye göre, Fenerbahçe federasyonu yönetmekte, hakem atamalarını belirlemekte ve bunu bilen Fenerbahçe medyası da gerçekleri fas etmemekte, saklamaktadır. Hikayeye göre bu "medya" Fenerbahçe lehine olan durumları yazar ancak, Fenerbahçe aleyhine olacak gelişmeleri de yazmaz.

Dilek Neşe Açıkel'i tanıyorsunuz. Cumhuriyet sporun okunmaya değer bir kaç yazarından bir tanesidir. Kendisi Fenerbahçeli. Bundan bir kaç gün önce Habertürk'te bir programa katıldı, arkasından gazetesi ile ilişkisi büyük bir sallantıya girdi. Cumhuriyet gazetesinin editörlerine göre okuyucular kendisinden rahatsız olmuş "dövmeli, taraflı bir kadın" diyerek kendisinin giyinme şeklinden, Fenerbahçeli oluşuna kadar her şeyine türlü hakaret etmişler, bu "baskılar" da Galatasaraylı editöryayı rahatsız etmiş.

Kim bunu diyenler? Türkiye'deki bütün gündemi belirleyen soruşturmalar hakkında gayet septik bir duruşları olan hatta, Ergenekon, Balyoz diye bir sıra giden soruşturmanın esasında hükümetin orduyu yıpratmak, kendi iktidarını tahkim etmek için kurduğu derin komplolar olduğuna gayet canı gönülden inanan, temelde ulusalcı insanlar. Bu soruşturma safhasındaki her türden hak ve hukuk ihlalini de yazıp, kamuoyunu bilgilendiren, bizzatihi yazarları uzun tutukluluk süreleri ile tebelleş olmuş, adil yargılanma ve masumiyet karinesi gibi ilkelerle ilgili ciddi birer duruş göstermeye çalışan bir gazetenin mensupları. Bu insanlardan, bu ilkelere "herkes" için sahip çıkmasını beklemek anlaşılan Türkiye'de bayağı lüks bir beklenti.

Cumhuriyet gazetesinin ilgili spor editöryası, eşkal fotoğraflarını bile sızdıran, "19 maçta şike tespit ettik" diye açıklama yapan, ifade tutanaklarını internette çarşaf çarşaf yayınlayan bir emniyetten hiçbir rahatsızlık duymaz mı? 3 Temmuz'dan bugüne kadar hiçbir bulguda 6222 sayılı kanuna aykırı tek bir hareketin olmaması, şike suçunun somut iddiaları olan "çantayla para trafiği"nden, "para sayarken görüntüleri var"a kadar tüm iddiaların yalan çıkması karşısında kafasında bir soru işaret yaratmaz mı? Ümit Karan ve İbrahim Akın'a ifadeleri alınırken baskı kurulması, bu ifadelerin yalan çıkması, şu ana kadar 19 maçla ilgili bir soruşturmada yalnız 2 futbolcunun tutuklu yargılanması hiç insanın kafasında "belki de iddialar haksızdır, belki de her 100 davanın 56'sının beraatla sonuçlandığı, kalan davaların yarısının da Yargıtay tarafından esastan bozulduğu bu necip ülkede, savcılar bir kere daha yetersiz delil ve bulgularla bir suç isnad etmiş, medya eliyle çeşitli bulguları servis ederek bir kamuoyu algısı yaratmaya çalışmış, temel hak ve hürriyetleri ihlal etmiş" olamaz mı?

Bu tip soruların sorulabilmesi için önce sağlam bir hukuk bilgisi ve hak üzerine oturmuş bir ideoloji olması gerekir. "Biz" ve "Öteki" çerçevesinde birbirinden ayrılmış, ötekine yarayacağı düşünülen her şeyin kafadan "kötü", bize yarayacağı düşünülen her şeyin de "iyi" olarak kodifiye edildiği, hakikatin her dönem çatışmada elde edilecek "fayda"nın gerisinde kaldığı bir zihni iklimde bu tip bir tutarlı hak talep mümkün değildir.

Fenerbahçe, "öteki"dir, öteki bir zarara uğruyorsa da bu iyidir. Bu tipte, George Orwell'in Hayvan Çiftliğinde çerçevesini çizdiği "iki ayak iyi dört ayak kötü" mantığından öte olmayan bir algoritma ile hayata bakıyorsanız da, bir soruşturmada bütün savcılar kötü ve maksatlı olur, orduya karşı büyük bir komplo vardır, diğer soruşturmada ise her şey süperdir, mükemmel bir hukuk sistemi sonucunda savcılar sanat eseri sayılacak bir uygulama yapmışlar, kötülere karşı mücadele eden şövalyeler gibi gerçekleri bir bir fas etmiştir.

Niye? Çünkü incelemek zor. Çünkü, hukuk kitaplarını açıp, temel prensipler üzerinden her soruşturmayı tekrar tekrar yargılamak, doğruya doğru, eğriye eğri demek zor. Hem büyük bir çaba istiyor hem de bu savaş ortamında beklenen netlikte bir duruş da sergilenmiş olmuyor. İnsanlar anlamıyor ki? "Biz" ve "Öteki" binary aklına kısıtlı kalmış bir toplum, hak ve haksızlık paradigmasına erişemez ki? Olay ve olguları kimlikler üzerinden değerlendiren ve karşıda gördüğü kimliğe faydası olabilecek her durumun temelde "yanlış" olduğuna inanan insanlar, soyut hak çerçevesindeki bir terazide, karşı tarafın da hakkını verdiklerinde ister istemez kendilerini düşmana yardım ve yataklık etmiş işbirlikçi gibi hissediyorlar. Münasebetsiz.

Öyle olunca da forma değiştiği anda tutum da değişiyor. Cumhuriyet gazetesinin ulusalcı forması altında "komplo teorileri" dermeyan edip, bunun da delili olarak soruşturma safhasındaki usulsüzlükleri gösteren adam, Galatasaraylı formasını giydiği anda (yaklaşık 10 dakika sonra) bir anda soruşturma sürecindeki hukuk hassasiyetini bütünüyle kaybedip, medyada çıkan algılamalar üzerinden fikir beyan ediyor, "halkın hassasiyetleri" diyerek de Dilek Neşe'nin giyiminden, dövmesine kadar türlü çeşit kişisel özelliğine üstü kapalı laflar söylemekten de geri durmuyor. Adama sorarlar, madem "halkın hassasiyetleri" idi ve herhangi bir olguya karşı temel duruşunuzu medya tarafından oluşturulan kamuoyu algısı ile belirleyecektiniz, AK Parti %50 oy alıp, Ergenekon soruşturması sırasında da yargılananların peşinen suçlu olduğuna, örneğin Mustafa Balbay'ın bir terör örgütü üyesi olduğuna inanan milyonlar varken neden bu kadar "mücadele" ettiniz?

Ben cevaplayayım, çünkü Cumhuriyet Gazetesinin, Taraftan, onun Sabahtan, Onun Hürriyetten, Onun Vatandan filan bir farkı yok! Bu saydığım unsurların hepsi en nihayetinde bağlı oldukları grupların çıkarları çerçevesinde faaliyet gösteren medya unsurları ve bu unsurlar da en nihayetinde "hak", "hukuk", "prensip", "ilke" gibi temel soyut kavramlara göre değil, somut çıkarlar atlasındaki konumlanmalarına göre hareket ediyorlar.

Yani ne diyorum? Bütün bu organların temel zihni algoritmaları esasında aynı. Sadece cephedeki konumları farklı. Yunan askeri ile Türk askeri aynı meydanda savaşırken farklı savaş kurallarına göre hareket etmiyorlar. Yanaşık düzen hepsinde aynı. Sağa dön, sola dön, yat, kalk hepsinde olan komutlar. Askerlerin düzenleri, tek er seviyesinden ordu seviyesine kadar yapılanmaları hepsi aynı. Ne farklı? Amaçları farklı. Silahlar farklı. Karşıdakini yok etme amacı ve sorumluluğu ile hareket eden, eldeki tüm imkanlarını bu amaç için kullanan iki ordu bunlar neticede. Bir kazanan ve bir kaybeden var. Aynı medya. Bunlar da bağlı bulundukları grupların üstün çıkarlarını korumak, bunu maksimize etmek için çabalıyorlar, bu arada hakikat bir silah, prensipler birer kurşun, ilkeler esasında gönülden biat edilmesi ve herkese eşit olarak uygulanması gereken araçlar değil, ötekinin zaten öteki olmakla hak etmediği, bizim ise her türlü hak ettiğimiz "ayrıcalıklar" Makbul isen bu ayrıcalıklardan istifade etme şansına / hakkına sahipsin, değilsen canın cehenneme! Algoritma bu olunca, GS forması ile bambaşka şeyleri söyleyen Cumhuriyet Gazetesi Spor Editörlerinin, ulusalcı formaları ile tam aksini büyük bir hararetle söylemesi de bir çelişki olmuyor. Neden? Çünkü asker kafasında tutarlılık devam ediyor. Faydalıysa vur, senin için "makbul" değilse, sakla. Bu kadar.

Şimdi düşünün, ülkedeki tüm soruşturmalara karşı son derece septik bir bakış açısı ile hareket eden Cumhuriyet'te durum böyleyse, diğerlerinde nasıl?

Akıl hastası gibi diyorlar ki, bir Fenerbahçe medyası var. Fenerbahçenin böyle bir medyayı finanse edebilecek, siyasal çıkarlarını maksimize edebilecek, bu medyanın sahibi olan sermaye gruplarının kar maksimizasyonları hedeflerini belirleyebilecek bir iktidar gücü var mı? Yok! Dahası, objektif olarak da Fenerbahçe medyası, Fenerbahçe "biased" bir medya bulunmuyor. Zira böyle "medya mensupları" yok. Bunlar hakim, belirleyici bir güce, etkinliğe, genel kanaati belirleyecek bir etkinliğe sahip değiller. Mesela Hıncal Uluç, Fenerbahçe medyasından 10 kat daha güçlü. Zira bütün gazetelerdeki yayın müdürleri, editörleri üzerinde geçmiş zamandan gelen manevi bir ağırlığı var. Ercan Saatçi'nin gerçekten de Hürriyet'in spor ekinin genel tutumunu belirleyebilecek bir entellektüel ağırlığa veya Selçuk Yula'nın yazdığı spor gazetesindeki diğer yazarların fikir ve görüşlerini etkileyebilecek bir merkez siklete filan sahip olduğuna inanmak, Hansel ve Gratel'in gerçek bir hikaye olduğuna inanmak kadar saçma.

Bunu da nereden görüyoruz? İşte bu şike soruşturması en sonunda bu gerçeği fas etti. Aziz Yıldırım dönemi boyunca ihmal edilmiş, medya ile ilişkilerin sonucunu da gördük. Bugün ortada, soruşturma safhası sırasında yaşanan hukuka aykırılıkları, adaletsizlikleri, kendisine servis edilen bilgileri denetleyen, değerlendiren tek bir gazete dahi yok. Bu adamlar, Fenerbahçe'nin Galatasaray'a teşvik girişiminde bulunduğunu, Bilyoneri kapattığını, Emenike ile Sezer'in para sayarken görüntüleri olduğunu, beyaz bir çanta ile Ümit Karan'a para gittiği, Fenerbahçe Konyaspor maçında şike yapıldığı filan her şeyi yazdılar. Peki Bilyoner'in, gece kulübü olduğunu, Galatasaray'a teşvik primi denilen görüşmenin "abi nasılsın ne yapıyorsun"dan mürekkep bir telefon konuşması olduğunu, Beşiktaş maçında şike yapıldığı iddiasını ve daha bir dolu gerçek dışı çıkan iddiayı bu tonla yazdılar mı? Havanızı alırsınız. Hiçbiri medyada yok. Eskişehirspor Fenerbahçe maçında Aziz Yıldırım'ın şike taktiği verdiğini iddia eden medya, bu iddianın temeli olan konuşmayı, yani aralarında Eskişehirspor yöneticileri varken Aziz Yıldırım'ın bir şaka yaptığını filan yazdı mı? Yok. Adamlar, haberin devamında şike taktiği filan olmadığı "böyle oynarsanız sizi yeneriz, olmaz böyle" diye adamın şaka yaptığı buz gibi belliyken, "Aziz Yıldırım'dan şike taktiği" diye manşet attılar. Milyonlarca insan da gerçekten Aziz Yıldırım'ın şike taktiği filan verdiğini sanıyor.

Bütün bunları günlük muhabirler kadar köşeyazarları, spor basınının başını tutmuş insanlar da söyleyebilirdi. Kimler? Erman Toroğlu'lar, Serhat Ulueren'leri filan saymıyorum, kişisel husumetlerini programlarının ana malzemesi yapan tıynetteki insanlara söylenebilecek bir şey yok. Ancak bir Uğur Meleke, Mehmet Demirkol, Bağış Erten hatta Tanıl Bora bunları yazamaz mıydı? Bu insanlar, oturup da "ya arkadaş bir ton şey iddia ediliyor ama ortada elle tutulur bir şey yok, bir çok iddia yalan çıkıyor, Fenerbahçe - Galatasaray'a nasıl teşvik primi vermeye çalışsın, Beşiktaş maçında şike girişiminde bulunur mu, Yılmaz Vural Konya maçından sonra Cemil Turanla bir saat görüştüyse bunun şikeyle ne alakası var, Ümit Karan'a gönderildiği iddia edilen çantada para olduğu iddia ediliyordu saat çıktı, Buca maçında şike yapıldığı iddia ediliyordu bir tane Bucalı oyuncuya soru sorulmuş değil, Bursaspor maçında teşvik primi vardı hepsi hava civa oldu" diye giden onlarca haksızlık karşısında "bu işte bir gariplik var" diyemez miydi? Eskişehirspor maçıyla ilgili aptalca iddialara bakıp da "lan bu yanlış" demek için deha olmak filan mı gerekiyor? Onu geçtim, hiçbiri bilmiyor muydu TFF'nin bir tüzüğü ve disiplin talimatı olduğunu, disiplin talimatına göre savunma almadan ceza verilemeyeceğini, tüzüğe göre cezayı TFF Yönetim Kurulunun değil PFDK'nın verebileceğini, dahası Etik Kurulu raporunu hazırlamadan dosyanın PFDK'ya sevk edilemeyeceğini? Bunları öğrenmek, bunları yazmak çok mu zor? Zor, çünkü bunlar "muteber" değil. Bunlar, o algı grubu için Veli Küçük'e yapılan haksızlıkları yazmak kadar "münasebetsiz". Mehmet Demirkol'un veya Tanıl Bora'nın ya da saydığım diğer isimlerin Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe'yi bir Veli Küçük olarak gördüğünü iddia etmiyorum ancak içlerinde bulundukları ortamdaki genel algılama bu yönde. Bu algılamanın sonuçlarıyla da karşılaşıyorlar. Yani "münasebetsiz" bir yazı yazmış oluyorlar. "Şikeyi mi savunuyorsun" gibi ithamlara maruz kalıp "oyun dışı" olmaktan bilinçli bilinçsiz bir güdüyle çekiniyorlar ya da çekinebilirler. Tanıl ağabey için bunu söylemiyorum, kendisi hemen bir sokak aşağıda oturur, böyle demek doğruysa mahalleden de komşumdur, uzun süredir hayranıyım, evde boy boy kitapları var, hayatı boyunca münasebetsiz bulunan doğruları söylemekten çekinmemiş bir insana bunu söylemek haksızlığın dik alası olur. Ama, o da işte algı durumundan etkileniyor. O da zaten kafadan pis ve pisliğe bulaştığını düşündüğü Türk futbolunun en kirli figürü olarak gördüğü bir insanın ceza almasını hararetle bekliyor ve bu arada da "delil", "iddia", "ispat" gibi lüzumsuz detaylarla belli ki kendini yormak istemiyor.

Fenerbahçeli olmak bugün bu medyada "münasebetsiz" bir şey. Saklanması, gizlenmesi, üstünün kapatılması gereken, aynı "ton" olarak kabul edilen görüş ve düşüncelerin ifade edilmemesi icap eden bir "renk." Bu da yeni filan değil. 10 senedir böyle. NTVSPOR, Türkiye'de Fenerbahçeli olmakla itham edildi. Büyük bir kamuoyu baskısı oluştu. Neden? Efendim Rıdvan Fenerbahçeliymiş. Ne var bunda? Adamın söyledikleri doğru olabilir, yanlış olabilir, yıllarca Hıncal Uluç bu kanalda prime time'da yayın yapan "Galatasaraylı" diye NTV'nin "Galatasaraylı" bir biasa sahip olduğunu, böyle bir tutumu olduğunu filan iddia eden çıktı mı? Hıncal Uluç'tan haz etmeyen milyonlarla dolu bu ülke ancak Hıncal Uluç'un Galatasaraylı olması bir eleştiri olarak hiçbir zaman ortaya çıkmadı. En fazla söylediği yanlıştır, haksızdır, bu cihette giden, içinde yer aldığı kurumu da bağlamayan sözler söylendi. Doğru tavır da budur. Rıdvan'ın, Demirkol'un Fenerbahçeli olması neden bir "hastalık"mış gibi tarif ediliyor? Mehmet Demirkol'un analizleri bile Fenerbahçeli kimliği üzerinden yeniden bir zemine oturtulup, ameliyat edildi. Mehmet Demirkol'un doğru söyleyip söylemediği değil, Fenerbahçeli olduğu, dolayısıyla taraflı olduğu, dolayısıyla "doğru ve haklı" olanı göremeyeceği, dolayısıyla Fenerbahçe'ye zemin / yer kazandırmak güdüsüyle bir takım laflar ettiği üzerine bina edilmiş komplo teorileri sayfalar dolusu yazıldı çizildi. Aynı türden bir bakış açısını Beşiktaşlı, Galatasaraylı biri için görmek mümkün mü? Değil. Siz Banu Yelkovan'ın veya Uğur Vardan'ın tuttuğu takım üzerinden, taraflı olduğunu, kendi takımına her şeyi yontmaya çalıştığını, dolayısıyla gerçeği görebilme şansı olmadığını söylediklerinin bu sebeple kategorik olarak haksız olduğunu iddia eden, özcü bir eleştiri okudunuz mu? Mümkün değil. Çünkü "Fenerbahçelilik" bu medya ve jenerasyonun kafasında bir "persona non grata" ile gezmek demek, bunu sakladığı, kapayabildiği, göze sokmadığı sürece insanlara "tahammül" gösteriliyor.

Zira söylenene "haksız" demek için söylenenle rabıtalı bir takım farklı argümanlar çıkarmak lazım. Yani şu şu şu sebepten bu söylenen haksız. Halbuki "Fenerbahçeli" ile başlayıp "taraf", "dolayısıyla objektif olamaz" ile devam eden söylem bu tip bir meşgaleden de insanı kurtarıyor. Karşıdakinin söylediğini kafadan "yanlış", "geçersiz" kümesine atıyor. En zorlanılan yerde "Mehmet Demirkol da Antu kafasında" deriz geçer, dalganın, tahkirinin serin suları içerisinde Demirkol ne dese bu saatten sonra kendisini kurtaramaz. Bu da tabi temel siyasal algoritma ile uyumlu, Fenerbahçe bir öteki, ona yarıyorsa da bu bizim zararımıza ve dolayısıyla makbul olmayan bir büyük öteki olarak Fenerbahçe'nin bu tip haklardan istifade etme ayrıcalığı yok.

Nerede bu Fenerbahçe medyası? Patlamış bir top gibi önümüzde yatıyor işte. Bugün, medyada geçtim "Fenerbahçe yanlısı" bir haberi, "hukuk" konusunda hassas, adil bir beyanı bile bulmanız mümkün değil. Objektif hukuki gerçekler, örneğin Disiplin Talimatı'nın 72. maddesi bile medyada yer bulma lüksüne sahip değil. Sabah Gazetesinden Posta'ya kadar 52 gazetede 500 köşeyazarı konu hakkında yazı yazdı, biri de "ulan böyle bir madde var" demedi, diyemedi. Objektif durum bu, böyle bir madde var, yazamıyorlar. Neden? Çünkü "makbul olmayana yarayacak münasebetsiz bir gerçek" o kadar.

Bu arada bu "Fenerbahçe medyası" efsanesi medyayı da baskı altına aldı, medya da öyle olmadığını göstermek için son 10 senede her türden adımı attı. Yaranamaz. Boşa çaba. Çünkü medyamız genel durumu çok kötü. Yani bugün karşı çıktığımız her şey, temel olarak bundan 3 sene önce de vardı. İçerikle bağdaşmayan haberler, şok edici manşetler atıp yanlış algı oluşturmalar, beğenilmeyen yöneticilere karşı olumsuz yazılardan oluşan büyük salvolar. Rijkaard'dan Zico'ya "stajyer bile olamaz" beyanlarıyla kelle almak için sallanan kılıçlar medyanın genel dilini de belirliyor. Trabzonlusu da, Beşiktaşlısı da haklı olarak rahatsız. Onlar bu rahatsızlığı yine kimlik üstünden "Fenerbahçe medyası" diye ifade ediyorlar. Büyük kolaylık. Yani hukuka saygı duymayan, objektif bir şekilde gerçekçi bir analiz yapamayan, kişisel husumetleri ile yorumlarını belirleyen, kulüp başkanları ile ilişkisinde belirleyici olduğu vehmine kapılan, futbolu futbol kuralları ve doğruları içerisinde değil, saha dışı olaylar ve düşmanlık diliyle değerlendiren medya mensuplarından kurulu bu ordu diye tarif etmek zor. Onun yerine "öteki" ile birleştir geç. Bir zamanların "siyonist medyası" veya "yalaka medya" gibi tabirlerle aynı tornadan çıkmış. Gerçekte siyonist mi medya? Değil. Ancak medyanın hak, hukuk tanımaz, faydasız bulduğu gerçekleri saklamaya teşne, faydalı bulduğu olayları ise abartarak yayınlamaya meyyal hallerinden mürekkep, konumlanması medyanın her alanında doğru ve gerçek. Muhalefette olan muhafazakar sınıflar, milli görüşçüler de bir büyük ötekileri ile bunu harman edip, tak diye söylüyorlar işte "Siyonist medya" diye. Kolay.

Şimdi tabi, elden ne gelir? Yandı gülüm keten helva. Gel de açıkla. Nasıl açıklayacaksın? Bu medyanın basın özgürlüğü yok. Bu medyanın mensuplarının bir sendikası veya iş güvencesi yok. Bu insanlar da "doğru" olan şeyleri yazabilecek lükse sahip değil ki? Afedersiniz bu medya, kendi arkadaşları aylarca para alamazken bunu bile yazamadı, yazamaz. Kendi haklarını dahi korumaktan aciz duruma düşürülmüş bir medyadan oturup da toplumsal hakları ve gerçekleri korumasını, kamuyounu bilgilendirme görevini hakkıyla yerine getirmesini beklemenin hayalperestliği içerisindeyiz hepimiz. Bu tabi pek de doğru bir beklenti değil. Ancak tam da bu sebeple, ortada bir Fenerbahçe medyası filan yok. Üstüne kurulduğu zemin itibariyle de yok, içinde çalışanların genel tutumları, davranışları, entellektüel çıktılarını belirleyen hakim figürlerin yapısı sebebiyle de yok. Ama bu efsane işe yarar olduğu sürece de devam edecek ve işe yarıyor, en azından "makbul olmayan ötekine yarayacak münasebetsiz gerçeklerin" üstü kapatılsın diye. Buyrun, işte bir kaç insan, ses çıkarmaya çalışıyor, bloglardan, twitterdan bir kaç hakikati de 3000 - 5000 kişiye bildiriyoruz, bu da bir fark yaratıyor ama, daha fazlası değil, bir fark.


22 comments:

  1. fairtail dedi ki...

    eline sağlık...

  2. Behçet Üstün dedi ki...

    Elinize sağlık. Mükemmel bir medya analizi olmuş. Umarım okuyanı da çok olur.

  3. alkinte dedi ki...

    Tek kelimeyle mükemmel bir yazı olmuş. Duygularıma tercüman olmuşsunuz...

  4. FBlackmamba dedi ki...

    Çok doğru tespitler yapmışsın bir kere daha içimizden geçenleri belki bizim iki kelimeyi bir araya getirip tam olarak ifade edemediğimiz,birçok yazarın da cesaret edemediği gerçekleri yazmışsın.Yazının sonunda bir fark yaratıyor daha fazlası değil demişsin ama o bir fark çok buyuk bir fark.Gerçeğin doğrunun farkı.Daha önce de söylemiştim senin gbi renktaşlar bana gurur veriyor.
    son olarak yazının başında neşe açıkel yazmışsın açıker olacak galiba

  5. Unknown dedi ki...

    Lise'nin medyaya etkisi hiç bir zaman tartışılmaz. Fenerli dedikleri adamlarda bir numara aziz yıldırım düşmanları. Bizim ilk önce lise lobisini ortaya çıkarmamız lazım. Bu adamlar artık fazla olmaya başladılar.

  6. Onur Tirkes dedi ki...

    ayakta alkışlanacak bir yazı.. fakat peşinen söyleyeyim, aynı ötekileştiren zümre tarafından, çoktan "münasebetsiz" ilan edilmiş bu blogda yazıldığı için eminim ki bir satır bile okunmadan geçilip gidecektir.

  7. Adsız dedi ki...

    medyanın durumuyla adı kendinden büyük "yüce Türk adaleti"nin durumu aynıdır. her ikisi de bir nevi toplumumuzun aynasıdır.

    bakmaya, üstüne oturup düşünmeye tahammül edemediğimiz gerçeklerimiz olduğunun acısını karşımızda ki aynayı kırarak, bükerek, boktanını kullanarak çıkarırız. Yarın bütün mahkemeler haksızı mahküm etse, bütün gazeteler de gerçekleri yazsa inanın bu ülkede mutsuz insan sayısı mutluyu geçecektir.

    bunu bilir ama herşeye rağmen "ama gazetede çıkmış", "ama tutuklamışlar adamı" deriz, söylediğimize inanmadan. komplekslerini yenemeyen toplumlarda bu yüzleşmeler ne yazık ki böyle kötü aynaların yansımasında oluyor. Yamultup bakıyoruz kendimize, başka türlüsü bizi akşamları uyutmuyor..

    Şu yazıyı bile "ne kadar doğru" diye okuyan binlerce okur karşılarına politik, kişisel bir tabu çıktığında aynı eleştirdikleri insanlar kadar şahinleşip "aynayı kırma" çabasına giriyorlar.

    Mesela bu süreçte çok duyduk gsli arkadaşlardan, "nasıl hala savunursun o adamı" diye başlayan sözleri. Onlara göre de biz kördük, medya doğruydu, bağırıyordu emniyetle, badem bıyık savcılarla kolkola, biz ise hala göremiyorduk gerçeği...hepsine tezimin Fenerbahçenin suçsuz olduğu üzerine kurulmadığını açıklamaya çalıştım. Fenerin suçluluğu üzerine kayıtsız şartsız senaryo üretenlerin aksine, suçlu ya da değil, sadece bu işi düzgün, apolitik ve tarafsızca yapılması gerektiğini söylemek demek istedim.

    Pozisyonumun nötr bir tabanda filizlenmesi zaman içerisinde bana güç verdi, birbiri ardına yapılan hukuksuzluklar da en fanatik gsliyi bile aklı varsa muzip muzip güldürecek cinsten olunca da zamanla sanıyorum daha iyi anlaşıldı. Umuyorum, bir avuç insan dahi olsak bloglarla, twitlerle, her ne yolla olursa olsun sözlerimiz, ışığımız bir yerlere ulaşır. Doğrular zamanla er geç ortaya çıkıyor zaten, platinin doğrularından değil, gerçek adaletten, hukuktan bahsediyorum... :)

  8. Cengiz dedi ki...

    "öteki bir zarara uğruyorsa da bu iyidir" bakışının nerelere vardığının en güzel örneği Euro2016 seçim sürecinde lobiciliğin kralını yaparak memleketine kıyak geçtikten sonra kendisini kılıçtan geçiren zevat tarafından bugün şikeci(!) Fenerbahçe'ye sözde ayarların kralını verdiği için yüceltilen Platini'ye olan yoğun sevgi gösterileri değil midir?

    Hani salak diyeceğim gerizekalı diyeceğim o bile az gelecek...

  9. Brubaker dedi ki...

    "Gavurun ekmeğini yiyen, kılıcını da sallar" diye bir atasözümüz var. Maalesef ülkemizdeki medya gücü ve yapılanması için birebir uyum gösteren bir söz. Çeşitli medya gruplarının el değiştirdikten sonra yayın politikalarının nasıl yön değiştirdiği hepimizin malumu. Bu şekilde dizayn edilmiş bir yapıdan objektiflik beklemek, en ufak kitle ya da "GÜRUH" için adalet beklemek doğal olarak pek mümkün olmuyor. Gerekli hassasiyeti gösterenler ise aynen yazınızdaki gibi bir anda "ÖTEKİ" olup, kendini bir anda başka bir galakside buluyorlar.İşin daha da kötüsü bir süre sonra bu kişiler itibar savaşı vermeye başlıyorlar. Sermaye ve siyaset gücünün iktidar hırsı ile her konuda yönlendirici davranması içinde bulunduğumuz ortamın oluşmasının bence ana nedeni. Daha bugün Lube Ayar'ın yayınladığı Kelebek Operasyonu belgelerinde haberin nasıl yapıldığı, nasıl yönlendirildiği ya da Yılmaz Özdil'in bugünkü köşe yazısında aynı medyanın seneler önce de nasıl akla mantığa sığmayacak şekilde haber yapıp bunu 1 yıl boyunca uyuttuğu sıcacık ortada duruyor.Bu iş örnek vermekle bitecek gibi de değil.
    Olabildiğince özenilmiş ve argümanı son derece sağlam paylaşımın için teşekkürü ben de borç bilirim.Bu tür yazılar ve fikirler paylaşıldıkça, konuşuldukça bir nebze de olsa toplum içinde karşılığını bulacaktır diye düşünüyorum.

  10. sincera dedi ki...

    Türk medyasının yapamadığını Alman Der Spiegel yaptı. Fenerbahçe haberini daha fazla insan okursa daha iyi olmaz mı?

  11. samael dedi ki...

    Gerçekten müthiş yazı olmuş, emeğine sağlık renktaş.

    Bu ülkede Fener Medyası yoktur, sadece kendini içten içe kemiren, kendiyle çelişerek zihinlerde eksikli bir kanaat oluşturan baskın zihniyet, medyadaki bütün köşe başlarına hakimdir.

    Bugün ak dediğine yarın kara diyebilecek bu zihniyetin takımı veya partisi olmaz.

  12. asturias dedi ki...

    Hocam kalemine sağlık. Fenerbahçeli medya safsatası merkezinden yola çıkarak mükemmel bir Türk Medyası eleştirisi olmuş.

  13. Caqy.1907 dedi ki...

    Sadri' Şeneriin yurtdışı yasağı kalktı, Şenol Güneşe disiplin cezası verilmedi, Bursaspor' un 5 maç seyircisiz oynama cezası iptal oldu, Beşiktaş iyi niyetinden(!) avrupa biletini aldı.. Bunların hepsi Fenerbahçe şampiyonlar liginden men edildiği gün gerçekleşti..!!Siyasi Güç Çek Elini Üzerimizden!!.

    Gençlik ve Spor Bakanı AKP'Lİ Suat Kılıç;
    HÜSEYİN AVNİ AKER STADI'NIN YENİ SEZONA HAZIRLANMASI İÇİN 6 MİLYON LİRA yardımda bulunulduğunu açıkladı..!! Aynı Gün Beşiktaş ve Galatasarayın Vergi Borçlarında İndirime Gidildi!!!!!!!.

  14. ersoy dedi ki...

    dolu dolu, çok güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık.

  15. barbar dedi ki...

    şimdi birde trabzon "medyası" çıktı. "galat ı meşhur lügat i fasihten evladır" diye boşuna dememişler. daha "medya" nosyonunun ne olduğunu bilmeyen zevatın ilginç buluşları arasındadır. türkçesi "kitle iletişim araçları" demektir. kavram çoğuldur. "yazılı medya?" "görsel medya?" gibi yanlışlara bir de "trabzon medyası" eklendi.

    o trabzon medyası da (burada uygun bir tanımlama bulamadım) ne yaptığını bilmez bir yapıya sahiptir. bu ülkede bir "aydın" (hrant dink) cinayete kurban gider, katil o sözde "medya" tarafından kahraman ilan edilir. belki "karadeniz zekası"nın bir kanıtıdır.

    platininin son açıklamasını kullanarak (o büyük zekaları ile) yine Fenerbahçe'yi hedef almış durumda. zat-ı şahaneleri "siz türk değil misiniz" diye soruyor. ben de kendi adıma cevap vermek istedim. evet ben türk değilim. (etnik köken olarak türk ve egeliyim.)

    bir zamanlar büyük şair Nazım'ın "Vatan haini" ilan eden "Ulus" gazetesi gibi bunlar da bizi yaftalamaya çalışıyor. ancak bu acizlikleri ile boşluğa düştüklerinin farkında olduklarına inanmıyorum. bir katili milliyetçilik inançları doğrultusunda kahraman ilan edenlerin bunları anlaması çok zor.

    eğer bu insanlar (sözün gelişi insan dedim) türkse ben türk değilim. keşke Nazım'ı anlayabilme kapasitesine olup okusalar belki biraz faydası olur. “yarı sömürge” ne demek belki anlar ve ona göre yorum yaparlar.

    Ülke sporuna hiçbir katkısı olmayan bir klubun ve taraftarının bu yaklaşımı iyice can sıkıcı olamaya başladı. milliyetçi yaklaşımlardan hoşlanmayan birisi olarak bu sözde milliyetçilik yapmaya çalışanlardan iğreniyorum...

  16. emre dedi ki...

    Bir kac ay once Turkiye'deyken Tevfik Yener'in "Istanbul Ask Ekmek Hayal" kitabini almistim ve iki gun once okumaya basladim ve tesadufen bu surecte aslinda Fenerbahce'nin despotik iktidarlarin ilk defa hedefi olmadigini ogrendim. Tevfik Yener'in affina siginarak satirlarini paylasmak istedim sizinle, bakin 50 sene gecmis ama iktidarlarin Fenerbahce'yi ele gecirme hirsa nasil ayni kalmis:
    1959 yilinin Subat ayinda Kadikoy'de en cok sorulan soru suydu: "Fenerbahce'nin yeni baskani kim olacak?". Basbakan Adnan Menderes yani "Beyefendi" kesin talimat vermisti: "Basbakan Yardimcisi Medeni Berk Fenerbahce Kulubune baskan yapilacaktir!..." Fenerbahce'yi ele gecirmek Demokrat Parti icin onemliydi. Turkiye'nin en cok taraftara sahip kulubu "maalesef(!)" Kadikoy semtindeydi. Kadikoy ise oylarini CHP'ye veriyordu. Kalesiydi Cumhuriyet Halk Partisinin. Demek ki Fenerbahce'liler CHP'ye oy vermekteydi. Kulup CHP'den koparilmaliydi. Beyefendi'nin bu yolda ki emri mutlaka yerine getirilmeliydi. Baska yolu var mi? Fenerbahce kongrelerinde etkili olanlar derhal Ankara'ya cagirilacakti. Aslinda o kisilerin hemen hepsi Demokrat PArtiye karsiydi. Onlara "Fenerli muhalifler" diyorlardi. Boylece o Fenerliler; Semih Bayulken, Erdal Kocacimen, Kemal, Adnan, Rustu Daglaroglu, Bulent, Lebib Elmas, Husamettin Boke ve Muhittin Bulgurlu makama cikti. Basbakan Menderes Fenerli muhalifleri agirliyordu: "Beyler kulubun ihtiyaclarindan yeni haberim oldu. Fenerbahce'ye yepyeni tesisler yaptiracagim. Muhtesem stat, hatta yanina atletizm pisti..." Isin matrafk ama aci olan tarafi ise suydu: Fenerbahce'yi resmen temsil eden kimse yoktu. Bu heyet sadece "taraftarlardan" kuruluydu. Ve bu heyet o sira Fenerbahce'yi yonetenlere muhalifti. Siyasilerin amaci, bu muhaliflerin destegiyle kulup yonetimini devirmek ve yeni baskani tayin etmekti. Becerdiler de...6 Mart 1959 Fenerbahce kongresi sonucunda Basbakan Yardimcisi Medeni Berk Fenerbahce Baskani oldu. Ve en matrak aci olani ise baskan secilen Medeni Berk baskan secildigi Fenerbahce'ye uye bile degildi. Secim oncesi allem kallem uye kaydi yapilmisti.

  17. haute_couture dedi ki...

    konuyla alakasız olacak ama ekonometri çalışırken içinde "binary", "biased" kelimeleri geçen bir yazı okumak da fenaymış :) nalet olsun böyle derse!

  18. cromvemitra dedi ki...

    Emeğine sağlık.Türk medyasına, her açıdan, mükemmel ötesi saptamalarla "olay budur" demişsin. Bence medya'ya ateş etsen daha iyiydi.Kalemin ile bombalamışsın.Büyük bir keyifle yazdıklarının tamamına katılıyorum. Bir de 3 temmuzdan beri yaşanan süreçteki yanlış çıkan medya doğrularını örneklemişsin.Bu medya da yer alan iddialardan bir kaçı da;Aziz başkanın,yönetici arkadaşları ile "tarlalar yeşillendi mi?" diye konuşması,Ankaragüçlü Uğur Uçar'ın "evet,bana şike teklif ettiler diye ifadesi. Bir de yazıldı ama yalanlandı mı takip edemedim, Bülent Uygun'un eşinin telefonda "yine şike mi yaptın Bülent" diye konuşması var diye haber yapılmıştı.Bunlar ile ilgili açıklamalar neler?Çünkü bir tek bunlar kaldı fenerbahçe'yi sıkıntıya sokacak iddialar bence.Bilgilendirir misiniz, lütfen?Tekrar kalemine sağlık ve teşekkürler.

  19. momos dedi ki...

    çok güzel bir yazı olmuş, tebrik ederim. halen herşeyin ve herkesin kirlenmediğine dair umut veriyorsunuz, teşekkürler.

  20. AnilUlusu dedi ki...

    Büyük kısmıyla hislerime tercuman olan bir yazı, ancak Cumhuriyet ile ilgili kısım ağır - haksız - olmuş. Temmuz ortasından bu yana gazeteyi izliyorum, konuya yaklaşımı kesinlikle diğerlerinden farklı. DNA olayı evet üzücü, ancak tatlıya bağlandı diye biliyorum.

  21. MustafaS dedi ki...

    Fenerbahçe olarak yazıda da belirtildiği gibi bir medya gücüne sahip değiliz. Elimizde olan gücüde bazı sebeplerle kullanamıyoruz. Aslında bu konuda detaylı bir yazı yazmayı düşündüm ama araştırma yapacak zamanım olmadığı için olmadı. Örnek olması açısından bir kaç noktayı belirtmek istiyorum :

    Biraz eskide olsa hangi gazetenin spor müdürü hangi takımı tutuyor şeklinde bir haber :

    http://www.main-board.eu/spor-genel/63118-hangi-gazetenin-yayin-muduru-hangi-takimi-tutuyor.html
    http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=245676

    Bu haberin güncel halini bulmamız lazım.

    Birde mesela şu haber FB li bir Yayın Yönetmeni GS yöneticisini arayıp uyarıyor (haberde tehdit falan diyor ama bana dikkat et bak rakiplerinin eli güçlü şeklinde bir iyiniyet gibi geldi) Birde FB li olup Aziz Yıldırım düşmanlığından kulübün zor günlerinde nefretleri renk sevgilerinin önüne geçenler işlenebilir.

    Tabii birde medyada ağırlığı olanlar var. Mesela Hıncal Uluç, Ahmet Çakar, Erman Toroğlu gibi. Bunların destek-köstek faaliyetleri işlenebilir.

    Siyaset içinde olup bu gücünü tutuğu yada düşmanı olduğu takım hakkında kullananlarda işlenirse güzel olur.(Faruk Öz ak, Faruk Çe lik vs) gibi.

    Araştırma konusunda engin yeteneklerinizi kullanıp medyadaki durumu bu isimler üzerinden işleyen bir yazı yazarsanız durum tespiti açısından faydalı olacağına inanıyorum.

  22. rampadacore dedi ki...

    mükemmel bir yazı olmuş, elinize sağlık

Yorum Gönder