28 Kasım 2009
Kafan mı İyi?
Şu maçta Fenerbahçe'nin gol atması bile mucizeydi. Zaten golü Güiza'nın atması da mucize olduğunun kanıtı. Daum ne yapıyor, anlamak imkansız. Şaka gibi. Zico'nun 5 hücumlu takımları, 3-5-2 denemeleri de dahil gördüğüm en skandal teknik adam performansı. Maç satılsa ancak böyle bir kadroyla, böyle bir sistemle sahaya çıkılır. Taraftarsızlık, eksikler, Galatasaray'ın mağlubiyetini falan kimse bahane etmesin. Ayıptır, bu kadar skandal yönetim, bu kadar rezillik olmaz.
Takım sahaya 4-3-1-2 ile çıkıyor. Bu Güiza normalde de bir işe yaramıyor ama 2 forvetli sistemde hiçbir işe yaramaz, daha 2 hafta önce yazdık. Geçiyorum bunları. Alex'i rakip takım durdurmak isterse ne yapar? Markajcı verir. Kendi teknik adamı durdurmak için ne yapar? 4-3-1-2 oynar, 3'lünün iki tanesi kesinlikle orta sahayı geçmeyen 2 tane kesici olur, bir tanesi orta saha önünde çok gezen, koşan bir oyuncu olur. İşte Fenerbahçe'nin oynadığı bu... Aslında Fenerbahçe kadrodaki oyuncular nedeniyle 4-3-1-2 oynamadı 4-2-2-2 oynadı. Selçuk ve Cristian geride, kesinlikle ileri oynamıyorlar, orta alanı geçen yok. Mehmet Topuz topu arayan, gezen, koşan oyuncu, doğal olarak öne çıktı, Alex'in yanına geçti. İlk devre boyu Alex'in sürekli yanında. İkinci yarı aynı rolde Özer var. Alex'in dibine oyuncu dikerseniz ne futbol zekasını gösterir, ne boş alanda pas verecek takım arkadaşı bulur ne de dripling yapacak alan bulur. Alex bunları bulamazsa da hiçbir işe yaramaz zaten. Daum bugün Mehmet ve Özer'le Alex'e markaj yaptırdı, Alex de bitti.
Selçuk ilk yarı bir kere, ikinci yarı bir kere topa vurdu ve 70 dakika oynayıp çıktı. Çıkınca duş almamıştır muhtemelen. Onun da suçu yok, bu maç Selçuk yüzünden kaybedildi demiyorum. Daum Selçuk'u yeni mi gördü geçen hafta? İleriye dikine oynayabilen, top çıkarabilecek genç yetenek mi sanıyor? Geçen hafta Bilica'nın yokluğunda defansın top çıkarma konusundaki büyük sıkıntısını yazdık. Bu belli, yapacak bir şey yok, bir haftada beyinlerine çip takıp pas vermeyi öğretecek değiliz. Geçen hafta Emre çıkana kadar top taşıma ve çıkarma işini Emre yapıyordu, o çıktı takım orta çizgiyi geçemedi. Bu hafta Emre yok. O zaman ne yapılır, takım içinde başka bir çözüm aranır bu soruna. Çözüme bakın, Önder ve Lugano'nun önüne Selçuk koyuluyor. Şaka mı bu? Nasıl bir tercih, nasıl bir mantığı var? Daum dalga mı geçiyor, bu tercihin saçmalığını bilmek için teknik direktör lisansına gerek var mı?
Şimdi dizilişi çizelim
Gökhan-----Önder-----Lugano-----Carlos
----Cristian-----Selçuk-----Mehmet----
----------------Alex-----------------
---------Güzia-----Semih-------------
Diziliş bu, fakat sahaya yerleşim şöyle
Oyunun iki yönünü oynayan iki tane oyuncu var, onların da gezdiği alanları oklarla gösterdim. Daum, Selçuk ve Güiza tercihi sebebiyle takımı tek yönlü oyuncularla doldurdu. Yukarıdaki fotoğrafta orta saha çizgisinin gerisindekiler hücum yaparken hiçbir etkinliği olmayan oyuncular. Orta sahanın ilerisi içinde de Mehmet hariç defansif özelliği olan oyuncu yok. İlk yarının bence en iyisi Mehmet, ikinci yarı bakıyoruz oyundan alınıyor ve Selçuk hâlâ oyunda. İnanılmaz gerçekten, akıl alacak gibi değil.
Çözüm nedir? Bu tek yönlülüğü yenebileceğin ne kadar oyuncun varsa oynatacaksın. Mehmet ve Özer aynı anda sahada olacak, yaratıcılık sorununu çözmek için ne kadar zayıf da olsalar Deivid ya da Andre Santos'u oynatacaksın, onların iki yönlü alternatifi yok çünkü ve Alex'i oynatıyorsan takımı ona göre oynatacaksın. Yanı başına adam dikmeyeceksin, önüne iki forvet koymayacaksın, onun alanını daraltan sen olmayacaksın. Emre daha önce de ceza alarak yoktu, yerine Mehmet'i koydun ve o takım çok da kötü değildi. Şimdi neden Selçuk? Neden takımı orta saha gerisindekiler ve ilerisindekiler diye ikiye ayırıp bir tarafa topa vurmayı bilmeyen, diğer tarafa eli belinde gezen oyuncuları dolduruyorsun?
Roberto Carlos'u neden oynatıyorsun? Defans yapmıyor, ileri çıkamıyor, top kaptırıyor, koşmuyor, isabetli pas oranı çok düşük. Neyin peşindesin? SSK'den emekli olması için gün doldurmasını mı bekliyorsun. Vederson vasat bir oyuncu, fakat üst üste oynayarak ritm kazamışken kesildi ve yerine Carlos kondu. Takıma ihanet ediliyor, bu kadar olmaz, olmamalı.
Daum'un ne yaptığı belli değil. Özer'in suçu, günahı nedir? Tamam Andre Santos zayıf ama Güiza bugüne kadar ne yapmış da Andre Santos'u kesmek uğruna sistemi bu kadar değiştiriyorsun? Andre Santos'tan memnun değilsen Uğur bile, Vederson bile oynar, neden bu takımın sistemiyle bu kadar oynanıyor? Daha geçen gün "bize haksızlık yapıyor" açıklaması yaptı Yılmaz Vural ve dalga geçildi. Haksız değil. İki takımın bütçesi de, kadrosu da ortada işte. Asıl dalga geçilmesi gereken de Daum'dur. Bugüne kadar hep savundum Daum'u ama bu maça çıkan kadronun da sistemin de savunulacak bir yanı yok. Dalga mı geçiyorsun, adam mı seçiyorsun?
Devamı ...
Fenerbahçe 1 - Kasımpaşaspor 3
TSL 28/11/2009
Sezona fırtına gibi başlayan, kendi rekorunu kırarak ilk sekiz haftayı galibiyetle kapattıktan sonra geleneksel Galatasaray galibiyetini sayılmazsa düşüşe geçen Fenerbahçenin irtifa kaybı önlenemez bir boyuta ulaştı.
Fenerbahçe sahasında seyircisiz oynanan maçta Kasımpaşaspor’ a 3-1 yenildi.
PAPAZIN ÇAYIRI: Bizim şampiyonluk görmüş takımlar arasındaki maçları isimlendirmekte kulllandığımız, aslında aynı şehrin takımları arasında oynanan müsabakalara verilen isimle; haftanın ‘derby’ sinde Kasımpaşaspor seyircisiz yakaladığı Fenerbahçeye dünyayı dar etti.
Aslında iki şey daha vardı Fenerbahçeli futbolcuların kulaklarına fısıldadıkları: Bizden iki fazlanız var, kontratınızdaki yüksek rakamlar ve seyirciniz. Hele ki ikincisini çıkartın bir ‘hiç’ siniz...
Son cümle oldukça sesli söylenmiş olmalı ki, herkes duydu.
Maç golle başladı. Ki daha dakika dolmamıştı.
1’ de Cenk çok kötü vurdu. Dışarıya giden topu tutmak isteyen Volkan, bunu başaramadığı yetmezmiş gibi bir de topu Gökhan Güleç’ in önüne bırakıverdi. Bayram günü böylesi ikram geriye çevrilmezdi. Gökhan da öyle yaptı: 0-1
3’ te Fenerbahçe ikinci bir golden kurtuldu: Cenk sağ kanattan taşıdığı topla son çizgiye kadar indi ve ortasını yaptı ama kimse dokunamadı.
5’ te sol tarafta topla buluşan Mehmet Topuz Guiza’ yı gördü. Savunmanın arkasına sarkan Güiza başından bu yana kendisinden bekleneni yaptı ve yerden bir vuruşla topu ağlarla buluşturdu: 1-1
11’ de ender iyi gelişlerinden biriyle Fenerbahçe vardı sahnede. Mehmet Topuz' un soldan ortasında arka direğe gelen topa Semih' ten önce Ergün dokundu ve Semih’ in topla birlikte ‘gol’ olmasına engel oldu. Semih' in kafasından seken top auta çıktı.
12’ de Fenerbahçe atağında Güiza yine gole yaklaştı ama açısını kaybedince iyi vuramadı, Koray' a çarpan top kornere çıktı. Ardından köşe vuruşunu Alex kullandı, Lugano bomboş pozisyonda topu çok kötü yere vurdu.
15’ te Kasımpaşasporda Murat soldan getirdi ve içerideki Cenk' e bıraktı. Cenk önünden geçen topa dokunamadı.
16’ da bu kez Fenerbahçe atak geliştirdi. Cristian' ın şutu defanstan dönüp Mehmet Topuz' un önünde kaldı. Mehmet Topuz sert vurdu, kalecide kaldı.
17’ de Mehmet Topuz’ un şutundan sonra Kasımpaşa hızlı çıktı. Gökhan Güleç defansın arkasına sarktı ve topu aldı. Gökhan Volkan ile karşı karşıya kaldı. Volkan'ı da geçti ama açısını kaybedince vuruşu yan ağlarda kaldı.
19’ da Kasımpaşaspor atağında Murat Erdoğan savunmasının arkasına çok hızlı sarktı, topu Volkan' dan kurtardı ama öncesinde yan hakemin ofsayt bayrağı havadaydı.
(Maçın ardından yazılan bu maç yazısında bundan sonraki ofsayt pozisyonları yazılmayacaktır. Zira bir kaç metrelik ofsaytı kaçıran hakemlerin olduğu bir yerde ofsaytı değil tartışmanın konuşmanın dahi manası kalmıyor çünkü.)
20’ de Keller, sağdan taşıdığı topu içeri doğru ortaladı. Cenk kale çizgisi önünde yine dokunamadı ve top auta çıktı
24’ te bu kez de Fenerbahçe tehlikeli geldi. Gelişen atakta kaleye doğru atılan dört şut da defanstan geri döndü.
35’ te Moritz' in sağdan ortasında Gökhan Güleç vurdu, Volkan' dan dönen topa Gökhan Güleç bir kez daha vurdu, bu defa da çizgi üzerinde duvar olan Önder’ e çarpan top kornere gitti.
43’ te Fenerbahçe soyunma odasına üstün gidebilmek için geldi: Roberto Carlos soldan sert ortaladı, defans son anda uzaklaştırdı.
İlk yarı bir dakikalık uzatmanın ardından 1-1 beraberlikle sona erdi.
İkinci yarıya Fenerbahçe Mehmet Topuz’ un yerine Özer Hurmacı’ yı oyuna alarak başladı. Özer Hurmacı’ nın oyuna alınması ne kadar doğru olsa da eğer bir sakatlığı yoksa Mehmet Topuz’ un oyundan alınması o kadar yanlış. İlk yarıda Fenerbahçeyi iten tek oyuncu belki de oydu.
47’ de Kasımpaşa ikinci yarıya da golle başladı. Cenk İşler soldan aldığı topla ceza sahasına kadar sokuldu ve plase bir vuruşla topu Volkan'ın altından ağlara yolladı: 1-2
50’ de Semih soldan aldığı topu kale önündeki Güiza' ya yerden ortaladı, Güiza dokunamayınca mutlak bir gol kaçtı.
54’ te defansın arkasına sarkan Güiza topu önünde buldu ama defans hızlı davranarak Güiza' dan önce müdahale etti ve tehlike sona erdi. Hatta bütün defans Güiza’ dan daha hızlı hareket etti.
55’ te Kasımpaşa bu kez sağ kanattan geldi. Murat Erdoğan ceza sahasına girer girmez sert vurdu, Volkan son anda çıkardı.
56’ da kornere giden bir top için hakeme itiraz eden Gökhan Güleç sarı kart gördü.
57’ de Cenk' in ceza sahasına attığı ara pasa Gökhan Güleç hareketlendi ama Önder zamanında müdahale ederek topun Gökhan' a gelmesine engel oldu.
63’ te Fenerbahçe kaleyi karşıdan gören bir noktadan serbest vuruş kazandı. Serbest vuruşu Alex kullandı, Tolga' nın müdahalesiyle top kornere çıktı.
Kelimenin tam anlamıyla 'sessiz sedasız' geçmeye başlayan maça Daum’ un müdahalesi geç de olsa geldi.
71’ de Roberto Carlos’ un yerine Deivid, Selçuk’ un yerine Vederson oyuna girdi.
74’ te başının üzerinden giden topa yetişemeyeceğini anlayınca elle müdahale eden Keller sarı kart gördü.
Daum’ un yaptığı hamleye Yılmaz Vural cevabını gecikmeden verdi.
74’ te Murat Erdoğan’ ın yerine Ertan, hemen ardından Gökhan Güleç’ in yerine Özgür oyuna girdi.
76’ da Alex kullandığı serbest vuruşta Tolga boşa çıktı ama hakemin düdüğü ‘faul yüzünden oldu’ dedi. Tolga bu pozisyonda kısa süreli bir sakatlık geçirdi.
80’ de Moritz' in uzaktan vuruşu üstten auta gitti.
81’ de Moritz oyundan çıkarken, yerine Şahin girdi.
82’de defansın arkasına atılan topa oyuna yeni giren Şahin hareketlendi. Kaleci Volkan' ın çıkmakta geç kaldığı pozisyonda topu elinden kaçırınca Şahin önünde kalan topu boş kaleye yuvarladı: 1-3
83’ te Fenerbahçenin ikinci yarıda duran toplar dışında kaleye gelebildiği ilk pozisyona şahit olduk: Alex' in indirdiği topa Deivid çok sert vurdu, üzerine gelen topu Tolga son anda çeldi. Ardından kullanılan köşe vuruşunu defans uzaklaştırdı.
84’ te Kasımpaşa' da Koray sarı kart gördü.
86’ da Güiza ceza sahasında topla buluştu ve vuruşunu yaptı, Tolga yatarak kontrol etti.
89’ da defansın arkasına sarkan Semih kaleciyi de geçtikten sonra vurdu ama vuruşu yan ağlarda kaldı.
90+2’ de Deivid kafa ile ceza sahasına indirdi ama o noktada Fenerbahçe' den kimse yoktu.
90+3’ te Cenk yine defansın arkasında Volkan' ı bir kez daha geçti ama açısını kaybedince takımı dördüncü golden oldu.
90+4’ te Semih kaleci ile karşı karşıya kaldı ama Kasımpaşaspor defansı faulle karışık vurmasına engel olunca vuruşu üstten auta gitti.
Hakemin son düdüğü Yılmaz Vural’ ın Fenerbahçeye karşı aldığı on altıncı galibiyeti ilan ederken, Kasımpaşaspor 3-1’ le haklı bir üç puanı hanesine yazdırdı.
FENERBAHÇE – KASIMPAŞASPOR: 1-3
Stad: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Hüseyin Göçek, Erhan Sönmez, Cemal Bingül
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Lugano, Roberto Carlos (71 Deivid), Güiza, Alex, Cristian, Önder, Selçuk (71 Vederson), Semih, Mehmet Topuz (46 Özer Hurmacı), Gökhan
Kasımpaşaspor: Tolga, Moritz (81 Şahin), Ergün, Sedat, Barış, Gökhan Güleç (76 Özgür), Koray, Murat Erdoğan (74 Ertan), Yekta, Cenk, Keller
Goller: Güiza (5) / Gökhan Güleç (1), Cenk (47), Şahin (82)
Sarı Kartlar: Gökhan Güleç, Keller, Koray
Devamı ...
27 Kasım 2009
Türk Hakemlerine Kamp İçin Şehir Önerisi
Fucking, Austria burada toplansınlar, eğitim videoları izletilsin kendilerine, boş vakitlerinde de South Park izlesinler. Ben de kendilerine şu videoyu armağan ediyorum
Devamı ...
26 Kasım 2009
Ana Dilde Küfür Açılımı
Pfdk, Beşiktaş maçınca Kazım'ın yaptığı hareketler nedeniyle verdiği cezaları açıklamış. Aynen şu cümleler kullanılıyor; ''...FENERBAHÇE SPOR Kulübü sporcusu KAZIM KAZIM'ın, müsabaka hakemine yönelik hakareti ve ihraç sonrası sportmenliğe aykırı eylemleri nedeniyle takdiren 4 RESMİ MÜSABAKADAN MEN CEZASI ile cezalandırılmasına...''
İnsan ister istemez cezaların adilliği konusunda kıyaslama yöntemine başvuruyor. Başvururken de hafızaların en tazesinden, Keita'nın Carlos'u yumrukladığı sahneye dönüyor. Elma ile armut kıyası mı bilemem ama benim için güzel bir kıyas.
Rakip futbolcuya, yumrukla saldırmanın cezasının 3 maç olduğu bir ceza sisteminde, alenen belli olmayan bir küfürün 4 maç olması bende ister istemez bu cezaların profesyonel bir kurum tarafından verilmediğine kanaat getirtiyor.
Pfdk'nın cezaları bu linkte yayınlanmış. İçeriğinde şöyle bir cümle de yer alıyor;
''...ESKİŞEHİRSPOR Kulübü sporcusu DOĞA KAYA'nın, 22.11.2009 tarihinde oynanan ESKİŞEHİRSPOR - MKE ANKARAGÜCÜ Turkcell Süper Lig futbol müsabakasında, müsabaka hakemine yönelik hakareti ve müsabaka sonrası sportmenliğe aykırı hareketi nedeniyle takdiren 3 RESMİ MÜSABAKADAN MEN CEZASI ile cezalandırılmasına...''
Düşünüyorum. Önceki kıyasım diyelim yersiz... Kazım'ın ağzını okuyabilecek derecede İngilizce bilen her insan ağır küfürler içermediğine kanaat getirebilir. Doğa ile Kazım arasındaki 7 fark nedir bana izah etsinler. Türkçe küfürler ile İngilizce küfürler yüzünden mi kaynaklanıyor bu farklar? Yoksa Kazım'ın cezasında, ilk yarıyı kapatması için yuvarlak bir hesaplama yöntemi mi kullandılar?
Kırmızı kart sonrası, sportmenlik dışı hareketten neyi kast ettiler lütfen bunu da güzel bir izah etsinler. Benim bildiğim çirkefçe hareketler yerine Kazım, efendice sahayı terk etti. Bizim göremediğimiz, bilemediğimiz bir sportmenlik dışı tavır nedir bunu da ayrıca incelemek gerekli.
Fuck Off'u ağzından düşürmeyen parçalı takımın forvet hattındaki zat kaç defa ceza aldı da Kazım'a patlayıverdi bu ağız okuma seansları. Madem parçalı taraftan yürüyoruz, geçtiğimiz sene Sivasspor deplasmanında yan hakeme küfür eden Ümit Karan'a verilen 2 maç ceza ile bu yan hakeme edilen küfürlerin farkı nedir? Küfürler ana dil ve yabancı dil şeklinde mi standardize ediliyor? Sinkaf ediliş biçimine göre mi cezalar ağırlaştırılıyor?
En önemlisi de, PFDK pazarlık payıyla ceza verip, hukuka göre tahkimin düzeltmesini mi bekliyor?
Devamı ...
23 Kasım 2009
Yapaylıkları Açığa Çıkaran Yapay Sonuç
Yapayın da ne yapay bir kelime olduğu aynı cümlede iki kez kullanılınca ortaya çıkıyor, kendi yazdığım başlığı okuyunca dişim kamaştı. Beşiktaş'a kaybettiğimiz maçtan da her mağlubiyet sonrası olduğu gibi ders çıkarmak gerek. Hep aynı dersi çıkarabiliriz gerçi, "bize transfer lazım". Bir de taraftarın bir ders çıkarması lazım "Oluşan yapay sonuçlara kanıp büyük beklentilere girmeyin".
Nedir yapay sonuçlar? Birincisi Fenerbahçe'nin son 5 yıldaki derbi karnesi, son 4 yılda İnönü deplasmanında aldığı sonuçlar. Her derbide konumu, durumu, sıkıntısı ne olursa olsun favori ev sahibidir. Konuk takımın kaybetmesi normal olandır, beklememiz gerekendir. Özellikle uzun bir seride bunun olmaması doğal değildir. Bu suni sonuca bel bağlanması iki sene önce "ne de olsa derbi kaybetmiyoruz" diye gittiğimiz Sami Yen'deki sonucu ortaya çıkarır, hayal kırıklığı büyük olur. O yüzden seri kaç maç olursa olsun artık kimse özellikle deplasman derbilerine "en az 1" yazıp puan hesabı yapmasın, kaybedilen derbiler sonrası da başı kesik tavuk gibi suçlanacak futbolcu, teknik adam kovalamasın.
İkincisi, Fenerbahçe'nin bu sezon başında 8'de 8'i yapmasıydı. Aslında Fenerbahçe o maçların hepsini (Manisaspor maçı hariç) hak ederek ve üstün oynayarak kazandı, fakat futbolun, kadronun sıkıntılarını göstermesi gerekiyordu. İlk 6 haftada yalnızca 2 gol yiyen ve 4 maçı gol yemeden tamamlayan Fenerbahçe son 6 haftada 8 gol yedi ve 5 maçta kalesinde gol gördü. Sıkıntılar belli. Takımda alternatifsizler; Volkan, Lugano, Bilica, Gökhan, Emre, Alex. Bu oyunculardan bir tanesinin yokluğunu idare edebiliriz, iki tanesinin yokluğunda sıkıntı yaşarız, üçüncüsünün yokluğunda sıradan takım haline geliriz.
Takımın forvetsiz olması çok büyük bir dert. Güiza sakatlanınca yerine sonradan olma forvetimiz Kazım oynuyor. Forvet oynadığı maçlarda ne bir asist yaptı ne bir gol atabildi. Semih çok güçsüz ve isteksiz. Acıdır ki forvette ideal oyuncumuz şu anda Güiza. Onu anlatmaya gerek yok, çok anlattık. Yapılması gereken belli o zaman. İlk olarak bir forvet alınacak. Sol kanatta da sıkıntı var fakat onu elimizdeki kadrodan üretilen çözümlerle atlatabiliriz. İkinci yapılması gereken alternatifsiz oyunculara alternatif kazandırmak olmalı. Özellikle Bilica'nın yokluğunda Önder-Lugano ikilisinin isabetli pas oranı sokakta körebe oynayan adamın, ayağına gelen topu tepmesiyle eşit. Defansın ortasına bir alternatif şart, iyi bir alternatif hem de. Önder Fenerbahçe seviyesinde olmadığını defalarca kanıtladı.
Diğer taraftan Beşiktaş maçında alınan 3-0'lık sonuç da yapay bir sonuç. Kimse skora bakıp takımın yıkıma sürüklendiğini, berbat oynadığını düşünmesin. İlk yarının son 30 dakikası istediğini yapan fakat Alex'in kötü gününde olması yüzünden maçı tek kaleye çeviremeyen Fenerbahçe vardı. Mehmet Topuz'un sağ kanatta bir türlü istenilenleri yapamaması ve Andre Santos'un bıktırıcı zayıflığı da kanatları işler kılamayınca sadece Alex'e kaldık. Onun da her hafta alıp tek başına takım sürüklemesini beklemek haksızlık olur. Üstelik yanında kendi takımı hücumdayken bile kendisini marke eden birisi dikildiğinde. Adam markajı işimize bile yarardı fakat kanatlardan istediğimizi yapamadık, bir de defans göbeğinin top oynama zaafı yüzünden takımca orta saha çizgisine gömüldük. Öyle olunca Alex de, takımda üretken olamadı.
Bütün bunlara rağmen Fenerbahçe oyunun temposunu ayarlamayı becerebildi, tabii Emre'nin gereksiz kahramanlık denemesi yüzünden golü yiyene kadar. Sanırım bu maçla ilgili en büyük sıkıntı taktik, teknik sıkıntılardan çok bir golün Emresiz ve Bilicasız da olsa Fenerbahçe'yi bu kadar çabuk dağıtabilmesidir. Yoksa Fenerbahçe golü yiyene kadar istediği gibi oynuyordu. Bu da sanırım sahada kalan oyuncuların oyun karakterleriyle ilgiliydi. Kazım zaten takımdan bağımsız kendi şovunu yapan bir oyuncu sahada, takımın düştüğü durum onun için önemli değil. Andre Santos zaten fiziksel olarak bir direnç koyabilecek bir oyuncu değil, takımı direndiren isim olması imkansız. Cristian da ne kadar faydalı bir oyuncu olsa da takımı şahlandıracak, peşinden sürükleyecek oyun zekasına sahip değil. Bu işleri yapanlar Emre, Lugano, Gökhan gibi oyunculardan da Emre çıkınca, Lugano uzun yolculuğun yorgunu olunca, Gökhan da maç başından beri gidip gelmenin yorgunluğuna yenilince, bir gol Fenerbahçe'yi dağıttı.
Bu yüzden böyle bir durumda sessiz, sakin, rızkının peşinde koşan Vederson değil Özer'i almak ve ondan bir direnç koymasını beklemek daha makul olurdu. Mehmet Topuz da hiç beklenmeyecek kadar pasif ve isteksiz gibi. Derdi istediği yerde oynayamamak mı, takıma uyum sorunu mu neyse çözülsün. Takıma istekli, hırslı oyuncular gerekiyor şu anda.
[Bilica bu hafta da yokmuş]. Emre'nin sakatlığının uzun olacağını da düşünürsek Mehmet Topuz onun yerine oynayabilir. Kazım zaten oynayamayacak. Benim haftaya Kasımpaşa maçında görmek isteyeceğim kadro da şu olur
--------------Volkan-------------
Gökhan---Önder--Lugano--Vederson
Özer---Cristian--Mehmet---Santos
-------------Alex--------------
-------------Semih-------------
Devamı ...
Merhaba Cemaat
Merhabalar.
Ekibe ben de dahil oldum. İşin esası bu kadar. Yine de okuyuculara bir kaç detay bildirmek isterim.
3 Puan blogunda yaklaşık 2 yıldır yazıyorum. Futbloglar dünyasındaki bazı projelerde de aktif olarak yer aldım. En azından birçoğunda emeğim olduğunu rahat rahat söyleyebilirim. Peki bunları neden paylaşıyorum diyorsanız, gerek blog tutma hadisesinde, gerekse futbloglar konusunda ahkam kesecek kadar bilgi ve birikime sahibim.
3 Puan'a yeterli zaman ayıramadığımdan mütevellit, kişisel blog yerine ekip halinde tutulan bloglarda yazmayı düşünüyordum. Bu hem okuyana, hem de yazana çift yönlü olumlu etki sağlıyor.
Esasında daha önce kaleme aldıklarımı bir kez de burada paylaşmak istiyorum. İyi bir blog yazarı, iyi bir futblog nasıl olmalı derken Thomas Friedman'ı referans alıp aktarmak istiyorum;
1 - Vay be bunu bilmiyordum dedirtmek gerek.
2 - Biliyor musun bu meseleye ben bugüne kadar hiç böyle bakmamıştım demeli okuyucu.
3 - Budur abi. Ben kendimi nasıl ifade edeceğimi bilmezken, tam da benim duygularıma tercüman olmuş diye düşünmeli.
4 - Senden de, yazdıklarından da bakış açından da nefret ediyorum demeli.
Yuvarlamadan, agresif, keskin ve somut yazılarla karşınızda olmak istiyorum. Fenerbahçe'nin hakkını, Fenerbahçe'nin gündemini ve Fenerbahçe'nin görülmeyenleri olmalı...
İçi boş ''Fenerbahçe'li taraftarların buluşma noktası'' yerine içi dolu ''Fenerbahçe gündemi'' sloganlı olmalı...
Papazın Çayırı da açıldığı günden beri keyifle takip ettiğim ender bloglardandı. Evvela Aethewulf'a, ardına da ekibe merhaba demek istiyorum. Okuyuculara da sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
Bol bol karşılaşmak ve tartışmak üzere...
Devamı ...
22 Kasım 2009
Esir Şehrin İnsanları
Dün gece derbi mağlubiyetinden sonra saf saf internette gezinirken bir kaç blogda ve forumda Tanjeviç'in gittiği haberlerini okuyup bir an için şu ahir ömrümüzdeki bütün dertleri unutup mutlu oldum ama bir yandan da gece yarısı da olsa kulubün resmi sitesinden bir an önce doğrulanmasını bekledim. Gece 2 ye kadar ses seda gelmedi kesin gönderildiği yolundaki haberler bir kaç sitede daha gözükmeye başlandı. Kutlamaları Pazar günü yapacağımızı düşünüp uyudum öğlene doğru kalkıp şu iş resmileşsin diye kalbim çarparak bilgisayarı açtım, resmi siteye uğramadan önce Salsa'ya baktım gönderildiği haberini orda da gördüm. Kulüpten hala ses seda çıkmamıştı ama nihayet öğleden sonra kulüpten bir yalanlama geldi. Takriben 12-14 saatlik bir heyecanın ardından Tanjeviç'in gönderilmediği haberini gördüm. Yani bir süreliğine de daha düşman işgalinden kurtulmayı bekleyip cepheden işaret almaya çalışan sivil halk gibi hissetmeye devam edeceğiz. Ne ÖSS ne KPSS sonuçlarını bu kadar heyecanla beklememiştim. Sözlüğü ne zaman açsan sol frame de Bogdan Tanjeviç başlığı görmeyi dileyerek, Fenerbahçe forumlarında Tanjeviç Gönderildi başlığını okuyabilmeyi umarak yaşıyorum son bir haftadır.
Kemal Tahir'in "Esir Şehrin İnsanları" ruh halimizi anlatmak için daha teferruatlı ama itiraf edeyim ki Necip Fazıl'ın şu dörtlüğünü bile artık Tanjeviç' in gönderilmesini düşünerek seviyorum.
ne hasta bekler sabahı,
ne taze oluyu mezar,
ne de seytan bir gunahi,
seni bekledigim kadar.
şair bu dizelerde koçun istifasını beklediğini anlatmak istiyor öğretmenim.
otur sıfır! Devamı ...
Beşiktaş 3 - Fenerbahçe 0
TSL 21/11/2009
Düşünün bir hafta sonu ülkenin büyük takımlarından ikisi maç yapacak ama hafta içi konuşulanlar ve yazılanlar; tahrik vardı, iki hafta önce bu vahşet diyenlerden onurlu olmalarını bekliyoruz ki bir kadın üzerinden kendilerini aklamasınlar, tufan da cemal de bize bir, milli duyguları yüksek bir oyuncuydu, yetenekli oyuncuları uzun süreli cezalarla basketboldan soğutmayın hem futbol takımı kaptanımız Arda da domuz gribi, Daum yapmıştır abi, ahlaksızlar...
Sebep tek başına bir türlü kırmızı çizginin üzerine çıkamayan basın ahlakımız değildi elbette bu maçta keçiboynuzundan daha çok tat beklemeyenler de çoğunluktaydı.
PAPAZIN ÇAYIRI – Fenerbahçe son dört yıldır mağlup olmadığı rakibine iki tarafın da ‘yarım gol’ le alınacak bir galibiyete razı olduğu maçta sadece kendi taraftarını değil, en iyimser, en fanatik Beşiktaşlıları bile şaşırtan bir skorla 3-0 yenildi.
Beşiktaş maça hiç kimsenin çalışmadığı yerden başladı. İki hafta önce sadece Tabata ile ileriye giden Beşiktaşta bu işi yapan oyuncu sayısı bu defa üçtü ve Yusuf, Serdar Özkan, Bobo başlangıçta bu işi olduça iyi yapıyorlar. İlk on dakikada Beşiktaşın bariz üstünlüğü var.
5’ te Bobo aldığı pasla Fenerbahçe ceza sahasına girdi karşısından sadece Önder vardı ve Önder' in yerinde müdahalesiyle top kornere gitti
7’ de Beşiktaş orta sahada topu Ernst' le kaptı, Yusuf’ la ver kaç yaptılar ama top Ernst için çok hızlıydı.
8’ de Beşiktaş ilk gol kokan atak için geldi, Yusuf' un soldan getirdiği top diğer oyunculardan sekip en sonunda ceza alanı içinde Serdar Özkan’ ın önünde kaldı. Karşısında sadece Volkan ve kale vardı ama Serdar topa çok kötü vurdu: Aut...
11’ de İbrahim Toraman sağ kanattan taşıdığı topu ceza sahasına ortaladı uzak köşedeki Ekrem topla buluştu, Ekrem' in ortasını Önder uzaklaştırdı
Bu dakikalarda Fenerbahçe rakibinin ilk baskısını kırmış ve oyunu dengelemiş durumda. Oyuncular top dolaştırıp Beşiktaş defansının zaaf göstermesini bekliyorlar.
16’ da bu defa Fenerbahçe ‘gol olsun’ diye geldi: Alex pasını Andre Santos' a verdi. Andre Santos ceza sahasına yaklaşırken pasını tekrar Alex' e verdi ve Alex Mehmet Topuz' u gördü. Mehmet çaprazdan müsait durumda topa sert vurdu top az farkla auta gitti.
17’ de Andre Santos' un pasında Gökhan Gönül, mevkisinden uzakta sol çaprazda İbrahim Toraman' ı yatırdıktan sonra, boş pozisyonda kötü vurdu oysa ‘gol’ diye çoktan ayağa kalkmıştık.
18’ de Baroni sağ kanattan yarı sahayı hızlıca geçip ceza sahasına doğru ilerlemek istedi defansın müdahalesinde top kornere gitti. Alex korneri uzak köşedeki Roberto Carlos' a doğru kullandı. Brezilyalı yıldız sol çaprazdan sert vurdu ama top az farkla auta çıktı
19’ da Gökhan Gönül aldığı pasla hızlı bir şekilde Beşiktaş yarı sahasına geçti İbrahim Üzülmez' i geçen Gökhan Gönül ceza sahasına girdi ve kendini yerde buldu ama hakemin penaltı vermeye niyeti olmadığını gördük. Oysa penaltıydı. Hem de çok açık.
26’ da Emre Roberto Carlos' a mükemmel bir pas attı: Defansı geçen Roberto Carlos' u Rüştü karşılamak istedi o da boşa çıkınca kale boş kaldı ama Roberto Carlos topun kontrolünü kaybetmişti.
29’ da Mehmet Topuz Alex' i kaçırdı, Alex ceza sahasının hemen dışında topla buluştu hiç bekletmeden şutunu çekti ama vuruşu o kadar etkili değildi: Rüştü bu pozisyonda topu iki hamlede kontrol etti
32’ de Roberto Carlos ceza sahasının çok uzağından kaleye müthiş bir şut çekti Rüştü zorlukla şutu önledi, dönen top Andre Santos’ un önünde kaldı ama şutu oldukça zayıftı. Top Rüştü' de kaldı.
38’ de Serdar Özkan aldığı pasla zamanlama hatası yapan Lugano' yu geçti. Zamanlama hatası böyle yerlerde faul demek. Karşılaşmanın ilk sarı kartı Lugano'ya...
45’ te Alex aldığı pasla ceza sahasına girmek istedi ama kendini yerde buldu. Kullanılan serbest vuruşta Alex topa çok güzel vurdu ama üst direğin maça dair bir mesajı vardı. Direkten dönen topu Fenerbahçeli oyuncular tekrar kaleye yollamak istediler. Vuruş etkisiz olunca Rüştü rahatlıkla topa sahip oldu.
Hakem soyunma odasına giden Serdar Özkan ve Kazım' ı çağırdı ve ikisinide uyardı
İkinci yarıya iki takım da çok hızlı başladı.
46’ da Bobo soldan hızla ileri çıkan Ekrem' i gördü. Ekrem savunmanın arkasına sarktı ve ceza sahasına girer girmez kaleye şutunu çekti. Volkan güçlükle şutu önledi.
48’ de Kazım aldığı pasla ceza sahasına yaklaşır yaklaşmaz uzaktan sert bir şut çekti kaleye doğru ama şutu farklı bir şekilde auta gitti
53’ te hakemin düdüğünden sonra topa vuran Emre sarı kart gördü ve yüzündeki acı dolu ifade ile yedek kulübesine beni çıkarın diye işaret yaptı. Sanki Emre topa protesto amacıyla değil de can acısı sonrasında doğan bir refleks gibi. Beni bağışla yüce tanrı; biliyorum Emre’ nin tarafını tutmuş gibi oldum.
54’ te İnönü de gol zamanı: İbrahim Üzülmez' in sol kanattan sağ ayağıyla yaptığı ortaya Fenerbahçeli oyuncular müdahale edemedi. Belki de bu güzel gol olsun diyedir. Ceza alanı çizgisi üstünde Fink tam da Rıdvan’ ın anlattığı gibi vurdu. Yapılabilecek bir şey yoktu: 1- 0
56’ da sakatlanan Emre’ nin yerine Vederson oyunda.
57’ de Alex’ in vuruşuna izin vermeyen direkler bu defa Bobo’ nun yanındaydı. Ceza alanı içinde topla buluşan Bobo kimse ne olduğunu anlamadan topa vurdu ve en iyi yaptığı işi bir daha yaptı: Fenerbahçeye gol atmak: 2-0
66’ da Mehmet Topuz' un yerine Semih oyuna girdi.
69’ da Yusuf' un yerine Uğur İnceman oyuna dahil oldu.
70’ te Bobo pasını İbrahim Üzülmez' e verdi, İbrahim Üzülmez ceza sahası içindeki Uğur' a nefis bir pas verdi ama bomboş pozisyonda olan Uğur topa vuramadı.
71’ de Andre Santos uzun bir pasla topu Alex ile buluşturdu ama defansın müdahalesi istediği vuruşu yapmasına engel oldu.
73’ te Andre Santos' un yerine oyuna Özer Hurmacı girdi.
75’ te taca çıkan topu kontrol edemeyen Kazım suçu taç veren yan hakeme bulunca maçın hakemi yardımcısı ile konuştuktan sonra Kazım' a kırmızı kart gösterdi. Burada Kazım’ ın bu kartı haketmediğini söylemek yanlış olur. Zaten gördü ve bunun cezasını da umarım hem kulüp hem de federasyon nezdinde görecek. Ama yan hakemin o denli öfke dolu bir yüzle ve jestle ‘at şunu’ demesine neden olacak ne dediğini gerçekten merak ettim..
Oyun zaten bitmişti.
78’ de Bobo yerini Nobre' ye bıraktı.
83’ te İbrahim Üzülmez aldığı pasla yarı sahayı geçip ceza sahasına sokulmakta olan Uğur İnceman' a pasını verdi ve artık sadece golü atmak kalmıştı, o da attı: 3-0
Bu denli açık bir ofsaytı göremeyen bir yan hakemin neredeyse aynı çizgi üzerindeki oyuncular için verdiği kararları tartışmayalım artık.
Bu dakikalarda Beşiktaşlı futbolcular tek paslarla orta sahada top gezdiriyor ve taraftar ‘oley’ diyor.
90+3’ te Lugano' dan dönen top Ernst' in önünde kaldı, Ernst pasını Nobre' ye verdi Volkan ile karşı karşıya kalan Nobre' nin pozisyonu ofsayt.
Bu pozisyonun ardından hakemin çalan düdüğü beşiktaşın 3-0 lık galibiyetini ilan etti.
Bir özür: ‘Beşiktaş hep tek golle kazanıyor. Bu maçta fazla gol atabilir. Fenerbahçe derbisi Beşiktaş’ın patlama maçı olabilir. Camianın ihtiyacı da var. Derbi galibiyeti camiayı bütünleştirici bir tutkal işlevi görebilir.’ diyen Beşiktaş Yönetim Kurulu Üyesi Nedim Sarsmaz ve ‘Fenerbahçe’ yi farklı bir şekilde yeneceğimize inanıyorum. Gol yollarında biraz sıkıntı yaşıyoruz, ama bu durum Fenerbahçe maçında son bulacak.’diyen Beşiktaş Yöneticisi Bülent Deriş’ den herkesin önünde özür dilerim. Çünkü Beşiktaşın oynadığı oyuna ve attığı gole, Fenerbahçenin yediği gol sayısına bakarak ve bir sıfır olsun bizim olsun yerine bu lafları edebildikleri için kendileriyle kendi içimde ve halka açık bir çok yerde dalga geçmiştim. Bağışlasınların beni.
Ve bir selam: Beşiktaşlıların en güzeline ve gözlerinin göğünde saklı bulutlara selam olsun.
BEŞİKTAŞ-FENERBAHÇE: 3-0
Hakemler: Fırat Aydınus, Bülent Gökçü, Bahattin Duran
Beşiktaş: Rüştü, İbrahim Toraman, Sivok, Ferrari, İbrahim Üzülmez, Fink, Ernst, Yusuf (69 Uğur), Ekrem, Bobo (78 Nobre), Serdar Özkan (46 Tello)
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Lugano, Önder, Roberto Carlos, Mehmet Topuz (66 Semih), Emre (56 Vederson), Cristian, Andre Santos (73 Özer), Alex, Kazım
Goller: Fink (54), Bobo (57), Uğur (83)
Sarı Kartlar: Ferrari/ Lugano, Emre
Kırmızı Kart: Kazım (75)
Devamı ...
19 Kasım 2009
Etik Nedir Neyle Gösterilir?
Cemal’in beş maçlık cezasını hazırlık maçlarında çekmesi zaten yeterince tuhaf bir durumdu, demek ki doping için yıl olarak değil maç adeti olarak ceza verilse Kerem Gönlüm’de 10 günde 50 tane hazırlık maçında oynayarak cezasını çekebilecekmiş. Bu basketbol federasyonun A’dan Z’ye bütün uygulamaları fiyasko.Bu olaydan sonra Galatasaray yönetiminden ziyade olaya el koyması gereken Federasyon zaten. Oyak Renault’nun itirazını yeterince araştırmayan tüm birimler ve kurumlardaki insanların görevden alınması lazım. Bu federasyonun kurulları kendi disiplin yönetmeliklerini inkar ederek Kerem’in cezasını 1 sene olarak açıkladı. İki yıl önceki Daçka-Beşiktaş maçının tekrarına neredeyse 6 ayda karar verdi,kendi hakemlerini bir takıma karşı objektif hislerini yitirdikleri için cezalandırdı, idari fiyaskoları zaten biliyoruz eğer Fiba’da en az Türkiye Basketbol Federasyonu kadar kirli bir kurum olmasa çoktan 2010 ev sahipliği Türkiye’den alınmıştı bu federasyonun iş bilmezliğinden dolayı.
Turgay Demirel federasyonu herkese mavi boncuk dağıtıp bütün olaylarda eyyamcı davranarak skandal üstüne skandala imza atıyor. Ergin Ataman’la kişisel problemi nedeniyle Efes’e kupa veremeyen bir basketbol federasyonu başkanı olur mu.Şimdi bu Cemal olayında Galatasaray’ın bu sahtecilik olayını federasyondan birileriyle görüşmeden örtülü destek görmeden yaptığını kimse anlatmasın. Yoksa göz göre göre bu riski göze alamazdı hiçbir Galatasaraylı idareci. Eğer bir temizlik yapılacaksa Galatasaray’dan önce Federasyon’da yapılmalı.
Gelelim Galatasaray’a. Kulübün tüm teknik ekibi görevden almalarını “yakışanı yaptı” “Galatasaraylılık duruşu” diye lanse edenler var. Tüm teknik ekibi görevden alıp basketboldan sorumlu yöneticiye herhangi bir yaptırım uygulamamak neden peki. TBF’nin disiplin yönetmeliğinin sahteciliği düzenleyen 23. maddesinin 3. fıkrası şöyle diyor
23.3. Kuruluşun sahtecilik ve kandırma suçlarına katılması halinde, olayın durumunagöre ligden ihraç edilme ve 10.000.YTL’ sına kadar para cezası verilir.
Şimdi söz konusu maddeye göre kuruluşun yani Galatasaray’ın sahtecilik ve kandırma suçlarına katılması demek Galatasaray Kulübünün yönetim kurulu üyelerinden birisinin bile olsa bu olaydan haberdar olması ya da sorumlu olması demek.. Ahmet Dedehayır ya da Yiğit Şardan’a yönelik böyle bir yaptırım uygulandığında Galatasaray zaten otamatikman 23/3 ün kendisine uygulanmasını fiilen kabul ediyor demek oluyor. O yüzden bu yöneticilere herhangi bir suç isnat etmeyip teknik kadroyu gözden çıkaracaklar. Federasyon da büyük ihtimalle daha önceden de alıştığımız üzere kendi yönetmeliğini çiğneyip 23/3 ü uygulayamayacak.
Oysa sahte belge göndermek ve resmi evrakta sahtecilik gibi iki tane suç var ortada ve Galatasaray teknik ekibinin suçu değil bu suçlar. O resmi belgenin altında Galatasaray koçu Okan Çevik’in kişisel imzası yok Galatasaray Spor Kulübünün antetli kağıtlarıyla ve Galatasaray Spor Kulübü adına gönderilen bir evraktan öncelikle kulüp sorumludur.
Üstelik Galatasaray yönetimi bu konuyu ya da böyle bir itirazı dün gece öğrenmiş falan da olamaz. Bir ay önce Oyak Renault’nun yaptığı itirazdan herhalde haberleri vardır ve basketbolla ilgili bir yönetici herhalde bu işin iç yüzü nedir diye bir araştırma yapmıştır. Kaldı ki bu meselenin dallanıp budaklanacağı ve bir takım görüntülerin de olduğunu herhalde derin kulislerin efendisi olan bir kulübün duymaması da beklenemez. Olay ispatlanıncaya kadar hiçbir şey yapmayıp kaçacak yer kalmayınca koçu göndermek yakışanı yapmak falan değildir.Ceza indirimi talep edecek bir iyi niyet göstergesi de değildir. Federasyona yalan söyleyip yalan ortaya çıkınca, gerekeni yaptık diyerek etik abidesi bir duruş sergilediğini iddia edenler Kant’ı mezarında ters döndürecek bir etikten bahsediyorar herhalde.
Galatasaray ligden ihraç edilir edilmez, ceza alır almaz bunlar beni ilgilendiren şeyler değil. Pek çok Galatasaraylı’nın iddia edebileceği gibi Galatasaray’ın ligden düşürülmesine kına falan da yakmayacağız.
Lafa gelince bin bir türlü cambazlıkla Batı’ya açılan pencere,dünya markası falan deyip icraat de her türlü pisliği yapıyorsan bunun bir cezası olmalı artık.
Kendilerine 4 farklı galibiyetin yettiği bir maçta ilk yarıdan 4-0 öne geçtikleri Trabzon maçını hiç düşünmeyip aynı anda oynanan Samsun maçında Fener’in şike yaptığını iddia edenler bir aynaya baksınlar artık bizim derdimiz bu.
Fenerbahçe olarak bu olaydan bir utanç payı çıkarmak gerekiyorsa baştan aşağı pisliğe batmış bu iğrenç Federasyonla hala el ele kol kola görünmenin bu kulübe yakışmadığı gerçeğidir.
Bir parantez de Salsabasket için açmamız lazım. Cemal Nalga olayını başından beri gündemde tutan ve artık unuttuğumuz bir fikr-i takip örneği sergileyen arkadaşa helal olsun. Plaza basının nasıl utanç verici bir durumda olduğunu kendi halinde bir blog yazarı gösterdi bize. Gazetecilik kamera arkasında sürekli duyduklarını yutup suya sabuna dokunmadan “oyunu seviyorum” geyiği yapmamaktadır. Le Bron’un 8 yaşındayken gittiği ilkokuldaki müzik öğretmenini bilip Cemal’in bu cezaları hangi maçlarda çektiği konusunda tek satır etmiyorsan kendine gazeteci demeyeceksin.
Türk basınının Genelkurmay sözcüsü çarşı iznindeki gazeteci Mehmet Ali Kışlalı örneğinde olduğu üzere Ergenekon olayına adları karışmış kişiler ya da Lockheed ‘den rüşvet aldığı iddiaları ayyuka çıkmış T.S.K mensupları konusuna söz gelince “bunları hiç merak etmiyorum “ deme yüzsüzlüğüyle konuşmaya devam etmesi ne kadar etikse Efes Pilsen’e ya da Federasyona “embedded” gazetecilik yapan adamların da “ben bunları hiç merak etmiyorum sahi Wade ortaokuldayken biyolojisi çok kötüymüş, Nowitzki sevgilisini takip etmek için F.B.I’yla anlaşmış tadında haberler yapmaya devam etmesi o kadar etiktir.
Devamı ...
Cemal Nalga Bu Düzeni Yıksın Artık
Cemal Nalga'nın hazırlık maçında rakibe yumruk atması akıl almaz bir iş. Kulübü de hiç geri kalmayıp hazırlık maçında sahtekarlık yaparak daha da akıl almaz başka bir işe imza atmış. Bununla dalga geçiyoruz, geyiğini yapıyoruz, daha da yapılır çünkü çok komik. Yalnız bunları yaparken görmemiz gerekenleri görmezden gelmeyin. Bu basketbol camiasında tek kulüp değil bu halde olan, camia baştan ayağa kokuyor. Fenerbahçe de hiç farklı bir konumda değil.
Bu rezil federasyonun yaptıkları o kadar akıl almaz şeyler ki, bunları bilenler için Bush'un gaf videoları bile komik değil artık. Bir kere bu Cemal olayında Tufan görünümlü Cemal olayına gelene kadar saçmalık üzerine saçmalık var.
Birincisi bu nasıl bir mantıktır ki sportmenlik dışı bir hareket nedeniyle verilen ceza hazırlık maçlarında çekilir? Hazırlık maçının oyuncuların antremanda kendi aralarında oynadıkları maçtan farkı nedir? Bir oyuncusu hazırlık maçında 10 maç ceza alan takım aynı gün içinde 10 hazırlık maçı ayarlayıp cezayı tamamlayamaz mı? Buna engel nedir? Takımın hazırlık maçını kendi genç takımıyla oynamasına engel nedir? Bu saçma sapan ceza sistemine neden 1.5 aydır basketbol dünyasındaki kimse sesini çıkarmamıştır? Mağdur olan takımlar Oyak Renault gibi Turgay Demirel'in ayak işlerinde faydalı olmayacak takımlar olunca Kaan Kuralların, Murat Didinlerin basketbolu kurtarma yazıları nerelerine kaçmıştır?
Galatasaray çıkıp "hazırlık maçında yapılan sahtekarlık nedeniyle cezamızı sadece hazırlık maçlarında çekmeliyiz" derse buna kim itiraz edebilir? İşte örnek orada, Cemal. Hazırlık maçında yaptığı hareketin cezasını sadece hazırlık maçlarında çekmiş, federasyon öyle diyor. O zaman Galatasaray neden resmi maçlarda ceza alsın? Bu mantıksızlığa, bu saçmalığa bugüne kadar neden ses çıkarmadı bu basketbol camiası?
Dünden beri kendi taraftarları dahil Galatasaray'a saydırmayan kalmadı. Bu meselede en büyük sorumlu "federasyon" nasıl bu işten yırtar? "Hazırlık maçının cezası hazırlık maçında çekilir" kararı vererek bir skandala imza atanlar bu adamlar. Verdikleri cezanın takibini yapmayan bu adamlar. Oyak Renault'u, Karşıyaka'yı haksız şartlarda yarıştıranlar bu adamlar. Bu adamların sorumluluğu daha büyük değil mi?
Peki bunu neden yaptılar? Nedeni de belli. Koltuk hırsı koca tepeleri aşmış bir adam, onun çevresinde her olup bitene kafa sallayan avanesi, bütün bu olup bitenden haberi olan ve boğazlarının derdi için bunlara ses etmeyen bir basketbol camiası. Turgay Demirel'in koltuk hırsı FİBA başkanlığına kadar uzandı. Kulüplerle girmediği kirli iş, yapmadığı pazarlık kalmamış, onu da bu son olaydan anlıyoruz. Bu işleri döndürmek için Galatasaray, Fenerbahçe, Efes Pilsen'e ihtiyacı var. Herkese mavi boncuk dağıtıyor, yalnız bu dağıtımın ucu öyle kaçtı ki sonunda bu saçmalık ortaya çıktı. Çıktı ama kabak Galatasaray takımının 3 tane teknik adamına patladı. Asıl suçlular yine suçsuz, yine güçlü.
Bugün Galatasaray'ın başına bu geldi diye sevinmesin kimse, yarın Fenerbahçe'nin başına da gelecek, Efes Pilsen'in de... Tanjeviç operasyonundan beri federasyonla vıcık vıcık ilişkilerin ortasında yuvarlanan bir Fenerbahçe var. Federasyonu İtalya'ya gitmekle tehdit eden Tanjeviç'e, Turgay Demirel tarafından Fenerbahçe'nin uygun görüldüğü ve bunun Fenerbahçe yönetimindeki insanlar tarafından gerçekleştirildiği söyleniyor. Böyle bir ilişkinin sağlıklı olması, kirli bir şeylere uzanmaması normal mi? Belki de insanların ellerinde dosyaları, belgeleri bile hazır, şimdilik saklıyorlar... Bu federasyonun iktidarını devamı için Fenerbahçe ile girdiği işler hiç ortaya çıkmayacak mı sanıyorsunuz? Keşke hepsi bir bir dökülse, belgelense, bu işlere kulüpte kim aracı olduysa ipi çekilse...
Daha bir ay önce federasyon kendi ceza yönetmeliğini çiğneyip Kerem Gönlüm'ün cezasını azaltmadı mı? Kendi kanunları açık seçik "eğer performans arttırıcı olarak madde almadığını kanıtlarsa ceza 1 yıla iner" derken bunlar gerekçelerine, "savunma yaparken çok şaşkındı ve ceza 1 yıla indirildi" yazmadılar mı? Bu olayın arkasında da Efes Pilsen'in desteğini kaybetmemek yok mu? Bu ceza indiriminin illegalliği bu kadar göz önündeyken gıkını çıkarmayan basketbol yazarı hangi yüzle Galatasaray'ı suçlayabilir? Şike sadece sahadaki oyuncuya para vererek mi olur? Kendi yönetmeliğini ihlal eden federasyon şike yapmış sayılmaz mı? Kerem Gönlüm fazladan tam 1 sene basketbol oynayabilecekken Cemal Nalga 2 tane hazırlık maçında oynamış, çok mu?
Bu federasyon daha 1 hafta önce kendi hakemlerini "taraflı yönetmekle" suçlamadı mı? Kendi hakemlerinin taraflı maç yönettiğini iddia eden bir federasyon o hakemleri bir anlamda şikeyle suçlamışken görevden almayıp "5 maç" ceza vermesi skandal değil mi? Bu konuda sevilen basketbol yazarları ne yazdılar? Bu yazarların federasyonla, Turgay Demirel'le ne ilişkisi var da bu kadar büyük skandalları es geçtiler?
Cemal olayında en büyük kabahatli federasyondur. 3 tane teknik adam ipe götürülerek bu iş çözülmez. Cemal Nalga bir düzeni yıkmıştır. Bu işlerin organizatörü federasyon Galatasaray'a, Fenerbahçe'ye, Beşiktaş'a, Efes'e zarar vermektedir. Bu kulüpleri yönetenlerin olan bitenden haberi vardır ya da yoktur ama son olayın gösterdiği şey budur. Eğer kulüp yöneticileri de bu işin içindeyse bu düzeni taraftar yıkmalıdır. Bu skandaldan sonra basketbol camiasında onurlu ne kadar adam kaldıysa bu federasyona savaş açmalıdır, bu federasyon yıkılmalıdır. Galatasaray'da, Fenerbahçe'de bu federasyonun maşalığını yapanlar bu camialardan kovulmalıdır. Bu irin Türk sporundan temizlenmelidir. Cemal olayı bunun için büyük fırsattır.
Devamı ...
18 Kasım 2009
Dünya Tufan Olsun
Kerem Gönlüm kardeşimiz içtiği çaydan dolayı haksız bir ceza almıştı. Federasyon iyi halden cezasını indirse de bir sene aramızda olamayacak. Bunun üzüntüsü kalplerimizi dağlıyordu. Fakat Didier Six'lerin, Ayşe Ablaların takımı bu konudaki tecrübesini konuşturdu, bu sorunu da çözdü. Efes Pilsen daha yolun başında, toy adamlar. Kerem'e sihirli 7 numaralı formayı giyerek neden oynatmayalım? Neden içtiği çayın cezasını çeksin bu bahtsız kardeşimiz? % 100 çalışıyor, mühendis onaylı. Okulda uzaklaştırma almıştım, Tufan formamla elimi kolumu sallayarak girdim bugün. 1 Tufan yetmez, 2 Tufan yetmez, dünya Tufan olsun!!!!!!!!
Devamı ...
Bir Cemal Var Tufan'dan İçeri
Türk sporunun batıya açılan penceresi etik abidesi, Galatasaray Spor Kulübü ufak bir dikkatsizlik yapmış yine, çok üzücü gerçekten. Oynatmayıp ceza çektiğini söyledikleri Cemal Nalga'yı Tufan Ersöz'ün formasıyla oynatıp oynatmadık numarası çekmişler federasyona. Federasyon'da Cemal'in oynamadığının beyan edildiği bu maçı 5 maçtan mahsup etmiş.
Konuyla ilgili salsabasket teki linkleri verelim:
http://www.salsabasket.net/2009/11/cemalin-tufan-formal-fotolar-vol2.html
http://www.salsabasket.net/2009/11/...a-tufann-formasyla.html
Eğer resimler fotoshop falan değilse ve olay hakikaten göründüğü gibiyse ne diyeceğiz acaba. Fenerliler tahrik etti o yüzden Cemal'i Tufan kılığında oynattık mı diyecek Galatasaray yönetimi.
Devamı ...
17 Kasım 2009
Acizlik - Küçüklük - Vicdansızlık
Galatasaray Yönetimi suçluyu buldu. 10 – 15.000 kişilik Abdi İpekçi’de dün gece gözlenen hayvanlığın sebebi şu yukarıdaki kadıncağızmış. Bu kadıncağız hareket çektiği için taraftar kendisine ve Fenerbahçelilere bozuk paralar, yabancı maddeler atmış, fiili saldırıda bulunmuş, küfür etmiş, olay çıkarmış. Hatta kadıncağız bunlara hakaret ettiği için gidip Kinsey’e saldırmışlar. Bu yüzden Galatasaray yönetimine Galatasaray'ın kendini sorumlu hissedeceği bir şey yok. Galatasaray taraftarı “tahrik edildiği” için ne bok yerse meşru. Şimdi bu manyakça, bu ahlaksızca, bu insanın yüreğini sıkan düşünce Serhat Ulueren’ler bilmemneler eliyle kamuya servis ediliyor. En sonunda şirazeden iyice çıkmışlar, “sizin yüzünüzden GS ceza alacak” demişler. Sizin ahlak namına, vicdan namına hiçbir hasletiniz yok mudur?
Tabi bütün bunları bir kişi dahi savunmaya cesaret edemiyor. Dünden beri baktım Fenerbahçeli bloglar kendi içlerinde olayların kritiğini yapmışlar, mesela Lambuja konunun özüne yönelik çok net bir analiz yapmış, geçmişe yönelik meşrulaştırma yolunun nasıl kısır bir döngüye bizleri sokacağını ihlal etmiş. Yetmez. Ayrıca taraftarın da kendi kulübü dahi yapsa, haksızlığa karşı durabilmesi, bir omurgasının olması gerekir. Şu blog dünyasında, Ercan Saatçi’nin 3 sene önce söylediği ve montajda çıkartılması gereken bir laf günlerce tartışıldı. Sayfa sayfa yazı yazdılar. Buyrun Adnan Polat orada, öyle bir açıklama yaptı ki hepimizin suratına karşı ananızı sikeyim diyor. Yazacak bir tane adam var mı? Bunlar yazılmazsa, bunlar eleştirilmezse, bunların ahlaksız olduğu söylenmezse o zaman bu adamlar da bu tip şeyleri yapacaklar. Ne olacak? En sonunda bir kadıncağızı halkın önünde günah keçisi diye oturtup fanatiklerin önüne atacaklar.
Şimdi televizyonda diyorlar ki “sizin yüzünüzden GS ceza aldı.” Hepimiz biliyoruz, görüyoruz çevremizde de var, tuttuğu takıma fanatik bir asker gibi bağlı insanlar dolaşıyor bu ülkede. Bu kadıncağızın adı açıklandı, yüzü belli, televizyona çıkartıldı, televizyonda milyonların önünde olanların sorumlusu olarak lanse edildi, yarın öbürgün manyağın biri bu kadıncağıza bir fenalık yapmayı düşünse bunun vebalini kim alacak? Bu manyağın kulübünün başkanı bu kadıncağızı zaten suçlu ilan etmiştir. Bundan sonrası bir durumdan vazife çıkartma meselesi. Öyle büyük bir hayasızlık var ki şu kadıncağızın hiçbir suçu yok, hiçbir günahı yok, 10.000 tane adamın tasmalarından boşanmasının mesulu haline getiriyorlar.
Bu kadıncağız acilen dava açmalıdır. Galatasaray yönetimi gerçek dışı ifadelerle olayların sorumlusunu bu kadın olarak lanse etmek suretiyle hanımefendinin toplum nezdindeki itibarını açıkça zedelemiştir. Hem hakaret davası hem de manevi tazminat davası açılabilir. Ayrıca kendisini kamu önünde suçlu ilan eden ve hedef gösteren medya kuruluşuna da yaptıkları basın ahlakına aykırı yayın sebebiyle manevi tazminat davası açılabilir. Bütün bunlar yapılmalıdır ve bu rezil adamlar ahlaksızlıkları sebebiyle ceza almalıdır. Olayların müsebbibi Galatasaray olduğunda eleştirmek için kullanabilecek iki kelime bulamayan adamlar bir tane kadıncağızı Fenerbahçeli diye hayvanlığın sorumlusu haline getiriyorlarsa bu vicdansız, bu ahlaksız adamlar bunun bedelini de ödemelidirler.
Şu olayları yazmayan, “bu topa girmeyen”, bir statta olay çıkartan, o olayları sahiplenen ve destekleyen, her şeyin suçlusunu yine bir kadıncağız üzerinden Fenerbahçe yapanlara edecek itirazı olmayanlar bundan sonra gitsinler Kolombiya, Uganda, Barbados liglerinden bahsetsinler. Gözleri önünde Türk spor tarihinin en büyük şerefsizliklerinden biri gerçekleşirken susacaklarsa zaten yapmaları gereken budur. Bir yönetim bütün unsurlarıyla taraftarının yaptığı sportmenlik ve ahlak dışı hareketleri sahipleniyor, bu hareketlerin mesulu olarak orada bir tane kadıncağızı parmakla göstermekten utanmıyor, o kadıncağızı suçlu damgasıyla halkın arasına atıyor, elindeki medyayla bilmem neyle de bunu pompalıyor ve bu insanlar bu ülkede susuyorlarsa artık ağızlarını bu ülke hakkında hiçbir şey için açmasınlar. İnek bokuyla oynayan deliler gibi gidip boklarını ellerini yüzlerine süre süre oynasın, anlatsın dursunlar. Efes maçıymış. Efes maçında taraftar sahaya girdi, maç boyu kendilerini tahrik eden Efesli oyunculara saldırdı, kulüp olaylardan dolayı özür diledi, üzüntü duyduğunu açıkladı, Fenerbahçe 5 maç ceza aldı, Fenerbahçe taraftarına vuran Kaya ise hiçbir ceza almadan devam etti. Fenerbahçe tek bir tane Efes taraftarını parmakla gösterip suçlu budur demedi, Fenerbahçe şu veya bu maçı örnek gösterip bunu unuttunuz mu deme acizliğinde bulunmadı, Fenerbahçe bu olayları sahiplenmedi, benimsemedi ve desteklemedi. Fenerbahçe acizlik yapmadı. Büyük bir kulüp olduğunu gösterdi. Galatasaray Yönetimi ise yaptıkları ile çirkef, aciz ve küçük bir kulüp yaratmıştır, bu küçüklüğe isyan etmeyenler de bu küçüklüğe layik olan küçük adamlardır.
Devamı ...
Sarı-Kırmızı Renkleri Sarmış Alçaklık
Adnan Polat net olarak yerini belli etti “Fenerbahçe’den özür dilemem” daha sonra da Yönetim Kurulu’ndan olaylarda bütünüyle Fenerbahçe’yi suçlayan, Fenerbahçe’nin Efes maçını emsalleyerek “ikiyüzlülük” ithamında bulunan, Kinsey’e ünlemli istihzai atıflarda bulunan rezil bir metin yayınladı. Bu metnin mesuliyeti bu saatten sonra Galatasaray yönetimindedir. Sahaya inip sporculara saldıran, tek bir kadına küfürler ederek çullanan, saha ortasına bozuk paralar çakmaklar atan bu taraftarlarla beraber omuz omuza yapmaya namzet bu yönetim, Türk sporunda bundan sonra çıkacak her türlü olayın da elbette sorumluluğunu üstüne almak zorundadır. (açıklama: http://www.galatasaray.org/kulup/haber/5340.php)
Biliyoruz ki “tarafsız”, “objektif” bloglarda bu açıklama ile ilgili eleştirel, kritik tek bir yazı okuyamayacaksınız. Onların ferasetleri kendi yaptıkları kötülükleri alkışlamaktan ötesine gitmez. Onların objektif blogculuğu konu Galatasaray oldu mu her şeyi kendilerine yontmalarından veya en fazla susmalarından başka bir şey değildir. Şurada vicdanı olan, ahlaki olan insanları infial ettirecek sözler karşısında onlar ancak Bolivya liginden, Kolombiya liginden maç kritiği yapma yöntemini seçeceklerdir. Rıdvan’ın bir tane sözü üstüne çullanarak haris hakaretler saçan bu dar kafalı tayfa, size Adnan Polat ve Galatasaray Yönetimi’nin kendi taraftarlarının yaptığı şiddet eylemi karşısındaki omurgasız, ikiyüzlü ve tahrikkar üslubunu da anlatmaz, bu adamların yaptığı açıkça rezil eylemler hakkında tek satır yazmaya da yüz bulamaz. Onlar geçmişin hikayeleri arasında kendilerine bir avuntu payı bularak bir yan hakemin “Galatasaraylılar centilmendir” sözünü bugüne tahvil ederler ama gözlerinin önünde sahaya giren, sahaya her tür maddeyi atan, açıkça hakaretler eden ve olay çıkartan bir taraftar kitlesiyle onlara alkış tutan yönetim anlayışı ile ilgili edecek tek laf bulamazlar. Onlar size 100 sene öncesinden menkibeler sunar, objektiflik adı altında “Roberto Carlos nasıl sarıldı” geyiği yaparlar ama yumruk atan Keita’yı aziz ilan etmekten de geri durmazlar. B Planları olmadığı gibi bir A Planları da yoktur bu adamların, ahlakları konu Galatasaray oldu mu suküte erer, büyük bir fırtınaya kapılmış gibi nefes bile çıkaramazlar. Öylesine biçarelerdir ki daha üç gün öncesine kadar Platini aforizmaları döşeyenler “nasıl koyduk” edebiyatı yapmaktan hiç çekinmezler. Çünkü konunun içinde Fenerbahçe olduğunda bu insanlardan geriye omurga namına bir şey bulmak mümkün değildir.
O yüzden bunu da burada ve inandığını söyleme cesaretine sahip diğer bloglarda okuyacaksınız. Bu bloglar size sahte bir tarafsızlık, sözde bir objektiflik vaad etmeyecek, gördüğünü gördüğü gibi söyleyen ve bir yargı belirtme cesareti gösteren her mevzi gibi katılacağınız veya şiddetle karşı çıkacağınız bir fikir söyleme cüretinde bulunacak. Bayık edebi kelimeler arasına sıkıştırılmış menkibeler, istihzai fotoğraf postlamalar, biraz objektif olur musunuz lütfen yalvarışları filan yok, katı bir şekilde inanılan hariç kelime bulamazsınız.
1) Adnan Polat ve Galatasaray Yönetimi yaptıkları bu açıklama ile omurgasız birer oportunist olduklarını alenen ifşa etmişlerdir.
Oportunizm oluşan olaylara karşı etik değerler kısıtı olmaksızın gösterilen fırsatçılık olarak tanımlanabilir. Bundan iki hafta önce Fenerbahçe – Galatasaray maçından sonra çıkan olaylar için maçın tatil edilmesini isteyen hatta hakemleri maçı oynattıkları için suçlayan, Fenerbahçeyi bilinçli bir şekilde gerginlik yaratmakla itham eden ve çıkan olaylar için çok daha ağır cezalar bekleyen yönetim bunu o gün elbette yapacaktır. Çünkü bunun kendilerine bir faydası vardır, bu yöntemle hem federasyonu hem de kamuoyunu baskı altında tutmakta, kendilerine karşı bir haksızlık yapıldığı, şiddete karşı oldukları gibi söylemlerle kendilerini mazlumlaştırmaktadır. Halbuki 2 hafta sonra aynı Galatasaray yönetimi çıkan olaylardan dolayı tek bir laf etmediği gibi, bütün olayların yükümlülüğünü de kendisine küfredilen, hakaret edilen ve fiili tacizde bulunan tek bir hanıma yıkmaktan geri durmamıştır. Demek ki Galatasaray yönetimi ahlaki bir duruş almamaktadır, Galatasaray yönetimi kendi futbolcuları Sabri kadar bile efendi değildir, Futbol takımının Fatih Terim’le, Ayhan’la, Hagi’yle, Sabri’yle, Bülent Korkmaz ve daha nice örnekle içselleştirdiği riyakarlık, çirkeflik ve şiddet kültürü görülüyor ki yönetime de sirayet etmiştir. Arda vurursa iyi – Arda’ya vurulursa kötü, Galatasaray sahaya su şişesi atarsa iyi – Galatasaray’a atılırsa kötü, Galatasaray taraftarı olay çıkartırsa “dış düşmanlar” – Rakip takım taraftarı olay çıkartırsa “kabul edilemez” ikileminde, iki ahlaklı, iki yüzlü ve çifte standartçı bir ikiyüzlülük yönetimin temel politikasıdır. Bu politika ve sürekli spor dünyasının kaynanası gibi söylenerek Galatasaray bir menfaat elde etmeyi bekliyorsa, hayır bunu elde edemeyecektir. Ne ahlaklılar, ne dürüstler, ne şerefliler ne de haklılar. Çirkeflikleri paçalarından akıyor ve rezil yüzleri yalnızca içimizi kaldırıyor.
2) Deplasman taraftarının alınmadığı, bütünüyle Galatasaray taraftarının doldurduğu bir stada çıkan olaylardan yalnızca Galatasaraylılar sorumludur.
Galatasaray taraftarı hiçbir Fenerbahçe taraftarının olmadığı bir arenada maçın beraberlikle bitiminden sonra olay çıkarmıştır. Tahrik ettiği iddia edilen hanımın karşı tribünündeki insanların sahaya girmesi, sporculara fiili saldırıda bulunması, sahaya yabancı maddelerin atılması bir kadının yaptığı bir el hareketinden olan olaylar değil, Fenerbahçe düşmanlığından ve yöneticilerin bu olayları durdurmak için ayağa kalkıp sarı çizmeli Mehmet ağa gibi bakmaktan başka hiçbir şey yapmamasındandır. Fenerbahçe’ye karşı fiili saldırıda bulunup gerginlik yaratan Galatasaray taraftarı elbette ceza almalıdır ancak yönetim de bu olayları eleştirebilecek ve en azından klasik bir “üç beş çapulcu” söylemine indirgeyerek dışsallaştıracak kadar adam olmalıdır. Bu olayları Efes maçıyla şu veya bu olayla karşılaştırarak meşrulaştırmaya çalışmak elbet her takımın da yapabileceği bir iştir ve her takım bu şekilde olayları meşrulaştırırsa yarın öbürgün çok daha büyük olaylar çıkabilir. Bu dil ve lisanla ne spor müsabakalarında barış sağlanabilir ne de olaysız tek bir maç geçer. Bugün bu olayları gören, Galatasaray yönetiminin de bu olayları sahiplendiğini hatta Fenerbahçe’yi suçladığını izleyen her Fenerbahçe taraftarı büyük bir öfke taşımaktadır.Galatasaray Türkiye’nin cici çocuğu olmadığı gibi, böyle İsrailvari sürekli tehdit, devamlı saldırı, ahlaksızca bir mazlum edebiyatı yapması insanların da hakkaniyet duygusunu incitmektedir. Türk Sporu ABD değildir, Galatasaray da İsrail olmamalıdır. Galatasaray yönetimi edepsiz ve hayasızca yaptığı açıklama ile sorumsuzluğunu ilan etmiştir. Bu sorumsuzluk onlara bir daha çıkabilecek hiçbir olay hakkında menfi tek bir söz bile söylememe mesuliyeti yükler. Bu dil ve kalıp ile Türk sporuna karşı açıkça hıyanet eden, türk sporunda sonu gelmeyecek bir yara açan bu yönetim mutlak Galatasaraycı, yalnız kendi çıkarını düşünen ve her şeyden pratik fayda elde etmeye çalışan yapısıyla Galatasaray adını da küçük düşürmektedir.
3) Bu yönetim Baba Gündüz değil Sabri’dir.
Galatasaray Yönetimi Özhan Canaydın’dan aldığı miras üstüne agresif bir Fenerbahçe düşmanlığı ve mazlum edebiyatı yerleştirerek sportif başarı elde etmeyi ummaktadır. Takıma genel bir eleştirilemezlik payesi yüklenmiş, yönetimin eleştirilmesi “günah” statüsüne getirilmiş, yöneticiler “ilahlaştırılırken”, Fenerbahçe sonsuz düşman ve kötülük sembolü olarak düşmanlaştırılmış, bu suretle radikal bir taraftar grubunda bulunması gereken anti sportif histeri Galatasaray kitlesinde yaygınlaşmıştır. Bugün bloglarda, internet mecralarında ve gazete yazılarında olaylar hakkındaki görüşlerle ortaya konulan hezeyan bu somut durumun dışavurumundan başka bir şey değildir. Dolayısıyla Galatasaray Sabrileşmiştir. Sahada rakibine her türlü müdahaleyi yapan faul verildiğinde hakemin üstüne yürüyen, bağırıp, çağıran ve bu yolla kitleleri ajite eden, bundan da alkış ve menfaat bekleyen bir zeka Galatasaray yönetiminin temel politikası haline gelmiştir. Dolayısıyla Galatasaray yönetiminin geçmişte yapayalnız bıraktığı Metin Oktay veya iyi bir insan olduğu kuşku götürmeyecek Baba Gündüz gibi Türk sporunun sembol isimlerinin arkasına saklanması mümkün değildir. Sadece başarı odaklı, bundan başka hiçbir şey görmeyen, her alanda kendini Fenerbahçe ile karşılaştırarak bu rekabeti negatif – pozitif her alanda geren, kendi taraftarını Fenerbahçe örnekleri ile ajite edip akıllarını donduran, onlardan gerekirse Fenerbahçeliler gibi kart almalarını gerekirse Fenerbahçe maçlarında çıkan olayları aynen ve misliyle çıkartmalarını talep eden bir yönetim kavrayışı bu olayları istemekte, arzulamakta ve bunlardan menfaat beklemektedir. Böyle bir yönetim anlayışı en basit ifadesiyle rezildir.
Bugün bu olaylar karşısında susan, Efes mefes maçlarını örnek veren tüm Galatasaraylılar ise nazarımda Sabri’dir. Bu adamların objektiflik, tarafsızlık çığırışları esasında Fenerbahçelilerin yalnızca Fenerbahçeyi itin götüne sokması, Galatasarayı ise hep ululaması anlamına gelir. Bu adamlar Galatasarayın eleştirildiğini görmeye bile tahammül edemezler ve bizim örneğimiz de bu sebeplee değiller. O sebeple yekten söylüyorum, Galatasaray yönetiminin bu rezilliği karşısında susanlar sizleri dinleyecek kulaklarımız yok, ahlaklı bir laf etmeye başladığınızda gelin görüşelim.
Hepimizi bekleyen terazi tam da şurası: “Sahaya giren, sahaya yabancı madde atan, sporculara saldıran bir taraftar güruhu doğru bir şey yapmış mıdır, bunu onaylayan yönetimin yaptığına ne denir?”
Devamı ...
16 Kasım 2009
Basketbol Nasıl Yönetilmez
Galatasaray taraftarının aptallıkları yüzünden Tanjeviç yine gündemden düştü en çok da bu yüzden olay çıkaranlara kızıyorum. Sonuçta bu maçta olay çıkacağı belli .10 yıldır "sürdürülebilir yenilgi" tezini ısrarla güncelleyen bir takım 20 yıldır Abdi İpekçi'yi ilk kez bir basketbol maçında doldurmuş, asabiyet ve kompleks bir yerden sonra devreye girmiş ve taraftar eline ne geçiyorsa atmaya başlamış olaylardan sonra ise Galatasaray yöneticileri taraftara teşekkür ederken coach Okan Çevik seyirci arkalarında böyle olursa başarılarının devamlı olacağından bahsediyor. Daha iki hafta önce Kadıköy'de terör ortamı yaratmakla suçladıkları kulübe karşı terör ortamı yaratan taraftara övgüler düzülüyor.
5-6 maç ceza verilir Galatasaray'a şimdi, zaten federasyon burnuna kadar pisliğe batmış durumda. Öyle kökten şiddeti önleyici hiç bir ceza veremez kimseye. Dünya Şampiyonası düzenlenecek ülkenin en önemli salonunda her maç 24 saniye ve skorboard bozuluyor, muhtemelen tarihte ilk kez bir basketbol salonu içerisinde yüzme şampiyonası düzenleniyor, bu kaos organizasyon düzenini yaratan Federasyon'dan oyunun saygınlığını yeniden kazandıracak bir hamle, karar beklemek ne saf bir iyimserlik.
Maça gelince Fenerbahçe'nin guard pozisyonunda oynayan Greer ve Mrsiç 50 dakikada toplam 4 asist yapabilmişler. Takımın nasıl bir organizasyon problemi çektiğinin en net göstergesi. Gricek zaten daha öncede belirttiğimiz gibi bitmiş, hiç bir hayır gelmeyeceği çok açık. Herkes Fenerbahçe'nin uzun avantajından bahsediyor, kağıt üstünde böyle bir avantaj var kabul de Fenerbahçe'nin uzunlarının bitiricilik vasfı neredeyse sıfır. Semih her pozsiyon miss-match olsa ve post-up pozisyonunda topla buluşsa da bunlardan asla sayı çıkaramıyor. Ömer zaten faul yapıldığı anda etkisizleşen bir uzun , Oğuz 'da felaket bir yüzdeyle hücum edince uzun avantajı diye bir şey söz konusu olmuyor.
Gelelim kısa rotasyonunda çoklu alternatifi olan takıma. İstikrarlı dış şutu olan da yok takımda. Mrsiç en etkili şutör; ona da pozisyon içinde hazırlanan bir set doğal olarak her Tanjeviç takımında olduğu gibi yok. İlk uzatmanın bitimine 6 saniye kala bir takımın koçu niye mola almaz çok merak ediyorum. Topu yarı sahaya taşıyabileceğinden hala habersiz mi acaba Tanjeviç, ya son 3 saniyedeki hücuma ne demeli aldığı molada o hücumu çizebiliyorsa ancak mola almadığı için kendisine kızmak anlamsız olacak gerçi. Maça derbi atmosferini bilen ve bu maçları seven Ömer Onan'la başlamamak, maça müthiş başlayan Ömer Aşık'a çat diye kemendi atıp rotasyon kurbanı yapmak akıl alır gibi değil. Adam her maç kendini aşıyor. Bir takım hangi türlü maç kaybedebilirse hepsini deniyor Tanjeviç.
Basketbol federasyonunun oyuncağı olmuş Fenerbahçe'nin basketbolunun başındaki kifayetsiz muhterislerden kurtulmadıkça bu takımdan hiç bir şey olmayacak. Fenerbahçe sahaya çıkmayacak diye bir açıklama yapılıp 10 dakika sonra sahaya çıkıyorsanız böyle bir durumda koçumuzun kararına göre oynayıp oynamayacağımız belli olacak gibi abuk bir açıklama yapıyorsanız başınıza gelen her şey mübah o zaman. Bu yönetim de bu koç da ve bazı ruhsuz oyuncularda bu kulüpte olmayı hak etmiyor.
Not: Kaan Kural ne yapmaya çalışıyor anlamış değilim onca olaydan sonra çıkıp gazetedeki yazısının başlığını "O Kadın Fanatikleri Nasıl Tahrik Etti" diye atan adama nasıl objektif diyeceğiz. Fatih Söylemezoğlu'nu babasına bile kuralı uygular diye yüceltip Fenerbahçelileri bilgisizlikle şuçlayan adam yine faturayı gizemli ve Fenerbahçeli "o kadın" a kesmiş. Utanmadan hala oyunu seviyorum falan palavraları atma bari de biz de ona göre okuyalım.
Devamı ...
Utanç Gecesi
Bir umutla birbirinin aynısı geyikleri sırayanları taklit edeceğimi düşünenler hayal kırıklığına uğrar. Şimdiden onlara yol verelim. 2 hafta önce ak dediğimize 2 hafta sonra kara diyecek kadar şahsiyetsiz insanlar değiliz. Derbilerde olay çıkıyor, çıkması normal, bundan sonra da çıkacak. 100 yıldır olan olayları yeniymiş gibi gösterip papağan gibi aynı şeyleri tekrarlamasın kimse. Bir halt yiyince ceza alıyorsun, o hakkaniyetli olsun başka bir şey istemiyoruz.
Utanç Fenerbahçe yönetiminin utancıdır. Elbette play-off ilk turunu geçeceği muamma olan bir takıma yenilen oyuncuların da kabahati vardır fakat şu maçta suçlanacak en son insanlar onlardır. Kimsenin fiziksel saldırıya uğrayıp, 10 dakika sonra aynı ortamda maça çıkıp tüm konsantrasyonlarıyla maç oynamasını beklemiyorum. Onları bu ortama kurban eden yöneticiler utanacak en başta.
Fenerbahçe basketbol şubesi Tanjeviç operasyonundan sonraki ilk senesinde yalancı bir bahar yaşadı. O operasyonun acıları yeni yeni çıkıyor. Bir kulüp geçmişini, prensiplerini, karakterini inkar edip böyle işlere girerse sonu böyle olur. Kucağında oturduğunuz federasyon sizinle açık seçik dalga geçer ve ses çıkaramazsınız. Dibe doğru yuvarlanan basketbol takımının durumu budur.
Önce Efes Pilsen maçındaki hakem rezaleti. Saha içinde oyuncular bile çıldırdı fakat yönetim gıkını çıkaramadı. Takım doğrandı ve Fenerbahçe yönetimi bunun karşısında sessiz kaldı. Kaya ve dopingçi Kerem'in direkt tribünlere yaptığı hakaretler, ettikleri küfürler cevapsız kaldı, yönetim buna da göz yumdu.
Doping rezaleti ortaya çıktı. Bizzat başkan Aziz Yıldırım bu işin peşini bırakmayacağını söyledi. Kerem'in cezası tüm kurallar çiğnenerek yarıya indirildi. Fenerbahçe yönetimi buna karşı çıkıp konuşmadı bile. Oysa TBF ve Efes Pilsen'i uluslararası kuruluşlara şikayet edip adaletli bir ceza için destek aramaları gerekiyordu. Bununla da ilgilenmediler.
Geçen hafta TBF Efes Pilsen - Banvit maçını yöneten üç hakemini "taraflı" yönetimle suçlayıp 5 maç ceza verdi. Fenerbahçe yine ses çıkarmadı. Taraflı yönettiği TBF tarafından onaylanan hakemlerin neden meslekten men edilmediğini ve sadece 5 maç ceza aldığını yönetim yine sormadan geçti.
Sonunda dün bu beceriksiz, alengirli, çapsız yöneticilik tavan yaptı. Basketbol maçında yaşananlardan sonra takım ve hakemler soyunma odasına gitti. Yöneticin çıkıp herkesin önünde "eğer salon boşaltılmazsa oynamıyoruz" dedi ve 15 dakika sonra takım sahaya çıkarıldı. Böyle bir ortamda hiçbir oyuncunun suçu, kabahati yok. Olan biten yöneticilerin beceriksizliğinden ibaret.
Bu tabloya tepeden bir bakınca Tanjeviç'in hayırlısıyla defolup gitmesinin bu takımı düzeltmeyeceği aşikar. Transferinden oyuncularla ilişkisine, taraftarla iletişimden gelecek planına kadar müthiş bir organizasyon bozukluğu almış başını gitmiş. Basketbolun yönetim kademesi en tepeden en alt pozisyonuna kadar temizlenip düzgün bir yapılanmaya gidilmezse 90'ların sonunda olduğu gibi olacak. Yani takım dağılacak, bütçe azalacak, iyi oyuncular gidecek (ve sonra gittikleri için suçlanacaklar), neticede orta sıralara oynayan vasat bir takım kurulacak. Biz hâlâ Remzilerle, Hakyemezlerle, üç günlük çözümlerle uğraşalım. 2010 masallarını yiyen yöneticilerin ve teknik idarecilerin tek tek istifa etmesi gerekiyordu fakat öyle bir karakterleri olmadığını federasyonun kucağında hoplamalarından biliyoruz.
Maçtaki olaylarla ilgili olarak da, maçın taraftarlı devam etmesi gelecekte olacaklar için yol verdi. Şimdi gelecek cezaya göre ikinci yol da verilir. Çok ceza verilmezse bizim için daha iyi olur. 2-3 maç ceza uygun. 5 maç taraftarsızdık 2 maç daha taraftarsız oynarız. Yalnız biliyorsunuz Fenerbahçe taraftarı olay çıkartmaya karar verirse ana haberleri işgal eder. Artık federasyon da ne kadarına yol verecek, bunu düşünüp kendisi tayin etsin. Kinsey kardeşimiz de o maçta oynamasın, tribünde yanımızda olsun.
Devamı ...
15 Kasım 2009
Sizin Ne Olduğunuzu Çok İyi Biliyoruz
Objektif, tarafsız bakabilenlerden bekliyoruz. Kendisini otorite sananlardan bekliyoruz. Daha iki hafta önce maç oynanmamalı diyen "takım tutmayan yazarlardan" bekliyoruz. Efes maçında siz yaptınız diye kıvırmayacak kadar dürüst olabilenlerden bekliyoruz. Maçın ortasında olanlardan sonra maç oynanmamalıydı yazabilecek birisinin çıkmasını bekliyoruz. Taraftar salondan çıkarılmalıydı diyebilecek birisini bekliyoruz. Aslında kazanamazdık ama ortamı gererek kazandık yazabilecek birisini bekliyoruz. Bunu hep yapıyoruz, bizim basketbol taktiğimiz bu yazabilecek birisini bekliyoruz. Kazandık ama bu maçı konuşmak boş yazabilecek birisini bekliyoruz. Daha iki hafta geçmeden söylediğiniz hiçbir şeyi inkar etmeden, adam gibi aynılarını yazmanızı bekliyoruz. Boşuna bekliyoruz çünkü sizin ne olduğunuzu uzun süredir iyi biliyoruz...
Devamı ...
14 Kasım 2009
Dinamo Kiev'e Hitler Döneminde Ne Oldu?
(theglobalgame.com'dan 1941 Dinamo Kiev Kadrosu)
Bloga arama yaparak gelenlerin aramaları arasındaki fantastik cümlelerin içinde "dynamo kieve hitler doneminde ne oldu" gibi ciddiye alınması gereken bir soru da vardı. İnsanımız google'a direkt soru yöneltip cevap bekledikleri için hemen cevabını verelim, 4 oyuncuları Naziler tarafından katledildi. Sonra olayın hikayesinden bahsedelim. Olayın iki yönü var aslında, birincisi bir trajedi olan gerçek hikaye, ikincisi Rus propagandasının gerçek hikayeye kattığı yalanlarla efsane haline gelen popüler hikaye.
Aslında Sovyet rejimi yıkılana kadar gerçek hikaye bilinmiyor, yani yaklaşık 45 yıl sonra ortaya çıkıyor. O yüzden gerçek dediğimiz hikayenin de başka versiyonları var. Bu hikayeyi yazmış olabilecek iki bloga baktım, Stereotype Ball yazmamış, Flying Dutchman şurada yazmış.
Önce Sovyet versiyonundan başlayalım. Bu hikayeye göre ölüm maçı diye bir maç var, hatta hikayesi wikipedia'da. Yalnız bu wikipedia'daki hikaye yanlış. Wikipedia'ya göre oyuncular maç sonucu yüzünden toplama kampına gönderilmiş diyor fakat bilgi hatalı. Yanlış diyerek kesin hüküm vermemin sebebi de bu makaledeki bilgilerin birçoğunun kaynaksız olması.
Benim bildiklerimin kaynağı da BBC'nin bir belgeseli. Doğru hikaye şöyle...
1941'de Ukrayna Nazi birlikleri tarafından işgal ediliyor. Halkın çoğuna yapıldığı gibi Dinamo Kiev oyuncuları da yakalanıyor ve yakınında ekmek fabrikası(ya da fırın) olan toplama kampına gönderiliyorlar. Wikipedia hikayesindeki ilk hata bu. Oyuncular maçta kazandıkları için toplama kampında değiller, zaten kampta takımı kuruyorlar. Muhtemelen propaganda amaçlı futbol maçları oynamak isteyen Almanlar, çoğu Dinamo Kiev oyuncusu olan Kiev'deki futbolcuları toplayıp Start FC adında bir takım kuruyor ve kampta antreman yapmalarına izin veriyorlar.
Alman askerleriyle oynadıkları ilk maçı kazanıyorlar. Hatta Start FC'nin çok baskın oynadığı maçta, tribünde sinirlenen Almanlar havaya ateş ediyor, yanda maçı izleyen Macar askerleri de onlarla dalga geçiyor. Daha sonra bir seri daha maç oynanıyor ve hepsini Start FC kazanıyor. Bir Alman subayının maçın devre arasında oyuncuları tehdit ettiği ve takımın Rukh'u 8-0 yendiği maç sonrası oyunculara yapılan işkencede Mykola Korotkykh'un hayatını kaybettiği benim bildiğim versiyonunda yok. Özellikle devre arası tehdidin, Sovyet ölüm maçının da içinde geçen bir hikaye olması nedeniyle gerçek olmama ihtimali var.
Bahsettiğim Sovyet hikayesindeki ölüm maçında yetersiz ekipmanla oynayan Start FC oyuncuları ilk yarı çok iyiler. Devre arası bir Nazi subayı maçı kazanmaları halinde kurşuna dizileceklerini söylüyor. İkinci yarı maça çıkıp aynı oyunu oynuyorlar ve maçtan sonra kampa götürülüp hepsi kurşuna diziliyor. Bu hikaye uydurma. Sovyetler döneminde işgal günlerindeki kahramanlık hikayelerinden birisi olarak anlatılmış. Fakat takım bir maç değil, bir seri maç yapıyor ve bir maçın ardından hepsi öldürülmüyor, takımdan 4 kişi hayatını yitiriyor, o ölümlerin de maçların sonucuyla ilgisi yok.
Bu maçlar oynanırken aynı zamanda esirlikleri de devam ediyor, bir yandan kampta da çalışıyorlar. 1943 Şubat'ında bilinmeyen bir şey oluyor. Bir iddiaya göre kampta isyan çıkıyor, başka bir iddiaya göre birisi kamptaki subayın köpeğini tekmeliyor, başkasına göre subay bir iş yaparken kendisini yaralayıp öfkeleniyor. Neticede kampta her 5 kişiden 1 kişiyi rastgele seçip kurşuna diziyorlar. Bunların arasında dört adet futbolcu da var. Ivan Kuzmenko, Oleksey Klymenko ve kaleci Mykola Trusevich. Benim duyduğum versiyona göre, diğer versiyonların işkencede öldürüldüğünü anlattığı Mykola Korotkykh da bu olay sonrası öldürülmüş. İnfazlar sırasında kaleci Trusevich'in diz çökmeyi reddettiği ve kafasına kurşun sıkılmadan önce "Çok yaşa Stalin" diye bağırdığı söyleniyor.
Kiev 1944'te kurtarılıyor. Bundan sonrası daha ilginç. Sovyet siyasetçileri için bu oynanan maçlar ve gerçek hikaye tamamen faydasız. Birincisi işgal sırasında Almanlarla defalarca futbol maçı yapmış olmaları güzel bir hikaye değil, ikincisi takımdan sağ kalanlar var. Ölenlerin aileleri ve futbolcular takımın neden Almanlarla maç yaptıklarına dair sorgulanıyorlar. Daha sonra ölüm maçı efsanesi çıkarılıyor ve bütün oyuncuların gerçeği unutarak bu hikayeye adapte olmaları sağlanıyor. Hayatta kalanlar ortalarda pek görünmüyor, hikayenin doğrusunu bilenler anlatmıyor ve ölüm maçı, devre arası gelen tehdit, onuruyla kazanan ve hepsi katledilen bir takım efsanesi yaratılıyor.
Her ne kadar Sovyetlerin işine yaramasa da futboluyla işgale isyan edenler hayatlarını kaybetmiş olsalar da, hayatta kalsalar da kahramanlar. Önce o kampları yaşayan her insan gibi insan olarak, sonra futbolun onurunu ve asaletini ölerek değil oynayarak yaşatan futbolcular olarak.
Devamı ...
13 Kasım 2009
Türk Becali'lere Hikmet Karaman Dersi
Siz bakmayın Daum’un kendisi için “tanırım, iyi çocuktur” mealinde övgüler düzmesine. Steaua Bükreş’in başkanı Gigi Becali, Fenerbahçe maçından önce Steaua Bükreş taraftarının ilanla kendisini vuracak sniper aratacak kadar yaka silktiği bir adamdır. Romanya’da Çavuşesku sonrası hesapsız kitapsız bir geçiş döneminin mahsülüdür ve her eski demir perde ülkesinde kendisi gibilerden mebzul miktarda bulundugu için bu tarihsel arka-planı pek de ilginçlik arzetmez. Onu asıl medyatik kılan Steaua Bükreş Başkanı olarak altına imzasını attığı icraatlardır.
Becali’yi sık sık spor gündemine taşıyan icraatı aynı sıklıkta antrenör kovmasından kaynaklanıyor. Dahası bunu çoğu kez medyanın önünde ve çok şekilsizce yapıyor olmasından. Geçen sezon başında teknik direktörlüğe Marius Lacatus’u getiren Becali, Lyon yenilgisinin ardından onu gönderip yerine Dorinel Munteanu’yu getirmiş, ancak 2 ay sabrettikten sonra Munteanu’yu kovup yerine tekrar Lacatus’u getirmişti. Munteanu’nun 2 aylık macerası sırasında sözüm ona başarısızlığı yardımcı antrenör Yüksel Yeşilova’nın müslüman olmasının uğursuzluk getirdiğine bağlayabilecek derecede dilkemiği yoksunluğundan muzdarip bir adam Becali. Aynı sezonun 31. haftasında Lacatus’lu Steaua Bükreş, derbide Rapid Bükreş’e yenilince Becali kameralar önünde bu sefer tazminatı yüzünden kovamadığı Lacatus’u istifaya çağırdı. Son icraatı bildiğiniz üzere Sheriff maçının devre arasında kendisini soyunma odasına almayan teknik direktör Cristiano Bergodi’yi kameraların önünde kovması.
Türkiye’deki başkanlar sultasıyla başını derde sokmak istemeyen spor medyasındaki ezici çoğunluk için pekala bir “straw man” (korkuluk) işlevi görüyor Becali. Onun isminde cisimleşen bu yakışıksız ve profesyonellikten uzak hareketlerin bu ülkede herhangi bir kulübün başkanının tekelinde olamayacak kadar anonim şeyler olduğunun onlar da bilincinde değil mi? Mesela neden kimse olaylı Fenerbahçe maçı ve arkasını getiremediği “bavul dolusu para” hikayeleriyle futbol tarihimize kazınan Ali İpek’i konuşmuyor?
Oysa Uğur Meleke 20.09.2009 tarihli yazısında üşenmeden sabıka kaydını dökmüştü Ali İpek’in: 22 Kasım 2003’ten o tarihe dek 11 teknik adam kovmuştu Ali Bey. Bu sezonun başında ilk 3 maçta puan alamadığı için (bu maçlardan biri Galatasaray diğeri ise Fenerbahçe ile) Erhan Altın’ı kovup yerine Nurullah Sağlam’ı getirdi. Uğur Meleke’nin bu yazısından sonra ise tam Becalivari bir hışımla soyunma odasına indiği bir maç sonunda “Hepiniz artistsiniz... Hocanız da dahil...” diyebilecek cürret bolluğuna sahip olduğunu gösterdi. Nurullah hoca ise buna karşılık elinde onurundan başka hiçbir şeyi olmadığını, istifasını verdi, çekti gitti.
Futbol antrenörleri gittikçe endüstrileşen futbol aleminin modern köleleri tanımlamasını furbolculardan daha fazla hak ediyorlar. Sömürülen, itilen, kakılan, kulüp yöneticilerinin “tebliği” ile işbaşına gelip, kameralar önünde kovulan ve her seferinde masadan yedeklerinde onurlarından başka birşeyle kalkamayan futbol emekçileri onlar. Yönetici eliyle kurulmuş bir takımın sözüm ona başına geçirilirler. Ne yapılacak transferde, ne gönderilecek oyuncuda ne de sahaya çıkacak kadroda son söz onların değildir. Herşeye rağmen de ilk başarısızlıkta onlar gönderilirler. Futbolun işbilmez çavuşları için hoca kovmak bir tuşa basma kolaylığındadır. Bilirler ki bir takım bir sezonda istediği kadar hoca ile sözleşme imzalayabilir. Oysa antrenörün bir sezonda maksimum 2 sözleşme imkanı vardır. Gözünü seveyim ben öyle adaletin.
Lafı eveleyip gevelememek lazım. Hikmet Karaman geçen çarşambadan bu yana laçkalaşmış, kokuşmuş futbol sektörünün içindeki soytarılara bilabedel, hayrına ders veriyor. 10,000’nin üzerindeki futbol antrenörlerinin yönetici kuklası olmaktan çıkıp insiyatif sahibi olabilmeleri, emeklerinin karşılığını alabilmeleri için onurlarından daha fazlasına ihtiyaç duyduklarını hatırlattı bize Hikmet Hoca.
Ankaragücü yöneticilerinin gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalakalışları ondan. Bakın ne diyor Başkan: “İnanılmaz olağandışı bir sözleşme. Bizim takılıp kaldığımız konu alacağı para değil. Bizim tepkimiz sözleşmeye ve sözleşmede Hikmet Karaman’a verilen yetkilerdir. Öyle yetkiler verilmiş ki bir tek kulübü satamıyor”. Başkan bir yerde haklı, inanın mesele alacağı tazminat meselesi değil. En azından öncelikli olan o değil. Elbette Hikmet Karaman, Güvenç Kurtar, Nurullah Sağlam ve daha niceleri apansız kapı önüne koyulduklarında Del Bosque ya da Aragones’e verilen tazminatları talep edecekler. Takımı emanet ettiği hocaya danışma gereği duymadan yaptığı transferlerde hesapsız kitapsız milyonları saçan beceriksiz yöneticilere bu tazminatlar az bile.
Ancak Ankaragücü başkanını şaşırtan para değil antrenöre verilen yetkiler. Açıklasın Başkan Gökçek o yetkileri biz de bilelim. Dün Hikmet Karaman yaptığı açıklamada ipucu verdi aslında. Yöneticilerin takıma hocasına danışmadan tranfer yapması, oyuncu göndermesi, hocanın oluru olmadan bir oyuncuya ceza vermesi ya da antrenman saatini belirlemesi ya da değiştirmesi Hikmet Karaman’ın sözleşmesinin mümkün kılmadığı şeyler. Türk Becali’lerin asla kabul edemeyeceği şey bir antrenörün antrenörlük yapması için gerekli olan yetkilere sahip olması.
Hikmet Karaman artık Türk futbolu’nun kara koyunudur. Çantasında böyle bir sözleşme taşıyan, onu da sonuna kadar savunan bir Türk antrenör bir sezonda 4-5 antrenör kovmadan rahat edemeyen, CM oynar gibi takım yönetenlerin lanetleyeceği türden bir adam. Ben Hikmet Karaman davasının bu ülkenin futbol tarihi için bir milad olacağını iddia edenlerin iyimserliğine kendimi kaptırmak istiyorum. Dilerim ki Hikmet Hoca’nın yaptığı sözleşme ve o sözleşme için verdiği hukuk mücadelesi Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği başta olmak üzere futbolun bütün emekçilerini harekete geçirir.
Bize düşen lanetlenmek pahasına mücadelesini hukuki zemine taşıyan Hikmet Karaman’a teşekkür etmek. 10,000’in üzerinde futbol antrenörünün ekmek parası için yöneticilerin oyuncağı olmak zorunda kaldığı bir düzene baş kaldırıp, “futbolun adaleti yok” yargısının sadece yeşil çimlerle sınırlı bir klişe olduğunu haykırabildiği için.
Devamı ...
12 Kasım 2009
Basketbol Hakemliği Meselesi
Dün Fenerbahçe bayan ve erkek basketbol takımlarının arka arkaya oynadığı iki maçı görünce Türkiye’de maç yönetmenin uluslararası hakemler açısından dünyanın en kolay işi olduğunu bir kez daha gördük. Ev sahibi takımın aleyhine acayip acayip düdükler çalıyorsun normalde İspanya’da, Yunanistan’da çalsan başına yıkılacak ama salonda in cin top oynadığı için kimse tepki gösteremiyor. Şovunu yapıyorsun, deplasman takımına galibiyeti aldırıyorsun, duşunu alıyorsun, Boğaz’da bir gece geçiriyorsun ve sen sağ ben selamet, rahat rahat evine dönüyorsun.
Dün Spartak Moskova maçında oyun tam kafa kafaya gelmiş ve Esmeral’in üçlüğüyle öne geçmişken Nicole Powell'in Taurasi’ye yaptığı müthiş bloğa faul çaldı hakemler. Sonraki iki hücumda da faul çalındı ve Taurasi’nin serbest atışlardan bulduğu sayılarla maç koptu. Yılardır Euroleague maçları izliyoruz, ev sahibi takım avantajını en kullanamayan takımlar biziz. 3 yıl önce son salisede Delisha Milton’un tiplemesinin basket sayılıp sayılmayacağı konusunda mesela aynı pozisyon Caferağa’da değilde Casares deplasmanında olsaydı orda deplasman takımı lehine böyle bir karar çıkabilir miydi, pek olacağını sanmıyorum. Ama burada bomboş salonda kulübün resmi sitesi dahil kimsenin iplemediği maçlarda hakemler çatır çatır deplasman takımı lehine düdük çalabiliyorlar.
Erkek basketbol maçındaki hakemler ayrı bir alemdi. Daha önce pek adları duyulmamış İspanyol, Portekiz ve Slovak hakem üçlüsü o kadar kötü bir maç yönetti ki maç sonunda basketbol kültürü yaratamamış seyircilerden bile alkışlı protesto yemeyi başardılar. İlk yarı iki takıma da çok kolay çalınan düdükler, ikinci yarıda daha çok Siena lehine işlemeye başladı. Maçın en kritik hücumunda Oğuz’a çalınan faul, Ömer Aşık’a çalınan iki tane üç saniye, Ömer’in bloğunda Kinsey’e çalınan faul kolay kolay deplasmanda oynayan bir takıma çalınmayacak faullerdi ama üç çaylak kafadar maçı düdüğe boğarak ve normalde epey kötü durumda olan Siena’yı arkadan iterek maçın kazanılmasına yardımcı oldular.
Basketbol maalesef hakemlerin oyunun kaderine direkt etki edebildiği bir spor dalı ve hakemin kararının bu kadar oyun üzerine belirleyici olabildiği tek spor dalı. Eğer bir hakem bile o gün sizin kazanmamanızı isterse bunu başarabilmesi çok da güç değil. Tam da bu iki rezalet hakem performanslarının olduğu gün 2. haftaki Efes-Banvit maçındaki yönetimleri yüzünden üç hakeme 5’er maç ceza verildiğini öğreniyoruz. Hakemler bizzat federasyon tarafından bir takımın aleyhine çalışmakla itham edilerek almışlar bu cezayı üstelik.
“Beko Basketbol liginde bir takıma karşı objektif karar verme ve yönetme anlayışı ile bağdaşmayan yönetim gösterilmiştir. Bu nedenle Erşan Kartal, İsmail Aydın ve Zafer Yılmaz beş hafta görev almayacaklardır.” Sanırım Türk spor tarihinde bir ilk bu açıklama. Eğer federasyon bu hakemlerin hakikaten bir takıma karşı objektif karar verme ve yönetme anlayışı ile maç yönetemediğini düşünüyorsa niye 5 maç ceza veriyor? 5 haftada bu adamlar “ya biz yanlış yoldayız adam gibi yönetelim şu maçları” diye imana mı gelecekler?
Bu hakemlerin iyi hakem olduklarını ben de düşünmüyorum. Zafer Yılmaz 3 sene önce kariyeri boyunca centilmenliğiyle tanınmış Aydın Örs’ü Mersin deplasmanında diskalifiye etmiş hakemdi eğer hafızam bana oyun oynamıyorsa. Bu hakemler geçen sene çok tartışılan final serisinde de maç yönettiler. Bu tür bir cezanın çok daha vahim hataların yapıldığı maçlarda değil bu maç sonrası yapılması ilginç. Bahse konu maçta özellikle son çeyrekte Banvit aleyhine yapılan hakem hataları var kabul, en açığı Thornton’un top taşıması olmak üzere. Ama federasyonun böyle bir açıklamayı yapmasını gerektirecek düzeyde bir skandal söz konusu değildi. O maçtan bir gün önce oynanan Erdemir-Fenerbahçe maçının hakemleri maçın kaderini daha çok etkiledi bana kalırsa. Son periyot Erdemir aleyhine, Fenerbahçe lehine çalınan bariz düdükler vardı. Federasyon bu açıklamanın altını doldurmak zorunda, yoksa Efes-Banvit maçından çok daha vahim hatalarının yapıldığı maçların hakemlerine geçmişte ve gelecekte de ne ceza vereceklerini şaşırmaları gerekiyor. Fatih Söylemezoğlu’nun hala maç yönetebildiği bir ülkenin Basketbol Federasyonu, hakemler hakkında ne söylese inandırıcı olamaz. Onun için bu açıklamanın sadece o maçla ilgili olduğuna inanmıyorum. Basketbol federasyonu adam gibi doğru düzgün bir açıklama yapıp bu hakemlere karşı neden böyle bir açıklama yapıldığını açıklasın ki bilelim bizde ne işler dönüyor.
Basketbol hakemleri hem Türkiye’de hem Avrupa’da diğer branşlardaki hiçbir meslektaşlarıyla karşılaştırılamayacak kadar oyuna etki ediyorlar. Sadece FİBA kokartı değil vicdan taşıyabilen hakemler de istiyoruz. Artık maç sonunda istatistikler yerine hakem kararlarına bakmaya başlayacağız bu gidişle. Devamı ...
Anlat Rıdvan Hocam
Sene 1954, Macarlar'ın Altın Takım'ı dünyayı 4 senedir büyülemiş, 31 maçlık yenilmezlik serileri var. Uçtaki forveti geri çekerek bir futbol devrimi başlatmışlar. Oyunlarının özünde akıcılık var. Daha sonra dört bir yana yayılacak 4-2-4'ün de ilk ipuçları onlarda. Futbolu değiştiriyorlar ama yine de bugünkü futboldan çok uzaktalar. Türkiye'de ise hâlâ 2-3-5'in türevleri oynanıyor. Takımlar 5 forvetle sahada, 1954 Dünya Kupası'nda diğer takımlardan öğrendikleri çok şey var. Fiziksel oyun çok baskın değil, top cambazlığı daha çok seviliyor, Türkiye Ligi'nde üst üste 2 gün oynayan takımlar var.
Sene 2009, sahaya 5 forvetle çıkan hoca ilk maçta kovulur. Oyun her türlü bilimin elinde. İdmanlar, uyku, yiyecekler önceden hesaplı. Oyunun fiziksel yönü çok baskın, aynı takımın üst üste iki gün maç yapması önerilemez, önerilmesi akla bile getirilemez. Tek forvetli sistemler uzun süredir revaçta. 2 forvetli takımları hâlâ görsek de oyunun hakimleri tek forvetli sistemleri oynuyor. 5 forvetten teke inmişiz 55 senede.
Sene 1954. Dünya Kupası finalinde Macar takımının rekor yenilmezlik serisine Almanlar son koyuyor. O seride Türkiye'ye 7 attıkları bir maç da var. Dün de yazdık, Türkiye de o kupada. Efsane Lefter neden efsane olduğunu attığı golle kanıtlıyor.
Sene 2009. Avrupa'da Şampiyonlar Ligi, dünyanın en prestijli turnuvalarından olmuş. Türkler burada da pek istikrarlı değil. Bu ligde de Agüero şu golü atıyor.
1954'ten 2004'e çok şey değişiyor. 55 senede formalar, stadyumlar, oyuncular, maaşlar, sayılar, sistemler, her şey değişiyor. Bir şey değişmiyor, futbolu iyi futbolcular oynuyor. Lefter'in ve Agüero'nun ne ilgisi var? Bu var, ikisi de iyi futbolcu, ikisi de aynı golü atabilecek oyuncu. Bu vuruşu yapabilmek için çok çalışmak, çok koşmak, çok inanmak yeterli değil. Çok yetenekli olmak gerek. O yetenek de her şey değişse de değişmiyor, 55 yıl sonra da 155 yıl sonra da bu vuruşu sadece iyi futbolcular yapabilecek.
Rıdvan da iyi futbolcu örneğin. Bu gollerden atmışlığı da var, bu gollerin nasıl atılacağını öğretmişliği de. Şanslıyız. Şanslıyız çünkü Rıdvan daha iki hafta önce 55 yıl önce Lefter'in, geçen hafta Agüero'un attığı golü anlattı bize. Aşağıdaki videonun 20'inci dakikasından 25'inci dakikasına kadar buyurun size de anlatsın.
http://video.ntvmsnbc.com/#v026005001041145021208053172196054164140088046034
İzleyince golleri daha bir keyifle izliyoruz, doyamıyoruz bir daha izliyoruz. Bu golleri bize Rıdvan'dan daha iyi kimse anlatamıyor. Rıdvan güzel bir adam, akıllı adam. Rakamları, kara tahtanın üzerinde temsilen çizilen yuvarlakları da konuşuyor ama Rıdvan sahanın içinden gelmiş, bize oynananı anlatıyor. Bunu yapan, yapabilen tek adam Rıdvan. Dinlemek de çok keyifli. Rıdvan futbolu en iyi akademiye bitirenden de, en prestijli diplomayı alandan da iyi futbol biliyor. Çünkü oynamış. Çalım atmış, gol atmış, faul yapmış, sinirlenmiş, sakatlanmış, oyunun kendisine dair her şeyi yaşamış. O yüzden Rıdvan futbolu çok iyi biliyor, bildiğini de çok iyi anlatıyor. Bir maçtan sonra "maçı çevirmek için bir planı yok" demesine elektriği bulmuş gibi "ana planı olmayanın yan planları olur" cevabı yetiştirenler de biliyor bunu. Rıdvan futbolu iyi bilen, bildiğini çok güzel anlatan, yorumlarında bir kişinin bile aklına gelmeyen oyuna ait detayları analiz eden bir yorumcu. O edebiliyor çünkü sahanın içinde binlerce insan tarafından çevrili arenaya çıkmış ve topa vurmuş olan o. Oyunda sinirleneni anlıyor, kendisi sinirlenmiş; iyi vuranı anlatıyor, kendisi vurmuş; görmediğimizi görüyor, kendisi yaşamış.
Rakamlar, kara tahtadaki yuvarlaklar ve oklar ayrıntı, o konularda 20 senedir yüzlerce farklı insandan binlerce farklı şey duydum. Rıdvan iyi yorumcu, senelerdir bize çok şey anlatmış, öğretmiş bir yorumcu. Ufak ayrıntılarla, cımbızlanıp çarpıtılan cümlelerle karalanamayacak bir insan. Türk futbol yorumculuğu için bulunmaz nimet. Her programa top getirip topa nasıl vurulur onu anlatsa bize. Yoksa Manchester United'in sağ kanadında kim oynuyor ezbere bilmesi önemli değil, geçen maç kanatta oynayan siyahi çocuk adı neydi Güntekin? Aynen ben de öyle biliyorum o çocuğu zaten, adında bana ne. Anlat Rıdvan hocam, iyi futbolcu nasıl iyi gol atar anlat da dinleyelim.
Devamı ...
11 Kasım 2009
Gerçek Büyüklük
Önce ‘Ankaraspor tatili’, ardından milli maç arası derken uzayacak futbol hasreti sırasında bir şeyler yazmaktı niyetim. ‘bir sinemacının sivisindeki fenerbahçeliliğin inkar edilemez cazibesi’* tarzı bir şeyler. Ama, ancak olay mahallinden bildirebilen yanım buna engel oldu.
Oysa ne çok isterdim Aethewulf ve PVH gibi kelimelere dans ettirmeyi, yazdığım her kelimenin altını doldurup solyolojiden felsefeye, sanat tarihinden psikolojiye atlamayı ve bunları yaparken onlar kadar başarılı olabilmeyi. Keşke Rehavet gibi pür edebiyatçı olsaydım, onun gibi humour ile süsleyip yazdıklarımı taşı gediğine koysaydım. Keşke Fatih gibi oyunu ‘bu kadar’ iyi okuyup yazabilseydim.
O yazılara iyi bakın lütfen anlattıkları kadar, bir edebiyat severi nasıl mest ettiğini kaçırmanızı istemem çünkü.
*
Bu sabah okumaktan haz aldığım bloglardan birini okurken, oraya iliştirilmiş reklam görüntüsüne ve altında yazılanları okuyunca ‘gözlerime inanamadım...’
(Lütfen bu tırnak içinin sonuna ‘Haşmet’ ekleyip, Hıncal Uluç tadında taganni ediniz. Nasıl reklam dünyasında kırmızı sattırıyorsa, blog bulvarında da Hıncal Uluç okutturuyor galiba. Çünkü yazının yazarı da öyle yapmış. )
Her daim ‘uçan’ abimiz yeni ikematgahı dolaylarındaki bir reklamdan dem vurmuş, her zamanki gibi sarı kırmızı parçalısıyla yazmış yazısını. Küreselleşip duran dünyada bir Hollandalı çiftçi kardeşimizin bizim coğrafya ile ilgisini demleme çay, dürüm ve traktörüne astığı Galatsaray atkısı ile açıklayan bir reklam bu. (Belki başka şeyler de vardır ama flemenkçem bu kadarını anlamaya yetti. Ki o dil hakkında tek bildiğim ‘g’ yi ‘h’ sesi ile okumaları. ‘van hoh ne lan?’)
Bir dürüm reklamında çayın konu olması normal, farklı olanın traktörün arkasına asılmış Galatasaray atkısı olduğunu inkar edemem. Ama bunun ne kadar kolay anlaşılabilir olduğunu kimseler inkar etmesin lütfen. Hele de yurt dışında ikamet eden birileri asla.
Burada yaşayan Türkiye kökenli insanların çoğu için kendilerini ifade etmenin, ezilmişliklerini unutmanın, yabancı bir memlekette türlü şekilde çektikleri sıkıntıların intikamını almanın yollarından biri futbol. ‘Okumuş çocuklar’ tayfasına dahil olanlar ise bambaşka yerlerde, söz gelimi ‘güzel ve yalnız ülkem’ de arıyor avuntuyu.
O yüzden Galatasaray burada yaşayan vatandaşlar için takım tutmaktan ileri bir şekilde önemli. İçlerinde tuttuğu takımı artık Galatasaray yapanlar olduğu kadar, hiç olmazsa ikinci sıraya yerleştirip minnet borcunu böylelikle ödeyenler var. Buralar hala bir Türk takımı maç kaybettiğinde okula gitmemek için hasta numarası yapan çocuklar diyarı.
Yani mesele Galatasaray’ ın başarısının yer küre üzerindeki etkileri değil. Tıpkı bizler 1999 da UEFA şampiyonu olan takımı hatırlamıyorsak, onlar da 2000 yılı şampiyonunu hatırlamıyorlar.
Eğer olayı Rijkaard’ a bağlayacaksanız diyecek sözüm olamaz; ne de Andre Santos’ un para için Fenerbahçeye geldiği yerde Rijkaard’ ın prestiji için Galatasaray’ a geldiğini söyleyenler var.
*
Bu reklamı seyrederken bambaşka alemlerde ‘uçan’ abimizin hissetiklerini vaktinde ben de hissetmiştim.
Brüksel... Ama sorsanız hangi caddede olduğumuzu şu an söyleyemem. Yalnız ünlü ‘Manneken Pis’ i (işeyen çocuk heykeli) görmeye gidiyorduk; yani merkezdeydik. Biraz acele ediyorduk ve yürüdüğümüz caddenin mağaza dolu olması ortamı biraz kalabalık yapsa da bizi oyalayacak bir şey olmadığı için hedefe kilitlenmiş kelimenin tam manasıyla koşuyorduk.
Ama birden duruverdim çünkü fotoğraftaki mağaza dikkatimi çekmişti.
Sahibinin Türk olduğunu sanmıyorum. Brüksellilere Türkiyenin en büyük şehrinin Emirdağ olduğunu düşündürten Türk nüfusunu hesap ederek tribüne oynayan bir mağaza zinciri olduğunu da sanmam. Kim bilir mağaza sahibi kravatları ilk önce renklerine göre düzenlemiş, sarı–lacivert’ i görünce de uyumlu olsun diye bir koşu schaerbeek’ e gidip feneriumda boynuna doladığı bir atkıyı, paket yapmanıza gerek yok diyerek alıp dükkana dönmüştür. Ama diyorum; Parması var, Boca’ sı var…
Bir de Türkiye denilince akla ilk gelenin Galatasaray olduğu iddiası var.
*: Yok öyle bir şey...
Devamı ...