Futbol mabedlerini inşa edenler "Yeter ulan!" dedi
Neymiş, hepimizin diline pelesenk olan ''futbol asla sadece futbol değildir'' lafının altındaki gerçek hangi takımların tarihsel kökenlerinin işçi sınıfına hangilerinin kökenlerinin elitlere dayandığıyla sınırlı değilmiş.
Tuzu kuru, gelişmiş batının her biri birbirinden zengin takımlarına bakınca görünen yüzelseyliği bir kenara bırakalım batının zenginliğine öykünüp, sefalet içerisinde yaşayan halkının en temel insani haklarının bile üzerine basa basa yükselen bir zenginlere benzeme çabasıyla inşa edilen o devasa arenaların ışıltılı, büyüleyici dünyasının ardındaki gerçeği gözümüze zorla sokan Güney Afrikalı kadın ve erkek işçilere kulak verelim.
70.000 işçi ayaklanıyor Güney Afrika'da. Öyle sendika temsilcilerinin patronlarla maaş pazarlığına oturduğu cinsten bir grev değil bu. Yeter ulan diyip, inşaatta buldukları sopaları, demir çubukları silah olarak kuşanıp isyan etmişler. Bu şaşalı zenginliğin her bir parametresinini yaratıp bu zenginlikten en az payı alanlar, o yarattıkları elit mekanlarda hizmet ettikleri elit insanlarca aşağılanlar bazen böyle patlarlar işte.
Ayda sadece 185 pounda çalışıyorlarmış, insandan sayılmadıkları için sosyal bir hayatlarının, sevdikleri bir şeyleri yapmak için vakte ihtiyaçları olduğunun yadsındığını ve bu yüzden haftanın 7 gününde çalıştıklarını söylemeye gerek yok.
O ağır inşaat faaliyetlerinde, can kaybı, sakat kalma tehlikesiyle her gün yüz yüze geldiklerini, bu stadyumlar bitene dek onlarca işçinin iş kazalarında öleceğini ve sakat kalacağını da söylemeye gerek yok. Şimdi, 2010 dünya kupasını düzenleyen adamlar, faaliyetlerin aksamayacağını, inşaatların bitirileceğini, şovun devam edeceğini, kaygılanacak bir şey olmadığını söylemişler. Kaygısı, dünya kupasının o ışıltılı şovunun kesintiye uğrayacağıyla sınırlı olanlar rahat bir nefes alabilirler.
Ama bu ayaklanmanın gözümüzün içine soktuğu gerçekler çok daha önemli. O sporun endüstriyelleşmesinin batının görece zengin ülkelerindeki bilet fiyatlarının artmasıyla, tarihsel kökenlere sahip 100 yıllık kulüplerin ona tutkuyla bağlı taraftarına yabancılaştırılıp futbol kültürüne, sahip olduğu takımın değerlerine karşı hiç bir aidiyet duygusuna sahip olmayan parababalarına, dev şirketlere satılmasıyla sınırlı bir olgu olmadığını gösterdiler bize.
1 yıl sonra gözlerimizi ayırmadan izleyeceğimiz maçların oynanacağı o modern komplekslerin nasıl yoğun bir sömürü düzeninin ürünü olacağını gördük. Ve sevdiğimiz, tutkuyla bağlı olduğumuz bir oyunun bile bu sömürü düzenine alet edilmesinden bir kez daha iğrendik.
9 Temmuz 2009 20:44
Aynisi gozumuzun onunde de yasandi animsayacaginiz gibi. 100 senelik Seyrantepe'nin adini degistirmeye calisanlar daha 3 ay once iscilere paralarini vermemis, isciler greve gidince "endustriyel futbol karsitlari" tarafindan sanal ortamda her turlu hakarete ugramis ve herkesin sahitliginde hak ettikleri paralar verildikten sonra "kovulmuslardi".
10 Temmuz 2009 09:28
Endüstriyel futbol karşıtı olmak Lazio'ya karşı Livorno'yu tutup tatlı sularda yüzmekle olmuyor tabii.
10 Temmuz 2009 16:03
Başlığa takıldım ben. Su içerken boğuluyordum lan!
11 Temmuz 2009 00:58
işin bu kısmı zaten futbolluk değil daha geniş. tarihi bir mesele. haliyle benim eğlencem arka bahçede 9 aylık oynama boyutunu geçmediğinden bana dokunan bişi yok gibi. Benim futbol keyfim hep aynı sanki.
Yani iğrenmemek lazım futboldan. Futbolun sektör olan kesiminden iğrenmeli gibi.