29 Nisan 2008

Önümüzdeki Aşklara Bakacağız


maraton

Ağustos'tan beri birinin peşindesiniz, ilk buluşmalar umutsuz geçmiş doğru düzgün göz göze bile gelememişsiniz, sonra kızın etrafında bir boşluk oluşmuş, ilgi gösterdiği tüm insanlar bir şekilde kenara çekilmiş ve size bir şans doğmuş... Fena da değerlendirmemişsiniz bu sanşı, yavaş yavaş kalbiniz çarpmaya başlamış, sonunda kız sizinle konuşmak için Mecidiyeköy civarlarında bir yerde randevu vermiş, sizin aylardır beklediğiniz teklifi, hayali hayata geçirebilmeniz için.

Tüm arkadaşlarınız aylardır tasvir ettiğiniz, hayalini kurduğunuz kıza karşı son derece iyi, romantik, heyecanlı, içten bir konuşmayla duygularınızı anlatabileceğinizi ve onu bir hayalin gerçekleşmesine ikna edebileceğinizi düşünüyor. Kız da aynı görüşte. Yapacağınız görüşmeyi izleyen pek çok basın mensubuna göre de hava ve saha şartları romantik bir başlangıca müsait. Derken buluşmanın gerçekleşeceği mekana gidiyorsunuz, 9 aydır kalbinizi yerinden fırlatan şey de çıkıp geliyor. Herkes sizin bir şeyler yapmanızı, kelimelere ruh katmanızı, onu ne kadar istediğinizi belli etmenizi bekliyor kız da dahil olmak üzere. Siz hiç bir şey yapmıyorsunuz, öylece duruyorsunuz 45 dakika suskunluktan sonra bir 15 dakika yalnız kalmanız sizi kendinize getirir, suskunluğunuz heyecanınızdandır diye düşünyor sizi izleyenler. 15 dakikalık makyaj yenileme arasından sonra tekrar geliyor kız gülümseyerek, siz yine gülmüyorsunuz, tek kelime etmiyorsunuz, hayalini kurduğunuz kızın gözlerine bakma girişiminde bile bulunmuyorsunuz. Buluşma bitiyor kız hayretler içerisinde, tüm arkadaşlarınız da öyle. Herkes soruyor "abi naptın" diye. Kem küm ediyorsunuz, ruhsuzluğunuzun miskinliğinizin farkına vararak uyanıyorsunuz, hiçbir canlılık, farkındalık belirtisi göstermeden geçirdiğiniz 90 dakikalık buluşmayı hatırlıyorsunuz, başınız dönüyor, kızın saçları uçuşuyor gözünüzde, etrafınız yuh sesleri arasında yavaşça boşalıyor ve öylece kalakalıyorsunuz. Hayatta bazı şeylerin açıklaması yoktur, başkalarına asla neden öyle olduğunu izah edemeyeceğiniz durumlar vardır, bunların bazılarının sonunda hayalleriniz gider, bazılarında aşkınız, ve siz de öylece kalakalırsınız ve sırtınızda 10 numaralı sarı lacivert "hayalkırıklığı" formayla sarhoş sarhoş dönersiniz. Önümüzdeki maçlara da önümüzdeki aşklara da kolay kolay bakılmaz artık. Sezon bitmiştir...
Devamı ...

28 Nisan 2008

Futbol Nazik Erkeklere Göre Bir Oyun Değildir - Oscar Wilde


foto

İktisatçılar hakkında bilindik bir laf vardır “bir iktisatçı dün gerçekleşmesini beklediği şeyin bugün neden gerçekleşmediğini yarın anlatacak olan kişidir.” Spor yazarları için de bu durum değişmiyor. El başta göz yaşta dün neden yanıldığımızı anlatmak muhasebesi ile karşı karşıyayız. Ve bunun esasında bir tane sebebi var, futbol. Futbolun kendisi.

Futbol gibi bir oyunda iddia biraz cüretkar bir iş. Örneğin meteorolojiyi ele alalım, belirli veriler vardır, bu veriler havaya atılan balonlar, uydular, bulut ve rüzgar hareketlerini kontrol eden diğer veri kontrol kaynakları aracılığıyla elde edilir, dünyadaki milyonlarca gözlem istasyonu ve meteoroloji tesisinde karşılaştırmalı olarak analiz edilir ve nihayetinde bu analiz sonucunda bilimsel bir öngörüde bulunulur. Tabi meteorolojinin sıklıkla yanıldığı ve insanların romatizma hastası yakınlarına yağmur durumunu sorduğu bizimki gibi bir ülkede bunların da hiçbiri gerçek manada bir güven yaratmaz. Toplum gene kader, kısmet ve Rabbülalemin diyerek bildiği gibi hayata devam eder. Spor yazarlığı işte bundan biraz daha zordur. Çünkü bir futbol maçında öngörülemez bir çok değişken bulunur. Geçmiş verilerin hiç biri o maç için bir veri oluşturmaz. Hiçbir geçmişte oynanan maç bir sonraki maçın örneği de olmaz. Futbolcuların tam da o maçtaki, o anlık performansları her şeyi değiştirir.

Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı yenmesi beklenen bir şeydi. Bundan bekledim. Çok daha fazla avantajı vardı Fenerbahçe’nin, çok daha oturmuş bir sistemi, bir teknik direktörü, stressi daha iyi yönetebilen oyuncuları ve derbi maçlarda gösterdiği sonuç alabilme yeteneği bulunuyordu. Yalnız iyi değil ancak verimli de futbol oynayan bir takımdı Fenerbahçe. Chelsea, Sevilla, CSKA, PSV, Beşiktaş maçlarında bu özelliklerini göstermişlerdi.

Bütün bunlar ise elbette bir şeyin göstergesi olamıyor, futbolcuların hamamdan çıkmışçasına oynayacaklarını. Dün gece izlediğimiz Fenerbahçe ancak kendilerini tellakların bir hafta boyunca çalıştırması ile mümkündü. Kasları gevşemiş, büyük, uzun ve rahatlatıcı bir seansdan çıkmış, orta taşında son taktiklerini almış bir takım buna benzer bir oyun sergileyebilirdi, sergilemeliydi ve ancak bu istatistiklerin hiç birinde yer almıyordu. Dünyadaki hiçbir insan, bir sezon boyu Fenerbahçe maçlarını izleyip futbolcuların bu şekilde sahaya çıkabileceğini tahmin edemezdi. Bu yüzden Fenerbahçe bizi çok şaşırttı, biz sezonun en önemli maçında, kafa kafaya girilen bir puan durumunda Fenerbahçeli oyuncuların gerçekten bu maçı kazanmak isteyip bunun açlığında olabileceklerini tahmin ediyorduk, onlarsa hiç böyle bir dertleri olmadığını gösterdiler.

İngilizlerin büyük teknik direktörlerinden El Tel – Terry Venables, Barcelona’yı yönetmek için çağrıldığı zaman karşılaştığı bir durumu anlatır. Barca’da organizasyon harikadır. Stad hiçbir İngiliz kulübüyle karşılaştırılamayacak kadar müthiştir ve alt yapı için çalışılan saha iyi durumdaki bir İngiliz kulübü sahası kadardır. Soyunma odalarında jakuziler, saunalar bulunmakta, birinci sınıf fizyoterapistler günü gününe takımı kontrol etmekte, en modern teçhizat ile futbolcuların fiziki durumları kontrol edilmektedir. İdari açıdansa her şey olması gerektiği gibidir. Hatta olması gerekenden de biraz iyi, kulübün kendine ait bir bankası bile vardır. Bu durumda yıllardır süren başarısızlığı El Tel şöyle açıklar, “İçinde bulunulan bu durum fiziki imkanlarla alakalı değildi, futbolcular şu ana kadar gördüğüm en profesyonel ve fiziken hazır futbolculardı. Durum ruh ile ilgiliydi, organizasyon sıkıntısı çekmiyorduk, başarı için açlık sıkıntısı çekiyorduk.”

Futbol ruh ile yakından alakalıdır. Kazanmak için hiçbir şey yapmazsanız kazanamazsınız. Mücadele etmezseniz topu alamazsınız ve eğer kaybederken isyan başlatmazsanız kaybetmeyi kabul etmişsiniz demektir.

Geçen seneler Fenerbahçe’de bu isyan sol kanattan başlardı. Tuncay bayrağını çeker ve takımı ateşlerdi. Bu ruh Gerard’ın Şampiyonlar Ligi finalinde dünya tarihine gösterdiği ruhtur. Bazen bütün bir maç bir kişinin kişisel meselesi olur. Buna liderlik denir ve bu bazen öyle güçlüdür ki tüm bir dünya kupası bir kişiyle anılır, Maradona ve son olarak şahit olduğumuz gibi Zidane işte böyle efsaneleşmiştir.

Derbi maçında Fenerbahçe işte bu tipten bir liderlikten de yoksundu. Yalnız hamamdan çıkmış gibi oynadıkları için değil, saha içinde de kaybetmeyi kabul etmeyen bir lider bulamadıkları için kaybettiler. Yenilmemek için hiçbir şey yapmadıklarından değil, kazanmak için hiçbir şey yapmadıklarından yenildiler.

Zico, büyük üstad ve beyefendi, gene tüm nezaketiyle bunu bizlere söyledi: "Maçın hakkını vermedik. Derbi maça çıkıyoruz ama özellikle normal bir maça çıkıyormuş gibi davrandık. Oyuncularım önemini kavradığı zaman zaten oyunun sonları yaklaşmıştı. Galatasaray, final havasında olduğunu gösterdi. Biz yalnızca bunu göstermediğimiz için maç bizim adımıza zor geçti. Kısacası maçın hakkını vermedik."

Gelecek seneleri kazanmak bu maçtan başlıyor. Bunu tespit etmemiz gerekir, Fenerbahçe’nin başarıya aç, sahada her daim isyan başlatabilecek ve takımı da etrafında toplayabilecek bir lidere ihtiyacı var. Aurelio ve Maldonado’nun performansları gözetildiğinde bu niteliklere sahip bir oyuncunun önlibero mevkisinde olması gerektiği de açık. Appiah bu niteliklere sahip bir oyuncuydu ve şimdi görülüyor ki yeni bir Appiah bulmamız gerekiyor.

Chelsea ve Sevilla maçlarından çıkarılacak ders ise başkaydı, Fenerbahçe’nin kanatları yok. Avrupa çapında daha yüksek bir başarı için gereken iki transferden biri mutlaka kanatlar. Elbette bir Giggs bulmamız zor, ancak bu mevkiye uygun birini bulabiliriz. Mehmet Topuz hem yerli hem kanat olmasıyla bu bakımdan göze batıyor. Ancak istenilen Mehmet Topuz ve dünya çapında bir kanat oyuncusunun beraber alınmasıdır.

Kezman, bütün nitelikleri ve niteliksizlikleri ile teşekküre muhtaç. Ancak işte bu kadar. Kezman bu sistemin oyuncusu değil. Takımdaki sorun Kezman değilse de, yabancı olması ile yerini daha nitelikli bir forvete bırakmalı.

Bunlar takımı daha oynayabilir kılacaktır, şüphe yok, ancak takımdaki açlığın eksikliğini transferlerle kapatamayız, bunu yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bu takıma liderler lazım, Fenerbahçeli liderler. Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu yalnız isteyen değil buna muhtaç da olan isimler. Gelecek sezonun büyük görevlerinden biri de bu, yerli genç oyuncuları alıp Fenerbahçe’li yapmamız ve sonra onların açlığını takım için yeniden kullanmamız gerekiyor. Önümüzde büyük potansiyeller var, Mehmet Yıldız, Gökhan Ünal iyi birer yatırımlar.

Şimdiyse bu takım bize neyi istediğini göstermeli. Önümüzdeki son 2 maçı kazanmak gelecek sezona yayılacak bir ateşin simgesi olacaktır. Son ana kadar kovalamalı, hep istemeli ve takip etmeliyiz. Çünkü bu maç, Chelsea maçında başlayan bir büyük düşün gerçek olabileceği hissine şüphe düşürdü, önce onu yeniden kazanmaya ihtiyacımız var.

Devamı ...

Galatasaray 1 - Fenerbahçe 0
TSL 27/04/2008


foto

NTVSPOR ve Ajanslar

Son yılların sonucu en fazla merak edilen derbisinde gülen taraf Galatasaray oldu. Haftaya kendisi gibi 70 puanla giren Fenerbahçe'yi Ali Sami Yen Stadı'nda konuk eden Galatasaray, rakibini Nonda'nın tek golüyle yendi Turkcell Süper Lig'de 32. hafta sonunda zirvenin yeni sahibi oldu.


Zorlu mücadeleye Galatasaray baskılı başladı. Orta sahada rakibine baskı kurup, kanat ataklarıyla yüklenen ev sahibi ekip, Nonda ve Barış ile tehlikeler yarattı. Ümit Karan'ın 26. dakikada hafif çapraz pozisyonda yaptığı vuruş direkten dönerken, 37. dakikada Volkan ve Edu'nun hatasında topu önünde bulan Nonda, kariyerinin en kolay gollerinden birini atarak takımını 1-0 öne geçirdi.

Beraberlik için arayışlara giren Fenerbahçe, devrenin son bölümlerinde oyuna ağırlığını koyarken, 44. dakikada Alex net pozisyonu kullanamayınca devre 1-0'lık sonuçla tamamlandı.

Galatasaray ikinci yarıya savunma güvenliğini ön planda tutup kontrollü bir oyun sergilerken, kanatları kullanarak arayışa giren takım Fenerbahçe oldu. Kazım'ın çıkıp, Semih oyuna girmesiyle forvet hattını güçlendiren konuk ekip, 59'da Kezman'ın kafa vuruşuyla tehlike yarattı. Fenerbahçe son bölümlere doğru topun hakimiyetini eline geçirmesine rağmen, Galatasaray'ın başarılı savunmasını aşmayı başaramadı ve 90 dakika sonunda sevinen takım 1-0'lık skorla Galatasaray oldu.

Bu sonuçla ezeli rakibini ligde 7 maç sonra yenmeyi başaran Galatasaray, puanını 73'e çıkararak bitime 2 hafta kala liderlik koltuğuna oturdu. Fenerbahçe'ye karşı son 10 maçta 2. kez kazanan sarı-kırmızılılar, son 2 haftada 4 puan aldığı takdirde 2007-2008 sezonunu şampiyonlukla noktalayacak.

Ligde oynadığı son 12 derbide de yenilgi yüzü görmeden çıktığı Ali Sami Yen'de bu unvanını kaybeden Fenerbahçe ise bu sezon 4. yenilgisini alarak 70 puanda kaldı zirveyi rakibine kaptırdı. Zico'nun yönetiminde 2 yılda ilk kez ligde derbi kaybeden sarı-lacivertliler, Sivasspor'un averajla önünde 2. sırada yer aldı.

GALATASARAY: 1 - FENERBAHÇE: 0
Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Fırat Aydınus xx, Bülent Gökçü xx, Serkan Ok xxx
Galatasaray: Aykut xxx, Sabri xxx (Dk. 90 Mehmet Güven ?), Emre xxx, Servet xxx, Hakan Balta xxx, Barış xx, Ayhan xxx, Mehmet Topal xxx, Arda xxx, Ümit xx (Dk. 78 Song x), Nonda xxx (Dk. 62 Hakan Şükür xx)
Fenerbahçe: Volkan Demirel x, Gökhan xx, Lugano x (Dk. 43 Yasin x), Edu x, Uğur xx (Dk. 73 Vederson x), Kazım x (Dk. 58 Semih x), Maldonado x, Aurelio xxx, Deivid xx, Alex xx, Kezman x
Gol: Dk. 37 Nonda (Galatasaray)
Sarı Kartlar: Dk. 52 Ümit, Dk. 84 Mehmet Topal (Galatasaray)

MAÇTAN DAKİKALAR
7. dakikada sağdan Arda'nın ortası sonrası ceza alanında Edu'nun kafayla uzaklaştırmaya çalıştığı top arka direkte Barış'ın önünde kaldı. Meşin yuvarlağı, kontrolünü sağlamayarak auta gönderen Barış, önemli bir fırsatı değerlendiremedi.

11. dakikada sağ tarafta köşe gönderine yakın bir bölümden Sabri'nin kullanığı serbest vuruş sonrası, ceza alanında Nonda topa kafayla dokunurken, oluşan karambolde Fenerbahçe savunması tehlikeyi uzaklaştırdı.

14. dakikada Aurelio'nun pasıyla soldan hareketlenen Kezman, topu kale önüne doldururken, yine Aurelio'dan önce savunmada ayak koyan Servet, meşin yuvarlağı kornere gönderdi. Yine aynı dakikada soldan Alex'in kullandığı köşe atışında, ön direkte Aurelio'nun kafa vuruşu sonrası top yandan auta çıktı.

17. dakikada ceza alanı dışından Kazım'ın yaptığı sert vuruşta, meşin yuvarlak kaleci Aykut'ta kaldı.

24. dakikada sağdan Ümit'in yaptığı uzun ortada, arka direkte Nonda'dan önce topu kafayla kornere gönderen Gökhan, tehlikenin büyümesini önledi.

26. dakikada Galatasaray, önemli bir gol fırsatını değerlendiremedi. Emre'nin kendi yarı alanından uzun pasında Lugano'nun üzerinden geçen top, Ümit'in önünde kaldı. Bu oyuncunun sol çaprazda kaleciyle karşı karşıya şutunda, meşin yuvarlak arka kale direğinden döndü.

28. dakikada çalımlarla Galatasaray ceza alanına giren Kezman'ın önüne bıraktığı topu Uğur kale önüne gönderirken, ayak koyan Mehmet Topal, meşin yuvarlağı kalenin üzerinden kornere çeldi.

30. dakikada soldan Arda'nın ortaladığı top ceza alanında Maldonado'dan sekerken, gelişine Nonda'nın yaptığı sert vuruşta ise meşin yuvarlak üstten farklı biçimde auta çıktı.

33. dakikada Barış'ın pasıyla ceza alanı sağ çaprazında topla buluşan Nonda'nın dönerek sert vuruşunda, meşin yuvarlak ön direkte kaleci Volkan Demirel'den döndü.

35. dakikada sağdan Gökhan'ın ortasında, ceza alanında boş durumda kalan Deivid'den önce ayak koyan Emre, topu kornere göndererek önemli bir tehlikeyi önledi.

37. dakikada Galatasaray, Fenerbahçe savunmasının büyük hatasından yararlanarak Nonda'nın golüyle öne geçti. Sabri'nin uzun ortasında kale önüne gelen topa Edu ve kaleci Volkan Demirel aynı anda müdahale etmek isteyince meşin yuvarlak Volkan'ın müdahalesine karşın sekerek arkaya düştü. Pozisyonu iyi izleyen Nonda, boş kaleye kafayla meşin yuvarlağı göndererek takımını 1-0 öne geçirdi.

44. dakikada Fenerbahçe, beraberliği yakalamaya oldukça yaklaştı. Kezman'ın arapasıyla savunmanın arkasına sarkan Alex'in vuruşunda, top kaleci Aykut'tan dönerken, daha sonra araya giren savunma tehlikeyi önledi ve maçın ilk yarısını Galatasaray 1-0 önde tamamladı.

49. dakikada sol kanattan Kazım'ın ortaladığı topa ceza alanında Deivid'in kafa vuruşunda, kaleci Aykut uzanarak meşin yuvarlağın sahibi oldu.

59. dakikada Gökhan'ın sağdan ortasında, ceza alanında Kezman'ın kafayla dokunduğu top kaleye paralel olarak az farkla auta çıktı.

62. dakikada soldan hızla Fenerbahçe ceza alanına giren Sabri'nin sert ortasında, savunmada Uğur'dan seken top, Volkan Demirel'in de müdahalesiyle kornere gitti.

71. dakikada Sabri'nin pasıyla ceza alanında topla buluşan Hakan Şükür, kaleciyle karşı karşıya pozisyona girdiği anda arkadan Edu'nun müdahalesiyle yerde kalırken, hakem Fırat Aydınus ''devam'' kararı verdi. Sarı-kırmızılılar ise bu pozisyonda penaltı itirazlarında bulundular.

77. dakikada Barış'ın önüne bıraktığı topa ceza alanı dışından Ayhan'ın yaptığı sert vuruşta, meşin yuvarlak üstten auta çıktı.

79. dakikada Vederson'un sağdan ortaladığı topla ceza yayı önünde buluşan Alex'in şutunda, meşin yuvarlak yandan az farkla auta gitti.

82. dakikada soldan hızla atağa kalkan Ayhan, uygun durumdaki Arda'ya pasını vermek yerine topu ayağında tutunca, pozisyonunu yitirdi. Ayhan, daha sonra pasını Hakan Şükür'e çıkarırken, bu oyuncunun ceza alanı önünde sert vuruşunda ise savunmaya çarpan top kornere gitti.
Devamı ...

26 Nisan 2008

Derbide Ne Olur?


fb gs

Bütün derbi maçlarda kazanmaya yakın tarafın ev sahibi olduğunu düşünüyorum. Bu maçın favorisi bence Galatasaray. Gerçi benim karamsar yapım ve kritik maçlardan önceki çekimserliğim de böyle düşünmemi tetikliyor muhtemelen ama nedenlerini de anlatmaya çalışacağım. Öncelikle Fenerbahçe Galarasaray'ı sürekli yeniyor geyiğini unutmak gerek. Çünkü bu tespit sadece Kadıköy'de geçerli.

Son 10 sezona baktığımız zaman kupa maçları dahil Ali Sami Yen'de 6 kez Galatasaray, 3 kez Fenerbahçe kazanmış, 2 beraberlik var. Fenerbahçe galibiyetleri ise Kadıköy'deki gibi rahat galibiyetler değil, hepsi tek farklı galibiyetler. Şampiyonluk maçını deplasmanda oynadığımızı unutmamakta fayda var. Çok rahat bir futbol oynayıp net bir galibiyet almamız bu yüzden pek olası değil. Hem şartlar, hem futbolcu psikolojisi bunun önündeki en büyük engeller. Kendi sahasında, coşkulu taraftar önünde oynamanın güveniyle saldıracak, pes etmeyecek bir takım olacak karşımızda.

Fenerbahçe'nin sene boyunca, özellikle Şampiyonlar Ligi maçları gibi zor maçlarda oynadığı düzene bakarsak yine aynı şablonla başlayacağız. Topu kontrol ederek, bol ve isabetli pas yaparak, rakip alanda yığılarak ve rakibi yıpratarak gol atmaya çalışacak Fenerbahçe. Bol ve isabetli pas Fenerbahçe'nin oyun karakteri. Bunu Beşiktaş derbisinde de gördük. Topu orta sahada tutan Fenerbahçe istediği zaman tempoyu arttırıp rakip yarı alanda seri ve isabetli paslarla istediği zaman gol pozisyonu üretebiliyor. Bu oyun düzeninin kendi alanına yığılıp savunma yapmayan, ileri çıkan takımlara karşı ortaya konması daha kolay. Galatasaray'ın da kendi evinde defans ağırlıklı oynamayacağını düşünürsek topa hakim Fenerbahçe'nin istediğini yapması daha kolay olacaktır.

Fenerbahçe'nin oyununu bozacak bazı etkenler var. Birincisi bu sene oynanan kupa maçında da olduğu gibi rakip çok tempolu ve ileride sert baskıyla oyuna başlayınca takımın oyunun kontrolü tamamen yitirmesi. O kupa maçında daha 10. dakikada üç pozisyon bulmuş ve bir gol atmıştı Galatasaray. Aynı şekilde Sevilla deplasmanında 10 dakikada iki gol yenildi ve Chelsea daha 5. dakikada 1-0 öndeydi. Rakibin saldırganlığına cevap vermek yerine rakibi önce durdurmaya çalışan Fenerbahçe bunun bedelini özellikle defans oyuncularının basit bireysel hatalara meyilli olması nedeniyle ödeyebilir. Wederson önce Chelsea sonra Ankaraspor maçında iki ciddi hata yaptı ve goller onun hataları sonucu geldi. Her ne kadar Edu ve Lugano da son haftalarda müthiş bir uyumla oynasalar da çizgi halinde kaldıklarında yavaş olmaları nedeniyle araya atılan toplar tehlike yaratıyor. Kupadaki Galatasaray maçında golü böyle yemiştik.

Başka bir sorun da Galasaray orta sahasının kalabalık ve sert oynayacak olması. Geçen haftaki maçlarını izleyemedim ama 5 orta sahayla oynamışlar, temelde Fenerbahçe'nin orta sahasını bozup rahat pas yapmasını engellemek olacak hedefleri. Bu sene özellikle Sivas deplasmanında, Sevilla deplasmanında ve geçen haftaki Denizli maçında kanatları kullanan Fenerbahçe sadece orta sahadaki seri paslarla değil kanatlardan da tehlikeli olabileğini gösterdi. Bu sene geçen seneye oranla kanatları daha etkili kullanmamızı sağlayan isimlerin başında tabii ki Gökhan var. Yani orta sahada baskıyla karşılaşan ve istediği paslaşmaları yapamayan Fenerbahçe'nin kanatları kullanması olası. Kazım'ın yedeğe çekileceğini, Sağda Deivid, solda Uğur'un oynayacağını varsayarak bu alternatifi çok verimli kullanmamızın Arda'nın performasına bağlı olacağını söyleyebiliriz. Arda'nın sürekli soldan etkili bindirmeleri Gökhan'ı yarı sahasına kilitleyebilir çünkü Devid'den savunmaya hiçbir zaman yeterli destek gelmedi. Bu durumda ofansif olarak etkili olan sağ kanadımızın gücü sadece Devid'le sınırlı kalacaktır. Deivid de çizgiye inen klasik bir sağ açık olmadığı için oyun yine ortaya çekecek, orta alanda topu tutma ve pas yüzdemize bağlı olarak şekillenecektir. Bu noktada farkı yaratacak oyuncu Uğur olabilir. Bir maç mükemmel oynayıp sonraki beş maç aldığı her topu kaptıran Uğur gününde olursa rakibin Sabrili sağ kanadında maden bulabiliriz.

Fenerbahçe'nin oyununu bozan başka bir unsur orta sahadaki top kayıpları olabilir. Deivid'in Kasımpaşa ve Ankaraspor maçlarındaki kadar top kaybı yapmasına çok fazla dayanamayız. Aynı şekilde çok kritik toplar kaptırabilen Selçuk var. Daha sağlam oynayan Maldonado o yüzden ona tercih edilebilir. Selçuk ve Deivid'in yapacağı top kayıplarına bir de Uğur'un top kayıpları eklenirse ileri taşınan 5 toptan 3'ü kontra atak olarak bizi vuracaktır. Eğer son haftalarda olduğu gibi Deivid solda, Kazım sağda başlarsak sağ kanattan etkili oluruz fakat bu sefer sol kanat saatli bomba olur.

Kısacası, Galatasaray maça baskılı başlayacaktır, ilk 15-20 dakika bu baskıya karşılık vermek için Fenerbahçe'nin oyun karakterinden vazgeçmemesi, oyuncuların bol bol koşması, pas için uygun alan yaratmaları ve topu mümkün olduğunca ayakta tutmakta diretmeleri gerekiyor. Galatasaray'ın 90 dakika maça başladığı direnci göstermesi fiziksel olarak imkansız olduğu için, kupa maçındaki gibi maçın ilerleyen bölümlerinde kontrolü ele alan, isabetli paslarla çıkmaya başlayan Fenerbahçe istediği baskıyı yaratabilir. Bu yüzden erken gol yememek, yersek de ikinciyi yememek için direnmek şart. İkinci gol gelirse taraftarın da etkisiyle maçı çevirmek imkansızlaşır. Maçın Fenerbahçe için kilit oyuncuları oynarsa Uğur ve Deivid olacak. Galatasaray'da da Arda'nın ve tek forvet kim çıkacaksa onun performansı belirleyici olacaktır. Uğur Sevilla daplasmanındaki, Deivid Inter maçındaki oyunlarını oynarsa Fenerbahçe istediği oyunu rahatlıkla oynar. Bu maçta duran toptan kafa golü bulmanın Servet nedeniyle kolay olacağını sanmıyorum. Fenerbahçe golü bulacaksa Beşiktaş maçındaki gibi seri paslarla orta sahayı geçerek veya kanatlarda yapılan ortalarla bulacaktır. Kontra atak oynamaya uygun bir yapımız olmadığı için kontra ataklarla gol bulabileceğimizi de düşünmüyorum.

Bu maçın beraberlikle sonuçlanma ihtimali bence yüksek değil. Ancak Galatasaray ilk yarı bir gol bulur ve Fenerbahçe ikinci oyunun kontrolünü alıp bir gol atarsa 1-1 biter, onun dışında bir beraberlik ihtimali zayıf. Fenerbahçe ilk golü atarsa savunmanın 90 dakika direnmesi çok olası, böyle bir senaryo gerçekleşirse maçın 1-0 ihtimali yüksek. Galatasaray 2-0 kazanırsa ilginç bir tablo ortaya çıkar. Haftaya Sivas Galatasaray'ı, Fenerbahçe Gençlerbirliği'ni yenerse o zaman iddaaseverlere bir tüyo verelim, 34. hafta karşılaşması Galatasaray 8 - GB Oftaş 0. Ayrıca hakemden tek ricamız ilk 20 dakika her faule kart göstermemesi ve taç atan oyuncuları oyundan atmaması, umarım çizgiden çıkan topun gol olup olmadığını anlamak kadar zor olmayan bu işi becerir kadrolu derbi hakemi.
Devamı ...

25 Nisan 2008

Son 48 Saat ve Geri Sayım Sürüyor


foto
Devamı ...

24 Nisan 2008

Hıncalla Hıncallaşma!


foto

Hepimize Hıncal Uluç’tan gına geldi. O, bu haliyle bütün takım taraftarlarının üstünde birleşebilecekleri emsalsiz bir konsensus noktası. Hepimiz el ele veriyoruz, bütün rekabet hisleri, fanatizm, aklımızı ele geçirmiş bütün duygu durumlarını bir kenara bırakıyoruz ve külliyen bunu hissediyoruz.

Bu korkunç bir his. İnsanın pek de yaşamaması gerekecek türden bir duygulanım. Hayatımızda zaten ta en başından beri olmaması gereken Bay “çokbilirimherşeyiben11yaşındaklasikleriokudum!” , köşesinde yayınladığı “sevdiğim laflar” kadar faydalı varlığıyla “Abuzittin’den Tecelli’ye Mektuplar” absürdlüğünde beyin haritalarımızda yer ediniyor. Artık ondan uzaklaşsak hepimizin ruh sağlığı için hayırlı olacak. Türkiye’nin kızgın bir sacın üstünde oturup halinden yakınmasından biraz daha şaşırtıcı kitle mazoşizm örneğini gerimizde bırakmalıyız. Gerçekten dehıncalizasyona bu ülkenin ihtiyacı var.

Ama.. (Hıncal iki noktası)

Aması şurada, artık yaşadıklarımız Hıncal’a maruz kalmayı da aştı. Artık herkes Hıncallaşıyor. Hıncal’la mücadelenin ancak Hıncallaşmakla mümkün olduğuna dair bir inanç ile daha da Hıncallaşan taraftarlar, daha da Hıncallaşan yöneticilerden sonra Hıncallaşma başkanlara da musallat oldu. Öylesine Hıncalki ortalık Beşiktaş başkanı Yıldırım Demirören, Hıncalı olabilecek en absürd şekilde “Pembe kazaklı” olmakla itham etti.

Taraftar bunu sevmiş görünüyor. Forumlarda kendisinden “Pembe kazaklı Hıncal” diye bahsedilmesi vaka-i adiye. Bu tipik şahsa saldırı örneği ise sui generis bir acziyet vesikası.

Beşiktaş başkanı ve Beşiktaş'ın yeryüzündeki temsilcisi; ulu babasının izniyle, sattığı binlerce tüpün parasını peşin peşin Beşiktaş’a yatırma cefasını göstermiş fedakarlığın simgesi, babası müsaade buyururlarsa halife olasıca Yıldırım Demirören bir gazeteciyle bildiğiniz laf yarıştırıyor. İlkokul 5 standartlarında. “Ey Hıncal”lamalar, bana bak Hıncal diyen Hıncal Hıncal tekerlemeler arasında Hıncal’a açıkça “İbne” diyemediği için “Pembe kazakların” alt metninden medet umar bir tutumla hakaret edebiliyor, ettiğini sanabiliyor. Babası da bunlara bir şey demiyor! Ne ayıp!

Şayet böyle pembe kazaklardan ibne çıkarımları yeteri kadar acziyeti ispatlıyor olmasaydı dahi, yapılanın sonucu ispata kafi: Hiçbir şey olmuyor. Beşiktaş başkanı Hıncallaşmasında görülebilecek en normal sonuç bu. Hiçbir şey.

Hıncal bildiği gibi Hıncallaşmaya devam ediyor. Çünkü şu evrende Hıncal’ın Hıncal olmak dışında yapabileceği hiçbir şey yok. Bizler Hıncal’ın bu kadar Hıncal olmasına şaşırarak üzülüyoruz. Kendisine merhamet dahi göstermek istiyoruz. Belki o “Kimse bana anlatmasın” derken sessizce arkasından yaklaşıp başını da okşayabiliriz. İçimizdeki bütün gınaya rağmen bunu yapabiliriz, çünkü o Hıncal’dır, kendisinden başka bir şey olamaz. Ama başkalarının, özellikle de basiretsizliği gökkubbe altındaki bütün spor kulüplerine pay olarak dağıtılsa Manchester United’ın sıradan bir İngiliz Üçüncü Ligi takımı olmasına yol açabilecek Yıldırım Demirören’in Hıncallaşması bizi halsiz bırakıyor. Bir insanın Yıldırım Demirören olması dahi çok ağırken Hıncallaşması, insanlığın kaldıramayacağı kadar ağır bir yük.

Ancak sonra düşününce, bu da normal. Buncasına babalanmış, babasallaşmış bir kimsenin, babasının izni ve gözetimiyle sürdürdüğü beceriksizlik şöleni bunu bize göstermeliydi! O buncasına basiretsizliği herhalde müthiş, emsalsiz ve şu dünyadaki eşi benzeri bulunmamış bir lider olduğu için yapmadı. Sonuca müstehak kabiliyetleri bulunduğu için böyle yaptı, bu basiretsizliklerine de yeni ve açık bir basiretsizlikle devam ediyor. Türkiye kupasını alıp koşa koşa Haluk Ulusoy’un babasına giden bu şahane kalender, dost canlısı, Adnan Polat kankası, GS eş başkanı olasıca kimse Hıncal’la Hıncal olmaya kalkışabilecek kadar kendini kaybedebilmelidir. Matematik yanılmaz. Basiretsizliğin sonsuz sayıda görünümü ve bir basiretsiz varsa mutlaka hepimizi şaşırtacak bir basiretsizlik gerçekleşecektir.

Ama ne oldu? Bu saçma oyuna Fenerbahçe de düştü. Hem de bir değil birkaç defa. En sonuncusu, Fenerbahçe’nin resmi sitesinin 16 yaşında bir Lise 1 öğrencisi tarafından düzenlendiğini düşündürtecek kadar korkunç. Yazıda yer alan Hıncal’ın psikologa gitmesini tavsiye etmeler karısıyla kavga eden mecalsiz bir kocanın son laf sokma çabalarını, caps lock ŞEREFSİZ’ler ise taraftar forumlarını hatırlatıyor. (http://www.fenerbahce.org/popdetay.asp?ContentID=11517) Hiç biri kuruma yakışmıyor.

Böyle bir yazı beklenen sonucu getirmeyecektir. Belki taraftar Hıncal’a karşı biraz daha öfkelenebilir ancak bu yayın son noktasıdır. Daha fazla kimse kimseye öfke duyamaz. Hıncal’ın ratingi ise artacaktır, çünkü gündemde Fenerbahçe Galatasaray maçı değil, Hıncal Uluç olacaktır. Derbiyi bile gölgeleyebilecek bir gücü olduğunu hisseden Hıncal ise bu yazılardan ancak teorilerinin ispatlandığını çıkartır, çıkartmalıdır, çıkartacaktır. Hepimiz duyacağız: “Yalanlamadılar. Bana hakaret ettiler. O halde kabul ettiler”

Taraftar yine de Hıncal’ı takip edecektir çünkü Türkiye’deki bütün kulüplerin resmi ağızlardan üstüne gittiği bir gazetecidir. “Ateş yakmasa bu kadar duman çıkartmaz”, “Adam doğru söylemese üstüne gitmezlerden” mürekkep fikirlenmelerle insanlar Hıncal’ı izleyeceklerdir. Bu hıncal’ın yarattığı kısa Hıncal Döngüsü’dür. O döngüde ne kadar Hıncallaşırsanız mutlaka ve katiyetle Hıncal kazanır. Ne kadar itham da bulunursanız Hıncal daha beterini getirecektir, ne kadar üstüne giderseniz insanlar o kadar merak edip izleyeceklerdir ve ne kadar bu döngüde yer alırsanız o döngü o kadar meşrulaşacak.

Açıklamalar Hıncal’ı durdurmaz. Ancak benzin görevi görür. Bu türde açıklamalarsa Hıncal’a dokunmaz, ancak Fenerbahçe’ye zarar verir. Bu basit, küçük, Yıldırım Demirören’e özgü kalması gereken ve onunla müsemma dil kulübün ağırlığını taşımamaktadır. Zira Fenerbahçe büyük bir kulüptür. Fenerbahçe bir spor kulübü olarak işini iyi yapan, başarılı ve iyi yönetilen bir kulüptür. Fenerbahçe yalnız kamuya mal olmuş değildir, önce ve katiyetle bir simgedir, bir semboldür, Türkiye’nin çıkardığı ve hepimizin bilincinde yer etmiş bir imgedir. Fenerbahçe basit ve küçük bir dilin yanında duramayacak kadar değerlidir.

Yapılması gereken de Hıncal’a izahat vermek değil, dava açmaktır. Hıncal’ı iddialarını ispata çağırmak en adil, en akil ve meşru yoldur. Hıncal komplo teorilerinden ibaret çıkarımlarıyla bulandırdığı ortak futbol aklına karşı dik durmak, bir sefer dahi olsa itham etmek yerine ispat etmek, bir kere dahi olsa insanları zan altında bırakmak yerine zanlarının nasıl temelsiz olduğu gerçeğiyle karşılaşmak durumundadır.

Hıncal vicdana havale edilmelidir. Hıncal insanları birbirine düşman yapan, simgeleri değersizleştiren, zevk almak yerine öfke duymamızı, beraber şakalaşmak yerine kavga etmemizi sebepleyen dili ile nasıl bir “hate speech” yaratıyorsa bunun ceremesini de çekmelidir.

Biz hıncal’dan çok çektik, bir kere de Hıncal Hıncallığından çeksin.

Doğrusu budur. Fenerbahçe yönetiminin laf yarıştırması değil.

Zira ikisi aynı anda olamaz, ya Hıncal olursunuz ya büyük ve Fenerbahçe büyüklüğünden vazgeçemeyecek kadar değerlidir.

Devamı ...

23 Nisan 2008

Her Derbi Öncesi... Yine Bilet Çilesi


foto

Dün haberlerde Galatasaraylıların bilet kuyruklarındaki fotoğrafları ve işkenceye dönüşen uzun kuyruklar vardı. Biletler bir saat içinde tükenmiş, saatlerce kuyrukta bekleyen binlerce insan bilet alamamış, karaborsacılar pazarlığı üç katından açmaya başlamış. Bu tür maçlardan önce tüm takımların taraftarlarının yaşadığı bir eziyet bu. Perşembe günü de Fenerbahçe tribünü biletleri çıkıyormuş, sayı çok daha az olduğu için daha büyük izdiham olacaktır.

Benzer bir işkenceyi 2004-2005 sezonunda bizzat yaşadım. O sene ya kale arkası tribünler için kombine çıkmamıştı, ya da ben almamıştım, her maç için bilet alıyordum. O maç da 33. haftada oynanan ve şampiyonluğu belirleyecek maçtı, talep tahmin edeceğiniz gibi çok fazlaydı. Biz de bütün sezona noktayı koyacak ve şölene dönüşecek bu maçı kaçırmak istemiyorduk elbet. Maç biletlerinin çıkacağı gün açıklandıktan sonra planlarımızı yaptık ve mükemmel uyguladık.

Önce en az yoğunluğun hangi bilet gişesinde olacağını tahmin etmek ve orada bekleme ve bilet alma sürecini planlamak gerekiyordu. Harbiye'deki gişenin Taksim, Merter, Caddebostan gibi gişelerden daha az yoğun olacağını daha önceki tecrübelerimiz de söylüyordu zaten. Bir arkadaş da arabasıyla lojistik destek verecekti. Saat 3 gibi kuyruğun oluşmaya başlayacağını tahmin ediyorduk. Hangi akla hizmetse gece 12'de gittik bir baktık çevreye, kimse yok. Arabayı park ettik, tekrar döndük gecenin bir vakti sap gibi gişenin önünde beliyoruz. Sanırım beş kişiydik... Bizden başka ne gelen var ne geçen, cadde bomboş. Baktık gelen giden yok, herhâlde erken geldik diye düşündük, gidelim Taksim'e biraz takılırız dedik. Yürüyerek Taksim'e gidiyoruz, o saatlerde Harbiye - Taksim arasında nasıl bir manzara olduğunu tasavvur etmek zor değildir sanırım. Taksim'e gittik, Bambi'de tost, portakal suyu, muhabbet, saat 3'e yaklaşınca tekrar dönelim dedik. İnsanlar gelmeye başlamıştır diye tahmin ediyoruz ama aynı ıssızlık duruyor Harbiye'de. Artık geri dönmeyelim bari diyoruz, başlıyoruz beklemeye. Allahtan hava sıcak, o saatte donarız yoksa. Saat 5'e kadar kimse gelmiyor, bu iki saat boyunca uyku bastırıyor, ayakta durmaktan yoruluyoruz, karton buluyoruz sağda solda, onların üzerine oturuyoruz. En büyük eğlencemiz yanımızdaki reklam panosundaki kız. Yanyana durup fotoğraf çektiriyoruz kendisiyle, hatta ismi de vardı ama unuttum şimdi. Bizden sonra gelen ilk vatandaşı 5'te karşılıyoruz, "sabahın köründe geldim, ilk sıraya girerim" diye düşünürken bizi görüyor muhtemelen. Onu da muhabbete katıyoruz.

Daha sonra 6'ya doğru iki kişi daha geliyor, 6'dan sonra zaten gün açtıkça sıra hızla artıyor, 7 civarı upuzun bir kuyruk var artık. 7-8 arası gelenler ve erken geldiğini düşünenlerin suratı kuyruğu görür görmez değişiyor. Güneşin açmasıyla iyice uyku çöküyor, ama kuyruk da uzamaya başlayınca ayakta beklemek zorundayız. İşte bu noktadan sonra her dakika saat gibi geliyor, muhabbet bitiyor, saatin gelmesini bekliyorsunuz. Biletler 9'da çıkacak diye biliyoruz, sıranın sonunu artık göremiyoruz ve bu upuzun sıranın en önünde biz varız. Saatler 9'a yaklaşırken suratını görseniz kaçacağınız tipler kuyruğun ön taraflarına doğru sağda, solda beklemeye başlıyorlar. Bunu hiç hesap etmemiştik ama sıranın en önünde olmamıza rağmen fazladan mücadele etmemiz gerektiğini hatırlıyoruz. Gişe açılıyor, içeride iki adet görevli beliriyor. Saat 9 oluyor ama satış yapacakları pencereyi açmıyorlar, sabırlar tükeniyor, homurdanmalar başlıyor. Pencereye tıklıyoruz, daha merkezden satışa çıkmadı, çıkınca açacağız diyorlar. Çevredeki tehlikeli tiplerin sayısı artıyor, homurdanmalarla beraber gerginlik de artıyor. Nihayet 10'a doğru satılmaya başlıyor biletler. Satış penceresi açılır açılmaz öne doğru saldırıyor çevremizi saran tipler. Neden iki saattir sağda solda bekledikleri anlaşılıyor. Doğaçlama ama akıllıca bir hareket yapıyoruz. Beş kişiden birini araya alıyoruz, kalan dört kişi onun çevresinde duvar oluşturuyor. Sağdan soldan sürekli itiyorlar ama dört kişi, bir de on saat beklemenin verdiği güçle duvarı yıktırmıyoruz. Beşimizde bu taktikle biletlerimizi alıyoruz, ama bu süreç çok hızlı gelişiyor çünkü ön tarafa yüklenenler daha da saldırgınlaşıyor. Biz biletleri alıp kuyruktan çıktıktan sonra arkamızdakiler mücadele edemiyor. Karaborsacılar virüs gibi en önü sarıyor, bu sefer onlar duvar örüyor, araya ne kadar adamları varsa sokuyorlar. Bu arada sıradakiler kavga çıkarıyor tabii ama öndeki akbabalar kavga, çirkeflik konusunda da tecrübeli. Bir kısmı kavga ederken diğerleri bilet çekmekle meşgul.

Biletlerimiz elde, mutlu mesut arabaya dönerken uykusuzluk ve mücadeleden iyice yorgun düşmüşüz, karaborsacılara lanet okuyoruz, orada bir polis görüyoruz, "Görmüyor musunuz, kavga bile çıkardılar, neden müdahale etmiyorsunuz?" diyoruz. Aldığımız cevap "Siktirin lan yiyin birbirinizi, bana ne!" oluyor. Sonradan öğreniyoruz ki o sıradan bizden başka kimse bilet alamamış. Tüm biletler 20 dakikada bitmiş. Odama dönüp uyumaya çalışıyorum ama aşırı yorgunluktan bir saat uyuyamıyorum, sonra 7 saat deliksiz bir uykuyla kendime geliyorum. O haftasonu Nobre'nin golüyle 1-0 kazanıyoruz, ilk kez Galasataray'ı yendiğimiz maçta şampiyonluğu kutluyoruz, önce statda, sonra Cadde'de şölen var. Yoruluyoruz ama değiyor... Bu Perşembe de muhtemelen aynı şeyleri yaşayacak maçı Sami Yen'de izlemek isteyenler. Umarım hakikaten maçta olmak isteyenlerin ve tribünde olmanın hakkını verebileceklerin eline geçer biletler.
Devamı ...

21 Nisan 2008

Playoff Öncesi Basketbol Takımı


tanjevic imza

Basketbol tuhaf bir oyundur, oyuna bazen kazanma tutkunuzu, bazen yüreğinizi, bazen aklınızı diğerlerinden bir parça daha öne çıkararak vermek durumunda kalırsınız. Kora kor mücadelenin gerektiği bir yerde saf akılla oynarsınız, aklın gerektirdiği yerde ortaya tutku koyarsanız sonuç genelde iyi olmayacaktır.

Bu sene Fenerbahçe'nin basketbol felsefesini aslında tam da bu neyin ne zaman ortaya koyulacağının bilinmemesi olarak yorumlayabiliriz. Geçen sene de takımda basketbol aklı olarak bir eksiklik göze çarpıyordu, hatta İstanbul'daki Telekom maçında yabancı sınırına takılan Basden'in oynamamasıyla bu akıl boyutu çok öne çıkmış, sahaya akıl koymak gerektiğinde bu işi en iyi yapan Haluk maçın momentumunu çevirmişti. Geçen yıl bu eksikliği tecrübeyle bir nebze kapatabiliyorduk ama bu yıl takımın çok daha genç olması ve Solomon'un tutkulu liderliğinin çok daha dominant haline gelmesiyle artık basketbol aklı eksikliği iyice hissediliyor. Solomon'un kazanma tutkusu bize maç kazandırırken aynı oyuncunun basketbol aklının tutkusuna yenik düştüğü durumlar maç kaybettiriyor. Genç bir takımsanız, oyun lideriniz müthiş bir yüreğe ama o kadar da kontrol edilemeyen bir basketbol aklına sahipse coach olarak sahada eksik kalan boyutu siz tamamlayacaksınız. Tanjeviç'in bu anlamda yaptığı ise hiç bir şey. Oyuna tercihleriyle stratejileriyle etki ettiği tek maç bu sene deplasmandaki Aris maçı, aksine iyi giden oyunun ritmini müdahaleleriyle kestiği bir çok maç var.

Basketbol aklı açısından ligdeki diğer tüm favorilerinden daha geri, kadro olarak tüm rakiplerinden daha iyi durumda olan bu takımın bu seneyi nerde bitireceği tutku ile akıl arasındaki ezeli rekabette hangisinin daha olmazsa olmaz olduğunu gösterecek. Takımı, yönetimin tercihlerini 2010 fetişizmini yeterince eleştirdik. "Eleştirmek de sevdaya dahil çünkü eleştirenler hala sevgili" diyerekten birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde (şair burada playoff takvimini kastediyor) takımı yalnız bırakmayalım. Seyirci de bu tutkunun parçası ve tüylerimizin diken diken olduğu geçen yılki şampiyonluktan sonra kupayı Damir'in ellerinde bir kez daha görmek için takıma ve Tanjeviç'e zihin açıklığı diliyor kendilerine playoff maçlarına giderken maksimum zeka açıcı şeker, çikolata okunmuş pirinç (normal pirinç fiyatlarındaki artış okunmuş pirinç fiyatlarını da arttırdı, maliyeti yüksek biraz tabii) falan yemelerini diliyorum.
Devamı ...

Hayatta Paha Biçilemeyen Şeyler Vardır



Devamı ...

20 Nisan 2008

Fenerbahçe 4 - Denizlispor 1
TSL - 19/04/2008




NTVSPOR ve Ajanslar
Şampiyonlar Ligi'nden elendikten sonra geçen hafta Ankaraspor'a puan kaptıran Fenerbahçe, son 2 sezonda önemli kayıplar verdiği Denizlispor'u 31. hafta mücadelesinde farklı geçti. Ligde rahat konumda bulunan rakibini 4-1 mağlup eden sarı-lacivertliler, önümüzdeki hafta oynanacak Galatasaray maçı öncesi liderlik koltuğundaki yerini korudu.




Şükrü Saracoğlu Stadı'ndaki maç tempolu başlarken, iki takımın da sık sık ofsayta düşmesi nedeniyle etkinlik sağlanamadı. Maçın ilk tehlikesinde Denizlispor kalecisi Süleyman'ın ıska geçtiği topu önünde bulan Kezman boş kaleyi bulamayarak ilginç ve önemli bir gol pozisyonunu değerlendiremezken, Sırp forvet bu kez 21. dakikada şık bir vuruşla takımını öne geçiren golü kaydetti.

Beraberlik için çabalayan Denizlispor, Güray ile girdiği net pozisyonu harcayınca ilk yarı 1-0 Fenerbahçe'nin üstünlüğüyle tamamlandı.

İkinci yarıya da istekli başlayan ev sahibi ekip 48. dakikada Alex'in kafa vuruşuyla 2. gole çok yaklaşırken, 59. dakikada ikinci yarının etkili ismi Uğur Boral'ın geliştirdiği atakta Deivid'in golüyle farkı 2'ye çıkardı: 2-0.

Kalan bölümde rahat bir oyun sergileyen ev sahibi takım, Aurelio ve Semih'le kaçırdığı pozisyonların ardından, 76'da Murat'ın kendi kalesine attığı golle 3-0 öne geçti. Denizlispor 89. dakikada Güray ile bir gol bulurken, skoru ligin gol kralı Semih uzatma anlarında belirledi: 4-1.

4-1'lik sonuçla son 7 haftada 6. galibiyetini alan Fenerbahçe, puanını 70'e çıkardı ve Turkcell Süper Lig'in 31. haftasını da zirvede kapadı.

FENERBAHÇE: 4 - DENİZLİSPOR: 1
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Mustafa Kamil Abitoğlu xx, Baki Tuncay Akkın xx, Erhan Sönmez xx
Fenerbahçe: Volkan Demirel xxx, Gökhan xxx (Dk. 85 Can x), Lugano xxx, Edu xxx, Uğur xxx, Kazım xxx (Dk. 66 Semih xx), Selçuk xx, Aurelio xxx, Deivid xxx, Alex xxx (Dk. 79 Ali x), Kezman xxx
Denizlispor: Süleyman x, Selahattin x (Dk. 33 Çağlar x), Fatih Yiğen x, Hasan x, Carlos Alberto x (Dk. 50 Murat x), Serhat xx, Tomas x, Moreira x, Güray xx, Yusuf xx, Fatih Egedik x (Dk. 56 Musa xx)
Goller: Dk. 21 Kezman, Dk. 59 Deivid, Dk. 76 Murat (Kendi kalesine), Dk. 90 Semih (Fenerbahçe), Dk. 89 Güray (Denizlispor)




MAÇTAN DAKİKALAR
3. dakikada Alex'in sağdan kullandığı korner atışında, Denizlisporlu oyunculardan seken topu ceza alanının hemen dışında önünde bulan Deivid'in sol çaprazdan vuruşunda, meşin yuvarlak direğin yanından auta çıktı.

17. dakikada ani gelişen Fenerbahçe atağında, orta sahadan savunmanın arkasına atılan topa koşan Kezman, kalesini terk ederek ceza alanı dışına kadar çıkan kaleci Süleyman topu ıskalayınca meşin yuvarlağı sağ çaprazda kontrol etti. Sırp futbolcunun vuruşunda, meşin yuvarlak boş kale yerine uzak direğin dibinden auta çıktı.

21. dakikada sağ tarafta Gökhan ile paslaşan Kazım, sağdan ceza alanına girer girmez topu penaltı noktası üzerindeki Kezman'a gönderdi. Sırp futbolcu, bu kez güzel bir vuruşla meşin yuvarlağı ''90'' diye tabir edilen iki direğin birleştiği yerden filelere göndererek, takımını 1-0 öne geçirdi.

22. dakikada Alex'in sağdan kullandığı korner atışında, sol çaprazda Deivid'in vuruşunda, direğin yanında bekleyen Güray topu kornere attı.

32. dakikada Yusuf'un ortasında ceza alanı içinde sol çaprazda topu kontrol eden Güray'ın vuruşunda, meşin yuvarlak auta çıktı.

48. dakikada soldan Uğur'un ortasında ceza alanı içinde Alex'in müsait durumda kafa vuruşunda, top üstten auta çıktı.

59. dakikada Selçuk'un pasıyla soldan Fatih Yiğen'i çalımlayarak ceza alanına giren Uğur, çizgiye kadar inip, topu içeriye çıkardı. Arka direkte müsait durumda topla buluşan Deivid, yerden düzgün bir vuruşla meşin yuvarlağı filelere göndererek, farkı 2'ye çıkardı: 2-0

61. dakikada ceza alanı dışından Kazım'ın sert şutunda, top yandan auta çıktı.

63. dakikada Alex'in ara pasıyla ceza alanının sol çaprazında kaleciyle karşı karşıya kalan Aurelio'nun aşırtma vuruşunda, kaleci Süleyman'ı geçen meşin yuvarlak yandan auta çıktı.

69. dakikada Alex'in sağdan kullandığı korner atışında ceza alanı içinde Deivid'in kafa vuruşunda, meşin yuvarlak kaleci Süleyman'da kaldı.

75. dakikada soldan ceza alanına giren Uğur'un yerden ortasında, Alex'in arkaya bıraktığı topla müsait durumda buluşan Semih, kötü bir vuruşla meşin yuvarlağı yandan auta attı.

76. dakikada ceza alanının sağında topla buluşan Aurelio'nun yerden ortasında Semih'ten önce Murat ters bir vuruş yaparak, topu kendi kalesine gönderdi: 3-0

89. dakikada soldan Musa'nın ortasında ön direkte Güray, yakın mesafeden topu filelere gönderdi: 3-1

90. dakikada Deivid'in pasıyla sağ çaprazdan ceza alanına giren Semih, yerden sert bir vuruşla topu ağlara göndererek, farkı yeniden 3'e çıkardı: 4-1

http://www.ntvspor.net/Pages/22758.ASP

Devamı ...

19 Nisan 2008

Bir Futbol Anlayışı Olarak
"Kezman Oynamasın"


alex ve kezman

Ligin bitmesine beş hafta kalmış, transfer sezonu biteli üç ay olmuş... Takım ligde bolca kaybettiği puanları telafi etmeye başlamış. Diğer tarafta Avrupa Kupalarında tarihinin en başarılı sezonunu geçiriyor, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükselmiş. İki senedir Fenerbahçe gündeminin bir numarası Zico bu dönemde pek popüler değil, özellikle de Avrupa'daki performansının ardından. Köşe yazılarına değil, işte rekor istatistikler haberleri konu olmakta.

Zico'ya saldıramayan yurdum basın emekçisi en fazla talep gören temasını biraz değiştirmek zorunda. Formül bulunuyor... Konya, Kasımpaşa, Kayseri maçları da cesaret veriyor. İlk yarıda kötü futbol oynayan ve pozisyon üretmekte zorlanan Fenerbahçe ikinci yarılar açılıyor. Tesadüf değil ya hep Semih girdikten sonra açılıyor takım, bu pozisyon sıkıntısı yaşayan 11'de de Kezman oynuyor. Yeni konumuz artık Kezman. Son zamanlarda fazla gol atamaması kaymak gibi gidiyor yanında, vurdukça vurulabilir şimdi. Gelin görün ki Semih - Kezman tartışmalarının yaşandığı bu dönemde sürekli kazanıyor Fenerbahçe. Demek bir bildiği var bu Zico'nun diyemiyor kalemler, "Semih mükemmel asist yaptı, futbolcu dediğin böyle olur", "Ligin gol kralı kenarda oturur mu?", "Semih 11 başlasa ilk yarı biterdi maç" yazıyorlar. Fenerbahçe üç, dört gol atarak kazandıktan sonra bile konu Kezman. Maçlardan sonra televizyonda takip ettiğim tek yorum programında Rıdvan'ın konusu da Kezman. Yarım saatlik programın 25 dakikası Semih - Kezman...

Kezman Kezman Kezman diye diye yedek kulübesine oturtuyorlar adamı. Semih başlıyor 11'de ama o oynarken de takır takır gol atamıyor takım nedense. "Semih delikanlı çocuk, o kadar yedek kaldı sesini çıkarmadı" diyorlar. Kezman asi, sinirli olduğu için ilk 11 oynuyormuş, yoksa sorun çıkarırmış, öyle diyorlar. Yani Zico aslında Semih'i oynatmak istiyor ama sırf Kezman'ın gönlü olsun diye oynatmıyormuş. Bir Allah'ın kulu da çıkıp "Yahu birader bir adam ligin bitmesine beş maç kala neden kariyerini tehlikeye atsın, Semih'i oynatacaksa oynatır, sorun çıkaranı da kadro dışı bırakır gider" demiyor. Dört tane maç için kenarda oturan Kezman'ın varlığına ihtiyacımız mı var cidden? Kim neden korksun sorun çıkartacağından? Hem bu sorun dedikleri nedir ki? Kezman takıma striptiz partisi veriyor ve parti sırasında Semih aleyhine kulis mi yapıyor?

Ankaraspor maçı gelip çatıyor, Semih 11 başlıyor maça, Kezman istenildiği gibi kesik yemiş. Son 10 dakika oyuna alınıyor Kezman. Bildiğimiz hırçınlığından biraz daha hırçın. Ayağına indirilen pası ıskalıyor ceza alanında, o topu geri çevirmeye çalışırken penaltı oluyor. Artık gol atmak derdinde, Alex'ten rica ediyor, Alex "tamam at" diyor. Dakika doksan, hırçın bir şut çekiyor, top da onun hırçınlığına uyuyor. Kovaladıklar adam sendeliyor, yavaşlıyor, yakalamak üzereler. İki dakika sonra maçın bitmesine saniyeler kala gol yiyoruz, şimdi adam yuvarlanmış, yerde yatıyor. Vurdukça vuruyorlar, yetmiyor bir daha vuruyorlar. Bir de şampiyonluğu kaçırırsak vurmak da yetmeyecek, darağacı hazırlanmış bekliyor. Altındaki tabureye tekme atmak için sıraya girmişler.

Saldırı üzerine analizle bu kadar yapabiliyorlar. Kezman gidecek "Semih bu takımın forveti mi?" gibi 20 senelik kalıplarını raflarından indirecekler. Başka bir forvet alınacak, üç maçta gol atamayacak, "Semih neden kenarda" diyecekler. Yok, hayatımda hiç öyle "Hep destek tam destek, biz sahip çıkmazsak kim çıkar" mantığıyla sağda solda yazılan üç beş eleştirinin takımı baltaladığını iddia etmedim ama son senelerin en başarılı takımı hakkında iki oyuncu dışında daha elle tutulur bir şeyler konuşulabiliyor olması gerek diye düşünüyorum. Sonunda el ele başardılar konuşa konuşa. Kezman artık eli ayağı titreyerek vuruyor toplara.

Yukarıdaki kısmı Denizli maçından önce yazmıştım. Denizli maçı yazdıklarımı daha da net ortaya çıkardı. Kezman'ın istediğimiz formu yakalayamadığı gerçek. Fakat mesela en fazla sayıda Fenerbahçe taraftarının bulunduğu antu forumlarında Denizli maçı başlığına bakın. Kezman'ın boş kaleye kaçırdığı golle başlıyor, maçın sonuna kadar Kezman - Semih. Binlerce insanın bu kadar kolay, bu kadar boş argümanlarla yönlendirilebilmesine şaşıyorum, noktalama kurallarını bile bilmeden bunu başarabilenleri takdir ediyorum. Denizli maçında Alex de bomboş kafayı auta vuruyor, Aurelio dokunursa gol yapacağı pozisyonda dokunamıyor, dakika 74'te bu sefer Semih bomboş kaleye atamıyor ama sadece Kezman konuşuluyor. O da kaçırabilir, attığı gol güzeldi istekli oynadı denilemiyor. Hele bir de zamanında "bu takımdan gitsin Kezman" yazanlar var ki emin olun sahadeyken Kezman gol atsın istemiyorlar. 11 kişinin oynadığı oyunda başarıyı ve başarısızlığı tek kişiye indirgeyebilen zihniyetin hata yaptım demesi veya abarttım demesini beklemiyoruz zaten. Fakat kanatlar işleyince keyif veren futbolu, maç içindeki dinamik taktiği, Kazım ve Uğur'un ekstra katkısını, defansın mükemmel performansını bile konuşamayacak kadar körsen ve otomatiğe bağlamış makine gibi Semih - Kezman'dan başka bir şey bilmiyorsan konuşma be arkadaş, yeter artık konuşma... Maç rahat ve güzel bir oyunla 4-1 bitti, tonla gol kaçırdık, bunlara rağmen bakalım bu hafta kaç gün Kezman-Semih lakırtısı dinleyeceğiz.
Devamı ...

Dikkat: Ezcümle Rakip Deniz Baykallaşıyor!


baykaleskfoto

13 koca sene... Sene 1995, Deniz Baykal CHP ile SHP birleştikten sonra genel başkan seçildiğinde Fenerbahçe defansında Uche ile Högh oynuyordu. Erol ile Tayfun gurbetten yeni gelmişti. Şimdi pek kimsenin hatırlamadığı Tarık flaş bir transfer, Kemalettin orta sahadaki savaşçı, Oğuz imparator, Engin, Aykut ve Saffet tecrübeli oyunculardı. Yılın bombası: Atkinson. O da Deniz Baykal'ın CHP'lilerin elinde patlaması gibi elimizde patladı.

13 sene birbiri ardına başarısızlıklarla geçti. CHP bilinen siyasi tarihte kazandığı seçimlerde bile kaybeden tek parti olarak yer aldı. Yenilgi üstüne yenilgi gelirken bir kayıp diğerini izledi, parti baraj altı kaldı, barajdan çıktığında da Türkiye'nin suları başka bir havzaya akıyordu. İktidara bir türlü gelemeyen, gelmek gibi bir isteği de asla gözükmeyen Deniz Baykal bu zaman diliminde kazandığı seçimlerden çok daha fazlasını kaybetti. Ancak kazandığı seçimler hep kritikti: Parti genel kurulları. Atanmış delegeler, belirlenmiş oy havzaları, delege ağaları, diğer genel başkan adaylarına atılan yumruklar, güvenlik görevlileri arkasında atılan nutuklar ve hepimizin zihnine kazınmış, unutmak için de çaba sarfetmekten başkası elimizden gelmeyen hazin görüntüler.

Velakin şu gerçeğin altını çizelim, tepeden yağmur gibi koltukların yağdığı özde demokratik genel kurullarda Deniz Baykal personası hep kazandı! Parti kaybederken kazandı, parti baraj altıyken kazandı, barajdan çıktığında kazandı. Zira Deniz Baykal'ın Deniz Baykal olmaklığı bir idealin ve politikanın Türkiye'de uygulanmasından değil, Deniz Baykal’ın CHP genel başkanı olmasından geçiyordu. Bu gerçekleştiği her durumda Deniz Baykal ve artık onun personası içerisine girmiş, şahsiyetiyle birleşmiş CHP -DE- kazanmış saylanıyordu. Saylanmak burada yalnız afilli bir kelime değil, tam olarak da belirttiği imge, elimizdeki hanelere Baykal kaybetse de hep "kazanmışçasına" yazdık. Kazandı diyemedik, Allah çarpar, ama ortada bir "başarı" da var.

Baykal bu durum karşısında jalapeno biberine maruz kalmışçasına şişen ve peltekleşen dillerimize derman oldu. Bize yeni bir perspektif kazandırdı! Buna hep beraber "Önder Sav basın açıklaması", "hassiktir" veya daha 90-60-90 bir seçenek olarak "Baykalesk perspektif" diyebiliriz.

Basitçe şöyle, herhangi bir durum / olgu / olay / kavram onun nedenlerinden bağımsız olarak ve görünen / bilinen / bilinebilir verilerin ihtiva etmediği "bir takım sebeplerle" gerçekleşmiştir ve bu sebepler o olay / olgu / kavram sebebiyle kötü / kaybetmiş / yerle yeksan olmuş ve hatta tarumar tarafın neden son derece başarılı, mükkkemmel bir zaferin müsebbibi ve sahibi olduğunu gösterir, göstermelidir, gösterecektir.

John Nash yani işte amerikalı şizofren sözde bilimadamı henüz daha İlker Başbuğ'un postmoderizm hakkındaki zihin açıcı tebliğine muttali olmamış ve Sinan Aygün makro iktisat tedrisatından dahi geçmemiş, CIA ajanı, Yalçın Küçük'ün şeceresine bakma zahmetine bile katlanmadığı Nobel Ödüllü oyun teorisinin kuramcısı bu perspektif karşısında kalp krizi geçirerek ölebilir -di- şayet ölmüş olmasaydı.

Zira oyun teorisinde biliyorsunuz işte kazananlar var kaybedenler var, kuralları belli ve sınırlı zamana yayılmış herhangi bir settingde taraflar kendi faydalarını maksimize etmek için hareket ederler. Çatışan çıkarlar durumunda, yani 0 toplamlı oyunlarda, mutlaka bir kazanan ve bir kaybeden olmalıdır -dı- Baykelesk perspektife kadar. Zira her türlü oyun teorisiyle açıklanabilecek oyunda Deniz Baykal bu perspektifle mutlaka kazanır. Şaşmaz, sektirilmez, asla görmezden gelinemeyecek bir netlikte netice budur. Baykal kazanmıştır, mutlaka oyun kaybetmiştir.

Örnek? İşte son seçimler. Baykal kazanmıştır. İkinci parti olması, %20 küsür oy alması, halkın %80'ının Baykal'a oy vermemesi, her 5 kişiden 4'ünün CHP'nin kapısından içeri dahi girmek istememesi ve CHP'nin en büyük sorununun bizzatihi Baykal olduğunun yekün yekün araştırmada emsalsiz sayıda beyan edilmesi bu gerçeği değiştiremez. Çünkü Baykalesk perspektife göre kaybeden Baykal değil -diğerleridir-. Cahil halk, kömürlerle kandırılmış, vatan sevgisi gibi haşmet oranı yüksek bir duygudan muaf kitleler ÜÇ KURUŞA oylarını satmış, ABD seçimlere bişeyler karıştırmış, AB müdahale etmiş, sandıklara sis çökmüş, oylar fizik kurallarına aykırı bir açı almış ve en nihayetinde de hepsi de CHP seçmeni olan henüz de seçmen kayıtlarında bulunmayan MİLYONLARCA seçmen sandıklara niyeyse gitmemiştir. Hava sıcaktır. Temmuz ayında seçim mi olur -amına koyayım?-

Baykalesk perspektif seçimde CHP’nin yaptıkları, yapmadıkları, halkın belirli bir sınıfının örgütlü ifadesi ve çıkarlarını kamu ölçeğinde savunarak kolektif faydaya hizmet etmek isteyen bir partinin yapması gerekenleri yapıp yapmadığı ve hatta bir parti olup olmadığı gibi konularda nötrdür. Bunlarla ilgilenmez. Ortada bir idare varsa, o idarenin de "sol" olduğu kabul olunmuşsa soldur, ayrıca sol bir söyleme, demokratik açılımlara, iktidar olsa ne yapacağını söyleyen bir programa ve bir sistem eleştirisine ihtiyacı yoktur. İlla vardır diyenler için de 2 a4 sayfası tutarındaki akla hayale sığmayacak mükemmellikte ve şu evrendeki en olağanüstü printer çıktısı olan CHP ekonomi programı kafidir. Önemli olan; idarenin de içinde varolduğu statükonun savunulması, sorun statükonun değişmesi -evren-, müsebbib bundan menfaati olan çevreler -herkes-, çözüm statükonun tekrar kurulması -o güzel geçmiş nostaljik günlere hızlı ve kesken bir dönüş-dür. Nihayeten Baykalesk perspektifte belirli bir oyunda oyuncu olan ve fayda elde etmek isteyen gruplardan Baykal'ın dahil olduğu bu faydayı elde etmiştir, daha fazlası kozmosun bozukluğundan, güçteki kaymadan, abdabcahilhalk şekerimden mümkün olamamıştır, olacaktır, 20 seçim sonra. Belki. Laik bir inşallah.

Bu durum elbette ve tabi oyundaki diğer taraflar için inanılmaz kazançlarla doludur. Zira onlar yalnızca kazanmamaktadırlar, gelecekte varolabilecek her türlü oyunda da kazanmayı garanti altına almaktadır. Baykalesk perspektife sahip herhangi biriyle mücadele etmek; evrenin tamamını karşısına alan, verilere değil inançlara, kazanmak için sorun tespit edip, özeleştiri yapıp yenilenen bir odağa değil, kaybettikçe daha da kayalaşan bir katılaşmaya karşı olduğundan, evren birden kafayı yiyip haydi 60 sene öncesine topyekün ışınlanıyoruz demediği sürece kazanmak manasına gelmektedir. Rasyonelin irrasyonel ile karşılaşmasında evren rasyonelden yana taraftır ve irrasyonelin gerçekleşmesi -kalender Heisenberg evreninden dolayı- bir olasılıktır. Muhtemel değildir.

Böyle bir rahatlıkla Tayyip "karşımda Deniz Baykal olduğu için mutluyum" diyebilmektedir. Kendi partililerinden daha iyi performans göstererek kazanmasını garanti altına alan bu insana duyduğu şükran duygusunu anlayışla karşılamalıyız.

Ancak ve yalnız bu mutluluk eksik bir mutluluktur. Hatalıdır. Çünküsü, bu mutlulukta karşı tarafın durağanlığı, kayalığı ile statüko haline getirdiği diğer tarafın kazanması, oyundaki diğer kişi için de uzun vadede zararlı sonuçlara sebep olacaktır. Oyunun gittikçe önceden belirlenmiş bir sonuca dönüşmesi, oyunculardaki rekabet azmini ve onun doğal getirisi gelişimi azaltır. Baykaleskizm karşısındaki taraf yalnız rahatlamayacak, gelişme hali de son bulacak, halinden memnun bir hale gelecektir. oyunun kalitesi de devamlı düşecek, diğer oyunların açtığı perspektifleri -örneğin Britanya siyasetinin politika üretme becerisini- gösteremeyecektir. Oyuncular, sınırlı standart oyunda kazansa dahi, oyunun sonuçlarına maruz kalanlar -biz, hepimiz- güdük, akıldışı, cahil cühella bir siyasete maruz kalmak durumunda kalırız. Kalmaktayız. Türbana sıkıştık kaldık.

Şimdi başlığa geri dönüş, dikkat: Ezcümle rakip Deniz Baykallaşıyor!

Üç büyüklerden kalan ikisi son yıllarda unutulmayacak kadar çok başarısızlık yaşadılar. Bu yenilgileri, ise asla ve kata analiz etmediler. Suçlu, hakemler, federasyon, taraftar, Fenerbahçe, Aziz Yıldırım, kutsal ittifak, medya, ruhsuz futbolcular, futbolun kuralları, uğursuz koltuklar, paf takımla çıkılamayan maçlar ve dahasıydı. Ancak ve yalnız sorun hep başkasıydı. diğeri, öteki, o.

Hiç bir sorunu, eleştirilecek tek bir yanı, bozukluğu olmayan, la yuhti kabul edilmiş bulunan takımlarının futbolu analiz edilmedi. Mevkisinde duramayan sol bekler, ayağından top kaçıran stoperler, kalitesiz futbolcular, o futbolcuları oralara koyan yanlış transfer politikaları, o politikalar ile harcanan milyon eurolar, o eurolar gökten zembille inmediği için şişen borç hanesi, o borç hanesini -cebinden- sübvanse eden başkanlar ve cebinden bu parayı ödeyerek başkan olmak istemeyen genel kurul üyelerinden mürekkep başarısızlık manivelası bilerek, isteyerek, kimsenin de sikinde olmamasından analiz edilmedi.

Halbuki sorun belli. İki klüp çok kötü yönetiliyor. Fecaat yönetiliyor. Gümbür gümbür çöküşe gidercesine yönetiliyor. Mali sıkıntılar kaliteli futbolcu transferini, kaliteli futbolcu olmaması klubün aldığı sonuçları nasıl etkiliyorsa, yanlış transferler yaparak klubü şahsına borçlandıran yöneticiler alternatifsiz kalmakla koltuklarını sağlama alırken, klübü de bu başarısızlığa mahkum ediyorlar. Ancak kötü yönetimin tek sebebi çarçur edilen paralar değil, alternatif mali kaynakların geliştirilmemesi, klüplerin sürdürülebilir bir finansa sahip olmaması, alt yapı çalışmalarını yapmamaları, bunlardan elde edilecek gelirlerden de mahrum olmaları.

Profesyonelleşmek yerine Sinan Enginleşen yönetimler gaz, motivasyon, öfke, buhrandan mürekkep açıklamalarla klübün bir şeyler elde etmesi için çalışırken, başarısızlıklar üstüne gelen taraftar gazabına da hep aynı kalkanı açıyorlar: Şok edici büyük transfer ve "İbne federasyon orospu çocuğu hakemler" veyahut "Temiz eller"

İkisini de yapamıyorlar. Zaten yönetim tarzlarıyla kulüpleri yönetmemeleri gerektiğini kesin ve net bir şekilde ispatlayan yönetimler bu sayede taraftarın öfkesini yalıtıp, transferle bir parça ağızlara bal çalarken -Lukunku balı tadından yenmez- istekler, beklentiler de klübü daha fazla, daha büyük gerçekleşmeyecek sahte hedef koymaya itiyor. Daha fazla gerçek dışı hedef, gerçekleşmeyince daha fazla taraftar baskısı, daha fazla taraftar baskısı daha büyük "operasyon", "takıma müdahale", "hoca gönderme", "şok edici büyük transfer: Delgado" olarak geri dönüyor ve nihayet her sene sonu acı, hüsran, başarısızlık ve Baykalesk izahatlar.

Üstelik gerekçe de var, neticede Beşiktaş ve Galatasaray ligi 2. ve 3. bitirebiliyorlar. Neticede, bir başarı var. Neticede puan farkı 38 değil. Neticede belki de şampiyon olabilirlerdi eğer federasyon, hakemler, kaçan goller, direkte patlamayan şutlar, daha iyi teknik direktör, önlibero Servet ve Baki ne lan olmasaydı.

Perspektifin yanılsaması burada. Zaten Beşiktaş ve Galatasaray’la herhangi bir Anadolu klübü arasındaki fark Sevilla ile Galatasaray, Beşiktaş arasındaki fark kadar. Zaten, bu klüpler transfer bütçeleri, oyuncu kaliteleri, mali durumları, taraftar destekleri ile ikinci ve üçüncü olmaları garanti olarak lige başlıyorlar. Bu başarı değil, başarısızlık. Ancak ikincilik bir diğer taraftanda birinciliği "kıl payı" kaybetmek anlamına geldiğinden herkes bunu böyle hissediyor. Taraftar psikolojisi. Leverkusenden 5, Liverpool'dan 8 yemek bir şeyi göstermez, lig ikincisi / üçüncüsü olan takım "iyidir" engelleniyordur.

Halbuki başarı uzun vadede, sürdürülebilir bir şekilde mevkileri almakta. Başarı bu. Ve Fenerbahçe şu durumda buna yalnız en yakın takım değil, gelecekte de alternatifsiz bir biçimde buna sahip olabilecek tek takım. Fenerbahçe yalnızlaşıyor, çünkü rakiplerinin rakip olarak kalmaları ancak zamanla ilgili bir sorun. Bugün, rakipler, yarın böyle giderlerse olmayacaklar. Borç yükü altında ezilecek, resesyona girecek, hedefleri küçültecek ve nihayetinde rakip olmaktan da kesin ve kati bir şekilde çıkacaklar, çıkabilirler.

Bu bazı Fenerbahçelileri sevindirebilir. Ama bu tipte bir Tayyip yanılsaması bize yakışmaz. Üzülmemiz gerekir, rakip kaybettiğimiz için değil, Türkiye Ligi’nin standartı düştüğü için. Zira Fenerbahçe Ronaldinho'yu, Eto'o yu buraya getirmek istiyorsa bu yalnızca parayla ilgili bir şey değil, ligin standartı ve prestijiyle de ilgili bir şey. Güney Amerikanın 23-28 yaş arası, yıldızlaşmış yetenekleri Villareal gibi takımlara gidebiliyor, ancak Türkiye'ye gelmiyorsa, şampiyonlar liginde üst seviyede mücadele edecek takımların transfer potası günün yıldızlarıyken, Fenerbahçe'nin ya Güney Amerikada top oynayan potansiyel yıldızlar ya da yıldızlığının son demlerindeki Avrupada top koşturan futbulcularsa Fenerbahçe de Avrupa mücadele alanında ayakları bağlı mücadele ediyor demektir.

Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ancak Şampiyonlar Ligi şampiyonu çıkaracak bir ligden çıkar. Münferit, tek başına bir başarı mümkün değildir. Bu pota bir Şampiyonlar Ligi şampiyonu çıkaracaksa da ligin kalitesi, standartları yukarı çıkmalıdır.

Dilemma burada, Fenerbahçe daha büyük başarı istiyorsa rakiplerinin ayağa kalmasını, daha iyi olmasını da istemeli. Aksi halde onların liginin standartları Fenerbahçe'yi de bağlayacak. Ve gene Fenerbahçeliler, şampiyonlar ligi kupasını müzelerinde istiyorlarsa -inşallah, amin- önce Baykallarından kurtulmalılar, zira karşıda Baykalesk perspektif oldukça lokal zafer hep bizim, evrensel olansa ofsaytta.

Devamı ...

Karayollarında Maç Dinlemek


kezman

Biraz mürekkep yalamış 80 sonrası kuşak ne zaman futbolla olan tutkulu ilişkisini mazur göstermek istese Nick Hornby'nin Fever Pitch kitabına atıf yapar. Ben de bozmayayım geleneği, kitabı okurken bir şeye tutkuyla bağlı olmanın bir şeye tutkuyla bağlı olmayanların gözünde ne acayip bir hal alabildiğini bir kez daha farkettim. Hornby'nin Arsenal'e kayan tutkusunun bu satırlardaki muadili sarı-laciverttir. Hayatı anlama konusunda kafa patlatmış bir sürü filozof hayatı anlama metodları keşfetmişler kendilerince; kimi üretim ilişkilerine bakıp çözmüş şifreyi kimi kadın-erkek dengesizliğine, kimi kültürel farklılıklara.

Hayatı anlamlandırmak için kah tüme varmışlar kah tümden gelmişler. Hayatı anlamak için epey bir çaba sarf ettim ben de ama hayatımı anlamlandırma konusunda 7 yaşından beri çubuklu sarı–lacivert formayı metodoloji olarak seçtim. Hornby'e göre işim çok daha zordu çünkü o sadece futbol takımının maçlarına göre hayatını planlıyordu bense basketbol ve voleyboldaki bayan ve erkek takımlarının maçlarını da hayat planlamama dahil etmek zorundaydım. 7 yaşındayken bu tutkulu ilişkiyi görenler büyüyünce azalacağını düşünüyorlardı 15 yaşındayken üniversitede azalacağını söylemeye başladılar, üniversitedeyken, çalışmaya başlayınca azalacağını söylediler. Artık kimse bunun azalabileceğini söylemiyor. Taraftar olmak için asgari tutkuya sahip olduğum konusunda sessiz bir konsensüs var. Sonunda baştan beri fiili durumumu garipseyen insanlar artık "bunu da böyle kabul edelim" noktasına geldiler nihayet. Zaman zaman cumartesi günleri çıkıp sosyalleşmek, hoşlanılan bir kızı tavlamak için çaba sarf etmek gerektiğini düşündüğüm oluyor ama televizyonda arka arkaya Fenerbahçe'nin voleybol ve basket maçlarını izleyip akşama futbol maçıyla nokta koymayı bir şekilde vicdanıma daha kolay kabul ettiriyorum. Eğer vicdanımı boşverip maçları izlememeyi göze alıp maçtan haber alamamışsam o saatlerde bulunduğum yerlerde fiziken oluyor ama ruhen olamıyorum zaten. Kendimi en çaresiz hissettiğim yerlerde bu hafta sonu olduğu gibi şehirlerarası otobüsler.

Yaklaşık 7 yaşından beri yolculuk sırasındayken oynanmakta olan bütün Fenerbahçe maçlarını hatırlıyorum. 88-89 sezonunun ilk haftası Antalya'dan tatilden dönerken şöförün yanına gidip 5-0 lık rize galibiyetine tanık olduğum Antalya-Konya karayolu hala bereketli bir sezonu hatırlatır bana. Bu hoş anıyla başlayan otobüs yolculuklarına tekabül eden maç anılarıma dün sevimsiz bir tanesi eklendi. Kezman penaltıyı auta atınca gol yiyeceğimizi hissetmiştim. Son saniyede Mehmet şut pozisyonda dedikten sonra spikerin bir an "ve inanılmaz bir golü kaçırıyor" diyecekmiş gibi nefes aldığını düşünüp nefessizce öne doğru eğilmiştim ki spiker benim beklediğimi söylemedi. "Top ağlarda" diye bağırdı sadece. Radyodan maç dinleme pratiğini iyice unutmuş olduğum için önce bir süre anlam veremedim hem daha geçen hafta uzatmanın son dakikasında gol atan bir takım uzatmanın son dakikasında gol yiyemezdi, bu 5-10 saniyelik algılama ile algılamama anında maçı seyredemediğim için duyduğum pişmanlık, kapanan puan farkı 4 maçlık fikstür öndeki türbanlı kadın her şey birbirine karıştı ve penaltıyı kaçıran Kezman'a küfür olarak döndü. Futbolu da Fenerbahçe'yi de biraz bunun için seviyoruz galiba; 50 kilometrelik yola bile bir trajedi sığdırabiliyorlar. Truva Turizm'i bilenler için söylüyorum, goller deniz tarafındaki koltuktayken atıldı.
Devamı ...