Her Derbi Öncesi... Yine Bilet Çilesi


foto

Dün haberlerde Galatasaraylıların bilet kuyruklarındaki fotoğrafları ve işkenceye dönüşen uzun kuyruklar vardı. Biletler bir saat içinde tükenmiş, saatlerce kuyrukta bekleyen binlerce insan bilet alamamış, karaborsacılar pazarlığı üç katından açmaya başlamış. Bu tür maçlardan önce tüm takımların taraftarlarının yaşadığı bir eziyet bu. Perşembe günü de Fenerbahçe tribünü biletleri çıkıyormuş, sayı çok daha az olduğu için daha büyük izdiham olacaktır.

Benzer bir işkenceyi 2004-2005 sezonunda bizzat yaşadım. O sene ya kale arkası tribünler için kombine çıkmamıştı, ya da ben almamıştım, her maç için bilet alıyordum. O maç da 33. haftada oynanan ve şampiyonluğu belirleyecek maçtı, talep tahmin edeceğiniz gibi çok fazlaydı. Biz de bütün sezona noktayı koyacak ve şölene dönüşecek bu maçı kaçırmak istemiyorduk elbet. Maç biletlerinin çıkacağı gün açıklandıktan sonra planlarımızı yaptık ve mükemmel uyguladık.

Önce en az yoğunluğun hangi bilet gişesinde olacağını tahmin etmek ve orada bekleme ve bilet alma sürecini planlamak gerekiyordu. Harbiye'deki gişenin Taksim, Merter, Caddebostan gibi gişelerden daha az yoğun olacağını daha önceki tecrübelerimiz de söylüyordu zaten. Bir arkadaş da arabasıyla lojistik destek verecekti. Saat 3 gibi kuyruğun oluşmaya başlayacağını tahmin ediyorduk. Hangi akla hizmetse gece 12'de gittik bir baktık çevreye, kimse yok. Arabayı park ettik, tekrar döndük gecenin bir vakti sap gibi gişenin önünde beliyoruz. Sanırım beş kişiydik... Bizden başka ne gelen var ne geçen, cadde bomboş. Baktık gelen giden yok, herhâlde erken geldik diye düşündük, gidelim Taksim'e biraz takılırız dedik. Yürüyerek Taksim'e gidiyoruz, o saatlerde Harbiye - Taksim arasında nasıl bir manzara olduğunu tasavvur etmek zor değildir sanırım. Taksim'e gittik, Bambi'de tost, portakal suyu, muhabbet, saat 3'e yaklaşınca tekrar dönelim dedik. İnsanlar gelmeye başlamıştır diye tahmin ediyoruz ama aynı ıssızlık duruyor Harbiye'de. Artık geri dönmeyelim bari diyoruz, başlıyoruz beklemeye. Allahtan hava sıcak, o saatte donarız yoksa. Saat 5'e kadar kimse gelmiyor, bu iki saat boyunca uyku bastırıyor, ayakta durmaktan yoruluyoruz, karton buluyoruz sağda solda, onların üzerine oturuyoruz. En büyük eğlencemiz yanımızdaki reklam panosundaki kız. Yanyana durup fotoğraf çektiriyoruz kendisiyle, hatta ismi de vardı ama unuttum şimdi. Bizden sonra gelen ilk vatandaşı 5'te karşılıyoruz, "sabahın köründe geldim, ilk sıraya girerim" diye düşünürken bizi görüyor muhtemelen. Onu da muhabbete katıyoruz.

Daha sonra 6'ya doğru iki kişi daha geliyor, 6'dan sonra zaten gün açtıkça sıra hızla artıyor, 7 civarı upuzun bir kuyruk var artık. 7-8 arası gelenler ve erken geldiğini düşünenlerin suratı kuyruğu görür görmez değişiyor. Güneşin açmasıyla iyice uyku çöküyor, ama kuyruk da uzamaya başlayınca ayakta beklemek zorundayız. İşte bu noktadan sonra her dakika saat gibi geliyor, muhabbet bitiyor, saatin gelmesini bekliyorsunuz. Biletler 9'da çıkacak diye biliyoruz, sıranın sonunu artık göremiyoruz ve bu upuzun sıranın en önünde biz varız. Saatler 9'a yaklaşırken suratını görseniz kaçacağınız tipler kuyruğun ön taraflarına doğru sağda, solda beklemeye başlıyorlar. Bunu hiç hesap etmemiştik ama sıranın en önünde olmamıza rağmen fazladan mücadele etmemiz gerektiğini hatırlıyoruz. Gişe açılıyor, içeride iki adet görevli beliriyor. Saat 9 oluyor ama satış yapacakları pencereyi açmıyorlar, sabırlar tükeniyor, homurdanmalar başlıyor. Pencereye tıklıyoruz, daha merkezden satışa çıkmadı, çıkınca açacağız diyorlar. Çevredeki tehlikeli tiplerin sayısı artıyor, homurdanmalarla beraber gerginlik de artıyor. Nihayet 10'a doğru satılmaya başlıyor biletler. Satış penceresi açılır açılmaz öne doğru saldırıyor çevremizi saran tipler. Neden iki saattir sağda solda bekledikleri anlaşılıyor. Doğaçlama ama akıllıca bir hareket yapıyoruz. Beş kişiden birini araya alıyoruz, kalan dört kişi onun çevresinde duvar oluşturuyor. Sağdan soldan sürekli itiyorlar ama dört kişi, bir de on saat beklemenin verdiği güçle duvarı yıktırmıyoruz. Beşimizde bu taktikle biletlerimizi alıyoruz, ama bu süreç çok hızlı gelişiyor çünkü ön tarafa yüklenenler daha da saldırgınlaşıyor. Biz biletleri alıp kuyruktan çıktıktan sonra arkamızdakiler mücadele edemiyor. Karaborsacılar virüs gibi en önü sarıyor, bu sefer onlar duvar örüyor, araya ne kadar adamları varsa sokuyorlar. Bu arada sıradakiler kavga çıkarıyor tabii ama öndeki akbabalar kavga, çirkeflik konusunda da tecrübeli. Bir kısmı kavga ederken diğerleri bilet çekmekle meşgul.

Biletlerimiz elde, mutlu mesut arabaya dönerken uykusuzluk ve mücadeleden iyice yorgun düşmüşüz, karaborsacılara lanet okuyoruz, orada bir polis görüyoruz, "Görmüyor musunuz, kavga bile çıkardılar, neden müdahale etmiyorsunuz?" diyoruz. Aldığımız cevap "Siktirin lan yiyin birbirinizi, bana ne!" oluyor. Sonradan öğreniyoruz ki o sıradan bizden başka kimse bilet alamamış. Tüm biletler 20 dakikada bitmiş. Odama dönüp uyumaya çalışıyorum ama aşırı yorgunluktan bir saat uyuyamıyorum, sonra 7 saat deliksiz bir uykuyla kendime geliyorum. O haftasonu Nobre'nin golüyle 1-0 kazanıyoruz, ilk kez Galasataray'ı yendiğimiz maçta şampiyonluğu kutluyoruz, önce statda, sonra Cadde'de şölen var. Yoruluyoruz ama değiyor... Bu Perşembe de muhtemelen aynı şeyleri yaşayacak maçı Sami Yen'de izlemek isteyenler. Umarım hakikaten maçta olmak isteyenlerin ve tribünde olmanın hakkını verebileceklerin eline geçer biletler.


0 comments:

Yorum Gönder