Aynı Çağda Başka Dünyaların Çocukları



Galatasaraylılık nedir, Fenerbahçelilik nedir? Bir insan neden Galatasaraylı olur, nedir bir Fenerbahçeliyi Fenerbahçeli yapan? Hangi objektif kıstaslarla bir Fenerbahçeli Galatasaraylıdan ayrılır, hangi farklılık bizi bu kadar birbiriyle birleşmez, apayrı dünyaların insanı yapar? Homeros. Bu kadar basit.

Yunanlılar bronz çağından sonra koloniler kurmaya başladılar. O zamanlar kolonileşen başka birileri daha vardı, Fenikeliler.. Hikayeyi uzatmayayım, Fenikeliler ile Yunanlılar zannedildiğinin aksine birbirleriyle çatışmadılar, birbirleriyle yaşadılar da. Kendisiyle bile çatışan, Thucydides’in deyişiyle sürekli bir stasis halinde olan yunanlılar için hayli ilginç bir deneyimdir bu ve bu ilginçliğin de verimli bir çocuğu olmuştur: Yunanlılar Fenikelilerden alfabeyi aldılar.

Her şeyde olduğu gibi Yunanlılar alfabeyle de ilginç bir şey yaptılar, Fenike alfabesi ile yunanca yazdılar. Nasıl? Normalde alfabelerdeki her sembol bir kelimeyi simgelemekteydi, örneğin Fenike alfabesindeki alef (Arapça elif) boğa manasına gelmekteydi ve bir boğanın başını gösteren bir hiyerogliften esinlenmekteydi. Yunanlılar bu sembolü alarak ona bir kelime değil, yalnızca ses yüklediler (a), artık seslerden kelimeler, kelimelerden de cümleler inşa edebiliyorlardı, üstelik yunanca.

Peki yunanlılar bu muhteşem alfabeleri ile ilk ne yazdılar? Kutsal bir kitap, hukuk kuralları, efsane veya devletin muhasebe hesapları? Hiç biri değil, Homer.

Neden kardeşim, antik yunanlılar temelde bronz çağı döneminde geçen hikayelerden oluşan ve sözlü tarihte yerini almış olan Homer hikayelerini yazıya geçirdiler de başka bir şeyi yapmadılar? Nedir Homer’i bu kadar önemli yapan?

Bir kere Homer antik yunan toplumu için kutsallığa en yakın şeydir. Homerin hikayeleri yalnızca bir dönem yaşanmış olayları anlatmaz, esasında bir tarih değil, fantezilerden, mübalağdan, abartılardan oluşan bir mitostur, gerçekle alakası olmayan ama etkisiyle gerçeği belirleyen rüyalar bütünüdür. Yunanlılar Homerden bronz çağında ne olduğunu değil, “bir erkek ve bir yunan olmanın” ne demek olduğunu öğrendiler. Kendi komüniteleri ve yaşam alanları içerisinde nasıl davranmaları gerektiğini, iyiyle kötüyü ayırarak, doğru davranışın ne olduğu hakkında toplumsal bir kült-kültür yarattılar. Örneğin Hector’un savaşı kaybedeceğini bile bile, karısının bir başkasının kölesi olacağını, kendi adamlarının biçileceğini idrak etmesine rağmen savaşmaya devam etmesi, tek bir zafer anından sonra gelecek ölümü kucaklaması ve asla unutulmayacak bir “zafer”, dilden dile, geçmişten geleceğe uzanacak bir “isim” bırakması, arkasında fedakarlık ve şan üzerine yükselen bir kültür bıraktı. Yani Homerin hikayeleri yalnızca bir fantezi olarak ele alınmadı, gerçekte yaşayan gerçek insanların da davranışlarını, dolayısıyla gerçeği belirledi.

Homer, Yunanlı olmanın kandan sonra gelen kültürel öğesidir. Yunanlıyla Yunanlı olmayan arasındaki kültürel uçurumdur, artık ortada bir özgün mitos, kültür ve değerler vardır, o değerleri paylaşmayanlar o kültürün de öznesi olamazlar, Olimpia’da yarışamazlar.

Bizi ayıran kan değil, gözlerimizin rengi, boyumuzun uzunluğu değil. Bizi ayıran göbeğimiz, cinsimiz, giysimiz, dinimiz, dilimiz değil. Kürt Galatasaraylılar ve Fenerbahçeliler var, Sarı kırmızıya gönül vermiş Ermeniler ve Fenerbahçe’ye aşık aleviler var. Bizi ayıran şarkılarımız değil, türkülerimiz değil, coğrafyamız, fiziğimiz, kimyamız değil ama büsbütün başka insanlarız.

Bizim bambaşka mitosumuz var. Mitolojik karakterlerimiz, doğuşumuz, dünyaya bakışımız farklı bizim.

Fenerbahçe, bu halkın kulübüdür. Önce öyledir. Bu halkın, çevrede kalmışların, kamu kaynaklarından geçinmeyenlerin, devlet otoritesinin dışında olanların, çok da makbul olmayan vatandaşların takımıdır. Anadoludur Fenerbahçe, bir sosyal harekettir derken bunu kastederiz. Türkiye’nin çevresinde kalmış, ticaretle, çiftçilikle, işçilikle uğraşan insanlarının “biz de varız” ve “biz büyüğüz” sesidir. O yüzden Fenerbahçe başkanları birer aristokrattan çok müteahhite benzer. Bu yüzden satar Fenerbahçe. Bin tane gazeteci, bin medya kuruluşu neden fenerbahçe haberi yapıyor? Çünkü biliyorlar ki geniş kitledir Fenerbahçe, popülerdir ve kalabalıktır. Her maç sonunda kahramanların İlyadalarını okumaya istekli insanlarla doludur bu topraklar. Fenerbahçe Zeki Rıza’dır, Can’dır, Cemil’dir, Fikret’tir derken kastedilen; bu ülkenin ortalamasından gelen, makul bütçelerle hayatını geçiren, şımarsa da, çoşsa da “halk çocuğu” gibi gülenlerin kulübü olmasıdır. Süzülmüş değildir, sofistike değildir, o yüzden Arda –hala- Galatasaray’a yakışır, İlyas çok daha Galatasaraydır ama Oğuz hep Fenerbahçe kalacaktır, Alpaslan Eratlı ve Müjdat gibi.

Nedir bizi hastalıklı bir Fenerbahçeli yapan? Önce bu kahramanların hikayeleridir, güzel şeyler yapabileceğimizi, yenebileceğimizi, büyüyebileceğimizi, merkeze inat çevrenin gümbür gümbür her şeyi belirleyebileceğini göstermesidir. İngiliz kibrine kupada atılan tokat değildir bu, Avrupalılık ile bir derdi yoktur, zalim ile mazlum arasındaki korkunç çatışmada yenmenin hazzıdır. Hem haklı olup hem de haklı çıkabilmenin, ezmeye çalışana ezilmeyeceğiz sesi verebilmenin saadetidir. O yüzden Atina gibi Fenerbahçe’nin de stasisi bitmez. Hep bir çekişme, hep bir olay olur. Krizler zaferleri doğurur, en görkemli zaferi trajedinin içinden çıkar, en güzel oynadığı maç şampiyonluğu kaybettiği maç olur. Ama bitmez, dalga dalga gelir Fenerbahçelilik, çocukların yüreklerinden gelir, Appiah’nın gözyaşlarından gelir, Alex’in kaçırdığı o son vuruştan gelir, bir anlık sevincin görüp görülebilecek en korkunç trajedilerden biriyle sonuçlanmasıdır. Senden başka herkes sevinirken üzülmek ama mutlaka hep gururlu olmak demektir. Fenerbahçe kendi zaferleriyle övünür ve kendi trajedilerine ağlar.

Nedir Fenerbahçelilik? Önce bir hikayedir. Güzel bir hikaye. Sıradışı bir şey. Normal değil, anormalliklerle örülü, güzelle çirkinin yan yana olduğu bir Homer hikayesidir. İçinde utanılacak davranışların yanında büyüklük vardır, şatafatın yanında görmemişlik, aklın yanında duygu, brezilya sambasının yanında savaş çığlığı, hep absürd, hep sanatçı, hep fantastik ve hep büyük. Kalplerden akar Fenerbahçelilik, sarı ile laciverti yan yana gördüğünde gülümsemekten ibarettir.

Nedir Fenerbahçe? Eşitliktir. Bizlerin, hepimizin, kim olursak olalım yalnız sevmekle erişeceğidir. Önce sevmekle hikayenin parçası oluruz hepimiz, bu trajedinin, bu dramanın, vodvilin, epiğin tüm kelimeleri bizlerden oluşur. Aşk gibidir, yükseği alçaltır, alçağı yükseltir, erkeği kahramana, kadını sanata çevirir. Fenerbahçe demokrasidir, Atinadır, ezilenle ezen, siville devlet arasındaki tüm gerilimlerin çocuğudur. Dolayısıyla bir iddiadır, bir ideadır, bir ülküdür, bir inançtır her yönüyle. Bizler, her şeyi yaparız.

Galatasaray.

Galatasaray önce aristokrasidir. Biz bundan “eşitliği” değil “ayrıcalığı” anlarız. Toplumun genelinden farklı bazı “yetkileri” vardır onların. Otoritedir yani, seçilmiştir, zengindir, merkezdir, bu toprakların şanslı olanlarının çocuğudur. Galatasaraylılar bile Galatasaraylı olamaz, halkın, herkesin, hepimizin erişemeyeceği bir şeydir Galatasaraylılık. Önce yöneten olmaktır, hakimdir, zaten kazanması gerekendir.

Galatasaraylılık bir Avrupa rüyasıdır. Bu ülke içerisindeki bir Avrupa rüyası. Onun hedefinde Avrupalıları “yenmek” vardır, bunu da Avrupa metodları, Avrupa düşüncesi, Avrupa hayatı, Avrupa otorite simgeleri ile yaparlar. Modernist bir şeydir basbayağı, Türkiye’de yaşayanların da “medeni” olduğuna hatta üstün, güçlü Avrupalıyı Avrupada yenebileceği iddiasına dayanır. Yalnız bir “yaşam formu” değildir Galatasaraylılık, o yaşam formunun da bütün unsurları ile dışa vurumudur, haleti ruhiyesinde ezen – ezilen, çevre – merkez gibi ihtilaflar bulunmaz, beyazın dünyasındaki beyaz adamlardan hangisinin daha beyaz olduğu ile ilgili bir sorundur. Türk modernleşmesinin temel paradigmalarını aynen bünyesinde taşır, onlara yakın bizden uzak, bize yakın onlardan uzak, hep iki arada bir başına ve yalnız bir şeydir.

Nedir Galatasaraylılık? Bir simgeye aşk demektir. Üstüne, estetiğe, güce, farklı olana, yukarda olana, erişilmez olana bağlılıktır. Yeniden biçimlendirir, yeniden üretir, kendini zaferlerle, fetihlerle, tokat gibi cevaplarla, özsel bir büyüklükle ifade eder. Renk skalasını Galatasaray bu coğrafi parçalardan böler, dolayısıyla çirkini, farklıyı, ötekiyi, aşağıdakini, güçsüzü ve onun tüm iş bilmezliklerini, görmemişliklerini, absürd trajedisini içinde barındırmaz. Monolit gibidir, bembeyazdır, pasparlaktır, yontulmuş ve yontulacak olandır. Bu yüzden Fenerbahçe'nin sorunu görmemişlik ise Galatasarayınki insanın içini acıtan kibirdir.

O yüzden Fenerbahçelilik ile Galatasaraylılık birleşmez, birleşemez. Dünyaya sarı lacivert ve sarı kırmızı bakmak bir ton farkı değildir yalnızca, büsbütün ayrı iki dünyada yaşamak demektir. Birinde ezilenlerin, ötekilerin, farklı olanların, kalabalıkların, yığınların, avamın, yükselenin, üreticinin, dünyayı elleriyle inşa edenlerin, sıradandan kahramanlık ve aşk çıkartanların ülküleri, şarkıları, marşları vardır, diğerinde otoritenin, gücün, ayrıcalıklı olanın, farklı olanın, kendini farklı hissedenlerin farklılığı ortaya koyma çabası, ayrıcalıklı olanın ayrıcalığını dayatması, aşağı ile yukarı bulunur. Fenerbahçe Caesar çıkartır göğsünden, kalabalıkların müthiş aşkı ve tezahüratları arasında, Galatasaray Scipio, soyluların meclisinden. Fenerbahçe sıradan bir adamın Roma İmparatoru olmasıdır, Hadrianus’tur, Galatasaray mutlaka Charlemagne.

Bu ayrı dünyaların lisanları da büsbütün farklıdır. Galatasaray över ve aşağılar, yükseltir ve alçaltır, Osmanlının divanı gibi Galatasaray’ın mübalağası vardır, süslüdür, edebidir, belagatın eseridir, Fenerbahçe hep somut tokattır, nefrettir, yenmek ve yenilmektir, bir kere daha “göstermektir.” Fenerbahçe thymotik bir şekilde büyüklüğünün, varolduğunun, yarattığının tanınmasını talep eder dünyadan, Galatasaray ise üstünlüğünün, yüksekliğinin, otoritesinin, erişilmezliğinin kabulünü.

Bizi Homer ayırıyor. Mitoslarımız farklı, başka hikayelerle büyüdük biz, dünyaya apayrı şekilde bakıyoruz, Atinalı ve Spartalı gibi, Romalı ve Kartacalı gibi, Fransa ve İngiltere gibi aynı çağı paylaşıyor ayrı evrenlerde yaşıyoruz.

Biz bir takım seçmiyoruz, biz takımı severken hayatı da başka gözlüklerle görüyoruz.

Şimdi sarı lacivert dünyadan sesleneyim;

Bir kere daha tartıya çıkarken, bu yepyeni ve hepimizi de belirleyen dünyanın ortasında, Fenerbahçeli olmanın lezzeti içimi dolduruyor. Kahramanlar geçidi gibi geçiyor önümden yığın yığın hikayemiz, bir kere daha üstünlere karşı kalabalıkların zaferini kutlamak istiyorum. Öyle rahatım ki, kaybetsek de kazanacağımızı biliyorum. Çünkü Fenerbahçe yenilmez, bugün yenilse de yarının dünyasını yaratır. Aynı Hector gibi, aynı Fransa krallığından Cumhuriyet yaratan ve yalnız krallarını değil dünyayı değiştiren isimsizler ordusu gibi.



23 comments:

  1. yunus bilge dedi ki...

    müthiş bir yazı! okurken yer yer islam çupi okuyor gibi hissettim. islam çupi'den bayrağı devralmayı hak ediyor bu yazının yazarı. eyvallah.

  2. KaanKRBY dedi ki...

    yahu inanılmaz keyifli bir yazı

  3. Unknown dedi ki...

    Harika özetlenmiş aradaki fark :)

  4. Adsız dedi ki...

    çok teşekkürler.

  5. TA dedi ki...

    hiçbir taraftar bilinçli olarak takım tutmaya başlamıyor.hal böyle olunca senin yukarıda yazdıklarında anlamını yitiriyor.

    bu yazılanlar karhanede romantizm misali işletilen futbol ekonomisine katkılarda bulunuyor.

    ne kulüp yönetimleri homojendir ne de taraftar profilleri. süleyman sebada yıldırm demirörende beşiktaş başkanı oluyor.

    yada faruk ılgaz ile ali şen ne alaka?

    misal galatasarayı tutanlar halk değil mi?ya beşiktaş????

    misal bugün halkın takımı dediğin takımın stadını burjuvalar doldurmuyor mu???

    özetle türkiyede! takımların taraftarlığını ayrıştıracak dini,kültürel,sosyal hiçbirşey yoktur.
    takım tutmak bilinçli değildir.olayın püf noktası budur.hal böyle olunca bilinçle taraf olunmayan bir durumda karşı tarafa yada kendine çeşitli anlamlar çıkarmak saçmalıktır. küçüklükten üzerine yapıştırılan (yapışan)bir duruma çeşitli anlamlar yüklemek bana garip geliyor.senin neden x takımlı olduğunun mantıksal bir açıklaması yok.
    birçok avrupa ülkesinde özellikle ingilterede takım tutmanın bir açıklaması genel olarak var.coğrafya yaşadığın yer.sokak mahalle şehir vs.
    ideal taraftarlık takımlara böyle garip anlamlar yüklemek yerine futbol izleyicisi olmayı öncelemesi gerekiyor.

  6. Gokay dedi ki...

    aristokrasiymis, esitlikmis, hikayeymis. ulan hepsi hikaye.

    Ulan varsa bile oyle bir siradisi hikaye, Trabzonspor'dur, Bursaspor'dur.
    Ne Fenerbahce, ne Galatasaray ki bu bile ici bos bir onerme. Boyle ici bos laflar etmeden once Trabzonsporun neden o donemde sampiyon olduguna bakilmali, ya da Bursaspor'un hangi sartlar altinda basarili olduguna.

    Okumadiysaniz, Mehmet Ali Gokacti'nin "Bizim İçin Oyna" kitabini okuyun, saray'dan gudumlu, ya da politikacilarla arasi icli disli takimlari okuyunca ne hikayesi kalir ne aristokrasisi.

    Benim anlamadigim sey birde, ulan seviyorsan fenerbahceyi, eyvallah, ne guzel, sev sonuna kadar, ama boyle gerekceler gostermeye ne gerek var? Yok fenerbahce sıradan bir adamın Roma İmparatoru olmasıymis. Bos laf bunlar hocam bos.

    Ben Galatasarayliyim, Ilk hatirladigim sey o unlu Monaco maci. Ondan beri, yensek de yenilsek de Galatasarayliyim. 6-0 yenilsek de sampiyon olsak ta. Yok bir gerekceye ihtiyacim.

    Ulan hele birde artik futbol sanayilesmis, halki mi kalmis. hepimiz musteriyiz. o kadar.

  7. aethewulf dedi ki...

    normalde galatasaraylıların neden alındığını da anlayamamız , neden bu "esasında bir farkımız yok" demeye getirdiklerine de şaşırmamız icap etmez mi? galatasaray üstün olmakla, fatih olmakla övünen, bizzat kendisi ve temsilcileri eliyle hem "türkiye" olmakla gururlanıp hem de "farklı bir kültürü" olduğu vurgulanan kulüp değil mi? galatasaraylıların yazılarına bakın mesela "fenerbahçeli olması şaşırtmayanlar"a örnek hemen "turgut özal" diye gelir, fenerbahçe halk olmakla, halkla içiçe olmakla da eleştirilir.

    ancak bunu fas ettiğnizde, bunu ortaya koyduğunuzda birden "yok öyle bir şey hepimiz aynıyız esasında" diye bağıran galatasaraylılar ortaya çıkar. neden?

    çünkü kendileri de bilirler ki iddia ettikleri değiller, kendileri kulüplerinin bir parçası bile değiller, lise mezunu olmadıkları sürece kendi kulüplerini yönetebilme olanakları dahi yok ve buna karşın o kulübün kültürüyle ilişkililer, varolmadıkları bir şeyi onun üstünedn yaşıyor, yaşatıyorlar.

    siz tam da bunu söyleyince büyü bozulur, isyan ederler

    "galatasaray ile fenerbahçe arasında fark yok"

    bu gördüklerimiz ne o zaman?

  8. sayerlack dedi ki...

    Ermeninin karşısına Aleviyi kullanma bilinç altı bir davranışmıdır. Bir başkasıda Sünni-Yahudi kıyaslaması yaparsa dikkatini çekermi? Not:Ermenilerle ilgili bir sorunum yok,Yahudilerle de.

  9. Olgu dedi ki...

    “Statler ve Waldorf” bunu sabahlara kadar tartışırdı belki ama ben sadece bir mim koyma ihtiyacı hissediyorum. Zira bu farklılıklar üstünden bir kimlik tanımlamayı meselesi biraz netameli. Bir adım ilerisi bir kimlik inşaasına dönüşüyor ki beni her şart altında tedirgin etmiştir.

    “TA”ya katılıyorum. En azından 3 Istanbul takımı arasında taraftar profilleri açısından bu derece bir ayrımı mümkün kılan sınıfsal, dini ya da kültürel bir farklılık olduğunu düşünmüyorum. Bu temel farklılıktan yoksun takımların “ezeli” rekabetlerinin temelinde ortak tarihleri ve o tarihi yorumlayışlarındaki öznellik yatıyor. Bu öznellik her takım taraftarının kimliğini kendi tarihindeki kırılma noktaları üzerinden anlatması ve hatta bunu subjektif yorumlaması anlaşılabilir bir şey. Son dönemde Galatasaray taraftarı “Avrupa Fatihi” kimliğini gayet makul bir sebeple, Türk futbol tarihinin en önemli başarılarından biri üzerinden temellendiriyor. Fenerbahçe taraftarı için ise Rehavet’in muazzam bir dille anlattığı 4-3’lük geri dönüş bizim taraftarlık kimliğimizin önemli bir parçası: “Fenerbahçe ile alay edilmez”. Her halükarda taraftar kendi tarihini “farklı” görmek isteyecektir. Gayet normal.

    Ancak bunun ötesine geçip yapılacak genellemelerin somut kanıt bulmakta zorlanacağını düşünüyorum. Ne taraftarların profili ne de kullandıkları dil homojenlik arzediyor. Dahası Galatasaray’ın yönetim kademesinde giderek gerilimi düşen liseli-alaylı kavgası da artık bu “aristokrat” iddiasını gerçeklemeye muktedir değil bence. Taraftarları vatan sathına yayılmış iki takımdan hangisinin “halkın takımı” olduğu tartışmasına nokta koymak için yapılabilecek en makul şey iki takımın onbirlerini toplayıp “Ecevit’in kasketini kapma” yarışması düzenleme. Kimin elinde kalırsa o halkın takımı olur. Hasılı son kertede elimizde kalan en somut farklılık coğrafi bir zorlama: “boğazın iki yakası”.

    Fakat çok daha önemli bir noktayı “TA” yakalamış. Bu tip “mitolojik” farklılıkların yeniden üretilmesinden en çok faydalanan, futbol kültürünü kolay tüketilebilir kılmak için bayağılaştırdıkça dizayn edilmiş kimliklere ve onların yarattığı keskin gerilimlere ihtiyaç duyan endüstriyel futbol oluyor.

  10. aethewulf dedi ki...

    hayır. "fenerbahçeyi de tutan ermeniler va galatasaray'ı da, galatasaraylı aleiler de var fenerbahçeliler de" diye cümlenin gitmesi kulağımda kötü bir tınlama yarattı, çok fazla tekrar vardı, dolayısıyla iyiniyetli makul üçüncü şahısların "
    Bizi ayıran kan değil, gözlerimizin rengi, boyumuzun uzunluğu değil. Bizi ayıran göbeğimiz, cinsimiz, giysimiz, dinimiz, dilimiz değil. Kürt Galatasaraylılar ve Fenerbahçeliler var, Sarı kırmızıya gönül vermiş Ermeniler ve Fenerbahçe’ye aşık aleviler var. Bizi ayıran şarkılarımız değil, türkülerimiz değil, coğrafyamız, fiziğimiz, kimyamız değil ama büsbütün başka insanlarız." cümlesindeki ötekileştirilmiş kimliklerin kullanılmasından, okuduğunu anlayan insanlar olarak, her kimlikten insanın bu iki kulübü tuttuğunu anlayabileceğini düşündüm.

    işgüzarlık değilse, aşırı hassasiyet diyorum.

  11. fenerlihüseyin dedi ki...

    Dünya'nın başka ülkelerindeki sert ve tavizsiz rekabetlerin dışında ama onlar kadar sert ve sivri bir taraftarlık FB / GS taratarlığı.
    Ne Glasgow-Celtic gibi mezhep farkına , ne Boca-River gibi sosyal sınıf farkına , ne Real - Barca gibi milliyet farkına dayanmaz.
    Bu anlamda sosyologlar tarafından incelenmesi gereken bir ayrımdır Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti.
    Aynı evin içinde baba-oğul , abi-kardeş arasında bulabilirsiniz FB-GS çekişmesini .
    Bu anlamda bu ayrımı anlayabilmek adına çok güzel bir deneme olduğunu düşünüyorum bu yazının .
    İnsanların karakterleri vardır , büyük takımların da . Bu yüzden büyüklerdir ve ben inanırım ki sıradan olmayan taraftarlar bu karaktere göre seçim yapar farkında olmadan. Alınan alınamayan başarıların takım tercihlerinde etkili olduğu aşikar. Ama sonuçlardan bağımsız olan yanını yada kişileri açıklamaya yetmez başarılar.
    O yüzden aynı evin içinde farklı renklere aşık fanatikler bulabilirsiniz .
    Bu yazıya tepki gösterenlere kullanılan sıfatların yada benzetmelerin lafzına takılmamalarını tavsiye ederim.
    Kibirlilik - görmemişlikten daha mı iyidir / kötüdürü tartışmıyor çünkü . Kuru bir çekişmeye meze etmeyin bu harika yazıyı.
    Bu yazı çok farklı ve başarılı bir açıklama denemesi çünkü.
    Yazarını tebrik ediyor ve umarım burada kalmaz bu yazı diyorum.

  12. sayerlack dedi ki...

    Sizi yaklaşık iki seneden beri beğenerek okuyorum.Yazılarınızdan anladığım kadarıyla belli bir eğitim almış, futbola felsefi yorumlar katan ve düşünen bir beyine sahipsiniz.Sizin o kelimeleri yan yana getirmenizde bir kasıt aramıyorum.Sadece ne gibi etmen,oluşum yada bilinç altınız bu cümleyi kurmanıza itti.Olaylara farklı bakan biri olduğunuz için sizin yorumunuzu merak ediyorum.

  13. fatih dedi ki...

    kurthan fişek'in literatürümüze armağan ettiği bu burjuva takımı- aristokrasi takımı zıtlaşması ancak kulüplerin kuruluş dönemlerindeki çekirdek kadrosuna falan bakıp doğrulanabilir, yoksa 20 milyon taraftarı olan iki takımın sınıfsal bir farklılığını aramak kimlik yaratmak için zorlama bir arayıştır bence. yani fenerbahçeyi sevmek fenerbahçeli bir "hayali cemaate" dair ortaklıklar icat etmek olabilir ama bu cemaat oluşurken doğası gereği öteki yarattığı için milliyetçi bir tanımlama olmaya mecburdur, zaten sağı solu milliyetçi kültür olan bir ülkede fenerbahçe'yi galatasaraylılardan şöyle ayrıyız böyle ayrıyız diye sevmek büyük milliyetçi söyleme nacizane bir katkı olma dışında bir şeye yaramaz. tutkunun çekici bir şey olması irrasyonelliğindedir fenerbahçe ya da istanbul büyükşehir belediye taraftarı olmak da uzun süren muhakemeler, sosyoloji kongresi sonuçları okumakla değil pat diye birdenbire olan bir şey ve sonucunda kimliğimize biçim veren dönüştüren bir şey değil kimliğimize renk veren bir şey. fenerbahçelilik fenerbahçe milliyetçiliği değildir hiç bir zaman da olmamalıdır, tıpkı galatasaraylılığın galatasaray milliyetçiliği olmaması gerektiği gibi.

  14. linguisticsfc dedi ki...

    FenerliHüseyin doğru demiş: "İnsanların karakterleri vardır , büyük takımların da . Bu yüzden büyüklerdir ve ben inanırım ki sıradan olmayan taraftarlar bu karaktere göre seçim yapar farkında olmadan. Alınan alınamayan başarıların takım tercihlerinde etkili olduğu aşikar. Ama sonuçlardan bağımsız olan yanını yada kişileri açıklamaya yetmez başarılar." Lakin maalesef günümüzde takım seçimleri, benim gözlemlediğim kadarıyla babanın veya başka bir yakın akrabanın küçüklükten çocuğa aşıladığı bir olgu. Yazarın bashettiği şeylerin yine büyük bir kısmı doğru ama günümüz profilinden bakarsak artık bjkside gsside feneride başkanıyla olsun,taraftarıyla olsun,stadıyla olsun birbirinin kopyası, ya da bu yönde ilerliyor, birbirine benziyor diyelim.

  15. Fritz Fassbender dedi ki...
    Bu yorum yazar tarafından silindi.
  16. aethewulf dedi ki...

    @olgu,

    olayın "ecevitin kasketini kapma yarışması"na sığmayacak kadar geniş olduğunu düşündüğüm için bu yazıyı yazdım, o sebeple de fikrimi izaha devam edeyim ve somut örnekten gidelim, ecevit halkçıdır, özal da halkladır ancak ikisini bu noktada eşitleyecek herhangi bir şey bulmak da siyaset bilimine uzaktan bakmış biri için bile mümkün olmaz.

    peki nedir bizi bundan alıkoyan şey? basbayağı kültür. ikisinin yalnız politikaları farklı değildir, o politikaları ifade ediş biçimi, o politikaları benimsemelerine neden olan düşünceler, o düşünceleri doğuran değerler velhasıl kültürün içeriğini oluşturan semboller, imgeler ve normlar ile onların dışa vurumu büsbütün farklıdır.

    bu böyledir, çünkü en başta kültür üretilmiş, üretildiği ölçüde de üretmiş, yeniden biçimlendirmiş, yeniden biçimlendirdiği sujeler tarafından da tekrar şekillendirilmiş bir sosyal durumdur. türkiye ile yunanistan'da da ezilenler ve ezenler var, işçiler ve işverenler var, kamudan geçinenler ve kamuyu finanse edenler, ayrımcılığa uğrayanlar ve uğratanlar var. kuzeylisi, güneylisi, doğulusu, batılısı, azınlığı çoğunluğu iki coğrafyada da buluşur fakat biz bütün bu ortak noktalara bakarak türkiye ile yunanistanı eşitlemeyiz, eşitleyemeyiz, ortada somut, iki ülke insanının dünya algısını biçimlendiren, hem sistemlerini oluşturan hem de sistemlerini yeniden yapılandıran en nihayetinde belirleyici ve belirlenen bir mesafe -kültür- bulunmaktadır.

    galatasaray ile fenerbahçe de böyle. yazının başında da söyledim, sosyal yapı, sınıf, etnik, dini, cinsi herhangi bir ayrıma gidemeyiz. dolayısıyla bu yönden gelen bir objektif farklılık beklentisi, talebi, sanki iddia buymuş gibi algılanıyor, istenmese de. oysa bu yönde bir fark olmadığı kabulüne rağmen gideremediğimiz bir farklılık, bir dünya algısı başkalaşması var. "homer", "kültür" buraya denk düşüyordu "ortak bir tarihi farklı yorumlama biçimleri" tam da böyle. aynı fransa ve ingilterenin ortak avrupa tarihlerini farklı yorumlaması gibi, aynı ispanyollarla italyanların durumu gibi, aynı portekiz ve brezilya gibi ve nihayetinde antik yunan gibi, ortak bir tarihi hem paylaşmak hem de farklı yorumlamak bu iki kulübü ayırır. atinalı da spartalı da achilles'i bilir sorun önemsedikleri bilginin ne olduğu ve nasıl baktıklarıdır.

    ben biraz da bu farklılıkları yok etmeyi bir kültürsüzleştirme, eşitleyerek yok etme, onların ürettiği her şeyi reductive bir şekilde sıfırlamaya yönelik görüyorum. hayır bir fark var ve bu fark zenginleştirici, güzeleştirici bir fark. bu fark ve onun yarattığı stasis üzerinden konuşabiliyor, ifade ediyor, üretiyor, geriliyor, heyecanlanıyor, hissediyor nihayetinde insani bir üretim ve güzellik çıkartıyoruz. bunu alırsak "neden hiç bir gol alex'in gs'ye attığı gol kadar yüreğimizi kabartmıyor, malatyasporun da forması sarı kırmızı oysa" kalır elimizde, o zaman da dorian greye sığınırım, güzel olmayan hakiki de değildir.

  17. alihoca dedi ki...

    Tek kelime ile; Nefisti.

    Seven yüreğine Üreten beynine, yazan eline, emeğine sağlık.

  18. o diil de dedi ki...

    Öncelikle teşekkürler yazı için.

    Fenerbahçe, Koç Ailesi gibi bir aileden gelen Ali Koç'un heyecanıdır, fanatikliğidir. Bir aristokratın halktan birinden farkı olmamasıdır.
    Aslında yazıda Türkiye'deki siyaset ve Fb ilişkisi de çok derine inmeden değerlendirilmiş. Ben bir de böyle bir yazı beklerim sizden.

  19. Olgu dedi ki...

    @Athe
    Yaptığımız ayrım dinsel, sınıfsal ya da ideolojik olmayabilir elbette. Ancak bu ayrım hangi parametreye göre yaptığımız ve onu nasıl ölçtüğümüz önemli.
    Mesela, Galatasaray’ı "aristokrat" Fenerbahçe’yi “halkın takımı” kılacak denli bir ayrımı somut hangi farklılık üzerine kurabiliriz? Hangi norm, diskur, sembol, imge bize böyle bir ayrım yapma imkanı tanıyor? Hangi kültür farklılığı beni “ezilenlerin yanında” yer almaya sevkederken kuzenimi otoriter, merkez ve zenginin yanında olmaya sevkeden? Neden Fenerbahçe “ticaretle, çiftçilikle, işçilikle uğraşan insanlarının” sesi iken Galatasaray “beyaz adamın” sesi? Neden Fenerbahçe “eşitliktir” de Galatasaray “ayrıcalıktır” ? Bu dikotomileri ispatlayacak somut birşey bulabilirmiyiz? Taraftar sayıları 20 milyon civarında olduğu tahmin edilen iki takım hakkında bu tip genellemelere varmamızı sağlayacak herhangi bir veri bulabilirmiyiz?
    Elbette her taraftar kendi takımının tarihini yorumlarken kazandığı başarılara öncelik veriyor. Bu anlamda hepimiz subjektifiz. Bu ayrıldığımız nokta değil olsa olsa birleştiğimiz nokta olur.
    Temelde beni yüceltip onu alçaltan bir farklılık yorumu subjektif ve ispata muhtaç olduğu müddetçe bizi zenginleştirmiyor, kutuplaştırıyor. Seni tenzih edeyim ama Fatih’in de dediği gibi bu ayrımı meşru kılacak somut verilerimiz olmayınca milliyetçi diskurun ötekileştirme tuzağına düşmemiz kolaylaşıyor.

  20. aethewulf dedi ki...

    @olgu,

    Taraftar sayıları 20 milyon insanı bulan iki kurum arasında kültürel bir fark bulunabilir mi? Burada esasında kastedilen sanıyorum bu kadar genelleşmiş, popülerleşmiş ve halk katmanlarına yayılmış iki yapının ister istemez bu katmanlar etrafında merkezleşeceği, benzerleşeceği varsayımı. Varsayım diyorum, çünkü örneğin akp ile mhp seçmenleri de sosyo ekonomik olarak büyük oranda benzeşiyor ama bir mhp ve bir akp var. Neden? Çünkü kurumsal yapı da, sembolleri, idealleri, kültürü ve lisanı ile insan üzerinde etki sahibi. Galatasaray ve Fenerbahçe tarih içerisinde farklı kültürel katmanlara mensup insanlar tarafından kurulup gene aynı tarihsel dönemi farklı hikayelerle geçirmiş iki adet yapı. Bu yapılardan birinin çok uzun bir süre geniş halk kitleleri yerine küçük bir azınlık tarafından yönetilmesi, diğerinin de gene genişliğe, popülere dayanması kültürel sonuçlar doğurması mutlak olan hadiseler. O halde tek kertede tarihselliği bir kenara bırakıp, bugünün fotoğrafıyla farksız olunduğunu savlamamız mümkün olmaz. Türkiyede modernleşmeci düşünce 19. Yydan beri popülerleşmiş, geniş katmanlara yayılmış, sosyolojik etkileri bariz olan bir ideoloji. Bu ideolojinin kendisinin öne sürümlerinden bağımsız olarak alınıp başka kurumlarca da kullanılması, gene tersinin de başka yapılar eliyle uç vermesi de mümkün. Dolayısıyla Galatasaray popülerliği ile Fenerbahçe popülerliği, birbirine benzeşmiyor, benzer insanlara dayansa da. Aynı şekilde Galatasaray kültürü ile Fenerbahçe kültürü de benzeşmiyor, koca bir tarih var ortada kimsenin kolay kolay reddemeyeceği.

    Bir başka durum da şu, seçkinci modernleşmeci düşüncenin ve onun izdüşümlerinin (Aristokrasi) halkçı, popülist eşitlikçilikten daha aşağı veya yukarı, iyi veya kötü olduğunu ima da ifade de etmek istemedim. İçinde bulunduğumuz dönemde bu otomatik olarak böyle anlaşılıyor ancak bu ancak toplumsal örgütlenme biçimi açısından doğru. Eşitlikçi bir toplumda Modernleşmeci seçkinci bir şekilde kurulan ve işleyen, öyle de olması gereken sosyal kurumlar olabilir, daha genele dayanan, popülist kültürler de elbette olacaktır. Royal society ingilterede seçkinci bir kurumdur ancak bu sebeple kendisini herhalde aşağılayamayız, charter hareketinin genele dayanması da bizi üzecek bir şey değil. Bu kurumlar aynı branşta rekabet halinde de olabilir ve bu da elbette faydalıdır.

    Yazıda da değindim, spartalılar ve Atinalılar ikisi de yunandır, ikisi de aynı tanrılara, aynı idollere taparlar, aynı sembolleri ve dini paylaşırlar, aynı şekilde iki toplumda da köleler vardır, ezilenler ve ezenler bulunur, ikisi de savaşır, ikisinin de askeriyesi vardır ama ikisi aynı değildir. Çünkü içlerinden geçtikleri tarih, o tarihsel dönemde şekillenen yapıları, o yapılarla oluşan kültür ve o kültürün dünya tarafından algılanması aynıdır. Biz spartaya baktığımızda atinayı, atinaya baktığımızda da spartayı görmeyiz. Fenerbahçeye baktığımızda bir Fenerbahçe görüyoruz ve Galatasaray da Galatasaray, farklı kültürlere, farklı yorumlamalara, mitlere, hikayelere sahip olmamız yani farklı olmamız, zorunlu olarak kutuplaştırmıyor bizi –zaten iki kutubuz- iki kutup olmak da birbirimizi yok etmenin öncülü değildir. Bu ikisini birbirinin neden-sonuç ilişkisi saymak faşizan bir bakış açısı olur. Farklılıklar rekabet edebilirler, farklılıklarını koruyabilirler ve aynı tarihi, çağı zamanı paylaşabilirler. Bu da zenginleştiricidir, biz bu stasis üzerinden insan olarak çok şey üretiriz. Farklılıkları eşitlemeyi, benzeştirmeyi bu manada herhalde kimse doğru bulmaz.

    Yazının son kısmı sanırım bu anlamda uyarıcı oldu. Orada kastettiğim yenmek, yok etmek değil, bizzat yenmekti. Zaman içerisinde galatasarayın Fenerbahçelileşeceği muhakkak başladı bile, işin diğer yanı Fenerbahçe de Fenerbahçe kalmıyor zaten, kapitalin çevresinde burjuva imgelemine uygun kulüpler olarak doğuyorlar ikiside. Finansmanın gereği, gerçekleşecek. Endüstriyel futbol biçimlendiriyor. Kader. O zamana kadar bu farkın tadını çıkartırız o zaman dahi bunu anarız.

  21. azapaza dedi ki...

    okurken vay be neymiş bizim fenerbahçemiz dedirten bir yazı,ama bu levelden dahi yer yer hatta çok çok kendimden esintiler gördüm.

  22. Serdar dedi ki...

    -fenerli misin kardeşim?
    -eyvallah fenerdeniz..
    -galatasaraylı mısın monşer?
    -naturelman!..
    -ben, iki gözüm ne "eyvallah" fenerdenim, ne de "naturelman" galatasaray'dan... ne yalan söyleyeyim kardeşim, taksim stadyumunun eşiğini geçmemişim hani!..
    kumar oynamam, at yarışına meraklı değilim, horoz dövüşünden anlamam! ıster sinema olsun ister atletizm, yıldızların tercüme-i halini ezbere bilmem, anacığım...
    bütün bu işlerin cahiliyim ama, bu son günlerde kanım biraz fenerlilere kaynıyor gibi... galatasaray'ı alt etmişler, diye degil alimallah!.. bilakis be iki gözüm.. bu işe biraz kızıyorum bile! demokrasiye devrinde her sene fener'in şampiyon olması doğru mu ya?
    hem sonra efendim, mağluba yardım şanımızdandır. malum a! fener'e kanımın kaynamaya başlaması başka sebepten...
    son yaptığım içtimai, felsefi, harsi, kozmografi tatkikat neticesinde anladım ki fener, istanbul, kadıköy filan semtlerinin mümessilidir..
    galatasaray beyoğlu, şişli semtlerinde taraftar sahibidir.
    fener'in kaptanı sirkeci'de dükkan açmış, galatasaray'ın ki beyoglu'nda.
    ben iki gözüm spordan anlamam ama, şimdi neden fener'in taraftarı, galatasaray'ın balosu, müsameresi çoktur bunu anladım işte.
    sporda da olsa,halka dayanalım vatandaşlar!..
    halka kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!..

    nazım hikmet yazmış bunu, ne de güzel yazmış

  23. Safa dedi ki...

    aethewulf'un gerek makale gerekse yorumlar kısmındaki tespitlerine, özellikle de bazılarına yürekten katılıyorum. Galatasaray'ın son on yılda belirginleşen kabuk değiştirme süreci de esasen Galatasaray'ın Fenerbahçe'ye evrilme sancısıdır.

Yorum Gönder