Ayten Salih Spor Salonu
Sonda söyleyeceğimi başlıkta söyledim. Meramım budur.
"Türkiye'de Kadın Olmak" konulu tartışma açıldığı zaman, haklı olarak "Bu ülkede kadınlara değer veren ilk spor kulübü bizdik" deyip öne fırlayan Fenerbahçe camiası, tarihinin en başarılı kadın sporcusu Ayten Salih şahsında, bütün kadın mensuplarına "aslında gecikmiş" bir jesti çok görmesin artık.
Yeni yapılan kompleksin içerisinde yer alan iki salondan birisini, Fenerbahçe'yi Fenerbahçe yapan kimsenin adını anmadan "kurumsallık, kapitalizm ve reklam" üçgeninde yitirdik. Bari öbür salonu kurtaralım. Taraftar, yönetim, eski ve yeni sporcular olarak bir ayağa kalkılsa olur bu iş. Aslında sadece kadın taraftarlar / kongre üyeleri uğraşsa, o bile yeter. Uğraşırlar mı? İnşallah.
Zira öyle ya da böyle, bu işin olması için iki önemli neden var.
Birinciye geleni, Fenerbahçe tarihine dair bilgimizin ve saygımızın, gaipten gelen "uydum hazır olan sponsora, maneviyat niyetine" sesleri eşliğinde, her gün biraz daha toprak altına gitmesi... Aslında Lefter, vefatıyla bile bu konuda büyük bir ders verdi. Tarih denen şeyin sadece kağıt üzerine senelerin ve skorların kaydedilmesinden ibaret olmadığını, insanların arasındaki bağı nasıl da güçlendirdiğini gösterdi. Fenerbahçe camiası, Lefter'in bıraktığı yerden devam ederek, büyük bir işe daha imza atabilir. Sürekli terennüm edilen "Güzel Geçmişe Özlem" şarkılarının bir nebze de olsa gerçeğe dönmesi sağlanabilir.
Birinciye bağlı ikinci ama esas neden içinse sizleri Halit Deringör'ün 1999 tarihli, "Jeanne d'Arc" başlıklı bir yazısıyla baş başa bırakayım.
Kim bu Jeanne d'Arc?.. Halk kahramanı değil. Sporcu bir kahraman. Sık sık yarattıklarımız gibi de değil. Ama tarihin derinliklerine gömülmüş ve unutulmuş...
Yıl 1956. Fenerbahçe, Çamlıca ve Erenköy Kız Liseleri öğrencilerinden kız basketbol takımı kuruyor. Bir ilk'e imza atılıyor, koçları da Doktor Önder Dai; gelişmelerinde yardımı büyük oluyor. Kurulan bu takım ilk çalışmalarında, kondisyonlarının artması amacıyla Fenerbahçe erkek yıldız takımı ile beraber çalıştırılıyor.
İlk yıl, İstanbul şampiyonluğunu kazanıyorlar. İşin en ilginç yönü, aynı takım oyuncuları aynı zamanda voleybol oynayıp onda da şampiyon oluyorlar. Bu maçlarda, takımın kaptanı, esmer, yürekli, adaleli bir genç kızdır. Basketbolda 25 sayı yaparak Türkiye'de kişisel "rekor" kırıyor. 1957 yılında Fenerbahçe, bu dalların dışında, bir kürek takımı kuruyor; yine takım şampiyondur ve kaptan da yine aynı genç kızdır. Sonra atletizm takımı kuruluyor ve yine aynı genç kız, sokak koşusunda birinci oluyor. Bu genç kız, değil Türkiye'de belki de dünyada "ilk" komple sporcu unvanına sahip oluyor.
Bütün bu sporları yaparken aynı zamanda tıp fakültesi öğrencisidir. Atatürkümüzün istediği gibi sağlam vücudunda, sağlam kafaya sahiptir.
Bu genç kız, okulunu bitirdikten sonra ülkesi olan Kıbrıs'a, Limasol'a dönüyor. Kısa bir süre sonra da Londra'da reanimasyon dalı ihtisasını yapıyor. Bu sıralarda Kıbrıs'ta ortam iyiden iyiye gerginleşiyor. Genç kız hemen vatanına, Limasol'a dönüyor. Çatışmalarda yaralanan mücahitlere yapılan ameliyatlarda bulunuyor. Onlara yapılan gayri insani davranışlar karşısında isyan ediyor. Ama Rumlar, böyle bir narkozitöre ihtiyaçları olduğundan ses çıkarmıyorlar.
Büyük şöhret yapan bu genç kız, doğal olarak Makarios'un da büyük ilgisini topluyor. Genç kıza yakın kişilerden bir takım bilgiler topluyor. Onu, bulunduğu hastahaneden alarak kendi malikânesinde görevlendirmek istiyor.
Ama genç kız, hekimliğinden ve insanlığından hiç ödün vermiyor. Bu nedenle 20 Türk hemşire ve sağlık personeli oda hapsine alınıyor. Kıbrıs harekâtından sonra onu KKTC Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı'nda görüyoruz. Verdiği çabalarla Kıbrıs'ın bir numaralı insanı oluyor. Herkesten saygı ve sevgi görüyor. Şimdi sporun Jeanne d'Arc'ı emekli. Ama böyle bir insan nasıl emekli olabilir? Nasıl mücadeleden ayrı durabilir? Kıbrıs'ta federe hükümet bu değerli sporcuyu ve mücadeleci insanı bırakmıyor. Kamu hizmetleri yapan dört üyeden oluşan komisyona başkan yardımcısı seçiyor. Tayinler bu dörtlünün önerisi doğrultusunda yapılıyor. İşte bu, sporun Jeanne d'Arc'ının adı, Ayten Salih Berkalp. Namı diğer Arap Ayten. Kısa bir süre önce Kıbrıs'ta,
bu kahraman insan için bir gece tertipledik. Merasimde, Fenerbahçe'de ter döktüğü takımların formalarını giydirdik. Bizlere teşekkür ederken sicim gibi gözyaşlarının formasına döküldüğünü gördük.
Meğer kahramanlar da ağlarmış...
Halit ağabey'in yazısı üzerine söz olmaz ama bir kaç kısa cümle yazacağım için beni affetsin.
"Fenerbahçe sevgisinin adı konamaz" cümlesini dört bir yana yazmaktan kolay şey yok. Hepi topu otuz küsur klavye vuruşu. Ama Fenerbahçe sevgisini dünyalara sığdıramayan Ayten Salih'in adını salona verip, sözü eyleme dökmek de kolay olmalı bizler için. O salona Ayten Salih'in adı verilmeli, orada oynanacak ilk kadın basketbol maçının hava atışını efsane kaptan yapmalı.
17 Ocak 2012 00:38
Sanırım o salonu görmeden yazılmış bir yazı. Salonda resmi maç yapılması mümkün değil.
Tümay
17 Ocak 2012 09:35
Karınca kararınca ben de karaladım bir şeyler konuyla ilgili, kamuoyu yaratabilmek adına. Umutlu muyum, hayır, ama deniyoruz en azından...
http://cizgiden-cikaran.blogspot.com/2012/01/ayten-salih-spor-salonu.html
17 Ocak 2012 12:55
Ben hic boyle bir isim duymamistim, varligindan haberdar degildim. Utanc verici. Son paragrafi, son cumleyi hararetle destekliyorum.
17 Ocak 2012 13:11
İnşallah bu önerini< gerçekleşir; ben de bir kongre üyesi olarak elimden geleni yapmaya hazırım. Teşekkürler.
17 Ocak 2012 13:17
İnşallah bu öneriniz gerçekleşir; ben de bir kongre üyesi olarak elimden geleni yapmaya hazırım. Teşekkürler.