29 Mayıs 2008

Hepsi Bizim


foto

Fotomaç ve Fanatik gazeteleri’nin 23-29 Mayıs Tarihleri arasında Fenerbahçe’nin anlaştığını veya görüştüğünü bildirdiği futbolcular şunlar: Özer Hurmacı, Ronaldinho, Nihat Kahveci, Koray, Kanoute, Adriano, Oliveira, Coupet, Shevchenko, Mehmet Topuz, Fatih Tekke, Emre Belözoğlu. Baptista, Sergio Gomes. Bu gazeteler alenen, yüzümüze baka baka yalan söyleyecek olmadığına göre, yaklaşık 250 milyon € tutacak transferler için helalinden bir 200 milyon €’nun takımımıza medya grupları tarafından verileceğini sanıyorum. Hepsini istiyorlar, biz de istiyoruz, pamuk eller cebe.

(Rauf Tamer Konu Değiştirme Yıldızı) ***

İnsanların yalnız Türkiye’de yaşamakla öğrenebileceği şeyler var. Mesela Türkiye sınırları içerisinde herhangi bir kimse; kendisinden başka bir kimsenin y işi z kalitede n zamanda yapmasını beklerse, karşılaşacağı netice, değişkenler pozitif olmak kaydı şartıyla her zaman (y – t) iş . (z – m) kalite ve (n + k) zamandır. Buna “Türki Belirsizlik Teoremi” denir ve iş dalından bağımsız olarak her meslek grubunda gözlenir. Örneğin evine su damlatan musluğunu tamir ettirmek için bir musluk tamircisini çağıran kimse önce musluğun 1 saat içinde ve en iyi şekilde tamir edileceğini duyacakken karşılaşacağı netice 6 saat sonra elinde musluk olan bir musluk tamircisi ve “Musluğu değiştirmemiz lazım abi. Bu bozuk” temennisidir. Aynı durum devlet dairelerinde de rahatlıkla gözlenilebilir. Herhangi bir devlet dairesine “sadece 15 dakikalık bir iş” sebebiyle giren herhangi bir Türk vatandaşı işlerini asla ve kata o 24 saat içerisinde bitiremeyecek “Perşembe günü tekrar gelmem lazım” diyerek evine geri dönecektir.

“Türki Belirsizlik Teoremi” uzun yıllar Türklerce araştırılmış ve Türkiye’nin dört tarafında milyonlarca vatandaşın katılımıyla kahvehanelerde yapılan uzun tartışmalar sonucunda bunun sebebinin “Türklerin tembel bir millet olduğu” ortaya çıkmıştır. Türk halkı bu müthiş ve şaşırtıcı gerçek karşısında çok fazla hayıflanmış daha sonra büyük bir bedbinlik ve isteksizlikle okey oynamaya devam etmiştir. Ancak tartışmalar bununla da dinmemiştir. Türklerin tembel bir millet olduklarını keşfettiklerinden sonra bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmayacak kadar tembel olduklarını keşfetmeleri herkesi bir kere daha yıkmış, en sonunda okeye dönen herkesin esasında bunu üşengeçlikten yaptığını gözlemleyen ahali yaşamaktan iyice soğumuştur. Bu büyük acıyla kimse baş edemediği için Türkiye’de gerçekten işini yapan kimse kalmamıştır. Herkes sabahın ilk çayından mesainin bitimine kadar vaktini “Türklerin gerçekten çok çok çok tembel bir millet olduğunu” düşünerek geçirmekte ve 3 kıtaya hükmetmiş bir milletin torunu olarak atalarına saygısızlık yapamayacak kadar gerçek Türk olmanın verdiği rahatlıkla kendisinin de “biraz, yalnızca azıcık, dinlenmek için” tembellik yapmasının pek de fena bir fikir olmadığına kanaat getirerek huzur bulmaktadır.

Medya dünyası da bundan bağımsız değildir. Esasında medya basitçe, odasında oturup google da çeşitli siteleri tıklayan ve gördüğü karrrrı fotoğraflarını hangi derginin kapağına koysa daha güzel olacağını düşünen bir grup insanın kolektif çabası şeklinde tarif edilebilir. Bu konuda gerçekten çok başarılı olduklarını da asla yadsıyamayız. Büyük gazetelerin internet sitelerine baktığımızda dünyada hiçbir ülkenin hiçbir yayın organının erişemediği bir verimlilikte google image searchü kullandıkları ve karı fotoğraflarını emsalsiz bir çeşitlilikte sitelerine yerleştirdikleri gözlenebilir.

Medyanın ilgilendiği diğer konular ise İslam, Fenerbahçe ve onun yapacağı transferlerdir. Bu muhteşem dört konunun birlikte görüldüğü bir olay ise şu ana kadar ne yazık ki görülememiştir ve bunun suçlusu da bizzat Fenerbahçe’dir. Türbana girmiş seksi bir mankeni çıplak olarak transfer etmek konusunda akıl almaz bir isteksizlik gösteren klüp, medya tarafından haklı bir “vizyonsuzluk” eleştirisine tabi tutulmaktadır. Adriana Lima’yı Müslüman yapıp sonra soyarak Fenerbahçe Spor Klubünde imza attırmak medya mensuplarının en çılgın fantezisi ve “Medyanın asla erişemeyeceği bir traj noktası” olarak ortaya çıksa da Fenerbahçe’nin bunu yapacağına kimse inanmadığından medya da kendi politikasını kendi başına sürdürmektedir.

Böylece her transfer sezonunda google da aranan oyuncular random bir sırayla Fenerbahçe’ye transfer edilirler. Bunu da herhalde kimse Fenerbahçe’ye soracak değildir! Zaten o en başta bu konuda ne kadar akıl almaz davrandığını yukarıdaki paragrafta göstermiştir.

Her şeyin Türki Belirsizlik Teoremi kısıtında anlamlandığı bu coğrafyada işte bu faktörlerle medyanın mevcut hali anlaşılabilir oluyor. Aşağıdaki transfer haberleri doğruysa Fenerbahçe’nin gelecek sezon Fatih, Kanoute, Shevchenko, Oliviera, Nihat 5’li forveti arkasında Ronaldinho – Alex ikilisi ile oynayacağını umud edebiliriz. Eldeki kadroda göz önüne alındığında Fenerbahçe’nin yegane sorununun futbolun 11 kişiyle oynanması olacağı da böylelikle açıkça ortaya çıkacaktır. Zira toplamda 7 ofansif oyuncu ile oynanıyorsa ortasaha için 0 defans için de 3 boş mevki kalmaktadır. Bu da maçların sağlıklı bir şekilde tamamlanmasına engel olur. Bunca transferden sonra TFF Fenerbahçe’nin 18 kişiyle oynayabileceğini açıklamazsa da bunun adı haksızlıktır.

Ve şimdi güzel bir soru da hepimizin önünde duruyor, Fenerbahçe gerçekten kimi transfer edecek? Bu transfer haberleri olmasaydı ortalama bir taraftarın bilebileceği tek şey Fenerbahçe’nin kimi transfer edeceğinin belirsiz olduğuydu. Hiç haber almadığımız için hiç kimseyle şu an anlaşmadığımızı ve kimseyle de bu yönde bir adım atmadığımızı bilecektik. Bu haberler sayesinde de öğrendiğimiz tam olarak bu. Bunca haberden ve bu kadar medya organından taşan enformasyondan ortalama bir taraftar sadece Fenerbahçe’nin kimi alacağını bilmediğini öğreniyor.

Fenerbahçe’nin transferleri hakkında düşüncelerimi yazacağım bir yazı yazmayı planlıyordum. Bu yazının başına geçtiğimdeyse elinde muslukla duran o muslukçunun çaresizliğini kemiklerimde hissettim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Gerçekten. Her şey çok anlamsız ve boş gözüküyor. Musluk tamir etmek için çağırmış ancak musluğu daha da bozmuş biri gibi utanarak medyaya bakıyorum ve onların da ellerinde musluklarla karşımda durduğunu hissediyorum. Ancak ben bir yere bir iş yapmak için çağrılmış değilim ki? Ben tamamen kendi zevkime göre bir şeyler ifade etmek derdinde olan biriyim. Onlarsa bu işi yapmak için maaş alıp bu işi icra etmekle görevlendirilmiş kimseler. Muslukçu onlar. Gözlerimdeki ifadeyi tahmin edersiniz. Ayıplama. Bu bir şeye reva olmayacak biliyorum. Üstelik bütün yazıdan da öğrenilecek tek şey esasında medyaya güvenilmeyeceği iken bunu yapmaya hakkım da yok, zaten bunu Türkiye’de 6 saat yaşayan herkes biliyor.

Medya güvenilmez. Kimseye güvenemeyeceğimizden biraz daha fazla güvenilmez. Yazının nihayeti de buraya varıyor, bir transfer yazısı yazmaya çalışırken ancak kendisinden bahsettirebilecek kadar bilgi veren absürd bir medyamız var. Ben kahvehanede bile böyle şey görmedim, eve gidip biraz tembellik yapmak istiyorum.

Rinaldi: Gelin Alın
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/28/ana101.html

İsteyen Alır
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/27/fen101.html

Topuz Aşkı Dinmiyor
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/27/fen102.html

İlk Müjde Kanoute
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/26/fen108.html

Coupet Atağı
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/25/fen101.html

Fenerbahçe Oliveira’nın Peşinde
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/24/fen112.html

Adriano Adım Adım Fener’e
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/23/ana101.html

Kanoute İmzayı Attı
http://fanatik.ekolay.net/Fanatik/Default.aspx?aType=Detail&catid=34&articleID=108376

Fenerbahçe’nin Gözdeleri Koray & Özer
http://fanatik.ekolay.net/Fanatik/Default.aspx?aType=Detail&catid=34&articleID=108339

Fenerin Büyük Aşkı Nihat
http://fanatik.ekolay.net/Fanatik/Default.aspx?aType=Detail&catid=34&articleID=108299

Ronaldinho Heyecanlandırdı
http://fanatik.ekolay.net/Fanatik/Default.aspx?aType=Detail&catid=34&articleID=108168

Özer Fener’e Doğru
http://fanatik.ekolay.net/Fanatik/Default.aspx?aType=Detail&catid=34&articleID=108013

Emre Tamam
http://www.fotomac.com.tr/fen109.html

Baptista Pazarlığı
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/28/fen101.html

Sheva: Söz Verdim
http://www.fotomac.com.tr/2008/05/27/fen104.html
Devamı ...

25 Mayıs 2008

Fenerbahçe - Türk Telekom
TBL Final Serisi


foto

TBL FİNAL SERİSİ 1. MAÇ 25/05/2008
Fenerbahçe Ülker 100 - Türk Telekom 72
NTVSPOR ve Ajanslar

Beko Basketbol Ligi'nde şampiyonun belli olacağı final serisi başladı. Fenerbahçe Ülker, serinin ilk maçında konuk ettiği Türk Telekom'u çok üstün bir oyunun ardından 100-72'lik skorla mağlup etti.

Karşılaşmaya iyi başlayan sarı-lacivertli ekip özellikle James White'ın sayılarıyla ilk çeyreği 25-18 önde kapadı. İkinci çeyrekte Tutku, Haluk ve Dudley ile basketler üreten Telekom, 15. dakikada skoru 36-36'ya getirdi. Bu bölümden sonra savunmasını sertleştiren Fenerbahçe Ülker, Kinsey, Ömer Onan ve Solomon ile kaydettiği basketlerle 17-2'lik bir seri yakaladı ve devreye 53-38 üstün geçti.

İkinci yarıda oyundan kopan Telekom karşısında, Kinsey, Solomon ve Semih'in skorer oyunuyla farkı iyice açan Fenerbahçe son periyoda 75-50'lik üstünlükle gitti. İki takımın da oyun disiplininden koptuğu ve yedek oyuncularına şans verdiği son bölümü de rahat bir tempoda götüren sarı-lacivertliler salondan 100-72 galip ayrıldı.

Bu galibiyetle seride 1-0 öne geçen Fenerbahçe Ülker'de 5 oyuncu çift haneli sayılara ulaşırken, Willie Solomon 15 sayı-7 asist, Tarence Kinsey 15 sayı-5 ribaunt, Oğuz Savaş da 12 sayı-5 ribaunt ile oynadı.

Konuk ekipte ise Erwin Dudley'nin 15 sayı-7 ribaunt ve Barış Özcan'ın 12 sayılık performansları farklı yenilgiye engel olamadı.
Devamı ...

24 Mayıs 2008

Zico Bizim Kralımızdır


foto

Kızılmaske romanlarının bilindik bir sekansı Fantom Koruluğu’dur. Ormana düşen ve Fantom’u arayan yabancı istemeden şaşıbeş gibi Fantom Koruluğu’nun ortasında bulur kendini. İtalyan çizgi romanlarına has korku efektleri ile etrafına bakarken kurukafa şeklindeki ağaçları görür. Ormanın içinde esen rüzgar “Fantom” diye sesleniyor gibidir. Yabancı korkmaya başlar, yüzyıllardır süren ses, ağaçların şekli, kutsal bir şeyle karşı karşıya olanların verdiği bir ürperti yaratır içinde. Fantom Koruluğu’nda Fantom sesi jenerasyonlardır devam ediyordur ve o yalnızca batıdan gelen bir “yabancıdır”. Gerçek dünyada ise ancak Maracana Stadı’na düşen biri böylesi bir halet-i ruhiye yaşayabilir. Çimlerin üstünde onlarca yıldır süren bir ses bulunur “ei ei ei o Zico o nosso rei!” Zico bizim kralımızdır.

Türk medyasının hali Fantom Koruluğu’ndaki yabancı gibi. Onlar hiç görmedikleri, bilmedikleri ve asla anlayamayacakları bir kutsal yerin ortasına düştüler. Orası gerçekten büyük ve kendi maddi gerçekliklerinde karşılaşayamayacakları bir krallığın topraklarıydı. Orada Dünya Kupası, onlarca şampiyonluk, yüzlerce gol ve herkesin gıptayla bakmaktan boğazını kurutan başarılar silsilesi bulunuyordu. Bütün bu enternasyonel ve aynı oranda mucizevi başarılar ise o başarıların elde edilmesini mümkün kılan ince, beyaz, yumuşacık bilekleri olan ve futbolu şövalye gibi büyük bir asaletle oynayan bir adamın tornasından çıkmıştı. Onu izleyenler çocuklarına “ben Zico’yu gördüm” diye anlatırken, Maracana Stadı’na çıkan her genç futbolcu o büyük ismin izinde yürümenin verdiği tedirginlikle jenerasyonlarının Zico’su olmak için dua ediyordu. Medyamız ise şerefli mağlubiyetlerin, günlük dar kalıpların, hep yerel başarıların ses düzeniydi. Maçların ancak hakem hatalarıyla anlamlı olduğu, şampiyonlukların sezon boyunca süren şaibe dedikodularının gölgesinde kaldığı, en büyüklerin uluslararası herhangi bir havzaya çıktıklarında madara olduğu, efsanelerin İngiltere’den 8 yediği bir tarihsel gelenekten gelen çok bilmişler korosu şimdi bu topraklarda pusulasız kaldı. Bildikleri tek şeyi yaptılar onu “başarısız” ilan ettiler.

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali. Türkiye Ligi Şampiyonluğu. 17 derbi maçta 10 galibiyet 3 yenilgi. Türk medyasıyla ilgili şaşırtıcı gerçek işte şöyle özetlenebilir. Bütün bunları “başaran” bir teknik adam esasında “başarılı” değildir, hatta düpedüz ayan beyan başarısızdır. Çünkü Şampiyonluk kaçmıştır. Mükkkemmel muhteşem ve tarihin en büyük takımı medyanın sene başında belirlediği ve beklediği bu yüzden de beklentisi olan şampiyonluğu elde edememiştir. Medyamızın aynı sene başında Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali’nde oynaması ihtimaline 1’e 1000 veren bir gönülsüz dar kafalılıkta bulunması, bu ihtimali ancak ve yalnız dalga konusu yapabilecek olması, ondan da kimsenin sene başında böyle bir yazı yazmaya dahi cesaret edememesi ise göz önüne alınacak bir şey değildir. Zaten en başta medyamızın hüküm sürdüğü evrende yorumlar pozitif verilere bağlı olarak akıl ve mantıkla oluşturulmaz. Orası görenin dudağını uçuklatan, gözlerinden yaş getiren bir duygular alemidir. Yükselen haykırış, zırıltı ve öfke kakafonisinde komplo teorileri caddesini mesken tutmuş Hıncal’ı hemen geçince karşınıza elinden şekeri çalınmış bir çocuk gözüyle Gürcan’lar bakar ve “ama ama” diyerek başarısız ilan ederler. Daha da ileri gidebilirler! Medyamıza göre O; dünyanın ilk, Maracana stadında 333 gol atan, 1978, 1982 ve 1986 tarihinde Dünya Kupasında oynamış, 1983 de yılın oyuncusu seçilmiş, 1972-1993 arasında 14 kupa kazanmış, 2004’de Asya Kupasını almış, Fenerbahçe ile Şampiyonlar Ligi Çeyrek finali oynamış “Futboldan anlamayan” insanıdır. O Zico’dur.

Birinci gerçek bomba gibi, Zico başarılıdır. Akla hayale sığmayacak kadar başarılıdır. Zira Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali oynamıştır. 2006/07 Sezonu Çeyrek Finalisti PSV, 2004/05 Uefa Kupası galibi CSKA, 2006/07 ve 2007/08 İtalya Şampiyonu İnter den mürekkep grupta Fenerbahçe 1 yazıyla BİR yenilgi alarak gruptan çıkmıştır. Grup birincisi İnter de bir yenilgiye sahip ve onun da üstünde Fenerbahçe yazıyor. Gruptan çıktıktan sonra da Fenerbahçe 2 sezon üst üste UEFA kupası kazana Sevilla ile karşılaşmış ve onu elemiştir. Zico’ya işte böyle bir başarı, medyamıza ise bu takımları “eski günlerini aratan”, “geçmişin gölgesinde”, “duvara karşı” diye sıfatlandırmak nasip oldu.

Türkiye Ligi’nde ise Zico ilk sezonunda şampiyon olmuştur. Bu kendisinin kurmadığı, hiçbir transfere karışmadığı – karışamadığı bir dönemde önüne konan futbolcularla elde edilebilecek en büyük başarıdır. Medyamız içinse bu bir “tabiat” olayıdır. Türkiye Ligi’nde oynayan Fenerbahçeler x zamanda y kadroyla mutlaka şampiyon olurlar.

İkinci sezonda ise Fenerbahçe şampiyonluğu kaçırmıştır. Nasıl kaçırmıştır? Roberto Carlos sakattır. Takımın düzgün bir forvet hattı bulunmamaktadır. Kanat yoktur. Kadro dardır. Detaylı bir analizi PVH yazdı. Bu hepimizi üzen durum, yerel başarılar karşısındaki açlığımızı da gösteriyor. Şampiyonluk gitti ve medya tamtamları çalmaya başladı. Halbuki Fenerbahçe bu sene şampiyonluktan çok daha değerli bir şeyler elde etmişti, geleceğe dair çok büyük bir rüya kurduk hepimiz.

Şimdiyse yönetim Zico ile anlaşmamak için elinden geleni yapıyor. Sezon sonuna kadar kendisiyle görüşmediler ve hala daha görüşmüş değiller. Zico fiyatını ikiye katlamış dahi olsa, yapılacak seçim “maliyet” ile ilgili olmamalı, Fenerbahçe’nin nasıl bir takım olmak istediği ile ilgili olmalı.

Seçeneklerimiz esasında çok fazla değil. Birinci seçenekte Zico duruyor. Dünya çapında bir prestiji var. Avrupa çapında duyulacak bir başarı istiyor. Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu hedefi onun için gerçek, ciddi ve ulaşılması gereken bir hedef. Büyük bir futbol zekası, önemli bir kariyeri ve Fenerbahçe ile geçirdiği 2 sezonu var. Fenerbahçe takımı ona emanet edebilir, onun futbol aklıyla onun istediği yerlere istediği standartlarda futbolcu alabilir. Kadroyu derinleştirir ve birkaç sene sabreder. Zico kişisel prestiji ve saygınlığı ile bir çok futbolcu için önemli bir güven unsuru oluşturuyor. 24-28 yaş arası Gğney Amerikalı yıldızlar onun liderliğine inanıyorlar. Bütün dünya futbol entelijansiyası ile sarsılmaz bağları var. Fenerbahçe’nin Türkiye Ligi’nde top koşturması sebebiyle eksiği olan büyük yetenekler için cazip bir ortam oluşturmaktaki dezavantajını Zico avantaja çevirebilir. Roberto Carlos böyle geldi. Bunun yaratacağı etkiyle daha genç ve ihtiyacımız olan yıldızları alabiliriz. Herhangi bir takımsa 1 senede kurulmaz. Bir takım aynı bir ordu gibidir. Yıllarca süren beraberlik, insanların birbirlerine olan güveni, birbirlerini tanımaları ve ortak vizyona inançları ile oluşur. Takım liderlik ister, takım zaman ister ve Zico bir takımın ihtiyacı olan liderliği de kişisel özellikleri ile sunuyor. Futbolcular kendisine bayılıyorlar. Saygınlığı diğer futbolcuları da kendisine çekiyor. Kaka gibi büyük yıldızlar bile Zico’nun takımını izliyorlar. Dolayısıyla Zico bu tip bir liderliği de en üst seviyede sunabilecek bir insan olarak sivriliyor. Fenerbahçe Zico ile kendi Busby & Ferguson efsanesini yaratabilir. Ona güvenerek, onun istediği transferleri yaparak onun takımını kurabilir ve bu yatırım çerçevesinde arzulanan başarılara ulaşabiliriz. Bu yalnızca yıllarca sabretmek değildir, bu aynı zamanda her sene bir adım ileriye giden bir Fenerbahçe’nin keyfini çıkarmak da demektir. Manchester’ın gerçekleştirdiğini biz de yapabiliriz.

Diğer yol ise klasik yol. Zico gider. Bir teknik adamla anlaşılır. Bu arada yönetim bir takım transferler yapar. Gelen teknik direktör önüne konulan bu kadroyu yönetmek zorunda kalır. Başarılı olursa takımın başında kalır, olmazsa gider. Yönetim teknik direktörü de bir tür oyuncu gibi gören vizyonu ile arzuladığı başarıya ulaşmak için kendi bildiği yolda devam eder. Bu, Fenerbahçe’nin milyonlarca euroluk bütçeye sahip Avrupa’nın üst düzey klüpleri arasından sıyrılmasını planlı, programlı ve stratejik bir çalışmaya değil şansa bağladığının göstergesidir. Böyle bir klüp ancak olasılıklar evreninde bir ihtimalin gerçekleşmesiyle Şampiyonlar Ligi şampiyonu olacaktır.

Bence Fenerbahçe yerel başarılar için fazla değerli bir klüp. Zira Milyonlarca Euroluk takımlarla ve bütçelerle yarışıyorsanız önünüzde iki yol var. Bütçenizi La Liga ve Premier League’in en iyi takımlarının seviyesine çıkartırsınız ancak yalnızca bu yetmez, liginizin standartlarının da La Liga ve Premier League standartlarında olması gerekir ki, Pato, Torres, Kaka, Robinho gibi genç yetenekler sizi “tercih” etsin. Böyle kurulan bir takımla başarı gelebilir, zira rekabet edebilirliğiniz artar. Ancak bu gerçekçi değil, Türkiye ligi orta vadede bir La Liga olmayacak, her sene onlarca oyuncuyu ihraç eden Portekiz Ligi gibi dahi olmayacak. O halde Fenerbahçe kadro yatırımı yapmalıdır. Arttırılan bütçe gibi her sene oyuncu kalitesi ve kadro derinliği bir teknik çerçevesinde arttırılmalı, her sene Avrupa’da göze batan bir başarı elde edilmeli ki Fenerbahçe hem üst düzey yıldızlar için Avrupa’nın önemli klüplerinden biri olarak tercih edilebilir olsun hem de istenilen şampiyonluğa erişilsin. Bu ne Ajax ne Chelsea modelidir, tam orta yoldur. Ancak hem yerel takıntılarımızı devam ettirip hem de Avrupai bir bütçeye sahip olmak seçeneği seçilirse Avrupa’da başarı gelmeyecektir, Türkiye Ligi Şampiyonu olan çok pahalı bir takımdan başka elimizde bir şey olmayacak.

Zico işte bu yüzden bir maliyet sorunu değildir. Zico bir amaç sorunudur. 3 milyon €’nun verilebileceği, verilmesini de şart koşan bir amaç sorunudur. Bu sorunun karşısında bir efsane yaratmak, büyük bir başarı elde etmek ve klüple kimliği bütünleşmiş bir teknik adam elde etmek bulunacaktır. Bu yolun sonunda yalnız başarı değil, göz kamaştıran bir hikaye de Fenerbahçe’nin elinde olacaktır. Diğer yolda ise, Fenerbahçe’yi yalnız Zico’yu kaybeden bir takım değil, yerel amaçları olan küresel bütçeli bir takım dilemması bulacak.

Şu ana kadar gördüklerimiz bu şark takımını açığa çıkartıyor. Zico’yla görüşmemek, menfi veya müspet hiçbir şey dememek saygısızlık. Görüşmeler sırasında Galatasaray veya Ankaraspor maçını öne çıkarmak, medyaya “ismini vermek istemeyen yöneticiler” eliyle bunları sızdırarak kamuoyu oluşturmaya gayret etmek yalnızca “basit”. Fenerbahçe sezon sonunda Zico ile el sıkışarak ayrılabilirdi ve o zaman diyecek bir şeyimiz olmazdı, daha iyisini beklemeye devam ederdik, ancak bu ayak oyunları Fenerbahçe’ye bu başarıları elde etmiş değerli bir insana yapılmayacak bir vefasızlık olarak canımızı acıtıyor.

Belki yönetim fark etmedi ama, Zico’yu biz çok sevdik. Efendiliği ile sevdik. Her maçtan sonra çok analitik bir şekilde maçı yorumlaması, yenildiği zaman gösterdiği centilmenliği, futbolcularla kurduğu babacan iletişimi, Deivid’i, Gökhan’ı hatta Kezman’ı kazanışıyla sevdik. Medyanın kendisine sürekli fırça çeken teknik direktörleri ululadığı diğerlerini ise yerin dibine batırdığı bir pespayelikte “yüzgöz” olmadığı için takdir ettik. Kazandırdığı başarılarla ne kadar gurur duyduysak Fenerbahçe’ye kazandırdığı moral değerlerle de o kadar mutlu olduk.

“Zico o nosso rei” Zico bizim kralımızdır. Onu takımın başında görmek istiyoruz, çünkü bu taraftar artık yerel başarılarla, elde edilen bir şampiyonlukla tatmin olmuyor, kaçan bir şampiyonluk sonrasında yerle yeksan olmadığı gibi. Bu taraftar gerçekten güzel, harika ve asil bir hikaye bekliyor. Fenerbahçe Busby’sini bekliyor. Bu jenerasyon Lefterlerin jenerasyonunun yaşattığı büyük “efsane”ye hazırdır, yönetim izin versin, hep beraber yaşayalım ve bizde Flamengo taraftarı gibi bağıralım.
Devamı ...

22 Mayıs 2008

2007-2008 Sezonu ve Transfer


foto

Aslında transfer konusunda bir yazı yazmak için oturmuştum bilgisayar başına ama mevcut sorunlardan bahsetmeden transfer konusunda yazmak hastanın yüzüne bile bakmadan reçete yazmaya benzeyecekti. Bu sezondur, hatta son iki sezondur yanlış giden bir şeyler var. Bunun tespitini yapmak özellikle Avrupa'da alınan tarihî başarıdan sonra hiç kolay değil. Bu sorunu analiz edebilmek için bütün rakamları önümüze sermemiz, takımın neleri yapamadığını düşünmemiz ve bu sorunların nasıl çözüleceği hakkında fikirler üretmemiz gerekiyor.

Rakamlarla başlamak gerek. Geçen sene 70 puanla şampiyon olmuşuz, içeride alınan 38, deplasmanda alınan 32 puan var. Galatasaray'ın ve Beşiktaş'ın deplasmanda 51 puanın sadece 21'ini Trabzon'un 18'ini alabildiği düşünülürse geçen sezon iyi bir takımın ligi erkenden bitirmesi işten bile değildi ama geçen sene son haftalara kadar lig yarışı devam etti. Beşiktaş'a deplasmanda kaybedilecek bir puan bizi bir şampiyonluktan daha edebilirdi. Öncelikle böyle bir sezonu şampiyonluk nedeniyle başarıyla tamamlamışız gibi algılamak büyük bir hataydı. Galatasaray ve Beşiktaş gibi iki takımın deplasmanda alınabilecek 51 puandan sadece 21'ini alması her zaman olacak bir mucize değil. Bu sene iki takım da deplasmanda 37 puan aldı, hatta Sivas bile 33 puan alarak bitirdi. Geçen sene şampiyon olduğumuz 70 puanı bu sezon alsak ligi 4. bitiyor ve UEFA kupasına bile katılamıyorduk.

Bu gerçeklere ve son iki sezonunlarında 24 gol atıp, 13 asist yapan takımın önemli güçlerinden Tuncay ve 12 asist yapan Ümit gitmesine rağmen takım başarılıymış, her şey yolundaymış ve yabancılar uyum sürecini atlatınca uyumlu ve sistemi işleyen bir takım oluşturulmuş gibi bir hava yaratıldı. Peki neydi bu havayı yaratan? Birincisi gelen şampiyonluktu elbette, bir sezon önce yaşanılan şokun etkisiyle de bu şampiyonluğa büyük anlam yüklenmiş, ligin lider bitirilmesiyle başarılı olunduğu düşünülmüştü. İkinci etken 100. yılın stresiydi. Böyle bir sezonda kaybedilecek bir şampiyonluk bir önceki sezonun şok etkisini arttırır, içinden çıkılmaz bir kaosa girilebilirdi, işte bu stresin sonunda gelen şampiyonluk büyük bir başarıydı. Aynı şekilde 100. yılda amatör branşlarda alınan başarılar da gelince rekorlar kırıldı ve mükemmel bir yüzüncü yıl yaşanmış oldu. Bütün bunlar oynanan kötü futbolun unutulmasını sağladı. Son olarak, bence en önemli faktör, Roberto Carlos transferiydi. Dünya basınında yer bulan bu transfer futbolun gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından birisini bize canlı canlı Fenerbahçe forması ile izletecekti ama bu transferin amaçladığı prestij ve sansasyonun olumsuz bir yönü ortaya çıktı; kaybedilen önemli oyuncular, oynanan kötü futbol unutulmuş, Roberto Carlos transferi ile takımın çağ atladığı ve zaten başarılı olan bir takımın böyle bir transferle şahlanacağı düşünülmüştü. Oysa geçen sene içeride oynanan Manisa, Denizli, Bursa, Sivas; deplasmandaki Antalya, Kayseri maçlarına bile bakmak yeterli olacaktı eksikleri analiz etmek için. Bu maçların hepsinden sonra "hayatımda izlediğim en kötü Fenerbahçe'ydi" ve "bu hafta gitti artık şampiyonluk" laflarını duyabilirdiniz, inanmayan arasın baksın. Şampiyonluk ve bir transfer hepsini unutturdu.

Peki neydi kötü giden? Bu senenin rakamlarına bakalım. 34 maçta yenilen 37 gol ve deplasmanda kaybedilen 22 puan. Evimizde aldığımız 44 puanla bu alanda lideriz ama deplasmanda Sivas'tan bile az puan almışız. Üstelik ligde bizden az gol yiyen 5 takım var, ve lig 11.'si bile bizden az gol yemiş. Bir başka ilginç istatistik de 72 golle açık ara en fazla gol atan takım olmamız. Peki bu rakamlar ne ifade ediyor? Okuduğum, dinlediğim, duyduğum bazı teoriler şunlar:

1. Avrupa'da bu kadar başarılı olan bir takım ligde başarısızsa, İnter'i perişan eden takım küme düşen takımlara puan dağıtıyorsa bunun sebebi oyuncuların lige motive olmamasıdır.
2. Puan kayıpları çoğunlukla CL maçlarından sonra geldi, muhtemel sebebi de fiziksel yorgunluktu.
3. Oyuncularımızın çoğu genç ve Avrupa'ya ilk kez gelen veya daha önce gelip başarısız olanlardı. Bu yüzden Avrupa kupası maçlarında fazladan bir motivasyonları vardı.
4. Bir takımın İnter maçına da, Sevilla maçına da Kasımpaşa maçına da aynı sistem ve düzenle çıkması anlaşılır bir durum değil, sistemimiz buna uygun değil.
5. Kapanan takımları açamıyoruz, atak yapamıyoruz, ligde tek forvet oynayarak bunu başaramayız.
6. Brezilya stili futbol oynuyoruz, takım fiziksel olarak dirençli değil, takım savunması yapamıyor, kolay gol yiyoruz.
7. Takımda çok fazla yabancı olması nedeniyle sıkıntı çekiyoruz, Fenerbahçe için ligin önemini bir Türk oyuncu kadar iyi kavrayamıyorlar.
8. Bu hakemlerle şampiyon olamayız.

Gözümden kaçan başkaları da vardır fakat aklıma gelen belli başlı teoriler bunlardı. Her gerçeği açıklarken olduğu gibi bunu açıklarken de yukarıdakilerden sadece birkaç tanesi yerine hepsinin katkısı olduğunu -gereksiz olsa da- hatırlatmak gerek. Fakat bunlar ne derece doğru ve yeterli. Öncelikle madde 8'i bu noktada eliyorum. Sürekli federasyon ve hakemden şikayet etmek gerçekleri görmemizi engelliyor, teşhis koymamızı imkansız hale getiriyor. Ayrıca bu sene hataların Galatasaray'ın işine yaradığı doğrudur ama salt bunu sebep olarak alıp oynanan istikrarsız futbolu açıklayacaksak unutmayalım ki bu hatalar olmasa yine şampiyon olamayacaktık, Beşiktaş olacaktı.

Girişte iki sezondur aslında futbolumuzu geliştiremediğimiz gerçeğini göstermeye çalıştım. Bunun sebebi yukarıda sayılan sebeplerin bazılarının bize tam olarak doğruyu göstermeyeceğini açıklamaktı. Öncelikle CL sonrası maçlarda puan kaybettiğimiz ve bunun fiziksel yorgunluktan kaynakladığı iddiası var. Geçen sezon bu sezondan daha fazla puan kaybeden takım bu kadar üst düzey maçlara çıkmamış, Avrupa'da çeyrek final oynamamıştı. O yüzden her ne kadar kadronun derin olmaması nedeniyle CL maçlarından sonra sıkıntı yaşansa da tek başına başarısızlığı açıklamak için yetersiz bir neden. Benzer şekilde sadece "lige motivasyon olamıyorlar" demek de teşhis koymayı imkansızlaştırıyor. Bunun bizi götüreceği nokta müthiş bir kadroya sahip olduğumuz ve bir psikolog, hitabetini kuvvetli bir imam, ya da William Wallace transfer ederek ligi süpüreceğimiz. Fenerbahçe gibi bir takımın motivasyon sıkıntısı nedeniyle son iki sezonda tam 26 maçta yani maçların % 40'ında puan kaybetmesi mümkün değil. Bu sıkıntı 3 maçta puan kaybına neden olabilir 5 maçta da olabilir ama oyuncular maçların % 40'ında yaptıkları işe konsantre olmuyorlarsa kendimizi boşuna yoruyoruz. Tabii ki bu kanıyı güçlendiren en büyük etken Avrupa'da gelen başarıydı. Avrupa'da bu kadar iyi oynayan takımın oyuncuları ve sistemi işliyor demektir, ligde başarısız olduğuna göre ligi ciddiye almıyorlar çıkarımı bize motivasyon ekskliğini neden olarak sunuyor. Kuantum fiziğinden 100 alan öğrencinin klasik fizik dersinden kalmasını o sınavda dalgınmış demek diyerek açıklamak gibi. Oysa iki dersin konuları da farklıdır ve belli ki öğrenci klasik fizik konularını unutmuş, son senelerde bolca çalıştığı kuantum fiziğinde başarılı. Peki nedir bu unuttuğumuz konular?

Galatasaray maçı öncesi Derbide Ne Olur? yazısında Fenerbahçe'nin sezon boyu oynadığı oyun sisteminden bahsettim. Kısaca ana hatlarını hatırlamak gerekirse
Topu orta sahada tutan Fenerbahçe istediği zaman tempoyu arttırıp rakip yarı alanda seri ve isabetli paslarla istediği zaman gol pozisyonu üretebiliyor. Bu oyun düzeninin kendi alanına yığılıp savunma yapmayan, ileri çıkan takımlara karşı ortaya konması daha kolay... Fenerbahçe'nin oyununu bozacak bazı etkenler var. Birincisi bu sene oynanan kupa maçında da olduğu gibi rakip çok tempolu ve ileride sert baskıyla oyuna başlayınca takımın oyunun kontrolü tamamen yitirmesi. O kupa maçında daha 10. dakikada üç pozisyon bulmuş ve bir gol atmıştı Galatasaray. Aynı şekilde Sevilla deplasmanında 10 dakikada iki gol yenildi ve Chelsea daha 5. dakikada 1-0 öndeydi. Rakibin saldırganlığına cevap vermek yerine rakibi önce durdurmaya çalışan Fenerbahçe bunun bedelini özellikle defans oyuncularının basit bireysel hatalara meyilli olması nedeniyle ödeyebilir... Orta sahada baskıyla karşılaşan ve istediği paslaşmaları yapamayan Fenerbahçe'nin kanatları kullanması gerekiyor... Kısacası, Galatasaray maça baskılı başlayacaktır, ilk 15-20 dakika bu baskıya karşılık vermek için Fenerbahçe'nin oyun karakterinden vazgeçmemesi, oyuncuların bol bol koşması, pas için uygun alan yaratmaları ve topu mümkün olduğunca ayakta tutmakta diretmeleri gerekiyor. Galatasaray'ın 90 dakika maça başladığı direnci göstermesi fiziksel olarak imkansız olduğu için, kupa maçındaki gibi maçın ilerleyen bölümlerinde kontrolü ele alan, isabetli paslarla çıkmaya başlayan Fenerbahçe istediği baskıyı yaratabilir... Fenerbahçe golü bulacaksa Beşiktaş maçındaki gibi seri paslarla orta sahayı geçerek veya kanatlarda yapılan ortalarla bulacaktır. Kontra atak oynamaya uygun bir yapımız olmadığı için kontra ataklarla gol bulabileceğimizi de düşünmüyorum.

Bu sezon Avrupa kupalarında evimizdeki bütün maçları kazandık, peki bunun sırrı neydi? Hiçbir Avrupalı rakibimiz Kadıköy'e gelip tamamen defansif bir oyunla beraberliği alıp gitmek istemiyor. Hedefleri Fenerbahçe'yi kilitlemekten çok kendi futbollarını oynayıp Kadıköy'den puan çıkarmak oluyor. Chelsea maçı buna güzel bir örnek. İlk yarıda presle bizi kendi yarı alanımıza kapatmış, golü atıp soyunma odasına 1-0 önde girmişlerdi. İkinci yarı deplasman golünün önemine ve Fenerbahçe'nin etkisizliğine de güvenerek orta sahada bol pas yapıp oyun kurmamıza izin vermişlerdi. Sonunda oyunu Chelsea yarı sahasına yıkmış ve iki golü öyle bulmuştuk. Aynı şablonu Sevilla maçlarında da görmek mümkün. Rakip 90 dakika Fenerbahçe'nin oyununu bozmak yerine oyunun belli bölümlerinde Fenerbahçe'nin oyununu presle bozup yorulunca dikkatle defans yaparak orta alan hakimiyetini bize veriyordu. Hücum gücü genelde orta sahadaki oyuncuların yaratıcılıkları ile sınırlı olan Fenerbahçe de maçta rahat pas yapıp orta saha oyuncularına boş alanlar bulduğunda yaratıcılığını ortaya koyuyor ve çoğu jeneriklik goller buluyordu.

Peki orta sahada bol pas yapıp oyunu sabırla rakip sahaya yığmaya çalışan bu sistem neden ligde çalışmıyordu? Çünkü ligde oynadığımız takımlar bir plan çerçevesinde gol atmak veya futbol oynamak değil sadece Fenerbahçe'yi durdurmak niyetindeler. Peki bu rakipler için kolay oluyor mu, çoğu zaman evet. Üstelik tek forvet yerine çift forvet oynayalımla çözülemeyecek kadar büyük bir sorun bu. Fenerbahçe'yi durdurma planının ilk aşamasında 2 adet hücum yönü zayıf defansif orta sahanın önünde oynadığı için hücum organizasyonlarının beyni olan Alex'i kilitleme var. Ankarasporlu Hürriyet taktiğiyle tekme tokat ya da kalabalık orta sahada bir adamın Alex'e yapışıp maç boyu fazladan yorulmasıyla mümkün bu. Kalabalık orta sahanın fizik gücü zayıf Fenerbahçe'yi durdurması için sürekli koşması, topu kovalaması yeterli. Yoğun presi aşmak için gerekli olan şey yetenekli futbolcular. Hızlı düşünüp hemen pas verecek oyuncularla baskı durdurulabilir, hatta bu paslar ileriye olursa baskı yapan takım büyük sıkıntı yaşar fakat takımda bu düzeyde yeteneği olan sadece Alex ve Deivid. Deivid'in top kayıplarına bakılınca da sadece yeteneğinin de bu baskıyı kırmakta yeterli olmadığı anlaşılır. Bu yüzden herkesin diline dolanan oyunun iki yönünü de oynayabilen kuvvetli orta saha oyuncularına ihtiyaç var.

Orta sahada durdurulan Fenerbahçe kilidi açmak için çözüm üretemiyor. Bu sene Kezman yerine Drogba gelse de, ligde çift forvet oynasak da bu değişmeyecekti. Birkaç maçta kanatları da kullanarak bu sorunu aştık ve çok iyi futbol oynadık, fakat Uğur ve Kazım'ın istikrarsızlığı, Deivid'in hiçbir kanat oyuncusu özelliği olmamasına rağmen kanatta oynaması ve Roberto Carlos veya yerine oynayan Wederson'un hücuma çok az katkı vermesi nedeniyle kanatları neredeyse hiç kullanmadık. Deivid de ortaya çekince orta sahanın ortasına yığılmış ve biraz boşluk bulsak da oynasak diyen oyuncuların beyhude çabasına kaldık. İki sezondur derbilerde gelen başarının sırrı da bu. Beşiktaş bize karşı oynarken Manisa gibi orta sahaya yığılıp pas trafiğimizi kesmekten çok kendi hücum planını işletmeye çalışıyordu mesela. Fakat Galatasaray zayıf noktamızı bu sezon keşfedip bize karşı Anadolu takımı gibi oynamaya başlayınca (lig maçı buna güzel bir örnek) oynadığımız son üç maçı kazanamadık.

Ayrıca iki sezondur kontraatakla bulduğumuz gol sayılı. Takım yavaş ve genel olarak fiziği zayıf oyunculardan oluşunca ortaya çıkan bir sorun bu. Zico geçen sene Rıdvan'la yaptığı röportajda kendi ağzıyla "Biz hızlı oynayamayız, sistemimiz bu" diyince Rıdvan söyleyecek kelime bulamamıştı. Bu yavaşlık ve fiziksel zayıflık sadece kontraatak yapmak için değil, orta sahayı kilitleyen takımları açmak için de şart. Baskı yapan oyuncuyla kavga edecek, topu saklayacak ve isabetli pasla baskıyı çözecek oyuncularımız yok. Ayrıca orta sahada Alex'in veya Deivid'in 3 adamı birden oyundan düşürecek bir bel hareketi ve pasını beklediğimiz anlarda oyunu kanatlara yayacak, kanatlarda da çizgiye inecek, orta yapacak oyuncular gerekiyor.

Bu kadar fazla gol yenmesinin sebebi de kişisel olarak yetenekli olsalar da 2 sezondur sürekli kademe hatası yapan defans oyuncuları. Çok yavaş olmaları ve birinci kalecimiz Volkan'ın 3 maçta bir skandal kötü bir gol yemesi de üzerine eklenince bu kadar fazla gol yememiz çok normal. Orta sahada yapılan aşırı fazla top kayıpları hücum gücünü baltaladığı gibi koşmayan ve fiziksel olarak yetersiz takımımızın hızlı ataklar yemesine sebep oluyor.

Kısacası, bu kadar fazla puan kaybı sadece motivasyon kaybıyla açıklanamaz. Ligde başarılı olacak bir kadro yapımız ve oyun sistemimiz yok ve en ciddi sıkıntımız hücum alternatiflerimizin sınırlı ve oyuncuların performansına bağlı olması. Şimdi transfer mevsimi ve bu sorunları çözmemiz gerekiyor. Şu ana kadar atılan adımlar umut verici değil. Bu yazı çok uzun olduğu için transfer konusuna birkaç gün içinde başka bir yazıyla değineceğim.
Devamı ...

20 Mayıs 2008

“Biz seni kupaların için sevmedik ki”


foto

Daha maçın onuncu dakikası ve televizyonu geç açtığım için kadroları bilmiyorum. Hemen ilk iş sağ üst köşede skora baktım: Fenerbahçe:1 – Galatasaray:1.
10 dakikada iki gol olmustu ve ben ikisini de görememiştim ama aklıma takılan ilk golu kimin attığıydı. Bizim olmamızı umdum, zira derbilerde geriden gelip maçı almak o kadar kolay değildi. Ben bunları düşünürken 12. dakikada sağdan açılan ortaya Ilhan Parlak kafasını nefis uzattı, Aykut’un çaresiz bakışını hatırlıyorum. Farka gideceğiz dedim içimden, neden İlhan’ın derbide ilk onbirde oynadığını aklıma bile getirmeden.

Kaldı ki kahvaltı için uyandırmasalar eminim farka gidecektik. Derbilerde rüyayı gerçekten farksız kılacak ezici bir üstünlüğümüz vardı çünkü, neden yine 6 atmayalım ki.

Rüyayı bir işaret sayıp ilk yazımı yazayım dedim, diğer yazar dostlarımı daha fazla gücendirmeden. Aslında Papazınçayırı’nı kuran 5 arkadaşın dostluğu dünyayı kurtarmayı düşündükleri ilk-gençlik hezeyanlarına kadar uzanır. En büyük ortak paydaları futbol değildir, maalesef Fenerbahçe de değildir. Kıçımızı kaldırıp diğer ortak paydalarımız üzerine de bloglar açana kadar şimdilik Fenerbahçe konuşacağız. Bu ülkede, daha da ileri gidelim koca dünyada kötü giden onca şey varken iyiye giden nadir şeylerden biri üzerine konuşmanın konformizmine kaptırmışızdır kendimizi belki de. Yine de futbol yazmanın gereksizliğinde ısrarcı olanları Tanıl Bora’ya havale edeceğiz. O dünyayı kurtarmaya bizden daha yakındır, anlaşılır bir açıklama yapabilir.

Bizler yaşları itibariyle en şanslı Fenerbahçeliler sayılabiliriz. Bizim kişisel Fenerbahçe tarihimiz tam da Fenerbahçe’nin dibe vurmuşken tekrar yükselişine denk gelmiştir. Daha çocuk yaşta hezimetlerle test edildiğimiz için Fenerbahçe’ye olan sevgimizin basit bir kupa ya da şampiyonluk sevgisi olmadığı aşikardır. Sigma Olomuc’tan 7 tane yerken ne kadar Fenerliysek, Sevilla’yı elerken de o kadar Fenerliydik. Her geçen yıl daha iyisini bekledik takımımızdan her taraftar gibi ancak işin güzel tarafı aldık da. Her sene daha büyük bir dunya yıldızı ister olduk. Mesele ezeli rakibimizi yenmek değildi artık, kaç tane atacağımızdı. Sadece futbol da değildi mesele her branşta başarıya alıştık. Daha önemlisi sadece başarı da değildi mesele, kupa aritmetiğinin çok ötesinde bir altyapı hamlesi, tesisleşme, televizyonuyla Fenerium’uyla dünya markası olmanın hazzıydı bu. Ancak Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğuyla gözleri kamaşıp cimbomlu olan kardeşlerimiz aksine her sene daha kötüsü olmasın diye dua etmişlerdir. Hatta daha ileri gidip o yıl Galatasaraylı olanlar kendilerini lanetli, uğursuz addedebilir. Ancak Galatasaray’ın kazandığı şampiyonluklara rağmen her sene daha da kötüye gitmesinin açıklaması bu mistik, batıl referanslarla yapılamayacak kadar somut ve bizim yapmamızı gerektirmeyecek kadar bizden uzak ve ilgisiz.

Yine de bazen neler hissettiklerini merak ettiğim de oluyor. 2005-2006 sezonunun kapanış maçını bu blogun yazarı olan Fatih’le birlikte izledik. O olaylı Denizli maçını. Denizli taraftarının attığı konfetiler sebebiyle maç iptal edilecek kadar gecikmişti hani. Bu sayede Galatasaray taraftarları kendi maçlarını bitirip bizim maçı izlemeye geldiler. O maçın ardından neler hissettiler, bunu merak ederim işte. Benim için o 15 dakika hayatımın en tatsız anlarından biridir. Maçtan sonra Fatih’le maçtan aklımızda kalan ve hep kalacak olan yegane enstantanenin Appiah’ın direkte patlayan kafası olduğunda hemfikirdik. Şampiyonluğun gidip geldiği andı.

Bu sezonun düğümünün çözüldüğü Galatasaray derbisinden sonra aklımızda kalacak, yıllar geçse de hatırlanacak enstantane Volkan’nın Edu’nun sırtına abanıp topu tokatlamaya çalıştığı andır. Şampiyonluğu tam da orada kaybettik. Ne eksik ne de fazla. Bakmayın Galatasaraylı oyuncuların “biz daha çok istedik” diye zırvalamasına. Her iki takımda da kimse o maçı daha az isteyemez . Dahası kimse şampiyonluğu daha az isteyemez. Herkesin üzerine düşeni yaptığı maçlar bol gollü maçlar değildir, aksine berabere bitmeye yazgılıdır. O yazgıyı da çoğu kez basit bir hata bozar, biz de futbolu bu yüzden çok severiz, yenilen tarafta olsak bile. Koca bir sezonun gelip düğümlendiği maçın tek golü de Volkan’ın hatasıyla geldi. Lakin biz 2 sene önce üzüldüğümüz kadar üzülmedik. Galatasaraylılar da belki bunu merak eder.

Fenerbahçe tarihinin belki de en keyifli sezonuydu. Fenerbahçe hiç bu kadar güçlü bir takım olmamıştı. Avrupa arenasında hiç bu kadar kişilikli oyun oynamamıştı. Çıtayı hiç bu kadar yükseltmemişti. Lakin bu kadar başarılı bir sezonu hiç kupa almadan tamamladı. Buna rağmen mutluyuz, keyifliyiz. Bunu bir Galatasaraylının neden anlayamayacağının ipucunu mt isimli yorumcu aethewulf’un yazısına yaptığı yorumda vermiş zaten "islam çupi şiirleri eksik kalmış bu arada. "fener çok büyük, bize rakip olamüyürler :((" falan hoş olurdu. onu yapın bi ara.". Onun gibilerin futbola bakışı, yorumlayışı, takım tutma meselesi basit bir kupa aritmetiğinden ibaret o vakit. O yüzden İslam Cupi onlarda yankı bulmuyor ve basit bir espri malzemesi olabiliyor. Biz ise ona hürmetle, iyi günümüzde de kötü günümüzde de tekrarladığımız sözünü buraya, tam da bu yazının tepesine yazıyoruz: “Biz seni kupaların için sevmedik ki”.

Oysa bu sezonun şampiyonundan geriye Avrupa’nın 2. sınıf takımından 5 yenerek veda edilen UEFA macerası, sezonun hatırı sayılır bir kısmında nezle olduğu için takımın başında olamayan ve oyuncuların isyanıyla şekilsiz biçimde gönderilen bir antrenör, borca battık nidaları arasında bilmem kaç paraya Alex’i katlar diye getirilip oynatılamayan bir Dunya yıldızı(?), şampiyonluk şerefine Boca Juniors’tan aynen apartılıp, bestelettik diye yutturulan bir marş ve seyircinin ilgisiyle depresyona giren kafesteki aslan kaldı. Madem İslam Cupi’leri yok, onların da Nihal Atsız’ı olsun: “Bizim takımda yabancı yok, hepimiz çiftetelli oynüyürüz..”

Devamı ...

18 Mayıs 2008

Yakın Tarihten Tribün Manzaraları I
6 Kasım 2002


6 kasim tribun

Hikaye unutulmayan 6 Kasım'dan. Şükrü Saracoğlu stadının gerçek anlamda cehennem olduğu son maçtı belki de. O maçla birlikte valilik, emniyet, kulüpler, yöneticiler çıldırdı ve 5149 nolu Sporda Şiddet Yasası hayatımıza girdi. Konu o maçta olanlar ve sonuçları değil aslında, maçtan bir hatıra, birçok kişinin bilmediği.

Maç öncesi çekilmiş maraton tribünün tam boy fotoğrafı vardı çok iyi hatırlıyorum ama ne kendi arşivimde ne de internette saatlerce aramama rağmen bulamadım. Elimdeki en iyi fotoğrafla anlatacağım. Bu maç öncesi muhteşem bir meşale şov vardı, dört tribün aynı anda meşaleleri yakmış ve sadece stad değil Kadıköy dumanaltı olmuştu. Sadece meşaleler değildi tabii günü güzel yapan, maç öncesi muhteşem samanyolu şovu ve dört tribünde de bulunan muhteşem pankartlar vardı. İşte bu pankartlardan birisinin hikayesini anlatıyor bu yazı.

O maçta açılan ve sonraları sloganlaşan "Fransız da olursun Yunan da senin sorunun tohumunda" gibi benim çok ilgimi çekmeyen hatta Galatasaray'ın Avrupa'daki rakiplerini ölümüne desteklediğim için pek benimsemediğim ve üzerindeki sloganı coşkuyla haykırmadığım şu pankart en bilinenlerinden


Tabii bu pankartların hedefinde 4 gün önce Panathinaikos'la kendi evimizde 1-1 berabere kalmamızı Yunan bayraklarıyla kutlayanlar vardı ama bu pankartları herkes biliyor zaten. Benim birazdan anlamını açıklayacağım şahane kombinasyonuna rağmen pek rağbet görmedi. Bahsettiğim kombinasyon aşağıdaki fotoğrafta küçük bayraklarla oluşturulan kombinasyon.


Hemen skorbordun sağ tarafında, maraton tribünün ortasında yer alan ufak bayraklar dikkat çekiyor. En başta üst yarısı sarı, alt yarısı lacivert bir bayrak var, ondan sonra sol tarafı beyaz, sağ tarafı açık mavi bir bayrak, onun hemen sağında da mavi-beyaz kareli bir bayrak var ve bayraklar devam ediyor. İşte bu nefis kombinasyonu oluşturan bayraklar sarı-lacivert bayraktan hemen sonra görülen bayraklar. Şimdi sırayla yanyana o bayrakları koyuyorum, hangi sırayla gittikleri daha iyi anlaşılacak.

...

ve böyle devam ediyor gördüğünüz gibi. Gerçi son koyduğum bayrağın rengi değişmiş ama şekli aynı. Peki bu bayraklar ne anlama geliyor? Buyrun

http://en.wikipedia.org/wiki/International_maritime_signal_flags#Letters

Bayrakların yerine harfleri koyun ve eksik kalan son 4 bayrağı siz doldurun...
Devamı ...

17 Mayıs 2008

Topluma ve Çevreye Faydalı Bir Yazı


foto

Ruhunuz Bu Kadar: 12 Milyon €” yazısından sonra, hepimizin hayatını gözden geçirmesine sebebiyet veren bir yorum geldi. Esasında buna yorum demek de, örneğin karpuza meyve demek kadar sallapati oluyor. O bir yorumdan fazlasıydı. Ayrıca değerlendirilmesi gereken bir beyanattı. Bir tür manifestoydu. İsmini bizimle paylaşmak istemeyen yazarı, her biri Gülhane Hattı-ı Hümayünü ayarında olan 15 adet yorumla yazının kendisini okuduktan sonra şöyle buyurdu: “ne kadar gereksiz işlerle uğraşıyorsunuz, zamanınızı bunlarla harcayacağınıza biraz topluma ve çevrenize faydalı olun.” (Hasılı 14 kelime olan buyruk kutsaliyeti bozulmasın diye orjinal haliyle aynen alınmıştır)

İnanıyorum ki daha sonra topluma ve çevreye faydalı işler yapmak üzere quantum fiziği ile genel göreliliği birleştirecek tek teoremi bulmak, kanser araştırmalarına devam etmek, cari açıkları kapatmak veya şaşırtıcı bir biçimde aynı önemde olan ve evren için fevkalade hayati, CHP Kadın Kolları il genel toplantısına katılmak üzere hayatına devam etmiştir. Varolarak aldığımız zamanı için üzgünüm. Birleştirilmesi gereken bir teorem, çözülmesi gereken bir hastalık, finanse edilmesi gereken bir cari açık ve yenilmesi gereken kuru pastalar varken böyle bir şeye maruz kalmamalıydı.

Ben de kendi adıma bundan gereken dersi çıkartarak topluma ve çevreye zararlı işlerimden vazgeçtim. Kaldırımdan karşıya geçen yaşlı kadınları arkalarından yola itmek, küçük çocukların cep harçlıklarıyla aldıkları lolipopları çalmak ve üst komşuya yeni aldığım AK-47 ile ateş açmak çok yanlış işlerdi. Bunları yapmaktan vazgeçtim. Telefonumu açıp George W. Bush ile görüştüm ve "Irak’tan çekilmesi gerektiğini çünkü zaten en başta hiç orada olmaması gerektiğin, yukarıda Allah’ın olduğunu ve cehennemde cayır cayır yanacağını" söyledim. Ahizeden duyduğum “Aradığınız numaraya ulaşılamamaktadır - dıt dıt dıt dııııııııt ” sesi George’un hüngür şakır telefonunu kapattığını belli ediyordu. Benimle tekrar konuşamayacak durumda olduğundan uluslar arası aramalarımı da kapattığını anlayınca biraz bozuldum. Henüz Nico'yu (Sarkozy'e ben böyle derim) dahi aramamıştım. Toplumuma ve çevreme faydalı olarak bizi AB'ye hemen kabul etmesini söyleyecektim. Yine de moralimi bozmadım, evet topluma ve çevreye faydalı bir gün beni bekliyordu.

Uzun süre düşündüm. Topluma ve çevreye faydalı olmalıydım. Çünkü isimsiz bir buyruk bunu böyle emrediyordu. Ne yapacağımı bulamadım ve sizin PVH diye bildiğiniz kişiye mail attım. PVH bana “Topluma ve çevreye faydalı olmak için tek bir yol olmadığını, bir çok yol bulunduğunu, hiç yol bulamıyorsa kendisi gibi Kanada’ya taşınmam gerektiğini çünkü Kanadalıların gerçekten çok zor durumda olduklarını, toplumlarına ve çevrelerine karşı duyarsız bir kalabalık halinde gezindiklerini, oraya gelip örneğin limon satsam bile topluma ve çevreye faydalı bir iş yapacağımı, halkın da uzun süredir bunu beklediğini ve nihayetinde topluma ve çevreye faydalı işler yapanları omuzlarının üstünde taşıdıklarını" söyledi. Durum öyleymiş ki o gün yaptıkları yüzünden toplum onu omuzlarına alıp çevrede gezdirirken mail atmak zorunda kalmış.

Daha sonra Olgu’ya bir mail attım. Siz Olgu’yu hiç tanımıyorsunuz çünkü henüz hiç yazı yazmadı. Kendisi topluma ve çevreye faydalı bir insandır. Toplumun ürettiklerini alarak toplumun çevresinde bulunan diğer toplumlara satar. Bu sayede çevresindeki bütün toplumlara faydalı olabiliyor. Bazı durumlarda diğer toplumların ürettiklerini kendi çevresine satar ve o zamanlarda da dayısı müthiş bir mutluluk yaşar. Bunu gece 12’de eve geldikten sonra viski içmesinden anlayabiliriz.

Olgu’ya birazcık çevresindeki toplumları boş vermesini ve artık papazınçayırı’na yazı yazması gerektiğini bildirmek istedim. Ancak mailde bunlar yerine “Napıyorsun lan yazsana artık yazı” dediğimi görünce biraz üzüldüm. Topluma ve çevreye faydalı bir yazı yazması için, toplumla ve çevresiyle biraz ilgisini kesip toplumun önemli bir parçası olan Fenerbahçe’nin çevremiz için hayati olduğunu bir bir kafasına kakmak istiyordum. Bu sayede “Bu hafta sonu yazıcam bak zaten Fatih’e de söz verdim. Daha gerçekçi bu hafta sonu. Yazıyorum. Postlarım” derken daha heyecanlı söyleyebilirdi. Olgu heyecanlı olduğu zamanlarda çok ciddi konuşur ve kesinlikle öyle yapacağına ikna olabilirsiniz. Olgu yine de bunları söyledi. Ben ikna olmadım.

Fatih yazı yazdığı için ona bir şey söylemedim. "Karayollarında maç dinlemek" ve “Önümüzdeki Aşklara Bakacağız” çok güzel yazılardı. Hala okumayanlar için kaçırılmaması gerekir. Onur’a da söylemedim çünkü o da Olgu’ya beraber topluma ve çevreye faydalı olduğundan Olgu’nun dediklerinin tıpatıp aynısını diyor.

En sonunda gene PVH’ye bir şeyler dedim. O da bunları dikkatlice dinledi ve niyeyse sitenin tasarımını değiştirmeye karar verdik. Bu gerçekten harika ve müthiş bir fikirdi. Toplum ve çevre bundan çok etkilenecek, buraya bakıp ne kadar güzel diyecek ve sonra %35’i tarlalarına, %40’ı bürolarında solitare oynamaya, %20’si de bir takım fevkalede önemli, yapılmazsa dünyanın bir gün daha göremeyeceği, son derece gizli, hassas ve "Merhaba Bilmemne bey / hanım nasılsınız?" la başlayan görüşmelerini yapacaktı. Kalan %10 işsiz olduğu için siteyi bir posta daha okuyabilirdi.

Biz de PVH ile elele verip sitenin tasarımını değiştirdik. Bu genel olarak "PVH şurası olmamış, bu kötü şurayı atalım, şunu şuraya taşıyalım" diyen ben ve her şeyi yapan, en sonunda da eline sağlık diyen PVH’nin ortaklaşa çalışmasıyla olmuştur diyebiliriz. PVH’ye teşekkür ederiz.

Siteye yeni bir kategori de ekledik. Bu da dahili muhabbet. Okuduğunuz yazı onun ilk örneği. Temel amacı site içerisinde birbirimize laf sokmak. Bu sayede bir kuple rahatlayabileceğimizi umuyorum. Bu kategori ilerde iyice gelişecek ve yazılar sanıyorum ki daha kısa olacaktır. “Header değişti, margin değişti, çılgın gibiyiz ve Olgu hala yazı yazmadı, Onur da aynı sebeplerle yazmadı. ” gibi bir şey muhtemel.

Sitenin arkasına siyah ve griden ibaret bir şeyler koyduk. Onun rengi hala içimde uhde. Sanıyorum ki onu değiştireceğim. Ne renk olacağı hakkında bir fikrim yok.

Bütün bunların olmasında emeği geçen müthiş insan, toplum ve çevreye faydalı isimsiz’i, PVH’yi, Olgu ve Onur’u, mutlaka Fatih’i bir de Hasan Hüseyin Ceylan’ı tebrik ediyorum. Güzel bir iş başardılar, sanıyorum 1 sene boyunca bir daha hiçbir şeye dokunmayız.

Hasan Hüseyin Ceylan esprisinden PVH dışında kimse bir şey anlamayacağı için yazıyı şöyle bitireceğim, farkettim ki bu yaptıklarımızın da hemen topluma ve çevreye faydalı olması mümkün değil.

Dolayısıyla halkımıza topluma ve çevreye faydalı bir mesaj vermek gerektiğine kani oldum. Hemen Google'da çevre yazdım. Çıkan ilk resmin üstüne de topluma ve çevreye en faydalı mesaj olan "Topluma ve Çevreye Faydalı Olalım" yazısını yazdım. Sadece size değil, kendime de hitap ederek puanları toplamayı umuyorum. Bugünü kurtardık. Allah'a şükür. Uzun vade içinse aşağıdaki geçerli:

"Papazın Çayırı dahili muhabbetleri ile de topluma ve çevreye faydalı site."
Devamı ...

12 Mayıs 2008

Ruhunuz Bu Kadar: 12 Milyon €


foto

Herkes Galatasaray’ın parasız, pulsuz ama inançla, ama imanla, ama ruhuyla şampiyon olduğunu söylüyor. Bugün manşetlerde Adnan Polat, “Bizim için ‘Öldü, bitti, sürünüyor’ dediler. Ama bizim kalbimiz, ruhumuz var” derken ne kadar dokunaklı. Hasan Şaş’sa gözlerimizi yaşartacak, “11 Fenerbahçeli halimizden anlamaz.” Çünkü Hasan Şaş yılda 750.000 $ yani ayda 62.500 dolarcık kazanmakta. Bu parayla da ne yapılır? İşte anca halk otobüsüyle işten eve, evden işe gidilir, antrenman arasında da bakkaldan salam ekmek siparişi edilir. Eh aç ayı oynamaz, elbette Leverkusen’den 5 yenilir ve niyeyse o maçlarda “Ruh” tutmaz, geçen sene Ali Sami Yen’de Fenerbahçe yendiğinde de o çok bilindik “Ruh” akıllara gelmez, amma şampiyon olundumuydu işte sihirli formul: Ruhu bulduk. Ben de buldum o ruhu, Fenerbahçe maçından önce yapılan ruh seansı ve sene başındaki 12 milyon Euroluk transfer.

Fenerbahçe Roberto Carlos’u senelik 4.2 milyon €’ya mal etti. Bonservis bedeli ödemedi. Bunun haricindeki transferlerle toplam transfer bütçesi 8 milyon € kadar. İşte bu Fenerbahçe her şeyi para ile yapmakla, para ile satın alarak takım kurmakla ve ruhsuz olmakla eleştiriliyor. Basit bir futbol analizi, bir teknik-taktik analiz en sonunda medyamızı şu noktaya düşürdü: Fenerbahçe şampiyon olamadı çünkü parası vardı ancak ruhsuzdu, Galatasaray şampiyon oldu çünkü fakir ama ruhu var.” Beşiktaş? Kimse bahsetmediğine göre herhalde onlarda ne para ne ruh var.

Şimdi bu kolaycı medya analizini bir de gerçeklerle karşılaştıralım. Önce şunun altını çizmek lazım, Fenerbahçe’nin Galatasaray’dan çok daha zengin bir klüp olması tek başına bir şey ispat etmez. Fenerbahçe nakit akışı bakımından Galatasaray’dan üstündür, toplam değer ve karlılık açısından borsada daha değerlidir. Ancak sahada, CEO’lar, hisse senetleri değil iki klubün bu sene harcadıkları transfer paraları ile kurdukları kadrolar mücadele ederler. Zengin ve niyeyse bundan utanması, yerinmesi, yerlerin dibine girmesi beklenen Fenerbahçe ve türk filmlerindeki “Fakir ama gururlu çocuk” yerine konulan Galatasaray bu noktada karşılaştırılmalıdır. Netice şu: Fenerbahçe bu sene transfere 8 milyon € harcarken Galatasaray 12 milyon 700 bin Euroluk transfer yapmış. Galatasaray – Fenerbahçe maçında yedek kalan 11 Galatasaraylı oyuncunun toplam maliyeti 8 milyon 700 bin euro.

Hasan Şaş “Fenerbahçeliler halimizden anlamaz” derken bu noktada haklı. 8.700.000 € verilip transfer edilmiş futbolcuların kadro dışı kalmasını yalnız Fenerbahçeliler değil dünyada akıl sahibi olan kimse anlamaz. Galatasaray’ın kötü yönetilmesi, akılsız transferler yapmasını da kendi evrenimizde “Galatasaraylılık” olarak muştalayıp bu aptallığa keramet yükleyecek değiliz çünkü göstereceğimiz yer basit “İyi transfer yapaydınız?”

Hasan Şaş daha da ileri gidiyor “Bugün bir tek G.Saray şampiyon olmadı, Türkiye de şampiyon oldu. Türk futbolcuların olduğunu gösterdi. Sadece G.Saray bayrağı için değil, Türk bayrağı için de mücadele vereceğiz

Zira Hasan Şaş ve şurekasının aklında Galatasaray “Türktür” çünkü yerli oyuncular orada oynarlar buna karşın Fenerbahçe “Yabancıdır” zira Brezilyalılar var. Buna karşın Galatasaray takımında Rigobert Song, İsmail Bouzid, Cassio Lincoln, Tobias Linderoth, Marcelo Carrusca, Ahmed Barusso ve Shabani Nonda bulunuyor. Hasan Şaş herhalde onları Türk görüyor ama Galatasaray’ın toplam yabancı sayısı 7. Fenerbahçe takımında da 7 yabancı var. Aradaki fark şurada; Fenerbahçe yabancılarından etkin ve efektif bir şekilde yararlanırken, Galatasaray milyonlarca euro verip transfer ettiği yabancıları takımda oynatamıyor. Fenerbahçe maçında Nonda hariç hepsi yedek. Artık yaptığımız basiretsizliklere milli bir şuur vermeye çok alıştık, biliyorum katliamlar bile bu milli şuurun bir parçası oluyor hatta Celalettin Cerrah cinayet işlendiğinde “Milliyetçi duygularla işlenmiş” diyerek neredeyse bunu meşrulaştıradabiliyor ancak keskin ve yekten atamayacağımız net gerçek, yanlış, basiretsiz bir transferin “milli bayrak” altında akılcı olmayacağı. Alınmayaydı Bouzid, alınmayaydı Carusca? Bu elbette Galatasaray’ın milyonlarca eurosunu sokağa atıp “Türküz biz” diye bundan övünç payesi çıkartmak kadar “kolay” olmayabilir ancak kesinliklikle çok daha zekicedir.

Galatasaray’ın kendi etrafında ördüğü “Zor günler” efsanesi işte buna dayanıyor. Şu gerçek, Galatasaray zor günler geçirdi, bunun sebebi de bizzat ve yekten Galatasaray’dan başka kimse değildi. Leverkusen’den 5, Helsingborg’dan 3 yenilmeyeydi de “zor günler” geçirilmeyeydi. Bu artık içimize bıkkınlık veren ve bir fırsatını bulan herkesin yattığı mazlum edebiyatı eskisi gibi empati de duymaya fırsat vermiyor, riya karşısında midemiz kasılıyor. Aynı Galatasaray’ın teknik direktörsüz olduğu “yalanı” gibi.

Bu bir yalan çünkü Galatasaray teknik direktörsüz sezona başlamadı. Karl Heinz Feldkamp ile sene başında gene Galatasaraylılarca milyonluk bir kontratla anlaşıldı ve bu kişiyle 28. haftaya kadar takım yönetildi. Gene Galatasaray yönetimi kendi iradesi, isteği ve yetkisiyle Feldkamp ile yollarını ayırdı. Galatasaray kötü bir teknik direktörü takımın başına getiriyorsa bu “Galatasaray teknik direktörsüz” demek değildir, Galatasaray kötü teknik direktör seçimleri yapan bir takım demektir ve Galatasaray bu adamla yollarını ayırıyorsa da bu kendi bileceği iştir. Ancak ne oldu? Bir beceriksizlik, büyük ve kaçınılmaz, her yöneticinin de mutlaka aksini yapması gereken bir yanlış bir anda “efsane oldu” Teknik direktörsüz şampiyon olmuşlar. Seneye de bu kafayla aynen devam edecekler mi? Hayır. Ama kahvehane dialoglarının mimarı ve kurucusu medya için bu hiçbir önem taşımıyor, o dialogların yareni Polat da bununla övünüyor “Teknik direktörsüz şampiyon olduk çünkü ruhumuz var” Adama sorarlar, ben mi attım teknik direktörünü, sen getirdin, sen takımın başına koydun ve sen gönderdin, utanacağına övünüyorsun.

Nihayet aç bilaç ruhuyla oynayan çocuklar..

Kamu-Sen tarafından yapılan araştırmaya göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 953 YTL

Bu da Fenerbahçe maçında ilk 11’de çıkan oyuncuların kazandığı senelik para

Aykut Erçetin: Yıllık 300 bin dolar (Yaklaşık 200 bin euro)
Servet Çetin: Yıllık 500 bin euro
Bonservis: 500 bin euro (3 yıl)
Emre Güngör: Yıllık 300 bin euro
Bonservis: 400 bin dolar (3,5 yıl)
Hakan Balta: Yıllık 600 bin euro
Bonservis: 1 milyon euro+Aydın, Serhat, Anıl kiralık verildi
Sabri Sarıoğlu: Yıllık 400 bin dolar (Yaklaşık 260 bin euro)
Barış Özbek: Yıllık 200 bin euro
Bonservis: 100 bin euro
Mehmet Topal: Yıllık 300 bin Euro
Ayhan Aman: 750 bin dolar (Yaklaşık 500 bin euro)
Arda Turan: Yıllık 500 bin dolar (320 bin euro)
Ümit Karan: Yıllık 1 milyon euro
Shabani Nonda: Yıllık 1.1 milyon euro
Bonservis: 500 bin euro (2 yıl)

Galatasaray’ın aç, bilaç oynayan, parasız bir mahalle takımının kahramanlık hikayesi olarak sunduğu hikayenin bedeli böyle.

Onlar utanmazlar. Medya utanmaz. Biz de utandıramayız. Ama utanmazlık karşısında sakin durmak da mümkün değil bari şunu soralım “Polat senin ruhun kaç para?”

1- Adnan Polat: bizim ruhumuz var
2- Hasan Şaş: 11 Fenerbahçeli Halimizden anlamaz
3- Habertürk: Yerli Yabancı Farkı
4- Hasan Şaş: Türk futbolcuların olduğunu gösterdi
5- Açlık Sınırı: 953 YTL
Devamı ...

11 Mayıs 2008

Trabzonspor 2 - Fenerbahçe 0
TSL 10/05/2008


foto

NTVSPOR ve Ajanslar
Trabzonspor, Turkcell Süper Lig'de son haftaya şampiyonluk umuduyla giren Fenerbahçe'yi 2-0 mağlup etti. Yattara ve Umut'un golleriyle sahadan galip ayrılan bordo-mavililer, Fenerbahçe'yi 12 maç sonra mağlup etti.

Bu sezon ligde erken havlu atan Trabzonspor, Turkcell Süper Lig'de son haftaya şampiyonluk umuduyla giren Fenerbahçe'yi 2-0 yendi.

Avni Aker Stadı'nda oynanan mücadelenin ilk yarısında etkili bir futbol ortaya koyan bordo-mavililer, 30. dakikada Yattara ve 45. dakikada Umut Bulut'un sayılarıyla sonuca gitti. Sezonu 49 puanla 6. sırada tamamlayan Trabzonspor, Fenerbahçe karşısında 12 maç sonra galip gelerek şansızlığını kırdı.

Şampiyonluk şansını son haftaya taşıyan Fenerbahçe, Trabzonspor'a yenilip, lider Galatasaray'ın da OFTAŞ Spor'u mağlup etmesiyle ligi 73 puanla ikinci sırada tamamladı.

Öte yandan sarı-lacivertlilerin forveti Semih Şentürk, Trabzonspor ağlarını havalandıramasa da şimdiye kadar kaydettiği 17 golle, Turkcell Süper Lig'de 2007-08 sezonunun gol kralı oldu.

TRABZONSPOR: 2 - FENERBAHÇE: 0

Stat: Hüseyin Avni Aker

Hakemler: Bünyamin Gezer, Erdinç Sezertam, Volkan Narinç

Trabzonspor: Onur xxxx , Musa Büyük xxx, Hüseyin xxx, Çağdaş xxx, Mustafa Keçeli xxx, Ferhat xxx, Serkan Balcı xxx(Dk. 74 Adnan xx), Ayman xxx, Yattara xxx (Dk. 86 Cem Demir x), Umut Bulut xxx, Ergin Keleş xx (Dk. 83 Barış Memiş x)

Fenerbahçe: Serdar x, Yasin x (Dk 53 Can Arat x), Kazım x (Dk. 56 Gürhan x), Aurellio x, Alex x, Selçuk x (Dk. 68 İlhan Parlak xx), Semih xx, Uğur Boral xx, Edu x, Gökhan Gönül xx, Deivid x

Goller: Dk. 30 Yattara, Dk. 45 Umut Bulut (Trabzonspor)

Sarı Kartlar: Dk. 13 Selçuk Şahin, Dk. 77 Uğur Boral (Fenerbahçe), Dk. 32 Mustafa Keçeli, Dk, 80 Musa Büyük, Dk. 90 Umut Bulut (Trabzonspor)

MAÇTAN DAKİKALAR

Karşılaşmanın karşılıklı ataklarla geçtiği ilk 5 dakika sonunda, stadın ışıkları söndü. Hakem Bünyamin Gezer'in kararıyla maç yaklaşık 3 dakika durdu. Arızanın giderilmesiyle maç tekrar başladı.

11. dakikada, sol kanattan çalımlarla ceza sahasına giren Yattara, pasını Ergin Keleş'e aktardı. Ergin Keleş'in yakın mesafeden vuruşunda kaleci Serdar'dan seken topu, defans oyuncuları uzaklaştırdı.

17. dakikada Trabzonspor ceza sahası önünde topla buluşan Deivid'in plase şutunda kaleci Onur, parmaklarının ucuyla meşin yuvarlağı kornere çeldi.

22. dakikada, sağ kanattan topla ceza sahası kenarına kadar inen Musa Büyük, pasını Yattara'ya aktardı. Yattara'nın göğsünde yumuşattıktan sonra çektiği sert şutta, kalece Serdar topa hakim oldu.

25. dakikada, Uğur Boral'ın sol kanattan ceza sahasına ortaladığı topa, iyi yükselen Kazım kafa vurdu. Meşin yuvarlak az farkla üstten auta gitti.

27. dakikada Ayman'ın uzun pasında Umut Bulut hareketlendi. Kalesini terk eden Serdar'ın uzaklaştırmak istediği top kısa düştü. Topu alan Ergin Keleş'in şutunda meşin yuvarlak soldan az farkla dışarı gitti.

30. dakikada, Fenerbahçe'nin kullandığı serbest vuruşun defanstan dönmesiyle Trabzonspor atağa kalktı. Topu alan Yattara sol kanattan ceza sahasına girerek, düzgün bir vuruşla topu filelerle buluşturdu 1-0.

36. dakikada, ceza sahası önünde kazanılan serbest vuruşu Alex kullandı. Kaleci Onur, meşin yuvarlağı kornere çelmeyi başardı.

37. dakikada, soldan atılan pasla Fenerbahçe ceza sahası önünde topla buluşan Ergin Keleş'in şutunda kalece Serdar yatarak meşin yuvarlağa sahip oldu.

43. dakikada, Fenerbahçe ceza sahası önünde oluşan karambolde topa sahip olan Ergin Keleş'in plase şutundan top az farklı dışarı çıktı.

44. Uğur'un soldan ortasında iyi yükselen Semih kafayı vurdu. Kaleci Onur, topu yumruklamayı başardı.

45. dakikada, Fenerbahçe ceza sahası önünde topla buluşan Musa Büyük, pasını sol taraftaki Ayman'a aktardı. Ayman'ın ceza sahasına ortaladığı meşin yuvarlak, Umut Bulut'un dokunuşuyla filelerle buluştu 2-0.

50. dakikada, Deivid'in ara pasında ceza sahası önünde topla buluşan Semih'in çektiği şutta kaleci Onur topu kontrol etti.

58. dakikada, sol kanattan ceza sahası yan çizgisine kadar inen Serkan Balcı, açısı daralmasına rağmen sert vurdu. Kaleci Serdar'ın çeldiği topu Ayman kafayla tamamlamak istedi. Meşin yuvarlak kale direğinin dibinden dışarı çıktı.

70. dakikada, Deivid'in ara pasında ceza sahası içinde topla buluşan Semih'in sert şutunda üst direğe çarpan top tekrar ceza sahasına döndü. Kaleci Onur yükselerek meşin yuvarlağı kontrol etti.

86. dakikada, Alex'in kullandığı serbest atışta defanstan dönen top Aurellio'nun önünde kaldı. Aurellio'nun uzaktan sert şutunda yine defansa çarparak ceza sahasındaki Deivid'in önünde kalan meşin yuvarlağa, Brezilyalı oyuncu çok sert vurdu. Top yan ağlarda kaldı.

88. dakikada Cem Demir'in soldan ceza sahasına yerden ortaladığı top Adnan vurdu. Defans oyuncusuna çarpan meşin yuvarlak kornere gitti.

Karşılaşma Trabzonspor'un 2-0 üstünlüğüyle sona erdi.

Devamı ...

5 Mayıs 2008

Fenerbahçe: Türkiye'nin En Kalender Takımı


foto

Bunu ispatladık. Şampiyonluk önümüze geldi. Harika bir takım, muhteşem bir taraftar, yıllarca oturmuş sistem ve muhteşem bir teknik direktörümüz vardı. Her şey şampiyonluk için hazırdı, bütün göstergeler kupayı bizim kaldıracağımızı gösteriyordu, ülke heyecan içindeydi, Fenerium’da alınabilecek forma kalmamıştı ve rakip takım taraftarı da bütün bu durumu iyice gözümüze sokmak için maçtan önce tırnaklarını yiyordu. Beyefendiler hayır demeyi bilirler. Bu sefer kabul etmedik. Bu da bizden olsun. Bizden kıymetli mi lan? Şerefe.

Fenerbahçe’nin başında kalender sıfatını görmek bazıları için ilginç oluyor. Herkesin beklediği sıfatlar, büyük, korkunç, güçlü, zengin, harikulade ve evrende eşi benzeri bulunmayan türünden şeyler. Bunların çok seksi ve cool olduğunu yadsımıyorum. Özellikle bazılarını kişisel olarak da çok isteyebilirim. Ancak sıfatları bunlarla sınırlı tutmak da bazı şeyleri anlatmayı imkansız hale getiriyor. Diyelim ki Fenerbahçe Sevilla’yı elemişse bu “büyük” bir olaydır ve “Büyük Fenerbahçe” şeklinde anılmayı hak eder, ancak diyelim ki büyük Fenerbahçe’nin korkunç, harikulade ve evrende eşi benzeri bulunmayan stadında taraftarlarla omuz omuza çekmek yalnız muhteşem değildir, çok da eğlencelidir. Bunun gibi, Fenerbahçe’nin 99 sıfatı içerisinde kalender de bulunmalıdır. Aksi halde Fenerbahçe’yi tanımlamak eksik kalır.

Durumu romantize etmeyeceğim, bunun birinci sebebi romantizasyondan çok sıkılmam. Adnan Polat gibi, “Ferrari sahibi futbolcularımızın cebinde otobüs bileti alacak para yoktu, 188 aydır futbolcular evden getirdikleri sefer tasıyla besleniyordu, teknik direktörümüz yoktu onun yerine kılıç kalkan ekibi yönetiminde takımı maçlara hazırladık, hatta durum öyle vahimdi ki, parasızlıktan 10 milyon € verip aldığımız yabancı oyuncuları dahi oynatamadık, sürekli Kumkapı’da eğlendirdik!” diyemem ben. Bunun yerine olanı olduğu gibi ortaya koymak isterim. Fenerbahçe en iyi sezonlarından birini yaşadı. Harika bir takım vardı. Millet takımı gördükçe komplo kurdu. CSKA eski günlerinde değildi, şimdi İtalya Şampiyonu olacak olan İnter geçmiş günlerin gölgesindeydi, Sevilla’dan bir halt olmazdı, PSV ne amına koyayımdı, Chelsea çekilebilecek en kolay kuraydı. Hepsini yendik. Hıncal dozaj arttırıp takımın şampiyon olmasının zaten belli olduğunu, yani zaten Fenerbahçe’nin federasyonu kurduğunu, Hasan Doğan’ın Fenerbahçe’yi mutlaka ama mutlaka yemin billah şampiyon yapacağını, Fenerbahçe’li eski menejer’in hakemler üzerinde mindtrick uyguladığını ve en sonunda da Türkiye’nin Başbakanı’nın da zaten Fenerbahçeli olması nedeniyle bunun aksinin düşünülemeyeceğini, bir de seçimde MHP’ye oy verdiğini söyledi. Bu sonuncusu tamamen konu dışı. Kime oy verdiğini bir kere daha hatırlatmak istedim.

Noldu? Ahmet Çakar’ın bikini giyişinden bin beteri. Kapak oldu. Bir büyük şans gerçekleşmezse şampiyon olamayacağız. Bu kapak elbette MHP’nin Hıncal’a yaşattığı tarzda bir kapak değildi. “Aaaa ama çok şaşırdım, kurulduğu günden bu yana Türk İslam sentezi ideolojisi çerçevesinde hareket eden sağ milliyetçi bir parti olan MHP nasıl türbanı destekler!” diye bağırılacak kadar bir şey değil, ama işte bildiğiniz kapak.

Bir başka yönse şu, hiçbir takım hiçbir şampiyonluğu bu kadar körgöze parmak kaçırmamıştır. Ankaraspor maçında kaybedilen 2 puan, Galatasaray maçındaki futbol hepsi sanki büyük bir rahatlık ve aldırmazlık eseriydi. Öyle ki bizim futbolculara tamam lig bitti alın kupa deseler “amannn şimdi onu da nereye koyacağız” dercesine gösterilen halet-i ruhiye şampiyon olmayı pek de, çok da istemediğimizi veya nasipse oluruz rahatlığında olunduğunu da gösteriyordu. Fenerbahçe bu kupanın boyunu pek de uzatmayacağını, çok da önemli olmadığını, her halükarda gelecek yılların bu takımın olacağını biliyordu. Arada açılan fark 3 puan önde kazanılan bir şampiyonlukla kapatılamazdı. Fenerbahçe şimdiden geleceği kazanmıştı.

Ve hepsinden öte, “Hep destek tam destek” pankartını da Gençlerbirliği maçında bu taraftar açtı. Hepimiz hala umutla geleceğe bakıyor, şampiyonluğu kaybetmekten üzülsek de bu takımın bu sene hepimize gösterdiği büyük rüyalar için şükran duyuyoruz. Bir kupa gitmiş. Şu hislere çok mu? Bizden değerli mi?

Siktir edin lan,

Şerefe.

Devamı ...

4 Mayıs 2008

Fenerbahçe 3 - Gençlerbirliği 2
TSL 04/05/2008


foto

NTVSPOR ve Ajanslar
Geçen hafta Galatasaray'a yenilerek liderliği rakibine bırakan Fenerbahçe, 33. hafta karşılaşmasında Gençlerbirliği'ni 3-2 mağlup etti.

Galatasaray'ın Sivasspor'u yenmesiyle şampiyonluk şansı iyice azalan sarı-lacivertliler, bitime bir hafta kala ligi ilk iki sırada tamamlamayı garantileyerek Devler Ligi'ne katılma vizesini aldı. Gençlerbirliği ise Vestel Manisaspor'un Kasımpaşa'ya yenilmesiyle ligde kalmayı garantiledi.

Bu sezon son kez seyircisi karşısına çıkan Fenerbahçe, 30. dakikada Kahe'nin golüyle geriye düştü. Teknik direktör Zico, 35. dakikada Maldonado ve Ali Bilgin'i oyundan alıp Semih ve Colin Kazım'ı oyuna soktu. Bu bölümden sonra rakip kalede gol arayan sarı-lacivertliler, 45. dakikada Aurelio'nun sayısıyla soyunma odasına beraberlikle gitti.

İkinci yarıda baskısını artıran Fenerbahçe, 52. dakikada Semih ile öne geçti. Krallıkta zirveye yer alan genç oyuncu, gol sayısını 17'ye çıkardı. Sarı-lacivertliler, 71. dakikada Deivid'in golüyle farkı ikiye çıkardı ve iyice rahatladı. Ankara ekibi 82. dakikada Hakan ile bir gol bulsa da Fenerbahçe sahadan 3-2 galip ayrıldı.

Fenerbahçe, son haftaya 76 puanlı Galatasaray'ın 3 puan gerisinde ikinci sırada girdi. Sarı-lacivertlilerin şampiyon olabilmesi için son hafta Trabzonspor'u deplasmanda yenip, Galatasaray'ın OFTAŞ'a mağlup olması gerekiyor.


FENERBAHÇE: 3 - GENÇLERBİRLİĞİ: 2

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Mustafa Kamil Abitoğlu xx, Gökhan Memişoğlu xx, Erhan Sönmez xx

Fenerbahçe: Serdar xx, Gökhan xxx, Yasin xx, Edu xx, Uğur xx, Deivid xx, Maldonado x (Dk. 35 Kazım xx), Aurelio xx, Ali x (Dk. 35 Semih xxx), Alex xx, Kezman x (Dk. 68 Selçuk xx)

Gençlerbirliği: Peric xx, Erkan xx, El Saka xx, Addo xx (Dk. 77 Burhan xx), Ergün xx, Tuna xx, Mehmet Nas xxx, Kerem xx, Engin xx (Dk. 56 Hakan xx), Mehmet Çakır xx (Dk. 55 Isaac x), Kahe xxx

Goller: Dk. 30 Kahe, Dk. 82 Hakan (Gençlerbirliği), Dk. 45 Edu, Dk. 52 Semih, Dk. 71 Deivid (Fenerbahçe)

Sarı Kart: Dk. 50 Engin (Gençlerbirliği)


8. dakikada sağdan Kahe'nin ortasında ceza alanı içinde Kerem'den önce müdahale eden kaleci Serdar, topu yumruklayarak uzaklaştırdı.

16. dakikada Alex'in pasıyla ceza yayı üzerinde topla buluşan Aurelio'nun sert şutunda, meşin yuvarlak üstten auta gitti.

18. dakikada Ali'nin ceza alanı dışından şutunda, top yandan auta çıktı.

30. dakikada sağdan ceza alanına giren Kahe, çaprazdan sert ve düzgün bir vuruşla topu filelere göndererek, Gençlerbirliği'ni 1-0 öne geçirdi.

33. dakikada Alex'in soldan kullandığı korner atışında, ceza alanı içinde Yasin'in kafa vuruşunda, üst direkten dönen top Kezman'a çarparak auta çıktı.

45. dakikada soldan ceza alanı dışından serbest atış kullanan Alex'in ceza alanına gönderdiği topa ön direkte Aurelio kafayla dokunurken, kale önünde Edu meşin yuvarlağı filelere göndererek, beraberliği sağladı: 1-1

Karşılaşmanın ilk yarısı 1-1 tamamlandı.

52. dakikada sağdan Gökhan'ın ortasında ceza alanı içinde topa iyi yükselen Semih, iki oyuncunun arasında kafayı vurarak, meşin yuvarlağı filelere gönderdi: 2-1.

61. dakikada Ergün'ün soldan ceza alanı dışından kullandığı serbest atışta, ceza alanı içinde Kahe'nin kafa vuruşunda, kaleci Serdar son anda topu tokatlayarak üstten kornere attı.

71. dakikada ani gelişen Fenerbahçe atağında Kazım, topu sağ tarafta hareketlenen Semih'in önüne bıraktı. Sağdan ceza alanına giren Semih'in ortasında arka direkte Deivid meşin yuvarlağı kafayla ağlara göndererek, farkı 2'ye çıkardı: 3-1.

77. dakikada ceza alanı dışından Kahe'nin sert şutunda, üst direğe çarpan top auta çıktı.

82. dakikada ceza alanı dışından sol çaprazdan Hakan'ın yerden sert şutunda, meşin yuvarlak uzak direğin dibinden filelere gitti: 3-2.

88. dakikada ceza alanı dışından Kerem'in sert şutunda, ceza alanı içinde Isaac'ın topuğuyla dokunduğu top yandan auta çıktı.

Fenerbahçe karşılaşmadan 3-2 galip ayrıldı.

Devamı ...

3 Mayıs 2008

Cerrah Baksana Biber Gazı Atsana


foto


Madem İstanbul 1936 Almanya’sından emniyet müdürü transfer etmiş bulundu, pala pala bıyıklarıyla yüzdeyüz Türkçe bu asayiş sistemi biber gazlarıyla bütün olumsuzlukları yok ediyor, biz de bundan mahrum kalmayalım. İşte öneri: Fener şampiyon olsun, Taksim’de buluşalım. Cerrah’ın biber gazı varsa sarhoşluktan dönen başımız, iktidarın Cerrah’ı varsa bizim Taksim meydanımız var. Devamı ...