Yasama, Yürütme, Yargı, Cemaat


Olması gereken, yasama yürütme ve yargı arasında güçler ayrılığı ilkesi çerçevesinde bir işbölümü olması, halkın iradesiyle seçilen vekillerin oluşturduğu parlamentonun millet adına çıkardığı yasaların, iktidar tarafından uygulanıp, bu yasalara aykırılıkların da yargı tarafından belirlenmesi. Böyle ideal bir durumda, yasamanın temelde milli çıkarları ve menfaatleri öne koyacağını, yürütmenin hukuk devleti ilkesine saygılı olarak, insan hak ve hürriyetlerini geliştirmek için çalışacağını, yargının da her türlü haksızlığa karşı etkin, hızlı, adil karar vereceğini varsayıyoruz. Gerçekte olan ne? Nanay.

Türkiye'de güçler ayrılığı, çarpımı, bölümü filan falan öyle bir şey yok. Bir güç var, o da bir kişide toplanmış durumda. İktidar partisinin genel başkanı, badem bıyıklı asabi şahsiyet.

Seçim sistemi ve siyasal partiler kanunu nedeniyle milletvekilli listelerini tek elden genel başkanlar düzenliyor. Parti teşkilatı / örgütü zaten bir tane adama, parti başkanına bağlı. Efendim kim belediye başkan adayı olacak, kim belediye meclis üyesi olacak, hepsi bu şahsın iki dudağı arasında.

Bu şekilde "seçilen" milletvekilleri TBMM'de bir araya gelir kendilerini seçen şahsı Başbakan olarak seçer. Kabine kurulur, güvenoyu verilir, orada da iş biter. Gidin bakın, kaç AKP milletvekilinin bir tane yasa teklifi var? Önceden emir verilenler, bir iş halletmek için gönderilenler hariç kaç tane AKP milletvekili herhangi bir yasa yapma faaliyeti içerisinde? Gidin bakın Şamil Tayyar 8 aydır milletvekili, 1 tane yasa teklifi hazırlamamış, bir tane sözlü / yazılı soru önergesi yok. 240 gündür faaliyette olan TBMM'de adamcağız bir kere, o da başkasının hazırladığı teklife imza atmış, hepsi bu. Gaziantep'in hiç mi sorunu yok kardeşim? Güllük gülistanlık mı Antep? Bu memlekette bir tane bile Şamil Tayyar'ın görüp, gündeme getirebileceği, değiştirilmesini istediği kural yok mu? Günde 16 saat çene kasına kuvvet sağda solda cadı avcılığı gibi ergenekoncu avcılığı yapan bu adam, memleket ile ilgili bir tane sorunu tespit edip de bir şey öneremiyor mu? Öneremez. Çünkü bunlar milletin vekili değil, parti başkanının vekili. Hepsi mensup oldukları, kendilerine bu makamı kazandıran odakların amaç ve istekleri doğrultusunda halis bir şekilde çalışmakla mükellefler. Dolayısıyla esasında işlerini yapıyorlar, esasında tam da kendilerini seçenin istediği gibi hareket ediyorlar, sadece o hareket ile beklenen, demokratik bir topluma yakışan hareket birbirini tutmuyor.

Şimdi yasama güya yürütmeyi denetleyecek. Gel külahıma anlat. Neyi denetleyecek? Dikkat etsin de kendi denetlenmesin. Zaten tam da böyle oluyor yürütme organının başı "şok" baskınlarla TBMM'yi basıp "vekiller çalışmalara devam ediyor mu" diye öğretmen edasıyla kontrol ediyor. Yasamanın bir manevi itibarı var, TBMM milli iradenin bir araya geldiği yer, bir ton sembolizm değil mi? Al işte adam basıyor, fırça çekiyor, vekiller de müdür görmüş çocuk gibi koştura koştura genel kurula koşuyor. Geçenlerde, bir tanesi yazık kapıya sıkıştı. Ambulansla kaldırdılar.

Yasamanın hali bu. Demek ki yasama gücü de tek bir kişinin elinde, badem bıyıklı asabi şahısta toplanmış.

Yargının ise hali, içler acısı bile değil. Adalet Bakanının hazırladığı listeyle HSYK üyeleri seçildikten sonra 22 üyenin 17 tanesi net olarak Adalet Bakanlığı ile Cumhurbaşkanı kooperatifi yani yürütme tarafından belirlenmiş durumda. Denizfeneri davasına bakan savcıyı şak diye görevden alıp, sanıkları emirle dışarı çıkartıyorlar, Hizbullah davasında "tesadüfen" bütün militanlar dışarı çıkıyor, bir bakmışsınız Mustafa Balbay 450 gündür tecritte yaşıyor. Ne yargısı? Özel yetkili mahkeme diye bir saçmalığın olduğu bir ülkede özgür, bağımsız, tarafsız yargıdan bahsedilebilir mi? Bu ülkenin adalet bakanlığı utanmadan özel yetkili mahkemelerle ilgili verileri açıkladı. Özel yetkili mahkemede ortalama bir dava 933 gün sürüyor. Soruşturma ve kovuşturma süresinin toplamı bu kadar. 933 gün sonunda başlayan her 10 soruşturmanın ancak 2 tanesinde mahkumiyet çıkıyor. 2010 yılında özel yetkili savcılar 68 bin 100 kişiye soruşturma açmış, bu soruşturmalar ortalama 648 gün sürmüş ve yarısına kamu davası bile açılmamış. Rejim bu. Sonra gel bana bağımsız, tarafsız yargıdan bahset. Adamları 10 seneye kadar tutuklu yargılama hakkı olan bir mahkeme mi olur? Karar vermeden ceza verebilen bu mahkemeler siyasetten bağımsız mı olacak şimdi?

Yani toplayalım, yasama, yürütme, yargı diye bir şey yok, güçler ayrılığı, çarpımı, bölümü, frenler dengeler mekanizması filan hiçbir şey yok. Ne var? Badem bıyıklı asabi şahsiyet var. O kadar. Yasama da o adam, yürütme de o adam, yargı da o adam. O yüzden kupa töreni yapabilmek için Abdürrahim bey gidip Başbakanı arıyor. Başka ülkede adama deli derler, burada bir de gerine gerine anlatıyor.

Bir de cemaat var. Neden cemaat? Çünkü bu güç merkezlerine sızmanın AKP dışındakli bir başka yolu da cemaatten geçiyor. Örgütlü sermayesi, formasyon sahibi kitlesi ve ulaşabildiği popülasyon ile cemaat zaten bir güç odağı. AKP iktidarı döneminde de devletin kritik kadrolarına cemaate mensup şahıslar yerleştirildi. Özellikle polis ve yargıda güçlü bir örgütlenme olduğunu biliyoruz. Ancak bu insanların kendi cemaatlerinin mi, hükümetin mi, hukukun mu çıkarlarını gözettiğini, hangi durumda hangisini hangisine tercih edeceklerini, iç hiyerarşilerini, kimin kime hesap verdiğini, o hesap verenlerin topladıkları hesapları kime sorduğunu bilmiyoruz. Cemaat, gerçekten de bilinmez, tutulmaz, görülmez bir yapı. Sivil toplum filan değil, normal şartlar altında "secret society" denecek bir örgütlenme.

Allah muvaffak etsin. Dördüncü erk olarak hayatımıza yerleştiler. Cemaat Fenerbahçe'yi niye eleştirsin tartışmasını izliyorum, bu kadar adamın işin en önemli yönünü bu kadar bilinçli bir şekilde atlamasına illet oluyorum. Ne o? Şu: cemaat dahi kendisinde böyle bir güç olduğunu kabul ediyor.

Yani cemaatçi yazarlar, Fehmi Koru, Ruşen Çakır gibi isimler ve ötekiler, hiçbiri cemaatin böyle bir gücü olmadığını, polis içerisindeki örgütlenmenin topladığı bulguları, cemaate yakın medya mensuplarına sızdırıp kamuoyu algısı üretme / yaratma operasyonu yapamayacağını, zaten kendilerine bağlı bir savcı / hakim ağı da olmadığını, bu hakim ve savcıların da bu amaçlar doğrultusunda hareket edemeyeceğini söylemiyor.

Hepsi alttan alta ama son derece belli bir üslupla diyor ki "Evet cemaatin böyle bir gücü var, bunu yapacak polisi, hakimi, savcısı, medyası var. Haksız olduğunu bile bile, ele geçirmek istediğimize operasyon yapabiliriz"

Sonra Fehmi Koru şöyle devam ediyor "Ama çalışma şekli bu değil, Fenerbahçe'yi ele geçireceğine patlıcanbahçe diye bir kulüp kurar" Ekrem Dumanlı "bundan cemaatin bir yararı yok diyor, Fenerbahçe'yi ele geçirecek de ne olacak". Bir başkasının yorumu daha ilginç "Fethullah Gülen Galatasaray'a sempati duyuyor o yüzden ele geçirmez"

Kardeşim siz deli misiniz? Devlet tarafından denetlenemeyen, üyelik bağları, nasıl üye olunduğu, üyelerin hakları belli olmayan, iç hiyerarşisi belirsiz, amaçları muğlak, finans kaynakları kapalı ve şeffaflıktan uzak, yönetim şekli, örgütlenme modeli bütünüyle görünmez, kamuoyu denetimine kapalı bir yapının elinde böyle bir güç olduğunu kabul etmek dahi bir demokrasi için çıldırmışlığın zirvesidir. Böyle bir demokrasi mi olur? Eğer böyle bir örgütlenme ve böyle bir güç varsa, bu adamlar bunu yapabilecek durumdadır.

Cemaat ne derse desin, İstanbul emniyetinde kendisine bağlı birimler tarafından örgütlenmiş, bu birimler tarafından yine kendisine bağlı medya mensupları ve organlarına servis edilmiş bir soruşturma, bu medya mensupları ve organlarının propagandası, suçlayıcı başlıkları ile devam eden bir dava süreci gördük. Eğer cemaat (ve kimse onun bu işlere bakan kişisi) kendisinin bu işin içerisinde olmadığını göstermek istiyorsa çok basit üç cümleyle bu işin dışında kalabilirdi: "masumiyet karinesi, adil yargılanma ve soruşturmanın gizliliği"

Adam gibi masumiyet karinesine yollama yapıp, hakkında yargı kararı olmayan insanları suçlamasalardı, adil yargılanmaya saygı gösterip suçlayıcı manşetlerle yargıyı baskı altına almaya ve toplumda da bir algı yaratmaya çalışmasalardı, soruşturmanın gizliliğine az biraz saygı gösterip milletin karısıyla yaptığı telefon konuşmalarını bile basmasalardı zaten bu işin içinde olmayacaklardı. Şimdi Ruşen ile Fehmi sabah akşam yazsınlar, bütün bu suçları işleyenler, ilgimiZ yok dese de artık ilgileri var.

Dahasını da söyleyelim Mit Müsteşarı'nın ifadeye çağrılması ile gördük ki, esasında bu örgütlenme kimi hareketleriyle iktidarın da kontrol / denetiminde değil. Bağımsız hareketler yaparak hükümeti de sıkıştırabiliyor.

Sıkıştırabiliyor da,

Nihayetinde kardeşim bu seçim sistemini ve siyasal partiler kanununu değiştirmeyen kim?

Nihayetinde yargı bağımsız, tarafsız hareket etmiyorsa, bunun sorumlusu herhalde armut ağaçları değil, badem bıyıklı asabi şahsiyet.

Eğer, özel yetkili mahkemelere verilen yetkileri özel amaçları için kullanan bir örgütlenme varsa, bununla esnflar ve sanatkarlar odası değil, bu hükümet uğraşmak zorunda. İçişleri Bakanlığı adamın elinde, Adalet Bakanlığı adamın elinde, Devlet Denetleme Kurulu adamın elinde. Açtırsın soruşturmaları? 6 Temmuz tarihinde 19 maçta şike ve teşvik primi tespit ettik diye açıklama yapan emniyet müdürüne ne oldu? Açıldı mı bir soruşturma? Var mı ceza alan bir tane polis memuru?

O zaman eğri oturup doğru konuşacağız. Nihayetinde bu soruşturmadan sorumlu olan, nihayetinde bu işlere müsaade eden, cevaz veren, nihayetinde hukukun doğru ve düzgün işlemesini engelleyen Ekrem Dumanlı değil, Recep Tayyip Erdoğan.

Sen 10 senedir memleketi yöneteceksin, ondan sonra daha hala her olayda o yaptı, bu yaptı diye bahane üreteceksin. Yok böyle bir saçmalık.

Yasama, yürütme ve yargının yanına dördüncü bir erk olarak cemaat eklendiyse bunun da sorumlusu, bu ülkede, bu şartlarda iktidardır ve bunun hesabını vermelidir. Hayaletlerle kavga edilmez, kasabanın şerifi sizi koruyacağı yerde tecavüz ediyorsa, onun yakasına yapışmak zorundasınız.


4 comments:

  1. Kerem Tibuk dedi ki...

    Demokrasilerde güçler ayrılığı diye birşey olmaz. Olsa bile görüntüden öteye gidemez. Güçler ayrılığı demokratik monarşilerin evrilmeleri sonucu çıkmıştır.

    Tarihsel olarak önce kral ve aristokrasi arasında sonra da halk temsilcileri, kral ve arsitokrasi arasındaki güç dengelerini tarif eder güçler ayrılığı.

    Zaten herhangi bir coğrafyada halkı devletten koruyan yegane unsur devletin içinde veya dışından o coğrafyadaki iktidar mücadelesinin getirdiği rekabettir. Bu rekabet Avrupa'da Kral ve Kilise, arasında da yaşanmıştır, aynı coğrafyadaki prenslikler arasında da ve rönesanstan, enndüstriyel devrime medeniyetin yükselişi hep bu iktidarların kendi aralarındaki rekabetten dolayı halkı ezememelerinden dolayı ortaya çıkmıştır.

  2. Minnoş dedi ki...

    Israrla belirtirim bu yazı Fenerbehçe’nin şike yapıp yapmaması ya da Aziz Yıldırım masumiyeti üzerine yazılmış bir metin değildir. Sadece gözlemlerimi aktaracağım, bana kalırsa dünya tımarhane zaten :) yine de eğleniyorum böyle gözlemlerle, atıyorum taşı kuyuya, tartışırım diyene kapılar her zaman açık. Bir “X” davası düşünün, devletin belirli bir savcısı soruşturma başlatsın ve devletin belirli bir polis ekibi operasyon yapsın. Bu sefer bir ”Y” davası düşünün yine aynı savcı ve polis operasyon yapsın. Bu davaların iddianamelerinde ki ortak “name”ler, doğru birçok iddaanın yanında, birçoğu mesnetsiz, suçlunun suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda bırakıldığı şişirilmiş nameler olması olsun. Sonucu uzun süreli tutukluluk süreleri olsun. Bu iki davanın da halk nazarında “PR”ını ve savunmasını yapan, gizli dosyalarını servis eden hep aynı gazeteciler olsun. Hem “X” davası hem “Y” davası gereğinden fazla uzasın ve halk nezdinde yavaş yavaş itibar kaybetmeye başlasın... Bu durum da oligarşiye hâkim olan güç ufak da olsa ateş çıkan bir yer seçer, halkın %70’inin sevmediği, gündemde ve popüler olan birisi üzerinden, sevilmeyen bir kurumla ve yeni bir dava süreci başlatır. Bu davanın da savcısı ve polisi aynıdır ( Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı gözaltına alanlar ile Aziz Yıldırım’ı gözaltına alanlar bile aynı ekiptir), yöntemler ve “name”ler aynıdır, savunucu gazeteciler (Mehmet Baransu, Rasim Özhan Kütahyalı, Şamil Tayar ve hatta Nazlı Ilıcak) aynıdır. Halk nezdinde itibar kaybeden yargılama süreçleri ve yöntemler, kişiler ve dava süreçleri, yargılanana duyulan kin ve nefretle haklı bulunmaya başlar. Burada amaç Halka “Demek ki yöntem, doğruymuş, böyleymiş, az bile yaptılar v.s.” dedirttirmek ve olayın hukuksuzluk boyutunu gözlerden uzaklaştırmaktır. Bütün davalar itina ile normalize edilir. ( Fenerbahçe Ordu Evi ve Fenerbahçe Kulübü arası yakın ilişkiler, yüksek rütbeliler içindeki Fenerbahçe üstünlüğü, NATO ihaleleri süs ve çerez olarak durmaktadırlar) Sözün özü artık toplum mühendisleri önderliğinde bir değişim yaşayacağız, süreç başladı, sporda, tiyatroda, sergide, sanatta, toplumsal alanda başlamıştır süreç. Biraz daha iyi analiz ederseniz, seyriniz güzelleşir en azından. Herkese saygılar.

  3. samael dedi ki...

    Olmayan şikenin davası, nihayet kamuoyunda kısık seslede olsa bir takım şeylerin dile getirilmeye başlanmasına neden oldu.

    Bu güne kadar rüzgarı arkasına alıp, ağızı köpürerek fütursuzca taaruz edenler her nedense savunmaya geçtiler, argümanda şu: dini bir cemaat neden bir spor kulübünü ele geçirmeye uğraşsın?

    Neden uğraşmasınki?

    Birinci ve en büyük nedeni 11 aydır kendileride biliyorlar, bu taraftar grubu birbirinden çok farklı insanlardan mürekkep, verilen tepkide ortada... böyle bir gücü yönetebilmek, yönlendirebilmek ve rantından faydanabilmek, iktidar otobanında 240 km ile son sürat gidebilen bir gruba / camiaya niye cazip gelmesinki ? Nasıl olsa kimsenin dur dediği de yok...

    Muhafazakarlıktan devşirme iktidar partisinin ideolojik sığlığının kimsenin umrunda olmadığı, Liberallerin Polyanna olduğu ve bir kısım seçmeninde konjektürü hala ekmek ve yoğurt fiyatı üzerinden değerlendirdiği bir ülkede ergenekon kck ve şike davasındaki hukuk ihlalleri, usulsüzlükler üzerine daha çook konuşuruz, hayaletlerle çok savaşırız.

  4. zachpaulsen dedi ki...

    yazılarını bir Galatasaraylı olarak okuyorum. dikkatle ve incelikle; çok güzel bir üslupla gönülden yazıyorsun.
    Ama içerik açısında gerçekten inanılmaz.
    taraflılığın bu kadar da objektif olabilmeyi gögelememeli. Ha objektif olmak gibi bir kaygın yoksa herşeyi ve herkesi Fenerbahçe, Aziz Yıldırım, mağduriyet penceresinden veya herkes veya bütün dünya Fenerbahçe'ye karşı; ele geçirmeye çalışıyor gibi bir mantık ne kadar akılcı olabilir anlayamıyorum.

    Fenerbahçe değil ama acaba Fenerbahçe'yi yönetenler veya yöneten zihniyetin hiç mi hatası yok diye hiç düşünüyor musun? veya düşündün mü?

    olaylara, Cemaat, İktidar,Akp, veya bir takım güç ilişkileri penceresinden bakmak yerine biraz da objektif gerçekler penceresinden bakmayı mesela. hakikaten bizim yöneticiler bu yollara sapmış olabilir mi?

    Burada korunması ve kollanması gereken tek şeyin bir kurum, takım, olarak Fenerbahçe'nin kendisi olduğu inancındayım. Ben olsam öyle yapardım Galatasaray için.

    Bu kadar komplo teorisi, ispatlanması imkansız teoriler, iddalar inanılmaz bir bilgi kirliliği vs...
    Fenerbahçe'ye en büyük zararı Fenerbahçeyi yönetenler vermiştir hala daha vermeye devam ediyorlar. Taraftarlık böyle olmaz.

    Hiç sevmediğim, son derece saçma sapan bir kalıp olan; yine klasik bir Türk ve Şarkiyatçı uydurma kabiliyetimizle buluduğumuz 'kişilerle kurumları ayıralım' saçma önermesi hakikaten bu durum için lazım. Ceza veya disiplin yargısında bu söylem ne kadar abes, kasıtlı ve demogojikse içinde bulunulan durum açısından Fenerbahçe için o kadar doğru.

    naçizane benim gözlemim; Fenerbahçe kurum olarak şike yapmadıysa bile; bu olaylarla hiç alakası yoksa bile; herşey bir kurgunun ürünüyse bile; Aziz Yıldırım ve yönetim kurulu kendi çıkarlarını kulübün namusu, şerefi ve haysiyetinin hatta geleceğinin önüne koyup sırf kendilerini kurtarabilmek için milyonlarca insanı buna alet ettiler. halbuki bir istifa gerçekten kişiler ve kurumları ayırırdı. Bu ikrar anlamına gelmezdi ; bilakis o zaman daha da büyürlerdi. ama yapmadılar..

Yorum Gönder