Etik Kurulu Raporu: Bir Darbenin Anatomisi (I)
Sonda söylenecek olan şeyi baştan söyleyelim, eğer 58. maddede değişiklik yapılmasaydı, böyle hukuk garabeti bir raporun ortaya konulması da, bu karara bağlı olarak alınan PFDK kararları da mümkün olmayacaktı. 58. Maddenin değişmesiyle mümkün olan "kişiler ve kulüplerin ayrılması" mantığının yarattığı alanda etik kurulu, herkesin hoşuna gidecek veya herkesi eşit şekilde üzebilecek, son derece ortalama, riya ve eyyam kokan bir karar alabilme şansına erişmiştir. Zira bu maddenin değişimi, raporu hazırlayanlara Fenerbahçe'yi küme düşürmeden, Fenerbahçe'ye ceza verebilme gibi bir imkan yaratmıştır. Ortada bir şike suçu olmadığı halde, 3 Temmuz sürecinin başından beri gelen baskıyı ve kamuoyunda yaratılan beklentiyi kurul böylelikle karşılamış, buna karşın Fenerbahçe'yi de küme düşürmeyerek tabiri caizse paçasını kurtarmıştır.
Rapor, 3 Temmuz darbesi sonrasında olan her şey gibi, siyasi bir beklenti ve mülahazanın ürünü olarak ortalıkta dolaşmaktadır. Okuyanların tamamının aklına -hangi safta olursa olsun- aynı soruların gelmesi de bu sebeple kimseye şaşkınlık yaratmıyor. Bu kadar eyyamcı, bu kadar hukuk mantığından yoksun bir rapor hazırlanınca, mantık sahibi her şahıs, hatta Sadri Şener isyan duygusu ile doluyor.
Bu noktada, Trabzonspor'lu arkadaşlarımızın isyanını paylaştığımı, onların duygularını anladığımı ifade etmek zorundayım. Gerçekten de olan tam da gördükleri gibidir. Siyasetin müdahalesi ile, siyaset için en elverişli koşul olan "oy kaybetmeden Fenerbahçe'yi cezalandırma" formülü rapor ile hayata geçirilmiş, tüm kulüplerin ağzına bir bal çalınmış, herkesin de canı bu sayede yakılmıştır.
Bugün Trabzonsporlu ve Galatasaraylılar şu soruyu sorma hakkına sahiptir, şayet rapor şikenin varolduğunu ve Fenerbahçe yöneticilerinin bu şikeyi yaptığını ifade ediyorsa neden Fenerbahçe'ye ceza vermiyor? Akıl almaz bir durum. İlhan Ekşioğlu ile ilgili bölümlerde yer alan yönetim kurulu kararı olmadığı veya haberi bulunmadığı yönündeki dolayısıyla kulübe izafe edilemeyeceğine yönelik ifadeler zorlamanın abartılı bir versiyonu olarak karşımızda durmaktadır. Bu ifadeleri izah etmek, yazanlar için dahi başlı başına imkansız bir çaba olarak gözüküyor. Tam da bu sebeple, zaten izah etme zahmetine bile katlanmadan, cümleyi patır patır döker gibi kağıda döküp, görüş sahamızdan uzaklaşmış durumdalar.
Operasyonun Bilançosu
Sormamız gereken soru böyle bir kararın nasıl alınabildiği değildir, sorulması gereken soru neden tam da böyle bir karar alınması gerektiği, neden bunun son derece normal olduğudur. 3 Temmuz darbesini yaşayan hiç kimse bu kararın, tam da bu şekilde alınmasına şaşırma hakkına sahip değil. Bu blogda, bundan çok önce, 58. maddenin değişmesi ilk gündeme geldiğinde, bu değişikliğin eyyam kapılarını açacağını, bunun adaletin gerçekleşmesini imkansız hale getireceğiniz yazmıştık. Deha filan olduğumuzdan değil, süreç tüm yönleriyle bu noktayı işaret eettiği için. (bkz: 58. maddenin değiştirilmesi şikedir, şikeci de Kulüpler Birliği'dir)
2 Temmuz tarihinde yapılan brifing ile Başbakan'dan alınan müsaade üzerine başlayan, 3 Temmuz tarihli darbenin faillerinin temel projeksiyonu, 3 Temmuz - 10 Temmuz 2011 aralığında yoğun medya bombardımanı ile bir kamuoyu algısı yaratmak, bu algı ile TFF'yi baskı altına almak, TFF'nin Fenerbahçe'nin şike yaptığını tescil etmesini sağlamak, elde ettikleri bu "uzman görüşü" ile Özel Yetkili Mahkeme'de süren davada güçlü bir pozisyona ulaşmak ve Aziz Yıldırım başta olmak üzere bütün davalıların yıllar sürecek bir tutukluluk ile karşı karşıya kalmasını sağlamaktı. 6 Temmuz tarihli İstanbul Emniyeti'ne ait "19 maçta şike ve teşvik primi tespit ettik" açıklaması tam da bu dalganın kamu desteği görevini görmekteydi. Alanında otorite olan ve belirli bir kamusal saygınlığı bulunan kurum bu açıklaması ile kitleyi "ikna" etmeyi umuyor, konuyu otoriteye bağlı argüman ile kapatmayı istiyordu.
10 Temmuz'da yaşananlar kurgunun ilk aşamasını bozdu. Fenerbahçe halkının yaşanan bombardıman içerisinde sessizleşmesi, pasifize olması beklenirken, tam da bombardımanın yoğunluğu, baskınlığı ve yapısı nedeniyle Fenerbahçe kamuoyu çok daha büyük bir reaksiyon gösterdi.
Bu reaksiyonun ilk sonucu, reflektif olarak Fenerbahçe kamuoyunda oluşan "bu bir Fenerbahçe operasyonu" algısını kırmak, operasyonu Beşiktaş ve Trabzonspor'a doğru genişletmek oldu. Bu hat değişimi daha sonra Serdal Adalı tarafından "Fenerbahçe'ye meze yapıldık" diyerek ifade edilecek, ilerleyen zamanlarda Beşiktaş ve Trabzonspor'un sanki süreçte hiç yokmuş gibi gösterilmesi hatta, Trabzonspor'un kendi yargılandığı davaya müdahil olması ile daha da belirgin hale gelecekti.
Operasyonun bu kısmı ile birlikte ortaya konulan ikinci araç UEFA sopasının yaratılması, Galatasaray'ın aktif / müdahil olarak davanın spor kamuoyundaki savcılığı pozisyonuna doğru ilerlemesi, bu ikili araç ile TFF'nin baskı altına alınarak TFF'nin bir karar vermesinin sağlanmasıydı. Bu dönemde, savcı soruşturma dosyasını TFF'ye gönderdi, Galatasaray bu ateş üfleyerek sönmez, kangren olmayan kolu gelir başkası keser dedi, Pierre Cornu'nun Türkiye seferi ile başlayan süreç, UEFA mektubu ve 24 Ağustos tarihli karar ile tepe noktasına vardı. O dönemde UEFA'nın Fenerbahçe'nin şikeci olduğu yönünde bir karar aldığını söyleyerek başlayan kampanya, TFF üstüne çok daha büyük bir hücum dalgası olarak gelse de, Fenerbahçe'nin kritik üç müdahalesi ile bu baskı bertaraf edildi. Fenerbahçe açıkça bu kararı alanın UEFA değil TFF olduğunu, TFF'nin şayet kendisinin şikeci olduğunu düşünüyorsa Fenerbahçe'yi küme düşürmesi gerektiğini ifade etmesi ve CAS'ta açılan dava, TFF'yi ve sürecin bileşenlerini kilitleyen hamleler oldu.
24 Ağustos'tan sonra başlayan süreçte bu tipte kampanyalar başka başka vesilelerle tekrar tekrar görüldü. İddianamenin açıklanması ve kabul edilmesiyle "mahkemenin ciddi bulduğu iddianameyi TFF'mi kabul etmeyecek, düşürün Fenerbahçe'yi" bangırtısı başlarken, liglerin başlaması, duruşmaların devamı sırasında da "Fenerbahçe'yi küme düşürün" kampanyaları "UEFA Ban Turkey" estetiğindeki diğer yapımlarla birlikte vizyona sürüldü.
Bütün bunlara rağmen, Fenerbahçe küme düşürülmedi, TFF son derece rasyonel sebeplerle bu baskıyı bertaraf edebildi. Herkesin atladığı bir kaç temel hukuk kaidesi "masumiyet karinesi," "savunma almadan ceza verilemeyeceği" gibi temel ilkeler baskının gayri meşru zeminde olduğunu gösteriyor, bu meşru iki kural çerçevesinde de TFF süreci öteleyebiliyordu. Bunun yarattığı dinamik, sürecin uzaması, süreç uzadıkça da operasyonun sahipleri ile paralel iktidarın koalisyon ortağı durumundaki hükümet arasındaki çatlakın açılması oldu. Fenerbahçeliler operasyonun adaletsiz, anti demokratik, hukuksuz olduğunu daha yüksek sesle söyleyerek aktive olmaya başladıkça, bunun yaratacağı siyasi bedelleri ödemek istemeyen hükümet de ara formüller bulmak için çalışmaya başladı. Bu formüllerin ilki, 58. maddede yapılacak değişiklikti. Bu maddenin değişimi ile tutuklu yargılaması devam eden bazı şahısların tahliyesi hedeflenerek, toplumsal bir rahatlama hedeflendi. Ancak Aziz Yıldırım tahliye edilmediği, operasyonun failleri ve siyasi sorumluları o aşamada Aziz Yıldırım'ı tahliye edemeyeceği için beklenilen amaca ulaşılamadı.
Kısmet Erkiner'in yaptığı açıklamalar ile başlayan deprem, TFF Başkanının kendi hukuk kurulu ve müşaviri tarafından kandırıldığını, 24 Ağustos tarihinde Fenerbahçe'nin hakkının gasp edildiğini ortaya koyunca, süreç bambaşka bir merhaleye girdi ve darbenin bütün uzantıları ortaya çıktı.
İki temel olay, darbenin Fenerbahçeliler için kabak gibi ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
1- 6222 sayılı kanunda değişiklik yapılacağı zaman, cemaat ile bağlantıları olduğu bilinen Zaman Gazetesi çizgisi, Şamil Tayyar, Hakan Şükür gibi isimler, Taraf gazetesi gibi yayın organları korkunç bir direniş harekatına giriştiler. Tayyip Erdoğan'ın hastalığına rastlayan bu direniş dönemi, Bülent Arınç'ı özür dilemek zorunda bırakacak bir epik finale ile kapanırken Fenerbahçe hem yarattığı dinamiği hem de bu operasyonun faillerini görebilme gücüne erişti.
2- Kısmet Erkiner'in açıklaması ile başlayan dinamik ise TFF'nin yanlış yönledirildiğini, yanlış yönlendirenlerin de kulüp aidiyetleri ile yaptıkları etkiyi gösterdi. TFF içerisindeki bazı mevkileri işgal etmiş şahıslar bilinçli bir şekilde olan olayları çarpıtarak, hukuk kurallarını hiçe sayarak, UEFA nezdinde bir lobi ile TFF üzerinde baskı kurarak Fenerbahçe'yi küme düşürmek için bir "operasyon" ortaya koymuş, ancak bu operasyon da sonuçsuz kalmıştı.
Dolayısıyla darbenin siyasi sorumlusu artan bedelle süreci başka bir mecraya taşımak istiyor, faili sürecin yaratacağı değişik etkilerin, özellikle Özel Yetkili Mahkeme - Emniyet hattının itibar kaybına neden olacağını düşünüyor ve bunu engellemeye çalışıyor, süreç içerisinde yer alan aktif bir kulübün kanaat önderleri ise süreci bir aralık olarak kullanarak gönüllü bir taşeron hizmeti sunuyordu.
Bütün bunlara rağmen, taraftarın gerçekten de ödünsüz duruşu, Fenerbahçe kamuoyunun geniş bir şekilde uyanışı, Aziz Yıldırım'ın pazarlıksız, ödünsüz tutumu ile siyasi dili son derece rahatlıkla kullanması ve Fenerbahçe'nin Türk spor ekonomisindeki belirleyici konumu, Fenerbahçe bütün avantajlarını doğru bir şekilde kullanarka, sürecin bugüne kadar gelmesini sağladı. Spor kulübünün oyuncularının başarılarıyla yarattığı psikolojik destek ortamı, taraftarın direniş gücünün asla azalmaması ile birleşerek ortaya çıkarttığı "kayıp" hattı, operasyonun failleri ve siyasi sorumlusunun da hareket kabiliyetini kısıtladı.
Bütün bunları bu kadar rahat söylememizin de esasında üç temel sebebi var.
1) Sürecin her aşaması hukuksuzluklarla doludur
A) DELİL YOKLUĞU
6222 sayılı kanuna göre "şike" veya "teşvik primi" basitçe şu şekilde tanımlanır: "Bir müsabaka sonucunu etkilemek için iki taraf arasında bir kazanç karşılığında yapılan anlaşma"
8 aylık teknik takip dökümanlarına, fiziki takibe rağmen kolluk kuvvetlerinin elinde bu üç unsuru bir arada gösteren tek bir delil dahi bulunmamaktadır.
Bugüne kadar böyle bir delilin ortaya çıkmamasının sebebi de, böyle bir delilin olmamasıdır.
Bu blogu takip edenler, yaklaşık 10 aydır, bu blogda bangır bangır 6222 sayılı kanun anlamında bir tane delil bile olmadığını, böyle bir delil varsa da ortaya konulması gerektiğini söylediğimizi biliyorlar. Bugüne kadar karşı takımın fanatiklerinden, binlerce yazı yazan gazetecilere kadar hiçkimse böyle tek bir delil bile ortaya koyamadı. Hatta görüş veren hukukçular bile bu görüşlerini bu kanun anlamında gerekçelendiremediler. Bugün eldeki tüm deliller ortaya çıkmışken, şunu rahatlıkla söylüyoruz, 6222 sayılı kanun anlamında iddianamede tek bir delil bile yoktur.
Böyle bir delil olmadığı için de, yapılan bütün yorumlar, Ömer Çelakıl tekniğinin etkin kullanımı, batini yorumlar, niyet okumalar üzerinden gitmekte, Fenerbahçe yöneticilerinin kendi aralarında yaptıkları bir takım konuşmalardan manalar bulmaya çalışarak, şike olduğu yönünde bir kanaat oluşturmaya çalışmaktadır. Bir başka deyişle, ortada ölü bir adam yoktur, bu adamı öldürecek herhangi bir silah yoktur ama biri katillikle suçlanmaktadır ve bu suçlamanın temeli de telefon konuşmalarında yer alan "kağıdı yırttım", "uzay gemisini patlattım", "inşaatı yıktım" gibi ifadelerdir.
Bu ifadeleri daha da anlamsız hale getiren şey, bir anlaşma yoksa da, bir finans transferi bulunmuyorsa da hatta müsabakada fiziken bir şey de gözükmüyor olsa da, bu ifadelerin "suçun işlendiği yönünde karar verecek boyutta delil" olarak kabul edilmesi halinde ortaya çıkacak hukuk mantığından herkesin zarar göreceğidir.
Yani şayet bu ifadeler yeterliyse, bu bir "emsal karar" ise, hukuken bunlar kafi ise, Trabzonspor ve Beşiktaş'ın da hayli hayli küme düşebilecek durumda. Üstelik Trabzonspor'un Şampiyonlar Ligi'ne katıldığı, bu bakımdan UEFA'ya müsabaka sonucunu etkileme faaliyeti içerisinde yer almadığı yönünde yazılı beyan vermesi sebebiyle, şayet bu ifadeler "suçun kesin delili" olarak kabul edilirse, Trabzonspor'un UEFA'dan yıllarca yasaklanması da mümkün. (gerekçe: Trabzonspor UEFA'dan ceza alabilir) Hatta Galatasaray'ın da bu yönde şike yaptığı kabul edilebilir, özellikle Bülent Tulun'un ifadeleri, hala belgelenmemiş 1 milyon dolarlık bir meblağ birleştirildiği zaman Ömer Çelakıl'cılık oynamak o kadar da zor değil.
B) DELİLLERİN TOPLANMASINDA YAŞANAN USULSÜZLÜKLER
İşin daha ilginci, bu delil yokluğu durumu o kadar belli ve barizdir ki, delilleri toplayan otorite delil toplama aşamasında hukuk ihlalleri yapmak zorunda kalmıştır.
Örneğin hukuka aykırı teknik takipler yapılmış, İbrahim Akın ve Ümit Karan üzerinde baskı kurularak ifade alınmaya çalışılmış, Şekip Mosturoğlu'nun intihar edeceğine yönelik asılsız söylentiler yayılarak ailesi ve kendisi psikolojik bir cendere içerisine sokulmuş, Tamer Yelkovan darp edilmiştir. Bütün bunlar herhalde güçlü delillere sahip bir otoritenin yapacağı uygulamalar değildir. Bu hukuka aykırılıkların temel sebebi, muktedir olanın bu ihlalleri yapmaya mecbur hale gelmesidir.
C) Davaya Bakma Yetkisi Olmayan Mahkeme Davayı Görmektedir
Bütün bu delil yokluğu, ancak siyasi bir mahkeme tarafından göz ardı edilebilir. Davanın Özel Yetkili Mahkemede görülmesinin temel sebebi de budur. Özel Yetkili Mahkemeler, modern DGM'ler olarak yükselirken, siyasi tutum ve kararları alabildiğini ODA TV, KCK, Balyoz davalarında biliyor, izliyoruz. Özel Yetkili Mahkeme'de görülen tüm davalarda gözlenen hukuka aykırılıklar da bir operasyon modeli olarak Fenerbahçe davasında görülmüştür. Örneğin usulsüz teknik takip dökümanları, soruşturmanın gizliliği ilkesinin sistematik ihlali, masumiyet karinesinin ayaklar altına alınması, şahısların uzun tutukluluk süreleri ile baskı altına alınması, mahkeme heyetlerinin hukuk mantığından uzak matbu tutukluluk kararları ile duruşmaları sona erdirmesi, tipik ÖYM davasının bütün unsurlarını barındırmaktadır.
2) UEFA YALANI
Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne katılmamıştır. Bu dava da yerel federasyonun yetki alanına giren bir davadır. Fenerbahçe'nin Avrupa Kupası maçlarında şike veya teşvik primi yaptığına yönelik tek bir iddia bile bulunmamaktadır. Bu sebeple aylardır ortada tantana yapanlar, bu zamana kadar bir kere bile "UEFA'nın şu tüzüğünün, şu regülasyonunun, şu disiplin talimatının, şu hükmü gereği, ceza verebilir" diye bir tane cümle kurabilmiş değil. Bu zamana kadar sonsuz bir batarya gibi patlayan "UEFA Türkiye'yi yakacak" heyhülasının altı tamamen boş. Bu heyhülanın taşeronları da, bu zamana kadar hiçbir açıklamalarında tek bir UEFA regülasyonuna atıfta bulunmuş dahi değiller.
3) SİYASETİN ETKİN / AKTİF MÜDAHALESİ
Sürecin en ilginç tarafı, siyasetin son derece etkin, aktif müdahale etmesine rağmen, sanki hiç yokmuş gibi değerlendirilmemesi. Örneğin süreç 2 Temmuz tarihinde Başbakan'a verilen bir brifing ile alınan müsaade ile başlıyor, (BKZ: Aziz Yıldırım'ın ipini Tayyip Erdoğan çekti) daha sonra da AKP'li vekiller her türlü araçla sürece müdahale ediyorlar. Erdoğan Bayraktar ince ayarla kupa almaya çalıştıklarını ifade ederken, Şamil Tayyar ve Hakan Şükür "Aziz Yıldırım'ın Ergenekon'un finans ayağı" olduğu yönündeki ifadelerini TV kanallarında halka açıklıyor. 6222 Sayılı Kanunun değişimi esnasında yaşanılan gelişmeler ise, siyasetin çok boyutlu bir şekilde sürece müdahil olduğunun açık göstergesi.
Dolayısıyla bugün gördüğümüz temel resim şudur,
6222 sayılı kanun anlamında tek bir delil bile bulunmayan bir davada, siyasetin etkin ve atkif müdahalesi ile başlayan süreç, paralel iktidarın temsilcileri tarafından yürütülmüş, bu süreç akamete uğratıldıkça artan siyasi maliyetler sebebiyle hükümet ara bir formül bulmaya çalışmış, bu formül Trabzonspor, Galatasaray ve diğer takımların da hassasiyetlerini yansıtmak zorunda olduğu için doğrudan siyasi / eyyam saiklerle şekillenmiş, bunun önündeki temel engel 58. madde ve CAS Davası olduğu için CAS Davasının çekilmesi için rica / baskı kurulmuş, 58. madde değiştirilmiş ve mevcut etik kurulu raporunda ortaya çıkan garabet karar hayata geçirilmiştir.
Sürecin tam da böyle olması nedeniyle etik kurulu raporunun garabet olmamasını beklemek de fantezidir.
Bu zamana kadar Türk polisine Oslo emniyet gücü, mahkemelerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, UEFA'ya da deli dumrul bir Amerikan Askeri rolü biçmek isteyenlerin şaşırdığı temel nokta da sürecin bütün bu çerçevesini okuma zahmetine bile girişmemeleri, gözlerini kör eden bir bakış açısıyla "ceza" dahi değil "infaz" beklemeleridir. Önce linç edelim sonra yargılarız mantığıyla çıkan, savunma bile alınmadan yazılan, iddianame bile hazırlanmadan savcının gönderdiği eksik verilerle şekillenen etik kurulu raporuna yapılan bunca atıfın sebebi de, tam da bu "infaz" beklentisini tatmin etmesidir.
Bu süreçten çıkış için ortaya çıkan tek imkan ise, adalet beklentisini devam ettiren direnişi arttırmak, hukuk kuralları ve kaideleri çerçevesinde bir yargılama beklemek, sürekli olarak hukuk kurallarına atıf yaparak adalet ve özgürlük beklentisini ortaya çıkarmaktır. Anti demokratik, gayri meşru bir darbeye karşı halkların elinde tek bir güç bulunur meşruiyet. Zulme karşı mazlumun elinde tek bir kuvvet vardır, hak. Şüphesiz her firavunun bir Musa'sı, her Nemrut'un bir İbrahim'i varsa, bu firavun failli darbenin biçare mazlumları da ellerindeki tüm güçle hesap soracaktır.
Giriş bitti, şimdi etik kurulu raporunu değerlendirelim. Bu sürecin zorunlu sonucu olan garabetin boyutunu gördükçe, süreci de daha iyi anlayacağız.
9 Mayıs 2012 19:38
benim anlamadığım birşey var kimse FB lileri ya dinlemiyor ya da duymuyor . Soruyoruz ; bu bir şike davasıysa ve başkan 11 aydır tutukluysa CL ye fed. tarafından gönderilmediysek niye biz bu ligde oynuyoruz ? yok eğer Başkan ve FB masum ise Başkan niye hala içerde ? ve İ.akın versaire ve FB li Yöneticiler niye ceza alıyor ? Bize ya suçsuzsunuz özür dileriz desinler ya da yaptınız küme düştünüz bu işin ortası yok ,olamaz , FB şike yapmadı ama FB ye büyük şike yapılmıştır ve bu şikeyi yapanlar TFF binalarını karardan önce ziyaret etmiştir ve bu şaibeli absürt kararı çıkartmıştır . Ama ne oluyor yine FB kurtarılıyor . 11 aydır biri bizi kurtarıyor hep ? nasıl oluyorsa anlamadım , kurtarılmak isteyen kim onu hiç anlamadım ?
9 Mayıs 2012 19:55
Süreci derleyip toparlama ve iddiaların ne kadar boş olduğunu gösterme anlamında çok başarılı bir anlatım..Teşekkürler ve tebrikler..
9 Mayıs 2012 22:53
Ben kendi adıma etik kurulunun operasyonel raporunu kabul etmiyorum… Fenerbahçeli olan kardeşlerimin de hem etik kurulu raporunu hem de PFDK kararlarını beğenmemeleri gerektiğini düşünüyorum… Pfdk kararlarını kabul etmemiz mümkün değildir…
Fenerbahçe’ye PFDK kararları yapılmış çok büyük bir kötülüktür… Yöneticinin yaptığı suç, bal gibi kulübü bağlar… Hukuk şikesi yoluyla açılan bu dava karşısında ya delilini gösterip ceza verirsin… Yada boş yere, bu davanın altını doldurmak ve kamuoyunu yanıltmak için bazı kişileri günah keçisi ilan ederek, bize şaibe bulaştırmaya kalkamazsın… PFDK kararları ile bazı kişilere ceza verilmesinin bana göre iki nedeni var…
Birincisi özellikle uefa tarafından küçük bir ihtimal olsa da tff’nin men yememesi, büyük ihtimal olarakta bjk ve ts’nin ceza yememesi içindir… Bu durum ikna olmayacak bir uefaya bakın birilerine ceza verdik eyyamıdır… İkincisi de ve daha önemlisi de kamuoyunun şike davası konusun da şartlandırılması nedeniyle, olası bir toplu beraat halinde zor durumda kalacak olmalarıdır… Etik kurulu raporu çıkmadan önce zekeriya özün etik kurulu üyeleriyle hangi nedenle ve hangi yasal sıfatla ( tff statüsünden gelen bir yasal durum yok ) görüştüğünü merak ediyorum…
3 temmuzu siyasi süreçle işletenler, davanın olası sonuçlarından zarar görme olasılığı nedeniyle şimdi fenerbahçe taraftarının ağzına bir parmak bal çalarak bizi ikna edemez… Etmemelidir de … Bu davanın hem tff hem de ceza davası açısından bizim için iki sonucu var… Yaaa aklanacağız… Olması gereken budur.… Bu durumda da bu operasyonu düzenleyenler hukuk önünde hesap vereceklerdir… Yada bugüne kadar olmayan adaletinizle ceza vereceksiniz…
Madem şikeyi kabak gibi delillendirdin, niye hesabını soramıyorsun ??? 3 Temmuzdan bu tarafa gerek bu sitenin ve gerekse biz Fenerbahçelilerin sorduğu sorularla bu iddianame delik deşik edildi… Savcının tapeleri şike olduğu yönünde yorumlaması ile bu iş olmazzzz… Savcının yorumu delille olurrr… Biz bugüne kadar iki yöneticimize verilecek hak mahrumiyetleri uğruna direnmedik…
Şike yapıldığı kararının değişik bir yolla verildiği bu karara razı olmak, itiraz etmemek ve direnmemek, bugüne kadar yapılan mücadeleyi anlamsız kılabilir… Biz bu davanın şike davası olmadığına inanıyoruz… O zaman neden şike yada teşvik veren yöneticilerimizin bir kısmının ceza almasıyla, kollanıldığımız, korunduğumuz algısına neden olacak ve kendi vicdan ve aklımıza anlatmakta güçlük çekeceğimiz bir sonuca razı olalım… Yönetimin 58.madde konusundaki değişikliklere itiraz etmemesi, cas davasının çekilmesi, 3 temmuzdan bu tarafa haklı direniş gösteren bizlerin mücadele azmini düşürmektedir… Bu davada verilen direnişin önemli bir kısmı da ,çubuklunun haksız yere lekelenmemesi içindi… BU EYYAM kararlar ile neden sıtmaya razı oluyoruz… Biz ölümüne bu mücadeleyi vermedik mi ??? Ölümden korkusu olmayanın geri adım atması, haksız yere verilecek kararların küçüğüne razı olması düşünülemez…
10 Mayıs 2012 00:06
@Maçanın Papazı,zaten suçsuzsunuz özür dileriz diyemedikleri için devam ediyor bu oyun.Bu ülkede haklı ya da haksız pek çok şeye el attılar,her şeyde başarılı oldular ötekileştirme politikasıyla.Ama Fenerbahçe'de hiç düşünmedikleri şekilde faka bastılar.Neden?Çünkü Fenerbahçe sağcı değil,solcu değil,ulusalcı değil,Türk değil,Kürt değil.Fenerbahçe bu ülkede tüm halkı kucaklayabilen en büyük kuruluş.Kimi kime karşı itibarsızlaştıracaklar yani.
Başbakan 3 Temmuz'da umarım Aziz Bey aklanır diyordu,şimdi kişilerle kurumlar ayrılmalı diyor.Papazın hep dediği gibi,89.dakikadayız artık,duraklamalar oynanacak.Son hamleler ve biz öndeyiz.Son dakikada bir şeyler yapıp durumu istediklerine yakın bir hale getirmeye çalışıyorlar.İlk defa kaybediyorlar ve bu onlar için büyük bir baskı.Şu durumda çıkıp beyler özür dileriz diyemezler.Pek çok insanın kutsalıyla böyle oynadıktan sonra çıkıp bunu diyemezler.Herhalde çoğu kişi var olan öfkeleriyle kötü şeyler yapabilir öyle bir şeyden sonra.
10 Mayıs 2012 00:56
"Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı ve İlhan Yüksel Ekşioğlu’nun Fenerbahçe Yönetim Kurulu Üyesi olması nedeniyle şike faaliyetinin Fenerbahçe Spor Kulübü’ne izafe edilmesinin uygun olduğu; İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın soruşturmanın gizliliğine ilişkin kararı nedeniyle sadece dosyadaki bilgi ve belgelerle sınırlı inceleme yapılabildiğinden"......
Şerefsiz Mehmet Baransu'nun 1.etik raporu neden değişti dediği ve TARAFlı gazetesinde yayınladığı raporun alt kısmı!!!!
"Savunma beni ilgilendrmez" diyen zihniyet,belge diye sunduğu raporun altında sadece tapelerin delil olarak kabul edildiğini görmüyor yada görmezden geliyor.Bu durumda zaten bu raporun savcının iddianamesinden farkı ne?
Memleketi bu hale getirenler elbet birgün adalet önünde hesap verecek!!!!
10 Mayıs 2012 10:16
Evet tespitler doğru ve bu da bizim dışımızda olaya dışardan bakanlarda aynen şu soruları çağrıştırıyor ÖYM ler ve Emniyet teşkilatıyla buna bağlı yargı mekanızması ne kadar adil?Nedim Şener in çıktıktan sonra bizim davayla ilgili söyledikleriyle beraber diğer devam eden davalara bile başka gözle bakılmaya başlandı bir millet uyandı.Uyanamayanlar da var maalesef yapılanlara inanıp yıllardır içlerinde sakladıkları kin ve nefreti sadece onlara sunulanla yoğurup sonucunda istedikleri linç ortamına ulaşamıyınca figuran oldukalarını bile itiraf ettiler.Devam edicez başkan çıkacak,aklanıcaz ama devam edicez bunu bize layık görenlere bi gel bakalım diyecez.Bu arada ne olduğuna uyanan bazıları blogu çok takip eder oldu nerdeyse her yazıda yorumlarda bulunuyorlar akıllarınca ustruplu yazılarla ego yapıyorlar;biraz sabredin sizede bir PINAR NOOLDU!PIIINAARRRR NNOOOOLLLDDDUUUUU! :) yazısı yazar arkadaşlar.