Rugby, Fenerbahçe ve Türkiye
1946 yılını Churchill “Avrupa’nın üstüne demir bir perde çökmüştür” diye tanımlıyordu. Nazi istihkamları işgal altındaki topraklardan çıkarken yerlerini Stalin’in T2 tankları dolduracaktı. Moskova’dan Berlin’in ortasına kadar -bir coğrafyayada SS Waffen’ler yerlerini orak-çekiçli Rus birliklerine bırakıyordu. Tarih çift kutuplu dünyayı gösterirken demir perdenin tam ortasında, “stratejik öneme haiz bir noktada” 23’lük genç bir Cumhuriyet’in başkentinde her şey biraz daha karışıktı.
Bu zamana kadar Cumhuriyet “Tek Adam” ve “Milli Şef” hakimiyeti altında tek partili sistemde devam etmişti. Batı dünyası, Mihver Paktı ve SSCB üçlüsü kendi aralarında dünya dominasyonu için çarpışırken Milli Şef memleketi savaşın dışında tutmuş, bu arada memleket üstündeki hakimiyetini de keskinleştirmişti. Neticede herkesin hoşuna gidecek bir şeyler bu ülkede vardı. Ekonomisi “mutedil devletçi”ydi, “Muasır Medeniyetlere erişmeye çalışıyordu” ve yükselen anti semitist akımın da hatrı kalmasın diye Nihal Atsız’lar ile sembolleşen bir ırkçı grup dahi vardı. 1934 Trakya olayları, Yirmi Kura İhtiyatlar Olayı, Varlık Vergisi hiç yoksa memleket üstünde “Türk olmayan unsurlara karşı” Milli Şefliğin “Kara Gömlekliler” tarzı müdahalelerde bulunabileceğini göstermişti. Führerle, Roosevelt ve Churchill ile, Stalin’le konuştuğu kadar rahat konuşabilen bu tek kişi hakimiyeti savaş sonrasında zorlu bir seçimle karşı karşıya kaldı. Artık “bağlantısızlık” mümkün değildi. Balkan Antantı çökmüş, Yunanistan Nazi Birlikleri tarafından işgal edilirken Cumhuriyet izlemekle yetinmişti. Bölgesel ittifaklar çağın dengeleri içerisinde bir güvenlik sağlamıyordu. SSCB Stalin ve Molotov’un agresif politikaları ile bütün bir coğrafyanın üstündeydi. Molotov’un açıkça boğazların bir uluslar arası komisyonca (ve hatta Kars ve Ardahan’ın da SSCB tarafından) yönetilmesini istemesi bir “varlık” sorunu yaratıyordu. Üstüne memleketin ekonomik krizi ve Truman Planı’nın avantajları dikkate alındığında Şef kararı basitçe vermişti “gayri milli ve ithal bir ideoloji” olan komünizm Türkiye’nin bir seçeneği olamazdı. Zaten ekonomi politikası “mutedil devletçilik” idi. Üstüne Türk solu ile Fırkanın yönetici eliti zaten hiçbir zaman iyi anlaşmış değillerdi. Böyle bir durumda Komünist olmak ancak Moskova’ya peşinen hakimiyeti vermek demekti.
Türkiye soğuk savaşta kutbunu seçti, “Batılı” olunacaktı. Ancak Amerikan gücü şekli bir batılılığı kabul etmiyordu. Truman planının ekonomik avantajlarından yararlanmak, planın bölgede demokrasilerin geliştirilmesi ve siyasal sistemlerinde demokratik esaslarda yeniden düzenlenmesini amacının gerçekleştirilmesine bağlıydı. Bu ise temelde çok partili bir siyasal hayat, temel hak ve hürriyetlerin korunduğu anayasal sistem ile serbest piyasa ekonomisi gerektiriyordu. Başlangıç 46 senesinde Şeflik tarafından yapıldı. Türkiye bütün dünyaya “nereye ait olduğunu” gösteriyordu: Demokrat Parti’nin kuruluşuna izin verildi. Çok partili hayata geçilmişti.
Büyük bir Amerikan modası aynı sene başladı. Washington büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Amerikalıların Missouri zırhlısı ile göndermesi ikili ilişkilerdeki büyük jestlerden biriydi. Türkiye ise bu jeste orantısız bir heyecan ile karşılık verdi. PTT Missouri için seri bir hatıra pulu bastırmış, Tekel piyasaya Missouri adında bir sigara çıkartmıştı. Gazeteler bütün sayfalarını Missouri’nin ziyaretine ayırıyordu hatta camiilerde “Welcome Missouri” mahyaları vardı.
Amerikan yaşam tarzı ve hayatı memleket kültürüne seri bir giriş yaptı. Amerikan müzikleri ve şarkıcıları dinleniyor, Hollywood yıldızları takip ediliyor, gazeteler dergiler bu yaşam tarzını halka bildiriyordu. “Demokrasi” ve “Amerika” yıllar yılı çarıklarla yaşamış, en büyük atılımını şeker fabrikası açarak yapmış ve bir “şekere muhtaç” geçen yıllarla debelenmiş bir halkın mutluluk ve refah özlemlerinin sembolüydü. Yeni Dünya eskinin zorluk dolu günlerini yok edecekti.
Rugby ile Türkiye işte bu konjukturde tanıştı. Önce memlekete gelen Amerikalılar kendi aralarında oynadılar. İzleyiciler bu işten pek bir şey anlamıyordu ancak Amerikalıların favori oyunu herhalde iyi bir şey olmalıydı. Bir iki Türk de oyunlara dahil olunca Rugby belirli bir şöhret edindi.
Makam sahipleri ise olaya farklı türde bakıyordu. Bu oyun Türkler tarafından da oynanmalıydı. Türk gençleri de Rugby ile tanışmalıydı. Fenerbahçe ve Galatasaray’dan birer Rugby takımı kurulması talep edildi.
Atletler, iyi sporcular rugby oynamak üzere çağırıldı. Önder Dai ise o günlerde Fenerbahçe’de rugby oynamaya çağırılanlar arasındaydı. Şöyle anlatıyor: “(Çağırdılar ama ) Rugby nedir? Ben hocadan da bir şey öğrenemedim. Ali'ye sordum. Dedim nedir oğlum ulan bu rugby?”
Kimse pek bir şey bilmiyordu yine de takımlar kuruldu ve çalışmalara başladılar. Birkaç çalışma sonrasındaysa ilk müsabaka organize edildi. Tarih 18 Mayıs 1947 idi, Fenerbahçe ve Galatasaray takımları Beşiktaş – Fenerbahçe futbol maçından önce aynı sahada bir Rugby maçı yapacaklardı.
Seyirci başta hiçbir şey anlamadı. Maç normal bir futbol topu ile oynanıyor, Amerikan Futbolu formalarının da yerine futbol formaları giyiliyordu. Ancak bir süre sonra seyirci de heyecanlanacaktı: “Senin karşına çıkmış sarı kırmızı forma ile biz de sarı lacivert forma ile. Seyirci elbette heyecanlanıyor.”
Esasında her şey Rugby’nin gelişmesine uygun gibiydi. 47’nin genel ruhu Amerikan kültürüne karşı büyük bir ilgi besliyordu, Devlet sporu destekliyor, Türkiye’nin en büyük iki kulübü ise takımlarını kurarak güzel bir başlangıç yapıyordu. Zamanla sporun kuralları öğrenilebilir, seyirci tarafından benimsenebilir ve heyecanlı bir lig doğabilirdi. Ancak çok “Fenerbahçe” bir şey oldu. Tarihin içerisinde sürekli kendini belli eden, zamanların arasında gezinen, yılları ve coğrafyaları aşan bir şey, Sarı Lacivert formanın taşıdığı, Harrington kupasında, Milli Mücadele yıllarında kendini belli eden bir şey. Fenerbahçe’nin zafer arzusu beklentilerin üstüne çıkıyordu.
Fenerbahçe daha önce de yenilmeyi kabul etmediğini ve zafer kadar hiçbir şeyden tat almadığını göstermişti. Cihat’ın Felton’ın penaltısını kurtardıktan sonra bütün bir İngiliz takımının tek tek gelip elini sıkması gibi bir şeydi bu, normal dışıydı, Fenerbahçesel bir şeydi, takım Sarı Kırmızılı formayı görünce kendini kaybetmişti.
O gün o sahada oynayan Önder Dai sonradan şöyle diyecekti: “Orada bizim büyük hatamız oldu. 12-0 yendik bu defa.”
Galatasaray Rugby takımı, ilk Rugby müsabakasında Fenerbahçe tarafından paramparça edildi. Skor 12-0’dı. Fenerbahçeli oyuncular bu ilk müsabakada kimsenin beklemediği bir başarı göstermiş, Sultanın mekteplerininin takımını seyirciler önünde rezil etmişti.
Bir daha Rugby müsabakası düzenlenmedi. Dai de Galatasaray’a hak veriyordu, “E 12-0 yenersen adam bir daha çıkar mı karşına? Ben olsam çıkmazdım.”
Rugby’nin Türkiye’deki hayatı böylelikle son buldu. Fenerbahçe tek bir galibiyetle rekabeti bitirmişti.
Serbest seçimlerin ve demokratik sistemin rafa kaldırılmasına, İnönü’nün ise en sonunda bu dünyayı pek beğenmeyip “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini alır” demesineyse seneler vardı. İkinci dünya savaşından sonra başlayan yeni kültür ise hiç son bulmadı.
19 Eylül 2008 14:36
Hoş bir yazı olmuş, eline sağlık..
mustafa