28 Eylül 2008
Anlamadım!
Başkanımızın 12 Eylül'de FBTV'de yaptığı açıklamalardan dikkatimi çeken iki kısım
Sezon sonunda Aurelio'ya 2 milyon euro ve menajeri yüzde 10 verelim dedik. Ama o 3 milyon euro artı 1 milyon euro istedi. Biz de hiç görüşmedik. Edu ve Lugano 1.1 milyon euro alıyordu. Daha fazlasını veremezdik. Biz Aurelio`yu çağırdık Bak biz seni seviyoruz. Kalmanı istiyoruz. Zaten primlerle daha yüksek kazanırsın dedik. Ama o "menajerim ne derse onu yaparım" dedi.
Bir oyuncu bir maaş aldığında hemen diğeri geliyor ben neden bu kadar almıyorum diyor. Basın beni suçladı, ben neden Marco`yu tutmadım diye ama herkesin her istediğini verisek olmaz, kargaşa olur. Bence bu açıdan da bakılması lazım. Emre`yi getirmek için fedakarlık yapılması lazımdı. Emre zaten bu parayı kazanıyordu. O`nun için bir fedakarlık lazımdı. Bizde bu eksik. Kazandığı paranın altına gelme şansı var mı? Yok.Buradan çıkardığım sonuç şu: Aurelio da Betis'ten istediği parayı aldığına göre onun için de fedakarlık yapılması gerekiyordu. Fakat o zaten Fenerbahçe futbolcusu olduğu için herkese her istediği verilemezdi?! Devre arasında Aurelio'yu geri alırsak 3 milyon euro verebiliriz ve bu normal çünkü bu parayı zaten kazanıyor ve fedakarlık yapmamız gerek. Kazandığı paranın altına gelme şansı var mı? Yok! Yıllarca Fenerbahçe'de oynayıp her geçen sezon daha iyi olmak yıllarca Avrupa'da kalıp ilk 11'de bile düşünülmemekten daha değerli değil yani. Eh biz de boşuna kızıyoruz demek Avrupa'ya gitmek isteyen futbolculara. "Aurelio İspanya'nın kendisi için en büyük hayal olduğunu söyledi ve ne pahasına olursa olsun gitmek istedi" açıklamasını duymak daha mutlu ederdi beni. Zira zekam yukarıda kurulan mantığı algılamaya yetmiyor ve bu bana acı veriyor...
Devamı ...
27 Eylül 2008
Kadro Derinliği: Yerli Futbolcular
Uğur Boral, Burak Yılmaz, Maldonado ve Selçuk. Geçen sene bu 4 futbolcudan yalnız bir tanesi ilk 11’de forma giyebilirdi, o da Tuncay takımdan ayrıldığı için. Bu sene bu dörtlüden en az 2 tanesi, alternatifsizlik sebebiyle, ilk 11 de maça başlayacak. İster Deivid, Uğur Boral, Maldonado, Emre olsun, İster Kazım, Deivid, Josico, Selçuk, Alex’in arkasındaki dörtlünün üç ayağının Gençlerbirliği orta sahası kalitesinde olması 2007-2008 sezonu sonrasında takımın güçlendirilmesi bir yana, büyük oranda zayıfladığını gösteriyor.
Fenerbahçe kadrosunun kaliteli oyunculara ihtiyaç duyduğu gözüküyor. Her ne kadar Sivasspor maçı sonrasında takımın haliyle ilgili en büyük sorun olarak sakatlıklar gösterilse de, bu sakatlananların hiç biri takımın orta saha sıkıntısını çözebilecek nitelikte değil. Deivid ve Alex'i saymazsak, Fenerbahçe’nin bir orta sahası yok. Bu orta sahanın kanatları yok, orta saha merkezinin mücadele gücü zayıf ve futbolcuları yavaş. Nitekim Aragones de verdiği ilk raporlarda ortasaha da bir kanat ve bir ön libero ihtiyacı olduğunu belirtmiş, yönetim kurulu ise sadece kendilerinin vermiş olması sebebiyle en doğru kabul edilen bir kararla Josico transferini bu sorunların tamamını çözmek için yeterli görmüştü.
Ben aşağıda Ocak ayında transfer edilebilecek ve kadro derinliği yaratacak, hatta şu anki haliyle direkt ilk 11 de oynayabilecek bazı isimleri belirtmek isterim.
Mesut Özil
1988 doğumlu. Werder Bremen orta sahasının ortasında ve solunda yer almakta. 19 yaşında olması, hızı ve çabukluğu ile kanımca Uğur Boral’dan çok daha iyi bir orta saha oyuncusu. Üstelik bir demecinde Fenerbahçeli olduğunu ve bir gün Fenerbahçe’de futbol oynamak istediğini de söylemiş.
Nuri Şahin
Nuri’yi zaten hepimiz biliyoruz. Bu sene Emre yerine neden Nuri’nin alınmadığı kozmik güçlerle açıklanabilecek bir muamma olsa dahi, henüz hiçbir şey için geç değil. Yönetim Ocaktaki transfer döneminde bombayı patlatsa, ortasahanın ortasına aslan gibi bir önlibero çaksa, Josico’yu gönderip yerine yabancı bir kanat oyuncusu alsa hayat ne güzel olur.
Gökhan İnler
Udinese Calcio’da oynuyor. Onu da hepimiz biliyoruz. Nuri Şahin, Emre, Gökhan’lı bir orta saha hem alternatifli, hem derinlikli hem de mücadele gücü yüksek bir orta saha olurdu. Maldonado’yu da bu vesileyle göndersek, bakın bir yabancı hakkımız daha var onu da rahatça Eto’o fantezisi için kullanırdık.
Mehmet Topuz
Hiç anlatmaya gerek yok. Burak Yılmaz ve Colin Kazım’dan 10 gömlek, 25 fırın, 32 puan üstün bir futbolcu. Deivid’in sakatlığında takımda olsaydı, bugün Fenerbahçe taraftarı Deivid gelecek diye halaya durmazdı. Kayserispor’un 15 milyon € gibi manyakça fiyat istemesi dışında hiçbir sorun bulunmuyor. Bunu da çözmek mümkün olmalı. Kayserispor yönetiminin siyasi bağlantıları ile Fenerbahçe'nin aynı bağlantıları en üst seviyede kullanabilecek olması, fiyat indirimi pazarlığı için önemli bir network noktası. Nitekim AKP'nin Trabzon'da Tayyip'in Fenerbahçeliliği gibi sebeplerle güçsüz olması ve bu imajı düzeltmek için Trabzonspor'un başkanlığını alacak kadar agresif bir siyasi hareket tarzı, Fenerbahçe için de açık bir kapı olduğunu gösteriyor.
Gökhan Emreciksin
Ankaragücü’nün Boluspor’dan aldığı genç yetenek. 24 yaşında, sağ kanatta çok başarılı. Tekniği ve hızı yüksek, şu aralar kesinlikle Burak Yılmaz’dan daha çok iş yapar.
Bu isimler şart değil ancak bu isimlerden bir kaçının alınması kadro derinliği ve kalite problemi çeken takımı canlandıracaktır. Ocak dönemine kadar kötü durumdaki mevkileri tespitle bu mevkilere uygun futbolcu alınması ve görüşmelerin başlaması o kadar da zor olmamalı.
Bir de önereceği başka isimler olanlar aşağıya eklerlerse güzel de bir listemiz olur, ben güzel bir kağıda basıp bayram tebriği olarak Aziz Yıldırım’a gönderme vazifesini üstüme alıyorum.
Devamı ...
26 Eylül 2008
Sivasspor 2 - Fenerbahçe 1
TSL 26/09/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Fenerbahçe, Turkcell Süper Lig'de beşinci haftanın açılış maçında Sivasspor'a deplasmanda 2-1 mağlup oldu. Sivas'ta üç puan bırakan sarı-lacivertliler, şampiyonluk yarışında önemli bir yara daha aldı.
Turkcell Süper Lig'de beşinci haftanın açılış maçında Sivasspor ile Fenerbahçe, Sivas 4 Eylül Stadı'nda karşı karşıya geldi. Selçuk Şahin'in 34. dakikada kaydettiği gole 77. dakikada Murat Sözgelmez ve 88. dakikada Sezer'in attığı gollerle karşılık veren Sivasspor, maçı 2-1 kazandı.
Fenerbahçe ilk dakikalarda daha atak bir oyun sergilemesine rağmen önemli bir gol pozisyonu üretemedi. 15. dakikada Alex'in kullandığı serbest vuruşla gole çok yaklaşan sarı-lacivertliler, Önder Turacı'nın yakın mesafeden topu dışarı göndermesiyle öne geçme fırsatını kullanamadı.
Defansın arkasına atılan uzun paslarla rakip kalede etkili olmaya çalışan Sivasspor'da, 23. dakikada Musa Aydın'ın kaleci Volkan Babacan'ın üzerinden yaptığı plase vuruş üst direkten auta çıktı.
Gol için daha fazla ileri çıkan Fenerbahçe'de 27. dakikada ceza sahası içinde topu önünde bulan Güiza'nın vuruşu direkten döndü. 34. dakikada sağ kanattan Alex'in kullandığı köşe vuruşunda ceza sahası içinde topla buluşan Selçuk Şahin, kafa vuruşuyla topu ağlara gönderdi: 0-1
Kalan dakikalarda başka gol olmadı ve ilk yarı 1-0 Fenerbahçe'nin üstünlüğüyle tamamlandı.
İkinci yarıya hızlı giren Sivasspor, üst üste yakaladığı gol pozisyonlarında kaleci Volkan Babacan'ı geçmeyi başaramadı. Risk alarak oyunu sarı-lacivertlilerin sahasına yığmaya çalışan Sivasspor, gol pozisyonu üretmekte zorlanmamasına rağmen son vuruşlarda etkili olamadı.
64. dakikada ceza sahası içinde topu kontrol eden Alex'in kalecinin üzerinden yaptığı plase vuruşta Petkovic gole izin vermedi.
Seyircisi önünde sahadan mağlubiyetle ayrılmak istemeyen ve rakip kaledeki baskısını artıran Sivasspor, 77. dakikada Sezer'in kullandığı serbest vuruşta topa iyi yükselen Murat Sözgelmez'in kafa vuruşuyla meşin yuvarlağı filelerle buluşturmasıyla skora 1-1 eşitlik getirdi.
Golün ardından galibiyet sayısı için yüklenmeye devam eden Sivasspor'da, 88. dakikada ceza sahası dışında topu önünde bulan Sezer'in sert vuruşu üst direğe çarparak ağlara gitti: 2-1
Kalan bölümde başka gol olmayınca ilk yarıyı 1-0 geride kapatan Sivasspor, sahadan 2-1 galip ayrıldı.
SİVASSPOR: 2 - FENERBAHÇE: 1
Stat: 4 Eylül
Hakemler: Bünyamin Gezer xx, Cem Satman xx, Erhan Sönmez xx
Sivasspor: Petkoviç xxx, Murat Sözgelmez xxx, Diallo xxx, Fabio Bilica xxx, Hayrettin xxx, Faruk xxx (Dk. 46 Balili xxx), Sylla xxx, Sezer xxxx, Sergio Oliveira xx (Dk. 73 Tum xx), Musa Aydın xxx (Dk. 83 İbrahim xx), Mehmet Yıldız xxx
Fenerbahçe: Volkan Babacan xxx, Gökhan xx, Lugano xx, Önder xx, Roberto Carlos xx, Selçuk xx, Maldonado xx (Dk. 80 Semih x), Emre x (Dk. 46 Uğur Boral xx), Kazım xx (Dk. 72 Burak xx), Alex xx, Güiza xx
Goller: Dk. 34 Selçuk (Fenerbahçe), Dk. 77 Murat, Dk. 88 Sezer (Sivasspor)
Sarı kartlar: Dk. 38 Kazım, Dk. 66 Roberto Carlos, Dk. 76 Önder, Dk. 84 Burak (Fenerbahçe), Dk. 57 Diallo (Sivasspor)
Devamı ...
Kemal Belgin Revival
Antu Kemal Belgin'in komik bir yazısını haber yapmış. İşte burada. Bir Türk futbolcu izlemiş ve Türk takımlarının alması gerektiğini yazmış, iddiasına göre ileride büyük bir yıldız olurmuş. Tabii internet sağolsun adamın 34 yaşında olduğunu öğrenmek zor olmamış. Bu yazı aynı sütunun bizi ilk kez gülümsetmesi değil aslında. Aynı kalemden geçen seneye ait bir hatıra, bakın neler yazmış ve sonra neler olmuş...
Geçen sene Fenerbahçe PSV'yi yeniyor, yakın bir tarihte de Galatasaray UEFA kupasında Helsingborg ile oynuyor. Bu maçlardan sonra Türkiye gazetesinde şu satırlar var
İkinci önemli diyeceğim‚ Helsingborg takımının 5 tane PSV kudretinde oluşudur. G.Saraya karşı sergilediği tatlı sert oyun ve de yüksek tempolu dikine sarkışlar PSV takımında bir saniye bile görülmemişti.Eh pek tabii diyoruz, üstadımız izleyip böyle düşünüyorsa vardır bir bildiği. Gelin görün ki kader ağlarını örmüş. Bizim gruptan üçüncü çıkan takım zayıf PSV. Şampiyonlar Ligi takımlarından bile iyi olan Helsingborg tabii ki devam etmiş UEFA'da ve bir de bakmışız kurada birbirlerine çıkıyorlar. İki maçın sonunda 4-1'le geçiyor PSV. Ufak bir iş kazası sanırım. Hatta şöyle bir soru hazırladım LGS için
5 PSV kudretinde bir takım PSV'den iki maçta 4 gol yiyorsa kaç gol atmıştır?
a) 1
b) 20
c) 300
d) 12897
Tesadüfe bakın... Geçen sene Fenerbahçe'nin ön elemede elediği Anderlecht de UEFA'da Bordeaux'yu elemiş. Alın size başka bir soru.
Bordeaux kimin grubundan çıkmıştı?
a) ahahaha
b) yok artık
c) Bordeaux kaç İnter gücündeymiş?
d) hepsi
Sizden öğreneceğimiz çok şey var Kemal üstat...
Devamı ...
25 Eylül 2008
Alex'in Yokluğunda Sivasspor Maçı
Nasıl bir güç bu bilmiyorum. Metafizik güçler devrede. Alex ve Guiza da sakatlanmış, Sivas'ta Alex yokmuş ama Guiza zorlansa da oynayacakmış. Bu nasıl iştir, ne oluyor, nasıl oluyor?.. Artık isyan etmemize ramak kaldı. Futbol ilahları sadece 90. dakikada değil masa başında da devreye girmeye başladı. Alex sakat yerine oynayacak oyuncu yok, evet yok. Çünkü Alex'in iki alternatifi var, Tümer ve Deivid, onlar da sakat. Herkes sakat, bu sezon bile şans bulamadım diye ağlayan olursa odunla dövmek lazım. Sivas'a Alex'siz gideceğiz muhtemelen. Belki de ucuz bir numaradır diye umalım ama Fenerbahçe bu numarayı yapmayalı uzun zaman oldu. Hatta bu numarayı son senelerde yılda bir Galatasaray maçlarında Song zehirlenince, ayağını burkunca, ödevini köpeği yiyince ve maçtan bir gün önce elektrikleri kesilince hatırlıyorduk. O yüzden "numara bu yahu, kandırıyorlar işte" diyip umutlanamıyoruz da.
Son haftalarda Rıdvan'ın konuya parmak basmasıyla papağan gibi bütün yorumcuların tekrarladığı bir tespit vardı; Fenerbahçe Alex'in ayağına bakıyor. Alex sadece Fenerbahçe değil hangi takımda oynasa eksikliği takımı ciddi biçimde etkiler, fakat gerçekten Fenerbahçe onun ayağına bakıyor mu bu hafta göreceğiz. Aslında tek bir maçın gösterge olması zor, bir maçla beraber kesin bir sonuca ulaşamayız ama en azından fikrimiz olacaktır. Her işte bir hayır vardır diye umutla bakmaya çalışsaydık temiz bir 4-4-2 ile sahaya çıkacağımızı düşünürdük. İşte o zaman daha da içimiz yanıyor çünkü Semih de yok. Oysa ileride Semih-Guiza ikilisi, orta sahada Emre-Maldonado, kanatlarda Uğur ve Kazım ile bambaşka bir karakterde oynayabilirdik ve kimsenin beklemediği şekilde güzel bir futbolla rahat bir galibiyet alabilirdik. Geçen seneki Sivas maçını hatırlayınca bu tespit bize biraz daha umut verebilirdi. Sivas'ta geçen sene ligde oynadığımız en iyi maçlardan birisi sonunda farklı yenerken kanatları öyle bir kullanmıştık ki, Sivas yarı alanına oyunu yığıp sağdan soldan orta bombardımanıyla sonuca gitmiştik. Gökhan'ın ve Carlos'un hücuma katkısı üst düzeydeydi ve takım hücum yaparken orta saha oyuncularına ek olarak onlardan da destek geliyor, neredeyse 7 kişi rakip ceza alanına saldırıyordu. Sivas'ın kadro yapısı ve oyun düzeni büyük değişikliklere uğramadı. Eğer aynı istekle sahaya çıkarsak yine aynı şeyleri yapabiliriz. Semih'in de yokluğunda Guiza'nın partneri Kazım olabilir. Kendi sahasında saldıran Sivas'a karşı Kazım'ın boş alanlar yakalaması, hareketli oyun tarzıyla Guiza ile uyum göstermeleri sürpriz olmaz. Bu durumda soru işareti geçen hafta Burak'ın oynadığı kötü oyun olacaktır. Kanatları etkili kullanarak sonuca gideceğimiz bir maçta sağ kanadın performansı belirleyici olur. Uğur'a çok yüklensek de her maçta bir asistle oynuyor. Eğer tarif ettiğim oyun tarzını sahaya yansıtırsak Uğur bu maçta iyi bir performans ortaya koyar. Gökhan ve Carlos'un da kendilerine gelmeye başladığını düşünürsek Burak'ın iyi oynaması için dua edelim. Diğer yandan Aragones'in Burak'a güvenmeyip sağda Emre, ortada Selçuk, Emre kadrosuyla çıkma olasılığı var. Porto'da tutmayan bu taktik yarın tutar mı bilmiyorum. Başka bir olasılık maça Guiza-İlhan ile çıkmak ama bu pek olası değil sanırım. Kısacası Alex'siz olursak 4-4-2'nin tek forveti ve sağ kanadı elimizdeki değişkenler ve bu değişkenlerin performansı maçın kaderini etkileyecek. Alex'in yokluğu hissedilecektir fakat yorumcuların aksine onun yokluğunun kesin puan kaybı anlamına geldiğini düşünmüyorum.
Devamı ...
24 Eylül 2008
Büyük Orospu Çocuğusun Tsubasa
Bayrampaşalı Sefa'nın bu tezahüratında yekten zıplayıp çoşabiliriz. Sözleri devamında, tezahürat aşağıda. Bir de bunun videosu filan yok mu bir yerde?
Sözleri:
Dikkat edin kırım kongodur nameleri
Hemen hastaneye koşun önerileri
Soktunuz da ne oldu koduğumun götleri
Anasını siktiğimin keneleri
Altı tane ayağı var iki de dişi
Bunların sokmaktan başka yoktur bir işi
Anaları çok severler her gün sikişi
İbne kırım kongo kanamalı ateşi
İnsanları sıkıntıya soktun bu sene
Millet gidemez oldu sayende pikniğe
Sebep oluyorsun çocuk ölümlerine
Sen harbiden orospu çocuğusun kene
O kadar insan varken geldin beni buldun
Beni ısırınca söyle mutlu mu oldun
Ölmediğimi görünce birden göt oldun
Ananın amına girsin kocaman odun
Yaz olunca ortaya çıkar şerefsizler
Vücudumda kan bırakmadı pezevenkler
En güzel uykumun anasını siktiler
Orospu çocuğudur tüm sivrisinekler
Bir saatte geliyorsun orta sahaya
Büyük orospu çocuğusun Tsubasa
Gol atacan diye bekledik tam üç hafta
Ananın amına girsin kocaman tahta
Shreader'ın planları inşallah tutar
O zaman bütün dünyanın amına koyar
Ulan ibneler fare reislik mi yapar
Orospu çocuğudur Ninja Kaplumbağalar
Çizgi filmlerde ensest sikişe hayır
Gargamel ananızı sikiyor yıllardır
Şirine'nin orospu olduğu büyük sır
Ananızın amına kafa soksun katır
Şimdi sıra size geldi ibne jetgiller
Elroy ablasına bakıp otuzbir çeker
Judy'nin üstünden geçti bütün Jüpiter
Ananızın amına koyacak fareler
Herkesin bulup da çözemediği soru
Suda yaşayıp da nasıl kalıyor kuru
Kaçtı bütün balıkların bütün huzuru
Ananın amına koyayım su samuru
Neden travesti olur bütün zebralar
Sizden bile daha delikanlı ceylanlar
Asla geri vites atmaz hiç antiloplar
Ananızın amına koysun tüm kobralar
Devamı ...
22 Eylül 2008
Restart
Fener'i almışsınız. Sezon bitmiş, büyük heyecanla transferleri yapmışsınız, eh fena takım kurmadım, eksikler var ama iyi geçer bu sezon diyorsunuz. Sonra geçen sezon parlayan oyuncunuz Deivid'in ayağı kırılıyor, hem de antrenmanda! Ulan fm hep aynı haltı yiyorsun diye bir küfür sallıyorsunuz, zaten Deniz'le Tümer 8 aydır yok ortalarda, iyileştirmeyen oyun iyileştirmiyor. Neyse 6 aya dönecekmiş Deivid, idare ederiz diyorsunuz. Bir hafta sonra kulübede sol kanat için tek alternatifiniz olan Wederson sakatlanıyor, ona da "missing 3 months" diyor. Ulan fm diyorsunuz ucuz numaralar bunlar. Genç takımdan alıp yıldız yaptığınız Semihiniz takır takır atıyor golleri. Continue tuşuna basıyorsunuz milli maçtan sakat dönüyor "missing 1 month" diyor ona da. İyice köpürüyorsunuz, ulan fm ulan fm diyorsunuz da hadi yine sabrederiz diye geçiştiriyorsunuz. Ama oyun rahat vermeyecek ya size, Edu sakatlandı haberi veriyor, sakatladığı adamların birisi için bile 1 aydan az süre vermiyor üstelik. Eeee lan yetti ama, bozuldu lan oyun sapıttı, zaten antrenmanda nasıl ayak kırılır, bu hareketi en başta yapmam lazımdı olm diyerek basıyorsunuz restarta. Buglı lan bu oyun!
Devamı ...
Geminin Kaptanı Var
2004-2005 Süper Lig, 31 maç 24 gol 16 asist
2005-2006 Süper Lig, 31 maç 15 gol 24 asist
2006-2007 Süper Lig, 32 maç 19 gol 11 asist
2007-2008 Süper Lig, 24 maç 14 gol 12 asist
2008-2009 sezonu.
Fenerbahçe’nin toplam oynadığı maç 4. Attığı gol 6
Alex, 4 maç 2 gol 3 asist.
Kaptan…
Ben daha bir şey demiyorum.
(bu yazı Yılmaz Özdil yazım algoritması ile hazırlanmıştır)
Devamı ...
21 Eylül 2008
Fenerbahçe 3 - Gençlerbirliği 0
TSL 20/09/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'de dördüncü hafta maçında Fenerbahçe, Gençlerbirliği'ni 3-0 yendi.
Ev sahibi Fenerbahçe'de cezalı Volkan Demirel, sakat oyuncular Edu, Semih, Deivid, Vederson ve Josico kadroda yer almazken, genç kaleci Volkan Babacan Fenerbahçe formasıyla ilk kez Şükrü Saraçoğlu Stadı'na çıktı.
Gençlerbirliği'nde ise teknik direktör Mesut Bakkal, orta sahasını kalabalık tutarken tek forvet Mustafa Pektemek ile gol aramaya çalıştı.
İlk yarıda genelde Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile geçerken, ev sahibi sarı-lacivertliler aradığı golü 41. dakikada Brezilyalı oyuncusu Alex ile buldu ve ilk yarı bu golle 1-0 Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile sona erdi.
İkinci yarıda deplasman takımı Gençlerbirliği beraberlik için zaman zaman kontrataklarla Fenerbahçe kalesine gitmesine rağmen bunda başarılı olamadı.
Sarı-lacivertli takım İspanyol golcüsü Daniel Guiza'nın 64. dakikada attığı golle farkı ikiye çıkardı.
Gençlerbirliği'nde 54. dakikada El Saka ikinci sarı kart gördü ve kalan 36 dakikayı Gençlerbirliği 10 kişi tamamladı.
Maçın son dakikalarında Alex'in soldan ortasına ön direkte topla buluşan Kazım kafa vuruşla maçın skorunu ilan etti ve maç Fenerbahçe'nin 3-0 üstünlüğü ile sona erdi.
Bu sonuçla Fenerbahçe puanını 6'ya çıkartırken, Gençlerbirliği bu mağlubiyetle 4 puanda kaldı.
FENERBAHÇE: 3 - GENÇLERBİRLİĞİ: 0
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Fırat Aydınus, Mustafa İspiroğlu, Hakan Yemişken
Fenerbahçe: Volkan Babacan xx, Gökhan Gönül xx, Önder xx, Lugano xx, Roberto Carlos xxx, Burak Yılmaz xx (Dk. 65 Kazım xx), Maldonado xx, Emre xx, Uğur Boral xx (Dk. 65 Selçuk Şahin xx), Alex xxx, Guiza xxx (Dk. 83 İlhan Parlak xx)
Gençlerbirliği: Periç x, Erkan x, El Saka x, Traore x, Ergün Teber xx, Mehmet Nas x (Dk. 71 Yasir x), Kerem x (Dk. 56 Addo x), Koray Avcı xx, Engin xx, Mustafa Pektemek x, Burhan Eşer x (Dk. 68 Kahe x)
Goller: Dk. 41 Alex, Dk. 64 Guiza, Dk. 90 Kazım (Fenerbahçe)
Kırmızı Kart: Dk. 54 El Saka (Gençlerbirliği)
Sarı Kartlar: Dk. 16 El Saka, Dk. 24 Kerem, Dk. 68 Addo (Gençlerbirliği), Dk. 24 Emre, Dk. 90 İlhan Parlak (Fenerbahçe)
Devamı ...
Yakın Tarihten Tribün Manzaraları II
Sandıkta Görüşürüz Mesut Bey
Tarin 17 Mart 2002, Kadıköy'de 27. hafta müsabakası, Malatyaspor maçı. O sezon pek iyi değil Fenerbahçe, sezon ortasında teknik direktörünü göndermiş, Lorant'la yoluna devam ediyor. 2001-2002 sezonunun ilk yarısı felaket geçmesine rağmen bu sezonda Fenerbahçe son haftalara kadar şampiyonluğu kovalamıştı, belki de bu yüzden Lorant sezon sonunda görevine devam etmişti. O sezon Denizli'nin gönderilmesi, CL'de gelen hüsran, Lorant gibi ismi bilinmeyen bir teknik direktörün varlığından çok konuşulan şey de Ulusoy federasyonuydu. Hakem hataları her maç tekrarlanır olmuştu ve Fenerbahçe taraftarı takımının haksızlığa uğradığını düşünüyordu.
Bu Malatya maçından önce büyük bir yürüyüş düzenlendi. Galatasaray'ın maçı bilmem kaçıncı kere yine ertelenmişti. O hafta da Trabzon maçları erteleniyordu. Aşağıdaki kare o yürüyüşten
O gün stadta 50,000 kişi vardı. En tepedeki "Sandıkta görüşürüz Mesut Bey" pankartı hemen maç başlamadan önce, takımlar taraftarı selamlarken açıldı. Bu pankarta polisin tepkisi sert oldu. Eski numaralıda hemen VIP tribünün altında açılan bu pankartı indirmek için numaralının alt tarafındaki insanları ezerek, bir aceleyle pankarta doğru yönelip tutan insanlara saldırdılar. Pankartı tutanlar ve numaralıdaki diğer taraftarlar polise direnç gösterdi. O sırada İstiklal Marşı başladı. Bir başkası İstiklal Marşı okunurken iki adım yürüse tekme tokat içeri alacak olan polis saldırısına ara vermedi. Pankartı almak için daha da kalabalık saldırıyorlardı. O sırada ben Telsim'deydim. Diğer tribünler de kalabalıklaşan polis gücünün pankartı indirmek için saldırmasına ve numaralının direnmesine tepkisiz kalmadı. Bütün tribünler ıslıklamaya başladı. Çevremdeki insanlar ve ben de gürültü yapıyorduk. Bu gürültünün içinde polislere okkalı küfürler de vardı tabii. Hemen arkamda polis şeridi olduğunu kafama inen tokatla farkettim. "Noluyor lan?" sorusuna "Orda noluyor? İnsanlara saldırıyorlar!" tepkisi verdiğimde polislerin neden yaka paça alıp götürmediklerini hâlâ çözemedim. Şimdi olsa kesin alırlar, hiç şansım olmaz, belki de çok çocuk gibi görünüyordum o zamanlar, o sayede yırttım. Bu mücadeleden Fenerbahçe taraftarı galip çıktı daha sonra. Numaralıda direnenler polisin pankartı almasına izin vermedi. Pankart açıldı ve mesaj verildi. Maç 2-2 sona erdi, bu büyük bir darbeydi ama 2 hafta sonra Ankara'da son saniyede yenilen darbenin yanında hatırlanmayacak kadar küçük kalacaktı.
Bu maçtan ilginç bir not da yine maç öncesinden. Maçtan önce GFB Aziz Yıldırım ve yönetim lehine tezahuratlar yapıp, teşekkür pankartları açmıştı çünkü bir hafta önce Antalya'da yine vahşi bir polis saldırısı olmuş ve Aziz Yıldırım olayların ortasına dalarak polisi durdurmuştu. Nereden nereye?
Yakın tarihten tribün manzaraları yazı serisi
Devamı ...
Ek İş
Resmi siteye göre basın sözcüsü Nihat Özdemir ama onu uzun süredir konuşurken görmüyoruz. Bu görevi layıkıyla yerine getiren yeni bir transferimiz var, Emre. Çok para veriliyor diyenlerin bunu görmesi lazım, sadece futbolcu değil Emre, artık yeni basın sözcümüz. Bu etkili bir halkla ilişkiler yöntemi ayrıca. Sahada futbolcu olarak bulunuyor, tribünün, takımın havasını biliyor, böylece takım, yönetici, taraftar arasındaki bağlantı kopukluğu giderilmiş oluyor. 6 Ağustos'tan beri 6 açıklama, 45 günde 6 tane... Yani Emre geldiğinden beri her hafta açıklama yapmış. Alın hepsi burada
http://www.fenerbahce.org/fb2008/popdetay.asp?ContentID=13114
http://www.fenerbahce.org/fb2008/popdetay.asp?ContentID=13080
http://www.fenerbahce.org/fb2008/popdetay.asp?ContentID=12865
http://www.fenerbahce.org/fb2008/popdetay.asp?ContentID=12758
http://www.fenerbahce.org/fb2008/popdetay.asp?ContentID=12702
http://www.fenerbahce.org/fb2008/popdetay.asp?ContentID=12623
Basın sözcülüğünün masraf çıkarılmadan takım içinde halledilmesi akıllıca. Zaten sağ kanat, sol kanat gibi mevkiler de takım içinden alternatiflerle hallediliyordu, bir adım daha atılmış oldu böylece. Tümer de bir senedir oynamıyor, boş durmasın onu da kurumsal iletişimden sorumlu yapsınlar. Belki resmi site düzelir.
Devamı ...
19 Eylül 2008
Bunu Nasıl Iskalamışız?
Eski fotoğrafları kurcalarken bir tanesine denk geldim, bunu nasıl bugüne kadar ıskalamışız, nasıl böyle bir nimetten istifade edememişiz hayretler içindeyim? İşte pankart yukarıda. 2006 - 2007 sezonunda Kadıköy'de oynanan Gs maçında asılmış. Bugüne kadar bunu bilsek hiç sıkıntı çekmezdik. Ortamda Galatasaray, Fenerbahçe falan tartışma mı var, ver şiiri.
- Fenerbahçe'den bir şey olmaz.
- Mazideki halini unutma lan!
- Yok abi Gs iyi bak, kadro falan.
- Lan baban kimdi bilemezdin şerefsiz!!!
- Haklısın abi, düşünemedim bi an...
- Abi bu Guiza İspanya'nın Ali Lukunkusu diyorlar.
- Fenerbahçe'ye dil uzatma sebepsiz!
- Yok abi dilden değil de, zaten Emre de para için gelmiş bence.
- Lan sen anandan çıkardın ama baban kimdi bilemezdin şerefsiz!!!
- Pardon abi, zaten aslında Guiza 40 gol atar diye düşünüyordum, muhabbet açayım dedim...
Devamı ...
Birey Kültü Üstüne
Yukarıdaki fotoğraf bir Fenerbahçe – Galatasaray maçında çekildi. Aziz Yıldırım’ın devasa ölçeklerdeki fotoğrafı Telsim tribünün hemen köşesinde duruyor. Ülkenin en haşmetli kültürel hazinesinin üstünde kendi resimleri olan bir üçüncü dünya ülkesi lideri gibi. Şahsıyla kurumu birleştirmiş, sistem insanların katıldığı, yüzlerce sene mazisi olan bir tarihsel/kültürel arkaplandan ayrıştırılarak bir şahsın kişisel imgesine dönüşmüş. O bir yönetici değil, bir liderden fazlası, bir kamu hizmeti sunmuyor, o bir mutlak, yeryüzündeki yarı tanrı, bedeniyle devleti birleştiren ve her şeye muktedir bir diktatör. Her tarafa asılan, her yerde gözüken fotoğraflarda, heykellerde hep aynı mesaj var, ülke devlettir, devlet liderdir. Değerlerimizi, tarihimizi, inançlarımızı ve umutlarımızı o fotoğraf gösteriyor. Mobutu Sese Soko gibi, Mugabe gibi, Mao gibi ve Stalin gibi milyonlarca insanın yaşadığı, yüzlerce senelik tarihi olan bir toplum tek bir şahısla simgeleniyor.
1956 senesinde Nikita Kruscev’in 20. SSCB Komünist Partisi kongresinde isyan ettiği olgu bizzatihi buydu. Kruscev karışık bir süreç sonunda partinin başkanı olmuştu. Stalin öldüğünde gizli servisin başkanı olan Beria etrafında “Kurtulduk” diye dans ederken, herkesin kalbindeki heyecanı paylaşıyordu. İnsanların kafasındaki “şimdi ne olacak” sorusunun cevabı ise bir dizi politik manevra, doğru yer ve zamanda bulunmak ile stratejik bir aklın birleşmesini gerektiriyordu. Stalin’in kendisini de öldürmesinden kurtulan Kruscev hepsine sahipti, ancak parti başkanı olduğunda önünde mücadele etmesi gereken bir şey daha kalmıştı, insanların kafasındaki büyük lider, Stalin’in hayaleti.
O bu hayaletle mücadelesini birey kültü üzerine yaptığı büyük konuşma ile verdi. Sovyetler Birliği’nin başarıları tek bir kişinin kişisel ihtiras, hırs ve zekasıyla yaptığı işler değildi bu tipte başarılar ancak bir halkın büyük acılar, emekler ve maliyetler ödeyerek erişeceği türdendi. Sosyalist devrim nihayetinde bir kişiye özgülenemezdi, Lenin nasıl öldükten sonra SSCB yaşadıysa Stalin’in ölümünden sonra da yaşayacaktı, çünkü SSCB bir kişi değil, bir kurumdu. Bunu yaşatan kişinin damarlarında akan kan değil, koca bir fikirdi. SSCB şahıslar için varolmamıştı, adalet ve refaha inanan binlerce insanın kollektif ürünüydü. Şöyle diyordu Kruscev:
"Bu nasıl olabilir? Stalin bizi 30 sene boyunca yönetti ve bir çok başarılara imza attı bunu reddedebilecek miyiz? Bence bu soru ancak birey kültü tarafından gözleri umutsuzca körleştirilmiş ve hipnotize edilmiş, devrimin esansını ve Sovyet devletini anlamamış kişiler tarafından sorulabilir. Bizim tarihsel zaferlerimiz partinin organize çalışması ve halkın fedakarlığı sayesinde olmuştur, bu zaferler partinin ve halkın bir bütün olarak çok çalışmasından ve mücadele etmesinden meydana gelmiştir. Bunlar, her ne kadar birey kültü zamanında öyle gösterilmeye çalışılsa dahi, Stalin liderliğinin bir meyvası değildir.”
Konuşmadan yıllar sonra Kennedy Kruscev'e “Hiç bir hata kabul ettiniz mi?” diye sorduğunda Kruscev bu konuşmayı hatırlayarak gülecekti “Evet. 20. Parti kongresinde Stalin’in bütün günahlarını kabul ettim.”
Bizim de günahları kabul etmeye başlamamız gerekiyor.
Bu büyük günahların en büyüğü Aziz Yıldırım’ın etrafını saran büyük birey kültüdür. Aziz Yıldırım göreve başladığı tarihten itibaren hem tesis hem de finansal olarak yaptıklarıyla takıma çağ atlatmıştır. Onun liderliği zamanında Fenerbahçe mazisinin çok ötesinde sportif başarılar elde etmedi, ancak 20. Yüzyıl futboluna hızlı bir geçiş yaptı. Kurum büyük bir plan, program ve humma içerisinde modernleşerek endüstriyel futbolun yükselen yıldızlarından biri oldu. Üstünde UEFA şampiyonluğunun oynanacağı Şükrü Saraçoğlu Stadı, milyonlarca dolarlık geliriyle rakiplerini imrendiren Fenerium, ülke çapına dağılmış dernek ve kulüp binaları, sosyal tesisler, otel projeleri ve amatör branşlara yapılan büyük yatırımlar yıllarca sebatla yapılan çalışmaların göz kapatılamayacak ödülleridir. Bu finansal devrim futbol takımını da etkiledi. Werner Lorant’lar gibi talihsizlikler bir kere atlatıldığında, Mustafa Denizli, Daum, Zico ve şimdi Aragones ile devam eden saygın ve başarılı teknik direktörler, Pierre Van Hooijdonk, Ortega, Anelka, Roberto Carlos ve Alex gibi zirve isimler ile takım son 5 sezonda üstüste başarılar elde etti. Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali hala hepimizi heyecanlandırmaktadır.
Ancak bütün bunlar taraftarın zihinsel devrimi olmasaydı mümkün olmazdı. Çocukluğum Fenerbahçesi başarısızlıkları görmüş ve bunlara tahammülsüzlüğünü belli etmişti. Fenerbahçe böyledir, her sezon şampiyon olmak ister, hep zirvede olmak ister. Bir gün belki Sultanın izninde kurulan ve Dolmabahçe orjinli Bereket Spor Kulübü ile Sultan’ın okulunun takımı Galatasaray’a karşı Anadolunun simgesi olan, basit, küçük devlet memuru ve bir öğrenci tarafından kurulan Fenerbahçe’nin Türkiye’nin sosyolojik çevresi –halk- ile olan ilişkisini de detaylı inceleriz. Ancak şimdilik Fenerbahçe’nin halkın sonsuz başarı ve zafer isteğinin yöneldiği kurumlardan biri olduğunu söylemekle yetinelim. Fenerbahçe böyleydi. Kaybedilen maçların sonunda futbolcuların hep eşşek olduğu, taraftarın beraberliğe bile müsamasının bulunmadığı, hep en iyi, en şaşalı transferlerin beklendiği sistemsiz, bol gelgitli, heyecanlı bir kulüp. Diğerleri Avrupaysa Fenerbahçe Rio Karnavalı kadar renkli, Güney Amerika kadar medcezirli, Türkiye gibi başarıya susamış bir çevre ülkesini yansıtıyordu.
Bu değişti. “Hep destek tam destek” sloganı yalnızca Fenerbahçe taraftarının takımına olan yüksek sadakatı ve sevgisini göstermez, aynı zamanda zihniyet değişiminin de sembolüdür. Bu slogan şu inançtan doğmuştur, “Eğer istikrar olursa, eğer tesisleşme ve finansal güçlenme sağlanırsa, o zaman daha iyi takımlar kurulacak, bu daha düzenli ve iyi takımlar da istenilen başarıları elde edecektir. Bir sezon şampiyonluk kaçırılabilir, bir sezon herhangi bir başarısızlık gelebilir ancak sistem istikrarlı bir şekilde devam ettikçe bir sonraki yıllar hep bizim olacak.”
Hep destek, tam destek bu açıdan bakıldığında sonsuz ve sürekli başarı açlığının yarattığı büyük bir ideolojidir. Mevcut olan “başarı, hemen şimdi” ideolojisinin “Başarı, her zaman” a dönüştüğü büyük bir atmosfer kaymasıdır. Bu belki Türkiye’nin benzer yıllarda koalisyon hükümetlerinin yarattığı düzensizlikler, büyük ekonomik krizler, varlık yıllarını izleyen iflas yılları, kimsenin önünü göremediği yüksek enflasyon rakamlarının yarattığı belirsizliğin tahrip ettiği bir halkın psikolojisinin tek bir kuruma yöneltebildiği sessiz heyecanı veya sosyolojik etkisidir, her halükarda gerçek değişmez, Fenerbahçe taraftarı evrim geçirmiştir. “Üç büyüklerden Tek büyüğe” dönüşüm isteği ve “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” inancıyla taraftar destek kelimesine verdiği anlamı yeniden üretmiştir.
Bu değişiklik en çok yönetime yaradı. Taraftar elbette şampiyonluk bekliyordu, büyük transferlere her zamanki kadar açtı ancak yönetime bir kredi uzatıyordu. Zaman veriyordu. Taraftar projeler istiyor, tesisleşme karşısında alkışlarını esirgemiyor ve yönetim bunları yaptıkça desteğini sunuyordu. Tek bir oy farkıyla kazanılan liderliğin en büyük rakibin UEFA kupasına uzandığı yıllara denk gelmesi bu atmosferi daha da besledi. Rakip bu kupadan sonra finansal krize girdiğinde Fenerbahçe güçleniyordu. Taraftar Fenerium’dan ürün almanın kulübü finanse etmek, kulübü finanse etmenin daha iyi bir stad, daha iyi futbolcular ve başarılar getireceği bir döngünün başlangıcı olduğunu anlamıştı. Artık koca bir pazar vardı. Taraftar kulüp ürünlerine dikkat ediyor, statta kopya ürün kullananları uyarıyor, herkes birbirine orjinal Fenerium logolarını gösteriyor ve desteğini asla esirgemiyordu. Heyecan diğer rakiplerin bu değişimi ve çağın gereklerini anlamaması karşısında daha da arttı. Rakipler klasik şekilde yönetilip finansal darboğazlara girerken sportif başarı da yok oluyor, Fenerbahçe yavaş ama emin adımlarla yükseliyordu. 2000 senesi işte böyle geldi. “Efsane” geri dönüyordu.
Efsanenin böyle emin adımlarla dönüşü, taraftar – yönetim ilişkisini de değiştirdi. Artık yönetim kendini ispatlamış ve politikasının doğruluğunu görmüştü, taraftarsa aştığı psikolojik eşiğin farkındaydı. İstikrar lazımdı. Devamlılık önemliydi. Yönetimi kısa vadede eleştirmek bir şeye yaramıyordu, kulübün başına yeni bir yönetim geliyor, yeni yönetim yenib ir takım kuruyor, o sene kaybediliyor, taraftar gene beklenti içerisinde kalıyor ve başarısızlığı tadıyordu. Önce stadın ve sonra tüm Fenerbahçe camiasının şemali değişti. Artık Cumhuriyet ve onun halkı sessiz bir şekilde yeni dönemi karşılarken, hedeflerinin büyüklüğü ve benzersizliğini idrak ediyordu. İktidar, yalnız muktedir değildi, sonsuz bir destek ve koruma halesiyle çevrelenmişti.
Bugünlerde yapılan her eleştiriye “Dün başarılıyken bugün başarısız olunca Aziz Yıldırım neden eleştiriliyor” ile başlayıp “tesisler, stad, amatör branşlar” ile devam eden büyük savunu güdüsünün temeli budur. Yıldırım normal bir iktidarın hesap verme, eleştirilme, başarısızlık karşısında kamuoyunu bilgilendirme gibi temel yönlerinden münezzeh olmuştur. O stadda portreleri bulunan, biat edilen bir Reis’e dönüşmüştür. Başarısızlıkları eleştirilemez, yaptıkları sorgudan muaftır, onun geçmişi ve yaptıkları ancak sessiz bir kabulle karşılanmalıdır.
Oysa ki gerçek olan bu değil. Fenerbahçe Aziz Yıldırım’dan önce de büyük bir kulüptü ve ondan sonra da böyle olacak. Fenerbahçe bir şahıs değildir, bir kişinin varlığına indirgenemez, o milyonların gönlüğünü verdiği renklerden de fazlasıdır, o 1920’lerin bir halk hareketidir, sosyal bir başkaldırı cemiyetidir, 30’ların yükselen yıldızı, 40’Ların yeni rüyası, 50’lerin ve 60’lerin sosyal değişimlerinin modernleştiği büyük, kozmopolit, etnik ve dini bariyerler arası bir kültürdür. Varlığı nesiller arasında bağlantı kurar, dedelerin hikayeleri torunlara geçer. Zeki Rıza Sporel’ler, Lefter’ler, Alparslan’lar, Cemil’ler ve sayısız kahramanı ile güzel ve iyi hikayelerin kaynağı olduğu gibi, ortak bir ruhun, kitlelerin paylaştığı bir aidiyetin sembolüdür. Fenerbahçe ne bir şahıs, ne de yalnızca bir spor kulübüdür, üstünden hikayeler anlatılan ve kimi değerlerin insanların gözünde billurlaşmasını sağlayan sosyolojik bir olgudur.
Fenerbahçe yönetimlerinin görevi ise Fenerbahçe’yi daha ileri götürmektir. Bu yönetimin yönetimde kaldıkça her sene daha iyisini yapmasını gerektirir. Buna dilersek iktidarın laneti diyelim, yönetim buna kaderlenmiştir. Doğrular yaptıkça alkışlanacak, yanlışları eleştirilecek ve kamuoyunun gözü sürekli hep aynı beklentiyle üstünde olacaktır. Geçmiş kimsenin umrunda değildir. Vefa duyarız, şükran duyarız, teşekkür ederiz ancak yeni bir sınır boyunu hep bekleriz.
Dolayısıyla Fenerbahçe yönetimi tarihler bugünü her gösterişinde eleştirilmelidir ve eleştirilmeye de açık olmalıdır. Eşyanın tabiatı bunu gerektirir. Önümüzdeki sorunların çözümü ve Fenerbahçe’nin daha iyiye gitmesi ancak bu açık ve şeffat eleştiri sürecinden sonra olacaktır, bir şahsın kutsanmış ve putlaştırılmış portresine sonsuz biat ile la yuhti kişiliğine inançla tapınmak devletlere yaptığını kurumlara da yapar, onları batırır.
Bu büyük bir sorun olarak taraftarın Aziz Yıldırım’ı “Führerleştirme” sürecini gösteriyor ancak sorun Aziz Yıldırım’ın da kendisinin Führer olduğuna biat etmesiyle başlıyor. Aziz Yıldırım her yaptığı doğru, makul, adil bir kimse olduğuna inandıkça daha da fütursuzlaşıyor, daha da büyük hatalar yapıyor. Her yaptığının yalnızca kendisinin yapmış olmasıyla olabilecek en doğru hareket olduğuna inanan biri yalnız hata yapmaz, somut olarak da yapılabilecek en büyük hataları yapar. Onun eleştiri ile gelen akıl verenleri, alternatif yolları gösterenleri, somut durumu derinlemesine tahlil eden bir kamuoyu yoktur, o yalnız, tek başına, herkesin sürekli alkışladığı bir karar verme sürecine dönüşmüştür. Bu süreç yanılır ve büyük yanılır.
Zico’nun gönderilmesi, Emre transferi, Josico, takımın kanat problemine bir türlü çare bulunmaması, Kale, Defans ve neredeyse her yerde kendini gösteren kadro darlığı, elden kayıp giden yeteneki futbolcular, Selçuk İnan ve Uğur İnceman gibi potansiyellerin kaçırılması işin pratik hayattaki yönüyse, Zico’ya yapılan muamele, İbrahim Kutluay’ın el oğlu gibi bir televizyon programında yerin dibine sokulması, Ümit Özat’ta hep beraber yaşadıklarımız kulübün simgelediği değerleri de erozyona uğratmaktadır. İş öyle bir hale gelmiştir ki taraftar neye şaşıracağını şaşırmıştır, Ümit Özat’a yapılan vefasızlık canları sıkarken, yapılan kötü transfer tercihleri duygusuz ancak real sorunlara uygun çözümler getiren yönetim imajını da zedelemektedir. Bu tek adam diktasına dönüşmüş iktidar modeli önüne bir sepet yumurta gibi attığı transferlerle Zico’dan “yürüye yürüye şampiyonluk” beklerken, futboldan betondan anladığı kadar anlayan bu adamın kurduğu takımın mesuliyetini almaya da gönlü yok gibidir. Bunca sorun arasında GFB’ye saldırması, taraftar gruplarıyla mücadelesi sessiz bir stadın yarattığı psikolojik maliyetler olarak da karşımızda durmaktadır. Toptan bakınca yönetim yalnız hata yapmamaktadır, çok ve büyük hatalar yapmaktadır.
Fenerbahçe’nin ihtiyacı olan şey, yeni ve büyük bir sınır boyudur. Yeni bir liderlik anlayışına ihtiyacımız var. 10 senelik bir iktidarın yarattığı tahribattan etkilenmemiş, Fenerbahçe imajını zedeleyen büyük iletişim sorunları yaşamamış, yeni ve büyük bir proje ile Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu hedefini koyan, tesisleşme ve finansal yönden güçlenme hamlelerini devam ettirecek, kurumsallaşmayı –birey kültü yaratmak- anlamında değil kurumsal, istikrarlı, profesyonel yönetim olarak kavrayacak, takımın transferlerini ihtiyaçlara göre teknik direktörün belirleyeceği şekilde yapacak, başkanın basın sözcüsü gibi sürekli medya önünde olmasındansa kurumsal gelişmeyi CEO’ya bırakıp denetleyecek, halkla iletişimi bu disiplini bilen ekiplerce yönetecek yeni bir yönetime, daha modern bir iktidara.
“Hep destek tam destek” sloganı özünde Fenerbahçe’ye yönelmiştir, Aziz Yıldırım nam ve hesabına açılmış açık bir çek değildir. Bu slogan hep bir sonraki başarıyı istemekten vazgeçenlerin değil, başarılar için sabredebilecek, yeni hayaller ve büyük projeler isteyen kitlelerin ideolojisini simgelemektedir. Bu kelimeler Fenerbahçe’yi Türkiye Ligi Şampiyonu görmekle yetinenlerin değil, onu Türkiye’de de tek yapacak büyük ve uluslar arası başarıları arzulayanların, Arsenal’le, Manchester United ile, Juventus ile her manada rekabet etmek isteyenlerin sloganıdır. 10 senelik bir iktidar insanların heyecanlarını alır, tutkularını köreltir, rekabetsizlik ortamı hayalleri kısarken bu slogan değişimi de dikte etmektedir. Her şeyi yıkarak değil, teşekkür ederek, bugüne kadar yapılanları geçmişe gömerek değil, miras gibi saklayıp üstüne çıkarak, eskileri geliştirip, eksikleri giderip, daha büyük bir hayal için daha cesur projeler ortaya koyarak.
Bugün birey kültü bizim potansiyelimizi kısıtlamakta, tek bir adamın dudaklarına kilitlenmiş akıllarımız hayallerimizi küçültmekte, proje beklentileri “belki yaparlar “ umuduna evrilmekte, bir kamuoyunun yaratabileceği bütün faydalar ise nahoş ve sessiz bir “ne değiştirecek” umarsızlığında kaybolmaktadır.
Birey kültünü yıkma sebebimiz budur, daha iyiye gitmek için, daha büyük başarılar için daha büyük umutlar için, yeni ve derin bir heyecan için değişim ancak böyle başlayacak. Şimdi “Büyük biraderin” fotoğraflarına bakın, gözlerinde artık geçmiş var, bizeyse gelecek lazım.
Devamı ...
18 Eylül 2008
Porto 3 - Fenerbahçe 1
CL 17/09/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Geçen sezon Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükselerek tarih yazan Fenerbahçe, 2008-2009 sezonunda 6. macerasına başladığı sezona mağlubiyetle giriş yaptı.
G Grubu'ndaki ilk maçında Portekiz'in Porto takımı ile deplasmanda karşılaşan sarı-lacivertliler sahadan 3-1 yenik ayrıldı.
Dragao Stadı'ndaki maçın ilk bölümünde ev sahibi ekip uzaktan şutlarla etkili olmaya çalıştı. Baskıyı kıramayan Fenerbahçe, 11. dakikada Lisandro Lopez ve 14. dakikada Lucho Gonzalez'in gollerine engel olamayınca bir anda 2-0 geriye düştü.
Gollerden sonra topa daha çok sahip olmaya başlayan temsilcimiz, 30. dakikada rakip kalede yarattığı ilk tehlikede Güiza'nın golüyle farkı 1'e indirdi. İlk yarı atılan bu gollerle sona ererken, teknik direktör Luis Aragones ikinci yarıya Selçuk'un yerine Josico'yu alarak başladı.
İkinci yarının ilk tehlikesinde Mariano Gonzalez, Porto adına 3. gol şansını değerlendiremezken, ikinci yarıda oyuna alınan Josico 7 dakika sonra sakatlanarak yerini Burak'a bıraktı.
Orta alan mücadelesi şeklinde geçen devrenin sonlarına doğru rakip yarı alanda daha çok görünen Fenerbahçe, 85. dakikada Güiza ile net bir fırsattan yararlanamadı. Son bölümlerde artan tempoda gol bulan taraf ise ev sahibi oldu. Uzatma anlarında Lino'nun golü takımına 3-1'lik galibiyeti getirirken, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne puansız başlamış oldu. Porto ise, 7 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi'ne ilk kez 3 puanla 'merhaba' dedi.
Sarı-lacivertliler G Grubu'ndaki ikinci maçını 30 Eylül'de İstanbul'da Dinamo Kiev ile oynayacak.
PORTO: 3 - FENERBAHÇE: 1
Stat: Dragao
Hakemler: Bertrand Layec xxx, David Benech xxx, Michael Annonier xxx (Fransa)
FC Porto: Helton xx, Benitez xx, Rolando xx, Alves xx, Sapunaru xx, Meireles xx (Dk. 66 Costa xx), Fernando xx, Lucho xxx, Rodriguez xxx (Dk.89 Lino), Mariano xx (Dk. 60 Hulk xx), Lisandro xxx
Fenerbahçe: Volkan xx, Gökhan xx, Yasin x, Lugano xx, Roberto Carlos xx, Emre x, Selçuk xx (Dk. 45 Josico),(Dk. 53 Burak Yılmaz x), Maldonado xx, Uğur xxx (Dk. 76 Kazım), Alex xx, Güiza xxx
Goller: Dk. 12 Lisandro, Dk. 13 Lucho, Dk. 90 Lino (FC Porto), Dk. 30 Güiza (Fenerbahçe)
Sarı kartlar: Dk. 54 Sapunaru (FC Porto), Dk 70 Lugano, Dk. 73 Güiza (Fenerbahçe)
Devamı ...
17 Eylül 2008
Stop The World Record Of Executions
Dünya İdam Rekorunu Durdurun
Çin Olimpiyat Komitesi'nin, "Olimpiyatların Çin'de yapılmasının ülkedeki insan haklarını geliştireceği" sözüne rağmen, dünya çapında kayıtlı 1519 idamın 1010'unu gerçekleştiren Çin, Dünya İdam Rekoru'nu elinde tutuyor.
İdam cezasına karşı savaşa katılın.
Amnesty International
Devamı ...
Rugby, Fenerbahçe ve Türkiye
1946 yılını Churchill “Avrupa’nın üstüne demir bir perde çökmüştür” diye tanımlıyordu. Nazi istihkamları işgal altındaki topraklardan çıkarken yerlerini Stalin’in T2 tankları dolduracaktı. Moskova’dan Berlin’in ortasına kadar -bir coğrafyayada SS Waffen’ler yerlerini orak-çekiçli Rus birliklerine bırakıyordu. Tarih çift kutuplu dünyayı gösterirken demir perdenin tam ortasında, “stratejik öneme haiz bir noktada” 23’lük genç bir Cumhuriyet’in başkentinde her şey biraz daha karışıktı.
Bu zamana kadar Cumhuriyet “Tek Adam” ve “Milli Şef” hakimiyeti altında tek partili sistemde devam etmişti. Batı dünyası, Mihver Paktı ve SSCB üçlüsü kendi aralarında dünya dominasyonu için çarpışırken Milli Şef memleketi savaşın dışında tutmuş, bu arada memleket üstündeki hakimiyetini de keskinleştirmişti. Neticede herkesin hoşuna gidecek bir şeyler bu ülkede vardı. Ekonomisi “mutedil devletçi”ydi, “Muasır Medeniyetlere erişmeye çalışıyordu” ve yükselen anti semitist akımın da hatrı kalmasın diye Nihal Atsız’lar ile sembolleşen bir ırkçı grup dahi vardı. 1934 Trakya olayları, Yirmi Kura İhtiyatlar Olayı, Varlık Vergisi hiç yoksa memleket üstünde “Türk olmayan unsurlara karşı” Milli Şefliğin “Kara Gömlekliler” tarzı müdahalelerde bulunabileceğini göstermişti. Führerle, Roosevelt ve Churchill ile, Stalin’le konuştuğu kadar rahat konuşabilen bu tek kişi hakimiyeti savaş sonrasında zorlu bir seçimle karşı karşıya kaldı. Artık “bağlantısızlık” mümkün değildi. Balkan Antantı çökmüş, Yunanistan Nazi Birlikleri tarafından işgal edilirken Cumhuriyet izlemekle yetinmişti. Bölgesel ittifaklar çağın dengeleri içerisinde bir güvenlik sağlamıyordu. SSCB Stalin ve Molotov’un agresif politikaları ile bütün bir coğrafyanın üstündeydi. Molotov’un açıkça boğazların bir uluslar arası komisyonca (ve hatta Kars ve Ardahan’ın da SSCB tarafından) yönetilmesini istemesi bir “varlık” sorunu yaratıyordu. Üstüne memleketin ekonomik krizi ve Truman Planı’nın avantajları dikkate alındığında Şef kararı basitçe vermişti “gayri milli ve ithal bir ideoloji” olan komünizm Türkiye’nin bir seçeneği olamazdı. Zaten ekonomi politikası “mutedil devletçilik” idi. Üstüne Türk solu ile Fırkanın yönetici eliti zaten hiçbir zaman iyi anlaşmış değillerdi. Böyle bir durumda Komünist olmak ancak Moskova’ya peşinen hakimiyeti vermek demekti.
Türkiye soğuk savaşta kutbunu seçti, “Batılı” olunacaktı. Ancak Amerikan gücü şekli bir batılılığı kabul etmiyordu. Truman planının ekonomik avantajlarından yararlanmak, planın bölgede demokrasilerin geliştirilmesi ve siyasal sistemlerinde demokratik esaslarda yeniden düzenlenmesini amacının gerçekleştirilmesine bağlıydı. Bu ise temelde çok partili bir siyasal hayat, temel hak ve hürriyetlerin korunduğu anayasal sistem ile serbest piyasa ekonomisi gerektiriyordu. Başlangıç 46 senesinde Şeflik tarafından yapıldı. Türkiye bütün dünyaya “nereye ait olduğunu” gösteriyordu: Demokrat Parti’nin kuruluşuna izin verildi. Çok partili hayata geçilmişti.
Büyük bir Amerikan modası aynı sene başladı. Washington büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Amerikalıların Missouri zırhlısı ile göndermesi ikili ilişkilerdeki büyük jestlerden biriydi. Türkiye ise bu jeste orantısız bir heyecan ile karşılık verdi. PTT Missouri için seri bir hatıra pulu bastırmış, Tekel piyasaya Missouri adında bir sigara çıkartmıştı. Gazeteler bütün sayfalarını Missouri’nin ziyaretine ayırıyordu hatta camiilerde “Welcome Missouri” mahyaları vardı.
Amerikan yaşam tarzı ve hayatı memleket kültürüne seri bir giriş yaptı. Amerikan müzikleri ve şarkıcıları dinleniyor, Hollywood yıldızları takip ediliyor, gazeteler dergiler bu yaşam tarzını halka bildiriyordu. “Demokrasi” ve “Amerika” yıllar yılı çarıklarla yaşamış, en büyük atılımını şeker fabrikası açarak yapmış ve bir “şekere muhtaç” geçen yıllarla debelenmiş bir halkın mutluluk ve refah özlemlerinin sembolüydü. Yeni Dünya eskinin zorluk dolu günlerini yok edecekti.
Rugby ile Türkiye işte bu konjukturde tanıştı. Önce memlekete gelen Amerikalılar kendi aralarında oynadılar. İzleyiciler bu işten pek bir şey anlamıyordu ancak Amerikalıların favori oyunu herhalde iyi bir şey olmalıydı. Bir iki Türk de oyunlara dahil olunca Rugby belirli bir şöhret edindi.
Makam sahipleri ise olaya farklı türde bakıyordu. Bu oyun Türkler tarafından da oynanmalıydı. Türk gençleri de Rugby ile tanışmalıydı. Fenerbahçe ve Galatasaray’dan birer Rugby takımı kurulması talep edildi.
Atletler, iyi sporcular rugby oynamak üzere çağırıldı. Önder Dai ise o günlerde Fenerbahçe’de rugby oynamaya çağırılanlar arasındaydı. Şöyle anlatıyor: “(Çağırdılar ama ) Rugby nedir? Ben hocadan da bir şey öğrenemedim. Ali'ye sordum. Dedim nedir oğlum ulan bu rugby?”
Kimse pek bir şey bilmiyordu yine de takımlar kuruldu ve çalışmalara başladılar. Birkaç çalışma sonrasındaysa ilk müsabaka organize edildi. Tarih 18 Mayıs 1947 idi, Fenerbahçe ve Galatasaray takımları Beşiktaş – Fenerbahçe futbol maçından önce aynı sahada bir Rugby maçı yapacaklardı.
Seyirci başta hiçbir şey anlamadı. Maç normal bir futbol topu ile oynanıyor, Amerikan Futbolu formalarının da yerine futbol formaları giyiliyordu. Ancak bir süre sonra seyirci de heyecanlanacaktı: “Senin karşına çıkmış sarı kırmızı forma ile biz de sarı lacivert forma ile. Seyirci elbette heyecanlanıyor.”
Esasında her şey Rugby’nin gelişmesine uygun gibiydi. 47’nin genel ruhu Amerikan kültürüne karşı büyük bir ilgi besliyordu, Devlet sporu destekliyor, Türkiye’nin en büyük iki kulübü ise takımlarını kurarak güzel bir başlangıç yapıyordu. Zamanla sporun kuralları öğrenilebilir, seyirci tarafından benimsenebilir ve heyecanlı bir lig doğabilirdi. Ancak çok “Fenerbahçe” bir şey oldu. Tarihin içerisinde sürekli kendini belli eden, zamanların arasında gezinen, yılları ve coğrafyaları aşan bir şey, Sarı Lacivert formanın taşıdığı, Harrington kupasında, Milli Mücadele yıllarında kendini belli eden bir şey. Fenerbahçe’nin zafer arzusu beklentilerin üstüne çıkıyordu.
Fenerbahçe daha önce de yenilmeyi kabul etmediğini ve zafer kadar hiçbir şeyden tat almadığını göstermişti. Cihat’ın Felton’ın penaltısını kurtardıktan sonra bütün bir İngiliz takımının tek tek gelip elini sıkması gibi bir şeydi bu, normal dışıydı, Fenerbahçesel bir şeydi, takım Sarı Kırmızılı formayı görünce kendini kaybetmişti.
O gün o sahada oynayan Önder Dai sonradan şöyle diyecekti: “Orada bizim büyük hatamız oldu. 12-0 yendik bu defa.”
Galatasaray Rugby takımı, ilk Rugby müsabakasında Fenerbahçe tarafından paramparça edildi. Skor 12-0’dı. Fenerbahçeli oyuncular bu ilk müsabakada kimsenin beklemediği bir başarı göstermiş, Sultanın mekteplerininin takımını seyirciler önünde rezil etmişti.
Bir daha Rugby müsabakası düzenlenmedi. Dai de Galatasaray’a hak veriyordu, “E 12-0 yenersen adam bir daha çıkar mı karşına? Ben olsam çıkmazdım.”
Rugby’nin Türkiye’deki hayatı böylelikle son buldu. Fenerbahçe tek bir galibiyetle rekabeti bitirmişti.
Serbest seçimlerin ve demokratik sistemin rafa kaldırılmasına, İnönü’nün ise en sonunda bu dünyayı pek beğenmeyip “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini alır” demesineyse seneler vardı. İkinci dünya savaşından sonra başlayan yeni kültür ise hiç son bulmadı.
Devamı ...
16 Eylül 2008
Yiten Bir Düşün Ardından
Lefter'i, Can Bartu'yu anlatıyorlar bize. Zeki Rıza'yı anlatan bile olmuyor, sadece okuyoruz. Benim ve muhtemelen bu yazıyı okuyan birçok Fenerbahçelinin hatırladığı efsane Rıdvan, Aykut oluyor. Yine de "Lefter bir başkaydı" denildiğinde biraz gururlanıyor biraz da hüzünleniyoruz. Lefter'i izleyemedik, izleyemeyeceğiz de. Belki bu yüzden Alex'i ayrı bir seviyoruz... Bizim de torunlarımıza anlatacağımız bir oyuncu olacak. Gollerini alkışladığımız, ayakta adını haykırdığımız, saygı duyduğumuz bir efsanemiz var. Samsun'a attığı golü, İnter maçında bel kırıp yaptığı asisti, Ankara'da 3 dakikada Gençlerbirliği maçını almasını anlatacağız. Neden anlatıyorum ki bunları? Çünkü aethewulf'a da söylediğim gibi hüzünlendim bugün.
Üstelik daha 20 saat önce müzik dünyasının en efsanevi gruplarından birisini canlı canlı izleyip keyfini en az bir hafta sürecekken hüzünlendim. Richard Wright da göçüp gitmiş. Zaten Meddle ile, The Dark Side of the Moon ile, Wish You Were Here ile hep hatırlanacak... Sadece rock müziğin 9. senfonisi Shine On You Crazy Diamond bile adının yüzyıllarca yaşamasına yetecek, ama onun gidişi sadece mükemmel bir müzisyenin, harika bir hikaye anlatıcının gidişi değil, onun gidişi bir başka umudun daha bitişi. Nasıl Lefter'i izleme şansımız yoksa artık Pink Floyd izleme şansımız da yok. Bizim yaşımızdaki rock müzik sevenler için büyük bir düştü bu. Sadece hayalini görmek bile keyiflendiriyordu bizi. Oysa seneler önce John Lennon'la birlikte ölen hayeller şimdi Wright'la birlikte öldü. Umudun ölmesi ise insana acıdan çok hüznü tattırıyor. Çaresizlik, üzüntü ve hayal kırıklığı hüznü yaratıyor. Artık Pink Floyd'u sadece plaklardan dinleyebileceğiz, onları görme şansımız yok, kalmadı, bunu söylerken bile hüzünleneceğiz. Elimizden gelenin en iyisi Pink Floyd'u daha iyi anlamak olacak, bu bizi biraz daha hüzünlendirecek.
Kaybolan bir düşün yerini başka düşlerle dolduracağız işte o zaman. Pink Floyd ve Rick Wright'ın "Time"da anlattığı yitip giden zamanı hatırlayacağız. Kulak asmayacağız artık "o adamda iş bitti, 40 sene önce iyiydi" diyenlere. Efsanelere gereken değeri hayattalerken vereceğiz. 82 yaşında hala tura çıkan Chuck Berry'nin bize nasıl bir fırsat sunduğunu göreceğiz belki. Rock müzik dinliyorum deyip rock müziğin mucidini bilmeyenlere hatırlatmak olacak görevimiz, hiçbir şey için geç değil ki... Üstelik 9 Kasım'da İstanbul'a geliyor rock müziğin mucidi, bundan iyi fırsat mı olur? Lefter'i izleyip alkışlayamadık belki, bu hep hüzünlü bir hikaye olacak bizim için, ama hüznümüz bize Alex'in ne kadar özel bir insan olduğunu hatırlatacak. Lefter'i hatırladıkça Alex'i daha bir coşkuyla alkışlayacağız, attığı her golün, sahada durduğu her saniyenin değerini daha iyi bileceğiz.
Müzikçalarlarımızda hayatı anlatmaya devam edeceksin ama düşlerin ve umudun da hayatın kendisi olduğunu hatırlattığın için bir kez daha teşekkürler Rick Wright. Ruhun şad olsun.
Devamı ...
15 Eylül 2008
Ne Kaddar Profeyşınılsınız Aziz Bey #2
Teker teker aynı şeyleri anlatmaya gerek yok. Galatasaray maçında Lincoln’un üstüne yürürken de, Koller’e saldırırken de aynı türden bir dengesizliği gösteriyordu Volkan. “Tahrik” ve “provokasyon” laflarıyla apaçık düşüncesizliği, sorumsuzluğu ve ahlaksız saldırıyı bir zeminde meşrulaştırmaya çalışsak da gözlerimizi kapatamayacağımız kadar açık gerçek önümüzde: Yalnız Fenerbahçe’nin değil, Türk Milli Takımının da kalesinde bir saatli bomba duruyor.
Volkan’ın psikolojik bir sorunu olduğu muhakkak. Profesyonellik çerçevesinde değil insani çerçevede dahi içimize sindiremeyeceğimiz hareketleri örneğin bir bardak cola içermişçesine şuursuz bir rahatlıkla yaparken, makuliyete dair bir kaygısı olan her insan bu zaaf karşısında acıma hissi ile doluyordur. Kendini kontrol edemiyor, öfkesine hakim olamıyor ve bir mahalle maçının ortasında arkadaşının üstüne yürüyen çocuk gibi hareket ediyor. Sesimiz düşük perdede çıksa diyeceğiz ki aAsfalt zeminlerde plastik toplarla oynayan 13 yaşındaki çocukların amatör ruhu var, Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Kupası gibi futbol zirvelerine tırmanan bir insan karşımızda. Yardım edilmesi gerektiği belli, endüstriyel açıdan milyonlarca dolarlık yatırımın kurtarılması, insani açıdan ergenlikten sıyrılmasının sağlanması için.
Belki bu yardım kendisinin iyileşerek, daha konsantre bir şekilde işine odaklanmasını sağlayabilir. Tablodaki vahim nokta bir insanın öfke kontrolü noktasındaki rahatsızlığı gibi bir psikolojik vakanın varlığı değil, bu halledilir, esas sorun “profesyonel”, “kurumsal” Fenerbahçe yönetiminin böyle bir risk analizini bunca vakadan sonra yapmaması, gerekenleri ifa etmemesi, ne yapılması gerektiği de ancak çek karşılıksız çıkınca kafasına dank eden tacir gibi basiretsizce hareket edilmesi. Volkan’ın psikolojik durumu gözlenmiyor, bunun yaratabileceği sonuçlar kestirilemiyor ve Galatasaray, Avrupa Kupası gibi kritik eşiklerdeki maçlardan dahi bir ders çıkartılıp en azından iyi bir ikinci kaleci arayışına girilmiyorsa işte bu zaman kaybedilecek puanların hesabını vermesi gereken Volkan değil yönetim olur. Basiretli bir yönetim elbette bunu göz önüne almalı, milyon dolarlık yatırımının beklenenleri verebilmesi için böyle bir sorunu hem kurumsal olarak (bir kaleci alarak) hem de bireysel olarak (psikolojik destek) ile ortadan kaldırır.
Bu ise anlaşıldığı kadarıyla Yıldırım yönetiminden beklenmemesi gereken bir şey. Uğur Boral gibi çok uzun süredir vasatın altında oynayan bir adama yedek bir oyuncu alınmıyor, kanatlardaki problem tespit edilerek buna uygun bir çözüm stratejisi geliştirilmiyor, Tuncay, Ümit Özat, Aurelio gibi insanlar takımdan kaçırılırken yerlerine en azından denk nitelikte oyuncular alınmıyorsa bu takımın profesyonelce yönetildiğini söylemek çok iyi niyetli bir beyanat olur. Zico’yu “Bu takım yürüye yürüye Şampiyon olmalıydı” diye gönderen bir yönetimin omzunda yürüye yürüye şampiyon olabilecek bir takım kurma mesuliyeti de varsa, bu herhalde Volkan’ın halı saha halet-i ruhiyesine, Emre’nin periodik sakatlığına, Uğur Boral’ın vasatlığına tahvil edebilecek değildir. Madem yürüne yürüne şampiyon olunmalıydı, yürüye yürüye şampiyon olacak olanların da Volkan’lar, hiphop Kazım’lar, Boral’lardan mürekkep bir kadro olmadığı belli.
Bu zihniyet sorunu ise o kadar kemikleşmiş ki stoperlerde dahi gözüküyor. Lugano ve Edu’nun yedeği Yasin ile Can. Potansiyelleri yüksek olabilir, gelecekte çok iyi iki stoper olarak da anılacak olabilirler ancak bugünün hikayesi başka. Buysa belli ki kendileri hariç kimsenin dikkatini çekmemiş. Bugün Can Arat, şayet böyle büyük bir potansiyelse dahi, Fenerbahçe’nin harcanmışlar listesine ismini eklemiştir. Hacettepe maçından sonra medyanın attığı manşetlerden sonra Can nasıl toparlanır bilemem, bildiğim Can’ın vebali onu öyle hazırlıksız kurtların ortasına kuzu gibi atan, atılmak zorunda bırakan, yönetimdedir. Zira eğer yönetim bu kadroda Can’ın henüz hazır olmadan oynaması halinde böyle bir hata yapabileceğini düşünmüyor ve yedek olarak Türkiye Ligi ortalamasında bir stoper almıyorsa, onlara hazırlanma zamanı vermiyor demektir. Daha fenası bugünden sonra da artık Fenerbahçe’nin bir Can’ı da bulunmamaktadır, artık bu formanın Can’a tekrar verilmesi cesaretten daha çok şey istemektedir.
Kalede Volkan, kanatlarda Uğur ile Kazım, yedek stoper Can ile Yasin. Yürüye yürüye şampiyon olacak takımın kimyasal bileşenlerini yönetim böyle kuruyorsa 10 senelik tecrübelerinden tek öğrendiklerinin tesis yapımı olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Oysa bunun için kimsenin başkan olmasına gerek yok, alt taşeron anlaşmasıyla da hallediliyor bunlar, dilerlerse başka başkan seçelim kendilerine yalnız sözleşme gönderelim.
Devamı ...
14 Eylül 2008
Hacettepespor 2 - Fenerbahçe 1
TSL 13/09/2008
NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'de 3. haftanın açılış maçında Ankara deplasmanında Hacettepe ile karşılaşan Fenerbahçe, 2-1 mağlup oldu.
Edu, Lugano, Semih, Emre Belözoğlu, Deivid, Tümer, Vederson gibi oyuncularından eksik sahaya çıkan Fenerbahçe, özellikle defansında yaptığı büyük hatalar sonucu Ankara'dan puansız döndü.
Sarı-lacivertliler 20. dakikada Alex'in attığı golle öne geçti.
İlk yarının son dakikasında Can'ın büyük hatası sonucu İbrahim Şahin'in attığı golle skora dengeyi getiren ev sahibi Hacettepe, 60. dakikada Orhan Şam'ın ceza sahasına yaptığı sert ortada Can'ın kendisine kalesine attığı golle maçı kazanmayı başardı.
Ev sahibi Hacettepe, uzatma dakikalarında Kadir Bekmezci'nin ayağından penaltı atışından yararlanamadı.
Fenerbahçe'de penaltı atışının hemen ardından kaleci Volkan Demirel kırmızı kartla oyun dışı kaldı.
Bu sonuçla ev sahibi Hacettepe puanını 4'e yükseltirken, Fenerbahçe ligdeki üçüncü maçında ikinci mağlubiyetini alarak puanı 3'te kaldı.
HACETTEPE: 2 - FENERBAHÇE: 1
Stat: 19 Mayıs
Hakemler: Kamil Abitoğlu xxx, Baki Tuncay Akkın xxx, Özgür Çetiner xxx
Hacettepe: Recep xx, Orhan xxx, Azmy xx, Teli xx, Murat xxx, Serkan xx (Dk. 90 Ufuk ?), Kadir xxx, Tozo xx, Lika xx, Sandro xxx (Dk. 88 Olgay ?), İbrahim xxx (Dk. 83 Sukaj x)
Fenerbahçe: Volkan Demirel x, Gökhan x (Dk. 59 Önder xx), Can x, Yasin x, Roberto Carlos xx, Kazım xx (Dk. 59 Burak x), Alex xx, Josico x, Maldonado x, Uğur xx (Dk. 68 Gürhan x), Güiza x
Goller: Dk. 20 Alex (Fenerbahçe), Dk. 44 İbrahim, Dk. 60 Can Arat (kendi kalesine) (Hacettepe Spor)
Sarı kartlar: Dk. 52 Tozo, Dk. 74 Lika (Hacettepe Spor), Dk. 81 Güiza, Dk. 88 Burak, Dk. 89 Volkan Demirel (Fenerbahçe)
Kırmızı kart: Dk. 90 Volkan Demirel (Fenerbahçe)
Devamı ...
12 Eylül 2008
Mario Strikers Charged
Mario işten dönmüş, yorgun argın, sabahtan beri koşuyor, bazen kaplumbağa sırtına da çıkıyor ama kolay iş mi kaplumbağa sürmek? Uzun uzun gitmiş, ateş atan böcüklerle kahramanca savaşmış ama sonunda gittiği yer 2. turun sonu olmuş, Mario daha ne kadar gidecek bilmiyor ama uzun yol var. Uzatıyor ayağını, açıyor televizyonunu. Prenses kaprisli, prenses sarayda yaşıyor, prensesin istekleri bitmek bilmiyor, tesisatçılık ve gün boyu kaplumbağa üzerinde prenses kurtarıcılığı yetmiyor o kadar masrafa. Mario ek iş bulmuş, spor yorumculuğu yapıyor. Şikayetçi değil Mario, keyif alıyor. Her akşam eve geliyor, ayağını uzatıyor, izliyor maçını yazıyor yorumunu. Prenses o göbek küçülecek dediğinde bir hafta bira içmemiş ama şimdi çaktırmadan yine içiyor, maç birasız olur mu diyor Mario.
Mario açıyor televizyonunu, spor programlarını izliyor o gün. Televizyonda Mushroom Kingdom milli takımının gelecek maçıyla ilgili yorumlar yapılıyor. Mario birasından yudumlarken kafa sallayarak, bazen de sallamayarak izliyor. O gün Luigi de gelmiş, Luigi Ramazan olduğu için bira içmiyor, daha hassas o konularda Luigi, öyle biliniyor. Mario tam Luigi'ye yengesinin hatrını sorarken telefon çalıyor. Mario "hayırdır bu saatte arayan kim" diyor açıyor telefonu. Telefonda Mushroom Kingdom milli takımı teknik direktörü Bowser, namıdiğer King Koopa, yani bizim buralarda imparator. Mario açıyor telefonu, imparatorum nasılsınız diyor. Sonra Mario'nun yüzünde bir gerginlik oluyor, Luigi anlıyor, Luigi akıllı adam. Luigi kulağına fısıldıyor, "handsfree'ye al"... Mario anlamıyor o ne lan diyor, "şu telefon ahizesi tuşuna bas" diyor, "ha tamam lan ben de bu ne diye merak ediyordum" diyor Mario. Luigi imparatorun sesiyle irkiliyor
"Mario, dün televizyonlara çıkıp konuşmuşsun, benim için attığı ateş düştüğü yeri yakar diyormuşsun olm" diye bağırıyor imparator. Mario sinirli ama prensesi düşünüyor, aklıselim bir yazarım ben diyor, sakinleşiyor.
"Yok efendim, ben bu maçta demir atan kaplumbağalarla oynarsak gol atamayız bence" dedim diyor. Mario yapıyor bu işi ama vasat işte, neyse konu o değil.
"Lan Mario, olm akıllı ol" diyor imparator.
"Hocam üçüncü işim bu, yorgunum zaten, prensesin kaprisleri bitirdi beni, bir de sen üzerime gelme, bir de iyi günde ara" diyor Mario.
İmparator sinirli "Bıyığını s**erim Mario" diyor, "Bıyığını s**erim". Mario üzülüyor, prensese söv ama bıyığıma yine sövme diyecek oluyor ama diyemiyor, Mario çöküyor, Mario itiraz bile edemiyor, Luigi teselli edecek söz bulamıyor. Mario kaplumbağadan dayak yediği, prensese bir adım kala köprüden düştüğü anlarda yediği küfürleri hatırlıyor, gülümsüyor, senelerdir her şeyime küfür ettiler diyor ama bıyığım diyor, yere çöküyor... Mario bırakıyor...
Devamı ...
Türk Futbol Klişeleri #2
Dikkat! Arsenal Peşimizde
Klişeler serisinin ilk yazısının ardından sıradışı bir klişe geliyor. Maç öncesi veya sonrası futbolcu değerlendirmesi değil, yöneticilerin sıradan sözlerle takım değerlendirmesi de değil... Bizim basın tutup Dünya'nın en büyük kulüplerinden birisini arka sayfa mankeni yapmış, hazır kalıp halindeki haberlerini kullarak haber yapmaya başlamış. Neden Arsenal, kimin fikriymiş bu, başka takım mı kalmamış, İnter gibi daha önce Türk oyuncuları transfer etmiş bir takım değil de Arsenal nasıl bunların ağına düşmüş? Merak edilen sorular bunlar. Üstelik bütün haberlerin başlığı aynı, yalan olduğunu kendiliğinden deklere eden başlık "Arsenal ....'in peşinde".
Arsenal Türk futboluna kafayı taktı, peşimizi bırakmıyor, sapıkça, manyakça, psikopatça peşimizde. Ayrıca Arsene Wenger'in verdiği haftalık raporlardan satır satır haberdarız. Bu haberlerin sadece bir kısmını aldım. Üstelik sonhaber, hemenogrenhaber, haber78, sporportakali gibi hiçbir ciddiyeti olmayan web haberciliği sitelerini es geçtim ve sadece en çok satılan gazetelerin ve ciddiye alınan internet sitelerinin haberlerini aldım. Arsene Wenger'in araştırmacı kişiliğime hayran kalıp benim hakkımda da olumlu rapor verdiği öğrenildi.
Eylül 2008 - F.Bahçe'de yeni sezona da süper bir başlangıç yapan ve resmi maçlarda 6 gol atan Semih Şentürk ile kaleci Volkan Demirel, Arsenal'in transfer gündemine girdi.
(http://www.sabah.com.tr/2008/09/04/haber,2A627FC6C9494DC9AA2F30B5E62FB9A3.html)
Eylül 2008 - Arsenal, Fenerbahçeli Stephen Appiah'a transfer teklifinde bulundu. Ancak Ganalı yıldız, bu öneriyi geri çevirdi.
(http://www.fotomac.com.tr/2006/06/24/ana106.html)
Ağustos 2008 - Arsenal, Mehmet Topal'ı almak için harekete geçti. 22 yaşındaki ön liberonun bonservisi için 5 milyon euroyu gözden çıkaran İngilizler, bu hafta Galatasaray yönetimiyle masaya oturacak.
(http://www.stargazete.com/spor/arsenal-topalin-pesinde-118664.htm)
Aralık 2007 - Manisa'daki performansıyla dikkat çeken Holosko'ya her gün yeni talip çıkıyor. Beşiktaş'ın da peşinde olduğu futbolcuya, Birmingham City ve Arsenal'den sonra Carlton Athletic de kancayı taktı.
(http://arsiv.sabah.com.tr/2007/12/20/haber,614D935791AD4820AFF182458F4336C0.html)
Haziran 2008 - EURO 2008'de Milli Takım forması ile oynadığı futbolla hayran bırakan Arda Turan'a, İngiltere Premier Lig takımlarından Arsenal talip oldu.
(http://www.fotomac.com.tr/2008/06/17/gal115.html)
Ekim 2007 - İngiltere Premier Ligi lideri ve kadrosunda kattığı genç isimler ile dikkat çeken Arsenal'in bu külüplerin başında geldiği ve Mesut'u uzun süredir takip eden Londra ekibinin bu transferi bitirmek için oldukça istekli olduğu da iddialar arasında.
(http://www.ajansspor.com/futbol/almanya/h/20071030/ingiltere_ozilin_pesinde.html)
Aralık 2006 - Başarı grafiğini giderek yükselten Beşiktaşlı Gökhan Zan’a, Arsenal talip oldu. İngiliz kulübü, ara transferde kadrosuna katmak istediği genç savunmacıya 6.5 milyon Sterlin teklif edecek.
(http://www.hurriyet.com.tr/spor/5590387.asp?gid=53)
Nisan 2008 - Milli Takımımızın genç yıldızı Nuri Şahin, Premier Lig'in dev kulübü Arsenal'e transfer oluyor. Borussia Dortmund'un futbolcusu olan ve geçtiğimiz sezon Feyenoord'a kiralanan Nuri performansıyla Arsenal'in teknik direktörü Arsene Wenger'in dikkatini çekti.
(http://sabah.com.tr/2008/04/19/haber,6B6475D2C9114EDD90ED782F5A9C7419.html)
Nisan 2008 - Arsenal Menajeri Wenger, Beşiktaş’ın eski teknik direktörüne, Delgado konusunda fikrini sordu, olumlu yanıt aldı. Bunun üzerine İngiliz ekibi, siyah-beyazlı oyuncuyla ilgilenmeye başladı. Arjantinli futbolcunun İtalyan vatandaşlığı bulunması da avantaj oldu.
(http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=518667&Date=19.04.2008&Kategori=spor)
Aralık 2005 - Beşiktaş’ın 2004-2005 sezonunda renklerine bağladığı İbrahim Akın’ın başına talih kuşu kondu... İngiltere Premier Ligi takımlarından Arsenal’in genç yıldızı uzun süredir yakından takip ettiği ve renklerine bağlama konusunda son derece ciddi olduğu ortaya çıktı.
(http://fanatik.ekolay.net/Fanatik/index.aspx?aType=Detail&catid=33&articleID=72515)
Şubat 2007 - Ankaragücü'nün alt yapısında forma giyen Abdülkadir Kayalı'ya büyük onur. 20 kez U-16 Milli Takımı'nın formasını giyen ve takım kaptanı olan Abdülkadir'i uzun süredir takip eden İngiliz Kulübü Manchester City, 12-20 Şubat tarihlerinde yapılacak spor akademisine davet etti. Geçen yıl Milli maçlar ve Ege Kupası'nda gösterdiği performansla dikkatleri üzerine çeken genç futbolcuyu, Manchester City kulübünün yanı sıra Tothenham, Arsenal ve Juventus takımları da yakın takibe almıştı.
(http://arsiv.sabah.com.tr/2007/02/08/spo126.html)
Haziran 2008 - Galatasaray alt yapısında yetişen ve geleceğin yıldızı olarak görülen Semih Kaya'ya Arsenal talip oldu. Semih'in menajeri Ali Togutay, Arsenal'in genç oyuncuyu istediğini doğrularken, teknik direktör Wenger'in genç oyuncuyu kampa davet ettiğini söyledi.
(http://www.fotomac.com.tr/2008/06/18/gal105.html)
Haziran 2008 - İspanyol ve İngiliz gazeteleri, Fenerbahçe'nin transfer etmek istediği Mallorca takımında oynayan Dani Güiza'ya İngiltere'nin Arsenal kulübünün de teklifte bulunduğunu yazdı.
(http://www.ajansspor.com/futbol/superlig/h/20080625/arsenal_guizanin_aklini_celebilir.html)
Mayıs 2007 - Bu arada, "Hiç şüphe yok ki, Tuncay ile tek ilgilenen Real Madrid değil" diye yazan İspanyol gazetesi, Nihat Kahveci’nin de formasını giydiği Villarreal, İngiltere’nin Arsenal ve Yunanistan’ın Olympiakos takımlarınında bu futbolcuyla ilgilendikleri kaydedildi.
(http://www.milliyet.com.tr/2007/05/17/son/sonspo46.asp)
Devamı ...
11 Eylül 2008
"Karaktersiz"
Geçtiğimiz günlerin büyük tartışması gene Hıncal merkez siklonunda döndü. Bu büyük polemik ustası, komplo teorisyeni, Aslan amcasının biriciği MHP seçmeni şahıs herhalde yaş haddinin de dolması sebebiyle bariyerleri hepten kaybettiğinden taraftarlararası barış girişimlerinin zemini olma yolunda ilerliyor. Herkesin onda sevmediği en az bir şey var. Buna karşın hakkı, adaleti, gerçeği savunmak bazen Hıncal’ı da savunmak olabilir öyle ki medyanın iğretiliğindeki köşetaşı bir adam bile medyanın zifirleri karşısında aydınlık gözükebiliyor.
Haberlerden gidelim. Milliyet olayı “Hıncal Uluç’un Sözleri Annesine Kriz Geçirtti” manşetiyle duyurmuş. Manşetin tasvir ettiği hadise fecaat, Hıncal’ın gerçekten çok korkunç, insanın manevi duygularını bütünüyle yaralayan, ağır sözler söylediğini tahmin ediyoruz. Nitekim haberin geri kalanı bu beklentiyi karşılıyor. Haberin ilk versiyonuna göre Hıncal Uluç şöyle demiş:
Bu oyuncu nasıl milli takım kaptanı oluyor anlamıyorum. Kendine ve takım arkadaşlarına saygısı olmayan karaktersiz biri. İsviçre maçında da gördük. Bunun liderlik vasfı yok. Son 5 yılının yüzde 80’ini sakatlıklarla geçiren ve maçı ancak 60 dakika oynayabilecekken 90 dakika oyunda kaldığı zaman hocasına teşekkür bile eden biri. Böyle karaktersiz birine ben karşıyım. Emre’den kaptan olmaz, lider olamaz. Türk gençlerinin önüne bunu lider diye koyamazsınız'
Karaktersiz ithamının kabul edilemez olduğu noktasında sanırım herkes mutabıktır. Kamuoyu etkileme gücü olan bir insan canlı yayında bir futbolcunun karaktersiz olduğunu iddia ediyorsa bu halde açıkça hedef gösteriyordur. Bir annenin bundan yaralanması çok doğal.
Nitekim Vatan Gazetesi de durumu yukarıdakine uygun bildirmiş, manşet: “Karaktersiz”
Bu oyuncu nasıl Milli Takım kaptanı oluyor anlamıyorum. Kendine ve takım arkadaşlarına saygısı olmayan karaktersiz biri. İsviçre maçında da gördük. Bunun liderlik vasfı yok. Son 5 yılının yüzde 80’ini sakatlıklarla geçiren ve maçı ancak 60 dakika oynayabilecekken 90 dakika oyunda kaldığı zaman hocasına teşekkür bile eden biri. Böyle karaktersiz birine ben karşıyım. Emre’den kaptan olmaz, lider olamaz. Türk gençlerinin önüne bunu lider diye koyamazsınız
Daha sonra Hürriyet’e bakıyoruz. Manşet: “Emre Kamptan Ayrıldı”
Hıncal’ın açıklamaları şöyle:
“Takımın lideri Emre... Emre’den olsa olsa anti lider olur... Bir liderde olmaması gereken ne kadar vasıf varsa Emre’de var. Antipatik, medya nefret ediyor... Seyirci sevmiyor... Takım arkadaşlarının kendisine sevgisi saygısı yok. Son 5 yılda futbol hayatının yüzde 80'ini sakat geçirmiş. Sahaya çıkarken bile "En çok 60 dakika oynarım, 64 dakika oynarım... 90 dakika bana tahammül ettiği için hocama teşekkür ederim." Emre, milli takımın lideri Türkiye'de, başka hiç adam kalmamış gibi...
Ben şahsen Emre karakterinde birinin Milli Takım’a alınmasına bile karşıyım. Ama hocası almış ona karışmam. Takımın lideri, benim liderim, benim güvendiğim adam... Türk Milli Takım kaptanlığı bu kadar ucuz değil. Türk Milli Takım kaptanlığını bu düzeye düşürmeye kimsenin hakkı yok.
Basın tribününe işaret yapan o, İsviçre maçındaki olaylar çıkartıp ceza almamıza yol açan o... Ben bu adamı Türk Milli Takımı’na kaptan yapmam... Türk milli takım kaptanlarını şöyle bir göz önüne alın, listeye de Emre'yi koyun bakalım. Yakışıyor mu?..”
Bu sözler en fazla “ağır eleştiri”dir. Burada bir hakaret yok. Hıncal Uluç şahsi, subjektif görüşüyle Emre’nin “liderlik vasıflarına” sahip olmadığını iddia ederek Türk Milli Takımı’nın kaptanı olamayacağını beyan etmiş. Bunda öyle alınacak, darılacak bir şey bulunmuyor. Karaktersiz yok, hakaret yok.
Durum daha sonra daha da ilginçleşiyor, Milliyet haberi düzeltiyor ve olayı Hürriyet’de yayınlandığı gibi yansıtıyor. Çünkü Hıncal Uluç gerçekten “Karaktersiz” ithamında bulunmamış. Bu adresten izlenebileceği gibi bütün program boyunca da böyle bir şey demiyor.
Ancak Vatan yazı işleri nereden programı dinlediyse Hıncal’ın karaktersiz dediğini iddia ediyor, sanki böyle demiş gibi yansıtıyor, Milliyet bunu hiç kontrol etmeden aynen alıp basıyor (Daha sonra değiştiriyor) aynı gruptan Hürriyet ise haberi bambaşka ve aslına uygun veriyor.
Bunun adı haksızlıktır. Bunun adı çarpıtmadır. Bunun adı kamuoyunu bilinçli ve kasıtlı bir şekilde yanlış yönlendirmektir. Bu basın ahlak ve ilkelerine uymadığı gibi herhangi bir ahlaki akideyle de bağdaşmaz zira basının görevi olayları çarpıtarak, kendi anladığı gibi yansıtmak değil, olanı olduğu gibi kamuoyuna iletmektir. Basının kamuoyunu bilgilendirme görevi gerçekler noktasında başlar, üretilmiş, çarpıtılmış, fabrikasyon veriler üretimi olarak değil. Bunu çok iyi yapan Hıncal dahi bugün bundan zedelenebiliyor, itibarı ve şahsiyeti incitilebiliyorsa böyle bir zifir karanlık medyanın halktan güven beklemek için hiçbir sebebi kalmamış demektir. Bunlar basın değil, şirkettir. İzleyici üreten ve izleyecilerini aynı bir mamül gibi reklam şirketlerine pazarlayan birer Anonim Şirket. Kamuoyunu çarpıtarak ceplerini doldurmaya çalışan günlük hayatın tutsakları. Bunlar yalanın bir tüketim maddesine dönüştüğü ahlaki atmosferin pompalarıdır ancak.
Yaptıkları yapacaklarının teminatı olduğu için, bizi yalanlarla besledikleri için, basın ahlakını bizzatihi yerle yeksan ettikleri için “Medya” mevcut ciddiyetini hak ediyor. Ne kadar okumazsak o kadar iyi.
http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/9856047.asp?gid=211&sz=11778
http://www.milliyet.com.tr/Spor/SonDakika......&b=Emre%20kamptan%20ayrildi
http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Karaktersiz_197927_5&Newsid=197927
Devamı ...
10 Eylül 2008
The Unofficial World Record In Walking On A Tight Rope
Gayri Resmi İp Üstünde Yürüme Rekoru
Muhtemelen Irak veya Afganistan hapishanelerdeki bir mahküma ait. Burada mahkümlar Amerikan askerleri tarafından “gelişmiş sorgu tekniği” olarak adlandırılan bir muameleye tabi tutuluyor. Teknikler arasında mahkümü dikenli teller veya cam kırıkları üstünde yürütmek de var.
Buna işkence denir,
George Bush ne derse desin.
Amnesty International - Uluslararası Af Örgütü
Devamı ...
7 Eylül 2008
Shnorhagallem
Çok güzel oldu. Ermenistan ve Türkiye yazılı pankartlı hanım, üstünde "Teşekkürler Gül" yazılı tshirtüyle oturan amca, taraftarı alkışlayan bizim çocuklar.. Bütün Ermenileri yalnızca Ermeni olmaklıklarıyla fabrika çıkışı birbirinin aynı sanan ve bu aynılığı radikal milliyetçilerin, Türkiye'de de akisleri bulunan şövenistlerin dilleriyle konuşturan stereotipleştirmeye rağmen Hrazdan da insanlar bu genellemeye uymayacaklarını gösterdiler. Bir kere daha.
İşte demokrat Ermeniler, insan haklarından memleket ayırd etmeksizin yana olanlar, barış isteyenler, şu gökkubbe altında çocuklarına daha iyi bir gelecek yaratmak için el uzatanlar oradaydı. Toz pembe değil her şey ama, güzel bir gol atıldı tarihe, "Katillere inat."
Devamı ...
6 Eylül 2008
Hrazdan Stadyumu
Hrazdan Stadyumu. 1972'de yapılmış 2006-2008 arasında son halini almış. Milli maç bu akşam burada oynanacak. Akşam yer seviyesinde nasıl gözükeceğine şuradan bakılabilir. Stadın evsahipliği yapacağı en tarihi olay bu akşam gerçekleşeceği için tarihidir şusudur busudura girmek istemedim. İyilik kazansın.
Devamı ...
Futbol Siyasetten Daha İyisini Yapmalı
Bundan 53 sene önce bugün bu topraklarda yaşananların kirini üstümüzden atmak için tarih kendini sunmuş, güzel ve alımlı bir kadın gibi takvimlerden gülümsüyor. İstiyor ki vahşet için kalkan ellerin sahiplerinin torunları bugün el sıkışsın, istiyor ki öldürmek için, tecavüz etmek için, en şedit duygularla yürüyenlerin çocukları şimdi kardeşlik için, dostluk için yanyana yemyeşil çimenlerin üstünde top oynasın. Tarih bize işveli işveli bakıyor. Torunlar birbirini kucaklasın diye bakıyor.
55 sene önce bugün Türkiye sarsıldı. Bir söylenti kulaktan kulağa ışık hızıyla yayıldı. “Atatürk’ün evi bombalanmıştı.” Galeyana gelen halk bir infialle kendi kristal gecesini yarattı. Mahkeme zabıtlarına göre, 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğradı. Tahrip edilen işyerlerinin sadece yüzde 59'u Rumlara aitken, kalan yüzde 17'nin Ermenilere, yüzde 12'si Yahudilere aittir, hatta dönmelere ve müslüman olmuş Beyaz Ruslara ait mekânlar bile saldırıya uğramıştır."
Ancak mahkeme raporları gerçeği yansıtmaz. Zira polis genel bir emir ve kanı olduğu gerekçesi ile olaylara müdahale etmemiş, karakollarından çıkmamıştır. Sayısız tecavüz ve adam öldürme vakası bu sıralarda yaşanır. Öğreniliyor ki saldırganlar yalnızca bilinçsiz bir infialle saldıran “vatandaşlar” değildir, ellerinde gayri müslimlerin yani Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin mülklerine ait listeler vardır. Galeyana uğramış kitle bilinçli, hesaplı ve taammüden bu adreslere yönlendirilir. Bir şahit şöyle anlatıyor: “Üç parti olarak geliyorlardı. ilk parti bağırıyor çağırıyor, ikinci parti rum dükkânlarını kırıyordu. kepenkler kolay açılmıyordu. Hazırlıklıydılar. Ellerinde demir sopalar, kepenkleri deldiler, açtılar, neler varsa hepsi yere döküldü. Üçüncü parti hırsızlık için geliyordu. Ve çanlar çalıyordu, kiliselere girdiler, çanları çalıyorlardı. 12'ye kadar yani... nasıl yaşadık, tarif edemem.”
Olaya müdahale eden Türkler de vardır. Bir vakada kendi apartmanında oturan Ermenileri kurtaran bir kapıcı sonra büyük bir hınçla diğer apartmanda oturan Ermenileri saldırganlara ihbar eder, evlerine girer, yağmalar.
Bir tasavvur edin. Güvenle ailenizle evinizde oturuyorsunuz. Her şey normal. Yarın sabah işe nasıl gideceğinizi, okulunuza yetişmeyi veya nasıl bir piknik yapacağınızı düşünüyorsunuz. Birden apartmanınıza giriyorlar, aniden üstünüze saldırıyorlar, dünkü komşularınız ellerinde sopalar karınızın, kızınızın, kardeşinizin üstüne yürüyorlar. Bütün mallarınız camdan aşağı atılıyor, sevdiklerinize saldırılıyor. Hayat boyu inandığınız her şeyi, güvenliğinizi, mallarınızı, ailenizi, onurunuzu bir gecede kaybettiniz. Kırıldınız. Öldürüldünüz ve tecavüze uğradınız. Suçunuz? Suçunuz bir etnik kimlikle doğmuş olmanız.
Yıkımlardan sonra Ankara konuyu ele aldı. Mecliste yapılan oturumda Demokrat Parti vekilleri suçluyu buldular: Kommünistler! Bunu yapanlar Kıbrıs Davasına zarar vermek istiyorlardı, gayri milli unsurlardı, olsa olsa komünistler böyle bir şey yapardı.
Gerçeği yıllar sonra öğrendik. Dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu bir röportajda şöyle söylüyordu:
“Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’deki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Özel Harp Dairesi olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi?
Harekât başlamadan önce Özel harp dairesi devredeydi. Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular.
Sonra 6-7 eylül olaylarını ele al.
-Pardon paşam anlamadım. 6-7 eylül olayları mı?
-Tabii. 6-7 eylül de, bir Özel Harp işiydi, ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı...(paşam bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?
-E, evet paşam!”
Öğrendik ki devletimiz bilerek, isteyerek, taammüden kendi vatandaşlarına karşı bir polgram içerisine girmiş, kendi vatandaşları arasında din esasına göre bir ayrılık yaratarak gayri müslim unsurları yalnızca gayri müslim oldukları için ayrıştırarak onlar üzerine sistematik, bilinçli bir tecavüze yönelmitşri. Bu insanların devlet için insan hakları yoktur, bu insanların kendi devletlerinden güvenlik ve huzur bekleme hakları yoktur. Yalnızca farklı bir dini kimliğe mensup oldukları için, gerçekte hiçbir suç işlememelerine rağmen potansiyel tehdit olarak kabul edilebilirler ve bu insanlar her tür hak ihlaline, fiziksel şiddete, mal ve bedenlerine yönelik tecavüze uğrayabilirler. Bu faşist bir akıldır. Bu güpegündüz, yüzyıl ortasında yaşanan faşizmdir, fecaattır, devlet terörüdür.
Bundan 53 sene önce Türkiye bunu yaşadı. Potansiyel tehditler, karanlık senaryolar, büyük paranoyalarla örülmüş güvenlik psikozuyla yapılan onlarca hak ihlalinden biri ve mihenk taşıdır. 6-7 eylül o insanlara adalet gelmediği için bugün adaletten mahrum kalanların, o gün tehdit olanlara karşı yapılanları alkışlayan ancak bugün tehdit durumuna düşen alevilerin, kürtlerin, müslümanların, rumların, 80’de ülkücülerin ve solcuların yaşadıklarının screensaver tadındaki özetidir. Adalet için, kardeşlik için, insanlık için ayağa kalkmayanların gelecekte üstüne çöken karanlık perdedir.
53 sene sonra, şimdi Erivan’da insanlık için, kardeşlik için, adalet için, torunlarımız dedelerinin yaşadıklarını yaşamasınlar ve bizler kendi devletimizin zulmune uğramayalım diye, bir jest yapalım, “Sizi Seviyoruz” pankartı ile sahaya çıkalım. Bir kere olsun etnik kimlikleri, dini inanışları aşalım, insanlık ortak paydasında, geçmişin günahlarını çekmemesi gereken, bugün hiçbirimize karşı bir suç işlememiş ve tarihin yükü omuzlarında yükselen Ermenilere, kendi dedelerimizin günahlarını omzumuzdan atara el uzatalım. Allah bile babalarının günahlarından çocukları yargılamazken, biz çocukları sonsuz bir nefret ve kin ile sahte, kara ve kötü bir düşmanlık hapishanesinde mahküm bırakmayalım.
İsterdim.
Oysa gelen tek ses, “Savaşa” gidiyoruz diyenlerin çığlıklarına verilen “Bu savaş değil futbol” cevabı. Halbuki futbol yalnızca futbol değildir ya hani, bazen günahlarımızın üstüne çıkabilir ve hepimizden iyi bir şey başarabilir. Bazen futbol mucizeler yaratır. Futbol bazen Eto’o’nun ırkçılığa yükselen sesidir, bazen Zidane’ın çocuklarımız anlatacağımız Dünya Kupası. Siyahlarla beyazların, müslümanlarla hristiyanların ortak bir amaç için koşturabildiği futbol bazen siyasetten daha iyisini yapabilir ve yapmalı. Bırakalım siyasetin korkunç markajından kurtulsun futbol, yeşil saha önümüze geçsin ve hızlı bir deparla katedelim yılların yorgunluğunu. Bu sefer biz yapışalım tarih adlı kadının dudaklarına. Bir sefer de biz yapışalım.
Seviyoruz be, özledik kardeşlerimizin ellerini tutmayı.
*1- http://www.radikal.com.tr/...380&tarih=06/09/2005
*2- http://www.radikal.com.tr/...490&tarih=07/09/2005
*3- http://www.radikal.com.tr/...591&tarih=08/09/2005
Devamı ...
5 Eylül 2008
Guiza'nın Sigarası - Hoca Davidoff İç
Guiza sigara içerken yakalanmış. Habere göre geçen hafta tatil gününde bir cafede, İspanyol arkadaşları ile birlikte bira ve sigara içmiş zat-ı alileri. Ancak esas haber olması gerekenin bizzatihi haberin kendisi. Zira haberde habercilik anlayışına uygun hiç bir şey yok. Tam manasıyla Vatan’a yaraşır bir habercilik anlayışı.
Haberin başlığı şu:
Ciğerine yazık Guiza.
Yadsıyacak değilim, manşette Vatan’ın şaşırtıcı derecede nitelikli başlık üretme ekibi klasını konuşturmuş. Daha önce “Atatürk’de Oradaydı” haberiyle Terim’in yardımcılarından birinin notlarını tuttuğu dosyayı “Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, tüm Türkiye’yi heyecana boğan maçı izleyenler arasındaydı.” diye lanse eden gazete için büyük ilerleme sayılabilir. En azından bu sefer manşet haberin içeriği ile orantılı. (bkz: Vatan’dan Gazetecilik Başarısı)
Haberin devamı ise şöyle:
F.BAHÇE’NİN yeni yıldızı Daniel Güiza’yı geçen gün görenler büyük şaşkınlık yaşadı. Geçen hafta izin gününde Bağdat Caddesi’nde bir Cafe-Bar’da İspanyol arkadaşları ile birlikte oturan golcü futbolcu, arka arkaya içtiği sigaralarla herkesi hayrete düşürdü. Geçen sezon İspanya’da gol kralı olan ve F.Bahçe’de henüz resmi maçlarda tek bir gol attığı için biraz sıkıntılı olan Güiza, yaklaşık 2.5 saat kaldığı mekanda 6 bira içerken, birini söndürüp, birini yaktığı 10 sigarayı bitirdi. Çevrede bulunan F.Bahçeli taraftarlar bir yandan İspanyol futbolcuyu izlerken, bir yandan da aralarındaki sohbetlerde “Yazık oluyor. Üst düzey bir futbolcunun bu kadar çok sigara içmesi çok kötü” yorumlarını yaptılar.
Haberin tarihi belli değil. Bu olay hangi gün olmuş, nerede olmuş gibi 5n1k sorulardan eser yok. Haberde bildirilen tek şey Guiza’nın sigara içtiği. Fotoğrafı da var. Aktarılış şekli ise şöyle:
“Daniel Güiza’yı geçen gün görenler büyük şaşkınlık yaşadı.” Büyük şaşkınlık? Anladığımız kadarıyla Guiza ile aynı cafede oturanlar için yer yerinden oynamış. Yerinde duramaz olmuşlar. Şaşkınlıktan ağızları açık kalmış, cafede ısmarladıkları tremisular boğazlarında kalmış, biralar içilememiş. “arka arkaya içtiği sigaralarla herkesi hayrete düşürdü” , “birini söndürüp, birini yaktığı 10 sigarayı bitirdi.” Bu cümlelerin hepsi tek cümleye sığdırılabilir:
"Daniel Guiza, t tarihinde, ispanyol arkadaşları ile beraber gittiği Bağdat Caddesi’ndeki bir cafe-bar’da bira ve sigara içerken görüntülendi. 2,5 saat kaldığı mekanda 10 adet sigara içen Guiza ayrıca 6 bira içti.”
Nokta. “herkesi hayrete düşürdü”, “birini söndürüp birini yaktı” ballandırma, mübalağa, abartma yok. Üstelik haber belli ki okuyucunun konu hakkındaki fikrine ve ne düşüneceğine de güvenmemiş. Bilinçli ve kasıtlı olarak anonim kişilerden atıfla ne düşünmemiz gerektiği bize beyan ediliyor “Yazık oluyor. Üst düzey bir futbolcunun bu kadar çok sigara içmesi çok kötü” e ne diyecekti insanlar? “Süper olmuş. Afiyet olsun. Üst düzey bir futbolcu sigara üstüne sigara yaksın, baca gibi tütsün” mü? Bu kadar beylik, bu kadar klişe bir lafın anonimleştirilmesi ise çok normal, zira gerçekte o cafede bunu gidip basın mensubuna söyleyen biri yok ancak herkes böyle söyleyebilir. Dolayısıyla varmış gibi rahatlıkla yazılabilir. İşin şaşırtıcı yanıysa bunların neden yazıldığı. Okuyucu anlamıyor mu? Debil mi okuyucu? Birini söndürüp birini yaktı, üstüste yaktı, çılgın attı, görenler dehşet içinde kaçıştı gibi ikinci sınıf amerikan macera filmi efektleri vermenin ne alemi var habere?
Ancak bu gazete alem, çatlasın elalem Vatan’ın habercilik çizgisi, klası, mefhumu bu. Daha akıllı bir magazin habercilik anlayışı konuyu futbol içen sporculara bağlar. İşte Rooney (fotoğrafta ortadaki) balayında sigara içerken yakalandı. Zidane soyunma odasında içtiydi. Spor ve sigara konusunda da bir doktordan görüş alır, mis gibi haber yaratır. Ballandırmaya, mübalağaya gerek yok.
Gerçi Reha Muhtar’ın, Can Ataklı’nın yazar olduğu gazeteden bahsediyoruz, Ateş Hattı’ndan fazla ne bekleyeceğiz ki?
Guiza'ya dip not: Davidoff iç abi. Günde üçtanesi keser. Bira da Guinness. Pilsner'e emanet etme mideni.
Devamı ...
Türk Futbol Klişeleri #1
Türkiye'nin En İyi Kadrosuna Sahibiz
Yeni bir yazı serisine başlıyoruz. Ne kadar güzel ifade edilirse edilsin, ne kadar doğru olursa olsun artık kimsenin inanmadığı, içi boşalan, Türk futbol camiasının kelime kapasitesini sınırlayan geyik cümleleri örneklerle sunacağız. "Önümüzdeki maçlara bakacağız" gibi Levent Kırca tarzı espri anlayışının bile eline düşenlerden çok orijinal gibi görünen, ama aslında herkesin kullandığı geyikler malzememiz olacak. Sizce Türkiye'nin en iyi kadrosu kime ait? Herkes kendi kadrosunun en iyi olduğunu söylüyor hem de aynı cümlelerle. Buyrun;
Temmuz 2000, Serdar Bilgili
BİLGİLİ kendine ve takımına güvenmesini de şöyle yorumluyor; Kim ne derse desin dünyanın en iyi antrenörüne sahibiz. Scala'ya güvenim tam. Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz.
Ağustos 2003, Sergen (Beşiktaş)
Daha ligin başındayız. Bu derenin altından çok sular geçer. G.Saray da iyi takım. Ancak biz hepsinden daha iyiyiz. Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz.
Eylül 2004, Nevzat Şakar (Trabzonspor Asbaşkanı)
Trabzonspor Asbaşkanı Nevzat Şakar iddialı konuştu. Şakar, "Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz. Takımımıza ve teknik ekibe güveniyoruz. Kesin şampiyon olacağız. Ocak ayında transfer yapıp yapmayacağımız Ziya Doğan'a bağlı..."
Kasım 2004, Aziz Yıldırım
"'Fenerbahçe karıştı' diye manşetler atmak yanlış. Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz. 30 yıl sonra üst üste iki kez şampiyonluk yaşamak istiyoruz" dedi.
Nisan 2005, Ahmet Hassan (Beşiktaş)
Ahmed Hassan, takımdaki birlik ve beraberliğin üst düzeyde olduğunu ileri sürerek şöyle konuştu: "Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz. Fakat şanssızlık yakamızı bırakmadı. Diyarbakırspor karşısında berabere kalmasaydık ve G.Saray maçını kaybetmeseydik şu anda F.Bahçe ile şampiyonluk mücadelesi veriyor olurduk..."
Eylül 2005, Yıldırım Demirören
BJK Başkanı Yıldırım Demirören, taraftarlara umut dolu mesajlar verdi. Camia olarak Teknik Direktör Rıza Çalımbay ve ekibine çok güvendiklerini söyleyen Demirören, "Şimdi köstek zamanı değil, destek zamanı. Beşiktaş ruhuna sahip, savaşçı takımımızı sahada izlerken taraftarın coşkusuna şahit olmak beni de çok mutlu ediyor. Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz. Sezonun ilk maçlarında bu ışığı gördük" diye konuştu. Daha yolun başında olduklarını da vurgulayan Başkan Demirören, "Başarıya ulaşmak için daha önümüzdeki uzun bir yol var. Lig bir maraton gibi" dedi.
Mart 2006, Nobre (Fenerbahçe)
Hocamızın yaptığı eleştiriler dışında hiçbir sözü kaile almıyoruz. Hedeflerimize kilitlendik ve Türkiye’nin en iyi kadrosuna sahibiz. Herkes şampiyonluk peruğunu çekmecesinden, dolabından çıkarsın, havalandırsın. Perukları takmaya az kaldı!
Ağustos 2006, Yıldırım Demirören
Başkan Demirören, "Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz. UEFA Kupası'nda final oynayabilecek kalitede takım kurduk. Transfer için biraz bekleyelim. Takımı görelim ve karar verelim. Transfer gerekirse aralık ayında takviye yaparız" diye görüş bildirdi.
Kasım 2006, Umut (Trabzonspor)
"Bu sene bizim için en önemli şey şampiyonluk. 3 puanlık sistemde de ne olacağı belli olmaz. İnşallah Sivasspor maçıyla birlikte başlayan bir galibiyet serisi yakalayacağız. Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz" dedi.
Şubat 2007, Rıza Çalımbay (Çaykur Rize)
Takımda bir iki eksik dışında tam kadro olduklarını ifade eden Çalımbay, "Biz iki hafta sonra eksik ve sakat futbolcuların tam anlamıyla takıma katılmasının ardından bambaşka bir takım olacağız. Önemli olan bu iki haftayı kayıpsız geçmeliyiz. Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz. Benim onlardan tek isteğim kendilerine biraz daha fazla güvenmeleri. Kapasitelerinin biraz daha üzerine çıktıkları zaman çok iyi işler başaracağız" diye konuştu.
Temmuz 2007, Yıldırım Demirören
Beşiktaş, Türk futbolunun Şampiyonlar Ligi'ndeki en başarılı temsilcisi olacaktır. Çünkü Beşiktaş'ı bireysel değil takım olma özelliği ön plana çıkartacaktır. Taraftarlarımızın desteği ile yeni dönemde karşımızda hiçbir engel göremiyorum. İddia ediyorum Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahibiz. Bu kadro Süper Lig, Türkiye Kupası ve Şampiyonlar Ligi'nde büyük başarılara imza atacak güçtedir.
Mart 2008, Yıldırım Demirören
İnönü Stadı’nda yapılacak karşılaşma için özel prim verilmeyecek. Sahaya çıkın yüreğinizi ortaya koyarak mücadele edin. Türkiye’nin en iyi kadrosuna sahibiz. Rakibimiz de çok güçlü, yenilebiliriz de fakat 90 dakika formanın hakkınını verdiğinizde karşınızda kimse duramaz" dedi
Haziran 2008, Deivid (Fenerbahçe)
ATTIĞI gollerle Fenerbahçe taraftarının gönlünde taht kuran Deivid de Souza, sarı-lacivertli takımın önümüzdeki sezon çok başarılı işlerin altına imza atacağını savundu. Sambacı, "Türkiye’nin en iyi kadrosuna sahibiz. Büyük başarılar elde edeceğiz ve bunda iddialıyız. Yapılacak transferlerle daha iyi duruma geleceğimize inanıyorum. Kimse endişelenmesin" dedi.
***********************
Görüldüğü üzere Yıldırım Demirören açık ara birinci. Üstelik 2005, 2006, 2007 ve 2008'de aynı iddiayı tekrarlayarak istikrarını koruyor. İstikrarı bozmamak adına üç dört ay daha sabredip 2009 versiyonunu da patlatacaktır. Tabii 4 sene boyunca Türkiye'nin en iyisi olan kadronun şampiyonluk almamış olması da ilginç. Daha ilginci Rıza Çalımbay'ın Rize teknik direktörüyken Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahip olduklarını söylemesi. Dört büyüklerden bolca duyuyoruz bu iddiayı da Çaykur Rize için kullanılması fantastik bir hale sokuyor. Üstelik en iyilerinden birisi değil de en iyisi gibi net bir iddia var ortada. Yukarıda 13 haber var. Deivid haklı mı bu sene sonunda göreceğiz, fakat diğer 12 "en iyi" kadrodan sadece 1 tanesi o seneyi şampiyon tamamlamış. Başkanınız bu lafı söylüyorsa o seneden umudu kesin yani.
Devamı ...