Kimin Oyunu? Bölüm I
Bu tür yazıları Dünya Kupasından önce ve sonra okudunuz muhtemelen fakat bu konunun yer ve zamandan bağımsız bütün spor seven insanlar tarafından dillendirilmesi gerektiğini düşündüğümden yarıda bırakmamaya karar verdim. Dünya Kupası organizasyonuyla ilgili iki BBC haberi 1 2 ve bir Uluslararası Af Örgütü raporu ile başlayacağım. Hepsi İngilizce olduğu için de aşağıda kısaca nelerden bahsettiklerine değineceğim, zaten konuyu genel hatlarıyla bilmek yeterli.
İlk BBC haberinde Güney Afrika Hükümeti'nin büyük paralar harcayarak yaptırdığı statların çevrelerinde polis tarafından büyük operasyonlar yapıldığı ve seyyar satıcıların tartaklandığı, tehdit edildiği ve hatta dövülüp mallarına el konulduğu yazıyor. Stat çevresinde dondurma, su, meşrubat satan insanların hikayelerini dinlemişler ve tek gelir kaynağı bu iş olan insanlar Dünya Kupası yaklaşırken büyük baskı gördüklerini ve normalde kazandıkları paranın çok daha azını kazanabildiklerini, üzerine şiddete maruz kaldıklarını anlatıyorlar. FIFA, izinsiz satıcıları istemiyor çünkü resmî sponsorların satışları zarara uğrayacak. Af Örgütü raporu bu sorunların üzerine bir de çevre düzenlemesi bahanesiyle barınaklarından ve uyudukları sokaklardan sürülen insanlardan ve rastgele polis şiddetinden bahsediyor. Her zaman olduğu gibi rastgele polis şiddeti ilk olarak çok olumsuz koşullarda yaşayan göçmenleri bulmuş. Diğer BBC haberi de McDonalds, Budweiser gibi şirketlerle sponsorluk anlaşması yapan FIFA'ya sağlıksız ürünleri tanıttığı için yapılan şikayetlerden bahsediyor.
Daha önce yaşadığım şehirde yapılan olimpiyatlarda benzer şeylere şahit olduğum için bütün anlatılanların fazla değil eksik olduğunu biliyorum. Ekonomiyi patlatacak yalanlarıyla süslenen dev spor organizasyonları sonunda şehirde toplu taşıma ücretleri artıyor, terör korkusuyla şehre getirilen on binlerce güvenlik görevlisine milyonlarca dolar aktarılıyor, yollar trafiğe kapanıyor. Oteliniz veya şehir merkezinde bir restoranınız yoksa 2 haftalığına gelen seyircilerden bir şey kazanma olasılığınız yok. O milyar dolarlık dev organizasyon ise sosyal harcamalardan, maaşlardan kesilerek, vergiler yükseltilirek yapılıyor.
Tıpkı Güney Afrika'da olduğu gibi burada da şehir merkezinde ve müsabakaların yapılacağı spor merkezlerine yakın bölgelerde yaşayan evsizler barınaklarından polis baskısıyla kovulmuşlardı. Olimpiyat organizasyonları şehirdeki bütün parklarını aktiviteler için kapatmıştı ve bu bölgelerde kredi kartınız VISA değilse kullanamıyordunuz çünkü sponsor onlardı. Daha da kötüsü Güney Afrika gibi çok daha fakir ülkelerde yaşamını stat çevresinde bir şeyler kazanan insanlara sponsorlar zarara uğramasın diye polis şiddeti uygulamak, mallarını yağmalamak ve gerek görüldüğünde para veya hapis cezası vermek.
Eğlenmek için, görselliği için, keyif için düzenlediğimiz spor müsabakaları sebebiyle insanların, ailelerin hayatlarını karartmaktan imtina etmiyorlar. Spor şöleni olarak bildiğimiz olimpiyatlar, Dünya Kupası milyar dolarlık bir takım firmaların gösteri standına çevriliyor ve bunun uğruna zaten fakir olan, bir sonraki günü nasıl çıkaracağını düşünen insanlar işkenceye uğruyor, yerlerinden ediliyor, 3 kuruş kazançlarına göz dikiliyor.
Spor kapitalizminin vahşeti sadece yerel halkı vurmuyor tabii. Karşılaşmaları hâlâ şifresiz kanallardan izleyebilme şansına sahip olsak da orada da karteller kurulmuş, büyük adamların büyük cepleri düşünülüyor. Kaçırdığınız bir maçın geniş özetini bulmanız imkansız, ancak 3 dakikayı bile bulmayan görüntüler var turnuvanın sitesinde. Olimpiyatlarda 2 dakikalık görüntü bile bulmak imkansızdı, bulduğunuz bütün sitelerde de "Bu video sizin bölgenizde gösterime uygun değildir" uyarısı alıyorduk. İnsanlar evlerine 100 metre ileride yapılan ve bilet fiyatları yüzlerce dolar olduğu için gidemedikleri yarışmanın özetini bile izleyemiyordu bilgisayar başına oturup. Böyle bir durumda sağlık örgütlerinin "sağlıklı sponsor" istekleri fazla idealist oluyor galiba. Amaç kâr etmek çünkü, çok da önemli değil sponsorun niteliği.
FIFA, 2010 Dünya Kupasının, şu ana kadar düzenlediği en kârlı turnuva olduğunu açıkladı. İvmelenerek artan futbolcu maaşları, her yıl rekor kıran bonservisler, kendini katlayan televizyon gelirleri ile çok normal. Peki ne pahasına? Artık daha az insan maçları evinde izleyebiliyor, daha az insan statlara gidebiliyor, daha az insan çocuğunu stada götürebiliyor, daha az insan sevdiği formayı giyebiliyor. Spor, kendi elitini oluşturmaya başlıyor ve o elitin zenginliklerini kullanmaktan memnun. Yüzlerce yıllık bir kültür ve gelenek olan sporların amacı artık bu elite hitap etmek. Şifreli kanala para ödeyemeyen adamın maç izleme hakkı yok, ona 4 dakikalık özet veriyoruz. Dondurma satarak ailesine para gönderen Güney Afrikalının da halkın ortak birikiminin bu ürününden pay alması hoş görülebilir bir şey değil. Sponsor dondurmacının satacağı 1000 adet daha az dondurma sponsorluk gelirlerinin düşmesi demek. Bu durumda kâr azalacak, zaten sporu kâr etmek için yapıyor ve seyrediyoruz.
Bizim mahallede durum farklı mı? Değil. Aslında çok yazdık bunları bizim mahalle için ama yarın onları yukarıdakilerle bağlayalım ve sporun öz kaynağı olan taraftar ne yapabilir onu anlatalım.
25 Ağustos 2010 17:14
Gelmişim neredeyse 35 yaşıma PVH. 35 sende insanlığa dair her şey sadece geri gidiyor. Eskilerin yazılarını okuduğunda da aynı şekilde onlarında aynı şeyden insanlığın geri gitmesinden şikayetçi olduğunu görüyorsun. haliyle ümitvar olmak zor. bir 30 sene daha yaşayıp göçüp gideriz herhal:) bizden sonrakilerde bu günleri dahi ararlar:)
25 Ağustos 2010 18:31
gayet başarılı ve yerinde bir analiz olmuş...