“Hoca Kesin Taktı Alex’e”
PVH’nin Jonathan Wilson’un son Dünya Kupasındaki takım dizilişlerine dair değerlendirmesinden hareketle Fenerbahçe’nin muhtemel dizilişi ve onbiri üzerine yazdıkları için tebrik etmek lazım. Birincisi birçoklarının aksine blog camiasında ekmeği ye ye bitmeyen Guardian’nın spor yazarı Jonathan Wilson’dan utanmazca aşırıp intihalden intihale koşmak yerine bu işin onuruna yakışır şekilde referans gösterdiği için. (İntihal mevzuunun meraklısı Dağhan Irak’ın 26.08.2010 tarihli köşe yazısına bir göz atsın). İkincisi ortaya koyduğu analiz bu tartışmanın hangi tarafında olursanız olun Fenerbahçe’deki dönüşümü anlamaya çok yardımcı olduğu için. Ancak bu tartışmanın futbol kamuoyunda gelip kilitlendiği nokta, insanın şevkini kıran bir akıl tutulmasına işaret ediyor, o ayrı bir mevzu.
Aykut Kocaman’ın teknik direktörlük serüveninin başından bu yana giderek evrimleşen ve olgunlaşan oyun anlayışının ideali takım dizilişi olarak 4-3-3. Öte yandan Fenerbahçe’ye geldiğinden bu yana istatistikleri göz kamaştıran ve hafızalarımıza unutulmaz anlar kazıyan Alex’in kendini en verimli ortaya koyabildiği oyun dizilişi ise PVH’nin gayet güzel açıkladığı gibi 4-2-3-1. Bu diziliş farklılığı futbol takımının içinde olduğu dönüşüm sürecinin sancılarının sembolik bir ifadesi. Elbette salt dizilişler bu dönüşümde yaşanan sıkıntıları tek başına anlatmaya kabil değil. NTVSpor’da Onur Erdem’in “3A & Üçgenler” analizinde de belirttiği gibi Aykut Kocaman’ın oyun felsefesinin temelinde oyunu kanatlardan şekillendirme ve küçük üçgenler vasıtasıyla hızlı, sürekli ve dikine bir pas trafiği sağlamak var. Dahası idealindeki oyun anlayışının beraberinde getirdiği savunma zaafiyetini minimuma indirmek için rakip takım atak halindeyken takım olarak topun arkasına geçip takım olarak savunma yapmak var. Herkesin pozisyonunu kaybeden arkadaşının kademesine girmesi bu savunma anlayışının bir parçası. Dahası bu savunma anlayışında ileri uç adamlarından rakibe kayıp, top çalmaları beklenmese de en azından kaybettikleri topu takip etmeleri ya da topun arkasında oyun sezgisiyle iyi pozisyon alıp rakibin pas trafiğini sekteye uğratmaları beklenir.
Bütün bunlar biraraya getirildiğinde dizilişi ve oyun anlayışıyla Aykut Kocaman’ın idealinin “total futbol”un neresine düştüğü bir başka yazı konusu. Zira “total futbol” da 70’lerden bu yana evrimleşip hacmen genişleyerek futbol literatürünün “thick concept”lerinden biri haline geldi. Adı her ne olursa olsun bu futbol anlayışının pro-aktif olması, pozisyon sezgisi güçlü, teknik kapasitesi ve kondisyonu yüksek, daha da önemlisi içselleştirilmesi diğerlerine nazaran zaman alan bu futbol anlayışına kolay adapte olabilmesi için buna uygun bir altyapı eğitiminden geçmiş oyunculara sahip olmak lazım. Rijkaard’ın kaliteli futbol için kaliteli oyunculara ihtiyaç duyduğuna dair serzenişinin temelinde yatan da bu. Bu derece incelikli ve sofistike bir futbol anlayışı kalitesiz futbolcuların elinde izleyeni kahreden bir vodvile dönüşebiliyor.
Yukarıda detaylandırmaya çalıştığım Aykut Kocaman’ın ideali bir bütün olarak düşünülüp sahaya yansıtılmak istendiğinde bu kaçınılmaz olarak Alex’in verimsizleşmesine ya da geldiğinden bu yana dilden düşmeyen eksilerinin daha da ortaya çıkmasına sebep oluyor. Aykut hocanın İstanbulspor tecrübesinden bu yana ufak tefek değişikliklerle de olsa bu oyun anlayışını benimsediği onu İstanbulspor – Malatya – Ankaraspor serüveni boyunca takip edenlerin gayet iyi bildiği bir gerçek. Bu sebeple Aykut Hoca’nın sırf birgün Fenerbahçe’nin başına geçip Alex’i kızağa çekebilmek için yıllardır çalıştırdığı takımlarda bu anlayışı benimsediğini düşünecek halimiz yok. Öte yandan daha hazırlık kampında kendi ağzından oyun anlayışındaki bu dönüşümün tedricen ve uzun zamana yayılmış bir şekilde olacağını işittik. Bu sezon sonunda Alex’in bu takıma veda edeceği düşünüldüğünde, oldukça zaman ve sabır isteyen bu dönüşüme bugünden başlamaktaki ısrarı, futbolda günlük zaferlerden beslenip, en uzun erimli planı sezon sonunda şampiyon olmak olan futbol kamuoyuna ters geliyor olabilir.
Evet, bu sürecin sancıları var. Bunu kabul ediyorum. Ancak bu sürece içkin sancıyla karşılaştırılamayacak düzeyde ağır ve sunni bir sancıyı, süreci Aykut & Alex çekişmesiyle sembolleştirip, dönüşümü Alex’in yedek kalıp kalmamasına indirgeyen anlayış yüzünden yaşıyoruz. Dahası aslında sabır ve soğukkanlılık muhafaza edilebilse, takım adına uzun vadede çok öğretici olabilecek bu tartışmanın bir çeşit nefret kusma ve karalama ayinine dönüşmesine tahammül edemiyorum. Aykut hoca ile Alex arasında olması muhtemel bir anlaşmazlığın kat be kat fazlası bu nefret dolu dille yeniden üretiliyor.
Bu süreçte Aykut hoca da Alex de eleştirilebilir. Alex ile ilgili anlamlı bir eleştiriyi daha bugün Fatih yazdı. Aykut hoca da eleştirilerden azade değil. PVH gibi onun taktik anlayışını ya da diziliş tercihini eleştirebilirsiniz. Bu tip bir şikayeti olan henüz duymadım ama sportif direktör olarak transfer tercihlerini de eleştirebilirsiniz. Futbolun mutlak doğrusu yok. Bu yüzden hepimize bol bol konuşmak ve yazmak için malzeme veriyor. Ancak Aykut hocanın tercihlerini meşrulaştırmak için Alex’e “beş para etmez” yaftası yapıştırmak nasıl izansızlıksa, Alex’i desteklemek için Aykut Kocaman’a “karaktersiz” demek de o derece sorunlu.
Şunu en başından beri biliyor ve kabul ediyorum: bu ülkenin muzdarip olduğu otoriter zihniyetin, şovenizmin, nefret dilinin ve ötekileştirmenin bir dev aynasına tutulmuşcasına en abartılı haliyle boy gösterdiği yerler stadlar. Çoğu kez bunu körüklediği ve ondan beslendiği gerekçesiyle medyaya giydirdiğimiz de oluyor. PAOK deplasmanındaki basın toplantısında suyun iki yakasındaki nefrete inat “Özellikle bizler için burada olmak çok önemli. Aynı coğrafyanın insanlarıyız. Futbol karşılaşmasıyla da olsa bir kez daha birbirimizle temas edeceğiz. Aldığımız nefes aynı gibi. Çok yakın gözüküyor. Bu anlamda tekrar temas için büyük şans.” diyebilen bir teknik direktörle, misafir takımın taraftarının taşkınlığının dozu yükselince çareyi topyekün tekbir getirmekte bulan futbolseverin aynı coğrafyada aynı havayı soluyabilmesinin doğaüstü bir olay olmadığını mırıldanıp kendimizi teskin ediyoruz.
Ben Aykut hoca göreve geldiğinde, “takımımızın çocuğudur, sabır göstermek lazım” diyenlerin, işi sırf buna indirgeyip onun futbol bilgisi ve görgüsünü küçümsediğini düşünüyordum. Ancak asıl vahimi, bir insana sevgisini bir başkasına olan nefretiyle ifade edebilen, sevinci de, üzüntüsü de abartılı, dili hoyrat insanların çokluğu. Sırf başarısız olursa beraberinde Aziz Yıldırımı da götürür diye, takımın yenilgisinden medet umanların çıkarcılığı bile bunun yanında hafif kalıyor. Hangi marazi aşk, tutku Aykut Kocaman’a “karaktersiz”, “hin” ya da “artniyetli” diyebilmeyi mümkün kılıyor anlamak mümkün değil.
“Her fani spor yazarı birgün Nick Hornby’den alıntı yapacaktır” şiarını doğrulamayı geciktirebilmek için kendimi nicedir zaptediyorum. Yine yapmayayım da, şu kadarına müsaade edin; Arsenal’in acıların takımı olduğu bir dönemde, genel taraftar kitlesinin yansıttığı sosyal tabakaya ait olmayan bacak kadar bir çocuğun, futbolla olan saplantılı ilişkisine rağmen, galibiyetin sevinci de, yenilginin acısını da nefretin dilinden çok uzakta, içten ve yürekten yaşayışına, döktüğü gözyaşının samimiyetine, dünyanın her yerinde olduğu gibi Highbury’de de yankı bulan şoven dile meydan okuyuşuna saygım her geçen gün biraz daha artıyor. Her yenilgiden sonra sövecek adam arayan, her sıkıntılı dönemde cadı avına çıkan, her daim sabırsız, güzel oyuna değil tabelaya tapan, bu fütursuz ve hoyrat dilin sahipleri yüzünden dün akşamki maçın üzüntüsü bile kursağımda kalıyor. Layığıyla acı çekmeyi de mi özleteceksiz?
27 Ağustos 2010 19:26
Ornek
http://forum2007.antu.com/KonuOkuZiyaretci.aspx?gID=4&fID=9&kID=42393
http://forum2007.antu.com/KonuOkuZiyaretci.aspx?gID=4&fID=9&kID=42404
27 Ağustos 2010 21:30
bu tartışmayı başlatan kişinin kendisi aykut kocaman değil mi? seksen kuşağı çocuklarıyız. artık çocuk demek abes elbet otuzla merdivenli cümleler iç içe geçiyor, ve aykut kocaman'ın hepimizin yüreğini titrettiği bir an mutlaka vardır. misal benim için aykut kocaman botev plovdiv'e attığı şahane şandeldir. fenerbahçe derken aklıma gelen çok az kişiden biri ve belki en çok yakışanıdır.
insan dil yaratan yaratıktır, yarattığı dilin çemberine günün birinde elbette sıkışacaktır. mevcut takım başarılı bir takımdır. bunu en iyi bilen kişi aykut kocaman olmalıdır.96 daki trabzon maçından sonra gösterdiği aklı, 2010 daki trabzon maçından sonra göstermezken haksızlık ediyordu kocaman.
beş seneye başarısız derken ve bunun bütün vebalini alex'in omuzlarına yüklerken de. hele bunu altan tanrıkulu,gürcan bilgiç, ercan saatçi gibi ''futbol akıllarıyla!!'' yan yana ve neredeyse aynı cümlelerle yapıyorsa, aykut kocaman'ı bir tür vaha gibi gören gözler hayal kırıklığyla sızlıyor.
27 Ağustos 2010 21:39
4.3.3 için uygun oyuncu olmadığını söylemek için alim olmaya gerek yok alex'in. alex'siz takımlara itiraz eden aklı başında kimsenin olduğunu sanmıyorum.aksine basının müthiş propagandası sayesinde son altı senenin en faydalı adamı gitse de kurtulsak adamına dönüşmüş durumda,aykut kocaman'ın da payı bunda azımsanmayacak durumda.yukarıdaki adlar, fenerbahçe her sendelediğinde alex' giyidiren yazılar yazdılar ama ilk defa teknik adam koltuğunda onları onaylayan biri var.
gönderilebilir alex ama adabıyla hakkı teslim edilerek ve alkışlanarak yapılmalı bu.
aykut kocaman'ın konumu bir futbol filozofu olmak ya da ona atfedilen özellikleri her basın toplantısında göstermek değil. savaşla denk bir futbol ortamının içinde takımını olabildiğince akılsızlıktan ya da basının aklından korumalı.
kısaca aykut kocaman bir taraf. son röportajında basın toplantılarının da işinin bir parçası olduğunu söyleyen mourinho'ya bakmalı biraz. sportif direktör olarak geldiği ilk günlerde alex'in kampa geç kalması ile ilgili açıklamasından beri aynı şeyi düşünüyorum. durumlara nesnel bakışlar atmak değil aykut kocaman'ın işi. kabul ettiği konumların hakkını vermek. bir takımı bir arada ve bir amaca doğru birlik halinde tutmak için konuşmalı.bir yorumcu gibi değil. o takımın en asli parçası ve sorumlusu olduğunu bilerek.
bir soruyla bitiriyorum, fazlasıyla işgal ettiğimin farkındayım.
siz alex olsaydınız aykut kocaman için oynamak ister miydiniz?
28 Ağustos 2010 04:40
Aykutun futbol bilgi ve görgüsünün kariyer yansıması nedir olgu?
Hayır aragones gelip tekrardan deseki bana zaman verin ben feneri ispanya gibi oynatırım ona yine inanabilirim. REFERANS canlar. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!
Bu işler bu kadar kolaysa kapıdan her gelip ben barcelona gibi oynatırım diyeni TD yapmalı ve saygı duymalı ve sabır göstermeli.
Ben aykutun alexe takması veya takmaması ile ilgilenmiyorum. TD dir hafta boyu antremanı o izler, maçı kaybettimi onun başı yanar haliyle kendisi için en iyisini seçer. Ama değil TD her görev için adam seçerken referansına bakılır, yaptığı işler incelenir. Ben Ankarasporun Aykut dönemi iç saha maçlarının yaklaşık tamamını stadda izledim. Hiç bir maçında sözünü ettiği futbol anlayışının zerresini de görmedim!
Kendi öngörüm beyefendi kariyerinin zirvesine çıksa CAP çakması bir TD olucaktır. Aslının oynattığı oyun dahi taraftarı futbolseveri kanser ederken çakmasına sabır ve tahammül gösteremiyorum!
Heleki bu medya desteğini görünce, heleki maç sonunda ahanda benim istediğim oyun budur, sezon boyu böyle oynasak yeter dediğini duyunca kan beyin ilişkim bozuluyor! Ben sezon boyu sıra takımları ile yapılan maçlarda defans oyuncularımın maç başı 3-5 topu çizgiden çıkarmalarını istemiyorum!
Ben shalke maçında 3-2 olunca rahat rahat bu maç döner ağa alırız güvenini veren takımımı istiyorum!
28 Ağustos 2010 12:22
Düşüncesi beni çok üzüyor ama kabullenmekten başka çare yok. İstesek de istemesek de Alex gidecek. Bana kalsa 45 yaşına kadar burada kalsın ve oynasın o ayrı. :)
Aykut Kocaman bu takımın başına gelmeseydi de Alex ile Fenerbahçe bu sezon sonunda ayrılacaktı. Belki çok ufak bir ihtimalle bir sezon daha arada yedek klubesine girerek devam ederdi. Alex'in sonsuza kadar bizimle kalamayacak ve o gidince sudan çıkmış balık haline gelmemiz de çok muhtemel.
Bu sezondan bu vedaya ufak ufak hazırlanmak çok doğru. Alex'i de dinlendirebilmek, bazı maçlarda kenara çekebilmek yanlış bir şey değil.
Ama işte o Young Boys maçından sonra yaptığı basın toplantısında Aykut'un ima ettiği Alex yorumu çok büyük hata oldu ve her şeyi o tetikledi. Aportta bekleyen medyaya hayal edebileceğinin bile ötesinde bir malzeme verildi. Aykut Kocaman'ın saha içinde Alex konusunu idare edişi çok kötü değil ama saha dışında bu işi beceremedi..
30 Ağustos 2010 03:52
çok geç kaldım ama yazmakta ama son zamanlarda ortalığı kaplayan toz dumanın orta yerinde okuduüum en zihin açıcı, en 'hem-nalına-hem-mıhına' yazı buydu.. ellerine sağlık olgu..
31 Ağustos 2010 11:47
@Rehavet
Çok teşekkür ederim. Senin gibi kalemi kuvvetli birinden alınan övgünün yeri başkadır benim için.
@Sekhranikos
PVH'nin bir yazısının altına yazdığın yorumda Aykut Kocaman'a "karaktersiz" diyenlerden biri de sensin. Bu yazı Aykut Kocaman'nın ya da Alex'in iyi mi kötü mü olduğunu değerlendiren bir yazı değil. Tam da seninki gibi izansız yorumları kınayan bir yazı.
@nadas
Yazıda da bahsettiğim gibi hoca ile Alex arasında olması muhtemel bir sürtüşmenin kat be kat fazlasını biz bu dille yeniden üretiyoruz. Sorduğun soruya gelince. Hiçbir profesyonel futbolcu teknik direktörü için oynamamalı. Alex'in Zico için gösterdiği türden bir performans beklemek doğru değil. Ama kastettiğin aralarındaki uyum ise Manisa maçı bu açıdan iyi bir işaret oldu diyebilirim. Birçoklarının vehmettiği gibi aralarında çözülemeyecek sorunlar olduğunu düşünmüyorum.
Alexciler ve Aykutcular meydan savaşına tutuşup amansızca birbirini boğazlarken, Alex ve Aykut Hoca asgari müşterekte buluşup, profesyonelce işlerini yapmaya çalışacak. Bu ülkenin futbol iklimi bu.
1 Eylül 2010 23:54
@olgu
kimsenin futbol görgüsü ve bilgisi hakkında atıp tutan biri değilim. açıkçası kendimi her hangi bir kamplaşmanın tarafı gibi de hissetmiyorum. futbol mevzusu söz konusu olduğunda izanını kaybedip sağa sola saldıran biri hiç değilim. biz ''bu dille'' derken kastedilenlerden biri benim dilimse bunun parçası olduğumu düşünmüyorum.
aykut kocaman'ın seçimleri hakkında neler düşündüğümü yazdım sadece. bunu da makul bir dille yaptığımı düşünüyorum. aşırıya kaçan saldırgan yorumları ben de okudum, elbette o dile katılmam mümkün değil
yazdıklarıma gelirsek,temel meseleler konusunda düşündüklerim aynı.biz bugün bu konuyu tartışıyorsak bunun kapsını açan kişi aykut kocaman'dır.
alex, takımın geçmişi ve bu ülkenin artık saçmalığa varan 'başarının ölçütü' mevzusunda, yorumda isimlerini andığım kişilerle aynı paralelde düşünmesinin beni hayal kırıklığına uğrattığını söyledim. yorumda yazdıklarımı young boys maçından sonra yaptığı basın toplantısına istinaden söyledim.
burada sayfalar dolusu aziz yıldırım eleştirileri yazılıyor, bir çoğunun merkezi de fenerbahçe'yi diğer takımların nefret odağı haline getirdiği yolunda. bu aziz yıldırım nedeniyle olmuştur ya da olmamıştırı tartışabiliriz ama fenerbahçe'den nefret edildiği konusunda bir uzlaşma mevcut.
bu takım,bir kaç ismi bir kenarda tutarsak -ki her takımda bir kaç isim sayabilirim-, bu nefrette payı olmayan ama nefretle oluşmuş eşitsiz ortamda yarışmak zorunda kalan bir takım. beş sene de ikisi son maçta olmak üzere üç ikinciliği,bir şampiyonluğu ve şampiyonlar ligi çeyrek finali var. eğer bu başarısız bir tabloysa cidden ben gelecek adına umutsuzum. o yüzden trabzon maçından sonraki o meşhur açıklamasına gönderme yaptım. bu kısmı bir soruyla bitirelim, son trabzon maçından sonra sahadaki takım benzer bir bakış açısını haketmemiş midir?
yukarıdaki tablo başarısızlıksa, aykut kocaman'ı,rıdvan dilmen'i,oğuz çetin'i efsane yapan ne? aykut kocaman teknik adamlık becerileriyle mi bu takımın başındadır, yoksa futbolculuğundan gelen sonsuz krediyle mi? biri çıkıp aykut kocaman yetersiz bir futbolcuydu, bakın dönemine, avrupada gelene gidene yeniliyorduk, ligde de sekiz senede iki şampiyonluğu var deseyedi, ne derdik? kendi adıma bu cümlenin, oyunun bütününü ve oyuncuyu değerlendirirken akıl barındırmayan ve analiz denilmeyecek bir cümle olduğunu düşünürdüm.
aykut kocaman'ın yaptığının bundan farkı var mıydı?
1 Eylül 2010 23:55
alex kısmına gelirsek hakkında ne düşündüğümü PVH'nin açtığı başlığın altında uzun uzun yazdım.
insanlar kendi inandıkları ve kendilerine inanan insanlarla başarılı,mutlu artık adı her neyse olurlar. eğer en azından benim tuhaf bulduğum parayı alıyor işini yapsın oynasın, kiminle çalıştığı filan farketmez demiyorsak. sonunda özneler arası bir iş icra ediliyor. kendi adıma beni bu kadar saçma biçimde tartışan ve tartıştıran biriyle çalışmak istemem, demeye ve sormaya çalıştığım buydu. bana, benim planlarımda sana yer yok, gidebilirsin diyen birine daha çok saygı duyardım.
bu noktada aykut kocaman'ın alex'e inanmamasıyla da sorunum yok, sonunda kendi doğrularını sahada uygulayacak bir takımın içinde alex'in olmasını istemeyebilir. benim dediğim, bunun bir yolu ve adabı var. alex'i hiç haketmediği bir tartışmanın ortasına atmak bunun bir yolu olmasa gerek.
dahası,bir teknik direktör olarak böylesi bir tartışmayı medya önünde yapması takımın bütünlüğüne ve takım olma haline zarar vermez mi? sormaya ve söylemeye çalıştıklarımdan biri de buydu.
herkesin kafasının karışık olduğu açık,ortalığın toz duman içinde olduğu da. sadece bu durumda olabildiğince rasyonel biçimde ne düşündüğümü anlatıyorum.
özetle, aykut kocaman'ın yapıp ettikleri üzerine neler düşündüğümle ilgili yorumlar yaptım, hayat duruşu,kim olduğu karakteri konusunda atıp tutacak denli iznasılaşmış değilim.
bitirirken, kendi adıma bu ülkenin sevmekle,birinin hakkını ve değerini teslim etmekle ilgili derin sorunları olduğunu düşünüyorum. alex bütün kıymet bilmezliğin en açık örneği benim için, sadece bu ülkede yuhalanabilirdi bkz az alkmaar maçı.
2 Eylül 2010 02:34
@nadas
oldukça uzun bir yorum yazmışsın. Elbette katıldığım noktalar da var katılmadığım noktalar da. bunları konuşmaya devam ederiz zaten.
Ancak olası bir yanlış anlaşılmanın hemen önüne geçmek lazım. Ne yazıda ne de onun altına girdiğim yorumda bahsi geçen izansızlığa örnek olarak seni ya da yorumlarını kastetmiş değilim. Üstüne alınmanı istemem.