Papazın Çayırı



Papazınçayırı için halihazırda yapılabilecek en güzel tanım, daha önce yapılmış bir tanım. Olgu ne kadar güzel ifade etmişti, burası paylaşabileceklerinin en azı Fenerbahçe olan insanların Fenerbahçe hakkında fikir teatisinde bulunduğu bir mekan.

Biraz daha geliştirmiştim, bir rakı masasında oturuyoruz, o rakı masasında mezeye saygıyla, rakıya saygıyla ve o rakı masasında olanlara iltifat ile sohbet ediyoruz. Biliyorsunuz bu rakı masasının hiçbir zaman asli konusu Fenerbahçe olmadı. Fenerbahçe bizi ortada bağlayan, hepimizin hayatını teğet geçen ve birbirlerine sarı lacivert yakınlaştıran bir konuydu ama konuşmalarımızın merkez ağırlığını diyelim hayat hakkında bir şeyler doldurdu, bazen Camus, bazen hayatımızın çerçevesini belirleyen tüm çakılı taşlar, bazen inançlarımız, bazen inanmadıklarımız. Bazen memleket hakkında konuştuk, şimşekten kelimelerimiz, tornado gibi cümlelerimiz, Zülfikar gibi keskin tespitlerimiz vardı.


“La feta illa Ali, la Seyfe illa Zülfikar”

Bu cümlenin büyüsüne kapılmayan papazınçayırı’ndan değildir. Bu cümlenin heyecanıyla kalbi bir başka çarpmayan o papazınçayırı’nda yer bulamaz. Bu rakı masasının tüm kardiolojisi en nihayetinde heyecanlarımıza takılıyorsa şu yukarıdaki cümleye müdrik olup yerinde sabit duran aramızda bulunmaz.

“La feta illa Ali, La Seyfe illa Zülfikar”

Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan başka kılıç yok.

Biz birbirimizi kestik. Parçalara ayırdık.

Allah yukarıda ruhumun kardeşi bana gözünün ucuyla bunu yapmayacaktın dediğinde, duygusalsın diye beni telin ettiğinde elektrik çarpmışa dönmüş gibi hasete vurduk. Ankara’nın Çankaya’sında şaşırmış gibi baktım, sabah onun gözlerinin benim sesimle elma kadar oluşunu bile bile. Çünkü her kelime elektrik, her yargı bir şok, her tespit elektromanyetik dokunduğu yerde iz bırakıyor.

Düşünce böyle bir şeydir, düşünce üzerinde değil düşüncenin yöntemleri üzerinde, velhasıl nasıl düşünürüz diye şu Allah’ın verdiği sayılı günlerce çalıştık. Nasıl ifade ederiz? Nasıl cümle kurarız? Mantık hatalarına düşmeden nasıl en doğru önermeyi izah ederiz? Argüman nedir, örnek nedir, ey Allah’ım hiç içinde olmayanlara, hiç yeteneği bulunmayanlara, kekemelere, nefslerinin kölesi olmuşlara, egosundan başı dönmüşlere, cümle kuramayanlara biz hakkı nasıl öğretiriz. Analiz nedir, analitik nedir, argüman nedir, cümle nedir, paragraf nedir, bir kelimen ne manaya gelir. Ey millet Hakikat nedir, neden saygı gösterilir? Bunların peşinde mustağni bir ömür. Bayağı gümbür gümbür, anamızla babamızla tartıştık, onların eksik verilerinden oluşan kurumuş havuzlarına sularımızı taşıdık, en sevdiğimiz kadınlara öğrettik, aşıktık hakaret bulduk, saygı gördüğümüz kadar kırgınlık gördük, bir gün inançlarımız suratımıza tokat gibi çarpıldı “sen zaten” ile başlayan her cümlenin sonunda aksini, “münazara maçı yapmıyoruz”lu tüm kelamlarda selamı bulduk. Hep baştan, hep izah eden, hep bedbin, hep altta, hep hayali, hep isyankar, hiçbir iktidarda rahat bulamayan ve her iktidara muhalif, kendi iktidarındansa sürekli müphem velhasıl başkasının iktidarında yalnız kendi iktidarında bir avuç bir ruh coğrafyasında yürüdük. Çöllerimiz hep Rebeze, hayalimiz hep Şam, ağzımızda tek kelime “haksızlık” böyle dudaklarımız kurudu.

Siz sanıyor musunuz ki hayat bir şeydir? Hiçbir şeydir. Hiçbir anlama gelmez. Biz sıfırız, yokuz, şu evren içerisinde atomlardan oluşan karbon bazlı bir orgonizmayız, kaos içerisinde düzen bulup, daha da karıştıkça çoğalırız. Tek muradımız yaşamımız süresince daha az insanın daha az hak yediği bir gün görmek, tek umudumuz kendi hakkımız gibi mukaddes olan diğerinin hakkının korunduğu görenerek sevinmek. Farklı olduğu için ezilmemek, hakkı beyan ettiği için dövülmemek, şu coğrafyada –ki derecesi 360- bir kere güçlü olanın hak olduğunu görmek. Bizim kelimelerimiz yoksun, bizim düşüncelerimiz yetim, bizim tüm atalarımız çoktan vefat ettiler, ellerini öpemedik ne Kant’ın ne Schopenhauer’in, Cemil Meriç’in gözleri gibi kabrimiz kapalı, isyanımız paranormal, ne biat ettik heykeller önünde ne de büsbütün kabul ettik gaybı. Hepimiz hep meftun Gandhi’ye, hep meftun Ebuzer’e, hep maşuk özgürlük için kalemlerini parçalayan o yoksun beyinlere.

Velhasıl kardeşim,

Bil ki bunu içten söyledim,

Şu hakka bu kadar aşıkken biz, hakikate bunca acımasızlık niye?


Yani şunu diyorum, madem gelmiş bir müstağni hal ile pişmiş bir ekram ona bunca acımasızlık niye?

Veya şöyle diyeyim – ki bayağı seküler,

Yahu arkadaşlar,

Bir insan bir cevap verdiği zaman o cevap hiç verilmemiş gibi davranmak ahlaksızlıktır.

Bir insan bir söz söylemişse, o söz duyulur, o söz hüsniniyetle kabul edilir şayet yalansa bu da apaçık söylenir.

Şayet bir insan bir esas hakkında konuşmuşsa, artık tahkir haramdır, laf ebeliği günah, esas hakkında fikir dermeyan edilir.

Yani esas hakkında yoksa sözünüz, susacak kadar adam olunur.

Sansürcü değiliz, fikir ve ifade hürriyetine sonsuz saygımız var ama hakikate ve onun gereklerine gözü kapalılık, yani değersizlik deli ediyor bizi (yaban)

El hak,

İzahat hiç yokmuş gibi cevap vermeye kasmak sözlükte şukela ama hayatta hep eksi puan be kardeşim, o sebeple canımız yanmakta.

Dolayısıyla,

Rica ediyorum, şu celebrity gördüğünde daha da hırçınlaşan insan olmaktan vazgeçin, mustağni olmak iyidir, efendi olmak iyidir, edep giysisiyle giyinmek ve edep örtüsüyle yazmak iyidir, cevap verirken hakkı gözetmek ve sanki gözünün içine bakıyormuş gibi tuşlara bakmak iyidir, elbet insan “kötüyü” de söyleyecektir muarızın yüzüne ama elinde yoksa muarızı utandıracak hak, susmalıdır sonsuza kadar.

Fatih ne güzel cevap vermiş, hiç ders almaz mısınız, bir küfür etmek için buraya gelip bu küfrü yazmaktan utanmaz mısınız?

Bir rakı masasının adabını bozmaya utanmamak olmaz ama, bir hakkın üstünde seksek oynamaktan hiç mi yaralanmazsınız?

Nihayete, bir şey varsa vardır, yokmuş gibi davranmayın bu varlığı kayda geçip yeni ne fikirler oluşturacağınıza bakın.

Papazınçayırı, bu edeple değerli, soyundu mu, pornografik ve herkes gibi.




5 comments:

  1. PVH dedi ki...

    Eh simdi aethewulf bu kadar anlatmis, bazen biraz kizar aethewul, o zaman guzel anlatir. Oyle olmus bak yine. Ben de bir ornek vereyim.

    Biliyorsunuz bir Banu Yelkovan elestirisi yazdim. Daha sonra Banu Hanim gelip bizzat elestirilere cevap verdi. Yanlis anladigimiz bir noktayi da izah etti ve ona gore bir daha dusunduk ne demisiz.

    Daha sonra gordum ki bu elestiri internette baska yerlerde Banu Yelkovan'i linc icin kullanilir olmus. Elestiriye cevap geldikten sonra burada yine fikrini ifade edenler, duzgun ve tutarli sekilde derdini aciklayanlar oldu. Diger yandan birileri o linc kampanyasini baslatmisti bile. Bagis Erten'in taktigi sapka ile dalga gecebilen insanlar ortaya bir fikir sunmuyor, bize bir sey de anlamiyor. Ayni sekilde Banu Yelkovan'i twitter uzerinden taciz edince de daha iyi bir insan olmuyorsunuz, elestiri yapmis da olmuyorsunuz, hakli cikmis hic olmuyorsunuz. Seviyesiz, cirkin oluyor. O tacizlerden bir tanesini gordugumde elestiriyi yazdigima pisman olmustum.

    Biz burada dertlesmeyi, konusmayi, laf arasinda da kadehleri tokusturmayi seviyoruz. Keyif de aliyoruz bundan. Birlikte de alinabilir o keyif ama o masa biraz farkli, onu bir anlamak gerek. Biraz cabalamak gerek.

  2. Sekhranikos dedi ki...

    İçmesek? kadehsiz olsa sofra:)

  3. PVH dedi ki...

    Tabii Sekhranikos, kadeh bahane :)

  4. Ortega dedi ki...

    Papazın Çayırı'ndan bihaber olsaydım, şu blog aleminde benden âlâ bahtsız adam olmazdı herhalde. O kadar da net konuşuyorum. Burayı ilk nasıl fark ettim bilmiyorum, ama iyi ki bulmuşum. Kaybetmemek için de elimden geleni ardıma koymam. Bu da bilinsin.

  5. benden bu kadar dedi ki...

    @ortega

    +1

Yorum Gönder