Bizim büyük operasyonumuz: Balyoz Çıraklık, Şike Ustalık
Şimdi bir an kendinizi bir hakim olarak düşünün. Savcı bir dava açıyor, davanın yegane delili 2003 yılında basılmış bir CD. CD'yi açık bakıyorsunuz, içinde 2004, 2005, 2006, 2007, 2008 ve 2009 yıllarına ait dosyalar var. Her aklı selim insan gibi şüphelilerin zaman makinesini keşfedip keşfetmediğinden şüpheye düşmeye başlıyorsunuz. Çünkü 2009 yılında gerçekleşecek bir olayın, 2003 yılında yazılmış bir belgede olabilmesi için sadece üç seçenek var.
a) Ruhani Hipotez: Buna göre belge yazarı müneccim'dir, medyumluk ile uğraşmaktadır, 2003 yılında gaybı bilerek bunu zapturapt altına almıştır.
b) Futuristik Hipotez: Buna göre 2003 yılında bir grup insan zaman makinesini keşfederek geleceğe gitmiş, olacak olay ve olguları görmüş sonra 2003 yılına geri dönüp bir word belgesinde kayıt altına almış, sonra da CD olarak basmıştır.
c) Kriminolojik Hipotez: Bir grup insan 2009 yılında 2003 tarihli bir CD hazırlamış, bu CD'yi de baştan savma hazırladıkları için 2009 yılındaki olaylara da yer vermiştir.
Bu önermelerden hangisini seçeceğiniz akıl sağlığınıza bağlı olarak değişir. Bugünkü teknik imkanları bilen herhangi biri, herhangi bir word belgesinin istendiği gibi hazırlanabileceğini, belgenin son kayıt tarihinin ve yazarının değiştirilebileceğini, bunu bir cd'ye basmanın 10 saniye, cd verilerini değiştirmenin ise 25 saniye tutacağını bilir. Değiştirilebilir formatlardaki veri yollarının tamamının müdahaleye açık olması sebebiyle delil niteliğine sahip olup olmadıkları da ciddi bir hukuki tartışma, araştırma konusu.
Ancak hakkını verelim, acemilik diye de bir şey var. İnsan bazı şeyleri zamanla tecrübe ediyor, geliştiriyor.
Balyoz davasına bakan Savcı Mehmet Berk'in döneminde iki önemli olay yaşandı. Sanıklar lehine gelen bir bilirkişi raporunun "buharlaştırılması" ve dava açısından çok kritik bir yazışmanın "adli emanate saklanması."
Savcılar, soruşturmanın başında Balyoz CD’sinden çıkan kimi listelerin 2003 yılı ile tutarlı olup olmadığını araştırmak için ilgili kurumlara gönderiyorlar. (Listelerde el konulacak/kapatılacak kurum, çeşitli kurumlarda çalışan “müzahir” personel, el konulacak araçların model ve plakaları var.) Savcılar gelen yanıtlardan listelerin–dolayısıyla Balyoz CD’sinin–2003′de hazırlanmış olamayacağını görünce ne yapıyor? Bu yazıları adli emanate saklıyor!
Şimdi aynı emniyet ve savcılık ekibi tarafından yürütülen iki soruşturmadaki benzerlikleri bir kenara yazalım
1) Medya Operasyonu
İki soruşturma sırasında da soruşturma sürecinde elde edilen bilgi ve bulguların tamamı aynı odaklara servis edildi. Balyoz davasının öncü medya kuvveti Mehmet Baransu'ya gelen 11 nolu CD olurken, soruşturma sürecinde elde edilen her delil yine bu isme ve bu ismin yazdığı gazeteye servis edildi. Gazete bir darbe planı olduğu yönünde yoğun bir propaganda yaptı. Diğer gazeteler sürece sonradan dahil oldular, temelde yayınlanmış veriler üzerinden yorum yaptılar.
Şike davasında "çıraklık" döneminden feyz almanın izleri var. Bu sefer medya operasyonu temelde tek bir gazeteci - gazete üzerinden değil, emniyetin temasta olduğu bir kaç gazeteci üzerinden başladı, futbolcuların para sayarken görüntüleri olduğu iddia edildi, emniyet yetkilileri en üst düzeyden soruşturmanın sıhhati hakkında açıklamalar yaptı, Mehmet Baransı, Rasim Ozan Kütahyalı gibi isimler de yine sürece katıldı.
İki soruşturmada da benzer gazeteler (Taraf, Zaman, Sabah, Star vs) yer aldı, iki soruşturmada da benzer gazeteciler öncü güç oldular (Mehmet Baransu, Ekrem Dumanlı, Rasim Ozan Kütahyalı, Şamil Tayyar)
Çıraklık ile ustalık arasındaki fark ise, kompozisyonun değişimi oldu, şike soruşturmasında alternatif soslar balyozla karşılaştırılamayacak kadar çoktu. İbrahim Seten, Serhat Ulueren, Erman Toroğlu, Gökmen Özdenak, Ekrem Açıkel, Meriç Müldür, Habertürk Gazetesi propagandanın gönüllü unsurları olurken, geçici bir süreyle Milliyet ve Vatan gazeteleri de bu alana yayıldı.
Soruşturma ve kovuşturma sürecinin tamamında medya etkin bir rol oynadı, iki davada da şüphelilerin suçlarının sabit olduğu yönünde bir kamuoyu algısı yaratılması için sürekli bilgi akışı yapıldı.
Medyanın bu davalardaki konumu da baştan alınmış tutumların devam ettirilmesi / pekiştirilmesi yönünde oldu. Yani medya süreç içerisinde kendisine gelen bulguları denetlemedi, doğruluklarını araştırmadı, süreç hakkında "doğru" bilgiyi verme ve "hakikate ulaşma" gibi temel değerler yerine, önceden alınmış konumun devam ettirilmesi ve yansıtılmasına yöneldi. İki davada da iddiaların boşluğu, çürüklüğü, gerçek dışılığını yansıtacak bulgular kamuoyuna yansımadı, iki davada da bu bulguların zorunlu kıldığı tutum değişikliğine gidilmedi. Medya "haber verme" görevi yerine bir operasyon enstrümanı olarak kendi kendini konumladı.
2- Soruşturmanın gizliliği ilkesinin sistematik ihlali
İki davada da soruşturmanın gizliliği ilkesi yine aynı mihraklar tarafından sistematik olarak ihlal edildi. Bunun iki yönü var, birincisi şüpheliler henüz neyle suçlandıklarını, soruşturma içeriğini, bulguları göremezken bu iddiaların tamamı bir bütün halinde medyaya servis edildi, ikincisi bu iddiaların hepsi hiçbir şüphe taşımadan, suçun sabit kanıtlarıymış gibi yansıtıldı.
3- Lehe delillerin gözden saklanması, hasır altı edilmesi
İki soruşturma sürecinde de lehe delillerin tamamı aynı savcılar tarafından ele alınmadı. Örneğin Balyoz davasında 2003 yılında imal edilmiş bir cd'nin veya flashdiskin içeriğinde olmaması gereken, bu sebeple de cd'nin sıhhatini kuşkuya düşüren tüm veriler yorum dışı bırakıldı, bunlara ne iddianamede ne de soruşturma sürecinde yer verilmedi. İsnad edilen suçu gösterecek tüm bulgular ise yeniden yorumlanarak kamuoyuna sunuldu. Mesela? Gölcük'te bulunan ve davanın üçüncü en önemli delili olan 5 nolu harddiskte yer alan belgelerden birinin Albay Türkeşen tarafından üretildiği iddia ediliyor. Ne zaman? 5 Kasım 2008 Salı günü saat 09.41'de. Peki Albay Türkeşen o tarihte nerede? Denizin dibinde! Peki bunu nasıl biliyoruz? TRT'nin "Savaşta Barışta Türk Ordusu" programı için o tarihte TRT ile çekim yapılıyor. Derin su dalgıçlarının eğitimi konulu çekim 5 Kasım 2008 günü saat 8.30'da başlıyor akşama kadar sürüyor. Yani belgeye göre, Albay Türkeşen denizin dibindeyken bilgisayarını açmış, oturmuş bir "darbe belgesi" üretmiş, bunu kaydetmiş ve bütün bunları da TRT kamerası önünde yapmış.
Şimdi bu durumun bulguların sıhhati üzerinde ciddi şüphe yarattığına kimsenin itirazı olamaz. Akıl sahibi her insan bu durumun, kaynak delilin ciddiyetini çok önemli şekilde sarsacağını bilir. O zaman savcı bu lehe delili de dosyaya koymalı, bulguların gerçek dışı olabileceğini de ifade etmelidir. Neden?
Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 160
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.
Şike soruşturmasında da aynı durumun sayısız örneği var. Örneğin Aziz Yıldırım'ın 500.000 $ teşvik primi verdiği iddia edilen Manisaspor maçı ile ilgili hiçbir lehe delil toplanmamıştır, bu paranın neden maçtan 11 gün önce verildiği, neden 4 taksit halinde geri alındığı, bu para transferinin neden son derece takip edilebilir yasal zeminler üzerinden yapıldığı savcılarda hiçbir kuşku yaratmamıştır. Yine Aziz Yıldırım'ın sağlık kontrolünden sonra İlhan Ekşioğlu ile yaptığı "Nasılsın, İyiyim çok iyiyim" tabanlı bir konuşma "şike konuşması" olarak yorumlanırken, ilgili teknik takip dökümanının öncesi, sonrası değerlendirme dışı bırakılmıştır.
Neden önemli? Çünkü savcının amacı ve görevi maddi gerçekliği ortaya çıkarmaktır. Savcılarımıza hukuk Judge Dredd olma sorumluluğu vermemiştir, "kötü olduğuna kanaat getirdiği insanları zorla hapse atma" gibi bir yükümlülüğü yoktur. Savcıların tek görevi şayet maddi gerçeklik bir suç işlendiği yönünde kuvvetli ve makul şüphe yaratıyorsa bunun için dava açmaktan ibarettir. Maddi gerçekliğin ortaya konulması ise, leyhe ve aleyhe tüm delillerin toplanarak objektif bir gözle değerlendirilmesi ile mümkün. Yani savcılarımız dava açma fabrikası değildir, kanun onlara "dava açma" emri vermez, maddi gerçekliği bulma ve bu çerçevede hareket etme emri verir. İki davada da savcılar bu emri yerine getirmemiştir.
4- Adil Yargılanma Hakkının Sürekli İhlali
Masumiyet karinesi hukukumuzda suçu mahkeme tarafından sabit olmadıkça, kimse suçlu muamelesi göremeyeceğini ifade eder. Bu iki yönlüdür, birincisi herkes eşit güç ve şartlar dahilinde kendisini savunma hakkına sahiptir ikincisi de hiçbir kamu görevlisi kimsenin suçlu olduğu yönünde bir açıklama yapamaz, mahkeme kararı gelene kadar herkes çenesini kapamak zorundadır.
Böyle mi oldu?
Balyoz davasında hükümet yetkilileri alenen kendilerine karşı bir suç işlendiğini ifade ettiler, şüphelilerin manevi itibarı medya üzerinden devam eden operasyonla iğfal edildi, soruşturma sürecinde elde edilen tüm bulgular suçun sabit olduğu yönünde yorumlanarak kamuoyuna servis edildi.
Çıraklık dönemi böyle bir şey, ustalık döneminde ise daha ince bir ayar yapıldı. Kamuoyuna güven vermesi için siyasetten bağımsız merciler de topa girdiler, savcının son 5 maçın sonucunu biliyorduk açıklamasıyla emniyetin 19 maçta şike ve teşvik primi tespit ettik açıklaması aynı anda yayınlandı. Suçun sabit olduğu yönünde o kadar çok "bağımsız makam" tarafından açıklama yapıldı ki kamuoyuna adeta "sarsılmaz, soruşturulmaz bir gerçek" sunuldu. Öyle olmadığını da cümle alem görüyordu.
5- Büyük anlatı - Büyük kurgu
Her iki davanın da özdeş yönlerinden biri, davadaki arazların tamamının bir büyük anlatı çerçevesinde "etkisiz" kılınması. İki davada da "sorunların olduğu", "bazı aksaklıklar olabileceği" ama "esas itibariyle" çok değerli ve anlamlı oldukları, tarihi bir dönemeci ifade ettikleri ifade edilerek "küçük usul hatalarıyla büyük esası kaçırmayalım" teranesi devreye konuldu.
Bu görüşe göre iddiaların bütünün sakat olduğunu gösteren delillerin, soruşturma sürecinde devam eden hukuk ihlallerinin hiçbir anlamı yoktu. Hiçbirinde "yahu eğer ortada buz gibi bir suç varsa, neden deliller servis ediliyor, neden medya operasyonu yapılıyor, niçin leyhe olan delillerin hiçbiri değerlendirilmiyor, neden şüphelilerin hakkı korunmuyor?" sorusu sorulmadı. Onun yerine yer yer Ergenekonla bağlanan, darbe ile devam eden bir büyük tarihi hikaye anlatıldı.
Balyoz davasındaki hikaye ittihat ve terakki geleneğinden gelen, bu nedenle her an darbe yapabilecek olan askerlerin yine bir darbe planladığı ancak bu sefer sivil otoritelerin tokat gibi bir cevap verdiği, orduya sızmış bu cerahi geleneği yok etmek için var güçleriyle çalıştıkları oldu. Böyle bir "tarihi savaş" varken herhalde hukuk mukuk gibi tali şeylere bakılmayacak, bir takım arazlar varsa da göz yumulacak, hukuk devletinin temel değerleri, demokratik bir toplumun öncelikli kuralları filan gibi hususlarla can sıkılmayacak, yekten ve kör gözle "oh oh ne iyi oldu" denilecekti.
Şike davasında ise anlatı iki boyutlu devam etti. Futbolda şike vardı, şike kötü bir şeydi, türk futbolunun bundan muzdarip olduğunu cemil cümle alem biliyordu, en sonunda "aydınlık yarınlar" için, sivil otorite iddiaları ciddiye almış, bu alana dokunmuş, futbolun bağırsaklarını temizlemeye el atmıştı. Bu durumda herhalde hukuk mukuk dinlenmeyecek, insanların savunma hakkı, masumiyet karinesi, soruşturmanın gizliliği, adil yargılanma hakkı gibi bir takım haklarla el kol bağlanmayacak, telegol mahkemesi çerçeveli, Galatasaray talepli "üfleyerek sönmezcilik" ile insanların savunması bile alınmadan ve daha soruşturma safhasında kulüplerin ceza verilmesi talep edilecek, bu talep gerçekleşmeyince de daha büyük bir öfkeyle aynı anlatı devam ettirilecekti.
İkinci boyutta Fenerbahçe Ergenekon ile bağlanarak muhafazakar kesimlere, "Fenerbahçeli olabilirsiniz, davada eksiklikler var biz de biliyoruz ama spora uzanan ergenekonla mücadele ediyoruz" mesajı verildi. Kim tarafından?
Bak
Ahmet Turan Alkan, Zaman Gazetesi, 4 Temmuz 2011 - Futbolun Ergenekonu
Sabah Gazetesi, 5 Temmuz 2011 - Futbolun ergenekonu
Sedat Laçiner, Star Gazetesi, 7 Temmuz 2011, Fenerbahçe Ergenekon Bağlantısı
Orhan Kemal Cengiz, Radikal, 15 Temmuz 2011, Ergenekon, Fenerbahçe, Şike ve Alan Savunması
Uzatmayayım, aynı odaklar tarafından Ergenekon ile Fenerbahçe arasında zoraki bir bağlantı kurma çabası güdüldü, bu çaba ile hem liberaller hem de muhafazakarlar susturularak, operasyon karşısında nötr bir tutum almaları talep edildi. Böylece alternatif seslerin varlığı da engellenmeye çalışıldı. Tek sesli bir medya eliyle kamuoyu algısının istenilen terzilikte yeniden üretilmesi amaçlandı.
Büyük anlatı - Büyük Kurgunun en önemli özelliği McCarthy yargılamalarında gözüktüğü gibi, "daha büyük amaç için feda edilebilecek küçük ayrıntılar" algısı yaratmasıdır. McCarthy komünizmle mücadele etmektedir, komünist ajanlar eliyle komünizm ABD'ye yayılmak üzeredir, o sebeple bir "savaş" vardır, savaşta da "kanunlar susar". Demokratik haklar ikincil konu olurken, savaşın kazanılması temel amaç haline gelir. Bu zihnin faşizan yapısını uzun uzun anlatmaya gerek yok.
6-Aynı Odaklar - Farklı Tatlar
İşin özü, iki davada da emniyet birimlerinin teknik takibi ile başlayan soruşturmalarda bütün bulgular medyaya servis edildi, soruşturmanın gizliliği ilkesi ihlal edildi, şüpheliler adil yargılanma hakkından yararlanamadı.
İki davada da, leyhe olan tüm deliller görmezden gelindi, savcılık makamları özellikle delilleri isnad ettikleri suçu gösterecek şekilde yeniden biçimlendirdi, tutukluluk kararları bu düzlemde hızla ve makul gerekçe olmaksızın verildi.
İki davada da, büyük bir anlatı, önemli bir savaş atmosferi algısıyla birlikte servis edildi. Düşman unsurlar, korkunç kötüler belirtildi, son derece "hasbi hislerle" bir mücadeleye atılan yargı-emniyet-hükümet üçgeni, tertemiz bir demokrasi için demokrasinin tüm kurallarının ihlal edilmesi gibi garabetler bol keseden kamuoyunun üstüne sallandı.
İki davada da, medya operasyonun aktif ve etkin ayağı oldu, kamuoyunu propaganda teknikleri ile bilgilendirdi, kamuoyu algısı üretim tekniklerinin tamamı ustalıkla kullanıldı.
Ama biri acemilik diğeri ustalıktı. Birinde 2003 yılında bilinmesi mümkün olmayan bilgiler, varolmayan gemiler cd'ye konuldu, dava biraz el yordamıyla götürüldü, ikincisinde montajlanmış görüntüler, kolajlanmış dinleme tutanakları "yarı gerçek" iddialar servis edilerek daha "güçlü" bir pozisyon alındı.
Eh o kadar da olsun, Aziz Yıldırım'ın bilgisayarında şike makbuzlarını gösteren excel tablosu çıkmaması bile bir güzellik. Düşünsenize 2011 yılında oynanacak bir maça verilecek olan teşvik priminin 2008 yılında gösterildiği bir excel dosyamız da olsaydı, şu sokakların hali nice olurdu?
11 Mart 2012 17:36
şike davasında emniyet ve savcılık gibi konudan bağımsız makamların açıklamalarını sağlama almak için, fenerli savcı, fenerli mahkeme başkanı iddiaları ile de pekiştirildi durum. 1-2 ay önce sarı lacivert tribünleri özledi diye haber çıktı mehmet berk ile alakalı, boru değil.
11 Mart 2012 17:47
aethewulf, güzel yazı...
11 Mart 2012 20:41
Hala "şike yaptınız olum" diyecek kadar kompleks sahibi olanlar, Fenerbahçe resmi istesindeki savunmayı ve de tek tek belgeli, ispatlı olarak iddianamenin tamamının çürütülmesini okusunlar. Sonuç; "ŞİKE YOK!" Emeğine sağlık kardeşim.
12 Mart 2012 09:43
Çok güzel bir yazı olmuş. Özel yetkili mahkemelerin açtığı her davada aynı hukuksuzluklar var.
12 Mart 2012 11:33
Sonucta is gelip ayni yere dayaniyor: http://www.ataturkungencligehitabesi.com/ "memleketin her kosesi" ni "memleketin mahkemeleri" olarak degistir, durum o.
Gevsemeden direnmeyi surdurmeliyiz.
Bunlarin tum saldirilarinda haksiz yere iceri tikilan insanlarin arkadaslari seslerini cikarmadan beklesti. Ogrenciler iceri atildi, hicbir universitede eylem olmadi, genelkurmay baskanlari suclandi, ordudan ses cikmadi, haklari ellerinden alinan ogretmenler, saglik emekcileri, arkadaslari iceride tutulan gazeteciler ve hatta milletvekilleri hicbir seye itiraz etmediler. Sonuc, hepsi hala iceride. Mahkum olmadan, tutuklu...
Biz de sokaga cikmaktan vazgectigimiz anda, baskani unuttugumuz anda yok olacagiz.
12 Mart 2012 11:46
Adaletsizliği meşrulaştırmanın yolu
Özel yetkili mahkeme ve savcıların amacı sistem dışı eylemlere meşruluk kazandırmaktır. İlk önce özel yetki tartışmasına bakmamız gerekiyor. Bilinen en ünlü özel yetkili mahkememiz “istiklal mahkemesidir”. İstiklal mahkemeleri “milli mücadele” zamanında ve daha sonra ayaklanmalar da görev almıştır.
Aklımıza gelen başka bir özel yetkili mahkememiz de başka ilkle ortaya çıkmıştır. Amacı askeri darbeye meşruluk kazandırmak ve idamların (cinayetlerin) sözde hukuki meşruluğunu kazandırmaktı. Siyasi ve askeri hukuksuzluk ancak mahkeme ile meşru olabilirdi.
Özel yetkili mahkemelerin en uzun süre görev alanı ise bildiğiniz gibi DGM’ledir. DGM’ler “terörle mücadele” kapsamında önemli bir yere sahiptir. Bu ülkede “yasal” işkence aracı olarak kullanıldılar. Devletin hukuk kılıcı olarak çok sayıda insanın acını yakıp yıktı.
DGM’ler Avrupa birliği uyum sürecinde yerini Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerine bıraktılar. Askeri hakim mahkeme heyetinden çıkartırdı ama özünde bir değişiklik olmadı. İstiklal mahkemesinden, Özel yetkili mahkemeye kadar geçen süreçte gördüğümüz tek şey devletin kendi eylemlerine meşruluk kazandırma cabasıdır. Bu günkü özel yetkili mahkemeler de aynı şekilde meşruluk kazandırma çabasındadır. Önemli olan neye meşruluk kazandırmaya çalıştıklarıdır.
Kısaca ifade etmek gerekirse, ideolojik mücadelede yeni bir hegemonya oluşturulmaktadır. Yeni iktidar hegemonyasını meşrulaştırmak için özel yetkili mahkemeleri kullanmaktadır. Bu yüzden Fenerbahçe ile Ergenekon arasında bağlantı yaratılmakta ve vurgulanmaktadır. Bu durum 3 temmuzdan beri söylediğimiz şike davasının siyasi olduğu savımızı desteklemektedir.
Sonuç olarak ortada sistemin “çürük” olarak tanımladıkları “temizlenmektedir”. Temizleme sürecinin meşru olabilmesi için olayın mahkeme kanalı ile yapılması gerekmektedir. Ergenekon ya da şike davası hukuku kullanarak meşrulaştırma cabasıdır. Evrensel hukukla ya da adaletle ilgisi yoktur. Teşekkürler…
12 Mart 2012 12:21
tarih bize şunu gösteriyor, özel yetkili her kurum, her oluşum devirleri geçince "özel" ilgi görüyor..
önümüzde yaşanacak yıllar var, hepsinin çöküşünü ve yokoluşunu görürüm tahminen..
12 Mart 2012 15:19
Daha hersey cok sıcakken yuzbıne yakın taraftarın spontane bır sekilde bagdat caddesınden baslayarak bogaz koprusune dogru yuruyuse gecısı.
Takımın kamp yaptıgı Topuk Yaylasına tamamıyle kendı ımkanlarıyla gıderek moral verme cabasındakı besbın cıvarındakı taraftar.
Sevgı eylem gerektırır dıye dusunerek tum destek ımkanlarını zorlayacak sekilde Fenerıumları talan edenler.
Tutuklamalar sonrasındaki ılk karsılasmada takıma ve kulube baglılıgını haykıran ve kelımenın tam anlamıyla futbolcuları bagrına basanlar.
Esi benzerı gorulmemıs uzunluktakı kuyruklarda saatlerce bekledıkten sonra aldıkları bıletlerle stada giren ellıbın kadın.
Daha once hukuksal hıcbır olay ıle detaylı sekılde ılgılenmemıs olmasına ragmen; bu surecın abukluklarını ortaya cıkarma cabasındakıler.
Birlikteliklerini vurgulamak adına daha once hıc yapılmamıs bır sekilde mıtıng duzenleyenler.
Sabahın korunde Silivriye gidip ve yine sabahın korune kadar Caglayanda bekleyen binlerce cesur ınsan.
Tum sıkıntılarına ragmen; dünyaca ünlü şirketlerin borçlanamadığı bu kriz ortamında, onay verılen en yuksek mıktardakı tahvılı en kısa surede likite donusturebilenler.
Aidiyetlerini profesyonellik kisvesi altında ezdırmeyerek samimiyetlerini ıspatlamıs sporcular.
ZAFER İNANANLARINDIR...
13 Mart 2012 12:12
@20s: Olsa sadece like tusuna basmak degil, helal olsun, ne kadar guzel ozetlesmissin tusuna basmak isterdim.
Gurkan Demircan
(baska bir gurkan daha var bugune kadar imza atmamistim ama eski yazdiklarimiz karismis onunla, ayiralim bundan sonra bari. Eskilerin hangileri bana aitti isaretlemek uzun is.)
13 Mart 2012 20:35
@gurkan
senin de dedigin gibi "gevsemeden direnebilmemiz" adina bu surec icindeki mihenk taslarini surekli canli tutmamiz gerektigini dusundugum icin siralamaya calismistim... hissettigimi paylastigin icin tesekkurler.