At uçuran Daum istiyoruz
Eskişehir ve Antalya deplasmanlarında kulübede oturmuş en donuk ifadesiyle maçı izleyen Christoph Daum'a bakınca öyle bunaldım ki, şu karda kışta üşenmeyip yenilenme umuduyla buz gibi sulara kendini bırakıveren Ortodokslar'a özendim, gerçi onlar bikinili fotoğraflarının Milliyet internet sitesinin osbirci kontenjanından necip Türk milletine servis edileceğini bilseler bu kadar hevesli olurlar mıydı ondan kuşkuluyum. Onulmaz bir Milliyet internet sitesi okuyucusu olarak sokakta gördüğüm kadınların sağında solunda "seksi fotoğraflarım için tıklayın" yazısı arıyor, yolda çevirip soracaklar diye, yanımda çocukluk fotoğraflarımı, bana benzeyen ünlülerin fotoğraflarını, kaza eseri meme uçlarımın ya da göt çatalımın göründüğü fotoğrafları falan taşıyorum. Milliyet internet sitesinden şikayetçiyim ve editörlerinin seksi fotoğraflarına tıklayıncaya kadar şikayetim baki kalacak.
Ne diyorduk? 2010 model Daum'a bakınca ben, "Tanrım-kim-koydu-beni-buraya" diye içten içe inleyen, yalnızca yönettiği takımdan değil bütünüyle hayattan umudunu kesmiş, Jackson Pollock misali kır evine çekilip tuvale kör badanacı gibi abanarak yeni bir akım yaratmanın eşiğinde olan depresif bir adam görüyorum. Zamanında Beşiktaş'ın başındayken iki savunmacı çıkarıp iki forvet sokarak maç değiştiren, Alman milli takımı için adı geçerken koskoca Uli Hoeness'e külahını ters giydiren, ilk Fenerbahçe döneminde saha kenarında Alman işi bir Yılmaz Vural gibi dört dönen Daum nerede, şimdiki beş-büyük-devirip-hayatın-anlamını-çözmek-üzereyken-telef-olmasına-ramak-kalan-adam nerede? (Bak şimdi bunu yazınca aklıma geldi, eski alışkanlıkları mı falan mı yokluyor lan yoksa? Nuri Alço mu devreye girdi, nedir?) Sanki hiçbir şey umurunda değilmiş gibi. Sanki yaşlandıkça daha muhafazakârlaşmış, hedeflerini ve hırsını bir yana koymuş, garantici bir adama dönüşmüş gibi. Mümkün mertebe onbirini değiştirmeyişinden, oyuncu değişiklikleri konusunda Aragones'i bile aratan eylemsizliğinden, son zamanlarda verdiği beyanatlardan ben bunu çıkarıyor ve endişeleniyorum. Sanki bir son liman belledi hocamız burayı, belki de yarın öbür gün bıyıklarını da keserek onunla ilgili varolan tüm umutlarımızı söndürecek ve ailesine, "Ben Saracoğlu'nun yedek kulübesinde inzivaya çekiliyorum, beni bir daha aramayın," diye mesaj gönderecek. (Mesaj demişken, adını unuttuğum Amerikalı bir yönetmen ağabeyimize soruyorlar: 'Filmlerinizde toplumsal mesajlar var mı?' diye, o da eşek değil ya, cevap veriyor: 'Ben mesaj göndereceğim zaman postaneye giderim.')
Daum ('The Artist Formerly Known as Prince' gibi Daum'a da 'Christoph Daum, Brought to you by Gazi' desek güzel olma mı sevgili Aşağı Erfurtlular?), taze bir beyanat verdi. Diyor ki:
“Size bir hikaye anlatayım. Çin imparatoru baş danışmanlarını çağırıp hepsine birer soru soruyor; ‘Sen ne iş yapıyorsun’, ‘İşler nasıl gidiyor’ gibi. Tüm danışmanlar tek tek yanıtlıyor; ‘Ben öğretmenim...’, ‘Ben doktorum...’ vesaire. Hükümdar son kalan danışmana soruyor; ‘Sen ne iş yapıyorsun?’ Danışman yanıt veriyor; ‘Hükümdarım, ben, atınızı 6 ay sonra uçuracağım.’ Hükümdar şaşırıyor, bir yandan da seviniyor. ‘Harika’ diyor, ‘Tüm imkanlar senin için seferber edilecek.’ Hükümdar gidince baş danışmanlar, at uçuracağını iddia eden danışmana yükleniyor, ‘Sen ne diyorsun? Hiç at uçar mı?’ Danışman diyor ki, ‘Siz bu işi bilmiyorsunuz. Hükümdar böyle güzel şeyler duymak ister. Şimdi 6 ay bununla mutlu olacak. 6 ay sonra duruma yeniden bakarız.’"
Şimdi ben Çin imparatorunu falan bilmem de, Daum resmen bizimle dalga geçiyor ey Erfurtlular. Fener'e gelen hoca da, başkan da, topçu da atı uçurmak için gelir. Biz de biliriz atın uçmayacağını, gelen hoca/başkan/topçu da bilir ama, bunu dillendirmemektir Fenerliliğin âlâmet-i farikası. Yoksa biz bilmiyor muyduk Vokri'nin 40 gol atmayacağını ya da Mahmut Hanefi'nin 'yeni Roberto Carlos' olamayacağını. Herr Daum'u bir başka Herr'e bağlayayım ben. Herr Ludwig Wittgenstein'a. Diyor ki Avusturyalı filozof: "Vahşeti ne kadar kalın çizgilerle resmedersen umut o kadar azalır." Ben bunu Herr Daum için günümüz Türkçesi'nin Fenerbahçe lehçesine uyarlamak isterim: "Gaz vereceksin hoca, absürdlük derecesinde iyimser olacaksın. Atı uçuracaksın kısacası."
Velhasıl, hoplayan zıplayan Daum'u, çılgın değişikliklerin Daum'unu, Alman milli takımının başına geçmek isteyen hırslı Daum'u, gerekirse topçusunu aşağılayarak adam eden Daum'u geri istiyorum ben. Biliyorum bu Ayhan Tumani'nin Türkçe öğrenmesinden ya da Selçuk Şahin'in topu ayağından vaktinde çıkarmasından bile daha zor ama ben Fenerliyim arkadaş, atın uçacağına inanarak büyüdüm ben.
21 Ocak 2010 11:05
Bence Daum bu sezon zaten ati az ucurmadi. Ayni hatalarla kaybedilen her mactan sonra "ders alacagiz" aciklamalari, sonra ayni hatalarin tekrar yapilmasi ve Daum'un yine "ders alacagiz" demesi ati ucurmak degildi de neydi? Carlos olayinda "sampiyon olmadan gidemez" lafinda da atin ucmasiyla dusmesi neredeyse bir oldu. Sirf bu yari sezonda bunun gibi birkac ornek daha verebilirim Daum'un ati ucurdugu.
Artik Daum da biraktigi Fenerbahce'yle simdiki Fenerbahce'nin ayni olmadiginin farkinda. Daum ilk geldiginde Kemal Aslan'dan bile umutluyduk. Yani butun sorunlar cok yeniydi, birisi ati ucurunca gazi verince sorunlarin cozulebilecegine inaniyorduk.
Ama simdi sorunlar kroniklesti. Takimdaki motivasyon sorunu Zico'dan beri baki. Bugun Daum ciksa "Ali Bilgin (veya Selcuk, veya Deniz, veya Ugur, veya Onder, veya Bekir) bizim icin zaman gectikce cok daha faydali olacaktir o cok yetenekli bir oyuncu" dese kim inanir? Eskiden olsa belki inanirdik, simdi inanmayiz. Cunku belki biz taraftar olarak farketmedik ama, son 3-4 sezonda bilincaltimizi fena yaralayan onlarca mac izledik.
Ha eskiden de boyle agir maclar oynamadi mi? Oynandi. Ama o zaman Fenerbahce farkliydi, hocalar baskanlar yoneticiler gunluk degisirdi. Degisimin bu kadar hizli olmasi tabi hayirli degil ama en azindan sorunlarin kroniklesmesi engelleniyordu. Farkli sorunlar cikiyordu, farkli oyunculara umut bagliyorduk en azindan.
21 Ocak 2010 11:29
Rehavet'le Daum'u cekistirdik, sonra Zico'yu da cekistirdik, Aragones'i cekistirmedik bile. En son "Zico cok iyi degildi ama bir sene daha verilecekti" kararina vardik. Gonderilmese onu da elestirebilirdik yalniz, ben o potansiyeli goruyorum kendimde.
Daum'a gelirsek, Mehmet Topuz'dan degil de Bekir'den sag bek yaratmaya calismasi bile kafasinin baska bir yerde oldugunun gostergesi. Benim bildigim Daum Gokhan yokken Topuz'u sag bek oynatirdi.
21 Ocak 2010 16:18
yalnız o gün daum çok ağır gripti ve hasta hasta maçı takip etti, yani seversiniz sevmezsiniz ayrı ama hasta adama laf etmek biraz ayıp olmuş
21 Ocak 2010 21:13
yazıda eleştirinin kapsamı geniş olmakla birlikte o gün itibarıyla daum'un idrar yolları iltihabından muzdarip olduğunu spiker söylemişti. ilk safhada daum'un pozisyonunda bariz bir anormallik gerçektende dikkat çekiciyken sonra bunun sebebi açıklanmıştı yani. bunu söyledikten sonra gelelim geniş eleştiri yelpazesinin diğer ayaklarına. bana kalırsa atı uçuran daum'dan önce yönetimdir. bunu birçok kez farklı yazılarla blogda sizler de yazdınız zaten. ancak bu yazıyı okuyunca bu durum en çok yönetime yakışır gibi geliyor. daum zaten kendi standartını uyguluyor. neticesinde zihnen bitmiş bir takımı ilk yarı itibarıyla gayet iyi idare etti. bakıyorsunuz istemediği halde 2 adamını yönetim gönderiyor. diğer taraftan "çok iyi bir sözleşmem var" diyen zihniyette deivid'in sözleşmesi yine yönetim tarafından uzatılmış. sol bekin kırgınlıklar yüzünden gidişini öne almış (bence iyi olmuştur gerçi). yönetimin koyduğu avrupa'da ve türkiye'de başarı ödül miktarları da bunu gayet iyi açıklıyor. yani demem o ki şu tarih itibarıyla daum'u yerden yere vurmak bana çok gerekliymiş gibi gelmiyor. bu adamın ne olduğu zaten belli. ne olduğu belli olan insanlara kötü de olsalar kızamıyorum. en azından yamuk da olsa bir duruş sergiliyorlar.
heyecanının bitmesinden çok para için verdiği ödünlerden sonra gelen direnç düşüşü içinde gibi. bildiğini yap diye seni getiren adamlar kendi bildiklerini yapmaya başladığında varlığının anlamsızlaşmasının getirdiği anlık düş kırıklığı içindeydi sanki.
22 Ocak 2010 01:19
Abi, bu yazının altına, senin imzanın da altında kalan kısıma, ıslak imzamı atarım. Bu kadar güzel yaklaşılır. Birbirini paso pohpohlayan blogçulara bir yandan kıl olurken, bir yandan da Rehavet'in her yazısının altına "işte budur" yazmak nedir ey Ortega efendi denmesin ama...
22 Ocak 2010 22:24
Adam grip haliyle takimin basinda yine yaranamiyor. Ayiptir.
24 Ocak 2010 09:25
yorumlar için teşekkürler.. hoca'ya geçmiş olsun da burada amaç hasta bir adamın vaziyetiyle alay etmek değil, o hali genel bir gözlemin billurlaştığı bir an olarak değerlendirip onun üzerinden birkaç ahkâm kesmektir, bunu da belirteyim istedim..