Biz Hala Tribündeyiz
Sanıyorum sene 89, Fenerbahçe Ankara’ya gelmiş. Müjdat, Rıdvan, Oğuz, Aykut, Toni Schumacher muhteşem bir kadro. Koşarak maça gittik. Maraton tribününde maçı heyecanla izliyoruz. Bir süre sonra bir gümbürtü “Hak – Kaaaan , Hak – Kaaaaan”. Schumacher kendini yırtıyor. Allahım boğazı şişmiş, yüzü kıpkırmızı, sinirli sinirli eliyle bir yeri gösteriyor. Fotoğraf karesi gibi aklımda. Sanıyorum ki birazdan kaleden çıkacak Hakan’ı tokatlayacak, diyorum ki birazdan gelecek Hakan’ı sahanın dışına atacak. Oysa Hakan gamsız, Hakan umarsız. Sanki Schumacher bağırdıkça Hakan sağırlaşıyor, Toni yeri göğü inlettikçe Hakan daha da vursan duymazlaşıyor. Arkamda yaşlı başlı bir adam, içinde bas bariton bir ast subay varmış meğer, “Haaakaaaaaaaaaaaan” diye bir bağırdı yerimizden zıpladık. “Senin anayı, senin babayı, senin gelmişini geçmişini” Hakan döndü tribüne. Şaşkoloz gibi bakıyor.
Ümit benim için uzun dönem bu akıl almaz sol kanat geleneğinin parçası olmuştur. Takımların böyle anlaşılmaz gelenekleri vardır. Beşiktaş’ın çirkin sağ bek ihtiyacı, Galatasaray’ın çirkef sembol futbolcusu bunların o yakadaki akisleriyse bizim payımıza düşen sol kanatsızlıktır. İşte Uğur Boral, daha hala bir sol kanadımız yok. Papazınçayırı ekibi şahadet edecektir ki, Ümit sol kanatta oynarken en az Toni’nin Hakan’a bağırdığı kadar bağırmış, basbariton gümbürtülü amca kadar sövmüş saymışımdır. Ama Ümit bir sol kanat olmasa da, bir türlü olamasa da gönlümüzü kazanmıştır. Çalışkandır, azimlidir, dünyanın kendi azmiyle sol bek oynayan tek sağ ayaklı futbolcusudur. Mütevazidir, mazbut bir adamdır. Kendisine küfredilen maçta oyundan çıkarken takımın armasını öpecek kadar kaptandır. Bunlarsa bir oyuncunun orta açmasından çok daha önemli özelliklerdir. Zira bu çalışkanlık ve azim varsa, bu mütevazilik bir futbolcunun ruhunda bulunuyorsa bu futbolcu bir gün gelecek o ortayı nasılsa açacaktır. Bilinir ki, mütevazi bir çalışkanlık yalnız kendi hatalarını görmenizi sağlamaz, onları nasıl yok edeceğinizi bulmakta da önünüzü açar. Azim belki tek başına hiç bir şey ifade etmez ama antrenmandan sonra 2 saat daha kalıp çalışmanızı sağlıyorsa soyunma odasından ilk 11’de çıkarsınız. Ümit’in akla hayale gelmeyecek istatistiklerini, maç başına yaptığı orta denemelerini, sürekli sol kanattan bindirmesini başka nelere bağlayacağız? O orta açmak için topu her sağ ayağına alışında saçımızı başımızı bize nasıl yoldurtuyorsa, sağ ayağının dışıyla açtığı ortalar karşısında da iflahımızı kesmeyi başarmıştır.
Şimdi kaptan büyük talihsizlik geçirdi. Maçın ortasında yere düştüğünde yüreği zıplamayan, içi burkulmayan bir futbolsever bulmak mümkün değil. Büyük hizmetler vermiştir, ağır bir işçi gibi çalışmıştır, sessiz sakin ancak koca bir azimle Fenerbahçe formasını terletmiştir. Kaptanlık pazubandını taktığı gün ile çıkardığı gün arasında bu kulüp kendisinde hep iyi bir haslet buldu.
Ancak ona ne verdik?
Galatasaray olaydan 15 dakika sonra internet sitesinde geçmiş olsun mesajı yayınlarken taraftar kart reklamlarını sitemizde gördük. Sitede saatlerce olay hakkında tek bir kelam edilmedi.
Hayırdır? Düşman mıdır Ümit, fenalık mı yapmıştır Fenerbahçe’ye? Böyle adını sanını hatırlamayacağımız, sanki hiç alkış tutmamışız, hiç onunla mutlu olmamışız gibi unutacağımız ne yapmıştır? 100 senelik bir kulübün internet sitesi kaydıraktan kayan civciv fotoğrafları, fotoşoplanmış Aziz Yıldırım jpegleri, copy-paste yerleştirilmiş haberler ile donatılırken böylesine Hakan Tecimer bir umarsızlık, böylesine vursan duymazlık en az Toni kadar öfke nöbeti geçirtmiyor mu kimseye?
Biz hala tribündeyiz kardeşim. Biz hala tribünlerin girişinde köfte kuyruklarında, stadların kırık koltuklarında, sopası alınmış bayrakları sallayıp, çakmaklarımız girişte alındığı için kibritle sigaralarımızı yakıyoruz. Biz hala kendi paramızla satın aldığımız formaları giyiyor, saatler öncesinden yola koyuluyor, çubukluyu ne zaman görsek kocaman gülümsüyoruz. Bizler memleketten kilometrelerce uzakta sopcastlerde maçı izlemek için çırpınıyor, düşük çözünürlüklü görüntülerde gol kaçırdığımızı anlayınca dizlerimizi tepiyoruz. Biz hala tribündeyiz. Hala bir güzellik görmek, zarif bir çalımla kendimizden geçmek, iyi ortanınsa gol getirmesini bekliyoruz. Kendini durup dururken yere atanlara, üç adım önündeki topa basmayanlara, sahada manken gibi yürüyenlere hala küfrediyoruz. Biz iyi bir şey görmek istiyoruz. Centilmenlik istiyoruz. Mücadele istiyoruz. Şövalye ruhuna yanığız hala.
Sizlerse tribünde değilsiniz, oynamanız lazım. O kanadı nasıl futbolcu kapatacaksa, sizin de vefanızı göstermeniz, nasıl bir sol kanat orta açacaksa sizin de o internet sitesine bu kulübün yüz yılını sığdırmanız lazım. Çubukluyu giyen onu ne kadar terletmek zorundaysa Fenerbahçe adına hareket eden herkes de bir o kadar mücadele etmelidir daha iyisi için. Çünkü Fenerbahçe bu demektir. Babalardan analardan gelen, jenerasyonları, etnik grupları, cinsleri, dinleri, dilleri nihayetinde kilometreleri geçen bu sevgi vefasızlık, kadir bilmezlik, erdemsizlik hasletleriyle örülmedi. Çok daha iyisine layiktir. Bu formanın sembolü olduğu şey sinik bir makyevalizm, karanlık ve doymak bilmez bir bencil açlık, diktatöryal bir birey kültü değildir. Bu forma hala Cemil’lerin formasıdır, Alparslan Eratlı’lar onu giymiştir. Bu formada Lefter vardır hala, Zeki Rıza vardır. Bunlarsa gelip geçici bir golden çok daha fazlasını simgelerler. Bir maçta alınan üç puan değildir hatırlanmalarının sebebi, kimse haybeye çubukluya gönlünü vermedi. Güzel şeyler gördükleri için sevdiler onu. İyiye dair bir şeyler, mutluluğa dair bir şeyler, güzellikle ilgili bir şeyler, ahlakla ilgili bir şeyler buldular onda. Babalar çocuklarını maça götürdüğünde paylaşılan işte bu ortak ruhtur. Hepimizin aklında olan ve Fenerbahçe’li bir futbolcunun formasını terletmemesine, kendini hop diye yere bırakmasına sinirden kudurmamıza sebep olan şeydir. Biz henüz doğmamış çocuklarımızı maça götürmeyi hayal ediyorsak bu da veletlerin popolarını kötü koltuklara yapıştırmasını istememizden değil, bir gün olsun onlara mücadele ile, azimle, centilmence ne kadar önemli bir güzelliğin yaratılabileceğini göstermek istememizden.
Biz hala tribündeyiz kardeşim ve hala küfrediyoruz vefasızlık gördüğümüzde. Hala dizlerimizi dövüyoruz bizimkiler iyi bir şeyi yapmayı beceremediğinde. Ve hala basbariton bir gümbürtü gibi bağırıyoruz memleketin dört tarafından, yapmayın kardeşim. Öyle şaşkoloz gibi suratımıza bakacağınıza toplanın işinizi yapın. Civciv fotoğrafları veya büyük transfer haberlerinden önce vefa istiyoruz sizden. Fenerbahçe gibi davranın, Fenerbahçe’ye layik davranın.
1 Eylül 2008 14:33
şahane bir yazı olmuş
her bir cümlesi enfes
ellerinize sağlık
1 Eylül 2008 17:13
galiba biz de kirleniyoruz hızla.birincilik 'büyük başkan' ve etrafındakilere ait.
önceki maceraların bir çoğunu içimize sindiremesek de 'hangi ayrılık acıdan yoksundur ki'diyerek avutuyorduk kendimizi.zico'ya yapılanlar(asla onunla anlaşılmamış olması kastetmiyorum) daha belleğimizden silinmemişken bir de bu çıktı.
ayrılırken kölndeki spor akademisinden başka bir bahaneye sığınmayan,'ailesi ve kendisi için bir onur' olan kaptanlığı ve saraçoğlunun çimlerini gözyaşı içinde terkeden bu adama yaptıklarımıza daha doğrusu yapmadıklarımıza bakın.sizi bilmem ama benim başkanım atlar uçağına,gider ümiti alnindan öpüp 'geçmiş olsun' derdi.
dedim ya;kirleniyoruz.birinci sırada beyaz değil,'büyük başkan' ve etrafındakiler var bence.
notgibi:'şumayer'bahsi eksik kalmış gibi..onun 'miço!miçço..' diye bağırması,'etmen beni deli be.' demesi de vardır.
1 Eylül 2008 21:50
aziz yıldırım telefon etmiş ama yetmez işte. ufak bir yazı nihayetinde ama anlamı çok büyük.
2 Eylül 2008 02:24
@donnie: teşekkürler, sağolasın.
@massimo: zico, ümit özat vesaire gibi olaylar esasında hep aynı şeyi gösteriyor yönetim bu neviden insani ilişkilere önem vermiyor. tek başına bir iletişim faciası olarak da tanımlanabilecek aziz yıldırım üslubunun takım üzerindeki en büyük etkisi bu oldu, hasletlerinden kopuyor fenerbahçe.
@medgallis: aynen katılıyorum. birinci sırada büyük başkan'ın olması da tesadüf değil, zira başkan yalnız kirlenmiyor, gittikçe de sirayet ediyor, derinleşiyor, nüfuz ediyor ve kirletiyor.
2 Eylül 2008 18:57
ah be abi ne güzel yazmışsın. soğudum be herşeyden bu ne kendini beğenmişlik nasıl bir egodur ulan. adam ölümden dönmüş, ister beğen ister beğenme takıma kaptan olmuş, takımdan ayrılırken ağlamış, ağlatmış ve unutulmazlar arasına girmiş sen abidik civcivden çakma kanaryalar yap koy oraya.
sıkıldım, daraldım....
2 Eylül 2008 19:56
@efsane maraton: sağolasın abi. buralarda yazıyoruz çiziyoruz, işte blog ortamında her birimiz fenerbahçelilik hakkında bir fikri derinleştiriyoruz. fenerbahçe'nin sloganlarla iletişim kuran, tezahüratlarla konuşan bir kimlik olmadığını gösteriyoruz. ulaştığımız insanların sayısı pek az, kamuoyunu etkileme gücümüz de minor ve bütün bunlardan habersiz milyonlar var ama toplam enerjimizin bireysel çabamızdan büyük olduğuna inanıyorum. belki bir noktada birleşebiliriz, belki daha iyisini isteme noktasında bir şeyi değiştirebiliriz. en azından bizler böyle daha iyisini istedikçe bu da bir yere sirayet edecektir. şimdilik yol planımız olmasa da, yola çıkma isteğimiz varsa bu bile büyük iştir. diyorum ki bunca blog, bunca yazar, bunca insanla yapılabilecek bir şey, söylenebilecek bir söz olmalı. oturup bir kenarda söylenmek yerine, eldekilerle ne yapabileceğimiz üstünde düşünmeye başlasak mı?
3 Eylül 2008 02:12
"Umit Ozat bu kulubun sporcusu mu su anda beyefendi"
Kulubu arayanlara cevap olarak soylenene bak..
3 Eylül 2008 11:16
Aydın Örs'le başlayan Zico ile devam eden adam öğütme geleneği oluşturma cabaları itici bir fenerbahçeli figürü ortaya koyuyor. Geçmişte çabuk parlayan kızan seyirci den şikayet adamlar şimdi ne diyecekler? Taraftarımız çok duyarlı bizim rekabet anlayışımıza sığmıyor mu? diyecekler. Anlamadım gitti.Aziz Bey tek adam olma çabasında ortaya koyduğu vefasızlıklar, anlayışsızlıklar ki Ali Şen de oğuza aykuta yapmıştı. Taraftar unutmaz.
4 Eylül 2008 02:16
@ortega: lefter bir rahatsızlık geçirse kulübün futbolcusu değil diye ziyarete gitmeyecekler mi? laf ola beri gel, ne diyeceklerini şaşırmışlar.