Siste yol almak: Belirsizlikler, gelecek ve bugün


Fenerbahçe’nin bugün karşı karşıya olduğu birkaç sorun bloğu var, hepsine birden çözüm bulmak veya hepsini birden açıklamak da bu yazının alanını tahmin edemeyeceğimiz kadar genişletir, neticede bu sorunlar yumağı içerisinde kamu ilişkileri yönetiminden halkla ilişkilere, bizatihi maruz kalınan bir müdahalenin yargı sonuçlarından, medya iletişimine, finansal çözüm alanlarından alt yapı hareketlerine kadar bir çok alan bulunuyor. Ancak bunların en azından bir kısmına değinip, daha iyi bir sonuç almak mümkün müydü diye de sorabiliriz.

Kulübün 5 ana branşta mevcut durumuna girmek ve hepsi için bir şey söylemek mümkünse de şimdilik sadece kulübün amiral gemisi sayılabilecek futboldan gidelim. Fenerbahçe bu sezon itibariyle Şampiyonluğu, Türkiye Kupasını ve Şampiyonlar Ligi’nde başarıyı hedefledi. Bu üç hedeften bugün itibariyle iki tanesinde belirli bir başarı olduğunu söylemek mümkün. Fenerbahçe hala Türkiye Kupası’nı alabilir ve Şampiyonlar Ligi’nden elenmiş olsak da UEFA Avrupa Ligi’nde Yarı Final mücadelesi vermiş olmak somut bir başarıdır. Bardağın dolu kısmında Fenerbahçe’nin bir çok eksikliğe ve performansını etkileyecek dış koşula rağmen asgari 62 maçlık bir sezon geçirmesi, geçirebilecek bir yapıya kavuşması önemli bir artı olarak gözüküyor.

Bütün bunlara karşın Fenerbahçe Ligde 1,8 puan ortalaması ile oynadı. 8 yenilgi ve 7 beraberlik aldı. Önümüzdeki iki maçı da kazanırsak kazanabileceğimiz toplam puan 64. Bu puan ile bu sezonun 2008 – 2009 sezonunda topladığımız 61 puandan sonra en az puan topladığımız sezon olduğu gözüküyor.

Fenerbahçe bu sezon kalesinde 35 gol gördü ve 52 gol attı. Yani maç başına 1,09 gol yerken 1,6 gol gol atarak oynadı. Halbuki 2010 – 2011 sezonunda Fenerbahçe kalesinde maç başına 1 gol görürken 2,4 gol atabilme becerisini de göstermişti.

Dolayısıyla bu sezon yaşanılan bu geri gidişin ve elde edilemeyen başarının da bir sorumlusu olması gerekiyor. Bu sorumlu arayışı elbette bizi yanlış bir yere de götürebilir, bir futbol takımının bir sezon içerisinde birden fazla sorunu olabilir ve bu sorunlardan herhangi biri asli sorun sayılabilir. Bu sezon Fenerbahçe muhtemelen bir futbol takımının uğraşması gereken her tür sorunla da uğraştığı için hangisine öncelik verileceği de önemli bir tartışma konusu.

Örneğin saha dışı koşulların etkisini hiçbirimiz yadsıyamayız, Fenerbahçe sezon boyunca bir çok maçta haksızlığa uğradı, acele veya hatalı kartlar sebebiyle önemli bedeller ödedi. Herhalde şampiyonlukta rekabet edilen takımın oyuncusunun kırmızı kart gördükten bir sonraki maç sahaya çıkabildiği veya teknik direktörünün Orduspor maçında yaptıkları nedeniyle sadece “sportmenliğe aykırı hareket”ten ceza alabildiği bir ortamda bu haksızlıkların güçlü birer engel olduğunu görmemek de mümkün değil. Yarış adil değildi ve ayağından tutulmaya çalışılan taraf olarak koşmak her zaman zordur.

Bunun yanında Alex’in takımdan ayrılması, bu sürecin yönetilememesi, yönetim ile bir taraftar grubu arasında yaşanan sorunlar, Fenerbahçe’nin medya tarafından geçen sezon gibi adeta linçe tabi tutulması gibi faktörlerin de takım üzerinde psikolojik etkisi olmuştur. Nitekim bu etkilerin en büyüğü sezon ortasında yaşandı ve sonuçları itibariyle de Fenerbahçe’ye önemli bir yara verdi.

Yine de bütün bu sorunlar yumağını Fenerbahçe’nin iyi yönetip yönetemediği, doğru bir iletişim ile kendi taraftarı ve kitlesi ile iletişime geçip geçmediği, yönetim organın bu konuda yeteri kadar inisiyatif alıp almadığı da tartışmaya açık. Tartışmaya açık derken, şüphesiz yönetimin yapılması gerekenlerin neden yapılamadığını ve nelerin nasıl yapılmasının planlanıp da hayata çeşitli sebeplerle geçirilemediğine yönelik iyi bir izahatlar bütünü bulunmaktadır. Bu izahatları büsbütün reddedecek, hepsinin geçersiz olduğunu da söyleyecek değilim. Ancak icra organlarının görevinin de mazeret üretmekten ibaret olmadığını, aynı zamanda liderlik etmek, süreç yönetmek, bazen risk almak ile de ilgili olduğunu bir kere daha ifade edeceğim.

Mevcut Fenerbahçe yönetimi kesinlikle çok zor şartlar altında seneye başladı. 3 Temmuz sürecinin yarattığı sıkıntıların yanı sıra, kulüp yönetiminin kafası üstünde sallanan bir Yargıtay kılıcından, Kaddafi ve Mübarek rejimleri ile bir tutulmasına kadar uzanan, son derece organize ve güçlü iktidar organlarının temsilcilerinin günlük öfke nöbetlerinden, kendilerine karşı duran 7/24 bir medya ordusuna karşı da hareket etmek zorunda kalmalarından, finansal olanakların yarattığı kısıtlara ve iç muhalefetin yıkıcı etkilerine kadar bir çok alanda “yönetim” kapasitesi ve yeteneklerini aşağıya çekecek engeller yönetimin önünde duruyordu. Üstelik de sezona Nihat Özdemir, Ali Koç, Murat Özaydınlı, Şekip Mosturoğlu ve İlhan Ekşioğlu gibi geçmiş yönetimlerin demirbaş yöneticilerinden yoksun olarak başlamak, bu yöneticilerin de oyun dışına çıkması ile bilindik hareket kabiliyetlerini de kaybetmek yönetim açısından çok daha zorlayıcı bir senaryoyu gündeme getirdi.

Yani bakarsak, bildiğimiz “Aziz Yıldırım” yönetim tarzı denilen yönetim tarzını tamamlayan, kompanse eden veya bu yönetim modelinin işlemesini sağlayan önemli parçalarının eksikliğinin yanı sıra herhangi bir “Aziz Yıldırım” yönetiminin de tarihi boyunca karşılaşmayı bile tahayyül edemeyeceği bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya kalındı.

Ancak, hayatın da değişmez kuralı işte orada duruyor. Daha önce de ifade etmiştim, bu ülke ve bu topraklardaki genel kültür bu tip somut koşulların tahlili ile ona orantılı beklentilerin normal kabul edildiği bir düzeni de bize ifade etmiyor. Harbiyenin her tarafında “hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz” yazısının tam da bizlere hatırlattığı gibi, son derece “başarı” ve “zafer” odaklı pragmatist bir kültür buralarda son derece doğal bir atmosfer yaratıyor ve başaran bütün mazeretlerini başarısı ile kapatabilirken, başaramayan da mazeretleri ile orada yok olabiliyor. Başarının sadece başarı olmaklığı ile tek geçer akçe olduğu bir ortamda da başarısız olanın mazeretleri çok kolay bir şekilde kendisi aleyhine dönebiliyor.

Böyle bir ortamda Fenerbahçe’nin başarıya herkesden çok daha fazla ihtiyacı olduğunu da biliyoruz. Zira Fenerbahçe’nin başarısı öyle veya böyle sadece bir şampiyonluk manasına da gelmeyecek, 3 Temmuz ile başlayan büyük kastların ve iftiralardan örülmüş bir kumpanyanın da yenilmesi anlamına gelecekti. Bugün ise, ortadaki somut başarı ve başarısızlıklar yekünü içinde, 3 Temmuz süreci ile bunun müsebbiblerinin kazandıklarını söylemek mümkün olmadığı gibi yenildiklerini de söylemek mümkün değil. Ortada bir pat durumu var ve bu pat durumu sadece blokların kendi kendilerini tatmin etmelerine yarıyor.

Yine de bu tatmin durumu ile en azından bizim tatmin olmamız da gerekmiyor. Yönetimler, yönetmek için seçilirler ve kendilerinden de sefada olduğu gibi cefada da yönetmeleri beklenir. Fenerbahçe’nin bir çok alanda yönetilmeye, bir tek adam yönetimini aşan bir yönetim aklına doğru model değiştirmesinde fayda olduğu muhakkak. Aziz Yıldırım birinci nesil reformları öngörmek ve uygulamakta ne kadar başarılı ise, ikinci nesil reformların beklentisi ve zarureti de her geçen gün kulüp üzerinde o kadar daha büyüyor ve nihayetinde bu adımları atmak da yönetimin mesuliyetleri arasında bulunuyor.

İkincisi, evet radikal koşullardan geçiyoruz ve radikal adımlar da gerekiyor. Bu adımların da iki boyutu var, birinci boyut uzun vadeli alt yapı adımları ise ikincisi o adımların yerleşmesini, hayat bulmasını ve tamamlanmasını sağlayacak çok kritik zamanı bize veren, bu olanaklar havzasını mümkün kılan kısa vadeli başarı. Kulübün sahada başarılı olması lazım ki, oradan elde edilen zaman kredisi, uzun vadeli adımların atılması için kullanılsın ve nihayetinde de kulüp kademe atlayabilsin.

Bu konuda en azından kurumsallaşma alanında önemli adımlar atıldığını söylemek lazım. Kulüp sahip olduğu yeni profesyoneller eliyle bir yeniden yapılanma içerisinde. Bunun sonuçlarını kısa vade ile değerlendirmek doğru değil, çünkü zaman somut sonuçların oluşmasına imkan verecek kadar uzun değil. Bu koşullar altında bu adımların uzun vadede faydalı olacağını söylemekte de beis yok. Beklememiz ve sabretmemiz gerekiyor.

Buna karşın yapılmayanlar da var. Yönetimin bir blok olarak çok atıl ve dışarıda durduğunu, Fenerbahçe’nin haklarının savunulmasından, sahip olması gereken asgari imkanlara kadar bir çok alanda hareketsiz kaldığını ifade etmek gerekiyor. Birkaç yıldır sürekli söylenen uluslararası pr ajansları ile anlaşmaktan tutun da, Türkiye içerisinde atılması gereken adımlara kadar bir çok alanda kulüp şu veya bu sebeple geri kalmış durumda. Dolayısıyla bu alanın bir değişim gözlüğü içerisinde yeniden ele alınması ve eksikliklerin hızla giderilmesi lazım.

İkinci alan, taraftar ilişkileri. Fenerbahçe’nin birden fazla sebeple polarize olmuş taraftar yapısının kulübe bir hayır getirmediği ortada. Ne yazık ki herhangi bir konuyu karşıdakine hakaret edemeden konuşamayacak bir hale gelmiş durumdayız. Bir çok insanın birbirini hıyanet ile suçladığı, herkesin söylediği sözler ve eleştirileri sebebiyle bir şeyci olduğu, olabildiği ve ötekine de külli düşman olarak baktığı bir psikolojik atmosfer gelişti. Bu atmosferin iki yakasının da barışma gibi bir niyeti olmadığı ortada.

Elbette iki yakanın da haklı haksız bazı tarafları var. Fenerbahçe herhangi bir yakanın külliyen çizdiği kadar başarısız ve kötü yönetilen bir kulüp değil, ya da diğer yakanın toptan çizdiği kadar da parlak bir durumda da değiliz. Bu “mutlak”çı bakış açısı ise iki sonuç doğuruyor. Birincisi “aktörler” aynı kovboy filmlerindeki gibi ya mutlak iyi ya da mutlak kötü olarak yansıtılıyor ve diğer kutupla konuşmanın nesnel temelleri kayboluyor. İkincisi her iki taraf da “mutlak bir iyilik” için konuştuğu iddiasında, hasseten de büyük çoğunluğun istediği bu, iki tarafta da kişisel iyilik ve faydalarını bekleyenler çok az ve bu durum da uzlaşmayı daha da imkansız hale getiriyor. Dolayısıyla kulübün değerlendirme yapabilme gücü kayboluyor, onun yerine geniş Türkiye manzarasına uygun bir şekilde slogan alış verişi yapmaktan ileri gidemiyoruz. Aykut Kocaman bir tarafın ilan ettiği gibi tümden yeteneksiz, sinsi, kötü, yetenekli oyuncularla çalışma becerisi olmayan bir basiretsiz değil, (zaten bunlar da eleştiri değil hakaret) ya da her şey hakikaten bir mükemmelin, bitmeyecek bir devrimin arifesinde değil. (Bu konuya tekrar geleceğiz) Velhasıl taraftarın da bu savaş retoriğini biraz olsun dışarıda bırakması ve bir tahlil yapmaya doğru evrilmesi, kulüp psikolojisinin de normalleşmesi açısından faydalı olacak. Ne yazık ki bu ortam sözün söylenmesini imkansız bırakan, ancak konum belirlenmesine insanı zorlayan bir savaş atmosferi ve bundan yararlı bir şey çıkmaz. Nasıl çözeriz? Burası da yine uzun vadede halledilebilecek ve başarı hikayeleriyle üstünden gelinebilecek bir alan.

Üçüncü alan ise dış çevre. Biliyoruz ki bugünden yarına dış çevreyi değiştirmek mümkün olmayacak. Bunu görüyoruz. En azından “zamanın ruhu” buna müsaade etmiyor. Müsaade etmiyor derken, zamanın ruhunun kulübün tam karşısında olduğunu, bugün simgelediği her şeyin mevcut ideolojik ortam için kabul edilemez olduğunu ve kulübün bir ötekileştirilmeye doğru gittiğini söylemek lazım. Bu şartların hemen değişmesi mümkün olmadığı gibi, bunu değiştirebilecek araçlar da herhangi bir yönetimin elinde bulunmuyor. Bunlar belki daha “kabul edilebilir” seviyelere çekilse de asla bir normalleşme yaşanmayacağını, en azından kulüp yönetimi değişene kadar böyle bir normalleşmenin de hayat bulamayacağını kabul etmek lazım. Karşımızdaki blok sadece kindar değil, böyle bir normalleşmenin kendisinin toplumsal algısına vereceği zararların da farkında.

Dış çevredeki ikinci etken olan rakip ise, son derece tutarlı ve hesaplı bir şekilde zamanın ruhundan yararlanarak büyüme ve gelişme hamlesine devam ediyor. Yapılanların hukuki / ahlaki niteliği bir tarafa, bu yapılanların sonucunda başarı geldikçe ve bir yol kazası yaşanmadıkça ne kendi kulüp camiası içerisinde ne de dış dünyada bir tepki almayacağını önceden söyleyebiliriz. Yani Borsa olaylarıdır, hakem hatalarıdır bütün bu “olumsuz” koşulların somut başarılarla desteklendikçe kimse tarafından çok ciddi bir karşılık bulmayacağını tahmin etmek o kadar zor değil. Üstelik bu başarılar ile elde edilen kaynaklar sonucunda da oluşan yeni imkanlar, yapılanların daha da meşrulaşmasını, temize çıkmasını sağladığı gibi rakibin eksikliklerini kapatarak daha farklı bir pozisyona geçmesini de sağlıyor. Elbette bütün bunları tespit etmek ve eleştirmek olumlu ve etkili sonuçlara gebe, sadece odağın burada kalması ve Fenerbahçe’nin yapmadıklarını konuşmanın bırakılmasının da bizim durumumuzu düzeltemeyeceği ortada.

Dolayısıyla değişmesi muktedir ve muhtemel, kısa vadede de sonuç verebilecek tek bir alan kalıyor, saha içi.

Saha içi ise iki alandan oluşuyor veya önceklikli olarak iki alandan oluştuğunu yazının sağlığı için söyleyelim, teknik direktör ve oyuncu grubu. Kötü aşçı en iyi malzeme ile bile güzel bir yemek yapabilme başarısını gösteremez ama en iyi aşçılar bile kötü veya yetersiz malzeme ile sanatlarını ortaya koyamazlar.

Teknik direktör, tabi görevi gereği sahaya bizzat çıkıp oynayıp, golleri bilye gibi dizmekle mesul olan insan değil. Onun görevi takımı olabilecek en iyi şekilde hazırlamak. Fiziksel kondisyondan, mental motivasyona, oyuncu grubunun potansiyeline ulaşmasını sağlamaktan, teknik taktik yetkinliğe kadar bir çok alanı kapsıyor. Aykut Kocaman, belirli bir teknik görüşü ve oyuna bakış açısı olan bir teknik direktör. Modern yöntemlerle çalışmayı seviyor. Bir oyuncu grubunu asgari 62 maçlık bir sezon boyunca ayakta tutabilmesi ve bu kadar maça çıkartabilmesi de bu modern yöntemlerle hayata geçen bakış açısının somut sonucu. Ben en azından kendisine yöneltilen hakaretleri de hiç hak etmediğini düşünüyorum. Örneğin Daum’un ayrılışı olayında kendisinin sinsiliğine örnek gösterilen kanat oyuncusu hikayesi de tamamen yanlış anlaşılma. Hoca sezon ortasında fazla sayıda ve yeni oyuncuların oyuncu grubuna katılmasına genel olarak olumlu bakmıyor. Sezon sonunda da bu oyuncu grubunu bir önceki sezonun gösterdiği şartlara göre yeniliyor. Bu bir tercih ve bu tercihin yapılması da yapılmaması kadar meşru. Alex olayında ise sürecin bütün aktörlerinin hataları olduğu ortada. Alex’in heykeli dikilmiş bir insan olarak bazı koşulları kabul etmesi, takıma liderlik yapması, sorunları büyüten değil de çözen bir anlayış ile hareket etmesi, meseleyi karakter meselesine taşımak yerine lider bir karakter ortaya koyarak takımı derlemesi toparlaması gerekirdi. Oyuncu grubu arasında bölünme yaratacak, mevcut teknik direktöre ve kulübe saygısızlık anlamına gelecek hareketlerin herhangi bir ciddi yapı için kabul edilmesi çok zor. Yedek kulübesinde somurtarak oturmak veya tribüne çıkmak yerine, saha kenarında arkadaşlarının yanında ayakta maç izleyen, heyecanını gösteren, oyunculara abilik eden, genç oyuncuları koruyan bir karakter kuşkusuz herkes için daha iyi olurdu. Alex lider oyuncu olduğu için değil, bir manada sanatçı kaprisleri lider karakterinin önüne geçtiği için bu durumlara sebebiyet verdi. Sürecin diğer yakasındaki iki insan Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman ise Alex ile süreci yönetme konusunda farklı düzeylerde hatalar gösterdiler. Özellikle Aziz Yıldırım’ın fevri ve hesapsız çıkışının, ayrılık kararı ötesinde başka travmalara neden olduğu da artık ortada.

Velhasıl kelam işin teknik direktör boyutunda buz gibi bir mantıkla olaya bakmanın ve tek bir sezonla her şeyi değerlendirmenin doğru olmadığına inanıyorum. Vicdanen son dört sezonda yaşanılanların da normal bir takımın ve bir teknik direktörün karşılaşmasının hayal dahi edemeyeceği sorunlar olduğunu görüyorum. Bursa’ya kaybedilen şampiyonluktan itibaren travmalar, haksızlıklar, darbeler, başka türlü adaletsizlikler ve savaşlarla geçmiş dört sezonun bir teknik direktör ve oyuncu grubunda “normal” bir psikoloji kurulmasını ve normal bir şekilde yargılanmalarını da imkansız hale getirdiğine inanıyorum. Dünyada şike yapmakla itham edildiği bir sezonu son maçta kaybettikten sonra bu haksızlıklar deryasının ortasında haklı çıkmanın gururunun anlamsız kaldığı bir sezon yaşayan başka bir takım var mı? Bu takım bunu yaşadı. Sonra ilk yarısında kırılma yaşanan bir sezondan sonra bu takım bir karakter göstererek şampiyonluğa erişti ve yönetim hattının neredeyse tamamı ile kadrosunun omurgasını kaybetti. Neredeyse savaş şartlarında geçen bir sezonu son play off maçında kaybedip bir travma daha yaşadıktan sonra da Türkiye Kupasını kazanıp yeni sezona hazırlandı. Bu şartlar altında 3 sezonda 2 kupa almış ve Avrupa’da yarı final görmüş bir teknik direktörün teknik becerilerden mahrum olduğunu, sinsi olduğunu filan söylemek herhalde mümkün değil. Zaten bununla karşılaştırabileceğimiz bir futbol hikayesi de dünya tarihinde bulunmuyor.

Şimdi ikinci soruya dönelim. Bu kadro bu sezon şampiyonluk için yeterli miydi, uygun muydu ve beklenileni verebildi mi?

Fenerbahçe bu sezon 33,9 milyon € bonservis bedeli ödeyerek 11 transfer yaptı. En pahalı transfer 10 milyon €’ya alınan Meireles ile 7 milyon €’ya alınan Krasic oldu. Dolayısıyla Fenerbahçe bu sezon para harcamadı demek mümkün değil aksine kulüp bu sezon rakiplerinden daha fazla para harcadı. (Galatasaray bonservis bedellerine 30 milyon €’dan biraz fazla harcadı)

Bugün Türkiye’deki kulüplerin omurgasını ve farklarını yabancı oyuncular oluşturuyor. Sahadaki 11 oyuncunun 6 tanesi yabancı. Kadroda toplamda 8 yabancı yer alıyor. Yani Türk oyuncuların standart bir performans vermesi halinde kadronun yapısını değiştirecek olan unsur yabancı oyuncular.

Fenerbahçe’nin nitelikli bir yerli grubu var. Volkan – Mert ikilisi en azından standart / standart üstü denebilecek bir performans ve yeteneğe sahipler. Volkan Demirel bu sezon 43 maçta sahaya ilk 11’de çıktı ve 3870 dakika oynadı. Bunun en azından standart üstü olduğunu söylemek lazım.

Hasan Ali Kaldırım ve Gökhan Gönül de standart veya standart üstü diye tabir edebileceğimiz niteliklerde bekler. Daha iyileri mutlaka mümkündür ama en azından oynadıkları mevkiler için belirli bir çizgiyi koruyorlar.

Emre’nin istikrarsızlığı dışında mevkisinde her zaman çok iyi bir oyuncu olduğunu, Mehmet Topal’ın da Avrupa deneyimine rağmen yine standart bir varlık gösterebildiğini söylemek lazım.

Dolayısıyla Kaleci, sağ bek, sol bek ve orta sahanın göbeği için 4 iyi yerli seçim var.

Stoper adayları Serdar Kesimal, Bekir ve Egemen. Stoperler konusunda Fenerbahçe bu sezon büyük sorun yaşadı, ancak ben en azından sorunun stoperlerde değil, tam tersine Fenerbahçe’nin oyun yapısında olduğuna inanıyorum. Stoperler bu sezon elbette çok hata yaptı ve bu konuda beklenilen seviyeyi gösteremediler ancak bunda Fenerbahçe’nin bu sezon çok rahat atak yapılabilen, çok fazla pozisyona girilebilen yapısının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu elbette stoperlerin "iyi" olduğu sonucuna bizi götürmüyor, daha fazla hata yapma şansıyla kalan standart oyuncular olarak hata yaptıklarını gösteriyor. Mümkünse daha iyi bir Türk stoper alınması kulübün hayrına.

Şimdi oyun için en kritik mevkilerde oynayan futbolculara bakalım. Kuyt ile Sow standart üstü sayabileceğimiz oyuncular. Takıma katkıları da çok fazla. Sow 49 maç oynamış 41 maçta ilk 11de sahada yer almış ve 18 gol atmış. Kuyt, insan üstü bir şekilde 52 maç oynamışi, 47 kez ilk 11’de başlamış ve 16 gol atmış.

Yobo ne yazık ki sadece 31 maç oynamış ve 2752 dakika süre almış. Afrika kupası ve sair sebeple Fenerbahçe Yobo’dan neredeyse sezonun yarısında yararlanamamış. Öyle ki Egemen kendisinden daha fazla maça ilk 11’de çıkmış (35). Bu şartlar altında Yobo’nun yeteneklerine ve katkısına rağmen verimsiz bir tercih olarak gözüktüğü ortada.

Fenerbahçe bu sezon 4 – 2 – 3 – 1 ile 4 – 3- 3 varyasyonları arasında gidip gelen bir futbol oynadı. Özellikle ikinci yarıda 4-3-3 varyasyonunu daha fazla gördük. Burada takımın kilit noktası ileri uç ve orta blok.

En büyük sıkıntı da burada baş gösteriyor. Orta sahadan başlayalım.

Baroni 55 maç oynamış ama sadece 39 maçta ilk 11 başlayabilmiş. Toplam kullandığı süre 3663 dakika ve forvet arkasında oynayan, bir nevi 10 numara mevkisi için sadece 11 gol atabilmiş. Yetenekleri kısıtlı bir oyuncu. Orta sahanın göbeği için çok yumuşak, ilerisi için de ekstra katkısı çok az. Bu mevkide hakikaten yıldız bir oyuncu olması gerekirken Baroni’nin orada olması takımın kalitesini aşağı çekiyor.

Meireles, sadece 32 maç oynamış. Sezonun yarısında sahada yok. 32 maçta 2630 dakika görev almış. Buna karşın örneğin Melo 33 maç oynamış, 31 maçta ilk 11’de sahaya çıkmış ve 2629 dakika görev almış. Üstelik Melo bunu en çok maç yapan oyuncusu 41 maç olan bir takımda yapmış. Şunu söyleyebiliriz Meireles ne yazık ki sezonun yarısını boş geçirmiş. Üstelik de mevkisinde beklenilen katkıyı sağladığını, oynadığı maçlarda da çok üstün ve oyun değiştiren bir performans ortaya koyduğunu söylemek çok zor. Bu mevkide daha yırtıcı, daha agresif, daha güçlü bir oyuncunun olması daha iyi olurdu.

Göbek böyle olunca Fenerbahçe’nin iki yedeğine bakmak zorundayız. Biri henüz gelişim aşamasında olan Salih, diğeri de Selçuk. Bu iki oyuncunun da takıma katkıları “mütevazi.” Salih tüm yeteneklerine rağmen henüz fizik ve mental açıdan gelişme ihtiyacı içinde. Selçuk ise bir yedek olarak olmasında yarar olan ama takıma seviye atlatacak yetenekleri de bulunmayan bir oyuncu.

Forvet hattında Sow ve Kuyt’u çıkardıktan sonra geriye bir pozisyon kalıyor. Webo bu sezon ortasında alındı, verimli de oldu. 18 maç oynamış 17 kez ilk 11’de başlamış, 6 gol atmış. Buna karşın takım daha yüksek bir seviyeye çıkacaksa Webo’yu yedek bırakacak bir oyuncunun olmasında fayda var. (Bilmiyorum illa Sow kanada çekilecekse belki oraya Traore gibi gerçek bir target man alınabilir)

Bugün ise takımda Webo’yu yedek bırakacak adaylar Stoch ve Krasic. Stoch disiplinsiz bir oyuncu olmasının yanı sıra her nasıl oluyorsa yeteneklerini de geliştirmekte sıkıntı çeken bir oyuncu. Twente’deki Stoch’un üstüne bir şey eklemediği gibi geriye de gittiğini söyleyebiliriz. Bu sezon sadece 18 kez ilk 11’de başlamış ve 31 maçta forma bulmuş. Ancak süresi 1597 dakika. Yani Selçuk 2091 dakika süre alırken, Webo 1405 dakika süre alırken Stoch’un 62 maçlık sezonda bu kadar katkı sunması kabul edilebilir gibi değil.

Krasic ise izahtan vareste bir şekilde başarısız bir transfer hamlesi. Büyük bir futbolcuydu ve sanırım asla o seviyeye bir daha çıkamayacak.

Şimdi toplarsak, Fenerbahçe’nin omurgasını teşkil edecek ve takıma kademe atlatacak 9 yabancıdan sadece 2 tanesi (Sow, Kuyt) insanın içine sinecek kadar iyi gözüküyor. Kalan 7 tanesinden 2 tanesi (Meireles ve Yobo) standart bir katkı sunmuşlar. Webo ve Ziegler’in iyi birer yedek olduğunu kabul edersek, geriye kalan toplam 3 yabancının ya hiçbir katkı sunmadığını ya da Baroni olduğunu görüyoruz. 9 yabancıdan 5 tanesi bu seviyede olunca başarının gelmesi de pek mümkün değil.

Dolayısıyla Fenerbahçe esasında bu kadro çerçevesinde başarılı sonuçlar almıştır denebilir. Kadro yetersiz ve değişmesi gerekiyor. En azından 1 üst düzey yerli stoper, 1 yabancı stoper, bir yabancı orta saha göbek oyuncusu, bir yabancı yaratıcı ve teknik kapasitesi yüksek orta saha ile bir tane doğru düzgün kanat oyuncusu alınması takım için zaruret(veya Yobo elde tutularak Ömer Toprak, Serdar Taşçı kalitesinde bir oyuncu ile de toplam 4 hedef transfer ile bu dönem geçirilebilir) Bu transferler "acil" beklentiler. Bunun üstüne takımı daha da yukarıya taşıyacak oyuncular eklenirse daha da iyi olur.

Sonuç olarak, eldeki kapasiteyi arttırmak, takımın dönüşümü için çok kritik zaman unsurunu kazanmak, tekrar şampiyon olarak şampiyonluk sayısını eşitlemek, kurumsal dönüşümü gerçekleştirmek için gereken üst düzey kaynaklara sürekli olarak erişmek ve gereken kritik zaman kaynağına erişmek için başarılı olmak, başarılı olmak için de kadro kalitesini arttırmamız gerektiği gözüküyor.

Bazen arkadaşlara şaka ile karışık bu sene Serdar Taşçı, Ribery, Modric ve Diarra transferleri istediğimi söylerken de kast ettiğim bu. Takıma seviye atlatacak, onu yukarıya taşıyacak, farklı bir karakter koymasına neden olacak, güzel futbol izlettirebilecek ve nihayetinde takımın sürekli geriye düşmesine, gol atınca geriye çekilmesine, oyun içerisinde sıkışmasına saha içerisinde çözüm üretebilecek, topu ayağında tutarak verimli kullanabilen ve rakibin oyununu bozma becerisi gösteren bir oyuncu grubu olmadan hedeflere ulaşmak mümkün değil.

Bunun için de para harcanması gerekiyor. Burada da bir kere daha yönetime bakıyor ve bir umut ışığı bekliyoruz. Küçülerek büyümek diye bir şey yok zira, küçülerek ancak küçülünüyor. Belki bu kaynakları bulabilecek, bugün başlatılan işleri devam ettirerek ileriye götürecek, kulübe yeni bir ferahlama imkanı sağlayacak bir yönetim değişikliği de ileride gözükebilir. Bunun adının kim olmadığını herkes biliyor ama gönülden geçeni de kolay kolay söyleyemiyor.

Fenerbahçe böyle bir hikaye işte. Bazen önümüzü dilekler, temenniler ve belirsizlikler çiziyor.



9 comments:

  1. Signature dedi ki...

    Tüketmek,tüketmek,tüketmek...Tek yaptığımız bu.Biz dünyanın bir numaralı takımı olduğumuz için Webo'yu yedek bırakacak kalitede bir isme sahip olmalıyız.Mesela milli takımında yedek bırakanı kimdi bu adamın,Samuel Eto'o.Yani biz elimizde Sow Webo Kuyt üçlüsü varken bir de yanlarına Eto'o kalitesinde bir adam almalıyız.Çünkü Fenerbahçe dünyanın en büyük futbol markalarından.Zaten sadece sponsorluk ve reklam gelirleri tüm maliyeti karşılar.

    Bizim seviyemizde takımlar Webo'yu yedek bırakacak bir oyuncu almazlar,öyle bir oyuncu yetiştirirler ve sonrasında muhtemelen servet değerine satarlar.

    Apar topar bir Meireles geldi kimse ne olduğunu anlamadan bir baktık sahada adam.Zaten ne olduğunu idrak edene kadar bayağı bir süre geçti.Ligin ilk yarısında yeterli düzeyde olmasa da,devre arasında yarım da olsa bir hazırlık kampı yapınca onun performansı yükseldi.Bate maçındaki sorumsuzluğunu saymazsak gayet iyi bir ikinci devre geçirdi.Özellikle Avrupa maçlarında onun tecrübesi ve yanında arkasında oynayan oyuncuları yönendirmesi takıma çok şey kattı.Çok iyi kesicilik yaptı ve atağı kestiği anlarda pas trafiğini çok iyi başlatıp yönlendirdi.

    Ziegler ise tam anlamıyla Türk kafasıyla eleştiriliyor.Agresif bir kanat beki değil,işte eleştirilmesinin sebebi bu.Ama genel olarak pozisyon bilgisi,kademe anlayışı,takımdaşlık bilinci,profesyonelliği gayet yeterli bir oyuncu.Önünde genellikle Sow'un oynadığını düşünürsek sanki o kanadı dengeleyecek iyi bir seçenek gibi duruyor.Gökhan Gönül gibi hücumcu bekler özel oyunculardır ki zaten böylesini bulduğunuzda kaçırmazsınız elinizden.

    Baroni mükemmel bir oyuncu değil,kabul ama bu bahsettiğiniz gibi vasat bir oyuncu da değil.Kesinlikle bir istikrar sorunu var,ama bu onun teknik kapasitesinin yetersiz olduğu anlamına gelmez.Tamam ondan mucize Alex pasları bekleyemeyiz ki zaten aynı pozisyonda oynamıyorlar.Sadece kağıt üstündeki yerleri aynı noktanın üstünde duruyor.Baroni kesici rolünde oynadığında gerçekten çok yumuşak kalıyor.Ama ilerde presi başlatacak olan,forvetlere en yakın orta saha oyuncusu olarak neler yapabileceğini defalarca gösterdi bu sezon.Daha istikrarlı bir Baroni,ki bu sanırım fizik kondisyonunun gelişimiyle olabilir,çok çok faydalı bir oyuncu olur.O bölgeye bir hem yaş hem yetenek olarak bir Belhanda alınmayacaksa,Salih o bölge için biçilmiş kaftan;boşu boşuna Salih'i geri plana atmaya gerek yok.Belhanda ayarında birini alamayacaksak,yaz kampında Salih'in fiziği geliştirilsin,ilk 11 rotasyonunda sürekli olacak bir oyuncu olarak hazırlansın ve oynatılsın.Bakın Schalke'de Draxler,ilk oynamaya başladığında o mevkideçok yetersiz gözüktü ama şu anda yaş grubunun en iyileri arasında o mevkide.Yani sabır işidir bu.Salih bir maç yetersiz gözükür iki maç yetersiz gözükür;sonrasındaysa kimseden elde edemeyeceğiniz verimi tek başına sağlar size.Genç oyuncular böyle yetişir,gelişir.Önlerine abiler alarak farklı önde olunan maçların son 20 dakikası oyuna alınarak değil.Gençlere güvenilmediğinden dem vurulurken elimizde mevkisinde yaş grubunun muhtemelen en iyisi varken ona alternatif oluşturmak yerine onu alternatif konumuna sokmamak gerekir,zira çok ironik oluyor.

    Stoper konusunda ise sıkıntı çektiğimizi düşünmüyorum.Gayet yeterli bir rotasyon var orada.O mevkiye birisi alınacaksa eğer bu Ömer Toprak gibi biri değil,Lugano,Ujfalusi,Puyol gibi birisi olmalı.Yani orası için değil,tüm takımı toparlasın,tüm takıma liderlik etsin diye birisi alınabilir.Yoksa gereksiz.Ama işte isimler yok mu isimler!Bekir İrtegün ismini duyduğunuzda hepiniz irkiliyorsunuz ama bir allahın kulu da demiyor Bekir kendini ne kadar geliştirdi,tam bir stoper oldu adam bu yaşından sonra.

    Son olarak da,umarım Zico'dan ders alınır da seneye ne olursa olsun Aykut Kocaman'la devam edilir.Tecrübesiz bir teknik direktör olarak bunları yapabildiyse,UEFA Kupası yarı finali görmüş bir teknik direktör olarak çok daha fazlasını yapabilir.

  2. Unknown dedi ki...

    Bu yazıyı tam olarak okuyabilen kaç kişi olur bilmiyorum ama ben okudum.Kadronun yetersizliği konusunda kesinlikle hemfikirim ve o konu üzerinde yorum yapacağım.Ziegler niye alındı.Özgür çek satılmasaydı.Hasan Ali'yi yedeklerdi.İki stoper kesinlikle alınmalı.İki orta saha oyuncusu da şart.Ve ben iyi bir santrafor alınması taraftarıyım.Ne Kuyt ne de Sow bizim beklentilerimizi tam olarak karşılayamaz.Rakibin Drogbayı alıyor.Halbuki bizim oynadığımız sistemde en iyi santrafor oynayacak oyuncu.Yani bizde gsye faydalı olduğundan daha fazla olurdu.Top tutup takımın gelmesini bekler mi evet.Şut çeker mi evet.Pres yapar mı evet.Adam geçer mi evet.İyi pas verir mi evet.Yaşı biraz fazla.Ama Türkiye liginde 3 sezon daha oynar.Biz almalıydık.Bize orta sahaya Modric lazım.Sakın Kaka nın filan peşine düşmesinler.Adının modric olmasına gerek yok o tarz oynayan ünlü olmasına gerek olmayacak bizde şöhret olacak bir futbolcu lazım.Stoperlerin italyadan alınması lazım.(italya dan gelen her futbolcu Türkiye liginde başarılı oldu). Gerson , Melo , Gunti , Appiah , Zago . Bunlar ilk aklıma gelenler.Ve alman futbolcu.Gidin orta sıralarda oynayan bir takımın solbekini hiç düşünmeden getirin. Hilbert,Kuntz,Götz,Stumph,Ernst.Forvet alınacaksa Afrika kökenli güçlü bir forvet lazım.Ya da yine tercihim Alman.Ama tecrübeli bir Alman.Aslında golcüler Hollanda dan çıkar ama bize uymayabilir.Benim düşüncelerim bunlar.Umarım bu defa düzgün bir kadro kurarız ve sezon başlamadan transferleri yaparız.Yoksa işimiz çok zor.Çünkü karşında üstüne koyacak bir rakip var.

  3. Unknown dedi ki...

    Signature rumuzlu renkdaşım, niyetiniz ne tam olarak bilemiyorum ama bırakın da insanlar koca bir sezonda 32 maçın 15’inin kazamamış, 1.8 gibi asla kabul edilmez bir puan ortalaması tutturabilmiş, 3-5 maçın dışında oynadığı her lig maçında yandaşlarına karın ağrısı çektirmiş bir takımın kadrosundaki bazı oyuncular eleştirsin. Yetersiz bulduğunu söylesin. Allah aşkına, siz de Ziegler, Selçuk, Bekir, Baroni gibi en azından ilk 11 için yetersiz oldukları hiçbir şekilde su götürmez olan bu oyunculara yapılan eleştirileri Türk kafası gibi yorumlarla küçümsemeyin. Eğer ben de aynı sizin gibi karşı görüşlere karşı tahammülsüz olarak bir yorumda bulunsaydım, sizin futboldan ne kadar anladığınız gibi haksız bir yoruma düşebilirdim. Ama haşa, tanımadığım birine böyle bir şey söyleyemem. Aykut Kocaman ve Aziz başkana, hatta takıma yapılan eleştiriler belli ki sizi bir dereceye kadar rahatsız ediyor olabilir. Ama elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin, adı geçen bu oyuncular sizin gibi düşünenlerin bu teveccühlerini hak edecek bir performans koydular mı bu yılın genelinde? Daha teknik düzleme gelirsek, Bekir’in iyi bir stopere evrildiğini söylüyorsunuz. Ben ise tam tersini, hiçbir ilerleme kaydedemediğini ve aslen teknik, yetenek gibi konularda değil psikolojik kısıtları nedeniyle iyi bir stoper olamayacağını düşünüyorum. Çünkü Bekir, Ziegler gibi oyuncular bazen tersi gibi gözükse de esasen özgüven konusunda sorun yaşayan oyuncular. Futbol oynamış kişiler bu iki oyuncunun sahadaki hal ve tavırlarından bunu rahatlıkla görebilir. Ziegler kendi yeteneklerinin sınırını daha iyi bilen bir yapıda olduğu için Bekir’in zaman zaman aldığı riskleri almıyor ve daha az hata yapar gözüküyor. Ama sonuçta göze çok batan hataları daha az yapsa da, bal yapmayan bir arı ve yüksek baskı altında ve yarışmacı bir takımda oynayabilecek bir sol bek asla değil. Bekir sürekli olarak oyun içinde pozisyonunu ve hamlesini kaybeden, anlık olarak dalan ve adam kaçıran bir defans. Artık Bekir, Ziegler, Selçuk gibi kendilerine futbolcu olarak güvenleri kısıtlı oyuncularla bir yere varamayacağımız görmemiz lazım. Baroni’nin ise bu temposuzluğuyla teknik olarak ne olursa olsun yeterli olmayacağı görülüyor. Hele ki fazlasıyla duygusal bu yapısıyla asla…

  4. Unknown dedi ki...

    ......1.....
    fenerbahçe şu an eğer köşeye sıkışmış durumda ise (ki bana göre öyle) bu, kendi yaptığı zincirleme hataların sonucudur.

    3 temmuz öncesinden bahsetmiyoruz hiç.
    kurumsallaştırma adına devasa adımlar atan ve amatör branşlara yaptığı katkıyla dünya düzeyinde bir kulüp haline gelen fenerbahçe, seyircisini de sabretmeye, her şeye rağmen kazanmaktan çok ilkeli bir kulüp olmaya ikna eder duruma gelmişti. yönetimin bizzat bu konu ile ilgilenmesinden değil, kulübün hızla dünya devleri arasına doğru ilerlemesinden kendiliğinden gerçekleşmişti. ama bu durum kulübü geliştirme konusunda seyirciler kadar sabırlı olamayan başkan'a yetmedi. sonrasında 3 temmuz sürecini ortaya çıkaran ilişkiler...
    "fenerbahçe üzerinden oynanan oyunlar" tezini yüzde yüz reddetmiyorum elbette ama fenerbahçe başkanının adının adları malum mafyavari şahıslar ve o tür yaşantıyla bu kadar sık anılmasının göz ardı edilecek bir şey olmadığını da biliyorum. herhalde bu kadar sık gerçekleşen telefon trafiği birbirlerini tavla turnuvasına davet etmek için yapılmamıştı. üstelik başkan'ın yönetme tarzı da gün geçtikçe çekilmez hale gelip ilişkide olduğu karanlık kesimin tarzına gittikçe benzemeye başlıyordu.
    mustafa denizli ile gelen şampiyonluk için başkan, "denizli takımı ben şampiyon yaptım zannetmesin" diyerek oldukça bariz şeyler ima etmiş ama o günkü ortamda bunun üzeri hemen kapanmıştı. aslında söyledikleri doğruydu. bu ülkede şampiyon olmak için gerekli "oyunları" yıllardır profesyonelce yapan bir takıma karşı aynı yöntemi kullanmanın (gerçi bu yöntemi o takım hala profesyonelce hatta daha da geliştirerek kullanmaya devam ediyor ama dur diyen yok) ilk bakışta adaleti bir nebze de olsa sağladığı düşünülebilir ama eğer acemiysen böyle eline yüzüne bulaştırırsın. bu takımın genlerinde yok o çünkü.

    başkan'dan bu kadar bahsediyorum diye "genç" tayfadan olduğum zannedilmesin. amacım gerçekleri söylemek. o tayfanın şu an fenerbahçe'ye en çok zarar veren oluşum olduğunu düşünüyorum. ya bu hallerini kendileri sorgulayıp yaptıkları saçmalıklara son vermeleri ya da -bunu söylemek bir taraftar için zor ama- tasfiye edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. onların istediği tarzda bir fenerbahçe yönetimi benim de aralarında olduğum bir sürü fenerbahçeliyi takımdan koparır.

    yıllar önce fenerbahçe'nin sağlık ekibinde çalışan çocukluk arkadaşım vardı. fenerbahçeliliğini size tarif edemem. en son türkiye kupasını (geçen senekinden bahsetmiyorum) aldığımız gün maçın hemen ardından top oynamak için buluştuğumuz mahallenin toprak sahasında deliler gibi kutlamıştık zaferi. her ikimizin de kardeşinin galatasaraylı olması sevincimizi daha hunharca yaşamamıza neden olmuştu. fenerbahçe'den ayrılmaya karar verdiğinde nerdeyse canı gibi sevdiği takımdan soğur hale gelmiş ve başkanla çalışabilmenin imkansızlığından dem vurmuştu.
    benim fenerbahçeliliğim bu süreçte biraz sallantıya uğramadı değil ama yine de tuzum kuru çok kopmadım. ama gözümüzün içine baka baka yaşadığımız o rezalet samet olayı ve bu olaya yeterince tepki göstermeyen teknik kadro, futbolcu, yönetici ve taraftarlar nedeniyle oldukça soğudum. serde fenerbahçelilik var o bozulma başka takımlarda olduğu gibi olmaz biliyorum ama oldu bir şeyler işte...

  5. Unknown dedi ki...

    fenerbahçeliliğim konusunda sıkıldığım, utandığım üç olay vardı öncesinde.
    ilki oğuz ile aykut'un gönderildiği gün ve o başkan denecek adamın tavrına şahit olduğum zaman dilimi. ki ilk istanbulspor maçında seyircinin her ikisini de bağırlarına bastığını gazetelerden okuyana kadar tek fenerbahçe maçı dahi izlemedim.
    ikincisi, 3 temmuz sürecinde de nasıl olduğunu daha iyi anladığımız, rüştü'nün dövülme olayı. gerçekten rezalet bir olaydı.
    üçüncüsü de izlediğim futbolcular arasında rıdvan'dan sonra en sevdiğim ve gerçekten imparator olduğunu düşündüğüm oğuz çetin'in isviçre maçı sonrası kendisine "lan kaçıyorlar baksana, sen de koş, sen de tekmele" diyen hocasına cevap veremeyip kafası kesilmiş tavuk gibi saçma salak koştuğu an. o andan sonra benim kişisel tarihimde oğuz çetin diye biri yok olmuştur. üstelik daha sonraları da aynı kişinin koltuğunun altına girmekten çekinmeyerek ne kadar haklı olduğumu adeta ispat etmiştir.
    ve bu son samet olayı...
    alex'in gönderilme biçimi, geri alınan istifalar komedyası, çok daha önceleri saha basıp futbolcu dövmeler, sigmalar, mtk'lar... bunların hepsi taraftarlık kültürümüz içinde iyisiyle kötüsüyle hazmedecğimiz konular. bunlara sabretmeyi öğrendik. ama bizi yönetenler sabrımızın sınırlarını merak edip ölçmek istemişler demek ki. ya da yönettikleri kulübün büyüklüğünü unutup kişisel ihtiraslarının kurbanı olmuşlar.

    bu ihtirasın olumsuz anlamda meyvelerini topluyoruz son dönemde. oturup şöyle geniş geniş durum değerlendirmesi yapıp akılcı kararlar alabilecek yapımız yok. yine sezon bitecek ve şampiyonlar ligi ön elemesine kadar bir arpa yol alınmayacak (hatta teknik direktörümüz bile belli olmayabilir). yargıtay sürecine kilitlenip kalmış bu yönetim de yine bir sezonu daha heba edip gidecek.
    halbuki teknik anlamda eksikler çok açık ve karmaşık bir tespite de gerek yok.
    defans göbeği, orta sahaya "adam eksiltme, dripling özelliği olan" bir ya da iki oyuncu, forvete de "mutlaka ama mutlaka adam geçme özelliği olan" ve gol pozisyonu anında sakin kalabilip en iyi vuruşu yapabilecek kalitede biri lazım (gol atma becerisi aykut kocaman'ın gençlik hali gibi biri lazım diyeceğim ama beni döver diye korkuyorum).
    bu tür bir yapılanmayla sahada oynanan oyunu izlenir hale getirsin fenerbahçe ve bizden sabır istesin. istedikleri kadar da verelim ama bu çağ dışı oyundan uzaklaşacaklarına dair emareler isteriz.

    yıllar önce fenerbahçe ilk kez ciddi bir yapılanma dönemine girmiş, stat yıkılmış ve bazı radikal kararlar alınmıştı. o

  6. Signature dedi ki...

    @Vedat CanKilic Ben yaptığım yorumda karşı görüşe saygısızlık gibi bir tavır göremiyorum açıkçası.Yazıda bir fikir var ben de kendi fikrimi söyledim.Gayet bağımsız bir taraftarım.Ne yönetimden bir tanıdığım var,ne bir gruba mesubum.Yönetim kesinlikle daha profesyonel hale gelmeli ki bu ya Aziz Yıldırım'ın "ehlileşmesi" ile ya da toptan gitmesiyle gerçekleşir ki zaten bu sene kadro olması gereken düzeyde değil diyorsak bunun sorumlusu Kocaman değil günü düşünen yönetimdir.En basitinden Meireles bir hafta önce alınmış olsa takım ŞL'de mücadele etmiş olacaktı.

    Artık küçük hesapları bırakalım.Neden elenemedi!?!? diyerek takımımıza kızdığımız Benfica sadece son 4 yılda nerdeyse Galatasaray Fenerbahçe ve Beşiktaşın tarihi boyunca kazandığı başarılar toplamını elde etmiş.Bunun sebebi onların bir ekol olması,planlı programlı bir makine olmasıdır.Ben sıkıldım artık Türkiye'deki olumlu olumsuz durumlardaki gündelik parlamalardan,çalkantılardan.Taş gibi hücum futbolu oynatan Daum şampiyon olamadığı için gönderildi,Zico şampiyon olamadı gönderildi.Suçlu sadece yönetim değil,taraftar.Aziz Yıldırım koltuk sevdalısı evet,ama o koltukta kalmak için taraftarı memnun etmek zorunda.Bunun içinse en iyi şey istifası isteneni gönderip taraftarın sesine kulak veren adam olmak.Yani her teknik direktörün istifasını taraftar istedi,biletini yönetim kesti,daha 1 sene bile geçmeden o gidenler badem gözlü oldu.Eminim Aykut Kocaman gidip Jürgen Klopp gelse -ki olsa süper olur- o da kötü teknik direktör,oyunu okuyamıyo,çıkarttığı ilk 11'e bak,korkak oynatıyo,vizyonsuz denilerek gönderilir.

  7. Unknown dedi ki...

    süreç başlamadan hemen önce şenes erzik; "fenerbahçe kendisine üç yıllık bir süre belirlemeli ve bu süre için yapacağı yapılanma için taraftarından sabır istemelidir. taraftar da sabretmelidir. bu fenerbahçe'nin bu sürede şampiyon olmayacağı anlamına gelmez ama olmasa da taraftar sabretmelidir" demişti.
    fenerbahçe'nin şu anki devasa boyuta gelmesinin temellerinin atıldığı seneydi. sabretmeye hazırlamıştık kendimizi.

    o yıl şampiyon da oldu fenerbahçe.

  8. Unknown dedi ki...

    saha içi verilerini tam olarak bilmiyorum ama bence bu senenin en kötüsü açık ara volkandır..

    omuzundan sakatlandıktan sonravolkanda büyük düşüşü oldu ligin sonuna doğru toparladı biraz ama bu sezon rakiplerin ilk ataklarında attıkları gollerde bence volkan hep hatalıydı..

    keşke sakatım diyerek 10-15 haftya formayı merte teslim etseydi..hem mert gelişirdi hemde eminimki 5-6 puan fazla toplardık bu da bizi şampiyonluk yarışında tutardı..

    birde artık fikstür çekimlerine müdahale edilip gs ile son maçlarda oynamak ts nin ya da şampiyonlukta rakip olabilecek takımların(4 takımın) bizi takip etmemesi sağlanmalı..

  9. Sosyal_FB dedi ki...

    Affına mahcuben Gürman, aşağıdaki paragraf müthiş diplomatik gözüküyor. Fenerbahçe'nin iyi yönetilip yönetilmediği konusunda "tartışmaya açık" şeyler neler sence?

    Daha doğrusu bu "yönetme" işi, nereden sonra tartışılmaktan çıkıyor, diye düşünüyorsun?

    İti ite kırdırmak. Taraftarı polise kırdırmak. Bunlar tartışmalara dahil mi?

    Hakikaten yönetimin "bir bütün olarak" yönetim olduğunu düşünüyor musun?

    Ya da bu "bütün yönetimin" bir izahat bütününe sahip olduğuna gerçekten inanıyor musun?

    Şüphesiz bizlerden çok daha fazla şey biliyorsun ama ben büyük ve biraz da içi kolay dolmayacak bir iyimserlik içinde yazmış olduğuna inanıyorum.

    * * * * * *

    Yine de bütün bu sorunlar yumağını Fenerbahçe’nin iyi yönetip yönetemediği, doğru bir iletişim ile kendi taraftarı ve kitlesi ile iletişime geçip geçmediği, yönetim organın bu konuda yeteri kadar inisiyatif alıp almadığı da tartışmaya açık. Tartışmaya açık derken, şüphesiz yönetimin yapılması gerekenlerin neden yapılamadığını ve nelerin nasıl yapılmasının planlanıp da hayata çeşitli sebeplerle geçirilemediğine yönelik iyi bir izahatlar bütünü bulunmaktadır. Bu izahatları büsbütün reddedecek, hepsinin geçersiz olduğunu da söyleyecek değilim. Ancak icra organlarının görevinin de mazeret üretmekten ibaret olmadığını, aynı zamanda liderlik etmek, süreç yönetmek, bazen risk almak ile de ilgili olduğunu bir kere daha ifade edeceğim.

Yorum Gönder