Türkiye'nin Olmayan Spor Politikası



Bilindiği gibi ya da aslını söylemek gerekirse pek bilinmediği gibi bu kış Erzurum’da Kış Üniversite Oyunları düzenlenecek. Organizasyon fetişisti bir ülke olduğumuz için herhangi bir planlama, strateji ya da spor politikası falan gibi kaygılarla değil, şanımız yürüsün diye bazı organizasyonlara aday oluyoruz ve bu organizasyonların nimet-külfet dengesinde sürekli açık veriyoruz.

Bırakın kış olimpiyatları için gerekli donanımı, doğru düzgün modern kapalı spor salonu olmayan bir kentte milyonlarca dolar yatırımla buz pateni salonu, atlama kuleleri, kayak pisti falan yaptık. Üstelik bu organizasyon tıpkı İzmir’de düzenlediğimiz Yaz Üniversite Oyunları gibi dünyada kimsenin sallamadığı, birinci sınıf sporcularını yollamadığı bir organizasyon. Yani bu organizasyon sonunda şu kadar liralık tanıtım yaptık gibi bir palavrayı atmak da kolay değil çünkü oyunların uluslararası bir bilinirliği yok.

Spor namına bir strateji, futbol dışı sporlarda çizilmiş bir yol haritası, olimpik sporlara katılacak oyuncu yetiştirme gibi konularda en ufak bir uzun vadeli planımız olmadan bu kadar masraf yapıp bir organizasyona girişmek tam anlamıyla bir saçmalık. Biz bu kış oyunlarını almadan önce 20 senelik bir plan yapsak, bu oyunlarla artan ilgiden sonra Erzurum, Kars, Erzincan, Iğdır gibi yerlerde düzenli olarak kış sporları için sporcu yetiştiren bir organizasyonun temelini atsak o zaman hep birlikte bu organizasyonun alınmasını, milyonlarca dolar yatırımı falan destekleyelim ama hepimizin bildiği gibi böyle bir organizasyon olmayacak. Takriben bir sene sonra “ne olacak bu atlama kuleleri boş boş bekliyor” diye yerel meclis soru önergesi verir, buz pateni salonu soğuk hava deposuna falan dönüşür.

Bir organizasyona evsahipliği yapmak istiyorsanız o ülkede, o kentte bir takım şeyleri değiştirme şansını elde edersiniz. Eğer uzun vadeli bir hedefiniz, aklı selim sahibi spor yöneticileriniz varsa uluslar arası organizasyonlar bir ülkenin sporuna sınıf atlatabilir.
1992 olimpiyatlarından önce Avrupa’nın en pis şehirlerinden biri olan Barcelona’nın olimpiyat sonrası bir spor başkentine dönüşmesi bunun en güzel örneği. 1992 olimpiyatları için şehre yapılan tenis kortlarının atıl kalmayıp doğru düzgün bir tenis seferberliğine tahsis edilmesiyle 2000'li yıllarda tenis dünyasının altını üstüne getiren İspanyol raketlerin önü açıldı. Peki o kadar gürültüyle şamatayla aldığımız İzmir’deki Universiad sonrası İzmir’de hangi spora ilgi arttı acaba? Daha önce çıkmayan hangi İzmirli sporcular bu organizasyon için yapılan tesislerin imkanlarıyla elit birer sporcu haline geldi? Hangi İzmir kulübü bu olanakları bir altyapı hamlesine dönüştürdü? Bugün üzülerek görüyoruz ki 100 yıllık Karşıyaka kulübü bile kadın voleybol şubesinin kepenklerini indirmemek için taraftarın kendi aralarındaki olağanüstü dayanışmasıyla topladığı paralara muhtaç hale geldi.

Türkiye bu organizasyonları bir altyapı hamlesinin ateşleyicisi, bir spor politikasının enstrümanı olarak almadığı müddetçe bu organizasyonlar israftan başka bir şey değil. Son 10 yılda basketbolda Avrupa ve Dünya Şampiyonası düzenledik, voleybolda hem erkekler hem kadınlarda Avrupa şampiyonası yaptık, sanırım 99‘da Avrupa Yüzme Şampiyonasını düzenledik, daha geçen yıl halter ve eskrim şampiyonları yapıldı Antalya’da. Bu organizasyonların hangi birisi bu ülke sporu için ivme kazandırıcı oldu? 2001'de basketbolda Türkiye Avrupa ikincisi olduktan iki ay sonra üç büyük kulübün başkanı spor bakanına basketbol şubelerini kapatabileceklerini söylemişlerdi. Voleybolda ülkenin en köklü iki takımı Ankaragücü ve Karşıyaka şubenin faaliyetlerini askıya aldı ya da son anda döndü, yüzmede değişen hiçbir şey yok hala veteran kategorisine giren Derya Büyükuncu’yla katılıyoruz her organizasyona.

Bizim bu evsahipliği organizasyonlardan murad ettiğimiz şey anlık bir dalgalanma, “uh ah 12 dev adam”, “filenin sultanları”, “potanın perileri” falan diye turnuva düzenlenirken gaza gelmek, o turnuvada başarı kazanmak, ondan sonra bir sonraki ev sahipliğine kadar her şeyi unutmak. Böyle günlük sloganlarla da spor ülkesi olunmuyor doğal olarak. Türkiye’de adına spor kulüpleri denen kulüplerin gerçekten spor kulübü falan olmaması aslında mesele.

Fenerbahçe’nin hakkını yemeyelim, futbol dışı sporlara son yıllarda gerçekten ciddi katkı verdi, son olimpiyatlara Türkiye adına katılan sporcuların neredeyse yarısını kulübün bünyesinde barındırıyordu. Fakat sadece Fenerbahçe’yle olacak şeyler değil. Eğer gerçekten sporda bir hamle yapmak futbol dışı sporlarda da olimpik dallarda da yarışmak istiyorsak diğer kulüplerin ve medyanın elini taşın altına sokması lazım.

Futbola gömülmüş vaziyetteyiz, insanların dünyasını zenginleştiren futbol bizim ülkemizde öyle bir hal aldı ki diğer sporların iflahını keserek dünyamızı çoraklaştırıyor. Voleybol Dünya Şampiyonasını yayınlayan NTV maçları anlatmaya Japonya’ya spiker göndermeye tenezzül etmiyor, bir muhabir bir kameramanla idare ediyorlar 20 gün sürecek Dünya Şampiyonasını. Kadınlar Dünya Basketbol Şampiyonası 180 ülkede yayınlanırken bu ülkenin 50 ulusal televizyonunda ve hiçbir digital platformunda kendine yer bulamadı, Kış olimpiyatları bile doğru düzgün yayınlanmadı bin tane kanalı olan TRT tarafından.

Futboldan kafasını kaldırmayan, 7 gün 24 saat Rıdvan - Sergen - Sergen - Rıdvan şeklinde spor anlayışı olan spor kanallarıyla, basketbol maçlarının bile istatistiklerini doğru düzgün vermeyen spor gazeteleriyle, spor organizasyonlarını kendi seçim bölgesine selam vermek için kullanan sporu yönetenler üzerinde bir dördüncü güç baskısı oluşturmak da haliyle mümkün değil. Belki Almanya’daki 3.nesil Türklerden tenisci, yüzücü, bobsleighcı, Alp disiplini yarışcısı falan çıkarsa erken yaşlarda vatan, millet Sakarya edebiyatıyla, ailelerini taciz ederek, Türklüklerini ispata çağırarak sporda bir hamle yapabiliriz. Bu topraklar sporcu yetiştirmek için son derece bereketli topraklar olmasına rağmen organizasyon kelimesi bu topraklara yabancı kaldığı müddetçe sadece organizasyon fetişizmimizi tatmin ederiz. Sporcu yetiştirmek yok yola devam.


1 comments:

  1. Cengiz dedi ki...

    Bir spor politikamız var aslında. bireysel çabasıyla biryere gelen bir sporcuyla övünmek, iş maddi desteğe gelince yan çizmek (ki bu esnada profesyonel ve zengin sporculara "dev" primler vermek), bu sporcuyu ilk fırsatta magazinel polemiklerle yerin dibine batırmak, antrenörünü aforoz etmek ve nihayetinde en verimli çağında sporu bıraktırmak... işte bizim spor politikamız...

    spor kulüplerimiz kalantor yöneticilerin vitrini, prestij arenası, medyamız rating avcısı, insanımız ise televizyon sporcusu olduğu sürece tek politika budur.

Yorum Gönder