Ocak Ayında Gelecekle Geçmişin Çarpışması Var
Mosturoğlu ile Ali Koç 27 Ekimde meşhur basın toplantılarını yapmadan önce sorun diye sayılabilecek her şey bu takımda vardı. Tribünlerle kavga eden bir başkan, hatalı transferler, teknik direktöre saldıran bir medya, katastrofik bir yenilgi, kötü bir kadro, şevkini kaybetmiş yığınlar ve büyük bir iletişim faciası. 27 Ekim belki her şeyi düzeltmedi, ancak o günden bugüne daha iyiyiz. Yönetim içerisindeyse herkese umut veren biri var. Bir zamanlar “Başkan olma idealim var” diyen biri. Ali Koç.
27 Ekime giden süreç insanın tüylerini ürpertebilir. Zico’nun gidişi bir infialdi, Aurelio’nun gidişi kalp kırıklığı, Kayserispor maçı ise sadece isyan. Hepimizin canını acıtan şey, Türkiye’nin finansal olarak en güçlü takımının, en fazla “profesyonel” kelimesiyle yanyana kullanılan markasının tam göbeğindeki problemi görememesiydi. Tam bir sezon boyunca kanatlar “eksiğiz” diye bağırıyor, Aurelio’nun gidişi önlibero mevkiinde de yeni bir sorun yaratıyordu. Başkan, neredeyse gamsızlıkla, eskisinden de iyiyiz diye bağırdı herkesin suratına, “Yürüye yürüye şampiyon olmalıydık”. Yeni hoca, yeni bir sistem ve yetersiz oyunculardan şampiyonluk değil, galibiyet bile bekleyenlerin sayısı bu kadar azken daha da ileri gittiler, bunlar hiç yokmuş gibi demeç üstüne demeç, açıklama üstüne açıklama yaparken adeta bir hayal dünyası yarattılar. Türkiye’nin en iyi kadrosuydu, Şampiyonlar Ligi’nde geçen sene ulaşılan başarının bile üstüne çıkılacaktı.
Hakikat hep buz gibidir. Antep, Hacettepe ve Kayseri kimsede mecal bırakmadı. Porto ve Arsenal maçları ise malumu ilan etti. Soğuk gerçek ortada duruyordu, takım yetersizdi.
Takımın ihtiyacı yeni bir liderlik anlayışıydı. Nobran, ben bilirimci, sorun tespit edemeyen ve dalkavukluk ile yalakalık sınırında gezen alkışlar arasında kaybolan bir “tek adam” diktasının başaramayacağı bir şeydi bu: Hatayı tespit etmek ve sonra çözmek için hareket etmek.
Ali Koç bu durumda doğru zamanda, doğru yerde olan doğru insandan daha fazlasıdır. Ali Koç kendi yönetimi içerisinde kimsenin cesaret gösteremeyeceği bir cesaret göstermiş olmalı, aksi halde medya önüne Aziz Yıldırım’ı da geride bırakıp çıkamazdı. İçeride neler döndüğünü bilmiyoruz ancak 27 Ekim’i gördük. “Gelinen noktada her şey toz pembe” değildi, “futbolcular performanslarını gösteremiyordu” ve “iletişim konusunda hata yapılmıştı”
Dolayısıyla Ali Koç bir kriz zamanında basiretli bir yöneticinin yapması gereken her şeyi yaptı. Özeleştiri sürecini kamuoyuna açtı. Güven tazeledi. Sorunların tespit edildiğini ve fark edildiğini insanlara beyan edip yönetimin kör döğüşe teslim olmadığını gösterdi. Sorunları tespit eden bir yönetim, sorunlarını çözebilecek olan bir yönetimdir. Eğer bir kadro güven tazelemeyi, kamuoyu iletişimini ve problemleri önemsediğini gösteriyorsa elbette kredi kazanacaktır. Bu basit PR taktiği ilk adım olmak için iyi ancak yetersiz olabilirdi şayet Ali Koç takıma da el koymasaydı.
Medyadan öğrendiğimiz kadarıyla futbolcularla birebir görüşmeler, özel toplantılar, yönetim kademesinde yapılan sürekli bilgilenme çalışmaları ile takım içerisinde de eksik olan motivasyon sağlandı. İktidar harekete geçmişti. Yalnızca iktidar alıştığımız gibi değildi, bu sefer yüzü Ali Koç’tu.
Şimdi karşımızda modern bir akılla iletişim ve yöneticilik stratejilerini kullanan, çoklu müdahale yapabilme egzersizine sahip ve kriz yönetiminde kümülatif bir beceriye sahip bir lider adayı varsa ikinci kırılma noktası transfer konusunda olmuştur.
14 Aralıkta Ali Koç Fenerbahçe’nin transfer yapacağını açıkladı. “Yoğun bir transfer dönemi” bizi bekliyordu. Bu daha önce yaptığı konuşmalar ve hareket tarzıyla tutarlıdır. Madem sorunlar var ve tespit ediliyor o halde çözülmesi için de hareket edilecektir. Kadro yetersizliği de herhalde muz ithalatı ile değil ancak transfer ile çözülebilir. Taraftar bu hareketi alkışladı.
18 Aralıkta ise başka bir şey yaşadık. Ali Yıldırım, “En çok bir transfer yaparız” dedi. “Kriz” vardı ve bu “krizden en büyük yarayı klüpler almıştı”
Aynı tarihlerde Aragones de transfer istemediğini söyledi. Ocakta yapılan transferler “ahengi” bozuyordu.
Şimdi yönetim içerisindeki temel taş denilebilecek iki kişi birbirlerinin tam zıddı iki açıklama yapmış, hoca ise bunlardan büsbütün habersizmiş gibi transfer istemediğini söylemiş ise ne düşünmemiz gerekir? Yöneticiler, o anki halet-i ruhiyeleri ile, anlık kararlar vermekte, böyle emosyonel olarak mı davranmaktadır yoksa ortada bir kasıt mı vardır? Daha ciddi olarak Ali Koç bunu söyledikten sonra Ali Yıldırım’ın açıklaması, gelecekte başkan olma şansı olan iki oyuncunun ciddi ve hesaplı bir “iktidar” mücadelesi midir? Ali Yıldırım, Ali Koç’un potansiyel başkanlığının önünü böyle bir hamleyle kesmek mi istiyordu? Ali Koç transfer yapılacak dedikten sonra transfer yapılmadığını düşünün, bu tip bir durum Ali Koç’un camia içerisindeki prestijini elbette etkileyecekti.
Gerçekte ne oldu bilmiyoruz, önümüzde hala uzun bir süre var. Gökhan Emreciksin transferinin bittiği söyleniyor. 5 Ocaktan sonra kapsamlı bir transfer planı olduğu ortalarda dolaşıyor. Zamanın ne göstereceği belli değil.
Ancak toplam şudur, Ali Koç 27 Ekimden itibaren artan bir ivmeyle başkanlık performansına hazırlanmaktadır. O tarihten bugüne politika belirleyici konumuna yükselmiş, yapının temel iletişim ve strateji belirleme insiyatifini eline geçirmiştir. Mevcut hareketleri de böyle bir göreve yalnız layik olduğunu değil, bunun Fenerbahçe için önemli de bir şans olduğunu göstermektedir. Karşımızda modern bir lider var, milyar dolarlık bir şirketi yönetme becerisine sahip, toplam yönetim becerileri modern çağın gereklerine uygun olarak gelişmiş ve strateji koyabilen, büyük bir vizyonu olduğu yansıması yaratan biri. Şarkiyatın tek adam, emir komuta zinciri ötesinde, kitle iletişimi, planlı hareket gibi değerlere sahip bir yönetim aklı.
Önümüzdeki Ocak ayında göreceğimiz yalnız bu sene şampiyon olup olamayacağımız veya kimlerin transfer edilip edilmeyeceği gibi “basit” ve “sıradan” bir sorunun cevabı değildir. Önümüzdeki ocak ayında Fenerbahçe’nin 2010’lu yıllarda nasıl bir yönetim aklına sahip olacağına da göreceğiz. Taraflar modernleşen, kurumsallaşan, çağdaş bir yönetim aklıyla, tek adamcı, usulü şarkiye despotizmidir. Eğer ocak ayında transfer dönemi “yoğun” geçerse, anlaşılacak tek şey vardır, Ali Koç Başkanlığa yürümektedir, yönetim insiyatifini ele geçirmiş ve artık takımı belirleyecek pozisyona ulaşmıştır. Eğer aksi olursa, Fenerbahçe Ali Koç’tan daha fazlasını kaybetmekle karşı karşıyadır, Fenerbahçe günübirlik, konjuktürel ve Turkcell Süper Lig şampiyonluğu ile tatmin olacağı birkaç sene daha yaşamaya kaderlenmiştir.
Ocak ayına işte bu gözle bakın, olan yalnızca transfer değil, olan Başkanlığın geleceğidir.
25 Aralık 2008 03:04
Ne acı Fenerbahçe'nin transfer durumunu irdelerken bile sinir merkezlerinin savaşımlarından bahsediyor olmak. Maalesef bu, Fenerbahçe'de bir hikmet-i hükümet geleneği olmadığının en açık göstergesi. Bir Galatasaraylı olarak değil amma bir futbolsever ve bir tarihsever olarak Fenerbahçe tarihine baktığım zaman da bu durumun onlarca tezahürünü görebiliyorum şahsen: Fenerbahçe yönetimi, ekseriyetle, Fenerbahçe'yi iktidar odağı olarak kullanıp muktedir olmak isteyen, egosu incinmiş ve bu yüzden pragmatist bir hamle yapma zorunluluğu hisseden insanlara sahnelik etmiş.
Uzunca bir süredir bu minvalde bir yazı bekliyordum, tamam Aziz Yıldırım gitmeli ama kim gelmeli? İkame fikirler olmadan status quo değişebilemez, değişmemeli de. Ali Koç elbette Fenerbahçe'nin Barack Obama'sı imajında şu an, altında belli sebepler var. Ama hepsi legit mi?
Birincisi, 27 ekimin bir kilometre taşı olduğu fikrine kapılmıyorum. Bunun en temel sebebi de, Şekip Monsteroğlu gibi şaibeli ve "başkanın adamı" sıfatını sonuna kadar hakedecek işler -gerek federasyonda gerek Fenerbahçe'nin iç politikasında- yapmış bir adamın Ali Koç'a ekürilik ederken, geleneksel çemkirme ağzından vazgeçmemiş olması.
27 ekimi benim algılayışım, çok ama çok kötü giden bir durumda yaşanan bir galibiyeti değerlendirmeye çalışmak yani dupeduz oportunizmdir. Devam edeceği söylenen ilişkileri bir elimize alalım. Diğer elimizde de yaşanan yenilgilerden,elenilen Avrupa kupalarından sonra suspus olunması durumu olsun. Hepsi bize 27 ekimin bir adrenalin enjeksiyonu olduğunu gösterecektir. Hala aritmiye sahipsiniz, hala düzgün çalışmıyor kalbiniz ve gangren olmak üzeresiniz.
Daha iyi olduğunuza katılmıyorum. Bu sezon boyunca Fenerbahçe'nin oynadığı her maçı 90 dakika izledim, hiç bir maçta bir ışık ya da bir parıltı görmedim. Fenerbahçe'de öykündüğüm tek futbolcu olan Deivid'e bile çemkiren bir taraftar/seyirci kitlesine sahip olunması bile, durumun inandırıcılıktan uzak olduğunu kanıtlar nitelikte diye düşünüyorum. Bunu bir forum ağzına çevirmeye gerek duymadan ve "siz öyle yaptınız, korundunuz, kollandınız" kontekstine sokmamaya imtina ederek söylüyorum ama çoğu maçta hakemlerin bariz hataları yüzünden, kötü futbolunuz skorbordda tolere edilebilir bir kimlik kazandı sadece.
Transfer konusunda herhangi bir yetkinlik ile başarıya ulaşacağınıza inanmıyorum. Sorunlarınız kanatlar ya da göbekler ya da defanslar ya da ofanslar değil, daha temelde bir eksiği var Fenerbahçe'nin ki o da PVH'sizlik, Tuncay'sızlıktır. Üstelik, altyapısı katiyyen işlemeyen, genç oyuncuları elde tutma standardı Olcay gibi olabilirliği olan bir oyuncuyu göndermekken Yasin gibi vırtgel ağızlı bir gerizekalıyı açıklamaları yüzünden elde tutmak olan bir klubün transfer ile kurtulacağından medet ummak, günü kurtarmaktır ki ben futbol takip ettiğimden beri böyledir Fenerbahçe'nin modus operandisi. Ara transferin sağlıksız ve güvenilir olmasına, başınızdaki "Menajerler ve Alex Tavsiyesi Belaları" lanetine hiç değinmiyorum bile.
Son olarak Ali Koç'un kimliğine değineyim. Ali Koç yönetsel açıdan tecrübeli biri olabilir, prezentabl görüntüsüyle, doğru zamanda doğru pozisyon alma oportunizmiyle taraftarın gönlünü kazanmış olabilir ama her halükarda futbol klubü yöneticiği, bilhassa Fenerbahçe gibi bir klubün yöneticiliği, semirmiş abinin yönettiği holdingde yönetim kurulu üyeliği yapmaktan farklı ve daha değişik mekanikleri olan bir şeydir. Bu minvalde, Ali Koç'un tecrübesizliği aşikar. Adnan Polat ve Yıldırım Demirören örnekleri bu durumu anlatmak için biçilmiş kaftanlar. Adnan Polat daha etkin ve daha "bütün" bir yöneticilik anlayışına sahip, Demirören ise futbol yöneticiliğini monetarizm kavramı üzerinden algılayan biri. Aralarındaki fark Adnan Polat'ın öncül deneyimleri ve Yıldırım Demirören'in "param varsa, yaparım" söylemidir. Yanisi şu, delando est Carthago, hemen, şimdi ve yeni kurulacak olan imparatorluğun temelleri sağlam değilse, yerine yeni bir Hanibal çıkacaktır şüphesiz ki. Üstelik Aziz Yıldırım'ın savaş teknikleri, Sun Tzu'yu şaşırtacak niteliktedir. Muhalefetle ilişkiler konusunda Abdülhamid'e benzetiyorum Aziz Yıldırım'ı. Ya Abdullah Cevdet'e yaptığı gibi muhalefeti asimile eder, ya da Mithat Paşa'ya yaptığı gibi boğulmasına ön ayak olur. Umarım Ali Koç'un akıbeti de bir "jön" olarak onlara benzemez. Çünkü Fenerbahçe'nin başına bir Ali Koç geçerse, sadece Fenerbahçe mekanikleri değil, Türk futbolu mekanikleri değişecektir. Bu da bir futbolsever olarak, en büyük temennim.
25 Aralık 2008 18:24
Aziz Yıldırım'daki ego oldukça büyüdü. kendisini çok sevmeme rağmen artık Fenerbahçe'ye zarar veriyor diye düşünüyorum. Spor kompleksinide yapsın sonra giderse gitsin ama yerine kesinlikle Ali Koç gelmeli ama kongre buna izin verir mi? meçhul.