Bizim Büyük Kurgumuz



Kısmet Erkiner'in neden bu kadar süre beklediğini bilmiyorum. Hangi sebeple konuşarak bu yolu açtı, neden bugün ve neden dün değil? Bu soruların cevaplarını hepimiz heyecanla merak ediyoruz. Ancak bu merak bizim somut olarak karşımızda olanı görmemizi engellemiyor. Bugün bunu ve içinde bulunduğumuz koşulları bu çerçevede yeniden değerlendirmek zorundayız.

Kısmet Erkiner aynen şöyle diyor:

UEFA'nın CAS'a vermiş olduğu savunma var. Bu savunmanın 6.3 paragrafında diyor ki UEFA 'Şayet TFF elinde bulunan delillerden tatmin olmaz ve kulüp yetkililerinin şike yaptığı konusunda bir karara varamazsa, UEFA'ya kulübü Şampiyonlar Ligi'nden çekmenin erken bir karar olduğunu söyleme yetkisindedir. TFF bu savunmayla bize Fenerbahçe'yi ihraç edeceğini bildirmeseydi biz onu oynatırdık


Daha sonra Mehmet Ali Aydınlar da bir açıklama yaparak istifa ediyor, açıklamanın ilgili paragrafı şöyle:

Derhal bu açıklamaların doğruluğunu araştırdım ve ilgili raporun maalesef federasyonumuza 6 Eylül ve 3 Kasım tarihlerinde ulaştığını bugün öğrendim. Böylece Sayın Erkiner’in ifadelerinin doğruluğunu tespit etmiş oldum. Kendisine uyarıları nedeniyle teşekkür ederim.


Şike soruşturması başladığından beri en kritik an kesinlikle Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligine katılmaktan men edilmesi oldu. Bunun önemini anlamak için süreci baştan şu şekilde tekrar okuyabiliriz.

12 Haziran Seçimleri ve Ötesi: Yürütmeye bağlı bir yargı

12 Haziran 2011 tarihinde yapılan seçimlerden önce Başbakan Erdoğan'a şike soruşturması ile ilgili bilgi verildiğini, kendisine futbolu belirleyen bir örgüt olduğu, bu örgütün takip edildiği ve örgüt yöneticileri arasında Aziz Yıldırım'ın da olduğunun söylendiğini biliyoruz. Bu konu bütünüyle spekülasyon uzak. Zira uygulamada İçişleri Bakanlığı'na bağlı birimler tarafından yönetilen gizli dinlemeler ne kadar "gizli" olursa olsun, bu gizliliğin siyasal iktidara zarar verebilecek konularda "politik bir karar" aradığı artık malumun ilamı.

Bu temel saptamanın iki önemli delili var. Birincisi Başbakan'a 2 Temmuz 2011 tarihinde konu hakkında bir "brifing" verildi.[1]

Birgün Gazetesi, 3 Temmuz 2011
operasyonun başlaması için Başbakan Erdoğan'ın da izni alındı. Önceki akşam, Sinan Erdem Spor Salonu’nda düzenlenen İstanbul Aydın Üniversitesi’nin 6’ncı dönem mezuniyet töreninin ardından 3 saat spor salonundan ayrılmayan Erdoğan’a bu konu ile ilgili bir brifing verildi. Başbakan'ın onayının ardından operasyon için düğmeye basma kararı alındı.


İkincisi ise Mehmet Baransu kaynaklı bir iddia. [2] İddia şöyle:

Gümüşdağ, Başbakan Erdoğan’ın Federasyon başkan adayıydı aslında. Ancak şike soruşturması devam ederken, kolluk güçlerinin Başbakan’a sunumunda isminin şike soruşturmasında geçeceğinin öğrenilmesi üzerine, Başbakan’ın emriyle bu adaylıktan çekilmek zorunda kaldı. Gerçek buydu ancak kameralar karşısında farklı bir açıklamayla, Aydınlar’a destek vermek için adaylıktan çekildiğini açıkladı.


Kaynağın güvenirliliği malum. Ancak kaynağın İçişleri Bakanlığı ve Emniyet kaynaklarına kolayca ulaşabildiği de malum. Dolayısıyla kendisine ilgili kaynaklardan Başbakan'a bir sunum yaptıkları ifade edilmişse, bu bilginin gerçek olabileceği ihtimali üzerine hareket edebiliriz.

Göksel Gümüşdağ 15 Haziran 2011 tarihinde adaylıktan çekildi. [3] Buna göre emniyet güçlerinin seçimlerden önce Başbakana bir sunum yapmış olması gerekiyor. Bu da bizi iddiamızın doğru olduğu sonucuna götürüyor.

Başbakan seçimlerden önce Fenerbahçe'nin de dahil olduğu bir çok kulübe ve kişiye yönelik bir "şike" operasyonu yapılacağını biliyordu. 3 Temmuz 2011 tarihinden en azından "bir gece" önce kendisine bu konuda bilgi verildi ve operasyona başlamak için izin alındı.

Bu da bizi daha dolaysız bir sonuca götürür. Yargının bir suçla mücadele etmek için Başbakan'dan izin almak zorunda olduğu bir ülkede "yargı bağımsızlığı" yoktur. "Hukuk devleti" diye bir ilkeden bahsedilemez. Yani soruşturmanın içeriği bütünüyle doğru olsa dahi, önümüzde çok daha temel, büyük bir sorun bulunur, Türkiye'de yargı suçla mücadele etmek için yürütmeden izin alıyorsa, bazı suçlara göz kapamak zorunda da kalıyordur ve Türkiye esasında bir hukuk devleti filan değildir.

Bu sorunu hanemize ekleyip sürece devam edelim.

3 Temmuz - 10 Temmuz: Futbolda 28 Şubat Taktiği

3 Temmuz ile 10 Temmuz arasında Türk kamuoyu inanılmaz bir propaganda çalışması ile karşı karşıya kaldı. (Detaylar için bakınız: 3 Temmuz'dan Bugüne: 3 Temmuz - 10 Temmuz)

3 Temmuz günü medya mensuplarına bazı futbolcuların para sayarken görüntüleri olduğu, Fenerbahçe'nin şike yaptığının kesin olduğu yönünde bilgiler sızdırıldı.

4 Temmuz günü taze milletvekili Hakan Şükür "öyle bir duruşunuz olmalı ki bu insanlar size yanaşmamalı" dedi, futbolda şikenin olduğunu "teyit" eder yönde açıklamalar yaptı.

6 Temmuz 2011 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü açıkça suç işledi. 19 Maçta şike ve teşvik primi tespit ettiklerini ifade etti. Bu ifadelerin çok daha hafiflerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin sayısız içtihat ile adil yargılanma ilkesine aykırı bulmuştu. Aynı gün emniyet Aziz Yıldırım'ın gözaltına alınması anı ile Sedat Peker fotoğraflı, silahlı bir görüntü kaydını montajlayarak yayınladı.

7 Temmuz günü seri tutukluluk kararları alınırken, Fatih Çekirge'ye "ismi verilmeyen" bir emniyet amiri "meslek hayatımın en kapsamlı dört dörtlük bir polis operasyonudur bu" diyordu.

8 Temmuz aynı 5 Temmuz gibi medyada yoğun bir şekilde konuşma kayıtlarını görebildiğimiz bir gün oldu. Korkunç manşetler atıldı.

9 Temmuz'da Fenerbahçe "yargısız infaz yapılmaması yönünde" ilk açıklamasını yaptı, 10 Temmuz'da Fenerbahçe taraftarı Topuk Yaylası ve Bağdat Caddesi'ne çıkartma yaptı, Aziz Yıldırım tutuklandı.

UEFA Kırılması: Ağız Tadını Bozan İlke "Masumiyet Karinesi

Ancak atlanılan bir nokta vardı. 7 Temmuz tarihinde UEFA bir basın açıklaması [4] yaptı.

UEFA Basın Bürosu Sözcüsü, Alman radyo ve televizyon kuruluşu ''Deutsche Welle''nin (DW) Türkçe Servisine yaptığı açıklamada, bir suç ispatlanana kadar kendileri için masumiyet esasının geçerli olduğunu belirterek, kendileri tarafından Fenerbahçe'nin maçlarının askıya alınmasının söz konusu olmadığını söyledi


Bütün süreci değiştiren kritik anlardan bir tanesi buydu. Neden?

1- İçişleri Bakanlığı'na bağlı birimler spor olsun diye Başbakan'dan "müsaade" istemediler. Tam tersine olayın "politik sonuçları" olabileceğini onlar da biliyordu. Bu sonuçların göze alınmasını talep ettiler. Neden? Çünkü ortada gerçekten de "buz gibi" bir şike suçunun varolmadığını kendileri de biliyordu. Biz de daha sonra görecektik ki, bütün suçlamalar temelde teknik takipte elde edilen telefon dökümlerinin çoğu zaman "hatalı" olarak yorumlanmasından ibaret. Bu şekilde bir "iddia yığını" kimseyi tatmin etmeyeceği için de insanlar "öfkelenecek", doğal olarak da hükümete yönelecekti.

2- İnsanların "hükümete yönelmemesi" için yoğun bir "kamuoyu bilgilendirmesi" veya daha net adıyla "propaganda" gerekiyordu. 28 Şubat tarihinde gördüğümüz usul ve esaslarla medyaya yalan yanlış bir çok "bilgi" servis edildi, medyanın istekli, görevli, arzulu mensupları da bu bilgileri kamuoyuna aktardı. Sürecin içerisinde "hükümetin de" dahil olduğu yönündeki bilgi özellikle yandaş medyanın sürece çok daha büyük bir iştahla sarılmasına, benimsemesine neden oldu.

3- Bu süreç sonunda beklenen Fenerbahçe taraftarının genel olarak sessizleşmesi, pasifleşmesi iken Fenerbahçe taraftarı tam da süreç yoğun bir propaganda ile yürütüldüğü, bu "bombardıman" insanlarda şüphe yaratmaya başladığı için isyan etti.

Yani Fenerbahçe taraftarının "daha da ikna" edilmesi gerekiyordu. UEFA'nın yapmış olduğu bu açıklama ise en hafif tabiriyle uygunsuz kaçmaktaydı. UEFA hem sürece dahil olmadığını beyan ediyor, hem "masumiyet karinesi" gibi bu dönemler pek de makbul olmayan ilkelere yollama yapıyor, hem de "baskı altına alınamaz, uluslararası" konumuyla bir meşruiyet de yaratıyordu.

Ancak UEFA başka bir şeyi daha bozuyordu.

Süreci kuranların kafasındaki şablon basitçe şuydu. 3 Temmuz günü gözaltı-> 10 Temmuz'a kadar yoğun propaganda -> Aziz Yıldırım'ın tutuklanması -> TFF'nin Fenerbahçe'yi küme düşürme kararı vermesi -> bu sayede konu hakkında "uzman" konumunda olan TFF'nin Fenerbahçe ve daha önemlisi Aziz Yıldırım'ın şike yaptığını onaylaması -> bedava elde edilen bilirkişi raporu ile mahkeme iradesinin de kolayca "ceza" vermeye sevk edilmesi.

Unutulan Madde

Halbuki TFF, UEFA'ya bağlı bir kurum ve TFF'nin bu kararı bu kadar aceleyle vermesi mümkün değil. Baskı kuran unsurlar ve onun gönüllü, istekli, şehvetli araçlarının hesap etmedikleri nokta, TFF dahi olsa bir kurum olarak belirli kurallar zemininde hareket etmesi gerektiğiydi.

Sadece TFF içerisinde de Porto kararını bilen, CAS uygulamalarına hakim, masumiyet karinesinin ne olduğu konusunda az biraz bilgi sahibi olan insanlar olduğu için değil, ortada buz gibi "TFF Disiplin Talimatnamesi'nin 61. maddesi" olduğu için. (bkz: TFF Disiplin Talimatnamesi)

Neydi o madde?

"MADDE 61 – SAVUNMA
(1) Savunma alınmadan ceza verilmez."


Böyle bir madde varken, TFF'nin "ceza kararı" vermesi mümkün değil. Mümkün olmadığı için de karar verici noktada bulunan bazıları, bu maddeye dayanarak kendilerinin bir piyon olarak kullanıldığı bu baskı ortamına karşı direnç gösterdiler.

UEFA Öcüsünün Doğuşu

Dolayısıyla sürecin farklı bir "strateji" ile yürütülmesi gerekiyordu. 10 Temmuz'dan sonra da propaganda yoğun bir şekilde devam etti ancak bu sefer propagandanın asli unsuru bulunan delillerin servis edilmesi değildi. Servis süreci daha düşük yoğunlukla devam etti ve "manivela" yani kamuoyu algısını oluşturacak kaldıraç değiştirildi.

Karşımızdaki zihin artık bize şunu söylüyordu: Deliller yeterli. spor hukuku gereği kanaatle karar oluşturulur, eğer mahkeme "tutukluluk kararı" için delilleri yeterli buluyorsa TFF da bulmalı. Şayet TFF bir karar vermezse UEFA gelir Türkiye'yi cezalandırır, yakar, yok eder, çok ağır yaptırımlarla karşılaşırız.

Bu sayede iç kamuoyuna "UEFA" bir sopa olarak gösterildi. UEFA'nın vereceği "yaptırımlar" abartıldı. Bu yaptırıma maruz kalınmaması için,

- savunma bile alınmadan,
- insanlar daha yeni tutuklanmışken,
- iddianame bile açıklanmadığı için kendileri hakkındaki iddiaları dahi bilemezken,
- kaç kişinin olaya karıştığı bile netlik kazanmamışken,
- soruşturma safhası hala devam etmekteyken,

karar verilmesi talep edildi.

12 Temmuz 2011 tarihli "Bu ateş üfleyerek sönmez", tam da bu manaya geliyor, hızlı, çabuk, seri ve adaletsiz bir kararla lincin tamamlanması.

Bu linç tamamlanmadığı için de UEFA kelimesi cepten bir bıçak gibi çıkartılıp, etrafa tehdit dolu bir bakışla sallandı, "hepimiz ceza alacağız, yanacağız, kül olacağız" bağırışlarıyla korku atmosferi daha da derinleştirildi ve TFF baskı altına alındı.

Medyanın ikincil işlevi: İlgisizleri ikna, ilgililerin yargılarını pekiştirme

Bu baskı alma sürecinde medyanın iki büyük işlevi oldu.

Birincisi medya kendisine iletilen bulguları hiçbir süzgeçten geçirmeden servis ederek kamuoyuna iletti ve bir psikoloji oluşturdu. Bu süreçte medya mensupları hem usulsüzce kendilerine iletilen bu bilgileri hiçbir ahlak kaidesi gözetmeksizin "değerlendirdiler" hem de temel demokratik ilkelerin bütününe gözlerini kapadılar. Kamuoyunu bilgilendirme görevini üstelenen medya mensupları, hiçbir basın ahlak kuralı dinlemeden demokrasinin tüm temel değerlerini yok ettiler. Bu temel değerleri hatırlamak, ifade etmek, masumiyet karinesi, adil yargılanma, soruşturmanın gizliliği gibi en basit kaideleri ifade etmek dahi medya mensupları tarafından görmezden gelindi.

İkincisi ise biraz daha çetrefilli. Kamuoyu yalnızca futbolla çok yakından ilgilenen, bu süreci takip eden insanlardan oluşmuyor. Bu insanlar zaten ilk çerçevede kendilerine sunulan "veriler" çerçevesinde bir konum aldılar. Nihayetinde bu "futbol"du. Bir oyundu. Hayatın temel alanlarından biri değildi ve çok da ilgilenmeleri gerekmiyordu. Dolayısıyla temelde insan hakkı ihlali olan her şey futbol üzerinden "normal", "olağan", "göz ardı edilebilir" hale getirildi. Kanaat önderleri açısından "bahse değmeyecek" bir "düşük" konudaki zaten "kirli" olduğu yönünde önyargılar bulunan insanlara yönelik insan hakkı ihlalleri "tatsızsa" da göz ardı edilebilirdi. Yani medyanın ikinci işlevi konuyla ilgisiz kesimleri "tarafsız" bir pozisyona itmek, konuyla ilgili fanatikleri de daha da ikna etmek oldu. UEFA öcüsü bu manada müthiş işlevsel bir konum aldı.

Fanatikler. Evet. Bu çerçevede ikiye ayırabiliriz. Fenerbahçeli fanatikler ve diğer fanatikler. Diğer Fanatikler UEFA öcüsüyle bütün duygularını tatmin ettiler.

1- Korkutuldular. Bu sayede korku üzerinden, korku yüzünden ve bizzat korktukları için daha yüksek taleplerde bulunma aşamasına geldiler.
2- Onaylandılar. UEFA da böyle diyordu. UEFA çok kötü yapacaktı. İşte her zaman söyledikleri, her ortamda ifade ettikleri, "haklı olarak nefret ettikleri" Fenerbahçe'nin şikeciliği meydana çıkmış, Fenerbahçe türlü oyunlarla küme düşmekten kurtulsa da "evrensel" olanın pençesinden kurtulamayacak bir hale gelmişti. Dolayısıyla artık "yerel" de gerekeni yapmalı, Evrenselin, herkesin "meşru" kabul ettiği şekilde bıçağı gırtlağa dayamalıydı. Bu ateş üfleyerek sönmeyecek, eğer biz kangren olan kolu kesmezsek el oğlu gelip kesecek!

UEFA'nın Tutumu: Kurgunun Zayıflığı

Bu aşama yine de yeterli olmadı. İçeride yaratılan heyhüla ne kadar büyük olursa olsun, evrensel olan bu heyhüladan etkilenmiyor, dikkatle izliyor ancak temel kurallarına göre davranmayı sürdürüyordu.

UEFA bir açıklama daha yaptı. [5] 12 Temmuz 2011 (daha detaylı bilgi için bkz: UEFA Öcüsü ile Ne Amaçlanıyor?)

"Şüpheli maçlar TFF'nin spor yargılaması ve Türk yargı sisteminin ceza yargılaması alanındadır. Dolayısıyla UEFA sonuçta ne olacağı konusunda herhangi bir yargıda bulunamaz.

Bu zamana kadar UEFA'ya verilen bilgiler ışığında, UEFA'nın yönetmelikleri ve tüzüğünde bu soruşturmaya dahil olan herhangi bir takımın UEFA organizasyonlarına katılımını engelleyecek herhangi bir hüküm bulunmamaktadır."


12 Temmuz Günü UEFA bir karar daha verdi. (bkz: http://www.usatoday.com/..2_x.htm)

NYON, Switzerland (AP) — Turkish clubs Fenerbahce and Trabzonspor received a Champions League reprieve from UEFA on Tuesday, as police detained more suspects in a widespread match-fixing probe. UEFA accepted the Turkey Football Federation's proposal to enter both clubs into the world's most prestigious club competition despite suspicions emerging in the past week that they cheated and bribed their way into the top two league positions last season.


Ne diyor? UEFA, şike soruşturmasında adı geçen Fenerbahçe ve Trabzonspor'un dünyanın en prestijli kulüp turnuvasına, Şampiyonlar Ligi'ne katılmasını kabul etti.

Halbuki iddia neydi? Ne diyorlardı? Mahkeme delilleri yeterli buldu, TFF da bulmalı yoksa UEFA gelir hepimizi keser.

Oysa UEFA bu açıklamayı 10 Temmuz'dan sonra yaptı. Yani Aziz Yıldırım tutuklandıktan sonra.

Dolayısıyla buradaki "iradenin" ve onun gönüllü mihmandarlarının istediği tutumu UEFA almadı. Bunu bugün artık açıkça görüyoruz. UEFA kendi tüzüğü ve yönetmeliklerine baktı ve 12 Temmuz tarihinde yapacağı bir şey olmadığına kanaat getirdi.

12 Temmuz gününün bir önemi daha var. 12 Temmuz "Bu ateş üfleyerek sönmez" açıklamasıyla aynı gün. Bunu bir kenara not edin.

İkinci açıklama Platini'den geldi. [6] 28 Temmuz 2011,

Michel Platini, UEFA'nın
12 Temmuz'da yaptığı açıklamayı hatırlattı ve F.Bahçe'nin kaderini yakından ilgilendiren şu sözleri sarf etti: 'Aldığımız kararlar var ve Avrupa kupalarından ihraç etmeden önce şike yaptıklarından emin olmamız gerekiyor'.
'


UEFA'nın bu ısrarcı tutumunun üç bileşeni var. Birincisi UEFA konunun muhatabı değill. UEFA yerel olaylara karışmaz. Yerel suç iddialarını araştırması gereken yerel makamlardır. İkincisi UEFA Avupa menşeili bir kulüp olarak demokratik değerlere ve adil yargılanmanın temel ilkelerine uygun davranmak zorundadır. Üçüncüsü UEFA'nın tüzüğünde veya yönetmeliğinde ne Fenerbahçe'ye ne de Türkiye'ye ceza vermesini gerektirecek tek bir madde bile bulunmuyor.

Zira,
- şike iddialarına konu olan maçlar Türkiye içinde oynanan maçlar ve Avrupa kupalarında gerçekleşmemiş,
- bu iddiları soruşturma yetkisi TFF ve Türk Ceza mahkemelerinde
- şike suçunu işlediği iddia edilen takımların ve şahısların hiçbiri savunmalarını dahi yapmış değil, dolayısıyla kanaat oluşması için yeterli veri yok.

Ancak bu tutum, yerel irade ve taleplerle örtüşmüyordu. Yerel iradenin spordaki yüzü Galatasaray 12 Temmuz günü "bu ateş üfleyerek sönmez" derken evrensel olan UEFA Fenerbahçe'yi şampiyonlar ligi'ne kabul etti.

Oysa Yerel irade ve talepler UEFA'nın daha baskıcı olmasını, böylelikle TFF üzerinde daha kalıcı bir baskı kurulmasını, TFF'nin bu baskı sebebiyle "beklenilen" kararı çıkarmasını, bu yolla mahkeme sürecinin de sonuçlanmasını istiyordu.

Lobi, Baskı ve Mücadele

Böyle bir oyun kurgusunda, UEFA'nın kendisinden beklenen rolü yerine getirerek TFF üzerinde baskı kurmasını isteyecek herhangi bir irade temelde açıkça pozisyon almadan UEFA ile iletişim kurmalı, UEFA'yı bilgilendirmeli ve UEFA'nın bir baskı göstermesini sağlayacak tutumu almasına neden olmalıdır.

Basitçe eğer bir taşın düşmesini istiyorsan parmağınla dokunsan iyi olur.

Burada iki kritik hamle yapıldı.

Birincisi Türkiye tarihi açısından bir ilk. 20 Temmuz tarihinde, soruşturma safhası sürerken bilgiler ve bulgular üçüncü bir kuruma gönderildi.

Oysa Soruşturma safhası sürerken bu bilgilerin bütününün "gizli" olması gerekiyordu. Soruşturmanın gizliliği diye bir ilke var. Bu ilkenin ihlali de Ceza Kanununda tanımlı bir suç.

Devlet makamları bir suç daha işledi. İlki 6 Temmuz tarihinde adil yargılanma ilkesinin ihlaliydi, ikincisi bulguların koruşturma safhasında TFF'ye gönderilmesi oldu.

Bu iki suçun işlenmesi bize şu soruyu sordurtmalı, neden?

Bir suç olduğu şüphesiyle, savcının emri üzerine, delil toplama görevi ifa eden ve yetkisi sadece bununla sınırlı olan adli kolluk hizmeti sunan birimler neden suç işler?

Neden devletin savcısı, Türk Ceza Kanunu'nda bir suç olarak sayılan "soruşturmanın gizliliğini ihlal" suçunu oluşturabilecek adımlar atar?

Eğer ortada gerçek bir suç varsa, gerçekten bu suçun ciddi delilleri varsa, hangi savcı ve emniyet birimi böyle bir risk alır?

Suçla ilgili kararın bir kaç ay öne çekilmesi için böyle bir risk almaya gerek var mı? Türkiye'de bunun bir örneği oldu mu?

Elbette olmadı. Ancak bu aşamaya geldik.

Bu riskin alınması yalnızca delillerin çok da ciddi olmadığını göstermiyor, aynı zamanda bu konunun çok boyutlu olarak bir çok yeri "rahatsız" ettiğini de gösteriyor.

Önce malumu ilam. Konu uzadıkça siyasal irade rahatsız oldu. Çünkü insanlar öfkeleniyordu. Hem Fenerbahçeliler, hem Galatasaraylılar, hem Beşiktaşlılar, Trabzonsporlular acil bir karar bekliyor, fanatikler huysuzlanıyor birileri hükümeti "Fenerbahçe'yi korumakla" suçlarken diğerleri de deliller ortaya çıktıkça bu sürecin bir haksızlık olduğunu ifade ediyordu.

İkincisi ise TFF. Medya ve taraftar baskısı altında sıkışmış, kulüplerden gelen cehennem gibi açıklamalarla mücadele eden TFF'de -şayet kendisine ait iradesi olan biri varsa- daha fazla bilgi, bulgu istiyordu.

Zor bir zemin. Olağanüstü bir durum ve olağanüstü durumlar olağanüstü adımlar gerektirir.

Sadece bu kadar değil. Yani sadece olağanüstü koşullar sebebiyle, olağanüstü bir adım atmak zorunda kalınması değil bu adımların atılmasına neden olan şey.

Birde bu süreci başlatan iradenin "beklentileri" var.

Bu süreci başlatan ve sürdüren irade açısından düşünelim. Mantıklı hareket sürecin hızla "sonuç" aşamasına gelmesidir. Bu sayede sürecin muhatapları hem daha fazla sıkıştırılacak, hem sürecin sonunda beklenen menfaat neyse daha çabuk elde edilecek hem de collateral zarar -bu olayın oluşmasıyla çevrede dolaylı olarak oluşan tüm "zarar"lar- azalacaktır.

Bir toplama yaparsak, kozmik odaya delillerin gönderilmesi soruşturmanın gizliliği ilkesini ihlal eder. Bunu yapan irade bunu bilerek ve göze alarak yapmıştır çünkü başına bir şey gelmeyeceğini bilir ve kendi pozisyonu açısından en mantıklı hareket budur. Bu sayede 1- Deliller UEFA'ya gönderilebilir 2- TFF Etik Kurulu inceleme yapmaya başlayabilir.

Eğer bulgular UEFA'ya gönderilebilirse, 1- UEFA ile iletişime geçilir, UEFA "resmi", "ciddi" gözüken bulgularla bir "baskı" kurmaya itilebilir, 2- TFF Etik Kurulu da aynı anda çalışmaya başlayacağı için karar çıkartılabilir. Kararla mahkeme süreci olmadan sonuç belirlenir, mahkeme bir "şablona", verilmiş kararı onaylayacak "makama" indirilir ve istenilen "sonuç" elde edilir.

Lobi için gereken malzeme 20 Temmuz'da verildi. Çünkü lobi için de "bilgi" gerekir. Bilginin başkaları tarafından "ciddi kaynak" olarak kabulü de bilginin algılanması için temel sıhhat koşuludur. TFF tarafından kurulan "kozmik oda"ya belgelerin konulmasıyla devletin "resmi", "ciddi" imajıyla tasdiklenmiş iddialar yığını fotokopilenip, yabancı dillere çevrilerek UEFA'ya gönderilebilir hale geldi.

Gerçekten UEFA'ya bu yöntemle mi gönderildi yoksa birileri "belgeleri gördüm, süpersonik" mi dedi bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var, UEFA öcüsü uzun bir süre yoğunlaştırılarak kamuoyuna servis edilirken, birileri UEFA'ya gitti, burada "temaslarda" bulundu ve UEFA'yı bilgilendirdi.

Bütün bunlar iddia mı? Bakın ispatı:

18 Temmuz 2011 tarihinde TFF UEFA ile bir toplantı yaptı. [7]

TFF Başkanvekili Arıboğan, UEFA merkezinde şike soruşturmasına ilişkin bazı bilgileri UEFA yetkilileriyle paylaşmak ve görüş alışverişinde bulunmak üzere Nyon'a geldiklerini belirterek, yarın İstanbul'da federasyon yönetiminin konuyla ilgili olarak biraraya geleceğini ifade etti.

Arıboğan başkanlığındaki TFF heyetinin UEFA'daki görüşmelerinin ardından, yarın İstanbul'da yapılacak yönetim kurulu toplantısında, liglerin daha önceden belirlenen tarihte başlaması ya da ertelenmesi, Avrupa kupalarında mücadele etmeye hak kazanan takımların durumu ve özellikle şike iddialarına adı karışan kulüplere uygulanacak olası cezalar konularının masaya yatırılacağı öğrenildi.


20 Temmuz günü deliller kozmik odaya gönderildi. Arkasından bu delillerin sıhhati konusunda "UEFA" temin edildi. Daha sonra ortaya çıkacağı gibi UEFA ile TFF arasında yoğun "mektuplaşmalar" yaşandı.

Lobi yapıldı, baskı kuruldu ve bu süreçte Fenerbahçe mücadele etti.

Şimdi bir lobi yapıldığının, bu lobinin süreci başlatan irade ile paralel, eşgüdümlü ve bilinçli olduğunun, Fenerbahçe'nin buna karşı mücadele ettiğinin ispatı:

Mehmet Ali Aydınlar 15 Ağustos tarihinde aynen şu açıklamayı yaptı:

'Şu anda Futbol Federasyonu henüz kulüplere bir yaptırım uygulamamıştır. Gizliliğin kalkmasını beklemektedir. Yani davanın açılmasını beklemektedir. Dolayısıyla şu an UEFA'nın da ne bize ne kulüplere yaptırım yapması söz konusu değil. Kişilerin savunma haklarını kullanma imkanı olduktan sonra kararımızı vereceğiz.


16 Ağustos tarihinde Galatasaray nedense bir açıklama yaptı.

TFF nin 15 Ağustos 2011 tarihli bildirisi ile, kamuoyunun TFF tarafından atılması beklenen adımları yargı sürecinin bazı aşamalarına endekslemesi ve ortaya çıkan yeni belirsizlik önümüzdeki günlerde telafisi daha ağır ve önemli uygulama zorluklarına yol açabilecektir.


Yetmedi 19 Ağustos'ta bir açıklama daha yaptı,

Kendimizi yönetme becerisi ve erkine sahip olduğumuzu kanıtlamamız için atılması gerekli adımlar bellidir. Geciktikçe bedel daha da ağırlaşacaktır. En kötüsü bu adımları biz zamanında atmazsak, başkalarının bizim adımıza atması kaçınılmazdır.


Bunun üzerine TFF aynı gün bir cevap yayınladı.

bazı kulüplerimiz ile olayla ilgili veya ilgisiz aynı zamanda da bilgisiz bazı kişiler, yasal dayanaktan yoksun açıklamalar yapmaktadırlar. Özellikle bugün bir Süper Lig kulübümüzün yaptığı açıklama ile federasyonumuz adeta Avrupa'ya, UEFA'ya ve FIFA'ya şikayet edilmektedir. Belirtmek isteriz ki, Türkiye Futbol Federasyonu; şeffaf, açık ve yasalarla yönetilen bir kurumdur. Federasyonumuzu hukuka aykırı davranan bir kurum olarak lanse eden ve yurtdışına şikayet etme gibi tarihi yanılgıya düşenleri, Türk futbol tarihimiz affetmeyecektir."


Yani TFF alenen şunu dedi, Galatasaray UEFA'ya federasyonu şikayet etti.

Peki Galatasaray neden şikayet etti? Şike konusunda karar alınmadığı için. Ne istiyordu Galatasaray? Fenerbahçe küme düşsün. "Hak edilen ceza verilsin"

Ne zaman?

- İddianame kabul edilmemiş,
- Şüpheliler tutuklu,
- Dolayısıyla suç işlediği iddia edilen insanlar iddianame kabul edilip açıklanmadığı için hem "iddiaları" göremiyor hem "savunma" haklarını kullanamıyor.
- UEFA'nın o tarihe kadar yaptığı bütün açıklamalar "biz karışmayız, yerel işiniz, masumiyet karinesi" kelimelerinden mürekkep.

Bütün bunları nasıl izah ederiz? Galatasaray yönetiminden birileri, kozmik odaya gönderilen delilleri gördü, bu konuda bilgi aldı. Bu deliller zaten oraya tam da bu sebeple gönderilmişti. Önemli olan delillerin içeriği değil. Önemli olan "aktörlerin" hareket etmesine neden olacak "malzeme" olmasıydı.

Aktörler hareket etti. Bulgular UEFA'ya gönderildi ve diğer ellerden UEFA'ya "yoklama" yapıldı. UEFA şayet şike varsa ceza verilmesi gerektiğini ifade etti. Bu arada TFF yönetimindeki bazı şahıslar da bilgilendirilerek UEFA'nın konuya çok ciddi yaklaştığını beyan edildi. TFF'nin karar alması istendi. TFF karar alamadı. Çünkü gerçekten de bir karar alınması hukuk katliamı olacaktı. Ne oldu? Gerilim yükseldi.

Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılması demek UEFA öcüsünün sonuydu. UEFA öcüsünü yaratan, bunu besleyen ve pompalayan irade açısından UEFA öcüsünün bitmesi demek, Mahkemeden önce TFF'den bir karar çıkma ihtimalinin de bitmesi demekti. TFF'den bir karar çıkmaması demek, "uzman görüşü"nün olmaması demekti. Uzman görüşü yoksa, Türkiye'deki hiçbir "adil" sıfatına yaraşır mahkeme bu delillerle "suçlu hükmünü" veremezdi. Suçlu hükmünü veremezse, bu davayı başlatan irade zaman geçtikçe çöker, çözülür, bu kurguya entegre bütün bileşenler zemin kaybeder.


Çünkü zaman geçmesi demek savunma demek. Savunmanın alınması demek, çürük delillerle dolu bu "yapının" çökmesi demek.

Dolayısıyla "kurgu" bozuluyordu. Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılım günü yaklaştıkça çatırdamalar başladı, gerilim tırmanışa geçti ve en sonunda UEFA'dan bir temsilci çağrıldı, kendisinin görüşmesi bilgi alması ve UEFA'nın tutumunun beklenmesi bir "formül" olarak ortaya çıktı.

Nitekim Cornu'nun gelişiyle tüm dengeler değişti.

Cornu, TFF, UEFA ve CAS

O zamanlar Cornu büyük bir kahramandı. Beyaz atıyla memleketimize gelmiş, ikili ve çok taraflı temaslarda bulunmuştu.

Avrupa adaletinin prensi burada Savcı Mehmet Berk ile görüştü, TFF yetkililerinden bilgi aldı ve sonra memleketine büyük bir haşmetle döndü.

Hepimiz bekledik.

24 Ağustos günü Associated Press'e geçen ilk haber, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne kabul edildiğiydi. [8]

AP, Wednesday 24 Aug 2011
Turkish champion Fenerbahce takes its place despite being under suspicion in a widespread match-fixing investigation at home. UEFA has promised that any club found guilty of corrupting matches will be kicked out of its marquee competition and have its results wiped from the record. ''UEFA is working very hard behind the scenes to ride the game of these threats,'' general secretary Gianni Infantino said at the playoffs draw this month. ''We will not hesitate to prosecute any individual, any official or any club.


Ancak sonra, bir anda iş değişti. Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılım hakkı elinden alındı. Yerine Trabzonspor konuldu.

UEFA'nın resmi açıklamasına göre UEFA, TFF'nin Fenerbahçe'yi men kararı dolayısıyla [9] boşalan yere Trabzonspor'u almaktaydı.

Bundan sonraki süreci biliyoruz. Fenerbahçe ilk önce Tahkim kuruluna başvurdu. Tahkim kurulu Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'nden men edenin TFF değil UEFA olduğunu, TFF'nin UEFA'ya bağlı bir yerel Federasyon olduğunu ve bu sebeple UEFA kararlarına uyması gerektiğini belirtti.

Fenerbahçe CAS'a başvurdu. UEFA bu süreçten sonra bir çok kez kararı kendisinin almadığını, kararı alanın TFF olduğunu ifade etti.

Bizim Büyük Kurgumuz

Daha sonra süreç bize ilginç şeyler gösterdi. Beyaz atlı prens Cornu'nun "yalancı" olduğunu iddia edenler kendisini asil kahraman ilan edenlerle aynı kişilerdi.

6222 sayılı yasa değişti. Bu süreçte en büyük muhalefet yasanın "Fenerbahçe için" değiştiği oldu, Cumhurbaşkanı şahsa özel yasa olmaz diye yasa değişikliğini veto etti. Bülent Arınç ben kimeye biat etmem diye gürledi, Şamil Tayyar meclis kürsüsünde edebiyat parçaladı. Sonra Bülent Arınç Tayyip Erdoğan'ın önünde eğilip özür diledi, Şamil Tayyar TBMM'ye gidip yasa değişikliği hakkında red oyu bile veremedi. Dahası yasa değiştikten sonra bir tek Fenerbahçe yöneticileri tahliye edilmedi.

Ancak biz, bizim büyük kurgumuza bakmak zorundayız. Bu resimden ne çıkar?

Ben size hemen özetleyeyim.

Bugün Türkiye'de yargı yürütmenin denetimi ve kontrolü altındadır. Yargı erkinin unsurları, adli kolluk hizmeti sunanlar Başbakan'dan izin almadan operasyon bile yapamazlar.

Türkiye'de masumiyet karinesi kalmamıştır. Masumiyet karinesi etkin bir şekilde iğfal edilmektedir. Soruşturma safhası sırasında insanların suçla ilgili ilgisiz bütün verileri kamuoyuna yansıtılır. Manevi itibarları ve savunma yapma hakları linç edilir.

Türkiye'de hukuk devleti yok edilmiştir. Hukuk devletinin temel unsuru devletin de kanuna uygun davranmasıdır. Politik veya operasyonel gerekçelerle devlet makamları kanunca suç sayılan eylemleri gözümüzün içine baka baka yapabilir. Soruşturmanın gizliliğini ihlal edebilir, delilleri üçüncü şahıslara kargoyla gönderebilir.

Türkiye'de medya diye bir şey kalmamıştır. Medyanın ahlakı da, şerefi de, izzeti de yoktur. Medya politik yönü olan herhangi bir durumda veya bağlı bulunduğu sermaye grubunun iradesi yönünde tutum alabilir, hiçbir elekten geçirmeden kendisine servis edilen her şeyi sunabilir. Demokratik ahlak, kurallar ve ilkeler konusunda hiçbir çekince hissetmeden, bu ilkeleri yok sayarak, yanlı, taraflı ve son derece düşmanca bir üslupla birilerini linç edebilir. Örnek? Sayısız. Ama bir tane söyleyeyim. Türkiye'de konuya hakim hukukçuların sözlerinden çok, son derece taraflı, güvenilmez kişilerin sözleri medya eliyle yansıtılabilir. Eğer soruşturma sürecinin başlamasından sonra Metin Feyzioğlu gibi, Pınar Memiş gibi hukukçuların söylediklerine Erman Toroğlu, Mehmet Baransu kadar değer verilseydi, şu yukarıda yazılanları ilk kez gören, duyan insan sayısı az olacağı gibi TFF ve Türkiye böyle bir kriz içerisinde bulunmazdı.

Ancak Türkiye'de genel olarak ahlak ortadan kalkmış durumdadır.

Lenin siyasal bilinçten bahsettiği zaman şöyle söyler: "Eğer işçiler, hangi sınıf gadre uğrarsa uğrasın, her türlü suistimale karşı, keyfi davranışlara, zulmün ve zorbalığın bütün davranışlarına karşı tepki göstermeye alışmış değillerse işçi sınıfının bilinci gerçek bir siyasi bilinç olamaz."

Bunu özellikle ve dikkatle yazıyorum. Lenin'in bu söylediği temelde bir ahlak kuralıdır. Hz. Ebuzer'den, Gandhi'ye kadar bir çok insanın dimağında yaşattığı, zikrettiği ve uğrunda öldüğü bu temel kural "zulme karşı sessiz kalan dilsiz şeytandır"a sığabilecek yalınlıkta bir duyguyu barındırır: adalet.

Bugün, karşı karşıya oldğumuz ahlaksızlık hakikat ve adalet ilkelerine karşı kendini üç şekilde gösterir.

Birinci grup insan, bu adaletsizliklere değil kime karşı işlendiğine bakar. Bu insanlara göre bir insanın kimliği kendisine karşı yapılan her eylemi "normalleştirir", doğallaştırır. Bu insanlar, o kimlik grubuna sahip oldukları için bu adaletsizliklere uğramayı da hak etmiştir. Bu bir jungle zihniyetidir. Bu zihin son tahlilde kendisine benzer olanların diğerlerinden daha "ayrıcalıklı" ve "üstün" olduğuna inanmaktadır. Dolayısıyla adalet "bir lüks" olarak ancak kendi benzerleri için geçerlidir. Diğerleri, ötekiler, tam da öteki ve düşman oldukları için savaş koşulları içerisinde değerlendirilirler. Yahudi olduğu için ölmesini normal karşılamaktan, solcu olduğu için dayak yemesini, kürt olduğu için kafasına F-16 bombası atılmasını veya adı Lefter olduğu için evinin yağmalanmasını normal karşılayacak insanlar bu gruptadır.

Bu insanlar sözlerin ne olduğuna bakmaz. Hakikati araştırmaz. Somut olgu ve olayları değerlendirmez. Kimlik üzerinden saldırarak, karşıdakini "değersizleştirmeyi" , "itibarsızlaştırmayı" düşünür. Bu da doğaldır. Kendisi için o kimliğe sahip olanlar "itibarsız"dır. Bu demonizasyon süreci karşıdakinin hak çığlıklarını duymasını engellediği gibi aktif bir şekilde zulmün bir parçası olmasına da yardımcı olur. Bu insanları gördük ve biliyoruz.

Bu algı fanatik bir algıyla uyumludur ve fanatikler için hakikatin, adaletin değil tarafın önemi vardır. İçinde bulunduğumuz konjüktürde bir çok Galatasaraylının zulme sessiz kalmasının, zulme alkış tutmasnın hatta bunun bir parçası olmasının nedeni içlerinde yaşattıkları bu fanatizmdir.

İkinci grup insan için adaletin, hakikatin değeri vardır ancak bu haksızlığa uğrayanların önceliği bulunmamaktadır. Bu insanlar için "harcanabilir", "konuşmaya değmeyen" bir takım haksızlıklar, zulüm veya baskı çeşitleri bulunmaktadır. Bu konular kendilerinin ağız tadını bozduğu için bu konulara karşı "tutumsuz" kalmışlardır. Burada ahlaksızlık, kendilerinin kurduğu subjektif faydacılık düzleminde kendini gösterir. Bu insanlara göre adalet ve hakikat birer değer değildir, bunlar ancak toplumsal bir "proje"nin parçası olarak ifade edilebiliyorsa zikretmeye değer. Burada sanal bir yarar - zarar ekseni çizilmekte, söylenilmesi "hoş" karşılanmayacak, kişisel itibarı bozabilecek, riske atabilecek gerçekler bilinçli olarak gözardı edilmektedir. Örneğin Ergenekon davasındaki adaletsizlikleri bilinçli olarak gözardı eden bir AKP'linin tutumu veya Uludere'deki katliama karşı ses çıkarmak istemeyen bir CHP'linin tutumu, Bir CHP'linin yaşadığı haksızlığa susan bir BDP'linin tutumu bu pozisyonu ortaya koymaktadır. Ortadaki somut durum "kötü", "adaletsiz", "yanlış" olsa da adaletsizliğin yaşandığı insan bakımından "olgu"nun zikri kişisel konum, beklenen siyasi menfaat açısından "elverişsiz"dir. Alınan tutum ahlaki değil, politik olduğu ölçüde de ahlaksız olacaktır.

Üçüncü grup ise gerçekte bu değerlere sahiptir ancak şekli unsurlar sebebiyle bir meşrulaştırmaya giderek zulme karşı ses çıkarmaktansa taraf olmamayı tercih eder. Örneğin Aziz Yıldırım'ın uğradığı haksızlıklar genelde "kötü" kabul edilen bir adam olması, bir "sermayedar" olması, "bu sistemin bir parçası olması" nedeniyle bahis konusu edilmez. Ona göre böyle bir savunu yapılırsa bu adamın işlediği muhtemel suçları da temize çekme gibi "kirli" bir alana insan ulaşmış olur. Aynı mantık açısından Ahmet Şık savunulabilir çünkü "egemen sınıfa" mensup değildir, suç şüphesi düşüktür. Yani ahlaki bir yanla "suç şüphesinin ciddiyeti" üzerinden bir hak cetveli çıkartılır ve boy ölçülür. O halde şu soruyu hepimiz sormalıyız, bir katile işkence yapılması meşru mudur? Bir terör suçunu önlemek için devlet organları işkence yapabilir mi? Bu sorulara iki yönlü cevap verebiliriz. Ahlaken, suçlu da olsa bu onun da suça maruz kalmasını meşru hale getirmez. Kötü olan suçtur. Bir suçluya da suç işlenirse, artık elimizde iki adet suçlu var demektir. Bir insana işkence yapmak bir suçtur, ahlaksızlıktır, adaletsizliktir, zorbalıktır ve zulümdür. İşkencecilere dahi işkence yapılamaz. Çünkü bu işkenceyi yapan, meşru gören ve buna gözünü kapatan da işkenceci olur.

İkincisi toplum sistemi açısından değerlendirilebilir ve o zaman da şunu deriz: Devlet hiçbir alanda, hiçbir zaman, hiç kimseye ne olursa olsun suç işleyemez, adaletsiz davranamaz. Devletin eline subjektif sebeplerle, daha savunması bile alınmamış insanların haklarını çiğneme yetkisi verirseniz bu subjektif yetkiyi kullananlar bu yetkiyi kendi ötekilerine ve "makbul olmayanlarına" göre genişletirler. Bu halde karşımıza ancak bir baskı ve istibdat rejimi çıkar.

Şimdi bu üç grup insanlar birlikte ortak bir gerçekliği paylaşıyoruz. Eğer böylese bu gerçekliğin kısa anlatımı şudur,

Türkiye'de yürütmenin kontrolündeki yargı tarafından, yetersiz delillerle bir soruşturma başlatılmış, soruşturma sürecinde yine yürütme ve belirli odaklar kontrolündeki medya ile devlet organları tarafından soruşturmanın gizliliği ilkesi, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı sayısız defalar çiğnenmiş insanlar hak kayıplarına uğramıştır.

Bizim bu büyük kurgu karşısında tutumumuz ne olmalı?

Bizler sanki adil bir yargı varmış, bunlar hiç olmamış gibi mi konum almalıyız? Bizler gerçekten de savunmasını bile yapmamış kişilere ceza verilmesini mi savunmalıyız?

Yoksa bizler ahlaken, bir toplumun temel değerlerini oluşturan, bizlerin varlığının da garantisi olan ilkeleri mi savunmalıyız?

Benim bu konudaki cevabım net.

Adalet bölünemez, renge, ırka, dine, dile, cinsiyete hatta kişisel durumlara göre değişemez.

Ben yargılama istiyorum. Adil bir yargılama, insanların kendisini savunabildiği bir yargılama, hak kayıplarına uğramadan gerçeğin ortaya çıktığı bir muhakeme süreci.

Bu beklenti esasında şunları söylemeyi gerektirir:

1- Adil olmayan, müsaade üzerine harekete geçen, politik menfaat ve çıkarları hukuk devletinin temel ilkelerinin üstünde görerek bu yönde hareket eden, temelde aksak, yavaş, ağır, haksız bir yargı tarafından yapılan bu soruşturmaya güvenmiyorum.

2- 6 Temmuz tarihinde açıkça adil yargılanma ilkesine ve Bakanlğın ilgili tüm talimatnamelerine aykırı davranan Emniyet teşkilatı tarafından toplanan bulgulara itimad etmiyorum.

3- Her 100 davanın 56 tanesinin beraatle sonuçlandığı bu sistemde savunma almadan ceza verilmesini kabul etmiyorum.

4- Eldeki bulgulardan, medyaya yansıyan bilgilerden ve diğer tüm sonuçlardan, 6222 sayılı kanunda ifadesini bulan bir müsabakayı etkileme suçunun işlendiği kanaatinde değilim. Böyle bir anlaşmanın varolduğunu gösteren herhangi bir delil bulunmamaktadır.

5- Ahlaken, bunca zulmün, baskının, zorbalığın olduğu bir soruşturmada, ahlaklı bir insanın yanı mazlumun yanıdır. Bu yerden bir adım uzaklaşmayacağım.

6- Başlanmak için "müsaade" beklenen bu soruşturma, tam da b olayın ortaya koyduğu gibi bir irade tarafından başlatılmıştır. Bu irade ister açık hedef olsun ister malum ve olağan şüpheli, bu sürecin sonunda bir suçla mücadele etmeyi filan beklememektedir. Tam tersine süreç sonunda beklenen iktidarın tahkim edilmesi, iktidar alanının genişletilmesi bu alandan elde edilecek rantın da büyütülmesidir. Bu çerçevede bilinçli veya bilinçsiz bu iradenin ekseninde yürüyenler, hasmane duygularla bu iradeye ortak olanlar, el verenler veya kendi iradesi elinden alındığı için üstüne biçilen rolü oynamaya çalışanlar önemli bir güç merkezini oluşturmaktadır. Bu güç merkezinin hedefinde spor, Fenerbahçe filan da yoktur. Hegemonun doğal dürtüsüyle kendi alanını maksimize etmek, bu alanın sınırladığı tüm bariyerleri yıkmak bulunmaktadır. Bugün spor dizayn edilir, yarın o sporun içerisinde bulunan sermaye dizayn edilir, öbürsügün o sermayenin etkilediği güç merkezileri yeniden konumlandırılır. Tepeden aşağı veya aşağıdan yukarı doğru bu süreç kendisini tekrar üretir.

7- Konu nasıl bir Türk futbolu istediğimiz değildir. Konu nasıl bir Türkiye istediğimizdir. Biz adil bir futbol istiyorsak daha güçlü bir şekilde adil bir Türkiye için bağırmak zorundayız. Biz adil bir spor istiyorsak adil bir yargı, adil bir medya, adil bir hayat isteğini dışarıda bırakamayız. Küçükte her şeyi dört dörtlük isteyip, o küçüğü belirleyen, o küçük alanın sınırlarını çizen ve kurallarını yaratan sistemi dışarıda bırakmak ahmaklıktır.


Şimdi resme bakın, bizim büyük kurgumuzu bir kere daha görmeye çalışın, o zaman şunu söyleyeceksiniz, Bu ülkede hepimize karşı işlenen büyük bir şike var.

[1] http://www.birgun.net/.&day=03
[2] http://www.t24.com.tr/.194378.aspx
[3] http://spor.milliyet.com.tr/./default.htm
[4] http://spor.mynet.com/haber/uefadan-kritik-aciklama/37841
[5] http://www.uefa.com/uefa/aboutuefa/news/newsid=1650460.html
[6] http://www.sabah.com.tr/.07/28/emin-olmadan-ihrac-etmeyiz
[7] http://spor.milliyet.com.tr/.18.07.2011/1415810/default.htm
[8] http://english.ahram.org.eg/NewsContent/6/55/19658/Sports/World/Europe%E2%80%99s-elite-clubs-await-Champions-League-draw.aspx
[9] http://www.uefa.com/uefa/footballfirst/matchorganisation/disciplinary/news/newsid=1666823.html



35 comments:

  1. Utku Tekalmaz dedi ki...

    Aslı olmayan haber yapan güya objektif gazetelerin şu yazıları alıntı yapıp yayınlayabildiği, yayınladığı gün adam gibi bi medya var diyebilirim. Hoş, sanki yayınlansa okuyacak bi millete sahipmişiz gibi söylendim ben de boşa. Stv ne verdi haberde, işte gerçek odur benim halkıma. Elinize sağlık.

  2. PFree's dedi ki...

    elinize sağlık..her Fenerbahçe'linin okuması gerek

  3. irrasyonelhayat dedi ki...

    elinize sağlık. ne denebilir ki. iyi bir beyin fırtınası oldu okurken. keşke herkes okurken formasını çıkarabilse..

  4. ertugrul dedi ki...

    Hocam emeğine,yüreğine sağlık. Bir süreç ancak bu kadar güzel özetlenebilir

  5. sayerlack dedi ki...

    3 Temmuz'dan beri bu blogda biz Fenerbahçe'lileri bilinçlendirdiğiniz için emeğin geçen arkadaşlara teşekkür etmek istiyorum.Türkiye'nin nasıl kokuşmuş bir yapı tarafından ele geçirildiği ve yönetildiğini gösterdiniz.

  6. M A D dedi ki...

    Yaşananlar bize şunu göstermiştir : Ülkede kamuoyu oluşturabilmek için "balta" "kazma" "kabzımal" olmak makbuldür, düzgün insan dinlenmez !

  7. il_padrino dedi ki...

    Bu süreçte Fenerbahçe'nin yanında yer aldığı, yapılan haksızlıkları dile getirdiği için baskı sonucu kapanmak zorunda kalan Fotospor'u da unutmayalım.

  8. il_padrino dedi ki...

    Bu süreçte Fenerbahçe'nin yanında yer aldığı, yapılan haksızlıkları dile getirdiği için baskı sonucu kapanmak zorunda kalan Fotospor'u da unutmayalım.

  9. fb78 dedi ki...

    Kaleminize sağlık, bu ülkede yaşayan herkesin okuması gereken bir yazı olmuş. Yazılarınızı okudukça umutsuzluğum umuda dönüşüyor yeniden....

  10. Kill4u dedi ki...

    bu yaziyla davanin dusmesi , tff yetkililerinin gorevi kotuye kullanma iddasiyla tutuklanmasi,anayasal suc isleyen tum kurum ve kuruluslar hakkinda suc duyurusunda bulunulmasi
    Aziz Yildirimin serbest birakilmasi....

    oysa yazarin anlatigini gorecek kimse kalmadi ki ulkede.. bir avuc fenerbahceli direniyoruz hepsi o

  11. samael dedi ki...

    Eline sağlık @aethewulf bize yine beyin jimnastiği yaptırdın.

  12. portasophia-perennis immortalis dedi ki...

    Türkiye'de her alanda yapılagelen yargı kaynaklı psikolojik harbi Fenerbahçe üzerinde de uygulamaya çalışanlar bir noktayı atladılar.

    Fenerbahçe ne din'dir, ne devlet'tir ne de ideolojidir. Fenerbahçe hayattır, gerçek sevenlerinin çoğu için her değerin üzerinde bir değerdir. O sebeple eğitimi, kökeni, düşüncesi ne olursa olsun tüm Fenerliler bu davada aynı safta olmuştur.

    Esasen bu planın şeması şu şekildeydi:

    1. Aziz Yıldırım montaj görüntülerle derdest edilir.
    2. Aziz Yıldırım kulübü yıpratmamak için istifa eder.
    3. Olağanüstü kongreye gidilir.
    4.Yeni Fenerbahçe düzeni oturtulur, federasyon kurumları da bu dalgada değişerek FG Özel Örgütü'nün futbolu ele geçirme hamlesi tamamlanır. (FG Özel Örgütünün neden futbol ile ilgilendiğini ayrıca konuşmak lazım)
    5.Dönüşüm hızla tamamlandığı ölçüde soruşturma apar topar kapatılır, süreç devam eder.



    Tabii Aziz başkan istifa etmeyerek aslında, bu plana daha ilk günden darbe vurdu. Zaten MAA'ın istifa etseydi böyle olmazdı, Fenerbahçe değil Aziz Yıldırımcılık yapıyorlar sitemleri daha bu planın ilk aşamasının Aziz Yıldırım tasfiyesi olduğuna delildir. Akabinde çok şiddetli bir kontrpropaganda başladı. Bu ateş üfleyerek sönmez minvalinde bir yazıyı Ünal Aysal gibi bir adamın yazmasını beklemek, benim Bukowski adıyla kitap yazmamı beklemek kadar gerçekdışı olacaktır. Keza Polat'ın tasfiye edilip futboldan zerre anlamayan bu "yeni yüz"ü hangi ticari şartlarla koltuğa oturttukları ayrı bir meseledir.


    Gelinen noktada MAA kliği çökmüştür. Lakin gitmeleri ile peşlerini bırakırsak yanılırız.Burada tek endişem şu olacaktır. Maalesef bizim de yönetimimizin yapısı gayet heterojen ve siyasi ilişkiler oldukça fazla. Hacı N.Özdemir'den bu yönde bir tepki beklemek oldukça iyimser. Tek çaremiz Aziz Yıldırım'ı beklemek. Bu yargı düzeninde de onun serbest bırakılması maalesef çok olası değil.

    Son söz olarak, futbolun biraz dışına çıkacağım. Aziz başkan 3 temmuzdan beri bu cenderede. Balbay, Haberal, Özkan, Şık, Şener, Ersanlı, Küçük, Yalçın ve adını sayamadığımız nice insan şu tertibin katbekat ağırıyla aylardır yıllardır hapis yatıyorlar. Ne suça ne de suçluya hayranlığımız vardır. Ancak adil yargılama bir insanlık hakkıdır. Bu meseleye takıldığınızın onda biri kadar şu insanlar için ses çıkartırsak o zaman işte büyük Fenerbahçe oluruz.

    Sevgilerimle,

    Okan

  13. sharpshooter dedi ki...

    03 temmuz - gunumuz arasi icin basucu almanagi gibi olmus. bunu okuyan Fenerbahce'li girecegi her tartismada herkesi susturur, kendini dinletir. ancak... uludere olayina keske bu kadar keskin referans vermeseydiniz, orada abd'nin sozde "bilgi paylasimi protokolu" cercevesinde yanlis yonlendirme ihtimalini goz onunde bulundurmaliyiz. bu tip konulari ayri bir makalede Fenerbahce'lilerin konsantrasyonunu bozmayacak sekilde yapabilirsiniz bence.

  14. Adsız dedi ki...

    bu yazilarin degeri yillar sonra okununca daha da anlasilacak, Fenerbahce uzerinden bir Turkiye portresidir bu aslinda, yadsinamayacak kadar gercek, carpici ve bir o kadar da uzucu.

    Ilerleyen tarihlerde, dava sureciyle de beraber belki butun bu dokumanlar kitaplastirilabilir. Turkiyede sizdirilan haber ve dolayisiyla yaratilan baski ortamini, yurutmeye baglanmis yasamayi ve kokusmus medyanin bazi aktorlerinin icraatlari gelecek nesillerin de okumasi amaciyla ifsa edilebilir.

  15. gumgumok dedi ki...

    teşekkürler, çok güzel bir süreç anlatımı olmuş.

    Uefa öcüsünün yaratılmasını hep birlikte gördük; fakat uefa'nın her şeyi kuralına göre oynadığı görüşüne katılmıyorum.

    Kendilerine herhangi bir delil verilmediği, savcı ve Aydınlar tarafından belirtilmişti. Sözlü olarak tff yetkililerinin söyledikleri, basında çıkan haberler, galatasaray'dan direk olarak giden şikayet vb. şeylerden etkilenip '23 Ağustos' tarihinde Tff'ye fenerbahçenin şampiyonlar ligine gelmemesi gerektiğini, geldiği takdirde ileride farklı sonuçlar olabileceğini resmi olarak bildirdiler. Bu yazı, uefa'nın bu konuda açık bir yanlış yaptığını gösterir zaten.

    Hal böyleyken, Aydınlar'ın 6 eylül ve 3 kasımda uefa'dan belge geldiğini söylemesi uefa'nın bu konudaki sorumluluğunu nasıl değiştirir? Men kararı zaten 24 Ağustos'ta alındıysa, şu anda Cas'daki davada uefa'nın sorumluluğu kalktı söylemlerini de anlamıyorum.

    Daha önce de bir yorumda yazmıştım. Bu süreçte, tecrübesizliğinin verdiği bir korkuyla hareket eden ve feneri men eden Aydınlar, en az sorumlu olandır. Tff'ye gelen belgeleri kendisinden gizleyenler, uefa'nın kendisi, savunma alınmadan ceza verilmesini isteyen kulüpler, adı belli gazeteciler, emniyet ve yürütmenin hazırladığı bu kumpasa direk ya da dolaylı olarak dahil olmuşlardır.

  16. Adsız dedi ki...

    Müthiş bir fotoğraf, elinize sağlık.

  17. Rossonere dedi ki...

    Mehmet Ali aydinlar yalan soyluyor, bilmiyorum dedigi belgeler ile ilgili basin toplantisi var, hatta Fenerbahce resmi sitesindede aciklama var, buradada (Fenerbahce Klubu yalan soylemiyorsa) Mehmet ali aydinlarin bu belgeleri bildigi belli oluyor. giriste anlamsizlasinca yazi hepsini okumadim. bazi seyleri gormeniz dilegi ile.

    http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=26864

  18. aethewulf dedi ki...

    mehmet ali aydınlar'ın yalan söylemesi değil ki konu? konu, uefa'nın fenerbahçe'yi cl'ye kabul edebiliriz demesine rağmen fenerbahçe'nin bu hakkının elinden çalınması ve bunun nedenleri.

  19. Adsız dedi ki...

    Aslında bu süreç hepimizin hafızasında aklında beyninde , işte bu kadar güzel kağıda dökülebilir ancak . Gerçekler saklanır yalanlar hakim olur ama bir süre sonunda Gerçek ortaya çıkar . 19 maçta şike kesin , son 5 maçın sonucu bile belliydi , Emenike nin şikesi videoda diyenler bugün hala tv lerde gazetelerde utanmadan sıkılmadan ben öyle birşey demedim diyerek yorum yapabiliyor konuşabiliyorsa zaten kurgu ortada demektir . Gizlilik kararını koyup sanıkların savunma haklarını elinden alıp sonra FB ile ilgili iddianamenin tamamını basına servis edip adeta FB ye toplumsal bir LİNÇ in önünü açanlarda bu Kurgu nun içinde değiller midir ?

  20. efendi dedi ki...

    Akil insanların sebat edip sonuna kadar okuması gereken bir yazı. Olayları kronolojik bir şekilde ve objektif olarak çok güzel aktarıyor. Yaşananları bir de bu açıdan görmek lazım. Azminiz için sizleri hem tebrik eder hem de sizlere teşekkür ederim.
    Şu aşamada tek korkum savunma olarak bizim gardımızın düşmesi ve yeni bir kukla TFF ile yanlı bir kararla resmi olarak da suçlu ilan edilmemiz. Bu haksızlığı kaldıramam, umarım suçsuzluğumuz ispatlanır.
    Şu süreç bu ülkenin en büyük sivil toplum örgütünün Fenerbahçe olduğunu kanıtlamıştır ve ayrıca öyle bir bağ kurmuştur ki 3 yaşında yeğenim bile uzaktan bir gözlemci olarak beni anbean izlemiş ve Fenerbahçe'ye gönül vermiştir. Her gün gelip amca bugün Fenerbahçe'nin maçı var mı, varsa kesin yeneceğiz diyor:) Şu süreç bizim zalimle imtihanımız oldu ve bizi birbirimize bağladı. Teşekkürler bizi bu kadar kuvvetlendiren zalimlere!

  21. Adsız dedi ki...

    çok güzel özetlenmiş. ancak aklıma takılan birşey var. tff genel kurulu öncesi başlayan, genel kurul ile devam eden ve en son Kısmetin açıklamasıyla bir anda değişen rüzgar...

    nasıl oluyor da rüzgar bir anda yön değiştiriyor? neden yön değiştirdi? bu blogda olsun farklı ortamlarda olsun bizim anlatmaya çalışıp da anlatamadığımız sorunlar bu gün nasıl oluyor da bir anda anlaşılır oluyor? biz mi çok zekiydik? herşeyi önceden gördük ve anlatmaya çalıştık yoksa bu insanlar mı çok aptaldı ancak (ucundan kıyısından)anlamaya başladılar? gerçekten merak ediyorum.

    aziz nesin bu ülke için aptal demişti. evet hakkı vardı ama bu kadar aptallıktan sonra bir anda bazı kişilerin beyninin olduğunu hatırlamasını da beklemiyorum. varlığından şüphe ettiğimiz o beyinsizlerin beyni mi yerine geldi yoksa pis bir oyunun ikinci seansı mı başladı?

    bu oyunu oynayan insanların gerçekten aptal olduğuna inanmıyorum. şerefsizlikten şüphem yok. rüzgarın yön değiştirmesinin bir nedeni belki oynanan pis oyunun ikinci seansının başlaması olabilir. eğer mahkeme başladığında ortaya çıkacak bazı gerçeklerden korkanlar varsa onların yeni oyunu neden olmasın?

    biz yani Fenerbahçe gerçeklerin ortaya çıkması için çalışıyoruz. eğer gerçeklerden kaçmak için taktik değişiyorsa dikkatli olmalıyız. sonuç olarak Neyzen Tefik'i unutmamak gerek:
    "Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
    Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!"

  22. Akaliptos dedi ki...

    Elinize saglik, mukemmel olmus, en kotu gunlerimizde bu siteden guc aldim bende tum FBliler gibi, hatta yazilarinizi pdf yaptim, sakladim, tesekkurler.

  23. DenizEr dedi ki...

    bu kadar derine inmeye gerek yok aslinda. daha dun GS hep yaptigi sekilde, necati'yi ayartarak bugun macta oynamamasini sagladi. kim konusuyor bunu? hic kimse... biz ne desek bosa...

  24. correios dedi ki...

    elinize saglik cok guzel ozetlemissiniz tum sureci

  25. cromvemitra dedi ki...

    Emeğine ve kalemine sağlık kardeşim.

  26. Ayabakan dedi ki...

    Senin ve tüm renktaş blog sahiplerinin önünde saygıyla eğiliyorum.
    Durmak yok,
    yola devam büyük
    FENERBAHÇE' liler.

  27. Mitya dedi ki...

    Suna bakin, Ilhan Helvaci'ya biri su sorulari sormadi, delirecegim vallahi.
    Ey Ilhan, sen bir hukukcusun ve CAS davasi acildiktan sonra senin eline gecen UEFA'nin savunmasinda sunlar yaziyor:

    "The request did not constitute a "compelling injunction to withdraw" the Club, as alleged, which is in any event not a term of art reflecting a UEFA procedure or measure. It remained entirely within the discretion of the TFF, if not satisfied by the evidence before it (and only before it) of the strength of the case that the Club or its officials had been involved in match fixing, to say that it regarded it as premature to withdraw the Club from the UEFA Champions League and that it decided not to do so. If the TFF were correct in that decision, or even justified in taking that view, it would self-evidently have had a good defence to any disciplinary proceedings against it, should UEFA have chosen to have brought them".

    Peki federasyon baskani ve temsilcileri Fenerbahce sampiyonlar liginden atildigi zaman ne demisti: UEFA bizi mahvedecekti, sorusturma acacakti, milli takimimizin gelecegi dahi tehlikeye girebilirdi. Pekala Ilhan, madem hukukcusun, o halde eline UEFA'nin bu savunmasi gectigi zaman buna nasil bir cevap verdin? Fenerbahce'nin baskani ve yoneticileri iceride, Etik Kurulu raporu eksik belgeler uzerinden bir degerlendirme yapmis, daha konu PFDK'ya dahi intikal etmemis, gozlemci, mac raporlari incelenmemis, ve bir hukukcu olarak senin de bilecegin gibi Federasyonun bundan evvel daha dusuk profilli sike davalarinda aldigi emsal kararlar var, bunlar da incelenmemis. Sen durup, "biz simdi siki tuttuk" demedin mi? Fenerbahce seni ve Lutfi Aribogan'i istifaya davet ederken hangi curetle bizim bir gunahimiz yoktur diyebildin? UEFA basbayagi "TFF izledigi surec hukuki olarak mesru olmak kaydiyla Fenerbahceyi sampiyonlar ligine gonderebilirdi" diye bir savunma hazirlamisken nasil Fenerbahce'nin itirazini elinin tersiyle itiverdin? Nasil oluyor da bugun piskin piskin "UEFA'ya Turkiye'den 14,000 mail gitmis, adamlarin muthis bir medya takibi varmis," bu yuzden Fenerbahce sampiyonlar liginde yer alamadi diyebiliyorsun? Peki, ayni sekilde bugun gazetelerde senin hakkinda yazanlari okudugumuzda, senin hakkinda UEFA ve TFF'ye gonderilen sikayet mektuplarini dusundugumuzde seni asmamiz mi gerekiyor? Hukuk diplomani yirtmamiz mi gerek? Aslinda belki gerekiyor, gercekten belki de gerekiyor. Bu mu 30 yillik hukuk profesorunun aldigi egitimi ve deneyimi sonucunda sictigi bok?

    Beyler bayanlar, bu herifler gercekten ama gercekten capsiz bir insan ordusu. Ingilizce bilmeyen bir federasyon baskanin olursa, ikinci baskaninin bildigi iddia edilen Ingilizce kopek Ingilizcesi ise, bu insanlar koskoca bir kulubun ve sporcularinin bir senelik emegini, hakkini hukukunu sikindirik bir yemek masasinda, muhtemelen viski ve muzik esliginde degerlendirebiliyorlarsa, sirf tazminatindan mahrum kalmamak icin - ki 8-10 yildir federasyonda oldugu icin hatri sayilir bir meblag olsa gerek - istifa etmemeye yemin etmis ahlaksiz adamlar kuluplerin, ulke futbolunun hakkini arayacak en yuksek mecrada konuslanmissa, iste o zaman Fenerbahce filan tali bir konu haline donusuyor. Basbayagi rezil insanlarin basinda oldugu rezil kurumlari denetleyen, yoneten, yonlendiren rezil burokratlarin ve rezil bakanlarin yer aldigi rezil bir bakanlar kurulu'nun hasil oldugu rezil bir ulkeyiz. Ve hic degismeyecek, cunku bu suya renk veren cogunlugumuz da bunlardan farkli degil. Lanet olsun.

  28. 2Os dedi ki...

    umarım FENERBAHÇE'mizi ve yonetımı savunacak kısıler bu yorumları hazmeder ve yargılamayı yapacak kısılerın de bu bakıs acısından harekete etmelerını saglayabılırler... tespıt ettıgımız her tur iddianameyi çürütücü bilginin de yine savunmamızdan sorumlu kisilere ulastırılması hususunda organıze olunmalıdır.

  29. kardogan dedi ki...

    emeğinize sağlık..teşekkürler..

  30. Adsız dedi ki...

    anlaşılan o ki içki masasında kafalar dumanlı fb nin geleceği tartışılmış....helvacı helvacı yüreğin yetiyorsa o masada neler konuşulduğunu teker teker bir açıkla bakalım..basında çıkan yalan dolan o (unbelievable) iddiaları uefa müsveddesine çevirmekten başka neyle meşguldün

    zurnanın son deliği bunlar..tff orada 105 yıllık bir Türk kulübü fb nin hakkını koruyacağına birilerine borazanlık yapmış... belli ki mali yide boynuzlamışlar masadada konu mankeni haline getirmişler...


    bir başka konu...birileri aykut kocamana bu alex takıntısı tavrını bırakması gerektiğini hatırlatsa iyi olur..başkanın içerde oluşundan faydalanıp medyadaki akılhocalarına kulak vermemesini rica ediyoruz...burası konyaspor ankaraspor değildir sayın aykut kocaman..alex bu takımın ileriye destek veren tek oyun kurucusudur..alternatifide yoktur..zorlamayı ve macerayı bırak artık bir zahmet 6 yıllık alexin istatistiklerine bir bakıver..yazık ediyorsun takıma....

  31. Osman Ertorer dedi ki...

    cok tesekkurler. elinize saglik..

  32. Bahçedeki Fener dedi ki...

    Oldukça başarılı bir yazı . Tüm Fenerbahçeliler tarafından paylaşılmalı her platformda.

  33. MEHMET DİNARLİ dedi ki...

    Boyalı basında okuyamayacağımız bir araştırma. Emeğinize sağlık. Yazının tamamını okumadan fikir beyan eden rossonere adlı arkadaşımız keşke okusaydın birşeyler öğrenebilirdin.

  34. byzkaya dedi ki...

    Eline , yüreğine sağlık...Yine muhteşem bir çalışma yapmışsın!Hayır düzeltiyorum; bu güne dek okuduğum en iyi çalışman...
    Bazıları yazının tamamını okumamışlardır!Hoş okusalarda anlamalarını beklemek biraz saflık olur.
    Bu Helvacı olayında bizim avukatımız Emin beyin açıklamasından 1-2 gün sonra TFF açıklama yaptı belki ama MAA'nın önüne gelen çeviri metninde neler yazıyor bu önemli...(Basına yansıdıktan sonra bilgi vermiştir bu sözde PROF)
    Umarım MAA kendisine verilen bu çeviri metnini imzalı almıştır ve saklamıştır.
    işte o zaman bu ŞARLATAN HELVACI'nın maskesi düşer...
    DÜNDEN DAHA GÜÇLÜ VE DAHA UMUTLUYUZ.iŞTE BİZ BUYUZ ( FENERBAHÇE CUMHURİYETİ)
    Sevgiyle Kalın AZİZ Renkdaşlarım

  35. kardogan dedi ki...

    eline emeğine sağlık.....

Yorum Gönder