Devrim Nereden Başlar?


Yıl 1996, aylardan Mayıs. 16 yaşındaydım o zaman. Dumanaltı bir odada Ahmed Arif şiirleriyle bölünen biteviye bir tartışmanın en civcivli sorusu: “devrim nereden başlar?” “Dışarıda delikanlı bir bahar” var. Bizimse delikanlılıkta bahardan aşağı kalmaya niyetimiz yok. Öyle iyimser, öyle ümitliyiz. Devrimin olma ihtimalinin Fenerbahçe’nin şampiyon olmasından daha yüksek olduğu zamanlar. Zira Fenerbahçe en son 88’de şampiyon olmuş. Dile kolay, aklım takım tutmaya erdiğinden beri sadece bir şampiyonluk sevinci yaşayabilmişim. Her sezon başı "Godot bugün gelmedi; ama yarın mutlaka gelecek." diyen iyimserliğimizle, sevincini, tadını çoktan unuttuğumuz bir hazzı bekler olmuşuz.

İşte bu yüzden yaşı benimkine yakın olan bir Fenerbahçeli için 5 Mayıs 1996 tarif edilmesi zor bir gündür. O gün Beckett’e nazire yaparcasına Godot çubuklu formasıyla Avni Aker’e geldi. Şampiyonluk düğümü son maça kalmış, deplasmanda Trabzon’u yenersek şampiyonluğu ilan edeceğiz. Mayıs ayında Trabzonluları bile şaşırtan bir sis inmiş şehre. 1-0 geriye düşen takım önce Oğuz’un golüyle beraberliği yakalıyor. 88’de sis iyiden iyiye stada çökerken Aykut’un golüyle kendimizden geçiyoruz. O kadar susamışız ki sevincine, biz şampiyonluğu çılgınca kutlarken, Godot’nun geldiği gibi gittiğinin farkında bile değiliz.

Şampiyonluğu getiren golü atan Aykut Kocaman maçtan sonra yaptığı “Bütün sezon uğraşıyorsunuz, bütün emekleriniz tek maçla heba oluyor. Kendi galibiyetimize seviniyorum, ama Trabzonlu arkadaşlarım için de üzülüyorum. Trabzonsporlu futbolcu arkadaşlarımın şu an yerinde olmak istemezdim. Hiçbir şampiyonluk insan hayatından daha değerli değildi. Türkiye'de başarının ölçüsü birinci olmak. Bu, yanlış. Şu anda yenildikleri için Trabzonsporlular aşağılanacak. Ama biliyoruz ki onların yerinde biz de olabilirdik” açıklaması yüzünden Ali Şen’in gazabına uğrayıp Oğuz Çetin ile birlikte takımdan gönderildi.

Birçok Trabzonlu taraftar için o gün kaybedilen şampiyonluk altın çağını yaşayan takımlarını en az 10 yıl geriye götürdü. Bugün tanık olduğum, hazzını tattığım onca şampiyonluktan sonra, o gün kazandığımız şampiyonluk uğruna kaybettiklerimizin bizi daha zararlı çıkardığına inanıyorum. Ali Şen’de cisimleşen kazanmayı kutsayan ve uğrunda her yolu mübah gören anlayış o gün ahlaka, erdeme, rakibe saygıya galebe çaldı. Yıllar sonra gelen şampiyonluğun esrikliğinden ne kaybettiğimizin farkına bile varmadık. O gün Fenerbahçe’den kapı dışarı edilen sadece şampiyonluğu getiren golün sahibi bir efsane değil, işine ve rakibine duyduğu saygıyla bu takımın şampiyonluklardan ibaret olmadığını kanıtlayan dosdoğru bir spor emekçisinin duruşudur.

Aykut Kocaman, Barış Tut’un unutulmaz deyişiyle bu ülkenin futbol çölünde bir vahadır. Barış Tut’un “Kocaman Bir Adam” kitabında izini sürdüğümüz “teknik direktör” Aykut Kocaman’ın İstanbulspor macerası hem karşı karşıya olduğumuz vahanın paha biçilmezliğini hem de o çölün uçsuz bucaksızlığını kanıtlayan sayısız örnekle dolu. Aykut Kocaman takımının galibiyete en çok ihtiyacı olduğu dönemde elle gelen golle aldıkları Elazığ galibiyetinden sonra kameralar karşısında özür dileyebilen bir spor adamıdır. Cem Papila’nın katlettiği bir Denizli mağlubiyeti sonrası soyunma odasında ağızları bıçak açmazken, yan odada sırtı dönük “koca adam” Uche’nin ağladığına şahit olur. Haksız yenilgiden çok o gözyaşları dokunur: “Bizi yensinler, biz çok yenildik. Ama otuzaltı yaşında, ülkesinden uzakta para kazanmak için bu oyunu oynayan bir adamı böyle ağlatmaya kimsenin hakkı yok”.

Futbol denen oyun önümüze kaderin cilvesi diye sunulan tesadüflerle güzel. Tam 14 yıl sonra yine bir mayıs ayında şampiyonluk düğümü Kadıköy’de oynanacak Trabzon maçına kalmış. Sezonun en iyi maçlarından birini oynadığımız halde bu sefer şampiyonluğu son maçta kaybeden biz oluyoruz. 1996’da yaşadığım mutluluğu anlatmaya kelimeler nasıl yetmiyorsa, o gün yaşadığım üzüntüyü anlatmaktan da o kadar acizim. Mutluluğu başkalarının mutsuzluğu üzerinden tarif edecek kadar gözü dönmüş, başkalarının mağlubiyetini kendi takımının galibiyetinden makbul gören bir nefretin orta yerinde gözler hemhal olacak birini arıyor. 14 yıl önce trajik bir şekilde şampiyonluğu kaybedenlerin en büyük şansı, o şampiyonluğu attığı golle ellerinden aldığı halde, afaroz edilme pahasına onlarla hemhal olup, kendileri için üzülen bir efsaneye karşı mücadele etmiş olmalarıydı.

Geçtiğimiz günlerde Aykut Kocaman’ın sportif direktörlük görevinin yanında teknik direktörlük görevini de yürüteceğinin açıklanmasından sonra Türk Becali’si Ali Şen bir kutlama mesajı yayınladı. Aykut Kocaman’nın bu göreve getirilmesinin Türk futbolu için “devrim” olabileceğini belirten zat-ı muhterem, bu devrimin ön şartını da ifade etmekten geri durmamış: “Fenerbahçeli olmayan yazarların veya taraftarların duymak istediği kelimeleri söylememeli. Mesela, ünlü Trabzonspor maçından sonra ‘Kazandık ama Trabzonspor'daki arkadaşlarım üzülüyor diye sevinmiyorum’ demişti. Bu laftan dolayı da kendisine ne müthiş centilmen diyenler bile olmuştu. Halbuki onun işvereni Fenerbahçe Kulübü ve taraftarlarıydı. Kaybetseydi milyonlarca Fenerbahçe taraftarı üzülecekti. Bu tip çelişkilere düşmesin”

Fenerbahçe’yi kendi çiftliği, ona gönülden bağlı futbol emekçilerini maraba gibi gören Türk futbolunun namlı derebeylerinden biri “devrim” muştusu verince aklıma kaçınılmaz olarak 14 yıl öncesinin o civcivli sorusu geldi “sahi devrim nereden başlar?” Bence devrim 14 yıl önce dosdoğru bir adam olduğu için, güzel futbolu galibiyetten daha çok sevdiği için, yaptığı işe ve rakibinin emeğine saygı duyduğu için, bu futbol sirkinin palyaçoları karşısında eğilip bükülmediği için Fenerbahçe’den apansız sürülen bir efsaneye iade-i itibarla başlar.

Fenerbahçe’nin jakoben cumhuriyeti belki de tarihinde ilk defa tebaasının gönlünden geçen, onların içinden çıkmış gelmiş bir futbol efsanesine bu kadar yetki vererek kendi iktidar alanını bu denli kısıtlamayı göze alıyor. Aykut Kocaman kendisine vaad edilen yetkiler verildiği takdirde, “takım” olgusuna bakışı; adalete, paylaşmaya ve yardımlaşmaya verdiği önem, yaptığı işe ve rakibinin emeğine duyduğu saygı; güzel, izleyene keyif veren futbolu galibiyetin önüne koyan başarı algısıyla, Fenerbahçe üzerinden Türk futbol kültüründe bir dönüşümün itici gücü olabilir. Endüstriyel futbol bütün soğukluğu, buyurganlığı ve acımasızlığıyla futbol müritlerinin ruhlarını iğdiş ederken, belki de devrim futbolda kimi dizilişlerin demokratik olmadığını öne sürebilen bir efsanenin bir “takım” kurmasıyla başlar. Kim bilir…


6 comments:

  1. joe kleine dedi ki...

    valla güzel yazı olmuş elinize sağlık...

  2. Okan Akan dedi ki...

    Tazı mükemmel bir şekilde Fenerbahçe'nin Aykut Kocaman'ın gelişiyle yakalayabileceği imkanları önümüze seriyor. Keşke taraftardan ilgi görse bu yazı, futbolun çölündeki vahayla yakalanan fırsatı delikanlı bir bahar havası gibi yaysa camianın üzerine.

    Bir dizilişin (3-5-2) demokratik olmadığı için eleştirilmesi ise, okuduğum günlerden beri futbola dair duyduğum içimi en ısıtan sözlerden biridir. çok güzel bir kapanış olmuş.

    Tebrikler.

  3. DaesAgelmar dedi ki...

    Devrim, taraftarın yüreğinden başlar. Güzel oynayıp kaybettiğinde oyuncusunun hakkını verebilen taraftar, devrimin atan kalbidir. O kalp sevgisini iştahını pompaladıkça bu takım onları sevenlerin yüzünü geçmişte olduğu gibi şimdi de asla kara çıkarmayacaktır.

  4. Gündüz Feneri dedi ki...

    yok böyle bir yazı.. ellerine sağlık kardeşim..

  5. moneywise dedi ki...

    o macla sampiyonlugu garantilemedik yalniz.ukelalik olarak degil duzeltme amacli olarak yazdim.

  6. Cengizhan TÜRKİŞ dedi ki...

    Süper bir yazı olmuş.. inşallah bunlar gerçekleşir de bizler her maçı kanser olmadan izleriz artık. PVH kadar negatif olmamanıza sevindim ayrıca.. saygılar

Yorum Gönder