Taraftar Yavaş Yavaş Fenerbahçe'den Koparılıyor
Kasımpaşa maçında taraftarı selamlayan takımların numaralı tarafında bulup selamladıkları insanlar bir avuç yönetici ve sporcu yakınıydı. Diğer tarafa döndüklerinde anlamsız iki pankart selamladırlar. Belki farkında değildiler ama selamladıkları sadece boş iki tane pankart değildi, geçen seneden beri o tribünlere yerleştirilen ajanlar gibi Fenerbahçe'nin gidişatını duymayanlara haykıran elçilerdi.
Takım tutup bu karşılıksız sevgiyi sunmanın rasyonel tarafı çok az. Buna rağmen taraftarın yaşadığı tutku en üst seviyede. John R. Mitrano'nun Amerika'daki bir hokey takımının başka bir şehre taşınmasının taraftar üzerinde bıraktığı etkiyi ölüm alegorisiyle anlatması boşa değil. Aslında alegoriyi kendisi bile kurgulamıyor, sadece gözlem yapıyor. Takımını kaybeden insanların neler yaşadığını tahayyül etmek bizim için zor değil, fakat bu analiz bize değerli bir şey gösteriyor. Taraftarlar takımlarının ölmesine tıpkı sevdikleri bir insan ölmüş gibi tepki gösteriyor. İnsanların kayıplarını inkârla başlayıp kabul edene kadar geçtikleri aşamalar bile benzerlikler gösteriyor. Bu da boşuna değil, çünkü taraftar takımına da sevdiği insanlara beslediği gibi ayrı ve özel duygular besliyor.
İnsanların başka insanlara ve takımlara duyguğu sevgi ve bağlılık duygularının gelişmesinde de benzerlikler var. Hiçbir sosyal ilişkimiz karşılıksız değil. Sevip, tutku duyduğumuz insanlardan beklentilerimiz olduğu gibi bizden bir şeyler talep etmelerini de bekliyoruz. Karşı taraftan sadece fayda görmek bizi seven insan gibi değil, sürekli talep eden bir efendi yapıyor çünkü. Sevgi ve tutkuyu doğuran iki taraflı fayda ve talep. İnsanlara faydamız olduğunu bilmek bize iyi duygular yaşatıyor, ruhumuzu okşuyor, sevgimizi derinleştiriyor.
Takım sevgisinde de bir benzerlik var. Futbolun sağladığı görsel güzellik belki sadece futbolu sevmemize yarıyor, beynin kendisine en uzak yere hakimiyet şölenini sevmek hiç zor olmuyor. Sonra babamızla birlikte maçına gittiğimiz, televizyon başında izlerken sinirlendiğimiz, formasını alıp giydiğimiz, sesimiz kısılana kadar bağırdığımız takıma verdiklerimiz geliyor. Sadece güzelliklerini izleyerek değil, fedakarlık yaparak tutku biriktiriyoruz. Aldığımız galibiyet sevinçleri değil, verdiğimiz biletler, harcadığımız paralar, akıttığımız gözyaşları taraftar yapıyor bizi.
Sevginin temelinde karşılıklı özgecillik var fakat her zaman bunu suistimal eden insanlar da var, ilişkilerimiz ona göre ayarlıyor, ona göre arkadaş seçiyoruz. Şu anda Fenerbahçe yönetimi seven insanın fedakarlığını suistimal eder konumda. Sene başından beri yazdığımız, isyan ettiğimiz bilet fiyatları, tribünlere geçen yıldan beri uygulanan anlamsız baskı, taraftarlığın tanımını yapmaya çalışan bir reklam kampanyası... Hepsi suistimalin bir parçası. Peki bunların zararı nedir? Uzun yıllardır sürekli vurgulanarak dillendirilen "orijinal ürün" kullanılması gerekliliği başkanın ilkokul çocuğuyla orijinal forma giymediği için fotoğraf çektirmeyi reddetmesine yol açıyor. Sürekli artan bilet ve kombine fiyatları sebebiyle öğrenciler, çocuklar daha az maça gidiyor. Resmi rakamlara göre % 18'i yoksul olan, aylık milli hasılası 1000 $ olan Türkiye'nin bilete, kombineye, formaya hep daha fazla para harcaması isteniyor.
İstekler bununla bitmiyor. Maddi durumu bilet ve orijinal forma alacak kadar iyi olan taraftardan bile daha fazlası isteniyor. Sürekli yeni ürünler çıkarılıyor. Taraftar kart, kredi kartı, cep telefonu hattı... Taraftarsız maçlarda taraftarın takıma selam gönderdiği pankartlar yerine bu ürünlerin reklamı koyuluyor. Üstelik bunları pazarlama taktiği daha rahatsız edici. İlk çıktığında büyük reklamlarla pazarlanan taraftar kartı şimdi sadece derbilerde öncelikli bilet için bir "zorunluluk" ve yönetimin yöneticilik başarısını sergilemek için yaptığı propagandanın ana öznesi. Onun dışında taraftara gerçek bir avantajı, faydası yok. Taraftarın sevgisinin en önemli nedeni olan Fenerbahçe ile bağına hiçbir direkt katkısı yok. Bu açıdan, pahalı biletten veya formadan daha da rahatsız edici bir pazarlama unsuru olmuş durumdalar. Taraftardan istenilen fedakarlık karşılığında taraftara psikolojik olarak bile bir rahatlama sağlamıyor. Bu durumda fedakarlık, tanımını inkâr edip zorunluluğa dönüşüyor.
Diğer yandan takıma duyulan sevgiyle direkt bağ sağlamayan bu "geçici moda" ürünler sürekli taraftardan talep ister hale geliyor. Bir süre sonra bu talepleri karşılayamayan taraftarlardan sadece maça gidemeyenler değil, maça düzenli gidebilenleri bile ruhsal bir tatminsizlik yaşıyor. Üstelik kulüp de bizzat başkanının ağzından sürekli tekrarlayarak ve Kasımpaşa maçında yaptığı göze batan reklamları yaparak taraftar-takım arasındaki bağı bu ürünlerin alınması indirmekten rahatsız olmadığını belli ediyor.
Fenerbahçe taraftarı Fenerbahçe'den sadece başarı alarak mutlu olan ve sevgisini o şekilde büyüten bir taraftar değil. Taraftarlığının özünde takıma faydalı olma hissi ve o faydadan aldığı keyif de var. Fakat bu faydayı ürün satmaya indirgeyen ve bunu suistimal etmeye çalışan yönetim taraftarın takımla olan bağını yeniden tanımlıyor. Böyle giderse maddi durumu da belli olan halk, Fenerbahçe'den gittikçe kopacak. Her bilet zammının kaybettirdiği taraftara şimdi de gözümüze sokulan ürün pazarlamalarının yarattığı algı ile soğuyan taraftarlar eklenecek. Yaratılmaya çalışılan kültür, taraftarlığın en temel ihtiyacını, alınan sonuç ne olursa olsun tatmini, yok ediyor. Bu kültür baskın çıkarsa uzun vadede bildiğimizden çok daha farklı bir Fenerbahçe olacak ve o vade çok da uzun sürmezse çocuklarımızı Fenerbahçeli yapmak bile çok zor olacak.
2 Aralık 2009 11:43
Ne yazık ki düzen bu.. Sadece Fenerbahçe özelinde değil, tüm dünyada düzen bu.. Sistemin karşısında durmak çok zor..
2 Aralık 2009 17:47
aziz yıldırım 2. kez bıraktığında peşinden ayrılmayanlar okusun bu yazıyı. düş artık fenerbahçemizin yakasından aziz yıldırım. bizi aşkımızla başbaşa bırak. girme artık aramıza
2 Aralık 2009 23:42
paran yok mu o zaman defol bunlar tanımlıyor birşeyleri herhalde.önceden taraftar daha çok gelirdi,sevgisi daha çok vardı.Ama Fenerbahçesinden koparıyorlar insanları bunu engellemek gerek,ben,sen engelleyemeyiz ki.Büyük güçlerle engellenir bunlar.Bu arada aziz yıldırıma göre taraftar nedir çok merak ediyorum.
sallanyuvarlan.blogspot.com
saygılar
3 Aralık 2009 10:38
cem ben sana söyliyim aziz yıldırıma göre taraftarın ne olduğunu. ona göre taraftar barcelona, madrid, manchester taraftarı gibi olmalı. bağırmadan zıplamadan maç izlemeli. (onun görüşüne göre takım iyi oynarsa zaten kazanır taraftara gerek yok. barcelona taraftar desteğiyle mi kazanıyor? unuttuğu bişey var laporta barça ya maldonadoyu, josicoyu, mert meriçi getirmiyor) ama ona sormak lazım bu profili yaratırken acaba kıyasladığı takımların bilet fiyatlarını da kıyaslıyomu veya kombine fiyatlarını. aurello giderken benden enflason üzerinde zam istiyolar diyor, fakat enflasyon %7-10 arasında gidip gelirken bilete %20 zam yapmakta bi mahsur görmüyor.
gerçi konuştuğumuz adam staddan bütün pankartları toplatıp kendi adına pankart açtırıcan bi adam. ne söylesek ne yapsak boş. tek sevincimiz geçen sene yaptığı taraftar kıyımında başarılı olamaması.
3 Aralık 2009 11:12
tanıl bora da değindi bu haftaki yazısında bu duruma: "Seyircisiz Saracoğlu’nda taraftarların parça pinçik pankartları asılı olsa, o ıssızlığa bir yatır ruhaniyeti verirdi. Kocaman sponsor brandasıyla kaplı tribünler ise, mobilyaları Amerikan beziyle örtülmüş boş ev kadar hüzünlü." Çok haklı..
8 Aralık 2009 23:56
Sorunun temeli aslında dünyayı kasıp kavuran Kapitalizm'de yatıyor. Hep daha fazla finansal kaynak aşkıyla, yarın futbol takımının adının başına da firma ismi çekerler, baskette yaptıkları gibi.