Duvara Doğru veya Yangını Söndürmek
"Düşünmek, insan üzerinde düşünmek, mutlaka yasak bölgelerden birkaçına dalıp çıkmakla olur" diyor Cemil Meriç. Herkesin kendi gettosunda mutlu mesut yaşadığı ve ne kadar o gettoya ait olduğunu göstermek için çırpındığı bu devirde düşünce sadece mayınlı alanlarda gezebiliyor. Fikir söylemek tehlikeli, hayır eskiden tehlikesiz olduğu için değil de, bugün artık her alanda bir fikir ifada etme cüretini göstermenin bir bedele isabet etmesinden kaynaklanıyor bu söylediğim. Şiirden edebiyata, futboldan dine kutuplaşmadığımız, cepheleştirmediğimiz hiçbir alan kalmadı. Restaurantları ayrı, camiileri ayrı, cemevleri ayrı, yolları, caddeleri, yemekleri ayrı insanların ülkesi burası. Okunacak bir tane gazete kalmadı, insanlar artık düşünmüyor adeta nişan alıyor, kelimeler mermi gibi hedefe yönelmiş, "ötekilerden" olma da ne olursan ol diye çıkıyor ağızdan, düşmanın kalbine doğru gidenler alkışlarla karşılaşıyor.
Bir yazısında Cemil Meriç mealen der ki yazarın işi süslemek değil içindekileri haykırmaktır.. Düşünceyi öldürdük. Düşüncenin kendisine değil de kimin söylediğine, kimin işine yaradığına o kadar odaklandık ki "bizim" olanların bir vesile kabul ettiği şeyleri tekrar etmekten öteye gidemiyoruz. Haykırmak değil de "süslemek" geçer akçe. Aynı yemekleri daha afilli sunanların diyarı burası. Sipere yatıp, benzerlerimizin şen alkışları arasında çok daha iyi bir ambalajla atıyoruz sloganı, sloganlar düşmanı yok edecek birer el bombası.
Karşı tarafın da derdi içerik değil, bir an olsun mutsuz olsunlar, fikrin sahibine hücum başlıyor, bir dakika durmak yok, kafasını kaldıran keskin nişancı bir başka keskin nişancının hedefi.
Ben baştan söyleyeyim, bu yazı rahatsız edecek. İçimdekini saklamaktansa apaçık yazmayı tercih ettim zira. Ağız tadına uygun bir yemek sunmak değil de fikir söylemek istiyorum.
İktidarın olduğu her yerde muhalefetin olması kadar doğal bir şey yok. İktidar kendi muhalefetini yaratır. Totaliter rejimlerde bu muhalefet yer altına iner, oradan beslenir, orada güçlenir.
Demokratik rejimlerin avantajı muhalefetin meşrulaşması, onun ortaya çıkması, açık bir tartışmanın parçası olması. Bu durum hem muhalefeti olağanlaştırır, hem iktidarı normalleştirir, hem de iktidar ilişkilerini kirli savaşların yaşandığı çatışma ortamlarından, hukuk kurallarının egemen olduğu seçim atmosferine doğru götürür.
Fenerbahçe'de de bir muhalefet var. Tabiatın kanunu. Muhalefet de iktidar gibi değerlendirilmeye, onun gibi kaile alınma hakkına sahip.
Ben açıkça konumu belirteyim. Ben Fenerbahçe'nin bugünkü muhalefetinden Fenerbahçe'nin veya Türk futbolunun geleceği için yansıyacak bir ışık göremiyorum.
Bu muhalefetin sembol isimleri Saadettin Saran ile Tahir Kıran. Bu Bu insanların da kulüpte bir dönem görev aldıkları, iş adamı oldukları ortada. Örneğin TFF Yönetim Kurulu Üyesiyken Fenerbahçe'nin teşvik primi verdiğini duyduğunu ifade eden [1] Tahir Kıran'ın "Alem buysa kıran benim" gibi nezih yazılarından haklarındaki suç örgütü üyesi / yöneticisi olmak gibi suçlamalardan beraat ettiklerini de görüyoruz. Sedat Peker ile ilişkileri Rüştü Reçber'in yaşadığı olaydaki rolleri nedir o da herkesin kendi vicdani kanaati. [2] Para, makam, mevki sahibi oldukları su götürmez. Sayın Başbakan'la olan fotoğraflarını internet sitelerine koymalarından kamu ilişkilerinin de güçlü olduğunu anlıyoruz. Allah arttırsın.
Ancak sorunumuz vizyon. Saadettin Saran ve Tahir Kıran'ın izdüşümü olduğu hayat biçimindeki bu kompleks ve çeşitli ağlar Fenerbahçe'yi belki iyi transferler yapan bir kulüp haline getirebilir ama benim Fenerbahçe'den beklentim bu değil. Belki başkaları marka transferler yapan, bu transferleri oynatan bir kulüp istiyordur. Ben bu kadarını istemiyorum.
1990'ları yaşayan herkes, 89 sonrasındaki dönemde yaşananları da hatırlayacaktır. Başkanların gelip geçtiği, her başkanın bomba transferler vaad ettiği, Fenerbahçe'nin geleceğinin hep istim üstünde olduğu, altyapı yatırımlarının ikinci plana atıldığı bir Fenerbahçe vardı.
1960 ve 70'lerin efsanevi Fenerbahçe'sinin yerinde yeller esiyor, 80'lerin sonunda yaşanan başarının da tadı damağımızda duruyordu.
Başarının nasıl geldiğini yanlış yerde aradık. Sandık ki başarı demek transfer demek, saha içi demek. Gözlerini sonuçlara dikmiş, sonuç odaklı bir bakış açısıyla değerlendirdik her şeyi. Tribün grupları bölünmüş, birbirlerine girmiş, her kafadan bir ses çıkıyor. Kongre bir kaç parçalı. Başkanların ayağı hep kaygan bir zeminin üstünde.
Halbuki başarı böyle gelmez. Başarı aynı zamanda başarıyı getirecek sistemi, tesisleri, altyapıyı kurmakla gelir. Bu çağda kendi kaynakalrını üretemeyen, modern tesis ve imkanlara sahip olmayan kulüplerin seviye atlaması da mümkün değildir. Dünyanın en iyi oyuncuları, büyük yetenekler, önemli yıldızlar aynı zamanda yaşayabilecekleri bir ortam, sosyal imkanlar ve paraya da bakarlar. Başkanlarının eline bakan kulüpler onların cepleri ve duyguları ile sınırlıdır.
Büyük kulüp olmak, gerçekten büyük bir spor kulübüne dönüşmek aynı zamanda bir zihniyet değişimi de gerektiriyordu. Başkanların eline bakan bir kulüpten, kendi kaynaklarını geliştiren, stadyum yapan, kendi markalarını üreten, kendi ürünlerini satan bu yolla elde ettiği finansmanı sporun her alanına yatıran bir kulübe dönüşmek ancak böyle mümkündür.
Gözümüzü saha içinden saha dışındaki fiziki imkanlara, futbolcudan o futbolcuları getiren sisteme doğru çevirdik.
"Hep destek tam destek" sloganını bazıları yanlış anladı. O slogan bir şahsa sonsuz biatı değil, bir sistem kurulmasına, uzun vadeli hedefler koyan, bu hedefler için gereken altyapıyı oluşturan, finans ağlarını güçlendiren, büyük bir kurumsal yapıya işaret ediyordu. O slogan bu rüyaya verilen destekti.
Eski alışkanlıklar kolay değişmiyor. Uzun yıllar bu kulüp bu beklentilerin ve hayallerin altında kaldı. 3 Temmuz sürecine kadar yazılan yazılarımıza bakıyoruz. Bu hayal kırıklıklarının tüm çıktılarını orada görüyorum.
Aziz Yıldırım önce bu hamleyi yapmakla başarılı bir insandır. O kulübü dönüştürmüştür. İmkan ve kapasitesini arttırmıştır. Bugün Fenerbahçe kendi markaları olan, kendi stadı olan, kendi gelirlerini sporcularına yatıran, büyük bir marka. Bu kulübün borsadaki değeri diğer üç kulübün toplamından fazla. İlerledik.
Ancak ilerlerken yanlışlar da yapıldı. Aziz Yıldırım'ın tek adamlaştığı, yönetim ilişkilerini bireysel ilişkilere çevirdiğini de gördük. Müthiş bir altyapı hamlesini yapan başkan aynı zamanda profesyonel ilişkilere de müdahale etti. Kurumsallaşma atıl kaldı. Fenerbahçe artık sadece Başkanın cebine bakmıyordu ama Başkanın da gözünün içine bakıyordu.
3 Temmuz'a kadar bu blogdaki fikirlerin ana yörüngesi Aziz Yıldırım'ın insani hisleri, yönetim biçimi ve davranışlarının yapısal dönüşümü, ikinci nesil reformlar olarak adlandırılabilecek profesyonelleşme, kurumsallaşma, çağdaş yönetim biçimlerine göre iş akış biçimlerini belirleyip çalıştırma gibi alanlara giremediğini, bu alanları yapamadığını ifade ediyorduk.
3 Temmuz ve içinde yaşadığımız bu ülkede yaşananlar bu eleştirileri tekrar etme zemini ortadan kaldırdı. Hiç kimse birileri apaçık zulme uğrarken, bu kadar ikincil konular üzerine konuşamaz. Bir insan açıkça adaletsizliğe maruz kalırken bu sözler söylenmez. Önce ayıptır, sonra haksızdır.
Bu noktada bir durup, Fenerbahçe muhalefetinin ikincil yönüne değinmek lazım. Fenerbahçe'ye yapılan operasyon sonucunda yaşananlar bu operasyonu yapan iradenin açıkça Aziz Yıldırım'ı istemediğini de ortaya koydu. Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe başkanlığını bırakması bir çok pazarlığın ve talebin de konusu oldu. Bir dönem Aziz Yıldırım'ın görevi bırakması halinde ceza almayacağı konuşuldu, kişilerle kurumları ayırmak gerekir sözleri de bizzat bu yol ortaya çıksın diye ortaya konuldu.
Dolayısıyla bugün hala devam eden bir süreç var. 3 Temmuz süreci bitmediği gibi gücünü arttırarak devam ediyor. Bunu klişe bir şey olarak söylemiyorum ancak iktidarın da bir Fenerbahçe projesi olduğunu, kendi iktidarına yakın bir ismi Fenerbahçe başkanı yapmak istediğini biliyoruz. Bu o kadar aleni ki, isimler de zaten konuşuluyor. Mesela Ahmet Çakar bir televizyon programında alenen şöyle söyleyecekti:
Aziz Yıldırım'ın en büyük hatası Mayıs ayı sonunda yapılan seçimlerde belli yerlere “Ben aday olmayacağım” dediği halde aday olmasıdır. Siz bilirmisiniz ki Ferit Şahenk o zamanlar yurt dışında Fenerbahçe 'nin yönetim kurulunu oluşturuyordu. Mayıs ayında Ferit Şahenk geliyordu başkan olarak. Onun için Moussa Sow'un paraları verildi. Ama olmadı.
Bugün medyaya düşen bir haberde ise Sinan Engin açıkça şöyle diyor:
"Başbakan'ın futbolu etkisi ne kadar sorusunu, "Futbol Başbakan'ın kontrolündedir” diyerek yanıtlarken, "Bugün Başbakan istemese pek çok insan koltuklarında oturamaz. Bunlara Demirören ve Aziz Yıldırım da dahil. Başbakan'ın düzgün insan normlarına uymayan kimse bu görevlere gelemez. Başbakan istemezse Aziz Yıldırım orada oturamaz.” dedi."
Rivayet. Ancak bu rivayetlerin de gerçeklikle buluştuğu bir yer var.
Şimdi bu dönemde, bizim hayal ettiğimiz Fenerbahçe'yi hayal edenler için Saadettin Saran - Tahir Kıran ortaklığının Fenerbahçe'sini de AKP merkezli bir "yeni Türkiye Fenerbahçe"sini de kabul etmek çok zor. Bu iki Fenerbahçe'den bir tanesi 2000'li yıllar öncesinin hisleri ve motivasyonları ile hareket ediyor. Sonuç odaklı bir mantık, başarı durumlarında kaybolan bir muhalefet, eskinin şenşakrak transfer hayalleri, çok para harcayacağız vaatleri, gelişmiş bir programı olmayan, tribün muhalefetine dayanan bir gürültü. Diğer yanda da TOKİ projesi gibi önümüze konulmuş, dayatılmış bir yönetim modeli.
Şunu asla reddetmiyorum. Örneğin AKP destekli üstelik de yüksek profilli, Türkiye'nin lider yöneticilerinden, kamu ilişkileri güçlü bir isim Fenerbahçe'yi yönetse elbette kurumsal ilişkileri standartize edebilir, modern yönetim biçimlerini çok güzel oturtabilir. Ancak NTV'nin aldığı hali bilen biri olarak Fenerbahçe'nin alabileceği halleri bilmek, bunları düşünmek de insanın içini sıkıyor.
Aziz Yıldırım bugün bütün bu koşullara rağmen muhalefet önünde yükseliyor. Aziz Yıldırım hala seçilmiş başkan ve başkanlığını da dayatmalara, darbelere değil bu kulübün geniş çoğunluğunun meşru rızasına dayandırıyor.
Şimdi gelelim ikinci faza,
Türkiye tarihinde hiçbir spor kulübünün başkanı Aziz Yıldırım kadar çok konuşulmadı.
Türkiye tarihinde hiçbir spor kulübü başkanı da Türk sporuna Aziz Yıldırım kadar damga vurmadı.
Aziz Yıldırım başkan olduğu günden bu güne kadar Türk sporunda öyle veya böyle bir çok tartşmanın, konuşmanın ve emsali görülmeyen bir "sevgi" / "nefret" ilişkisinin odağında oldu.
Yaptığı işler, yarattığı dönüşüm kadar, iş yapma biçimleri, diğer kulüplerle ve kurumlarla olan ilişkisi de futbolumuzun merkez üssünü belirledi.
Türkiye tarihinde hiçbir spor kulübü başkanı 3 Temmuz gibi bir olayı yaşamadı. Hiçbir spor kulübü başkanı bu kadar büyük bir sevgi ve desteğin odağında da olmadı.
2 Temmuz günü sadece Fenerbahçe spor kulübü başkanı olan Aziz Yıldırım bir yıl sonra Türkiye'de bir çok kavganın, iktidar biçiminin ve mücadelenin de sembol isimlerinden biri olarak yükseliyordu. Bugün arşivlere baktığınız zaman Ertuğrul Özkök'lerden, Birikim dergisine kadar çok geniş bir alanda Aziz Yıldırım'ın bu toplumsal yönünün ele alındığını, bir çok yazının konusu haline geldiğini görüyoruz.
Bugün onun ulaştığı destek seviyesine hiçbir başkanın ulaşması düşünülemez bile.
Davası bir futbol davası olarak görülmedi, toplumsal bir mesele haline dönüştü. Cengiz Çandar'lar, Ahmet Hakan'lardan dünyanın saygın gazetelerine kadar her yerde isminden bahsedildi.
3 Temmuz davası bir "şike" davasından çıktı, özel yetkili mahkemelerin tartışıldığı, adalet hislerinin ortaya çıktığı, siyasetin merkezine oturduğu bir davaya dönüştü.
Öyle ki zaman gazetesi 6222 sayılı kanun değişeceği zaman alenen bu kanun çıkarsa Ergenekoncular da salınır yönünde yayınlar yapacak, Fenerbahçe taraftarının içinde "marjinal gruplar" olduğu yönünde iddialar ortaya atılacak, arkadaşlarımız telefonla tehdit edilecekti.
İktidarın yakın kalemleri Aziz Yıldırım'ı kah ergenekon terör örgütü ile bağlıyor kah balyoz davasına götürüyordu. Delillerin sıhhati, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı iğfal edilirken, Türkiye de bu kavramları yükselen diğer davalarla birlikte iyice öğreniyor ve tartışmaya başladı.
Öyle ki dava süresinde özel yetkili mahkemelerdeki hukuk uygulamaları toplumun günlük tartışma konuları arasına girdi, davası özel yetkili mahkemelerin uygulamalarını kahvehane sohbetlerine taşıdı, Türkiye'nin her tarafında iddianameler ve savunmalar didik didik edildi, binlerce insan yapılan haksızlıkları, tutarsızlıkları gördü.
Mehmet Berk "bir kaç gün sonra unutulur sanıyordum" dedi. Unutulmadı. Tam tersine büyüdü.
Metris'ten çıktığı gün Aziz Yıldırım sadece Aziz Yıldırım değildi. Artık başka bir çok şeyin de sembolüydü.
O hapishanede "mücadelemiz zulüm ve zalimledir" diyor, 21 Şubat'ta Nazım Hikmet'in şiirini okuyarak "Belki bahtiyarlık değildir artık, boynunun borcudur fakat düşmana inat bir gün fazla yaşamak" diye haykırıyordu.
Hepimiz yeni gördüğümüz bu Aziz Yıldırım karşısında şok olduk.
Metris'ten biber gazı ile öldürülen Çayan Birben'e taziye mesajı gönderiyor, 29 Mayıs'ta "“Bir poşudan 11 yıl ceza verdiler, yumurta attıkları için 5 yılla yargılananlar var. Ben de 11 aydır yatıyorum" diyince cevap veren mahkeme başkanına da bırak diyecek kadar salonu dolduruyordu.
Fenerbahçe taraftarı da dönüştü. Hayatı boyunca hiçbir eylemde yer almamış binlerce insan biber gazı yedi. Çağlayan önünde sokakta bekledi. Binlerce kadın stadları doldurdu. Devletine karşı boynu her zaman bükük olan insanlar adalet kelimesi dudaklarda Bağdat Caddesinde, Topuk Yaylasında, Silivri'de toplandı.
Bugün 3 Temmuz davasının "futbolu temizleme" davasına olduğuna bir tek Şamil Tayyar filan inanıyor. Oysa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile davadaki uygulamalardan şikayet etti. [3] Biliyoruz ki Mehmet Baransular, Erman Toroğlular filan ne derse desin, bu dava kamu vicdanında böyle anılmıyor. Tam aksine bu dava özel yetkili mahkemelerdeki haksız uygulamaları toplumda yargılandığı bir dava olarak hafızalarda yer buldu ve öyle de devam ediyor.
Aziz Yıldırım Metris'ten çıkıp da özgürlüğüne kavuştuğu zaman herkesde hem bir rahatlama hem de bir beklenti oldu. Aziz Yıldırım da "dünya Fenerbahçe'yi konuşacak" diyor, güzel günler göreceğiz ruhu da herkesi sarıyordu.
Kabul etmemiz lazım. 2 Temmuz 2011 bitti. Bugün artık bambaşka bir Fenerbahçe var.
Aziz Yıldırım neredeyse bir kahraman olarak hapisten çıktı. Bir spor kulübü başkanından bir toplumsal aktöre dönüştü.
Sonra, 6 ay içerisinde bu krediden geriye pek az şey kaldı.
İnsanlar unutur. Elbette. Futbolun günlük ritmi devreye girdiği zaman taraftarların da gözleri o ritmi takip etmeye başlar. 3 Temmuz insanların günlük yaşamlarında artık yok. Unutuldu.
Ancak bunda Aziz Yıldırım'ın da payı var.
Kulübe yönelik beklentiler arttı. Kendisine yönelik beklentilerin seviyesi limitsizce yükseldi. Türkiye çok uzun zaman sonra bir insanın hapishane hikayesini bu kadar günü gününe ve bir hikaye ile birlikte izledi. Pınarhisar Cezaevi günleri gibi, binlerce insanın ilk kez Silivri'ye koştuğunu gördük.
Beklenti destektir, karşılığını bulmazsa hayal kırıklığı olur. Beklentiler büyük kredilerdir, aynı büyük yazılmış çek gibi, gerçekleşmediğinde fatura da yükselir.
Bu psikolojiyi kabul etmemiz ve anlamamız lazım. Anlamak hareketlerimizi de belirlemek için birinci yol.
Bu sene en kritik sene. Bu sene Aziz Yıldırım'ın dışarı çıktığı, Fenerbahçe'nin işte ben buradayım diyeceği sene. Bu sene, geleceğin çizileceği, her fedakarlığın bahis konusu olduğu bir sene.
Henüz her şey bitmiş değil, ancak Fenerbahçe hedeflerden çok geride kaldı.
Futbol sahada oynanan bir oyun. Türkiye'de futbolu izleyen milyonlarca insan televizyondan bu hikayeyi izliyor, bu hikayeyi kahvehanede konuşuyor, arkadaşlarıyla paylaşıyor. Takımla kurulan bağın temeli, bizzatihi takımın oynadığı futbol. Sahada yarattığı hikaye. Bu hikaye güçlü olmadığı sürece milyonlarca insanın sahip olduğu motivasyon, arzu ve beklenti de karşılanmıyor.
Çağlayan'da polisin biber gazının üstüne atlayan, 12 Mayıs'ta küçücük çocuğunun TOMA'dan sıkılan suyla yere düştüğünü gören insanlar yaptıkları fedakarlığın karşılığını, o mücadele ruhunu sahada da görmek istiyor.
Kazanmak. Başarı fetişizmini aşan, sonuç odaklılığı yok eden, bir büyük hikayenin parçası olan, gelecekteki engellerin aşılmasını sağlayan, umudu büyüyen ve umutsuzluğu yok eden macera.
Bu sene saha içi her seneden daha önemli. Bu sene Fenerbahçe'nin şampiyonluğu birden çok daha fazla manaya gelecek. Bu sene Fenerbahçe kendi geleceğini kazanacak.
Yargıtay safhası hala devam ediyor. Fenerbahçe'nin kaderi hala daha 3 Temmuz'u yaratan güçlerin ve bu operasyonu ortaya koyan iradenin elleri arasında. Zaman dağları bile devirir. İnsanlar unutur. İnsanlar kendi hayatlarına geri dönerler.
Hayatı boyunca hiçbir zaman kimse için sokağa çıkmamış onbinlerce insan bir kere sokağa çıktıktan sonra beklentileri de büyür. Kulübe duydukları sevgi, aidiyet ve sahiplik duygusu ona katlanır.
Bu güne kadar zamanı kötü kullandık. Alex ile yolların ayrılması şekli yanlıştı. Taraftarın heykelini dikecek kadar sevdiği bir insanın takımdan ayrılmasının yaratacağı etki de, bunun yapılma biçiminin yaratacağı deprem de hesap edilmedi.
Bu çatlak, Fenerbahçe'yi ikiye böldü. Fenerbahçe bir anda psikolojik olarak yarılmış bir hale geldi. 3 Temmuz döneminin yıkılmaz Fenerbahçesi en sonunda Rasim Ozan Kütahyalı'nın "Aziz Yıldırım'ın gidişi Kaddafi gibi Mübarek gibi olacak" diyebildiği bir ortamın içine girdi.
Başarısızlık toplum psikolojisini etkiler. Taraftarlar bir davanın yeryüzündeki simgesi değildir. Onlar -haklı olarak- başarıyı da beklerler. Bu başarı için dönemsel krediler açabilirler, susabilirler, umut ışığı gördükleri müddetçe tahammül ederler. Ancak bu umut yoksa artık bu kredi de yoktur.
Fenerbahçe önce bir spor kulübü. Bunu asla unutmamak lazım. Fenerbahçe'nin en büyük zenginliği, gücü ve temeli de milyonlarca insanın bu kulübe karşı beslediği sevgi. Bu sevgi hiç de karşılıksız değil, tam tersine taraftarlar da kulüpleriyle övünmek, mutlu olmak, onun başarılarını görmek istiyorlar.
Tam 3 senedir Fenerbahçe taraftarı başka hiçbir taraftar grubunun dayanamayacağı olaylara, başka hiçbir taraftar grubunun gösteremeyeceği bir refleksle dayandı. Son dakikada kaçan şampiyonlukların kalp ağrıları, şampiyonluk kutlamasının şok edici haberlerine evrildi. Olağanüstü hal rejimi gibi geçen bir seneden sonra, taraftar gerçek, ciddi, güçlü bir geri dönüş bekliyordu.
Bu beklentiyi yönetmek, bu beklentiyi anlamak ve ona uygun davranmak başarının da anahtarı
Fenerbahçe bu dava süresinde Türkiye tarihinin en mütehakkim, organize ve güçlü iktidarını karşısına aldı. Medya ilişkileri tarihi boyunca iyi olmamış bir kulüp, bu kadar polarize bir medya çağında hakim medya unsurlarının "ötekisi" haline geldi. Paralel iktidar yapılarının hırsları ve öfkeleri televizyondan taşarken, iç muhalefetten, taraftar psikolojisine kadar bir çok rüzgarla karşı karşıyaydık.
Bu sene Fenerbahçe'nin en büyük gücü saha içi. Belirleyebileceği, kendi iradesiyle sonucu değiştirebileceği tek alan yine saha içi. Fenerbahçe'nin rakip kulüplerden çok daha güçlü olması gerek, çünkü bütün fırtınalara karşı tek başına mücadele etmek zorunda.
Oysa bugün kadro yetersiz. Bu sene damga vuracak, imajı düzeltecek, psikolojiyi tahkim edecek transferler gerekiyordu. Bir yandan marka transferlerle hem "Fenerbahçe burada" demek, hem kadronun seviyesini yükseltmek, hem taraftara bekledikleri morali vermek gerekirken diğer yandan da destekleyici transferlerle bu OHAL rejiminden kurtulmuş, psikolojik olarak örselenmiş kadroda da bir rejenerasyon yaratmak gerekirdi.
Medya iletişimin, kurumsal ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi, stratejik planlama yapılması, kurumsallaşma adımlarının atılması da destekleyici tahkimat unsurları olarak birer öncelikti.
Bugün bu alanların tamamında eksiklikler var. Kurumsallaşma gibi devrimci bir adım divan kurulunda yaşanan tartışmaların gölgesinde kaldı. Finansal olarak Türkiye'nin en güçlü kulübünün "bakkal dükkanı gibi" yönetildiğini "gelir gider hesaplarının belli olmadığını" ve daha bir çok şeyi duyduk.
Aziz Yıldırım artık Temmuz 2012'de hapisten çıkan, toplumsal bir figür olarak yükselen bir sembol değil.
Yani sözün özü, buraya kadar işler iyi gitmedi, çünkü kötü yönetildi.
Metris cezaevinde fırtınalar estiren, Türkiye gündemini belirleyen, insanları şaşırtan ve umutlandıran Aziz Yıldırım ile Divan Kurulu'nda konuşan Aziz Yıldırım arasında bir fark var.
Elbette bir insanın başında kılıç sallanırken konuşması mümkün değil, elbette kimse de Aziz Yıldırım'dan bir halk önderi olmasını bekleyemez. EZLN lideri Subcommandante Marcos değil Aziz Yıldırım. Asla da olmayacak. Metris de söylediklerini tekrar etmesi de bu zaman aralığında çok zor. Sadece Aziz Yıldırım için değil, Türkiye için çok zor. O yüzden de başka örnek çıkmıyor.
Ancak kazanan, kendisinden konuşturan bir kulüp yaratmak, bu kulübü büyütmek, güçlendirmek bugün hala onun elinde. Bu yönetim bunu başarmak zorunda ve önümüzde 6 ay var.
Geçtiğimiz 6 ayda yapılanlar aynen tekrar edilirse, önümüzdeki risk sadece başarısızlık değil, taraftarla bağı kopmuş, kredisini kaybetmiş, her gün medyada linç edilen bir Aziz Yıldırım'ın kulübün başında kalma gücü ve iradesi de sakatlanıyor. 6 ay sonunda Aziz Yıldırım gerçekten de gidebilir ve bu hikayenin sonu bu şekilde biter.
Oysa doğru adımlar atılırsa bu 6 ay sonunda Fenerbahçe muzaffer ayrılabilir. Futbol hala sahada kazanılan bir oyun. Bir kaç büyük transfer, bir kaç maçı baskılı ve tempolu bi oyunla kazanmak kulübün psikolojisini hızla düzeltir. Bütün bu sorun alanlarını çözmek, kurumsallaşma ve diğer projelerin hayata geçmesi için gereken kritik nefes aralığını yaratır.
Elbette Galatasaray bu yarışta çok avantajlı. Zeitgeist onların yanında. Bugün iktidarla iyi ilişkiler kurabilen, medya ile derin bağları olan, Fethullah Gülen'in Galatasaraylı olduğunu açıkladığı, gerektiği zaman 25 milyon Galatasaray taraftarının 20 milyonu AKP'ye oy verdi diyebilecek, stratejik planlama yapan bir kulüp ağırlığını hissettirecektir. Fenerbahçe'nin egemenlik ilişkilerinde yıldızı sönerken Galatasaray'ın arkasında rüzgarlar daha güçlü bir şekilde esecek, finansman olanakları genişleyecek, sahip oldukları bu imkanları da kullanacaktır. Üstelik Galatasaray iyi bir kadroya sahip. Taraftarının psikolojisi yerinde. Avantaj onlarda.
Ancak sorun şampiyon olmak değil. Galatasaray gene şampiyon olabilir. Bugünkü meselemiz şampiyon bir takım gibi oynamak. Şampiyonluğu hak eden, umut veren, güzel futbolu ile büyüleyen, yıldızları ile akılları alan, taraftarı çoşturan, sevindiren bir takım. Fenerbahçe'nin büyük hedeflerine ulaşması için önce taraftarından kredi alması lazım ve bunun yolu kaybetse dahi karşı takımı sahadan silen, temposuyla, mücadelesiyle insanları rahatlatan bir takımdan geçiyor. Şansına kazanan değil, şansızlık sebebiyle kaybeden bir takım aradığımız.
Transfer, kadronun genişlemesi, yenilenmesi işte bu yüzden önemli.
Fenerbahçe kadrosu dar bir kadro. Futbolcular son üç dört senede başka hiçbir sporcu grubunun yaşayamayacağı badirelerden geçtiler. 20 - 30 yaş aralığındaki bir sporcu grubunun maruz kalmayacağı olaylar gördüler. Doğal bir psikolojik aşınma hali olması kabul edilebilir.
Ancak bu kadronun bu kadar ruhsuz, isteksiz oynaması da kabul edilemez. Bunca sene yaşananların hatrına, bu sene bu takım bir karakter göstermek zorundaydı. Başka her sene şampiyonluğu kaybedebilir veya sahada ruh gibi oynayabilirler. Bu sene değil. Bu sene Fenerbahçe'nin "işte buradayız" diyeceği seneydi. Bu zamana kadar gösterdikleri performans kendi kalitelerinin bile altında. Her maç sonunda daha fazla mücadele etmeliyiz, hatalarımızdan ders çıkartacağız diye konuşma yapmak yetmiyor. Bu sözleri hayata geçirmek de gerekiyor. Bugün ihtiyacımız olan şey kadroya yeni isimlerin katılması kadar, mevcut isimlerin de kendi karakterlerini ortaya koyması. Bu forma ıslanmayı hak ediyor. Bu forma uğrunda mücadele etmeyi hak ediyor. Bu forma, bu sene bu kadrodan bunu bekliyor.
Ben Aykut Kocaman'a inanıyorum.
Aykut Kocaman, Fenerbahçe'nin en zor zamanlarında benzersiz bir liderlik gösterdi. Kulübün başında olduğu 2,5 yılda 1 şampiyonluk 1 Türkiye Kupası kazanmamız bu işin istatiksel boyutu.
Ancak ben Aykut Kocaman'ın temsilcisi olduğu ahlaka, futbol kültürüne, Türkiye normlarının dışındaki karakterine de inanıyorum. Düzgün insanlar da başarabilir. Onu çekme bunu çek diyenlerin Hıncal Uluç'larca yere göğe konulamadığı, futbolcusunun kafasına pet şişe atan, maçtan önce hazırladığı açıklama metinlerini büyük artikülasyon ve vurgu bozukluklarıyla okuyanların değil de maçtan sonra bütün üzüntüsüyle, sakin kalmaya çalışarak istifa ettiğini açıklayan ve sonra çok sevdiği için geri dönmek zorunda kalan nezaket de hayatta başarılı olabilir.
Biliyorum ki bazılarına Aykut Kocaman asla yaranamayacak. Her yıl şampiyon olsak, her yıl kupaları alsak da onun gibi insanların, o kültürün insanlarının toplumun genelinin hararetiyle bağdaşmadığı ortada. Nezaketi soğukluk ve sinsilik, kontrolsüz öfkeyi, harareti, kıpkırmızı yüzleri samimiyetin nişanesi sayan, hiyerarşik ilişkilerde üstlerinde bir baba figürü görmek isteyen, olgun profesyonel ilişkilerin soğukluğundan içinde dayağın, köteğin, makaranın olduğu bayağı debdebeli bir sıcaklıkla kaçan insanların ülkesinde Aykut Kocaman'ın herkes tarafından beğenilme şansı yok.
Evet Hıncal Uluç'tan, Rasim Ozan Kütahyalı'dan bahsediyorum. Evet Şamil Tayyar'ların meşhur olabildiği, bağıra çağıra konuşan ve içeriği sıfır noktasında olan Erman Toroğlu'ların yıllarca televizyonda program yapabildiği bir ülkede yaşıyoruz. Bu doğal muhalefet her zaman olacak.
Şimdi bu nokta bazen karıştırılıyor. Bu konulardan bahsedenler koşulsuz biat değil biraz zaman istiyor. Biraz daha kredi. Yarım sezon kadar daha. En azınadn şu geçen 2,5 yılın hatrına.
Ancak hepimiz de kabul etmek zorundayız 18 maçta 7 galibiyet alan bir Fenerbahçe, bu yılın yeni beklentilerini tatmin edemez, bu zamanın zorluklarına da göğüs geremez.
Türkiye tarihinin en büyük futbol operasyonundan sağ kurtulan bu camia, artan beklentiler, yükselen istekler ve kulübün kat ettiği mesafenin yanında çok güçlü bir koalisyonla da mücadele ediyor. Başarısızlık diğer tarafları güçlendiriyor, hayalkırıklıkları kulübün geleceğini de tehlikeye atıyor.
Bir insan evi yanarken yerinde duramaz. Bu durum her fedakarlığın ötesine geçer. Normal şartlarda düşünülmesi gereken bir çok şey ikincil plana itilir.
Bugün durum kötü.
Bu durumu düzeltmek de yönetimin elinde.
Artık büyük bir şeyler bekliyoruz. Artık taraftara umut verecek, biz buradayız dedirtecek bir başlangıç istiyoruz. Artık kadronun çok daha saldırgan, baskılı, bamgüm top oynamasına ihtiyacımız var.
15. rounda doğru geliyoruz, filmin sonu hala bizim elimizde.
Yöneticilerin en büyük sorumluluğu fedakarlık en büyük görevi de yönetmektir. Mücadelenin başında olan kurmay heyeti ne yapalım elimizden gelen bu diye bir kenarda duramaz.
Bugün tribün ilişkilerini yeniden düzenlemek, taraftarı yeniden işin içine katmak, heyecan dalgasını arttırmak, güzelliği büyütmek, karanlığı defetmek, stratejik ve planlı davranmak, ulusal ve uluslararası pr ajansları ile anlaşmak, altyapı hamlelerine devam ederken kurumsal yönetim biçimlerini düzenlemek, kadronun eksikliklerini gidermek ve kazanmak, kazanan, kazanma ruhu olan bir takım oluşturmak hala mümkün.
Az kaldı.. Ev yanıyor.. Hareket.
[1] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=18643978
[2] http://www.hurhaber.com/haberarsiv/aziz-yildirim-aklandi/105525
[3] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20881975.asp
23 Ocak 2013 18:19
ismet özel'in "ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir" mısraından kopyayla, taraftar kadıköy'deki ilk maçta şu pankartı açsın istiyorum: EZ BÜTÜN ÇİMLERİ / KENDİNE ADAM DEDİR!
23 Ocak 2013 22:41
Yazıda benim hislerime tercüman olan kısım sahadaki göremediğimiz mücadele konusunda yazılanlardır… Takımın Elazığ maçında, istifa edip dönen hocalarına bir jest yapmak, rakibi hazır maç kaybetmişken hem puan farkını düşürüp hem de oynayacağı oyunla rakibine korku salacağı ümidi taşıyordum… Ancak yine çoğu zaman gördüğüm gibi hissiz bir mücadele ile, skor olarak geriye düştükten sonra, aklı başına sonradan gelen takım olarak ikinci yarı maça asılmaya başladılar… İlk yarı boyunca hakemlerin saha içindeki kararları yönünden ben zaten şampiyonluktan ümidi kesmiştim… Ama acaba bu takım her şeye rağmen, her türlü engele rağmen, tüm şer ittifaklara rağmen mücadelesiyle bize bir ümit verir mi diye hep bekledim… Ancak takımın fizik kalitesi yerlerde sürünürken takımın bu işi nasıl becereceğini bilen varsa anlatsın… Evet saha dışı ve içinde her türlü engele rağmen bir reaksiyon görmek istiyoruz… Mhk’sıylada, GS MEDYASIYLA DA, çakalıyla da, sırtlanıyla da her zaman kavga eder, mücadele ederiz… Ama takım bize ümit vermezken bu mücadeleyi yapmamız zorlaşıyor… Bu ülkede sahada en çok mücadele veren takım Fenerbahçe olmak zorunda… Mücadele etmek dışında başka hiçbir şansı ve alternatifi yok…
23 Ocak 2013 23:12
Divan toplantısında Aziz Yıldırımın Divan başkanımız olan BEYEFENDİ İNSAN Yüksel Günay’a karşı yaklaşımından ve tahammülsüzlüğünden son derece rahatsız oldum… Aziz Yıldırımı bugüne kadar yaptıkları nedeniyle hep desteklemiş biriydim… Ancak eleştiri karşısında kendisini kaybedip karşısın da ki Fenerbahçeli insanları kırmasını, küstürmesini ASLA ONAYLAMIYORUM… Divan toplantısındaki o görüntü gösteriyor ki Aziz Yıldırım yapılan en ufak eleştiriyi kendisine yapılmış bir saldırı olarak algılama yanlışını yapıyor… Ayrıca Fenerbahçe’yi bu kadar sahiplenmesi ve Fenerbahçe sevgisini yapılan eleştirilerde kalkan olarak kullanması asla doğru değildir… Ben Yüksel Günay gibi bir BEYEFENDİYE yapılan bu çıkıştan sonra Aziz Yıldırımın Fenerbahçe’ye bu saatten sonra yarar yerine zarar vereceğini düşünüyorum…
Sevgi ortamı olmadan hiçbir iş başarılmaz… Aziz Yıldırımın belki de yıllardır yaptığı devrime rağmen saha da istediği neticeleri alamamasının bir nedeni de bence Fenerbahçe’deki bu sevgisiz ortam olabilir… Daha doğrusu azımsanmayacak payı var diye düşünüyorum… Daha önceleri de Aziz Yıldırımın bu tavırlarını hep okuyorduk… Ancak kulübümüzün bu kadar içerisinde olan ve kader birliği yaptığı insanlara karşı bu kadar tahakkümcü olması doğru değil… Fenerbahçe’nin kendi içinde barışa ihtiyacı var… Küstürülen, kırılan ve kulübün kavgasında kayıtsız kalan FENERBAHÇELİLERİ kazanmamız gerekiyor… İnsanlar peygamber veya evliya değil… Bu şekilde Aziz yıldırım İnsanları rencide ederse, o insanlarda her ne kadar Fenerbahçe’yi sevseler de başarılı olmasını istemez… Belki de çoğunlukla da Aziz Yıldırıma olan kızgınlıklarından dolayı Fenerbahçe’nin başarılı olmaması için de çalışabilir… Ben bu sonuçları kendimi Yüksel Günay’ın yerine koyduğumda çıkartıyorum… Hakan Bilal Kutlualp, Şadan Kalkavan, Atilla Kıyat, Uğur Dündar ve buna benzer birçok kişiye karşı Aziz Yıldırımın bu agresifliği kulübümüze zarardan başka ne getirdi… Aziz yıldırım bu kulübü en çok sevenin kendisi olduğu yanlışına düşmemeli… BU kulüp Ben FENERBAHÇELİYİM diyen herkesindir… Bugüne kadar yaptıklarına teşekkür ediyorum… Tarihimizin altın sayfalarında yer alacaktır… Ancak şu YARGITAY safhasından sonra Aziz Yıldırımın artık ben başkanlığa nokta koymasını istiyorum…
23 Ocak 2013 23:13
DEVAMI
Fenerbahçe’ye sevgi ortamın getirecek, ortak aklı çalıştıracak, saygı ortamı içerisinde ve insanları dinleyerek, insanları ikna ederek, kendi istediği yapılmayınca şantaj ve tehdit yapmayacak ve her Fenerbahçeliden bu mücadele içerisinde yararlanacak bir başkanın koltuğa oturmasının zamanı geldi de geçiyor… İnsanları hiçe sayan, önemsemeyen, değer vermeyen, her anlayış duvara toslar… Aziz Yıldırım bu saaten sonra bu agresiflikten ve tahammülsüzlükten vaz geçemeyeceğine göre, yerine daha toparlayıcı, daha iletişimci, daha insanları kucaklayan ve insanların kalplerini kazanacak birine ihtiyacımız var… Bunca sene yaptığı hizmetler uğruna birçok FENERBAHÇELİ sporcu, yönetici ve Fenerbahçeli kişilere yaptıklarını görmezlikten geldik… Ama o divan görüntüsünü gördükten sonra ben böyle AZİZ YILDIRIMA her ne yaparsa yapsın itibar edemem… İnsanı hiçe sayan her anlayış ve kişiye bugüne kadar karşı oldum, bugünden sonra da karşı olacağım… Fatih Terim’i zerre sevmem… Sevmememin sebebi başarıları değildir… Kişiliğidir… O başarıları Mustafa Denizli yaşamış olsa idi, hayatımın her anında Mustafa Hocama saygıda kusur etmezdim…
Aziz yıldırımın küstahlık ve karşısındaki insana özellikle de eleştiri getiren insana karşı tahammülsüzlük yönünden Fatih terimden Bir farkı olmadığını canlı gözlerle gördüm… Bugüne kadar hep söyleniyor idi… Daha önce de Hakan Bilal Kutlualp’e karşı yine bir divan veya kongre toplantısında yaptıklarını görmüş, o zaman Fenerbahçe menfaatini koruyor diyerek yaptığı yanlışı tahlil edememiştim… Ama şu var ki Aziz Yıldırım ne kadar haklı olursa olsun, bu şekilde agresiflik yaparsa bu onun Haklılığını geçerli kılmaz… Ben bunları FENERBAHÇEYİ çok sevdiğim için yapıyorum demesi de mazeret olamaz… Fenerbahçe’yi bir tek sen sevmiyorsun…İkincisi şayet insanlara tatlılıkla anlatmak, onların gönüllerini kazanarak ikna etmek zor geliyorsa o zaman o koltukta oturmayın… Böyle insanları kırarak, küstürerek elde edilecek başarıyı ben istemiyorum…
25 Ocak 2013 18:32
evet sorun ve çözüm ortada. peki neden yapılmıyor? neden Aykut Kocaman bile bile lades oluyor? neden yönetim "taraftar desteğine ihtiyaç duyduğu bu dönemde" üç kuruşun hesabını yapıyor (ya da öyle aksettiriliyor).
yoksa "BİLİNÇLİ" bir zayıflık mı yaşatılıyor?
27 Ocak 2013 15:42
Hakikati bulan,başkaları farklı düşünüyorlar diye
onu haykırmaktan çekiniyorsa,hem budala,hem de
alçaktır.Bir adamın"benden başka herkes aldanıyor
"demesi güç şüphesiz;ama sahiden herkes aldanıyor
sa o ne yapsın?DANIEL DE FOE
Yorumunuza tepeden tırnağa katılıyorum.Kutlarım.
28 Ocak 2013 13:16
Kelimenin tam anlamıyla süper bir yazı,sevgisizlik ve hoşgörüsüzlük ortamı olmasının sorumlusu olarak gösterilen Aziz Yıldırım dır tezini savunan arkadaşımıza şunu sorabilirmiyim acaba, Sizin niye Aziz YILDIRIM a sevgi ve hoşgörüsüzlüğünüz var.Çoğu insanın evinde bile 1 saati kapalı ortamda geçirirken bunalması ve agresifleşmesi normal gözükürken hapishanede 1 yılı geçirmiş bir insana niye bu töleransı tanımıyorsunuz.Bence konu Aziz YILDIRIM falan değildir Ali ŞEN zamanındada bu Klübe böyle davranılıyordu ama tek fark Ali ŞEN bir duruş sergileyecek yapıda bir insan değildi.Fenerbahçe Klüp Başkanı kim olursa olsun nefret yayan kişi algısı yaratılacaktır,bazı insanlar iskeletsiz olduğu için bunu sindirecek bazıları ise bunu kabullenmeyip savaşmayı seçecektir.
28 Ocak 2013 21:15
CETEBO67 rumuzlu arkadaşım… Sanırım yorumunda benim sevgisizlik ve hoşgörüsüzlük tespitimi eleştiriyorsun… Benim yorumumu tam anlayamamışsın galiba… FENERBAHÇEMİZE karşı oluşturulan ve GS MEDYASININ KURGULADIĞI sevgisizlik yada nefreti kastetmedim… FENERBAHÇEMİZİN kendi içindeki sevgisizliğini kast etmek istedim… Bu konuda bana katılmayabilirsin… Ancak divan toplantımızda Aziz Yıldırımın DİVAN BAŞKANIMIZ Yüksel Günay Beyefendinin son derece normal eleştirilerine karşı gösterdiği tepki Aziz YILDIRIMIN çevresindeki insanlara karşı son derece kırıcı davrandığını gösteriyor…
Aziz Yıldırımın yaptıklarını emin ol internet ortamında benim kadar desteklemiş ikinci bir kişi yoktur… Bugüne kadar birçok sitede Aziz Yıldırıma hemen hemen her konuda destek yorumunda bulunmuş, projelerine ve vizyonuna katkı olması için taraftar kart çıkartmış, Çevremdeki Fenerbahçeli arkadaşlarımın çıkartması için çabalamış, tff ve zaman zaman birtakım kurumlara emailler atmış, fenerbahçemize yapılanlar uğruna gazete almayı bırakmış, 3 temmuz nedeniyle bundan sonraki hiçbir seçimde AKP’YE OY VERMEYECEK BİRİSİ OLARAK VE Daha ömrümde canlı olarak saraçoğlunda maç izlemediğim, bundan sonra da izleyip izlemeyeceğim meçhul iken sırf kulübüm büyüsün diye lisanslı forma almış Anadolu da yaşayan sıradan bir insanım… Ancak divan toplantısında gözlerimle gördüğüm kırıcı davranışı AZİZ YILDIRIMIN sergilemeye hakkı yok… Fenerbahçe AZİZ YILDIRIMIN tapulu malı değil… Bu kulübü seven herkesin, aklı erdiğince eleştiri getirmesi ve kulüple ilgili fikir belirtmesi gayet doğal olmalı…
Aziz Yıldırım 3 TEMMUZDA VE ondan önce de haksız ve insafsız saldırılara HEP maruz kaldı… Ancak Aziz Yıldırımında Fenerbahçe sevgisi adına kırdığı, küstürdüğü onca yönetici ve futbolcu olmadı mı ??? Tuncay, aurello, alexs, ümit özat, appiah benim ilk aklıma gelenler… Selim Soydan, Atilla Kıyat, Hakan Bilal Kutlualp, Sadettin Saran ve buna benzer birçok Fenerbahçeli küstürülmedi mi ??? Fenerbahçeyi çok seviyor olduğu muhakkak, ama bu sevgi aşırı sahiplenme nedeniyle artık zarar verir noktaya gelmiş durumda… Ben divan toplantısındaki o görüntünün 1998 yılından bu tarafa birçok sporcu ve yönetici ile olan diyalogda kullanıldığına emin oldum… İnsanları kırarak, dökerek başarı gelmez… Ayrıca dediğim gibi eğer aziz yıldırımın o tavrını hoş göreceksek, Fatih Terim’i hiçbir zaman eleştiremeyiz… Bu kulüpte her şey Aziz Yıldırımın Dediği gibi olacak ve hiç kimse de bir eleştiri getirmeyecekse bunca kongre üyesine ne gerek var… Aziz Yıldırım dönemindeki bir sürü YANLIŞ teknik adam tercihleri ve başarısız transferin nedeni de bence Aziz Yıldırımın yüksek egosundan kaynaklanıyor… Ben bilirim, ben yaparım dediği için, ekonomik anlamda yaptığı DÖNÜŞÜMÜN karşılığını sahada başarı olarak alamamıştır…
Bunun önemli bir nedeni yüzde altmışı FENERBAHÇEMİZE Karşı oluşturulan SAHA DIŞI FUTBOL DÜZENİ ise, yüzde kırklık gibi hiçte azımsanmayacak bir payda AZİZ YILDIRIMIN yönetim anlayışı ve yönetim biçimidir… Einstein’in çok sevdiğim bir sözüyle yorumuma son vermek istiyorum… Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek aptallık olur… Aziz Yıldırım misyonunu tamamladı… Yeni dönemde Aziz Yıldırım tarzı anlayışla bir arpa boyu yol gidemeyeceğimizi artık anlamamız lazım…
29 Ocak 2013 23:32
@berkmert, son aciklamalarinin bir coguna katiliyorum, ve de en cok Aziz Yildirim yonetim anlayisinin degismesi gerektigine. Ama bu is hem Fenerbahce'nin menfaatleri, hem de Aziz Yildirim'a bu camianin vefa borcundan dolayi yargitay surecinden once olamaz. Ama esas buyuk soru, o koltugu bosalttigi anda kim gelecek oraya? Kendileri basinda, bu gorevi istediklerini soyledikleri icin, Saadettin Saran veya M.Ali Aydinlar. Her iki aday da benim icime sinmiyor maalesef.
30 Ocak 2013 12:39
berkmert arkadaş;sayın Aziz yıldırım'ı verirsen
Fenerbahçeyi verirsin.İstenen de budur.Sarı öküz
hikayesini öğrenmelisin.Bahsettiğin topçular ve
yönetim kurulu üyeleri,hatta Yüksel Günay konusu_
nu iyi bilmiyorsunuz.İstanbulda yaşıyorum ve çok
ilgiliyim.Bana bir adres verirseniz size yazarım.
Aziz Yıldırım, en az üç sene Fenerbahçe için yön_
etimde kalmalıdır.Uzun,uzun yazdığınız yorumu bir
kere daha okursanız,çelişkiler ve haksızlıklarla
dolu olduğunu görürsünüz.Özür dilerim ama gerçek
böyle.
30 Ocak 2013 19:05
sevgili berkmert şu örneklerinize bir daha bakarmısınız Tuncay, aurello, alexs, ümit özat, appiah benim ilk aklıma gelenler… Selim Soydan, Atilla Kıyat, Hakan Bilal Kutlualp, Sadettin Saran ve buna benzer birçok Fenerbahçeli küstürülmedi mi ??? saydığın isimler 3 temmuz süresince nasıl davranmışlar giden topçular nasıl gitmişler, Yüksel GÜNAY konusunu bence iyi irdeleyin ve inceleyin bence Aziz YILDIRIM konusunda haklı olduğun bazı yönler var ancak :))) teşekkürler.