Aziz Yıldırım Buluşması


Yaklaşık 1 hafta önce ofiste otururken, telefon çaldı, Fenerbahçe kurumsal iletişim departmanından bir hanımefendi Aziz Yıldırım'ın 1 kasım tarihinde bazı sosyal medya yazarları ile bir tanışma toplantısı düzenlemek istediğini, arkasından da Pana maçının izleneceğini söyledi. Biz de davete bu sebeple icabet ettik. Maçtan önce Aziz Yıldırım ile tanışıldı, gündelik hayat, Fenerbahçe hakkında bir sohbet edildi. Daha sonra da Pana maçını izlemek üzere Arena'ya geçtik. Orada da davet ettiler, misafir olarak da uygun bulunan yere oturduk.

Elbette olan olay ve olguları pos cihazı - kredi kartı ilişkisi içerisinde algılamaya meyyal insanlar var. Alenen papazınçayırının kulüple bir organik bağı olduğunu, büyük paralar götürdüğünü, cüzdanı doldurduğunu filan yazdılar. Baştan başlayayım kimsenin ihsanıyla cüzdan doldurmaya ihtiyacımız yok. Allah'a şükür. Kendi emeği ile çalışıp, kendi geçimini sağlayan insanlarız. Mesleğimizden paramızı kazanıyoruz.

Ancak diğer insanlarla ilişkisini bu şahsi menfaat, cüzdan, banka hesabı üçgeninde görerek, buradan bir şeyler çıkartmaya çalışmak bazıları için daha kolay oluyor. Akli melekelerini "BDP'linin hakkını savunuyorsa PKK'lı, 29 Ekim bayramındaki göstericilerin haklarından bahsediyorsa ulusalcı, türbanlıların haklarından bahsediyorsa cemaatçi / akpli" gibi bir düzleme teslim etmiş, bu düzlem içerisinde yaşayanlar için her şey çok "net."

Hatta daha normal şartlar altında böyle bir şekilde durumu izah etmeyecek insanlar da konu kendi nefret ettikler, ötekileri olduğunda bu yola gayet rahat girebiliyorlar. Örneğin Fikret Orman'ın Beşiktaşlı blog yazarlarını çağırıp onlarla sohbet etmesi güzel bir olaydır. Galatasaray'ın kurumsal hesaplarını yönetenler "bağımsız blogger, serbest gazeteci" olarak arz-ı endam edebilir. Buralarda sorun yok. Fenerbahçe başkanı iki kişiyle yanyana gelse, büyük bir nefret söylemi / dalgası bir anda ortaya çıkıyor, yönlendirilmiş bir kampanya ile birleşen bu nefret de insanlara haksızlık olarak kendisini gösteriyor.

Başkasının hakkının savunulmasını veya nefret ettiği birine haksızlık yapılmasına karşı koyulmasını ancak menfaat üzerinden algılayabilecek bir ahlakla da birlikte yaşıyoruz. Bu zihniyete göre artık kendisinin ötekisi kimse, onun hakkı savunulamaz. O zaten "pkklı, bölücü, zerdüşt, ulusalcı, darbeci, ermeni, afedersin rum, komprador burjuva" olduğu için hakkının savunulmasını hak etmez. Böyle bir hak yoktur. Onun hakkını savunan da ondan çeşit çeşit menfaat buluyordur.

Elbette bu mantığın doğal arazları var, o arazları da görmek için dahi filan olmak gerekmiyor. Bir hakkın varlığını, ötekinin bizzatihi kimliğine ve kendisinin öteki ile kurduğu duygusal bağa bağlayan adam esasında hak bilincine filan da sahip değildir. Bizimkilerin hakkı olsun, ötekilere de ne yapılırsa müstehak algısında hayatını devam ettiriyordur. Böyle bir düşmanlık kültünün artık normalleştiği topraklardayız.

Ama bir es verip kısa kısa geçeyim,

Galatasaray başkanı blog yazarları ile yemek yiyemez mi? Yer? Yemek hakkıdır. Galatasaray Başkanı davet ederse sosyal medyadaki arkadaşlar oraya giderler, hiç sorun sıkıntı yok.

Hatta geçtim blog yazarlarını örneğin Galatasaray Başkanı şampiyonluk kutlamasını medyanın mümtaz simaları olan, 3 Temmuz sürecinde her tür manipülatif haberi yapmış insanlarla da birlikte olabilir. Daha da ilerisinde bizzatihi sahtekarlık, dolandırıcılık suçundan hüküm giymiş adamlarla el sıkışabilir. Siz bu adamları "paralı askerleeer, ne oldu adam beee" derken gördünüz mü? Mesela 12 Numara'ya yönelik söylenenlerin onda biri bu adamlara söylendi mi? Hayır. Neden? Çünkü bu adamların böyle bir derdi yok. Rasim Ozan Kütahyalı, Mehmet Baransu gibi adamların yazılarını keyifle paylaşıp, Mehmet Berk'in yüzde 90'ını yalan ilan ettiği haberlerle kamuoyu algısı yaratmaya çalışanlar için ağızlarını açmazlar. Kendisine yarıyorsa eyvallah, kendisinin ötekisi ise her tür iftira, yalan, dolan, spekülasyon bunlara mübah. Vaka bu.

Mehmet Ali Birand'ı biliyorsunuz. Kendisi fanatik Galatasaraylı, bizzatihi Galatasaray'ın yöneticilerinden. E kardeşim Mehmet Ali Birand aynı zamanda bir yayın organının da yöneticiliğini yapıyor. O yayın organı da olmadık haberler yapabiliyor. Siz bu "hassas" kantarların hiç o tarafı tarttığını gördünüz mü? Göremezsiniz. Çünkü bunlar için bu mübahtır, yeter ki düşman olduklarının lehine bir şey söylenmesin, edilmesin.

Bakın baştan söylüyorum, spor kulüpleri yöneticileri taraftarlarla, yazarlarla, çizerlerle, gazetecilerle bir araya gelebilir. Onlarla oturur, yemek yer, düşüncelerini paylaşır. Bu durum da doğaldır. Hatta yapılması gerekir, geç kalmış bir adımdır.

Galatasaray başkanı yazarlarla, çizerlerle, tribüncülerle herkesle oturur, kalkar. Kimse kimseye paralı asker demez, şahsına yönelmez. Niye yönelsin? Elbette bunu yapacaklar. Ama bahis konusu Fenerbahçe başkanı olunca, hakaretin iftiranın bini bir para. Komprador burjuva diyen çıktı, sanki spor kulüplerini bu amana kadar Subcommandante Marcos yönetiyordu da, bir Aziz Yıldırım burjuva. Şu nokta önemli, Fenerbahçe ne yapsa bir telin, karalama bombardımanından geçiyor, bu da böyle yansıtılıyor.

Böyle bir nezaket buluşmasından bir banka kartı hikayesi çıkartmak, bir kulübün başkanını herkesi satın almaya çalışan, birilerini satın almadıkça kimsenin yüzüne bakmayacağı bir kredi kartı, yanındaki herkesi de pos cihazı olarak görmek sapıtmış bir kafa yapısıdır. Biz bu blogda 3 temmuz sürecinde ne söylediysek doğru olduğuna inandığımız için söyledik, yetmedi uyguladık. Bugün bu sözlerin doğru olduğu, dava sürecinde bir çok manipülasyonun döndüğü, davanın şikeyle mikeyle değil siyasi saiklerle açıldığı, dava sürecinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, davanın hukuk mantığından uzak yürüdüğünü herkes kabul ediyor.

Bu itirazları zamanında yapanlar, sadece biz değil, gittikçe genişleyen ve bir çok insanı barındıran bir büyük fikir birlikteliğinin parçaları, bu süreçte her tür ötekileştirmeye de maruz kaldılar. Hakkımızda yalanlar da söylendi, iftiralar da atıldı, nefret söyleminin her çeşidini gördük. Arkadaşlarımız alenen tehdit edildi. Belli medya gruplarının yayın organlarında insanlar belirli davalarla ilişkilendirilmeye çalışıldı. Bazı yerlerden mesajlar gönderildi, susulması, konuşlmaması istendi. Bedel ödemedik mi, ödedik, ödüyoruz. Pişman mıyız? Asla. Çünkü bu fikirler, bu fikirleri savunan insanlar, bu kocaman kitle, yerleşik medyayı, medya üzerinden manipülasyon yapanları, kendisini elinde tuttuğu medya ve diğer iktidar organları ile herşeyi yapabilecek bir güç odağı olarak görenlerin hayallerini söndürdü. Yendik. Ellerindeki manipüle edilmiş veriler, türlü çeşit iftira, yalan yanlış bilgi ile bir koca halkın algısını değiştirip, insanların boynuna idam ipi geçirmeye çalışanlar bunu başaramadı. Kalbine, fikrine inanan, bunun için sokağa çıkan, yazı yazan, haykıran yüzbinlerce insan kazandı. Biz o insanlardan daha önde de değiliz. Aylarca çalışan, okulunu işini bırakıp sabahlayan, bir pankartla armanın peşinde kilometreler kateden tribün emekçilerinden, hayatında ilk kez, biber gazı yiyeeceğini bile bile sokağa çıkıp kalbindeki haykırmak isteyen münferit vatandaşlara kadar büyük bedeller ödeyen herkes de bizden çok alkışı, tebriği hak ediyor.

Bu büyük bir lokmaydı. Boğazlarına oturdu. Birilerinden çıkarmak istiyorlar. Biliyoruz ki yazdığımız yazılara, ilkelere itiraz edemeyenler, kişiliğimize saldırarak, bu kişiliği tahrip ederek sözün gücünün azalması için çalıştılar, çalışıyorlar. Elbette bunu yapacaklar. Fikre cevap veremeyen insanlar o fikri seslendiren ağızları susturmaya çalışırlar. Şiddetin bir çok yolu var. Bu bizzatihi hiyerarşik sansürle olur, "bunlar darbeci, bunlar ezidi!!" diye gürlemek ile olur, tenis maçındaki adamı "terörist holigan" ilan etmekle veya buna alkış tutmakla da olur. Bu bazen, diğer insanlar hakkında iftiralar atarak, onların yaşam alanlarına yönelerek gerçekleşir bazen de bizzatihi ona saldırarak hayat bulur.

Bu bu ülkede bir şey söylemek isteyen herkesin şu veya bu şekilde karşılaştığı bir somut durum. Bunu bir boyutta bir yerlerde fikir ifade etmiş, o fikri de kamusallaşmış, geniş kesimlere ulaşmış herkes yaşıyor. Yaşayacak. İdeal zeminde, fikirlerin tartışıldığı, spekülasyon yapmadan önce insanların diğerlerine hüsnüniyet ile soru sorduğu, fikrini gene bu iyi niyet temelinde ifade ettiği bir dünyada yaşamıyoruz. Tersine insanların kamplara bölündüğü, öteki kampın düşman unsur olarak görüldüğü, düşman unsurdan nefret etmenin ve ona her yolla zarar vermenin de geçer akçe olduğu bir zeminimiz var.

Bunu bilinçli olarak, bir araç olarak yapan, bu zemini kullananları biliyoruz. Adam tam da karşıdakine zarar vermek için rasyonel olarak hesaplayarak bu tekniği uyguluyor. Ona yapacak bir şey yok. Bir de düşmanlıktan gözü dönmüş, spekülasyonu, yalanı, iftirayı kendine liman bellemiş, bir maddi çıkar olmadıkça kimsenin yanyana gelmeyeceğine inanan, öteki gördüğü insanların ancak maddi çıkar ve diğer olaylarla savunulabileceğine biat etmiş zihniyet var. Onları da tatmin etmek kolay değil ama söyleyelim evet como gölünde villa, yelkenli.

Buraya kadarını da şundan yazdım, biliyorum ki iyiniyetli, meraklı arkadaşlar var. Onlar da bu sesleri duyuyor, şaşırıyor, olayı öğrenmek istiyorlar. Yaşadığımız durum öyle kozmik bir olay değil. Yukarıda anlattığım şekilde geçen 3 Temmuz sürecinde yaşananların neden olduğu, teşekkür, tanışma, görüşme ziyareti. Bu haliyle de ince, zarif bir şey. Çok takılmaya gerek yok ama, madem takıldık, olayın aslı astarı budur diyelim, geçelim. Konuşacak daha önemli şeyler var.



2 comments:

  1. Sekhranikos dedi ki...

    yediğiniz içtiğiniz sizin olsun ne konuştunuz? neler sordunuz?

  2. akdeniz dedi ki...

    güzelmiş


    http://zoomlabakalim.blogspot.com/

Yorum Gönder