Çöl Sürgünü: İktidarın Kıskacında Futbol ve Aykut Kocaman


yazar: Gurbetname, Seytamcik

“Futbolu göz ardı eden diktatör az bulunur” [Simon Kuper]

Şiddetin bin bir şekli hükmediyor artık dilimize ve fiziki hayatımıza. Görsel ve işitsel medyanın tuali kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir zulüm ile boyalı. Biber gazı kokan bir gündemimiz, lalüebkem muhaliflerimiz ve işinden, sevdiklerinden ve hayatından sürülen on binlerce mağdurumuz var. Tutuklu olan sadece içerideki gazeteciler, öğrenciler, subaylar ya da Kürtler değil, dışarıda tutuklu bir halk var; tecrit edilen hakikatler ve dile gelmeyen bilumum ruhsal ve bedensel işkenceler mevcut.

Muhalefet, artık yasaklı bir dil. Konuşulması engelli konu, kişi ve kurumlar var. Dile getirilmesini geçin, işaret edilmesi bile muktedirlerin infiali ile karşılanan hadiseler mevcut ve hâkim rejim kendini averaj değerler ve kibirli bir pervasızlık olarak dayatmakta. Ülke lideri, ana muhalefeti 'bahtsız bedevi' ilan ediyor, muhalefet lideri kalkıp çöldeki kutup ayılarından dem vurabiliyor. Her alanda baş gösteren bir zihin kuraklığı dayatıyor kendisini. Bağımsız akıl ve vicdanın cenaze namazına buyurun. En önde saf tutanlar, siyasi ve sosyal iklimimizi esir alan haset, iftira, kibir ve hamaset.

Totaliter Rejimlerin Reklam Panosu

Müesses nizamın yeni sahipleri, kendi rol modellerini de yaratma pesinde. Kendi iktidarlarının vitrinini süsleyen kukla aktörler. Bu aktörlerin basarisi nizamin bekası için elzem. Çünkü sunduğunuz modelin cazibesi ve sürdürülebilirliği olmalı ve bunu kitlelere yayabilmek adına da stadyumlardan büyük ve futboldan güçlü bir reklam alanı bulunmamakta. Her müstebit rejim, sporu, ideolojik bir alana dönüştürmeye meyillidir. Kendi şubelerini, kendi elçilerini tayin edip desteklerler. Kitlelerin afyonu değildir futbol, fakat totaliter rejimler için ideal bir reklam panosudur. Kendi destekledikleri takımların, insanların ya da kliklerin başarısı iktidarın logosu ile sunulur. Rol modelleri ordusuna aday bulmak zor değildir. 3 Temmuz sürecinde, iftira ile itibarsızlaştırma gibi muktedir stratejilerini benimseyen, geliştiren ve uygulayan kurum ve insanlara bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Düşene tekme yapıştırmak için kuytu köşelerde bekleyen o karanlık suretlerden bahsediyorum; karşınızda önünü ilikleyip, arkanızdan hakaretler savuranlardan. Nihayetinde, Türkiye’de futbol, siyasi iktidarın kölesi, stadyumlar ise arenası.

Bu sözlerin altını doldurmak adına İspanya’daki Faşist Franco rejiminin açıktan destek verdiği Real Madrid ve sabote etmeye çalıştığı Barcelona kulüpleri ile ilişkisine bakmakta fayda var. 1939’da işgal ettiği Barcelona şehrinin güzide kulübünü kapatamayacağını anlayan Franco, kulübün yönetimine kukla idareciler getirerek kontrol altına almaya çalışır. Buna rağmen, anti-faşist İspanyollar ve Katalan Halkı, kulübü, Franco rejimine karşı direnişin sembolü olarak görüp desteklerler. Aynı dönemlerde, Franco rejiminin Dış İsleri Bakanı Fernando Maria Castiella "Real Madrid, bizim bugüne kadar sahip olduğumuz en iyi elçiliktir' der.[1] Real Madrid'in, sadece kendi dönemlerinde kazandığı Avrupa zaferlerinden değil, La Liga’daki Katalan ve Bask takımlarına karşı elde edilen galibiyetlerden de dem vurmaktadır. Barcelona’yı işgal eden komutanlardan aşırı sağcı Bernabeu'yu Real Madrid’in başkanı olarak atayan, Di Stefano gibi önemli oyuncuları Barcelona ile kontrat imzalamış olmasına rağmen takıma kazandıran bu rejim önderliğindeki Madrid kulübü, tarihindeki 32 şampiyonluğun 14'ünü kazanır. Ayni dönemde (1939-75) Barcelona ve diğer takımlar aleyhine yapılan hakem hataları keyfi ve aleni bir hal alır ve hakemlerin, rejimin subayları tarafından tehdit ve teşvik edildiği dedikoduları ayyuka çıkar. Hâlihazırda, Türkiye’de de benzer bir senaryonun birebir tekrarlandığını söylemek için henüz erken, fakat bu hikâyedeki ögelerin birçoğumuza tanıdık geldiğine eminim.

Spor Adamları: Rejimin yeni teknokratları

Ahmet Hakan, Fatih Terim için “onun öfkesi, Tayyip Erdoğan’ın öfkesinin sütkardeşidir” diyor. [2] Rastgele bir benzetme değil bu, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde rejimin ideolojik aygıtlarının izdüşümünden bahsediyor. Ayni yazıda ‘onun öfkesi, … çalışılmış bir öfkedir … [ve] kameralar tarafından acayip sevilir” diye eklemeyi de ihmal etmiyor. Ahmet Hakan’ın övgüler düzdüğü, iktidar şiddetinin sureti olan sahsın otoriter, buyurgan ve korkulan kişiliğidir. Dolayısıyla, muktedirler tarafından gözetilen ve kollanan bir kulüp ve onun iktidar tescilli bir rol modelidir karşımızdaki. Vasatın hayatımızı tahakküm altına aldığı bir rejimde, yeniden üretilen şiddet kültürünü benimseyen, uygulayan ve temsil eden bireylere dönüşür rol modelleri.

Hegemonya alanının genişlediği ve demokratik alanın daralıp kuraklaştığı bir mevsimde farklı yaşam sahaları ve biçimleri de baskı altında. Bu iklimin toprağı artık Fatih Terim ve türevlerini besliyor, Aykut Kocaman gibiler ise birer öteki. İşte bu sebeple, rakibe saygı, meslek ahlakına hürmet ve profesyonel hoşgörü ile işleyen bir organizmanın yaşam sahası da istilaya açık hale geliyor.

Kocaman bir Bahçe

3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe kulübünün seyircisi ve teknik direktörü sadece bir direniş alanı yaratmadı, aynı zamanda da iftira, biber gazı ve bilumum riya ile kurulan yeni düzene de alternatif oluşturuyorlar. Futbolun, sadece bir rejim aracı değil ayni zamanda da bir mücadele alanı olduğunu gösterdiler ve örgütlü mücadelenin nadir örneklerinden birini sergiliyorlar.

Müesses nizam için şaşırtıcı olan otorite abidesi bir spor adamının ve çeşitli borsa oyunları ile şaibeli kazanç sağlayan bir kulübün yaptıkları değildir. Şaşırtıcı olan dezenformasyon ve zorba yöntemlerle yıkmaya çalıştıkları bir yaşam alanının halen ayakta olması. Kibrin işgal ettiği basın toplantıları, riyanın hâkim olduğu yeşil saha değildir şaşırtıcı olan. Kafaları karıştıran, taraftarının önünde eğilmesini bilen, rakip taraftarların bile kadirşinas sıfatlarla nitelediği, haksızlık karşısında gerekirse futbolu bırakacağını söyleyen bir teknik direktör modelidir. Haset ve kibirden medet ummayan, hakareti zül gören bir haysiyet timsalidir kimsenin aklının almadığı. Kamuoyunu katatonik bırakan da budur: Sesini yükseltmeden sadece kelimelere ve hakikate yaslanarak konuşmasını bilen bir dimağ. Mehmet Baransu ve Mehmet Ağar’la yan yana durmakta bir beis görmeyenler için Yaşar Kemal ve Nazım Hikmet ile aynı karede yer almayı tercih eden bir insan ölesiye korkutucudur, çünkü kökünü toprağın derinliklerine salmış çınarlardan feyz alıyordur.

Aykut Kocaman’ın sevinç şekline bile saldırmanın küstah hafifliği ile malul yazarların anlamayacağı bazı konular var. Saygı ve haysiyeti düstur edinmiş bir insanın yapabileceği en büyük iltifattır sahadakileri alkışlamak. İnsanoğlunun en eski takdir biçimidir. Antik Yunan ve Roma’daki kamuya açık gösterilerden bu yana beğeninin en üst noktasını simgeleyen bir performansa saygı şeklidir. Mübalağadan, şaşaadan uzak yaşayan bir insanın üstüne yakışan sevinç budur. Totaliter ilahlara tapan zihniyetin bunu görememesi doğal ve bizce buraya kadar herkes kendi rolünü oynamakta.

Başarısız bir Hephaestus

Bu yazı yazıldığı sırada Aykut Kocaman’ın görev süresi 2,5 seneyi doldurmak üzere. Bu süre zarfında Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzon gibi rakiplerinden daha çok gol atmış, daha çok puan toplamış ve daha çok galibiyet almış bir teknik direktördür kendisi. 20 derbi mücadelesinde kaybettiği sadece 3 maç olması da güzide karnesine eklenmeli.[3] Ligdeki istatistiklerine ilaveten Avrupa Ligi’nde grubundan lider olarak çıkan bir takımın teknik direktörünün başarısız olarak kodlanması ise kanaat mühendislerinin başarısı olarak ele alınmalı.

Aykut Kocaman’ı katıksız sevenler, güzel insanlara duydukları hasretten mustarip oldukları için seviyorlar kendisini. Çoğumuz “çalışkan ama başarısız” diyoruz onun için, istatistikleri dahi yalancılıkla suçlayarak. Durduğu yeri ve varoluş mücadelesini göz ardı etmeye teşneyiz. Çünkü Galatasaray karşısında kötü oynanmış tek bir maçın, sevdiği takım uğruna evini kaybetmiş olmasından daha önemli olduğunu düşünüyoruz. [4] Sükûnetini, cehalet; nezaketini ise budalalık olarak okumak için yırtınıyoruz, futbolun artık yeşil sahalarda oynanmadığını unutarak.

Tekrar etmekte bir beis görmüyorum, Aykut Kocaman, müesses nizamın ötekileştirmeye çalıştığı bir spor adamı ve tabana yaymaya çalıştıkları rövanşist şiddet kültürünün önündeki simgelerden biridir. Hakaret karşısında saygıyı, iftira karşısında hakikati, kibir karşısında tevazuu, şiddet karşısında mücadeleyi temsil eder. Alternatif ve dolayısıyla rahatsız edici bir rol modelidir.

Nihayetinde, hamaset ve riyanın çölünde Aykut Kocaman bir vaha değildir. Eski yaşam alanları kurutuldu ve iktidar tüm vahaları ateşe verdi. Aykut Hoca, en güzelinden bir sürgündür bu dünyada. Belki de bir hakikat sürgünü; kendi toprağından, kendi renklerinden onuru uğruna uzak kalmayı göze alabilecek olan bir mülteci. Aykut Kocaman, bir boşluğu doldurmuyor, namevcut bir dünyanın küçük prensi. O yüzden Aykut Kocaman’ın dili birçoğu için yabancı. Çünkü çığırtkan ve nadan monologların ülkesinde, futbolun has seyircileri ile kurulan sessiz bir diyalogdur o. Pirkei Avot’ta yazan ‘nihai hakikatin kelimeleri yoktur, sükût içindeki sükûttur’ [5] sözünün tecessüm etmiş hali ve Tüz efsanesinde anlatılan, göl kıyısında yaşayıp porselen bedenlere ruh nakşeden elleri yaşlı kendisi genç bir tin mühendisidir.

Dilimizi zapturapt altına alan iktidar kodlarının, hamasi simgelerin, çığırtkanlığın, hakaretin ve şiddetin dışında bir üsluba sahip her insanın kaderine hapsedilmiş yalnızlığı var Aykut Kocaman’da. Hocayı bu çölde yalnızlığa hapsedenler sadece iktidar tribünü değil, kendi taraftarı da ondan ziyadesiyle şüphe duyuyor. Gramsci 'açık havada ortaya konan insan sadakatinin krallığıdır futbol' diyor.[6] Bu sadakatin ait olduğu insanları bulması ve kendi alanlarını var edebilmesi artık biz futbol dilencilerinin elinde.

[1] Gabriel Kuhn. Soccer vs. The State: Tackling Football and Radical Politics, (2011) PM Press.
[2] Ahmet Hakan. “Fatih Terim öfkesi hakkında yedi şey”, Hurriyet (22 Kasim 2012)
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21984186.asp?yazarid=10&hid=21985054
[3] Ahmet Ercanlar. “Aykut Kocaman’ın Gerçeği”. Hurriyet (1 Kasim 2012)
http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/21825640.asp
[4] Ahmet Ercanlar. “Malum Tarafin Saldirisi”. Hurriyet (17 Agustos, 2012)
http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/21246451.asp
[5] Pirkei Avot. Ethics of the Fathers. (2009) Lulu. (Aslen M.O. 300’lerde yaşamış olan Hahamların sözleri ve öğretilerinden oluşan Musevilerin kutsal kitabı)
[6] Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol. (1998). Can Yayınları.

*Bu yazı için bize gönderdikleri kitaplar ile katkıda bulunan iki güzel insana teşekkürü borç biliriz: Fatih Yıldız ve Seval Çağlar. Ayrıca fikirleri ve olumlu eleştirileri ile katkıda bulunan Gözde Özen’i de burada anmak istiyoruz. Sizlersiz bu yazı asla yazılamazdı. Sağ olun, var olun.



6 comments:

  1. akdeniz dedi ki...

    hiç bunlara bakmayalım
    asgari ücretin 700 tl olduğu bir ülkede futbolculara verilen trilyonlara bakalım
    yüzde 60 tan fazlamız devletten yardım alıyorsa bunun bir spor olduğunu düşünmek garip değil mi..

  2. Last Pipe Bender dedi ki...

    Aykut Kocaman pragmatik bir adam. Basit dusunuyor. Mantik her zaman on planda. Duygular sonra geliyor. Dogru neyse onu yapiyor. Dogru dedigimiz de zaten goreceli bir kavram. Aykut Hoca politik biri de degil. Oyle olsa idi, ALex'in kahrini ceker, onun suyuna giderdi. O kadar sade ve mantikli bir dusunce yapisi var ki, 3 Temmuz surecinin sacmaligi konusunda belki de en buyuk direniscilerden biri oldu. Tabi bu ozellikleri onu cok iyi bir teknik adam yapmaya yetmeyebilir ama bu surecte cok iyi bir teknik direktorum olacagina, Aykut Kocaman gibi bir sembolumuz olsun derim. Allah basimizdan eksik etmesin.

  3. Unknown dedi ki...

    içinde bulunduğumuz durumu sanırım bundan başka bir yazı ile anlatmak mümkün değil,yazana ve emeği geçen herkese selam olsun,aykut hoca çoğu zaman rumi gibi susarak konuşur arif olan anlar zaten gerisi ilede bizim işimiz yok.

  4. Signature dedi ki...

    Futbolun baronlarının,arkasında durmuş olsak da Aziz Yıldırım'ın dahi koşa koşa Mehmet Ağar'ı ziyaret ettiği dönemde vaktini Yaşar Kemal ile geçirmeyi tercih etmiş adamdır.Başka söze gerek yok herhalde.Zaten arkasında ziyaret edeceği bir Mehmet Ağar olsaydı,futbolculuk kariyeri çok daha öteye,teknik direktörlük kariyeri de 10 sene önce bu seviyeye gelmişti.

  5. omer sisman dedi ki...

    futbolda günübirlik yorum saçma bir şey. günübirlik yorum yapmayalım, aykut kocaman'ın fenerbahçe teknik direktörlüğü kariyerindeki galatasaray maçları (7-8 maç oldu herhalde) karnesi can sıkıcı. ne oldu, günah keçisi gibi alex uçuruldu da takım bugün kafasız kalmış horoz gibi kıvranmadı mı? (aynı şeyi gündüz kılıç da metin oktay'a yapmıştı, türkiye'de spor gazetecisi olmadığı için bulup çıkaran yok). aykut hoca şunu anlamalı, mümkünse aklına mıh gibi çakmalı; çoğu fenerbahçeli'nin fenerbahçe'nin güncel yönetimine kadrosuna şusuna busuna sevgisi dalgalanırken bile sabit olduğu nokta galatasaray nefretidir. galatasaray türk'ün türk'e oryantalizmi, türk'ün türk'e batı kompleksi, türk'ün türk'e sınıf atlama telaşı, galatasaray semra hanım'ın papatyaları... nefret ediyoruz hocam, anla artık bunu. bir sözüm de gökhan gönül'e. yakışmıyor bu kadar ortalamacılık. hem de taraf gazetesi ortalamacılığı. radikal iki ortalamacılığı. sıkıldım senin centilmenlik demeçlerinden de, futbol bir temaşadır çıkışlarından da, mehmet ağar'ın kankası fatih terim'e duyduğun saygıdan da. bırak bu işleri de git iki rekat idman yap. alex'inden lugano'suna fenerbahçe'den gelip geçen tüm büyük fotbolcuların en tembel, idmandan en çok kaçan diye işaret ettiği adam sensin. bırak bu iki saniye fanatize olsan maç sonrası iki saat mikrofonlardan özür dileyen halleri, ya bizimle ol ya da gittiğin yerde mutlu ol. böyle olacaksan da istersen git fatih hocanın yanında ol. bize kahvehanedeki adamın diliyle (hep mi yanılacak o kahvehanedeki adam!) tuncay şanlı ruhu, lugano isyanı, alex kalbi gerek, böyle salak sulak ortalamacılıklar değil.

  6. miracsaral dedi ki...

    İçinde General Franco geçen karmakarışık futbol makaleleri yazmak ve Aykut Kocaman övgüleri (ki onlar Hindenburg Zeplininden bile daha fazla şişirilmiş övgülerdir) yapmak umarım 2013 yılında son bulur. Benim yılbaşı dileğim de bu.

Yorum Gönder