26 Mayıs 2011
Nefret Koalisyonunun Limanı: Özeleştiri Yapın

Nefreti meşrulaştırmanın, doğal bir durum haline getirmenin bir kaç yolu var. Nefretten beslenen bütün ideolojiler de şu veya bu şekilde bu yolları kullanırlar. Özcülük bunlardan biri. Buna göre, herkesin ve her şeyin bir doğal "özü" vardır, bu özden uzaklaşanın yaşadığı "bozulma"dır, dolayısıyla değişim baştan "dejenere" bir süreçtir, esasında yapılması gereken değişmeyen, mutlak ve zaman üstü olan bu "öze" tekrar ulaşmak veya onu korumaktır.
Muhafakazar, milliyetçi ideolojiler öncelikle bu "özcü" akıldan etkilenirler. Buna göre mensubu olunan milletin "özü" iyidir, ahlaklıdır ve diğer "iyi" kabul edilen niteliklerin bütününe haizdir, diğer milletler ise bu öze sahip olmadıkları için zaten baştan "iyi" değildir ve iyi de olamazlar. Onların "özü" başkadır, o "öz" de değişmez varlığını devam ettirir. Diyelim Nazi partisinin temelinde Aryanların varoluşlarıyla zaten iyi, ahlaklı, yaratıcı, medeniyet kurucu olduğu kabul edilir. Yahudiler ise özleri itibariyle medeniyet kurma yeteneklerine haiz değildir bu sebeple de medeniyetlere ilişerek "parazit" bir yaşam sürmek zorundadır. Bu tip bir özcü aklın Nazilere has olduğunu düşünmek ise Türkiye deneyimini yaşayan bizler için pek mümkün değil. Diyelim ki milli edebiyatımızda Türkler her zaman iyidir, cengaverdir, kahramandır, "savaşçıdır" ancak Bizans mutlaka kahpe olmak zorundadır. İşin ilginç tarafı ötekinin bu kahpeliği, birbirinden bağımsız coğrafyalar ve zamanlarda da aynen sürmektedir. Bizanstan kilometrelerce ötede yaşayan Çinliler de Türklerle karşılaştıkları zaman görürüz ki Bizans ile aynı özelliklere sahiptir. Kahpedirler, sefahat içerisinde yaşamaktadırlar, aynı bizans gibi ali cengiz oyunları kurmaktadırlar, kadınları da aynı Bizans kadınları gibi Türk yiğitlerine karşı büyük bir hayranlık ve açlık beslemektedir. Milattan önce karşılaştığımız Çinliler, 13. yüzyılda yaşayan Bizanslılar ve 19. yüzyılın İngilizlerinin neredeyse aynı senaryodaki "öteki" rolünü bu şekilde ifa etmektedir.
Buradan çıkacak sonuç, nefretten kaynaklanan ve dünyaya özcü bir akılla bakan bütün zihniyetlerin ötekine de bir öz atfetmesi, o özü de her zaman kendisinin "kötü" kabul ettiği değerlerle donatmasıdır. Dolayısıyla bu zihniyetin gözlerinde dünya esasında J.R.R Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi fantasyazından daha uzakta değildir. Elfler her zaman iyidir ve güzeldir, Orclar tam da Orc oldukları için her zaman çirkin, kötü ve kan emicidir, Cüceler inatçıdır, Almanlar karılarını satar, Araplar pistir, Bizanslılar kahpedir vs.
O halde şunu söyleyebiliriz nefret dili ve ideolojisi en nihayetinde karşıdakinden nefret etmek için bir takım sebepler sahibi olmalıdır, o sebepleri özcülükte bulmaktadır ve o değişmeyen öz sebebiyle de nefret meşrulaşmaktadır, zira o öze sahip olan zaten iyi değildir, sevilmeye layik değildir. Tabi bu mantık Türkiye'de alışılmadık bir mantık değil, hatta hakim mantık bu diyebiliriz. Dünyayı da herhangi bir durumda böyle algılayan bir toplum sporda da farklı bir deneye girişmiyor.
Fenerbahçe rakip ve öteki olduğu için ondan "nefret" etmeliyiz, bu nefretin de doğal ve kabul edilebilir sebebi Fenerbahçe'nin özünün bozuk olması. Diyelim 55 sene önceki bir olay bu özün doğal göstergelerinden bir tanesi oluyor ve bugün Volkan'ın koyduk mu demesi de bu özün bir kere daha fas edilmesinden başka bir şey taşımıyor. Dolayısıyla Volkan'ın koyduk mu demesine kızan esasında bu tekil eyleme yönelik bir nefret taşımıyor, tam tersine bu tekil eylemle ortaya bir kere daha çıkan, kabul edilmiş "öz" ile ilgili nefretini ortaya koyma fırsatı buluyor.
Ancak özcülüğün diğer yanı, atfedilen bu özelliklerin karşı taraf tarafından kabul edilerek, bir tür nedamet getirilerek değiştirilmesini talep etmektir. Görüşe göre, bu öz zaten oradadır, karşıdakinin yapması gereken bu özü önce tanımak sonra da hak vererek bir tür arınma yaşamak, kendisini aşmaktır.
Nasıl? Şu şekilde, örneğin milli edebiyatımızda "iyi" Bizanslılar da vardır. Bu Bizanslılar kadın kimliğinde ortaya çıkarsa Türk Erkeğine aşık olurlar, içlerindeki kadınlık ile hayran oldukları bu erkeğin yarattığı aralıktan geçerek islam dinini kabul edip "arınırlar" Kendi özlerini reddederek bir dejenerasyon yaşarlar. Ancak özleri zaten kötü olduğu için yaşadıkları dejenerasyon ancak iyiye doğru gitmektedir, dolayısıyla da bu iyi bir şeydir.
Bunu tabi siyasi dilimizde de sayısız örnekle görürüz, örneğin Kürtler hakkındaki sayısız önyargıdan sonra Kürtlerden "neden kendileri hakkında bu kadar önyargı olduğunu" düşünüp "kendi kötülüklerini" kabul etmeleri beklenir. Tartışılması gereken şey, milyonlarca farklı çevre koşullarında, eğitim şartlarında yaşayan insanın nasıl olup da tek bir karakteri gösterebildiği, bireysel, çevresel faktörlerin olup olmadığı, bu önyargıların en nihayetinde genelleştirmelerden kaynaklandığı ve bunların düşmanlık / nefret hislerini beslemesi değildir, Kürtler bu önyargıları aynen kabul etmeli, nedamet getirmeli ve Türkleşmelidir.
Fenerbahçe için de aynı jimnastiğin yeniden üretilmesi şaşırtıcı gelmiyor. Fenerbahçelilere bir çok kötülük atfeden güruh en sonunda şunu soruyor, insanlar bu kadar nefret ediyorsa bir kendinize bakmanız gerekmez mi?
Ancak, aynı güruhun kendi takımları, kulüpleri bünyesinde olmayan, yalnızca Fenerbahçe'ye has tek bir "kötülük" gösterememesi de bu durumu biraz zorlaştırıyor. Diyelim Lugano'nun saha içerisinde çirkef bir futbolcu olduğunu kabul edelim, Bülent Korkmaz, Sabri, Hasan Şaş veya bizzat Lugano'nun midesini ısıran Emre Aşık'ı kulüplerinde bağırlarına basmaları ilginç bir fotoğraf ortaya koyuyor. Volkan'ın koyduk mu demesine kızanlar, diyelim Tümer kendi takımlarındayken Fenerbahçe'ye küfürlü tezahüratta bulunmasını normal ve hatta "iyi" karşılıyorlar, Arda'nın bir Fenerbahçe maçından önce tribünlere gidip ettiği hakaretler hemen benimsenebiliyor. Aziz Yıldırım'ın hakemler hakkında konuşması "kötü" iken Yıldırım Demirören'in konuşması "kulübün haklarını savunmak", Adnan Polat'ın konuşması "haksızlığa karşı dik duruş", Sadri Şener'in konuşması ise "nükte" olabiliyor. Fenerbahçeli taraftarlar sahaya girince barbar oluyorlar ancak Galatasaray taraftarları tek bir bayanın el hareketi üzerine sahayı basıp Basketbolculara saldırdığı zaman "provakasyona uğramış mazlum" kotasını doldurmakta zorlanmıyorlar. Bu örnekleri arttırmakta zorlanmayacağımız aşikar, ancak neticede ortaya çıkan mantık şöyle: "Bizden kabul ettiğimiz bu öze dahil olduğu için zaten kötü bir şey yapamaz, yaptığı ancak iyiliğin görünüm şekillerinden biridir zira bu özün yarattığı alan dahilindedir halbuki aynı hareket diğer tarafa mensup biri tarafından yapılırsa bu basbayağı aşağılık bir şeydir çünkü dahil olduğu öz zaten iyi bir şey yapmasına engel olur" Tümer'in Fenerbahçe'ye küfretmesi iyi ve doğrudur zira iyi Beşiktaş'ın bir mensubu olarak zaten kötü bir şey yapması mümkün değildir, dalga geçmektedir, komiktir ancak Volkan aynı şeyi yaparsa bu basbayağı aşağılık bir eylemdir çünkü Fenerbahçelidir.
Özcü düşünceler ve onlardan beslenen ideolojiler doğal olarak pozitif bir yapıcılık içerisinde olamaz. Tepkiseldir, dolayısıyla yıkıcıdır, yöneldiği ile anlamlanır ve amacı da ötekini ortadan kaldırmaktır. Halbuki, hayata özcü bir şekilde bakmaktan başka şanslar da var. Diyelim etik açıdan da olaylar ve olgular irdelenebilir, bu halde kötü bir davranış, zaten öyle bir davranış olduğu için kötüdür ve "biz" kabul ettiğimiz de "öteki" kabul ettiğimiz de yapsa "kötü" olarak değerlendirilmek zorundadır. Tabi böyle bir bakış açısı Türkiye'deki hakim taraftarlık / fanatiklik kültürünün bir parçası olamıyor.
Kulüplerin birer kültürü olduğunu, beslendiği, kendisine ait kahramanlar, mitler olduğunu yadsımak kolay değil. Lefter, Metin Oktay, Baba Hakkı tutulan takıma göre çok farklı duygular uyandırma gücüne sahip ikonlar. İnsanların hayranlık / sevgi duymasını sağlayan o külüplerle ilgili hikayeler var, bu hikayeler doğal olarak birbirinden farklı ve gene doğal olarak sevme nedenlerini etkiliyor. Ancak sevmek ile nefret özdeş duygular değil. Nefret en nihayetinde tahripkar bir duygu, öze yöneliyor ve "kötülük" ile o özü birleştiren genellemeler ile kendisini buluyor. Sevmek, beğenmek, desteklemek zorunlu olarak karşıdakinin "kötü", "sevilmeye layik" olmayan olduğu manasına gelmiyor, ötekinden çok kendinle ilgili bir halet-i ruhiye.
Dolayısıyla önyargılar, genellemeler, basitleştirici portreler, tekil olayların genelleştirilmesi ile yapılan çıkarımlar sonunda "nefret" duygusu yaşayanın bu duyguyu meşrulaştırmasının yolu ötekiyle uğraşmak değil, kendi içinde yaşadığı bu nefreti rasyonel akılla bir tahlile tutmak, bununla uğraşmak. O halde şunu söyleyebliriz: nefretin şiddetine maruz kalan değil, bu şiddeti uygulayanın özeleştiri yapmasına ihtiyaç var.
Devamı ...
24 Mayıs 2011
Nefret Koalisyonu'nun Nedenleri

Şampiyonluk kutlaması yapan Fenerbahçe taraftarının örneğin Bursa'da, Rize'de ve daha bir çok yerde saldırıya uğradığı haberleri geliyor. Bu tabi Türkiye'nin dörtte üçü söyleminden çok uzak bir oranda gerçekleşmiyor, diyelim Fenerbahçe'nin başarısı kimsenin "nötr" kalabildiği bir durum değil, Beşiktaş bu sene kupayı kaldırdığı zaman Türkiye'nin dörtte üçü bir hayal kırıklığı yaşamadı, diyelim bundan bir kaç yıl evvel Galatasaray'ın şampiyonluğu böyle bir nefret dalgasını görmedi.
Fenerbahçe ile ilgili bir durum, Fenerbahçe taraftarı olmayanların da bu durumu bir kimlik haline getirmesi. Diyelim Beşiktaşlılar elbette Beşiktaş'ı sever ve kalanıyla ilgilenmeyen Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar da vardır. "Başarı olacaksa önce benim takımım olacak, başkasının başarısı beni ilgilendirmiyor, hepsi rakibim" türünden bir düşünce görmediğimiz, bilmediğimiz bir düşünce tarzı değil. Ancak bu düşünce baskın renk olma hüviyetini kaybetti. Görüyoruz ki "Beşiktaşlı ve Anti Fenerbahçeli", "Galatasaraylı ve Anti Fenerbahçeli" kimlikleri birlikte varolabiliyor, kimi zaman Fenerbahçe düşmanlığı daha da öne geçebiliyor.
Bu yeni reaksiyoner kimlik bütün reaksiyoner kimlikler gibi pozitif bir şey de söylemiyor, daha çok negatif bir olgunun oluşmasını bekliyor: Fenerbahçe şampiyon olmasın, kazanmasın, yenilsin. Diyelim bir futbolcu rahat rahat Trabzon için oynadık diyebiliyor, ondan kilometrelerce ötede bir takımın yedek kalecisi hem sahaya ayakkabısını fırlatabiliyor, hem arkadaşını şike yapmakla suçluyor hem de "Trabzonum Trabzonluyum" diye gürleyebiliyor rahatlıkla. Aynı durumu şu veya bu şekilde, diyelim Serkan Kırıntılı'nın yapması halinde Türkiye'de bir daha salim kafayla sahaya çıkamayacak olması ancak Bülent'in pek de yara almadan bu süreci atlatması vurgulanabilecek bir durum.
Takımlar Üstü Nefret
Nefret Koalisyonunun ilk özelliği takımlar üstü olması, yani bu halet-i ruhiye bir Galatasaraylıyı da bir Bursasporlu kadar sarabiliyor. Geçen sene Galatasaray'ın son maçı olan Gençlerbirliği maçında aldıkları yenilgiye rağmen taraftarın Fenerbahçe'nin şampiyon olamadığı haberiyle yaşadığı sevinç, en azından benim gözümün önünden gitmiyor. Dolayısıyla görüyoruz ki bu "nefret" öncelikle takımları ve takımlara olan aidiyetleri aşarak başka takımlara mensup olan insanları sarabiliyor, ortak bir şekilde hareket etmelerine sebep olabiliyor.
Komplo Teorileri
Nefret koalisyonunun ikinci özelliği, bütün nefrete dayalı akımlara benzer şekilde, komplo teorilerini olgusal gerçeklerden öncelemesi. Korcan olayında gördüğümüz tipik bir yansımaydı. Topun elinden kaymış olabileceği ihtimalinden daha fazla Korcan'ın şike yapmış olabileceği ihtimali konuşuldu. Bir maçta -haklı da olsa- 3 penaltı verilmesi ortak bir şekilde telin edildi, halbuki 18 maçta 17 galibiyet alan bir takımın gösterdiği üstün performans pek az konuşuldu. Bunun net sebebi, koalisyonun komplo teorilerine duyduğu iştah ve bunlara olan sarsılmaz inancı. Buna göre Fenerbahçe / Aziz Yıldırım yaklaşık 10 sezondur federasyonu, medyayı ve hakemleri yönetiyor. Bu arada adı Galatasaray Başkanlığı için geçen Haluk Ulusoy'dan Özgener federasyonuna kadar herkes de "Aziz Yıldırım'ın" adamı oluyor. Elbette her komplo teorisi gibi bu teori de Aziz Yıldırım'ın nasıl olup da birbirinden farklı insanlar, kişilerce yönetilen Federasyonu böyle parmağında oynatabildiği, bu güce nasıl malik olduğu, hakemleri nasıl baştan çıkarttığı, medyayı - hem de bu komplo teorilerinin haftada en az 5 kere yazıldığı bir medyayı- nasıl olup da yönetebildiği ve buna rağmen 10 sezonda ancak 5 kere şampiyonluk yaşadığı. Dolayısıyla karşımızda duran dilin şöyle grotesk bir iddiası var, Fenerbahçe hem bir yandan Türkiye'yi yönetiyor hem de buna rağmen son maçlarda şampiyonluğu kaçırıyor ve 2-2 esprileriyle "taşşak" malzemesi oluyor. Çözülmesi zor bir bilmece.
"Fenerbahçe Çok Antipatik" Yalanı
Koalisyonun fikri yapısının üçüncü özelliği "Fenerbahçe'nin antipatik bir takım" oluşu. Bu şu demek, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım ve bazı oyuncular gerçekten de çok antipatikler, bu yüzden insanlar nefret ediyor. Fenerbahçe Cumhuriyeti, Tek Büyük Fenerbahçe gibi sloganlar da bu nefreti besliyor. Peki, bunu böyle kabul edelim, bu nefret koalisyonunun üyeleri Diyarbakır ile yaptığı maçta ırkçı nefreti en açık şekilde ortaya koyan veya bir Beşiktaş maçından önce sokağı savaş alanına çeviren Bursayı, Adnan Polat Galatasarayını, Fenerbahçe tribününe kol hareketi yapan Arda'yı, Fatih Terim ve onun rahle-i tedrisatından geçen Sabri, Bülent, Hasan Şaş gibi futbolcuların sahada koydukları "karakteri", her deplasman takımı için fiziki şiddetin şah damarından yakın olduğu Trabzon cenderesini, Ogün Samast bereleriyle takımını karşılayan taraftarını, Yıldırım Demirören yönetimini, onun kurduğu milli güvenlik dilini, Fenerbahçe düşmanlığı üzerinden sürdürdükleri zihniyeti, kendisini fesh edip geri dönen ve bu arada tribünde bir kaç kişinin öldüğü Çarşı'yı, Beşiktaşlı olunmaz Beşiktaşlı doğulur, Beşiktaşlı olmayan Orospu Çocuğudur tezahüratını ve sayısız başka örneği nasıl sempatik bulabiliyorlar? Yıldırım Demirören veya Adnan Polat'ın Aziz Yıldırım'dan daha sempatik insanlar olmadığı, çok da farklı bir dili konuşmadıkları ortada, Fenerbahçe taraftarının yaptıkları bu kadar göz önüne geliyor ama adam öldürmeden Ogün Samast beresine kadar çok farklı şekillerde ortaya çıkan taraftar silüetleri de "sempatik" olabiliyor. Dolayısıyla bu reaktif hareketin "antipati" söyleminin gerçekçi olduğuna inanmaya imkan yok, en azından tutarlı bir gerçekçilik değil. Bir başka deyişle nefretin sebebi Fenerbahçe'nin antipatik oluşu değil, "antipatik davranış" türünün çok örneği var, ancak nefreti meşru kabul ettirecek yeniden üretecek bahanelerin biri.
Nefret'in Psikolojik Üreticisi: Başarısızlık
Koalisyonun diğer özelliği, nefret yalnız Fenerbahçe'nin başarıları ile perçinlenmiyor, koalisyon üyelerinin birincil takımlarının başarısızlıkları ile de büyüyor. Diyelim Galatasaray lige erken havlu attıkça, Beşiktaş aradığı başarıyı bulamadıkça Fenerbahçe nefreti de bu taraftar gruplarını motive eden ana unsur haline gelerek yükseliyor. Yoksa kupa almış bir takımın en büyük taraftar organizasyonunun bu başarıyı önce Fenerbahçe'ye laf sokarak kutlaması herhalde izahı kolay olan durumlardan değil.
Nefret Koalisyonunun oluşmasının daha makul izahı aşağıdaki grafiklerde kendini gösteriyor.
İlk grafikte Şampiyonluk için 3, İkincilik için 2, Üçüncülük için 1 puan verildi, dördüncülük ve devamı için ise 0 puan gözüküyor.

Bu grafikte gözükeceği üzere Fenerbahçe son 10 sezonda 4 kere şampiyon, 4 kere de ikinci olmuş. Aynı periodda Galatasaray'ın 3 şampiyonluğu, 1 adet ikinciliği ve 3 adet 3.lüğü bulunmakta. Beşiktaş, 2 kere şampiyon, 1 kere ikinci ve 4 kere üçüncü olmuş, Trabzonspor ise hiç şampiyonluk yaşamamış, 3 kere ikinci bir kere de üçüncü olmuş.
10 Sezonda 7 Kere Şampiyonluk için Dört Büyüklerle Rekabet
Ancak bu grafikten çıkacak olan şey sadece bu değil, gözüküyor ki son 10 sezonda Fenerbahçe şampiyon olmak için 3 kere Galatasaray ile, 1 kere Beşiktaşla, 3 kere de Trabzonspor ile rekabet etmiş. Yani toplam 10 sezonda 7 kere dört büyüklerden bir tanesiyle sert bir mücadele içerisine girmiş. Halbuki örneğin Galasaray şampiyon olmak için yalnız 1 kere Beşiktaşla rekabet etmiş. Trabzonspor son 10 sezondur hiçbir sezonda Galatasaray veya Beşiktaş'la şampiyonluk mücadelesine girmemiş.
Psikolojik bir birikim var. Bu takımlar birbirleriyle son 10 sezondur haşin bir rekabet içerisine girmiyorlar ancak hepsi de Fenerbahçe ile bu rekabeti yaşıyor. Dolayısıyla onlar birbirlerine karşı rekabetin yaratacağı psikolojik / duygusal unsurları hissetmezken, Fenerbahçe'ye karşı üçünü de kapsayan bir birikim oluyor. Bu 10 sene gibi uzun bir dilime yayılınca da doğal olarak Fenerbahçe düşmanlığı diğer takımlar arasındaki rekabetin önüne geçiyor.
Bir başka gösterge de başarı, iki grafik var, birincisi 10 sezona yayılan şekilde şampiyonluk ve ikinciliği gösteriyor.

Görülüyor ki Fenerbahçe 10 sezonda ikincilik ve birincilik arasında giderken, örneğin Galatasaray yaşadığı birinciliklerden sonra üçüncülüğe düşmüş, Beşiktaş iki noktada en tepeye çıkarken kalan sezonların çoğunu üçüncülükle bitirmiş, Trabzonspor ise yaşadığı 3 adet ikincilik dışında potada yer almamış.
Bir diğer grafik ise son 10 sezonda alınan puan.

Bu grafik şu manaya geliyor, her sezon şampiyon olan bir takım 10 sezonda ancak 30 puan toplayabilir. Fenerbahçe 30 üzerinden 20 puan toplamış, Galatasaray 14, Beşiktaş 12 ve Trabzonspor ancak 7 puan alabilmiş. Yani Fenerbahçe son 10 sezonda ortalama her sezon en az iki puan almış, şampiyonluk potasında kalmış, Galatasaray'ın sezon başına ortalaması 1.4, Beşiktaş'ın ki 1.2 ve Trabzonspor'un 0.7
Bunun psikolojik izahatı da şu, Fenerbahçe taraftarı her sezon belli ölçülerde başarı sahibi olmuş, sezon boyu bu dalganın sürdüğünü düşünürsek Fenerbahçe taraftarının mutlu olmak için daha fazla sebebi var, oysa Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor taraftarları son 10 sezonda bir çok başarısızlık yaşamış, beklentiler karşılanamamış, kötü giden bütün sezonların yarattığı psikolojik tahribat / öfke de bulunuyor.
Bu duyguların yöneleceği yer de az üstte izah ettiğim üzere sürekli en tepede rekabet halinde bulunan Fenerbahçe olmuş gibi gözüküyor. Son 10 sezonda Fenerbahçe diğer takımların asli rakibi olurken, diğer takımlar birbirleriyle böyle bir mücadeleyi hem yaşamamış hem de tersine taraftarları birbirlerine yaklaştırabilecek benzer hikayelerden gelmişler.
Dolayısıyla ben Fenerbahçe bu şekilde devam ettiği sürece, Takımın Başına Cem Yılmaz'ı getirsek, "Türkiye'nin en sempatik" adamları olarak kabul edilen Beyaz ile Acun Ilıcalı Yönetim Kurulunda olsa ve her maç sonu beyanatları onlar verse, Tribünleri de İsveç Bikini takımı doldursa bu nefretin kolay kolay azalabileceği zannetmiyorum. Bunun yapısal, temelden kaynaklanan, 10 sezonluk bir birikime dayanan ve başarı geldikçe de sürecek olan güçlü sebepleri var.
Diğer yandan komplo teorileri, antipatik davranışlar gibi gerekçeleri de bu nefretin asli sebebi saymayı doğru bulmuyorum. Komplo teorileri zaten geçersizliğini ispatlarken, antipatik davranışlardan diğer takımların hikayelerinde de mezbul miktarda bulunmakta.
Devamı ...