Ekümenopolis - Ucu olmayan şehir


"İstanbul'da ekolojik eşikleri aştınız, nüfus eşiklerini aştınız, ekonomik eşikleri aştınız, peki nereye gidecek bunun sonu?"

İstanbul'un hikayesi esasında Türkiye'nin hikayesi. İçinden tünel geçen ve bir noktadan diğerine en hızlı şekilde ulaşmaya adanmış, çirkin bir gri mimarının her tarafı sardığı, şehir yaşamının temeli olan insanların yaşam kalitesinin giderek düştüğü, şehir arazilerinin yeni rant alanları açarak kaynak dağıtımı için kullanıldığı, ormanlık arazilerin ve su kaynaklarının giderek azaldığı bu şehircilik modeli, insan yaşamının her alanına da sirayet ediyor, baskı altına alıyor. Şehirler bizim değil. Şehirlerin arazileri kamu yöneticileri ile şirketlerin. Şehirlerde neyin nasıl yapılacağına biz karar veremiyoruz. Sokaklarımız, mahallelerimiz ve ilçemiz hakkında bile karar alamıyoruz. Ankara'da bulunan bir tane Bakanlık, bir tane parkın geleceğine karar verebiliyor, bir tek kişi istedi diye Akkuyu gibi bir cennetin ortasına küt diye Nükleer Santral konulabiliyor.


Sorun bir bakış açısı sorunu. Bir kısım insan diyor ki kamu yönetimi eldeki tüm yetkilerle, seçilmiş olanın kendi belirlediği politikalar doğrultusunda, tek taraflı olarak eldeki tüm kaynakları kullandığı veya dönüştürdüğü bir idare şeklidir. Yani diyor ki, ben seçildim kardeşim, dolayısıyla ben bu kamu kaynaklarını ve imkanlarını sonuna kadar nasıl istersem öyle kullanırım. Bu kullanma biçiminde de "doğal" olan bütün bunları kendime göre yeniden dönüştürmem, üretmem ve dikte etmemdir. Benim şehircilik anlayışım da budur, Başbakanlık anlayışım da budur. Ben kendime göre bir İstanbul "imar" ederim, onu ederken de ortaya çıkan tüm rantı kendi yandaşlarıma dağıtırım, oradan elde ettiğim sermaye gücüyle de başka alanlara yatırım yapar ve baskı altına alırım. Diğer bir kesim de diyor ki, şehirler sadece gri çirkin binalar ve yollar değil. Şehricilik sadece daha fazla gökdelen, bina dikmek değil. Kamu yönetiminin amacı eldeki tüm kaynak ve imkanlarla insanlığın mutlu olma olasılıklarını ve imkanlarını arttırmak. Ona daha fazla özgürlük ve fırsat eşitliği vermek. Onu sosyal olarak desteklemek ve üretici gücünün ortaya çıkmasını sağlamak. Bir şehri ilk görüş gibi hayal ederseniz işte İstanbul'a ulaşırsınız. Her sorunun giderek büyüdüğü, her güzelliğin giderek azaldığı bir blok. İkinci görüş gibi düşünürseniz belki bir gün Barcelona'ya da ulaşırsınız. Mutlu yüzlerin sokaklarında dolaştığı diğer şehirler gibi.


2 comments:

  1. emre dedi ki...

    Yeniden tesekkurler aethewulf, yine hic farkinda olmadigimiz birseyi getirip gosterdigin icin. Segrettikten sonra, artik icinde yasamadigim Istanbul'a uzulmekle beraber, son bolumde gosterilen tum demokratik tepkilerin (Ayazma, Emek Sinemasi, 3. Kopru, Haydarpasa vs.), iktidar tarafindan nasil hice sayildigini dusundum. Onca insan yapmayin diye haykirdilar, ama hepsini de yok sayip bildiklerini okudular. Tabi bu sadece su anda ki iktidarin degil, iktidar olan her Turk'un vazgecemedigi bir hastalik. Bizim kendi kendimize bir cozum bulmamiz pek olasi degil gibi.

  2. Tuncer YILDIZ dedi ki...

    Müthiş bir belgesel, belli ki salt bilinçlendirme amaçlı, maddi beklenti ile yapılmamış. Yine de belgeseli yapanlara DVD'sini satın alarak güzel bir sürpriz yapabilirsiniz. Malum hökümet böyle oldukça belgesellik çok malzeme çıkar daha.

Yorum Gönder