Bir yılın muhasebesi: Yalanlar, gerçekler ve yeni hayat


Muhasebenin en güzel tarafı dönem içerisinde nerede hata yaptığınızı, neyin eksik, neyin yanlış olduğunu ortaya çıkartması. Bu tipte bir muhasebeye futbol dünyasının dışında Türkiye'nin de daha geniş olarak ihtiyacı var. Bugün konumuz ise bu ikisinin de kesişim kümesi. 3 Temmuz sürecinde ortaya çıkan argümanlara, o argümanların taraflarına ve sonuçlara baktığımız zaman kimin "haklı", kimin "haksız" ve kimin hangi maksatla davrandığını da görebiliyoruz.

Soruşturmanın ilk haftası, 3 Temmuz - 10 Temmuz 2011

İddia: Çok ciddi bulgular var. Sanat eseri gibi bir soruşturma. "Meslek hayatımın iddia ediyorum en iyi dört dörtlük bir soruşturması", "bu ateş üfleyerek sönmez" TFF kanaatle de karar verebilir, Fenerbahçe küme düşürülmeli.

3 Temmuz süreci başladıktan sonra tanınmış tanınmamış medya mensupları ve kamu görevlileri toplu bir halde ve adeta tek bir ağızdan bu cümleleri değişik yerlerde ifade ettiler. Emniyet güçleri inanılmaz bir soruşturma süreci geçirmişti, sarsılmaz, dönülmez, görenleri şaşkına çeviren kimsenin reddemeyeceği deliller vardı. Bu "bulgular" da medyada çarşaf çarşaf yayınlandı. Cemaate yakın isimler hızlı bir şekilde kararın çıkmasını ve TFF'nin gereğini yapmasını talep ettiler.

Karşı iddia: Medyaya yansıyan bulguların 6222 sayılı kanun anlamında bir şike suçunu göstermediğini, bu insanların masumiyet karinesini ihlal ettiğini, tek yanlı bir propaganda ile toplumda bir algı yaratılmaya çalışıldığını, henüz iddianamesi bile yazılmamış, şüphelilerin iddiaları dahi göremediği ve savunma yapma hakkının elinden alındığı bir ortamda karar verilmesinin cinayet olduğunu söyledik.

Sonuç: Soruşturmayı yürüten Savcı Mehmet Berk, Ertuğrul Özkök'e verdiği röportajda soruşturmanın ilk safhasında medyada yer alan haberlerin yüzde 90'ının yalan olduğunu söyledi. O yalanları sızdıranların kim olduğu ve niçin sızdırdıkları, medyanın nasıl tek elden bütün bu yalanlara hiçbir filtreleme uygulamaksızın bastığı ve niçin bunun sorgulanmadığı hala ortaya çıkmadı.

İddia: Ortaya çıkan bulgular çok ciddi, TFF süreci yavaşlatmaya çalışıyor halbuki bu durum Türkiye'nin aleyhine olur, UEFA gereken cezayı verir. "Eğer kangren olmuş parmağı biz kezmezsek gelir başkası keser" dolayısıyla TFF Fenerbahçe'yi küme düşürmek zorundadır.

Bu iddialar çerçevesinde savcılık bir süre sonra iddianamede bulunan delilleri TFF'de bulunan bir kozmik odaya yerleştirdi. Savcılar ve TFF Yetkilileri bulguları UEFA yetkilileri ile paylaştı.

Nitekim UEFA Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'ne almayarak "şike" yaptığını kabul etmiştir.

Karşı İddia: Henüz insanların sadece şüpheli olduğu, savunma yapma şanslarının bulunmadığı bir ortamda masumiyet karinesi ve TFF'nin ilgili disiplin yönetmelikleri gereği TFF hiçbir yaptırım uygulayamaz. UEFA'nın yerel bir olayda müdahil olma hakkı yoktur, dolayısıyla UEFA'nın da bir yaptırım uygulayabilme şansı bulunmamaktadır. TFF tek taraflı olarak bir ceza verirse, bu bir hak ihlali yaratır ve bunun bedelini öder.

Sonuç: UEFA TFF'ye bir mektup yolladı, TFF bu mektuba dayanarak Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkını men etti. TFF Tahkim Kurulu itiraz üzerine verdiği kararda alınan bu kararın TFF tarafından değil de UEFA tarafından alındığını, TFF'nin bağlı bulunduğu üst federasyon kararına uymak zorunda olduğunu söyledi. Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne katılamadı. CAS'a malum dava açıldı. TFF Başkanı aylar sonra istifa ederken kendisinin hukuk müşavirleri tarafından kandırıldığını söyledi. Yetmedi Pierre Cornu önce "Türkiye Futbol Federasyonu tarafından Fenerbahçe'nin bu işten yüzde bir bile kurtulma ihtimalinin olmadığı bildiriminin yapıldığını, soruşturmanın sonunda Fenerbahçe'nin masum çıkma ihtimalinin olmadığının bizzat Federasyon tarafından iletildiğini" söyledi arkasından da bu dilekçesini geri çekti. UEFA daha sonra kararın UEFA tarafından değil TFF tarafından alındığını ifade etti. Fenerbahçe belli ki bazı "dengeleri" gözeterek CAS davasını daha sonra çekse de, süreci CAS davasına götüren argümanların tamamen haklı olduğu ortaya çıktı.

Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkı elinden alındıktan sonra UEFA sopası uzun bir süre gündemde olacaktı. Hatta Ocak ayında Mehmet Ali Aydınlar istifa ettikten ve bütün bunlar kamuoyuna yansıdıktan sonra bile UEFA sopası Türk futbolunun üstünde bir hayalet gibi gezinmeye devam edecekti.

Gerçekte böyle bir sopa hiç olmadı. UEFA bir çok kararında TFF tarafından yürütülen davanın yerel bir dava olduğunu ve yerel karar alma organlarının kararlarına saygı duyacağını bildirse de TFF'yi baskı altına almak için bu UEFA sopası hikayesi devam ettirildi.

Amaçlanan UEFA sopası ile TFF'ye bir karar aldırmak, daha sonra "uzman" ve "bilirkişi" konumunundaki TFF kararını gerekçe göstererek özel yetkili mahkemede cezaların kesinleşmesini sağlamaktı.

Bu dönemde Fenerbahçe taraftarı ve bizler ısrarla bu davaya özel yetkili mahkemelerin bakma hakkı olmadığını ifade ettik. Daha sonra bunu Cumhurbaşkanı da kabul edecek, "her türlü davayı buraya sokuyorlar" diyecekti. [4]

İddia: Dava ile "futboldaki ergenekon" açığa çıkarılmaktadır, futbolun bağırsakları temizlenmektedir.

Karşı İddia: Bu dava temelde cemaat tarafından kontrol edilen unsurlar ve medya grupları tarafından yürütülmektedir, bir cemaat operasyonudur, benzeri ÖYM'lerde görülen davalardan hiçbir farkı yoktur ve hükümet de buna yol verdiği için sorumludur.

Sonuç: Aralık ayında 6222 sayılı kanun değişeceği zaman cemaat medyası bunun ergenekoncuların çıkmasına kadar gidecek olaylar zincirinin başlangıcı olduğunu, bunun bir "Aziz Yıldırım'ı kurtarma yasası" olduğunu, bireye özel yasa çıkartılamayacağını ifade etti. Cumhurbaşkanı yasayı veto ederek geri görüşülmek üzere TBMM'ye yolladı. Bunun üzerine 6222 sayılı yasayı değiştiren kanun teklifi AKP'lilerin önderliğinde ve Başbakan'ın açık desteği ile tekrar kabul edildi. Sonuçta bir tek Aziz Yıldırım ve Fenerbahçeliler bu yasadan yararlanarak tahliye edilmedi.

Ama daha ilginci, bu yasa ile başlayan hükümet ve cemaat arasındaki çatlak Şubat ayında dev bir çatışmaya dönüştü. KCK davasında MİT Müsteşarı, Eski MİT Müsteşarı ve yardımcısı KCK terör örgütüne yardım ve yataklık gibi bir suçlamayla ifade vermek üzere çağrıldı, bütün Türkiye ÖYM'lerin hükümetin kontrolünden çıktığını, başka odakların kontrolü altında olduğunu gördü, Başbakan "alacaksan beni al" diye bağırırken apar topar "MİT Müsteşarı" için kişiye özel bir yasa çıkartarak onu koruma zırhı altına aldı. Şamil Tayyar ve Hakan Şükür televizyon kanalında futboldaki ergenekon konu başlığı altında Aziz Yıldırım'ı dahi ergenekoncu ilan ederken susanlar bile bağırmaya başlamıştı. Bazı Fanatik GS'li ve AKP'liler "Recep Tayyip Erdoğan da mı Ergenekoncu orospu çocukları" diye tweetler atmaya başladığı bu zaman diliminde Türkiye'de hiç kimse artık cemaatin ÖYM operasyonlarını ve sorumluluğunu tartışamaz bir hale geldi. Sene sonunda AKP ÖYM'leri kaldırmak için düğmeye bastı, cemaat medyası ÖYM'lerin kalkması halinde Ergenekoncuların tahliye olacağını, Türkiye'de darbeler yapılacağını, darbecilerin de hepimizi kıtır kıtır keseceğini ifade etti. AKP kanadından insanlar ise ÖYM'lerin kaldırılması konusunda kararlı olduklarını ve belirtilen korkuların gerçek olmadığını beyan etti. Neticede sayısı 8'ı bulan ÖYM'ler kaldırıldı, onların yerine 30 tane Bölgesel Ağır Ceza Mahkeme'si açıldı. ÖYM'lerin yeni dava açması engellendi ancak mevcut davaları sürdürmelerine izin verildi.

Hükümet, ÖYM'leri kapatırken "kontrolden çıktıklarını", "toplumsal vicdanı yaraladıklarını", "haksız uygulamalara imza attıklarını" söylediği ÖYM'lerin bu uygulamalara bir süre daha devam etmesine müsaade etti.

İddia: Bu tamamen hukuki bir davadır, yargı bağımsızlığı var, yargıya güvenelim, yargı en doğru sonucu verir.

Karşı İddia: Bu tamamen siyasi bir davadır, her siyasi dava gibi siyasi nedenler ve konjukturle sonucu belirlenecektir.

Sonuç: Dava beklenildiği ve emsal tüm davalarda olduğu gibi siyasetin yoğun etkisi altında bitti. Tayyip Erdoğan "kişilerle kurumları ayıralım" gibi bir söylemle "Aziz Yıldırım'a ceza kesin ama Fenerbahçe'ye bir ceza vermeyin" orta yolunu işaret ederken, hem cemaati tatmin etti, hem de kendi istediğine en yakın sonucu dayattı. Fenerbahçe'nin tüm karşı çıkmasına rağmen, uzun bir süre Ankara'da lobi yapan ve yüksek mevkilerden icazet alan Yıldırım Demirören tarafından meşhur 58. madde değişti, kişiler ve kurumlar ayrıldı. Bu kararla ÖYM'lere de bir yol açıldı. Artık ÖYM kararı TFF'yi tam manasıyla bağlamıyor, kişilere verilen cezalar kurumlara verilen cezalar için bir gerekçe olmuyor, bir başka deyişle rahat rahat kişilere ceza verilebilir oluyordu. TFF önce savunmaları aldı sonra da savunmalar ve iddiaları değerlendirerek Fenerbahçe'yi akladı. Emniyetin 19 maçta şike ve teşvik primi tespit ettik açıklaması ile başlayan gayri hukuki süreç hiçbir maçta şike ve teşvik primi bulunamadan sona erdirildi. Buna karşın mahkeme "biz bir yanlış yaptıysak Yargıtay düzeltsin" gerekçesi ile Aziz Yıldırım'a örgüt kurup yönetmek ve şike suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi. Aziz Yıldırım'ın korkutucu örgütü tercüman Samet Güzel, İlhan Ekşioğlu ve Şekip Mosturoğlu'ndan ibaretti. Aynı davada Beşiktaş Teknik Direktörü Tayfur Havutçu da (herhalde bu kadar tutuklu yattı ayıp olmasın diye) 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı, yattığı süre ceza süresine denk getirilerek tahliye edildi.

Bazı kulüpler bu kararlar ertesinde Türkiye'nin 8 yıl men edilebileceğini, UEFA'nın çok sert cezalar vereceğini iddia ettiler, bu iddialar da karşılıksız kaldı. Fenerbahçe önce Şampiyonlar Ligi'ne kabul edildi, arkasından da UEFA Avrupa Ligi'nde mücadelesine devam ediyor.

Bütün bunları neden anlattım?

Çünkü bir grup insan inat ve ısrarla bir yıl boyunca hiçbir hukuki argümana dayanmadan, yazılı, görsel ve sosyal medyada aynı yalanları söylemeye, bu yalanlara yeni yalanlar katmaya devam ediyorlar.

Çünkü bu insanlar, haksız çıkmaktan utanmıyor. Haksız çıktığında da "haksızmışım" demiyor.

Çünkü bu insanlar "o an" her şeyi savunabiliyor. Savunma almadan ceza verilmesini de, UEFA'nın yetki alanı dışında bir alanda ceza verebileceğini de, davanın çok hukuki olduğunu da, sanat eseri bir soruşturma olduğunu da söylüyor, söyledikten sonra tamamı yalan çıkınca da utanmadan bunları hiç söylememiş gibi aynen kaldıkları yerden hayata devam edebiliyor.

Bu insanlar Recep Tayyip Erdoğan'ın Fenerbahçe'yi kurtardığını söyleyebiliyor ama Fenerbahçe'nin en başta nasıl bu duruma düştüğünü, kimlerin etkili olduğunu, 58. madde değişmesinin Fenerbahçe'ye bir ödül değil esasında ceza olduğunu, bu durumun ÖYM'leri "orta yolcu" bir karar verme şansı ile başbaşa bıraktığını, hukuk sisteminin iflas ettiğini söyleyemiyor.

Bugün de alenen Fenerbahçe'nin TFF'yi kontrol ettiğini, bir Fenerbahçe medyası olduğunu filan iddia edebilecek çıldırmışlık seviyesi de devam ediyor.

Süreç sonunda bu davaya muhatap olan bütün takımların ağır bedeller ödediğini ise söyleyen sayısı neredeyse hiç yok.

Halbuki 3 Temmuz'dan önce Galatasaray'a 36 puan fark atan Trabzonspor'un kadronun çekirdeği gitti. Teknik direktörü istifa etti. Başkanının istifası Avni Aker'de isteniyor.

Beşiktaş oturmuş bir kadroya sahipken, ağır bir mali krize girdi, teknik direktörü ve oyuncu grubu değişti. Yıldırım Demirören başkanlığı bırakırken Beşiktaş'ı bir borç batağına oturttu.

Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne katılamadığı için 40 milyon € para kaybetti. Kemikleşmiş kadrosunu dağıtmak zorunda kaldı. Psikolojik olarak çok yıpratıcı bir sezondan sonra, neredeyse darbe yemiş bir şekilde yerinden kalkmaya çalışıyor.

Yani Türk futbolundaki tüm dengeler değişti.

3 Temmuz koalisyonu bugün hala varlığını sürdürürken, Türkiye'nin hukuk, adalet alanında yaşadığı sarsıntı, kurumsal bir yapı halinde futbol sahalarına da yansıdı.

Bu dönüşümden fayda çıkarmak için pozisyon alanlar teknik iflas durumundaki kulüplerinin finansmanını vergi afları, SPK operasyonları ile düzlüğe çıkartıp, diğer kulüplerden dağılan bazı futbolcuları da bünyelerine katıp, aldıkları medya - iktidar rüzgarı ile yükselirken, diğer kulüpler adil rekabet koşullarının hiçbirinin olmadığı bir yarışta oynamaya zorlandı.

Beşiktaş stadını kendi imkanlarıyla yapmaya çalışıyor, Trabzonspor hala Akyazı projesini bekliyor, Fenerbahçe mali sistemini düzenlemek, yerli yerine oturtmak, bir daha böyle olaylar gerçekleşirse daha dirençli olabilmek için kurumsal yapısını oturtmaya, finans yatırımları yapmaya konsantre oluyor.

Bugün mücadele edilen şeyin sadece futbol sahalarındaki bir maç sonucu olduğunu zannetmek akıl almaz derecede saf bir aptallık göstergesidir.

Bugün mücadele edilen şey hayatın bütün alanlarına sinmiş, her alanda kendine koalisyon ortakları devşiren, bu ortaklar ve elindeki iktidar araçları ile kendi imgeesinde bir dünya yaratan ve bu dünyanın "ötekilerine" de yaşam alanı bırakmayan doymaz bir canavara karşıdır. Bu mücadele futbol sahasında bir "görünüm" alanı yakalmıştır ama bu canavar siyasette de, sinemada da, sokakta da, tiyatroda da, hukukta da emniyette de var. Bu canavarın elleri her yere uzuyor, her yere dokunuyor, her yerden bir ötekiler ve mağdurlar atlası çıkartıyor.

Bizim bu blogdaki konumuz "Fenerbahçe" olsa da, Fenerbahçe üzerinden hayata dair çıkarımlar da yapmak mümkündür. Bu mümkünatların en önemlisi de kendi alanında kendini geliştirerek dnüşmeyenlerin bu mücadele karşısında biçare olacağının altını çizilmesi. Eski refleksler ve eski hareket kalıpları bugünün sorunlarını çözmüyor.

Karşımızda "gerçeklikle" hiçbir bağı olmayan, kendi dar faydasına ulaşmak için her türlü operasyonu yapabilen, makyevalist bir şekile hareket eden bir yeni insan türü var.

Bu insan türü tek ve en büyük mazeretin arkasında yaptığı her pisliği çamaşır makinesine sokarak temizliyor: Başarı.

Askeriyeye gidenler bilecek "hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz" diye bir söz vardır. Bu söz "mazeret bulma, başar" anlamıan gelmez, tam tersine şunu söyler: yaptıkların için başarıdan / sonuçtan daha iyi bir mazeret bulamazsın. Amaca giden yolda her şey mübah. Ne yaparsan yap, sonuçta başarı varsa onun korkunç gölgesinde sığınabilirsin.

Bu bir ahlak konusu. Bu ahlakın her alanda görünüm şekilleri var. Yapmış olmayı, başarmayı, kazanmayı her zaman üstte gören, kazanmış olmanın, kazanmaya giden yolların her ne olursa olsun doğru olduğuna inanan, doğru vuruşun "gol olan vuruş" olduğuna biat etmiş, bundan başka bir argüman da tanımayan, kazananın kazandığı sürece her zaman bir numara oldğunu ve diğerlerinin de yok edilmesi gereken "ağlak" birer başarısızlar olduğunu zanneden bir insan ahlakı ile karşı karşıyayız.

Güç oyunlarından çıkmış, güç politikasını bilen, karşıdakini yenip ayakta kaldıkça kendisini "haklı" ilan eden, gücün hakkı da yarattığına iman edip, haklı olanın güçlü olan olduğunu ve kalan herkesin de biat etmesi gerektiğini yoksa onların da eskinin tezeği ve tarihten süpürülmesi gereken bir takım yoksunlar olduğunu imleyen bu ahlak yapısıyla da mücadele etmek önümüzdeki sorun.

Neden hatırlattım?

Yalan söylediler ve utanmıyorlar. Yalanlar sonucunda kazandılar ve mutlular.

Tekrar söyleyecekler, tekrar söylüyorlar ve bu devam edecek.

Bu yüzden doğruları söyleyenlerin de artık güçlü olması, onların da oyunu sahada bozması, bozmak için elinden geleni yapması, hem iyi oynaması, hem açık vermemesi, hem ahlaklı olması hem de kazanması gerekiyor.

Oyunun yeni kuralı bu.

Şimdi ilkeyi pratiğe uygulayalım.

Fenerbahçe kazanamazsa 3 Temmuz sürecinde ifade ettiği tüm doğrular geçersizleşecektir. Bu doğruların bir anlamı ve ehemmiyeti kalmayacaktır.

İletişim kanallarının tamamında organize olmuş, kitle iletişim araçlarını manipüle etme şansı olan iktidar bloğu ile yandaşlarına karşı, bir biçimde öteki olmuşların seslerini doğru bir şekilde ifade etme imkanı yoktur.

Sözlerimiz filtrelerden geçiyor ve filteler sözlerimizi de canavarlaştırıyor. Yapamadıklarımız bizim düşmanlaştırılmamız, ötekileştirilmemiz, başarısız gözükmemiz için birer bahaneye, kazandıklarımız ise "tesadüflere" indiriliyor.

Fenerbahçe "kan ter içinde" 3-1 kazanırken, Galatasaray 2 avans veriyor 4'te maçı bitiriyor.

Hürriyet Gazetesi Galatasaray muhabiri tweeter accountunda yarım yamalak duyduğu bilgiler üzerinden "saygı, spor ahlakı çok başka bir şey hocam" diyebiliyor, bir başkası "Kocaman şerefsizler" tweeti atabiliyor.

Baransuların, Serhat Uluerenlerin, Rasim Ozanların, Erman Toroğluların baş köşesine oturduğu bir medyada Rıdvan "Galatasaray'ın şu futbolcusuna kırmızı kart verilmeliydi" dediği için adeta linç ediliyor.

Ne yapacağız?

Bugün yönetimin en önemli sorunu bu ve bu bir başka yazının konusu. (bkz: Conan)

[1] http://www.gazeteboyut.com/istifanin-perde-arkasi-kandirildim-ikili-oynadilar
[2] http://papazincayiri.blogspot.com/2012/01/uefa-ve-tff-bir-danskl-dovus-hikayesi.html
[3] http://papazincayiri.blogspot.com/2011/08/tuzun-koktugu-yer.html
[4] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20881975.asp


7 comments:

  1. adabeyi dedi ki...

    büyük yazı... ellerine sağlık. zy

  2. Unknown dedi ki...

    Harika bir yazı-derleme ama burada yazılanları birilerine anlatmak hakikatten çok zor. Çünkü o birilerine bir şeyler anlatılmak istendiğinde bütün çakraları kapanmış, kör ve kör kalmak işine gelen bir güruhla karşılaşılıyor.

  3. Hicivci dedi ki...

    Süper,elleirnize sağlık.

  4. Ertuğ Kaya dedi ki...

    Güzel yazı. Ama bunları anlayan anladı, bu zamana kadar anlamayan da bundan sonra anlamayacak. Biraz da M'gladbach maçında meşhale atıp Bate maçını seyircisiz oynatanlardan, sonra o seyircisiz maçta UEFA'ya kafa tutup Viktoria Plzen maçını da seyircisiz oynamak zorunda bırakanlar hakkında yazın. Üstelik 2 yıl içinde en ufak bir olay olursa, UEFA bizim katılım hakkımızı elimizden alacağını belirtmiş.

    Paraşütle sahaya meşale atanlar bunlara göz yumanlar bizden değil deyip geçilecek bir konu değil. Bal gibi de bizdenler. Her sene sahamızı kapattıran, kendisini Fenerbahçe'den büyük gören grup ve kişileri içimizden ayıklayamadık. Yazıklar olsun bize.

  5. Unknown dedi ki...

    36 puanlık fark sadece FB, BJK ve TS nin zor duruma düşmesiyle kapanmadı. Zaten maddi ve diğer güçleri zayıf olan Anadolu kulüpleri, şike fiyaskosunun direkt içinde ya da dışında olanlar da dahil olmak üzere bu süreçten fazlasıyla etkilendiler. Sezon boyunca havuz bozulur mu, bizim de adımız karışır mı, FB küme düşerse ne olur diye düşünmekten maçı, ligi unuttular. Kim kazandı? Bu süreçten en az etkilenen GS. Yazıklar olsun

  6. Unknown dedi ki...

    Tamamina katiliyorum. Bizim bu surecte yaptigimiz en buyuk hata takimi sahadan cek(e)memek oldu. Avrupadan men edildigimiz gun sahadan cekilmeliydik. Tum enerjimizi saha disindaki serefsizlerle mucadeleye vemeliydik. Ikinci ligde veya amatorde Receplerle Salihlerle oynasak onlarla gelecegin Fenerini hazirlasak olmaz miydi? Frene bassak arabayi tekrar elden gecirsek olmaz miydi?

    Yap(a)madik. Yarim takimla mucadele ettik. Baskalarinin sampiyonluklarina deger kattik. Batmis olan kuluplerini kurtarma operasyonlarina ses cikaramadik. Sadece saha sonuclarina bakan bir takim Fenerlilerin takimin ve kulubun aleyhine donmelerine engel olamadik. Bugun gelinen noktada saha ici yetersizlikleri veya basarisizlari diger mucadelemizin onune gecti. Kanimizi emdi. Kendi kendimizle mucadele eder olduk. 3 Temmuz pisliklerine enerjimiz kalmadi. Bununla mucadele etmeye calisan bizler “ Azizciler” diye yaftalandik.

    Keske Agustos 2011 de Ali Koc “ Bizi lige almayin o zaman” diyecegine “ Biz bu ligde yokuz arkadas” deseydi. Cok sey kaybettik, cok….

  7. Adsız dedi ki...

    Biz o treni birkaç kez kaçırdık Rıdvan İsmail Kardeşim… 3 Temmuzun arkasındaki iktidar ile paralel iktidarın oyunu çekilmekle tam olarak bozulurdu… Başbakan kurumlarla kişileri ayırın diye neden söyledi ??? O süreçte gündemi takip etmeyen en sıradan Fenerbahçeli dahi operasyona olan güvenleri sarsılıp, sürecin Fenerbahçe üzerinden yürümesi nedeniyle siyasi bir tavır almalarından dolayı korkmaya, ürkmeye başladılar… Başbakanın bu çözümüyle bir taşla iki kuş vuruldu… Olan biteni anlama şansı olmayan, geçim derdine düşmüş milyonlarca taraftarın gönlünü fethetti… Hem de kaybedebileceği önemli bir oy potansiyelini koruma şansı elde etti… Tabi ki bu ülkede olan biteni görüpte siyasi tavrını belirleyecek milyonlarca insan var… Ama bu milyonların yanında olan bitenin çok farkında olmayan, yandaş ve candaş medya tarafından bilinci zehirlenmiş bilinçli milyonları ikiye üçe katlayacak bir tarafta var…

    Aziz Yıldırım tutuklandığı gün FENERBAHÇE KULÜP olarak tüm sportif branşları durdurma kararı alacaktı… Avrupadan men edildiğimiz de çekilebilirdik… 58. Madde değiştirildiğinde çekilebilirdik… Hiçbirinde çekilmedik… Fenerbahçeye her türlü iftira atılmasına, şom ağızlıların her türlü yakıştırma yapmasına, her türlü çamurun bulaştırılmasına ADAM GİBİ tepki gösteremedik… 10 temmuzdaki büyük yürüyüş sonrasında başbakanın taraftarınıza sahip çıkın fırçasından sonra pusup kuyruğu kıstırıp, hakkımızda ne buyurmuşlarsa ona razı olduk… Yöneticilerimize şikeden ceza verilip, kulüp olarak ceza almama rezaletine, hukuksuzluğuna DİK DURMAK VE BU ŞEKİLDE çamura batmaktansa YA HERRO YA MERRO diyemedik… Türkiye’nin SİYASİ tarihinde yapabileceğimiz sivil darbeyi kendi ellerimizle mezar kazıp gömdük… 3 Temmuzun bütünüyle kaybedeni biz olduk… Haklıyken haksız duruma düşürüldük… Fırsatları boyun eğerek bozuk para gibi harcadık…

    Fenerbahçeye bunca kötülük yapanlar şimdilerde makam ve mevkilerde caka satarken, bizler terim gibilerinin, Abdürrahim gibilerinin, dürüst’ (lükten nasibi olmayan ) gibilerin ağız kokusunu çeker olduk… Bu taraftar bunlar için destek vermedi… Korkaklar her gün ölür, cesurlar ise bir kez demişler… Kendisini yok etmek isteyenlere karşı, sonuç alana kadar mücadele edilmeliydi… Aziz Başkan herşeyi göze almışsa ve belli bir dönem mücadele vermişse bunu sonuna kadar sürdürmeliydi… O da sıradan olan bizler gibi davrandı… İnsan olarak eleştirmem… Ama keşke böyle yapacaksa, hiç mücadele etmeseydi… Bu ateş üfleyerek sönmez diyenlerin belini doğrultmasına fırsat vermeden, ligden çekilip, digitürkü iflas ettirebilirdik… Ben kulübüme gerekirse 5 yıl sonra, 10 yıl sonra gereken her katkıyı yapar ve yine bu ülkenin en güçlü ( ekonomik ) kulübü yapardım…

Yorum Gönder