Tanıl Bora Şöyleşisi


Fotoğraf Ümit Bektaştarafından çekilmiştir.

NEDEN:
Şike meselesindeki Etik Kurul kararı sonrası Tanıl Bora Süper Lig yazılarını bırakmış, ben de bu kararı ve daha geniş haliyle genel olarak şike meselesindeki tavrını eleştiren bir yazı yazmıştım. Daha sonra da gerek ben gerek blogdaki diğer arkadaşlar şike meselesi konusunda entelektüel cenahın tavrını son derece problemli bulduğumuzu dile getiren ufak çaplı bir külliyat yazdık. Hazır Ankara’ya gelmişken futbol yazmaya başlamadan önce de yazıp çizdiklerini çok severek okuduğum Tanıl Bora ile bu şike meselesi üstüne duyduğum hayal kırıklığını belirtip bir söyleşi talep ettim. Kendisi de hayal kırıklıklarımızın karşılıklı olduğunu söyleyip söyleşi talebimizi kabul etti. Şike meselesinden, Balyoz’a, Gençlerbirliği hikayesinden,medyanın haline, Aziz Yıldırım’dan Fatih Terim’e daldan dala atlayarak serbest vezin üslubunda bir söyleşi yaptık. Bu vesileyle kendisine göstermiş olduğu ilgi ve söyleşinin kağıda dökülmesi sırasında harcadığı “fazla editoryal mesai” için bir kez daha buradan teşekkür ederim. Epey uzun bir söyleşi oldu. Buyurun okuyun.


F: İstersiniz futbola dair bir şeyleri konuşmaya sizin Gençlerbirikli olma hikayenizle başlayalım. Benim kafamda çok bir yere oturtulamayan bir durum açıkçası, insanın tuttuğu takımı değiştirmesini pek kafamda bir yere koyamıyorum. Yani eskiye dair bir şeylerin, bir gönül sızısının kalacağını düşünürüm. Sizdeki kopuş 180 derecelik bir kopuş mu oldu?

T.B: Burdaki kopuş iki yönlü bir kopuş oldu, Bir Gençlerbirliği'nin çekimi bir de Galatasaray'ın itişiyle.
F: "Nasıl Gençlerli Oldum" makalenizde de bu iki yönlü değişimden bahsediyorsunuz

T.B: Ben İstanbul'da yaşarken Galatasaray'ın her maçına giderdim,İstanbul'dan ayrılıp Ankara'ya gelince tuttuğum takımı canlı görme imkanı kalmaması o bağı gevşetti. Ankara'ya gelince Gençlerbirliği'ni önceleri öylesine, maça gitmiş olmak için izlemeye başladım,sonra giderek ısındım,çok içine girdim, çok bağlandım, o makalede de bahsettim bir Gençlerbirliği -Galatasaray maçında tarafsız tribüne oturarak kendimi denedim.
Galatasaray'ın kaybedip şampiyonluğunun tehlikeye girdiği bir maçtı. O maçta Galatasaray'ın şampiyonluğu tehlikeye girmesine rağmen Gençler'in galibiyetinin bana mutluluk verdiğini hissettim. Bu değişim pat diye olmadı, 10 yıla yayılan bir şeydi, Tabii bir de Galatasaray'ın o dönemde artan kibri, mesela Bülent Korkmaz'ın bahsettiğim Gençler maçında hakemi rahatça azarlayıp küfür etmesi, rakip takımı ayağa dolanan bir lüzumsuz teferruat, bir piyon gözüyle görmeleri, iyice soğuttu beni. Galatasaray’a özgü olmayan, bütün oligarşik takımlara özgü olan o tavır… Galatasaray'ın Avrupa başarılarının bir milli dava olarak sahiplenilmesi ve dönemin şovenist havasına malzeme edilmesini de ekleyelim. O 8-0 lık Ankaragücü maçını da kopuş nedenleri arasında sayabilirim.

F: 8-0 lık maçta Ankara'daydınız galiba gitmiş miydiniz maça?

T.B: O maç için sabah 10'da girdim stada. İlk girenlerden birisiyim.Şampiyon oldu Galatasaray ama sası bir zevkti, kötü bir tat hissettim,

F: O maça dair kişisel olarak hissiyatınız neydi, maçta bir gariplik olduğunu hissettiniz mi tribünden?

T.B: Hissettim, çünkü hakikaten o gün Ankaragücü pek topla falan ilgilenmiyordu, Zalad birdenbire yere oturuveriyordu, pek olacak gibi değildi. Dediğim gibi, bütün bunlar, yani hem Galatasaray'dan soğumam hem Gençlerbirliği'ne ısınmam 10 yıla yayıldı. Kolay bir şey değildi çünkü ben Galatasaraylıyken de gayet ateşli bir taraftardım, heyecanlanırdım, maneviyatım bozulurdu. Çok normal bir şey değildi yani bu takım değiştirme tecrübesi. Bir çoklarına palavraymış, sentetik bir şey gibi gelebilir ama öyle değildi, sancılı oldu. Taraftarlık duygusal bir şey zaten, malum. Ama duygular da tecrübeyle değişebiliyor biliyorsunuz, ayrıca sevginin de neticede bir emek süreci yanı var.
Bu sürecin sonunda da İstanbul oligarşi üçlüsünden Beşiktaş sempatik gelmeye başladı bana. Biraz daha itilmiş kakılmış olduğu için! Gerçi Beşiktaş'ın da çok çirkin zamanlarını gördük. Ama Galatasaray’dan gönlüm tamamen koptu, o kadar ki, Galatasaray -Fenerbahçe çekişmesinin olduğu bazı sezonlarda “Fenerbahçe olsun” dediğim bile oldu ki hiç olacağını düşünmezdim.

F: Yakın çevreniz bu değişimi nasıl karşıladı,yani sizi ateşli Galatasaraylılığınız döneminde tanıyanlar bu dönüşüme ne dedi?

T.B: Yadırgayanlar, yapay bulanlar, bir tür ukalalık sayanlar oldu ama üzerinden epey zaman geçti artık, onlar da kanıksadılar.
F:Tabii Türkiye'de böyle güçlüden güçsüze yönelik bir geçiş pek de alışık olunmayan bir şey.

T.B: Tekrarlayayım, taraftarlık sonuçta duygusal bir bağ. Buradaki en önemli faktör de Gençlerbirlikli olmanın çekimi, muhabbeti. Gençlerbirliği tribün cemaatinin bir parçası olarak tanıştığım, bir şeyler paylaştığım bir çok insan oldu, o paylaşım bu bağlılığı artıran bir şey. İyi ve güzel hatıralar ve bunları paylaştığın bir cemaatin varlığı, bağlıyor insanı.

F: Bir de Gençler'in yalnız kulüp imgesi, daha az kişiyle daha sıkı bir bağ kurma imkanı da galiba biraz çekici değil mi?

T.B: Hem o çekici hem futbola bakış tarzını paylaştığım bir grup var tribünde. Orada kendimi iyi hissediyorum. Bu da zamanla gelişti, onun gelişim sürecinin içinde olmak da güzeldi. Ben ilk Gençler tribününe başladığımda çok tenhaydı, Ankaragücü maçlarında bayrak bile açılmıyordu sonra azar azar gelişti.

F: Bu taraftarlık seansından sonra isterseniz sohbetin ana ekseni olan şike meselesine gelelim, İlk olarak geçen sene 3 Temmuz operasyonu olduktan sonra 4 Temmuz'da ne düşünüyordunuz?

T.B: Öncelikle ben Türkiye'de şampiyonluğa ya da düşmeye oynayan takımların pek çoğunun teşvik primi verme, hakem bağlama gibi manipülatif işlere giriştiğini düşünüyorum. Her sezon olmayabilir, ha bire olmayabilir ama istisnai de değil. Dolayısıyla bu mesele patladığında yadırgamadım, “olur mu öyle şey!” falan demedim,"Hah" dedim! İlk kez bunun üzerine gidilecek, dedim. Tabii bir yandan “Neden şimdi?” diye de düşündüm Zaten olaydan bir sene sonra falan yazdığım bir yazıda da, Fenerbahçe taraftarının yerine kendimi koyduğum zaman “Neden şimdi?” sorusunu anladığımı belirtmiştim. İki sene önce olsa Galatasaray yakalanacaktı, yüzüncü yılında olsa Beşiktaş yakalanacaktı, onun için “neden Fenerbahçe?” ve “neden bu sene sorusu?” yersiz bir soru değil. Ama cevabı da çok zor değil: şampiyonluğa o oynadığı için o yakalandı diye düşündüm.

İlk başta üzerine o kadar düşünmediğim “Neden şimdi?” sorusuyla ilgili bazı manipülasyonlar olduğunu düşünüyorum şimdi, o konuda yapılan eleştirilerde de haklılık payı olduğunu düşünüyorum. Bu meseleye dair öyle iddialı komplo teorilerim yok. Bu operasyon Aziz Yıldırım'a yönelik miydi, Aziz Yıldırım'ın ekonomik gücüne mi yönelikti, bilmiyoruz. Ama Gülen cemaatiyle alakalı manipülatif bir boyutu olduğuna dair kuvvetli emareler görüyoruz. İlk başta böyle bir sezgim yoktu ama şöyle bir sezgim vardı: Bir nedeni olmalı, bir çıkar mücadelesi sonucunda bu operasyon başlamış olmalı. Saiki, vesilesi ne olursa olsun, diye düşündüm. Ayrıca, -birçok sezonda olduğu gibi-, o sezona dair ortaya atılan iddiaların da bir kısmı inandırıcı geliyordu.

F: Mesela hangileri ?

T.B: Bizim Gençler kalecisi Serdar Kulbilge'nin Fener maçı için prim aldığı iddiası bana güçlü bir kuşku gibi geliyor. Eskişehir -Fenerbahçe ve Eskişehir-Trabzon maçlarında bir manipülasyon olduğu iddiası inandırıcı geliyor. Eskişehir'in Fener'e kolaylık gösterdiği ve de Trabzon'a can pahasına direndiği izlenimine sahibim.


F: O seneye dair diğer maçlarda yani Antep'in Fenerbahçe'ye kahramanca Antep direnişi sergilemesi ama Trabzon'a çok kolay yenilmesi, ya da Bursa'nın Fener'e gösterdiği mücadeleyi Trabzon'a göstermemesi gibi izlenimleriniz de olmadı mı? Yani şunu merak ediyorum. O seneye dair Fenerbahçe'ye oynadıkları gibi rakiplerin Trabzon'a zinhar oynamadığı gibi bir yaygın kanaat var Fenerbahçe tarafında. Benim de hissiyatım bu yönde

T.B: Onu tartamam, yanlıyor da olabilirim, ayrıca her ikisi de olabilir, hani Trabzonspor için söyleniyor ya "çabaladılar ama yapamadılar", belki de yaptılar, bilmiyorum. Şu veya bu vakada hepimiz yanılabiliriz. Ama beni o sırada esas kızdıran, hiç bir şey yapılmamasıydı. Biliyorsunuz bir etik kurul toplandı.

F: İlk etik kurulundan mı söz ediyorsunuz?

T.B: Evet. Raporu açıklanmadı. Ama benim gazeteci arkadaşlarımdan öğrendiğim kadarıyla şike olduğuna dair bir kanaat sahibi olmuşlardı. Ona rağmen hiç bir şey yapılmaması beni çileden çıkardı. Bir şey yapılmasıyla kastettiğim, belirli bir şey değil, belki hafif sayılabilecek bir şey de olabilirdi. Ama ligin hiç bir şey yokmuş gibi devam ettirilmesi beni isyan ettirdi ve bu yüzden lig yazmayı bıraktım,ligin ilk yarısı maça gitmedim, ilk kez kombine bilet almadım.

F: Peki o dönemde çıkabilecek nasıl bir karar sizin lig yazmanızı devam ettirirdi?

T.B: Görüyoruz ki bir şeyler olmuş, bir problem var, bunla ilgili bir şeyler yapacağız denmesi bile yeterli olurdu. Sadece kararlarıyla değil futbol bürokrasisi haliyle tavrıyla da bir şey olmamış gibi davrandı ya. Futbol Federasyonu'nın o geçiştirme, meseleyi halının altına süpürme tavrı beni nefret ettirdi.

F: Türkiye'de son zamanlardaki büyük çaplı davalar hakkında ne düşünüyorsunuz. Şike davası bunlardan bağımsız değil sonuçta. Balyoz, Ergenekon davalarının genel işleyişini nasıl buluyorsunuz?

T.B: Ergenekon davasının özü açısından, Türkiye'de devletin kontrgerilla aracılığıyla bir takım operasyonlar yaptığına inanıyorum. Balyoz meselesinde de orduda her daim hükümeti manipüle etmeye ve icabında devirmeye dönük bir hazırlıkların olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu davaların açılmasını haklı buluyorum ancak bu davaların işleyişinde, kanıt toplanmasında, delillendirmede ve hukuki temel inşa edilmesinde çürüklükler olduğu da aşikar. Temel meseleleri doğru ama davaların hukuken uygunsuz, siyasi olarak da çürük bir temelde yürütüldüğünü düşünüyorum. Bu yüzden siyasi bir fırsatın heba edildiğini de görmek lazım. Gerçekten mahkum edilmesi gereken bir yapı bu çürüklükler yüzünden mahkum edilmiyor endişesini taşıyorum.

F: Hatta mağdur ve mazlum oluyor

T.B: Nerdeyse öyle ve bu çok korkutucu bir şey. Futboldaki meselenin de bu diğer meselelerle temeli ortak. Ama futbolda ben şöyle bir fark olduğunu düşünüyorum. Futbolla ilgili verilecek karar ceza yargısının vereceği bir karar değil. Ceza verecek makam ve mevki futbolun kendi hukuku, kendi karar mercileriydi.

F: Orda araya girip şunu sormam lazım. Bu düzende federasyon seçimlerinin doğrudan siyasi inisiyatifle belirlendiği bir alanda bizim şikayet ettiğimiz genel hukuktan çok farklı bir futbol hukuku alanı beklemek mümkün mü? Yani genel olarak bu davaları bu hale getirenlerin futbol hukukunu temiz bir şekilde yönetmeleri mümkün mü bu biraz fazla iyimserlik değil mi sizce?

T.B: Doğru, iyimserlik. Ama göreli bir özerklikten söz ediyorum. Bu göreli özerklik %0,5 olabilir. Benim iyimserliğim o küçücük özerkliğin kullanılarak futbolun kendi kararını vermesi yönündeydi. İtalya'da Almanya'da da ceza yargısı ölçütleriyle karar verilmiyor bu işlere.

F: Ama orda spor mahkemeleri diye de bir şey var,

T.B: Spor mahkemesi ya da bir futbol kurulu kendisi karar veriyor sonuçta – ve dikkat, kanaatle karar veriyor.

F: Bu kanaat dediğimiz şey de Türkiye'de çok manipüle edildi, yani kanaat dediğimiz şey 2-1 lik hiç bir anormalliğin olmadığı hakem gözlemci raporlarının temiz olduğu bir maçta nasıl uygulanabilir ki?

T .B: Doğru, şunu sormakta da haklı olursunuz: Türkiye'de bağımsız kanaatine güvenebileceğimiz bir kurul nasıl olabilir ki? Bu da haklı bir soru ama o zaman ne yapacağız biz, topyekun bir politik devrim olmasını mı bekleyeceğiz? Şunu da tekrarlamak istiyorum: Ben hiç bir zaman şu takıma şu ceza verilsin derdinde olmadım. Federasyonun yokmuş gibi davranmasına tepki gösterdim. Kanaate dayalı karara güvenmek tabii bir iyimserlik ama bu da sonuçta bir nevi politik tercih. Olması gerektiğini düşündüğüm yönde bir iyimserlik göstererek futbolun kendi karar organının inisiyatifi almasını istedim. Öyle olmayınca, politik inisiyatifin olaya müdahalesi korkunç bir seyir izledi. Anlaşılan o ki Başbakan devreye girip Trabzonluları "sizin kupanızı vereceğiz" diye yatıştırdı sonra çeşitli nedenlerle bundan vazgeçtiler, Trabzon da kendini feci şekilde aldatılmış hissetti. Erdoğan Bayraktar'ın ağzından kaçırdığı laf da bununla ilgiliydi bence.

F: Başbakan'ın 3 Temmuz operasyonundan haberi olduğunu düşünüyor musunuz, icazet verdi mi?

T .B: Kestiremiyorum. Tabii Türkiye'de Tayyip Erdoğan'dan tamamen bağımsız bir iş yapılması zor görünüyor. Ama o dönem Gülen cemaatinin özgüveninin, özerk hareket kabiliyetinin dorukta olduğu bir dönemdi. Yani görece özerk de hareket etmiş olabilirler.

F: Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nden çıkarılıp Trabzon'un gönderilmesi kararını nasıl değerlendirdiniz?

T.B: Uluslararası turnuvaya katılımı engellenecek derecede zanlı görülen bir kulübün iç piyasada lige aynen devam ettirilmesi tabii büyük tutarsızlıktı. Ben UEFA hakkında da bir miktar iyimser olmaya çalışıyordum ama süreç içinde UEFA’nın da Türkiye hükümetinin ya da federasyonunun yetkililerince kibarca söylersem “etki altına alındığını” düşünüyorum.

F: Ne için peki ceza almayalım diye mi ?

T.B: İdare edin vaziyeti, diye.

F: Milan şike cezası nedeniyle ceza aldığı yıl Şampiyonlar Ligi'ne katılıp şampiyon oldu, Porto şike nedeniyle ceza aldığı sene Şampiyonlar Ligi'ne katıldı. Fenerbahçe hakkında söz konusu dönemde kesinleşmiş herhangi bir ceza yokken Uefa'nın 8 yıl ceza öcüsü Türkiye'de kampanya olarak kullanıldı

T.B: Bence Uefa adına da temelsiz bir adımdı o, sanırım birtakım pazarlıklara dayalı ucube bir ara karardı Yani geçici bir statüko.Tutarsız olduğunu düşünüyorum.

F: Zaten Trabzon'la Fenerbahçe arasındaki bu husumet duygusunu en güçlendiren şey de bu Şampiyonlar Ligi kararı oldu.

T.B: Şike davası sırasındaki oluşan husumet kültürü bu meseleyi konuşmayı başlı başına zorlaştırıyor. Mesela o süreçte sizin blogda o yazılar çıktı, Emre Belözoğlu vesilesiyle yazdığım ırkçılık temalı bir yazı nedeniyle bir okurum kendisindeki bütün kitaplarımı bana geri gönderdi.

F: Niye?

T.B: Protesto amacıyla, al başına çal anlamında! Sonra şike operasyonunun yürütülme sürecinin ve kararların, Fenerbahçe'nin "Neden şimdi" ve "neden biz" sorusunu haklı çıkartan yönüne işaret edince bu sefer Trabzon ve Galatasaraylılar kızdılar.

F: Bizim blogda da Emre meselesi üzerine eleştirel bir şeyler yazdığımız için bizi iki gün önce Fenerbahçe neferi olarak görenler, meğer siz de hainmissiniz diye eleştirdi bir Türkiye klasiği bu.

T.B: Bu ortam tartışmayı çok zorlaştırıyor. Taraftarlığın öznelliği, duygusallığı da girince iyice zorlaştırıyor. Bir yandan bu manipülasyonlarla ilgili bir adım atılmasını istemek ama bunu yapma meşruiyetine veya “temizliğine” sahip bir organ olmadığını bilmek çaresiz bir çelişki. O zaman ister istemez yönünüzü bir yana çeviriyorsunuz, o yönde iyimserlik gösterip yutkunuyorsunuz. Kimse mutlak tutarlılık iddiası öne süremez bu konuda. Ben sizin blogda yazdığınız yazılardaki -ton ve üslup meselesi tartışılır sonuçta, hakaret etmediniz ama insafsızlık ettiniz- eleştirilerde haklılık payı olduğunu düşünüyorum. Ama sizin bakış açınızdan da şu görülmeli: “Hiç bir şey yapılamaz, bu düzen böyle devam etsin”e varır sizin tutumunuz da.

F: Yanlış hayat doğru yaşanmaz gibi. Şike operasyonu sırasında gerçekten olayın başında bu bir temizlik operasyonuysa sonuna kadar gidilsin inancı bizde de vardı, ama dava ilerleyip iddianame ortaya çıkınca Türkiye'deki hukuk sisteminin nasıl büyük bir garabet olduğunu ilk kez görmedik tabi ama ilk kez bu kadar yakıcı hissettik.Ben mesela bu iddianameyi okuduktan sonra Türkiye'deki hakim ve savcıların temel Türkçe anlama ve yazma dersi görmesi gerektiğini düşünüyorum.

T.B: O bakımdan korkunç. Akıl yürütmeler, telefon konuşmalarına yorumlar falan.
F: Aziz Yıldırım'ın nasıl gidiyor sorusuna savcının şike faaliyetlerinin gidişatını soruyor yorumu var mesela

T.B: Ceza davası düzleminde nelerin döndüğünü bilmiyoruz. Orada skandal bir durum var. Ama her şeye rağmen o ilk Etik Kurulu bir karar verebilirdi. Vermeliydi. Daha doğrusu verdiği karar doğrultusunda bir uygulama yapılmalıydı. Biliyorsunuz bütün dünyada bu kararlar taze taze veriliyor.

F: Ama ilk başta Federasyona bilgi belge gönderilmemişti sonra savcı kendi seçtiği klasörleri gönderdi, yani bu durumda verilecek bir karar da başka bir müdahale biçiminin önünü açmaz mıydı, yani Fenerbahçe'yi bu seçilmiş belgelere istinaden diyelim Etik Kurulu küme düşürdü ertesi yıl da başka bir takım hakkında yine seçilmiş dosyalarla böyle bir karar alınabilir başka türlü bir siyasi müdahalenin önü açılabilirdi bu örnekte de.

T.B: Böyle bir risk olabilirdi, kötü bir yol açılıp “kanaatle” İskenderun Demir Çelik'in şu lige terfiine… falan gibi şeyler de olabilirdi. Türkiye'de böyle langur lungur işlerin olma ihtimalinden korkmakta haklıyız. Ama işte mevcut durumda da bir işler döndüğünü biliyoruz, ne edeceğiz? Mevcut düzene razı mı olacağız. “Bir yerden başlamak”, bir emsal yaratmak iyi olmaz mıydı? Burada temiz bir çözüm yok. Geçiştirme, idare-i maslahat ve sinizmin öfkelendirdiği kadar hiç bir şey öfkelendirmiyor beni.

F: Fenerbahçeli taraftarlarının da o sezona dair şöyle bir hissiyatı var, yani benim 20-22 senedir Fenerbahçe'yi takip ettiğimden bu yana diyelim en stresli en zorlu sezondu o sezon. Tırnaklarımızı yiye yiye, gergin ve sıkıntılı kazanılmış maçların ardından gelen bir şampiyonluğun tartışılması pek çok Fenerbahçeli'de nasıl olur sorusuna ve isyanına dönüştü aslında.

T.B: Benim pek çok Fenerbahçeli olmayan arkadaşım da Fenerbahçe'nin bu işi manipülasyonla götürdüğünü ve aslında şu anki durumdan da gayet memnun olduklarını, öyle gerginlik filan da yaşamadıklarını düşünüyor, dahası öyle “hissediyor”. Ben de biliyorum, Fenerbahçelilerin bu süreci gayet gergin bir şekilde yaşadığını. Şu var bir de… bilmiyorum Alex'in o dönemki açıklamalarını izlediniz mi?

F: Hangisi?

T.B: Alex'in, birtakım adamlar bizim dışımızda bu işlerle uğraşmış olabilirler ama buna gerek yoktu, zaten biz kendi işimizi sahada hallettik anlamına gelebilecek bir şeyler söylediğini düşünüyorum. Ki Alex kendini ifade ederken çok özen gösteren bir adam.
F: Ben pek öyle algılamadım hatta “bu mesele hakkında konuşursam beni başkanın yanına koyabilirler” gibi bir sözü de oldu Alex'in, ayrıca iddianame de şüpheli olarak adı geçmişti
İşin medya boyutuna dönmek istiyorum tekrar. Medyanın şike operasyonun ilk haftasında birdenbire daha öne hiç tanımadığımız insanları kanal kanal dolaştırmasını, neredeyse tek çatlak ses çıkmadan bir linç korosu oluşturmasını neye bağlıyorsunuz. Fenerbahçe güçlü lokma olduğu için mi bu kadar bariz bir propagandaya ihtiyaç duyuldu?

T.B:Böyle bir yanı vardır ama hiç çatlak ses çıkmadı diyebilir misiniz?

F: Yani ilk iki hafta itibariyle hiç bir çatlak sese izin verilmedi bence özellikle 10 Temmuzdaki yürüyüşe kadar akıl almaz haberler gördük medyada.

T.B: İlk operasyon başlarken meselenin cazip ve taze olması gazeteci milletinin bayıla bayıla üzerine atlamasını getirdi. Her zaman bunu yaparlar, hapishane operasyonunda da yaptılar, her meselede yaparlar. Şimdi tabii arşiv dökecek halim yok ama ben de hemen ertesi gün Fenerbahçe’yi savunan bir karşı cephenin kurulduğunu hatırlıyorum. Fenerbahçeli yazarlar çok geçmeden konuşmaya başladılar.

F: Ben de 10 Temmuz'daki yürüyüşten sonra Fenerbahçe'nin sesinin çıkmaya başladığını düşünüyorum hatta biraz önce bahsettiğiniz Trabzon'a kupa verilmesi olayından vazgeçilmesi operasyona Trabzon ve Beşiktaş'ın eklemlenmesini de o taraftar yürüyüşüne bağlıyorum.

T.B: Olabilir, tabii Fenerbahçe büyük güç, siyasi erk de buradan büyük bir ses çıktığında bundan etkilenir.

F: Fenerli medya diye bir şey var mı sizce?

T.B: Bence var, spor medyasında baskın gücün Fenerbahçe olduğunu düşünüyorum.

F: Bu konuda mesela Hıncal Uluç'la aynı mı düşünüyorsunuz?

T.B:Hıncal Uluç her konuda olduğu gibi abartıp saçmalaştırıyor iddiasını.

F: Fenerli medya örneğini bana somut olarak bir durum ya da örnekle anlatabilir misiniz?

T.B: Fenerbahçe ile ilgili konu ne olsa üç misli büyüyor, gayet açık. Fenerbahçe'nin mayasında da popülerlik var, popüler olana yönelik bir istidat var, Fenerbahçe konuşmak her zaman daha tansiyonlu bir şey, bu da insanları oraya çekiyor. Bunu bilen medya erbabının da katkısıyla medyada daha çok yer kaplıyor Fenerbahçe, bizzat bu durum da onun popülerliğini tetikliyor. Çocukluğumdan beri gözlerim, diyelim 20 dakika boyunca Beliktaş ya da Galatasaray çok baskılı oynar, Fenerbahçe sahada yoktur, sonra bir anda Fenerbahçe bir taç kazanır ya da basit bir ikili mücadele… birden bütün tribün ayağa kalkar, bir acayip silkinme olur, bir kalkışma olur, Fenerbahçe gaza gelir. Elbette Fener’e özgü eğil ama sembolik olarak düşünüyorum bunu, Fener’de müthiş bir ajite olma, kendini ajite etme ve bunu güce dönüştürme özelliği var. Karalamadan, yüceltmeden, nötr bir gözlem gibi düşünün. Bunun medyaya da yansıdığını düşünüyorum. Medyada da Fenerbahçe sempatisiyle hareket edenlerin böyle bir “katlayan” etkisi var.
Neticede futbol medyasında Fenerbahçe’nin ağırlığına dair sarsılmaz bir kanaate sahibim!

F: Valla ben de bunun gerçekle ilgisi olmayan çok kötü bir medya algısı olduğunu düşünüyorum “Fenerasyon” diye bir kelime var mesela, hadi futbolu bırakıp basketboldan örnek verelim bir öneki seçimde iki eski Galatasaray kaptanı Turgay Demirel ve Lüti Arıboğan adaydı. Böyle bir şey Fenerbahçe açısından olsa yani iki Fenerbahçe kaptanı Federasyon başkanlığı için yarışsa çok ses getirmez miydi?

T.B: Basketbolda o kadar çok tantana çıkmıyor ama futbolda olsa tabii getirirdi.

F: O seçimde Turgay Demirel seçildi ve Fener'in adamı oldu, muhtemelen Arıboğan seçilseydi o da Fener'in adamı olacaktı. Yani ben de Galatasaray kaptanlığı yapmış birilerinin bile hemen ertesi gün Fener'in adamı ya da Aziz Yıldırım'ın adamı olarak görmesini çok garipsiyorum.Mesela Voleybol federasyonundaki sürekli Fenerbahçe aleyhine cereyan eden olaylar başka takımın aleyhine olsa "Fenerasyon" lafından geçilmezdi.

T.B: Ben onun seçilememesine çok şaşırdım

F: Ben çok sevindim.

T.B: Ben üzüldüm çünkü başarılı buluyordum. Çok güçlü olduğunu da düşünüyorum, seçilmemesine şaşırdım,Hükümetin artık her gediğe hakim olduğunun göstergesi oldu biraz. Peki siz de düşünmüyor musunuz, Fenerbahçe neden bu kadar sevilmiyor - bir nevi Bayern gibi?

F: Evet Bayern gibi Real gibi

T.B: Hem gerçekten güçlü etkili büyük hem de onun bir kaç misli nefret yaratıyor, sizce neden?

F: Sizinde dediğiniz gibi Almanya'da statlarda taraftar kendi takımı gol attığında ve diğer statda Bayern gol yediğinde sevinir. Türkiye'de böyle bir durum Fenerbahçe için geçerli. Tabi Fenerbahçe'nin algı yönetme, iletişim gibi konularda da felaket olduğunu söylemek lazım. Ayrıca Aziz Yıldırım'ın kişisel yönetim üslubunun Fenerbahçe'yi sevimsizleştirdiğini de kabul ediyorum ve bundan rahatsızım.Ama daha önceden de yazmıştım blogda bunlar gerekçe olabilir ama Gandhi Fenerbahçe başkanı olsa da Fenerbahçe sempatik gelmez insanlara.

T.B: Ama Gandhi Fenerbahçeli olamaz.

F: Hadi o zaman Mandela olsun

T.B: Mümkün değil, yani sonuçta kulüp imgesiyle bağlantılı bir şey bu. Bana sorarsanız pek çok Fenerbahçeli de bu nefret edilme halinden hoşlanıyor. O "dünya bir yana biz bir yana" duygusunu besleyen bir şey.

F: Evet öyle bir durum var bence de taraftar açısından ama pek sağlıklı bir durum değil

T.B: Galatasaray'ın 1990’lardaki parlak döneminde de onlarla ilgili hayranlık kadar nefret vardı ve onlar da bundan çok mutluydu.

F: Nefret edilmek biraz güçlülük işareti olarak algılanıyor taraftar açısından

T.B: Bu algı yerleşti mi de somut vakalarda körleştirici oluyor tabii. Bir kayırma varsa kesin Fenerbahçe lehinedir yargısı oluşuyor.

F: Fenerbahçe'nin mağdur ya da mazlum olma ihtimali ontolojisine aykırı gibi görülüyor.

T.B: Kimi somut vakalarda tam tersi bir durum olabilir ama "olur mu canım Fenerbahçe mağdur olamaz" algısı yerleşiktir. E, o sözü bilirsiniz: Paranoyak olmamanız takip edilmediğiniz anlamına da gelmez tabii!

F: Bizim en çok şikayet ettiğimiz durumlardan biri mesela bu, bir türlü mağdur olduğumuz bir durumu insanlara kabul ettirememe. Bu tür şeylerin masum kalması kabul edilebilir ama artık gittikçe bir nefret söyleminin bahanesi olarak kullanılmaya başlandı bu çok rahatsız edici benim açımdan. Geçen yaz Atatürk Havaalanında Galatasaray formalı bir adam Fenerbahçe formasıyla beni görüp "çıkar o formayı hala nasıl giyiyorsun" diye polisin gözü önünde bana bağırarak bir şeyler söyledi mesela. Sonuçta Fenerbahçelilik benim için kimliğimin önemli bir parçası. Bugüne kadar hasbelkader Türk-Sünni-erkek kalabalığına dahil olduğum için çok ayrımcılığa uğrama tecrübesi hissetmemiştim ama o an çok kötü hissettim.

T.B: Genel husumet kültürünün bir parçası tabii bu da. Bir de futbolda nefret söylemi çok daha rahat yeniden üretilebiliyor. Bence durumları, düzeyleri tefrik edememek çok büyük bir problem. Mesela Uğur Vardan’ın yolda selam verdiği bir Fenerbahçeli ahbabından selamına karşılık almadığını biliyorum; oysa Uğur’un bunca yıldır yazdığı çizdiği belli, bu konuda hemfikir olmasanız, kızsanız bile onu nasıl selam vermeyecek kadar “silebilirsiniz”? Sonuçta “sadece” futbol bu. Taraftarlık. İçinde çok duygusallık barındırıyor, tamam kızıp darılabiliriz ama bir insanı bu konudaki tercihiyle, tavrıyla tüketmek, ona indirgemek yanlış.

F:Radikal'e ve Uğur Vardan'a yönelik eleştiride de üst üste 4-5 tane Fenerbahçe aleyhine tuhaf şeyler çıkması sonucunda oldu. “Alma Hacettepe'nin ahını” ya da Ediz'in ölüm haberi falan gibi.

T.B: Radikal'in esprili başlık bulma alışkanlığı var, bunun beraberinde getirdiği risklerle ilgili bu. Ama zerre kötü niyet içermediğinden eminim.

F: Eurosport da yaptı aynısını Preko'nun Gana'daki bir şike itirafını 1999'da Aziz Yıldırım'la yan yana bir resmini koyarak verdi, yani bütün bunlar da birikince insanlar çok ciddi tepki gösteriyorlar. Bir de tabii Fenerbahçe taraftarının bu süreç nedeniyle ekstra hassaslaştığını da söylemek lazım. Belki diğer takım taraftarları da kendi takımları aleyhine şunlar şunlar yapıldı diyordur bilmiyorum ama bize biraz fazla geldi son zamanlarda.

T.B: Hassaslık yeni yeni gevşiyor galiba. Şu sıralar Fenerbahçe taraftarı hüzünle haz arasında salınıyor Alex meselesi dolayısıyla. O kaostan beslenen havasına geri döndü, bundan da memnun sanki! Bu hassasiyetlerin “normalleşmesi” gerek. Siz nasıl hayal kırıklığına uğradıysanız, Radikal'e yönelik dediğim gibi bence insafsız eleştirileriniz de Erkan Goloğlu'nu ve oradaki herkesi hayal kırıklığına uğrattı.

F: Erkan Bey'e e yönelik en büyük eleştiri ve hayalkırıklığı o yazıda geçen “Fenerbahçe mağdur olmadı” sözünden kaynaklanıyor bence. Şahsen beni en çok üzen şey o oldu. Hadi Fenerbahçe'nin kurumsal kimliğini başkanı yöneticilerini falan geçtim ama binlerce kulübünü seven Fenerbahçelinin 3 Temmuz'dan bu yana yaşadığı ayrımcılığa linç duygusuna, ve bunun taraftar olarak bizde yarattığı mağduriyete biraz anlayış göstermesini beklerdim.Ben o sene müthiş keyifliydim, 5 te 5 in kutlamasını yaparken birdenbire sosyal çevremde de Fenerbahçeli kimliğim çok belirgin olduğu için bizzat bu soruşturma sonunda kulübün temsilcisi olarak görüldüğümden dolayı pek çok sataşmaya tacize maruz kaldım. En azından binlerce insanın bireysel mağduriyet durumlarına karşı bir anlayış beklerdik

T.B: Can Kozanoğlu'nun dediği gibi taraftar kulübünün dar bölge temsilcisidir.

F: Aynen öyle

T.B: Bunu Erkan Goloğlu’yla konuşabilirsiniz pekala, Bence bu süreçte Fenerbahçelilerin en önemli problemlerinden biri Aziz Yıldırım. Fenerbahçeli olmayanların Fenerbahçelilerin tepkilerine en içerledikleri mesele onların Aziz Yıldırım'la özdeşleşme halleri.

F: Ama başkan olduğu için yani özne o

T.B: Kuşkusuz ama bir imge meselesi var. Aziz Yıldırım imgesi diğer taraftarların gözünde nasıl bir imge?

F: Diğer taraftarların gözünde "şeytan" figürü diyebiliriz.

T.B: Tayyip Erdoğan imgesine benziyor aslında. Kulüpteki bir hademeyi bile azarlayabilecek birisi.

F: Aynen öyle Fenerbahçe taraftarının ikilemi de burda başlıyor bence. Bir yandan Tayyip Erdoğan'ın yönetim üslubunu tek adamlığını hoyratlığını falan eleştirip Aziz Yıldırım'ın tek adamlığına ses çıkarmayan biri sürü insan var. Ben Aziz Yıldırım'ın ve onun temsil ettiği tek adamlı üslubun Fenerbahçe'ye yakışmadığını 3 Temmuz öncesi pek çok kez yazdım, ama 3 Temmuz süresince bunun dışarıdan bir manipülasyon olduğunu düşündüğüm için başkana destek verdim. Kongrede oy kullansaydım da o süreçte Aziz Yıldırım'a oy verirdim. Şimdi süreç normale döndükten sonra yine aynı görüşteyim. Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe başkanlığına yakışmadığı görüşüm baki

T.B: Tabii sahip çıkmanın bu anlamını Fenerbahçeli olmayanların görmesi zor oluyor. “Böyle birine nasıl sahip çıkılır?” fikri var.

F:Şu da var Aziz Yıldırım'ın bu kadar şeytanlaştırılması diğer kulüp başkanlarını biraz melekleştiriyor Fenerbahçe taraftarı biraz buna da isyan ediyor.

T.B: Futbol ortamının en kötü tarafı yönetim yapısı zaten

F: Kulüp yönetim yapılarının demokratikleşebileceğini düşünüyor musunuz?

T.B: İmkansız diyemem ama çok zor. Kulüp yapılarının demokratikleşmesinin yanında tribün gruplarının demokratikleşmesi de çok önemli. Taraftar gruplarının özerk olması, farklı taraftar gruplarının varlığının normalleşmesi… Taraftarların ve taraftar gruplarının emniyet ve kulüp nezdinde tanınan, saygın muamele gören yapılar haline gelmesi lazım. Şu an taraftara ergen oğlan çocuk muamelesi yapılıyor.

F: Size yönelik eleştirilerden biri de daha önce Diyarbakır-Elazığ maçında Diyarbakır'ın maçı kazanmasının ayan beyan kolaylaştırıldığı ve kümede bırakıldığı sezon ya da Bursa'nın düştüğü sezon Beşiktaş-Rize maçına dair ses kayıtları çıktığı zaman neden lig yazmayı bırakmadınız da şimdi bıraktınız eleştirisi. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

T.B: Belki bir birikmenin, birikme sonucu bıkkınlığın etkisi vardır. Ayrıca bu seferki olay çok büyüktü, büyük bir patlamayla ortaya saçıldı. Eleştirenler manipülasyona kurban gittiğimi ya da kapıldığımı düşünüyorlar muhtemelen. Manipülasyon boyutu yok değildir, kabul, ama dedim ya, “ortada bir şey yok ki!” denmesini içinize sindirebiliyor misiniz? “Bu işler böyle devam etsin”e rıza göstermek istemedim, istemiyorum.

F: Şike meselesi ilk patladığında bu olaya kuşkuyla bakmanın ya da Fenerbahçe tarafına dair bir haklılık belirten bir şey ima edildiğinde "nasıl yani şikecileri mi savunuyorsun" şeklinde dönüşen bir mahalle baskısı var mıydı sizce entelektüel cepheden olup futbol yazan insanlarda.

T.B: Hayır öyle bir şey düşünmüyorum.

F: Lige dair yazmaya başlayacak mısınız tekrar?

T.B: Artık lig yazmayı canım istemiyor, serbest yazmak hoşuma gitti. Tavır, zevke dönüştü!

F: Siz bu müesses nizamdan şikayetçi biri olarak bu müesses nizamın bekçilerinden biri olan, taraftarı olduğunuz kulübün başkanı İlhan Cavcav'ı bu düzende nereye koyuyorsunuz?

T.B: Bir kere kulübü batmaktan kurtarmış birisi olarak sevgiyle bakıyorum. Ama onun da “statükoya hiç bir şey olmasın” ve “büyükleri kızdırırsak bizi mahvederler” kaygısıyla futbol düzeniyle ilgili gayet muhafazakar bir tutum izlediğini düşünüyorum.
Gençlerbirliği'nin yokluk yıllarına tanıklık etmiş olmasının bu olağanüstü ihtiyatlı tavrında pay sahibi olduğunu düşünüyorum.

F: Aynı değerlendirme Fenerbahçe taraftarı için de geçerli aslında bir yandan Aziz Yıldırım'ın kulübü imar, tesis amatör branş ve ekonomik açıdan getirdiği noktaya takdir ve minnet diğer yandan da tek adamlı, otoriter, hoyrat yönetim üslubuna isyan.

F: Son iki senedir Fenerbahçe Bursa ve Trabzon'la çekişirken siyasi otoritenin Bursa ve Trabzon lehine dilek ve temennilerini bolca gördük. AKP döneminde güçlenen Anadolu burjuvazisinin Bursaspor'un şampiyonluğunda etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

T.B: Levent Kızıl'ın Federasyon'da olması daha belirgin bir etkendi sanıyorum. Tabii o yarışa girecek bir gücünüzün de olması lazım. Bursaspor'un da biraz şanslı bir şekilde şampiyon olduğunu biliyoruz. Ben de başka bir şampiyon çıkmasını her zaman istedim ama Bursa olduğunda "bunlar mı" diye düşünmüştüm

F: Diyarbakır olayları yüzünden mi?

T.B: Evet, bayıldığım bir “beşinci şampiyon” seçeneği değildi ama sonuçta St. Pauli Almanya'dan gelip şampiyon olmayacağına göre bunlardan biri olacak!

F: Gündemin bir numaralı meselesi olduğu için sormadan geçmeyeyim. Artık bir drama haline gelen Alex-Aykut Kocaman meselesinde ne düşünüyorsunuz.Bu arada sizin Alex'e dair bir yazınız vardı orda da "kibir tahakkümü" vurgusu eleştirilmişti Fenerbahçe taraftarı pek Alex de öyle bir şey görmediği için bize tuhaf gelmişti.

T.B: Fiziki bir şey değil ki bu, kimse ispatlayamaz. Ama en azından ben öyle görüyorum işte, benim gözüme öyle görünüyor. Ayrılmasına gelince, “resmen” daha sevilerek sayılarak ayrılması tabii daha iyi olurdu. Alex'in de ayrılışın bu şekilde gerçekleşmesinde payı var mı, o da sinir harbi yaparak tırmandırdı mı, sorusunu sormamız lazım. O kuşkuyu taşıyorum. Aykut Kocaman meselesine gelince bir yandan lafını sözünü bilen, düşünen birisi olarak biliyoruz onu ama bir yandan da bir şeffaflık eksikliği hissediyorum. Medyadan haklı olarak çok korkuyor, söylediklerimi lime lime ederler diye düşünüyor; belki de öyle bir sakınma duygusu nedeniyle böyledir.

F: Medyanın Aykut Kocaman'a sorulan soruları Fatih Terim'e sorabileceğini düşünüyor musunuz?

T.B: Türkiye'de Fatih Terim karşısında en çok korkulanlardan biri, sadece futbolu kastederek söylemiyorum, emniyet müdürüne denk bir rütbede.

F: Terim bu niteliklere sahipken pek çok aklı selim sahibi Galatasaraylı gözünde bile niye hala imparator ?

T.B: Galatasaraylılar arasında da Terim'i sevmeyen ciddi bir kitle var

F: Hatırı sayılı bir kitle mi sizce?

T.B: Oran veremem ama en azından marjinal olmadıklarını düşünüyorum. Neden çoğunluk seviyor diye sorarsak bu tür “karizma” çeşidini halkımız seviyor, bir de tabii başarılarını seviyor. Maço ve müstekbir karizma stili bu topraklarda seviliyor.

F: Sizin Ronaldo'ya dair yazınızda kullanılan bazı tabirler de eleştirildi "bir apaçi masalı" ve "it suratlı bek" tabirleri

T.B: İt suratlı bek tabiri mizahi bir tabir. Futbol edebiyatında dünyanın her yerinde argo ya da ergen oğlan çocuğu dilini mizahi bir üslup içinde kullanırlar. Bu da o mizahi üslup içinde kullanılmış bir söz, buna gösterilen tepkiyi anlayışsızlık olarak görüyorum."Bir Apaçi Masalı" diye Ekşisözlük’te yayınlanmış bir roman var, bir “apaçinin” fantezilerindeki gibi bir hayata erişmesini anlatan bir metindir, bu ibare doğrudan ona göndermeydi.

F: Birikim'in de son sayısında işlenen bir meseleye değinelim. Türkiye'de yargı düzeninde ve özellikle Ö.Y. M ler bağlamında siz cemaati nereye konumlandırıyorsunuz?

T.B: Gülen Cemaatinin adalet ve polis içindeki yapılanması hakkında daha önce bir makalede de yazmıştım; Cemaatin o devletçi güvenlikçi ideolojisiyle polisin ve yargının mesleki ideolojilerinin çok uyumlu olduğunu ve aralarında bir simbiyoz oluştuğunu düşünüyorum. Bütün yargı ya da polis camiası ya da büyük bir bölümünün cemaate mensup olması gerekmez, ama zaten meslekleri gereği her şeyi kriminalize eden bakışlarıyla Gülenci ideolojinin mükemmel örtüştüğünü ve birbirini beslediğini düşünüyorum. Telefon dinleme tutkusu, izleme teknolojilerine tutkunlukları hakikaten Orwell'yen bir gözetleme evreni yaratıyor. Son derece ürkütücü buluyorum. ÖYM' ler kalkabilir ama zihniyet değişmedikçe…

F: 12 Mayıs'daki olaylar için ne düşünüyorsunuz?

T.B: Orda da siz Papazın Çayırında "Bolivya da olsa ballandıra ballandıra anlatırdınız” diye tekdir ettiniz Radikal futbol yazarlarını ama Radikal'de epey geniş bir şekilde işlendi. Neden öyle yorumladınız ki?

F: Açıkçası bire bir yaşadığım için ve orda polis şiddetine ilk kez bu kadar doğrudan ve orantısız bir şekilde muhatap olduğum için bunun çok daha ciddi bir şekilde ses getirmesi gerektiğini düşündüm. Çünkü orda yapılanın bir Hillsborough provası olduğunu düşünüyorum. Maç sonunda muhtemelen daha önce cemaatle polisle pek derdi olmamış elinde 10 yaşında çocuğunun eli olan bir babanın bile delirip panzere elindeki su şişesiyle vurduğunu gördüm.

T.B: Anlıyorum da o konu kesinlikle geçiştirilmedi. Dozu tabii yetersiz bulabilirsiniz, hükümetin her konudaki basıncı nedeniyle yetersiz kalmış olabilir ama bence toplamda "bu kadar da olmaz artık, yuh” sesleri çıktı bu olayların ardından. Yetersiz bulmakta haklı olabilirsiniz ama başka konularda da yetersiz zaten. KCK konusunu düşünün, o konuda da birileri ısrarla konuşuyor ama yeterli mi? Yetersiz.

F: KCK meselesine değinmişken bu davalarda ortak mağduriyet yaşayan ama siyasi olarak birbirini sevmeyen insanların biraraya gelememesi de büyük sorun değil mi. Balyoz'un muhataplarıyla KCK'nın muhataplarının yaşadıkları ortak mağduriyeti bir arada anlatmaları çok etkili olmaz mı ?

T.B: Ortak mağduriyet temelinde bir şey olması için insan hakları bilincinin güçlü olması lazım. “Hiç kimse idam edilemez ya da işkenceye uğratılamaz” gibi temel değerleri bile Türkiye'de kaç kişi paylaşır?

F: Soyut olarak paylaşır da somut örneklere gelince ama o başka falan diye dönüşür hemen

T.B: "Bu başka” kanaati imal edilir.

F: Son olarak yazan çizen birisi olarak bir korku hissediyor musunuz ?

T.B: Zaman zaman, evet.

F: Şöyle sorayım o zaman son 4-5 yılda bu korku arttı mı?

T.B: Evet

F: Politik iklim nereye gidiyor sizce?

T.B: İddialı bir analiz yapacak durumda değilim. Gerçekten, öyle büyük büyük konuşamam. Türkiye'de temel problemler hiç bir zaman varabileceği en kötü uç noktaya kadar gitmiyor ama çözüme de varmıyor. Sürekli bir uçurumun kıyısında patinaj hali. Aktif sürünceme politikası, diyorum. 50 yaşıma geliyorum, “artık dibe vurduk” dediğimiz 4-5 süreç geçirdik. Bu aktif sürünceme politikasının öncelikle Kürt meselesiyle ilgili olarak sona ermesi gerekiyor, bu en önemli problemimiz. Ama “şuraya varır” da diyemiyorum işte. Bir yandan böyle süremez diyorum, bir yandan 20 sene sonra aynı temel soruları sormamızdan korkuyorum


27 comments:

  1. Adsız dedi ki...

    Tutarlı olma "çaba"sını samimi buluyorum Tanıl Bora'nın.

    Şike haberlerinin veriliş şeklinden, tantanasından etkilenmiş olması, bunun sonucunda da açık açık manüpile edilmiş olabilirim diyebilmesi, şike sürecini diğer cemaat eksenli ÖYM davaları platformunda (1 yıl rötarlı da olsa) değerlendirebilmiş olması sevindirici.

    Belki de benim adıma eskiden takip edip sevdiğim bir yazarı yeniden sevme arzumun yarattığı bir illüzyon. bilemiyorum.

    ...Ancak nihayetinde röportajı yapan arkadaşın söylediği yere geliyoruz. "Yanlış yaşamlar doğru yaşanmıyor." bu düzenin gazetecisi de düşünürü de şaşkın... İlhan Cavcav'ın takımını tutan, Mehmet Ağar'lı bir Galatasaray'ın golleriyle sevinmiş bir spor yazarından bahsediyoruz eninde sonunda. Neye ne kadar pusula olmasını bekleyebiliriz? Şikeye, düzene, siyasi futbola, faşizan tavırlı liderlere olan eleştirisini nasıl değerlendirebiliriz?

    Yine aynı şekilde - telegol, derin futbol, amk, haberturk vb. kurumların çatısı altında, halkın "medya algısı" içinde hayat bulan kepazeliğe Tanıl Bora ve benzerleri ne tepki koyuyor? Şike davasıyla ligi yazmayı bırakan onurlu kalemler kendi meslek grubunun yüz karalarını ayıklamak, ayıplamak için, kendi mesleki itibarlarını kurtarmak için ne yapıyorlar? Dernekleri, abileri, büyükleri ne yapıyor? Yoksa kendi evlerinin önünü süpürmeyi "geçiştiren, idare-i maslahat ve sinizmi" benimseyen bünyeleri, diş geçirebilecekleri diğer hadiselerde mi şahlanıveriyor?

    O da bize bakıp ruh sağlığı ciddi anlamda bozulmuş bir şahsiyeti savunan, kendi ruh sağlığı bozuk bir taraftar görüyor. Öyle ki içimizi buran Alex-Aykut çekişmesinden bile sinerji yarattığımız görüşünde. "Nefretle besleniyor bunlar" demek kadar aşağılık bir kompliman yok sanırım, Emre Belözoğlu üzerinden bu bel altı tabiri de Fenerbahçe taraftarına yaftaladılar. Bize çok yakıştırıyorlar, sağolsunlar. "Fenerli Medya" da bu tespitin en büyük şakşakçısı, her nasıl oluyorsa..

    Doktorundan eski yöneticisine, tercümanından eski futbolcusuna, aleyhine mesleki ve insani değerlerin hepsini çiğneme pahasına konuşacak, adamın karısına sabah 2de "kalk uyandır kocanı" diyecek cüreti gösterecek, aylarca saatlerce program yapacak medyayı da Fenerli belliyor Tanıl Bey. Şaşırıyorum.

    Karman çorman bir durum işte, biraz "taraftarın ergen oğlan görülmesine" tepki gösterip sonra da bu grubun okuması için yazılarında "ergen oğlan jargonu" kullanmak gibi bir şey gibi..

    Kızabilir miyiz? Atıp, tutup, satabilir miyiz? Mümkün değil, hem de bu kadar az adam yetişirken...

    Neremiz düzgün ki dememiz gerekecek sanırım. Bizim de kimyamız bozuldu, onların da. 29 ekim için yürüyenlerin de, yürütmeyenlerin de, kürdünün de, alevisinin de sünnisinin de.

    Umuyorum öz eleştirisi, karşı tarafı da dinleme ve okuma yetisi onun da bizim de devam eder, böylece her tartışmaların her iki tarafı için de öğretici olur ve "büyüklük" çok sevdiğimiz Tanıl Bora'da kalır...

    Vaziyet kötü, gidişat hüzünlü. Allah sonumuzu hayır etsin.


  2. selcan dedi ki...

    Çok güzel bir söyleşi olmuş. Fakat ben Tanıl Bora'nın ilk etik kurulu raporuna göre karar verilmesi gerektiğini söylemesine takılıp kaldım. Söyleşinin devamında mağdur insanların ortak bir noktada buluşması için temel insan hakları bilincinin oluşması gerektiği de konuşulmuş halbuki. İlk etik kurulu raporu oluşturulduğu zaman temel bir insan hakkı ihlal edilmiş, savunma hakkı yok sayılmıştı. Buna rağmen o rapora göre karar verilmesi gerektiğini nasıl savunabiliyor Tanıl Bora gerçekten anlayamıyorum.

  3. omer sisman dedi ki...

    bir tek türkiye'de çoğunluktan farksız akıl yürütüp klişeleri güzel sıralayanlara entelektüel deniyor galiba.

  4. birkan dedi ki...

    Tanıl Bora Matrix'te yaşamayı kanıksamış, etrafta çıkıntı görmek istemiyor.Bu çıkıntı kim olursa olsun, ne Neo, ne Ajan Smith ne da Kahin.
    Matrix buyuruyor: 2006'nın şampiyonu bellidir.
    Hemmen buna yönelik devasa bir kampanya başlıyor, tamtamlar çalınıyor ve sonuç belli.Gerçekçi olsun diye adı da konuluyor: Parasız şampiyonluk
    2008 yine aynı.Bu sefer adı değişik olsun deniyor: Azmin zaferi
    2008 dönüm noktası oluyor, hem Türk futbolu için hem Fenerbahçe için, etkileri öylesine yıkıcı ki daha önümüzdeki birkaç yıl devam edecek.
    2008, Türk futbolunun hem milli takım hem kulüp bazında zirve yaptığı yıl.Milli takım ve Fenerbahçe 2008'den beri düzelemiyor.
    Türk futbolu düzelemiyor zira 2008 şampiyon tayin etme işinin artık kurumsallaştığı yıl oluyor.Bundan sonra da her yıl bu şekilde gidiyor.Şampiyonu tayin ettiğiniz vakit her şey formaliteye dönüşür ve futbolu öldürürsünüz, futbolcular mücadele etmeye gerek duymaz, herkesin rolü bellidir çünkü.Sonra outurur ağlarsınız ''niye Avrupa'da başarısızız, ne olacak bu milli takımın hali''.
    Romalılar bir daha düzelemesin diye Kartaca'ya ne yaptılarsa Fenerbahçe'ye 2008'de yapılan da buydu.Appiahlardan Aureliolardan Josico ve Maldonadolara giden süreç, takımın profilinin bilinçli olarak düşürülmesi, sahi Appiah demişken 2006'da ağlayan Appiah ve Tuncay'dı, kaçarcasına gidenler de bu ikisi oldu.Sebep basit, durumu anladılar da ondan.Neticede Fenerbahçe de Matrix'e dahil.Nitekim 2008'de ne diyorlardı, ''Fenerbahçeli futbolcular maç seçiyor'', hmmmm...
    Uzatmak istemiyorum, Tanıl Bora ve onun gibiler mevcut düzenle mübarek olsunlar.Sadece şunu düşünmelerini istiyorum: Bu ülkede bir kaç yıl öncesine kadar ABD karşıtlığı patlama yapmıştı, bugün ABD'den bahseden yok, Rusya - Esed - diktatör - demokrasi...Üstüne üstlük Ortadoğu'da her şey daha önce olmadığı kadar ABD'nin lehine giderken.
    Yaa, ,işte Matrix böyle bir şeydir.Devasa çarpıklığı hokus pokusla siler, önünüze Aziz Yıldırım'ı, Esed'i koyar, sonra da kim kendisine kapı kulluğu yapıyorsa onlara avantaları yağdırır.

  5. Kill4u dedi ki...

    erdener abi lazim bu adama , allah zihin vermis acikligini da erdener abi verdirsin buna

  6. medgallis dedi ki...

    fatih'in emeğine saygım olmasaydı, "bizim gençler kalecisi serdar kulbilge'nin fener maçı için prim aldığı iddiası bana güçlü bir kuşku gibi geliyor. eskişehir-fenerbahçe ve eskişehir-trabzon maçlarında bir manipülasyon olduğu iddiası inandırıcı geliyor. eskişehir'in fener'e kolaylık gösterdiği ve de trabzon'a can pahasına direndiği izlenimine sahibim." dedikten sonra, trabzonspor'un gaziantep ve bursa maçlarına dair, "onu tartamam, yanılıyor da olabilirim, ayrıca her ikisi de olabilir, hani trabzonspor için söyleniyor ya "çabaladılar ama yapamadılar", belki de yaptılar, bilmiyorum. şu veya bu vakada hepimiz yanılabiliriz." diyebilen birinin söylediklerini bunları söyleyen birini riyakar, artniyetli ve korkak bulduğum için okumazdım.

    kendisine olan sevgime, saygıma rağmen tabıl bora, bu röportajda söyledikleriyle yukarıdaki üç sıfatı benim gözümde haketmiş ve bir daha dönmemek üzere bu limandan demir almıştır.

  7. erimoc dedi ki...

    sizin kaleciye aktara aktara 5 bin tl aktarabilmişiz bu da size yetmiş kuşku için;ama m.yıldız denen korkak bilidiğini söylemez,karabük kalecisi gelen paradan sana yok der kimse kuşkulanmaz,ts için oynadık ama beceremedik diyen de kahraman olur,bursa ya son maç bejeke 8 eksikle gider yetmez kendi kalesine gol atar anadolu ihtilali olur ama kuşku olmaz.... hadi beee en azından açık ol adam gibi söyle; cezayı yiyin sonra ortaya çıkar suçsuzsanız jargonunu da rahatla...

  8. solo dedi ki...

    yazıklar olsun, zaten etrafta aşağıladığı yetmiyormuş gibi bi de gelip bizim blogta aşağılasın diye mi yaptınız bu söyleşiyi, eğer
    trend böyleyse hıncal uluç ve serhat ulueren söyleşilerini de bekler miyiz? kusura bakmayın benim gördüğüm azılı bir fb faşisti ve siz bu adamı buraya taşıdınız

  9. Murat YILMAZ dedi ki...

    Beyefendinin verdigi cevaplar Erman Toroglu ve Ahmet Cakar tadinda olmus. Hele hele israrla Fenerli medya var demis ya, cok guldum (agzimla degil) aksam aksam. Her cevabinda Fenerbahce dusmanligi akan, ezik buzuk, sacma sapan, tutarsiz, dusmanca, nefret dolu aciklamalar yapmis. Bu mudur ulkenin entel spor yazari. Uzasin gitsin uzaklara. Yarin gider gazetesinde sirin sirin yazilar yazar, ama yemezler ne halt oldugunu bu surecte ogrenistik, iyice percinlendi.

  10. Adsız dedi ki...

    Tek kelimeyle Tanıl Bora’dan SAMİMİYETSİZ bir değerlendirme okumuş oldum… Tanıl Boranın dava süreci ve spordaki temel yargılarla ilgili düşünceleri karşısında Tanıl Bora Türkiye de yaşamıyor mu düşüncesi oluştu ben de… Ancak görüldüğü üzere bu ülkeyi çok iyi bilmesine rağmen, FENERBAHÇE NEFRETİ ile cilalanmış zihnine yenilerek sorulan sorulara samimiyetsiz cevaplar verdiğini, bazı sorular karşısında ipe un serdiğini gördüm… Kısaca bazı sorulara verdiği cevaplar ya da bazı ön yargılarını elden geldiğince kısaca değerlendireceğim…

    “İki sene önce olsa Galatasaray yakalanacaktı, yüzüncü yılında olsa Beşiktaş yakalanacaktı, onun için “neden Fenerbahçe?” ve “neden bu sene sorusu?” yersiz bir soru değil. Ama cevabı da çok zor değil: şampiyonluğa o oynadığı için o yakalandı diye düşündüm.” ( GALATASARAY VE BEŞİKTAŞ hem de iş başında kabak gibi net bir şekilde yakalanmalarına rağmen sessiz kalan hükümet, sessiz kalan medya ve en zor sezonlardan birinin yaşandığı yılda, işte belge diyebileceğimiz netlikte ortaya bir şey koyamayıp Fenerbahçe’ye işlem yapılınca her vicdanlı insan da neden şimdi sorusunun akıllara gelmesi kaçınılmaz oluyor… Siyasetin hele de futbolda manipülasyon ve yanlışların bolca yaşandığı bu ülkede bu cevap çok komik oluyor… Onun için mi devam eden sezonun son çeyreğinde yasa hayata geçirildi ??? Ayrıca 2006 yılında aynı hükümetin daha beter belgeler karşısında kılını kıpırdatmaması karşısında bu yıl gösterilen reaksiyonun ve tekeden süt çıkartırcasına soyut değerlendirmelere dayalı suçlamaları görünce neden Fenerbahçe sorusu hem kaçınılmaz oluyor, hem de cevabı bu kadar BASİTTE OLMUYOR…)

    “T.B: Bizim Gençler kalecisi Serdar Kulbilge'nin Fener maçı için prim aldığı iddiası bana güçlü bir kuşku gibi geliyor. Eskişehir -Fenerbahçe ve Eskişehir-Trabzon maçlarında bir manipülasyon olduğu iddiası inandırıcı geliyor. Eskişehir'in Fener'e kolaylık gösterdiği ve de Trabzon'a can pahasına direndiği izlenimine sahibim. T.B: Onu tartamam, yanlıyor da olabilirim, ayrıca her ikisi de olabilir, hani Trabzonspor için söyleniyor ya "çabaladılar ama yapamadılar", belki de yaptılar, bilmiyorum. Şu veya bu vakada hepimiz yanılabiliriz.” ( MAÇLAR ORTADA, buna rağmen Fenerbahçe ile ilgili kesin bir yargıya sahip olup, Trabzon’la ilgili ihtimalli yargıya sahip olmak herhalde dürüstçe bir yaklaşım olmuyor… Adalet duygusuna bu kadar önem verdiğini iddia eden bir insanın bu şekilde farklı tutumu adaletle izah edilecek değildir… Ertuğrul Sağlam Bursa’nın teknik adamı olduğundan bu tarafa 2010-2011 sezonunda kadıköyde oynanan maçta olduğu kadar başka hangi maçta o kadar savunmada kalıp, hücumu hiç düşünmedi ?? Bursaspor bir maçta bu kadar savunmayı ön plana alıp oynarken, bir diğer maçta ise daha çok hücumu düşünen bir anlayışla sahada yer alıyor da, oyunda o şekilde cereyan ederken hala bu durum karşısında birine oldu, diğerine olabilir demek için, gerçeği GİZLEMEK GEREKİR…)

    “T.B: Evet. Raporu açıklanmadı. Ama benim gazeteci arkadaşlarımdan öğrendiğim kadarıyla şike olduğuna dair bir kanaat sahibi olmuşlardı. Ona rağmen hiç bir şey yapılmaması beni çileden çıkardı. Bir şey yapılmasıyla kastettiğim, belirli bir şey değil, belki hafif sayılabilecek bir şey de olabilirdi. Ama ligin hiç bir şey yokmuş gibi devam ettirilmesi beni isyan ettirdi ve bu yüzden lig yazmayı bıraktım, ligin ilk yarısı maça gitmedim, ilk kez kombine bilet almadım.” ( HEM RAPORU görmediğini itiraf ediyorsun, hem duyumlara göre diyorsun, hem de bir şey yapılmaması beni çileden çıkarttı diyorsun… Olmuyor Tanıl Bora bu samimiyetsizlikle doğru söylediğin şeylerinde bir etkisi olmuyor… Ayrıca bir şey yapılmadı derken ş.liginden men edilmeyi galiba ES GEÇİYORSUN… )

  11. Adsız dedi ki...

    “F: Aziz Yıldırım'ın nasıl gidiyor sorusuna savcının şike faaliyetlerinin gidişatını soruyor yorumu var mesela.. T.B: Ceza davası düzleminde nelerin döndüğünü bilmiyoruz. Orada skandal bir durum var. Ama her şeye rağmen o ilk Etik Kurulu bir karar verebilirdi. Vermeliydi. Daha doğrusu verdiği karar doğrultusunda bir uygulama yapılmalıydı. Biliyorsunuz bütün dünyada bu kararlar taze taze veriliyor.” ( BU İLK ETİK KURULU raporunu çok fazla önemseyenlerin iyi niyetinden şüphe ediyorum… Bana göre Fenerbahçe nefretini bu ilk etik kurulu kararının uygulanmasını isteyenler ortaya koymuş oluyorlar… Ayrıca bu meselede hukukun temel ilkelerinden ve prensiplerinden biri olan savunma hakkının kullanılmasının yangından mal kaçırır gibi gözden kaçırılarak Fenerbahçe’ye bu anlamda kıyak geçildiğinin iddia edilmesi karşısında ben çıldırıyorum… Bu kadar gerçeklere sırt dönen yorumu ve değerlendirmeyi dikkate alma şansımız yoktur… İlk etik kurulu kararının zaten hazırlanması başlı başına bir hukuk cinayetidir… Açıklanmaması kadar da doğal bir şey olamaz… Tanıl bora ipe un sermek yerine o ilk kurul raporuna göre savunma hakkı kullanılmadan işlem yapılmasını nasıl savunuyor sormak gerekir… Taraftarlığını dahi adalet duygusuyla belirlediğini iddia eden birinin bu yaklaşımı savunması hiç yakışıyor mu???? Adalet duygunuz bu kadar sığ mı ??? Size göre suç işleyen birine her türlü hukuksuzluğu işletmek hak mı ??? Adaletiniz bu kadar tek taraflı ve insafsızca mı ??? Bu ilk etik kurulu raporunda şike kanaati vardı ve bu kanaate göre işlem yapılmalıydı, yapılmaması Fenerbahçe’yi kollamak ve kayırmaktır şeklinde özetleyeceğimiz düşünce medya tarafından sürekli işlenerek, mağdur konumda olan Fenerbahçe’miz HAKSIZ yere itham edildi… Haklı olupta bu kadar haksız konumda görülmek biz Fenerbahçelileri çıldırtıyor… Savunma hakkı kullanılmamış, dosyanın tamamı ellerinde yok, gönderilen dosyalar savcının seçtiği dosyalar ama buna rağmen işlem yapmamak Fenerbahçe’yi mağdur yapmıyor… Bu kadar tezatlık ve çelişki kabul edilemez… Fenerbahçe kendi dışında yürütülen hukuksuzluğun son anda uygulanmaması karşısında haklı iken haksız addediliyor… Gel de bu iddiayı ya da bu düşünceyi savunma hakkını yok sayarak dile getiren İNSANIN SAMİMİYETİNE İNAN… )

    “T.B: Mevcut düzene razı mı olacağız. “Bir yerden başlamak”, bir emsal yaratmak iyi olmaz mıydı? Burada temiz bir çözüm yok. Geçiştirme, idare-i maslahat ve sinizmin öfkelendirdiği kadar hiç bir şey öfkelendirmiyor beni.” ( BENİ DE TALİMATLARDA açık açık yazılan savunma hakkının görmezlikten gelinerek yapılacak geçiştirme ve hukuku dolanma öfkelendiriyor… Okuduğum bir makalede davalarda esas zayıfsa iş usulden götürülür denilmektedir… Şüphe üzerine hukuk prensiplerini çöpe atarak yapılacak işlem hayırlı bir emsal yaratmayacaktır… Ayrıca yanlış kurulan bir emsalin bumerang gibi geriye döneceğini unutmamak lazım… Ancak sizin böyle bir derdiniz olmadığını düşünüyorum… Çünkü verdiğiniz cevaplarla şunu rahatlıkla söyleye bilirim ki gelişmiş ve hassas bir vicdana sahip değilsiniz… Adalete inanan vicdanlı bir insan, işlenen suç ne olursa olsun, kötülerden ve zalimlerden farklı olduğunu, suçluya hukuk kurallarını uygulayarak ispat eder… Oysa siz Fenerbahçe’nin kellesi kopartılmalıydı şeklinde özetleyeceğimiz ve bu anlamda hukuku dolanacak işlemlerin yapılmasını talep etmenizle adil ve vicdanlı olmadığınızı İSPAT EDİYORSUNUZ… )

  12. Adsız dedi ki...

    “F: Fenerli medya diye bir şey var mı sizce? T.B: Bence var, spor medyasında baskın gücün Fenerbahçe olduğunu düşünüyorum.” ( BU KONUDA Kİ inancını izah ettiği cümleler tam ipe un serme cinsinden… Hala Fenerli medya var diyebilmek için kör ve sağır olmak gerekiyor… Fenerbahçe haberinin medya da çok yer alıyor olması fenerli medyanın varlığını gösteriyor demek, ucuz bir değerlendirmedir… Tanıl Bora her gün gazete ve internet sitelerinde çıkan haber ve yapılan yazı ve yorumları bilmesine ve görmesine rağmen hala Fenerli medya var diyebiliyorsa, ben Tanıl Bora’nın insanlığına vicdanlılığına ve adalete değer vermişliğine inanmam… Samimiyetsizlik bu değerlendirmesinde tavan yapmış durumda… Sahi Fenerli medya var da bunca televizyon kanallarında saatlerce hakaret edilen, değersizleştirilen, çamur atılan takım nasıl oluyor da FENERBAHÇE OLUYOR !!! )

    “Neticede futbol medyasında Fenerbahçe’nin ağırlığına dair sarsılmaz bir kanaate sahibim! T.B: Ama Gandhi Fenerbahçeli olamaz.” ( EİNSTEİN ÖN YARGILARI parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur diye boşuna dememiş… Bu ön yargılara sahip birinden ön yargılı olduğu kesim için adil olmasını, empati yapmasını ve yaşanılan ve yaşatılanları duygularından bağımsız değerlendirmesini beklemek çok büyük SAFLIK OLUYOR… )

    “T.B: Bence bu süreçte Fenerbahçelilerin en önemli problemlerinden biri Aziz Yıldırım. Fenerbahçeli olmayanların Fenerbahçelilerin tepkilerine en içerledikleri mesele onların Aziz Yıldırım'la özdeşleşme halleri. T.B: Tabii sahip çıkmanın bu anlamını Fenerbahçeli olmayanların görmesi zor oluyor. “Böyle birine nasıl sahip çıkılır?” fikri var.” ( BU SAHİP ÇIKMAYI bence medyamız Fenerbahçe ile ilgili her meselede olduğu gibi tek pencereden görmek istiyor… Aziz Yıldırıma sahip çıkılmasının birkaç nedeni var… Operasyonun ilk haftasında yapılan yayınlar sonrasında delil diye ortaya konulan kepazelikler sonrası aziz yıldırımın mağdur olmasının payı büyüktür… Yıllardır aziz yıldırımın açıklamalarının içinden cımbızla sözlerinin seçilip aziz yıldırımın kötülüklerin babası olarak lanse edilmesinden çok da farklı yürümedi süreç… Aziz Yıldırıma sahip çıkılmasında en büyük etken, delillerin güçlü ve somut olmamasıdır… Saha da izlenen oyun ve mücadele delilsiz dahi insanın midesini bulandırsa o zaman deliller güçlü dahi olmasa bile Aziz Yıldırıma bu kadar sahip çıkılmayabilirdi… Ancak delillerin yetersizliği bizlerin aziz yıldırımın yanında olmamızı sağladı… En büyük sebep budur… Fenerbahçeliler tanıl boradan DAHA VİCDANLIDIR… )

    “F: Siz bu müesses nizamdan şikayetçi biri olarak bu müesses nizamın bekçilerinden biri olan, taraftarı olduğunuz kulübün başkanı İlhan Cavcav'ı bu düzende nereye koyuyorsunuz? T.B: Bir kere kulübü batmaktan kurtarmış birisi olarak sevgiyle bakıyorum. Ama onun da “statükoya hiç bir şey olmasın” ve “büyükleri kızdırırsak bizi mahvederler” kaygısıyla futbol düzeniyle ilgili gayet muhafazakâr bir tutum izlediğini düşünüyorum. Gençlerbirliği'nin yokluk yıllarına tanıklık etmiş olmasının bu olağanüstü ihtiyatlı tavrında pay sahibi olduğunu düşünüyorum.” (TANIL BORA, İlhan Cavcav’a gösterdiği hoş görünün zerresini Aziz Yıldırıma göstermiyor… O İlhan Cavcav’ki, geçmiş dönemlerde maç satan kulüp olarak Türkiye de ilk akla gelen kulübün yıllarca başkanlığını yapmış biri… Bu mudur vicdanlı ve adil Tanıl Bora ??? Ben bu ülkede bazı meselelerin insanın gerçek düşüncelerini göstermesi açısından mihenk taşı olduğunu düşünüyorum… Fenerbahçe de o meselelerin başında yer alıyor… Ben dürüstüm, objektifim, adilim, eşitim diyenlerin gerçekte ne olduklarını öğrenmek ve görmek istiyorsanız, Fenerbahçe ile ilgili bir konuda fikrini ve değerlendirmesini almanız yeter… Adeta turnusol kâğıdı gibiyiz diyebilirim… Bu operasyon sırasında Fenerbahçe güçlülerin ve zenginlerin kulübü ön yargısıyla solcu entellektüel geçinenenlerin ne kadar duruma göre tavır aldıklarını görünce ciddi bir samimiyetsizlikleri olduğunu GÖRMÜŞ OLDUM…)

  13. asialkim dedi ki...

    Tanil bora assagi tanil bora yukari, „Ben hiç bir zaman şu takıma şu ceza verilsin derdinde olmadım“ kisaca si adam diyorki, bir seyler olmus “Ortada bir seyler yok denmesini icime sindiremiyorum” “Bu isler böyle devam etsin e riza göstermek istemiyorum”
    yani fb sike yapmis, ortada sözde de olsa bir özerk federasyon var ve bir etik kurul toplanmis, tanil boranin aldigi duyumlara göre de sike vardir Kanaatine varmislar, özerkliklerini kullanip bir caza verseler cok iyi olacakmis, zira avrupa da bu kararlar hep kanatlare göre ve sicagi sicagina veriliyormus. (tanil bora daki avrupa hayranligi zaten hep vardi) Karar verilmis olsa bir yerden baslanmis bir emsal yaratilmis olurmus. zaten türkiye de futbolda bir devrim olacaksa yani bir emsal yaratilacaksa bunun ya uygulayicisi ya da kurbani hep fb olmali yoksa bu karari fb camiasi aldirtmis olur. Zaten temiz savas olamayacagi gibi temiz bir cözüm de yok. Kurban fb olursa digerlerine de böyle bir ceza verildiginde kimse sesini cikartamaz. Gecmiste emsal kararlarin hep fb üstünde alindigininin örneklerini her alanda gördük. Zaten tanil bora nin fb yi Bayern e benzetmesi (bence cok yersiz bir benzetme, kisaca almanya da tek büyük var o da bayern) ve eklemesi „hem gercekten güclü, etkili, büyük „ „spor medyasında baskın gücün Fb olduğunu düşünüyorum” “Fener’de müthiş bir ajite olma, kendini ajite etme ve bunu güce dönüştürme özelliği var” cok acik olarak fb den garip bir sekilde korktugunu ve cekindigini göstermekte. Bu nedenle onun gözünden bakildigin da fb magdur olamaz, Sike den birileri ceza alcaksa o da fb olmali. Eger daha fazla üstümüze gelerek insafsizlik ederseniz eger “Hiç bir şey yapılamaz, bu düzen böyle devam etsin” ci olrsunuz ha!

    Yani olay futbol, taraftarlik ve fb oldu mu ne objektif olma durumu, ne adalet, ne insan haklari, ne magduriyet, ne gülen cemaati, ne gandhi, ne oligarsi tek gercek öcüüüüüü…

    Gerisi teferruat..

  14. Bolat dedi ki...

    Tanil Bora, Türkiye entelektüel dünyasina özellikle Birikim dergisi üzerinden yaptigi katkilari tartisilmaz, degerli ve celebi bir büyügümüzdür. Ben kendisi, özellikle sike sorusturmasi ertesinde kristalize olan birtakim spor medyasi mensubuyla kiyaslamak istemem. Insafsizlik olur.

    Diger taraftan, bu röoprtaji beni tatmin etmekten cok uzak ve icerisinde akillara zarar aciklamalar iceriyor. Bunlari da belirtmeden gecmek istemem. Kendisine karsi besledigim olumlu duygularin esiri olup görmezden gelemem.

    Mesela, Fatih Bey'in FB'nin medyadaki iddia edilen hakimiyetini soruyor, Tanil Bora da buna inandigini söylüyor. Soru burda kalmiyor ve kendisinden bunu somut örnekler üzerinden temellendirmesi isteniyor. Kendisi buna cevaben, hicbir somut örnek veremiyor ve "fenerbahce'Ye dokunan hersey cogaliyor" vs gibi gülünc bir cevapla yukarda bir yorumda yerinde tespit edilgi gibi ipe un seriyor.

    Cok bahsedilmis ama cok dramatik oldugu icin ben de deginmeden gecemeyecegim: Eskisehir'in FB ye cok kolay kaybetmesi ama, Trabzonspor'a da hicbir sekilde sorun cikartmamasi aklini cok kurcalamis. Aynisini Antep ve Bursaspor hakkinda ama bu sefer Trabzon lehine iddia edebilecegimiz belirtildiginde ise yine bir hayli can sikici bir cevapla bunu tartamam filan diyerek aslinda nasil bir zihin kivrimlariyla olaya baktigini cok acik ediyor.

    En can sikici cevaplardan bir tanesi de, Radikal'in Ediz ve Alma Hacattepe'nin ahini habeririyle ilgili soruya olaniydi. Radikal'in epsirili bir dili oldugunu söyledi ama bunun art niyet tasdigini iddia etmenin kabul edilemez oldugunu söylemis. Tanil Bora ya gazetesini dogru düzgün okumuyor ya da üzgünüm ama alenen bizleri aptal yerine koymaya kalkisiyor. Ediz haberinin neresi esprili dil haberiymis.

    Ugur Vardar elestirebilir vs diyor ama yazdiklariyla orta oldugunu filan söylüyor. Evet Ugur Vardar hakikaten ortada. Ama anlasilan ayni seyi algilamiyoruz Tanil Bora ile ortada görüdügmüz o seyden.

    Etik Kurulunun raporu neticesinde herhangi bir yaptirimda bulunulmasi canini cok sikmis yazmayi da o yüzden birakmis. Bu siniklik olarak tanimliyor. Acikcasi ben ise onun bu durum üzerine takindigi ben de artik yazmiyorum tavri bir nevi siniklik olarak görmüstüm. O zamana kadar eglenceli yazilarla spor medyasini senlendiren Tanil Bora Türkiye futbol dünyasini o vakte kadar pürü paksanmiyordu elbette ama yazmaktan geri kalmiyordu.

    FB nin bu sike sorusturmasi sirasinda ugradigi haksizliklara adaletten yana olan vicdanli insanlarin sagir kalmasinin nedenlerini bu röoprtaj bu tanima uyan bir profil olan Tanil Bora üzerinden cok iyi acikliyor. Sözkonusu FB ve Aziz Yildirim olunca, adalet duygusu, vican, sahip olunan felfesi ahlak temeli soluksuz kalabiliyor.

    O yazmayi biraktiginda kizmis ama uzulmustum de mahrum kalmaktan. Ama bu röportaj bana Tanil Bora'nin lig panaromasi yazmayi birakmasinin isabet oldugunu göstermis oldu.

    Tesekkür Fatih...

  15. aandacozkan dedi ki...

    Sonuçta entelektüel solcu Tanıl Bora'nın şike davası konusunda geldiği nokta Demirel'in şu sözünü anımsattı bana: "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz". Yazık...

  16. yener dedi ki...

    @ bolat

    Cok bahsedilmis ama cok dramatik oldugu icin ben de deginmeden gecemeyecegim: Eskisehir'in FB ye cok kolay kaybetmesi ama, Trabzonspor'a da hicbir sekilde sorun cikartmamasi aklini cok kurcalamis. Aynisini Antep ve Bursaspor hakkinda ama bu sefer Trabzon lehine iddia edebilecegimiz belirtildiginde ise yine bir hayli can sikici bir cevapla bunu tartamam filan diyerek aslinda nasil bir zihin kivrimlariyla olaya baktigini cok acik ediyor.

    Tanıl Boranın bu yukarıda belirtilen açıklamasından sonra okumayı bıraktım...Bir insan nasıl bukadar samimiyetsiz olabilirin en güzel örneği bu...

  17. birkan dedi ki...

    Bak aklıma geldi..
    Bu ''Fener tahakkümcüdür'' konusunda birkaç post aşağıda bir şeyler yazmıştım bu Radikal tayfası hakkında, yine karşımıza çıktı bu ceberrut ifade.
    Bir gün dünyanın bütün solcuları ortaklaşa bu ülkeye harekat düzenleyip memlekette solcu diye geçinen kim varsa sağlam girişecekler ''yeter ulan adımızı kirlettiğiniz'' diye.Bu kadar ezberci ve akıldan yoksun kitle zor bulunur.
    Bunlar değil miydi zamanında Türk ordusunda sol tandanslı bir cunta olabileceğine, dahası bu cuntanın darbe yapabileceğine inanan ve gencecik insanları darağacına, kendilerini de yaşlı başlı halleriyle işkencelere düşüren? Daha kendi ülkesinin ordusundan, nosyonlarından bihaber insanlar.
    İşte karşımızda böyle bir kitle var.Hani Belçikalı, Polonyalı, Laz Temel fıkraları olur ya, aslında bu fıkralar bunlar için üretilmeliydi.
    Son bir kaç yıldan bahsetmek lazım, uzağa gitmeye gerek yok.Kimden başlayalım? Tertemiz şampiyonlardan başlayalım.Hani lig kirli ve hep kirliydi ama onların 3 yıl üst üstüste şampiyonluk dönemleri tertemizdi.Bu tertemiz şampiyonlar biliyorsunuz son dönemlerde Türkiye Kupası'nda hegemonya kurmuşlardı.Bu hegemonya kurulurken kimlerin canı yandı? Hayır Fener'i saymıyorum, Fener'in hakkının yenmesi caizdir ve vaciptir.Kayseri Erciyes vardı hani, mazlumun mazlumu.Hani güya bu ülkede Anadolu takımları canhıraş savunulur, parmağıyla fiske vuran 1000 yıl cehennem ateşinde yansa günahının kefaretinden kurtulamaz.Göz göre göre katledildi o takım finalde ve kimseden çıt çıkmadı, üstüne bir de ''kupa beyi'' diye gezindiler ortalıkta.
    Hesapta onlar başarıyı önemsemeyen taraftardır ya.Bir de güya takımı için mücadele edeni severler, yıldız futbolcu sevmezler.Gördük, posası çıkmış beş para etmez milyon euroluk Avrupalı içi geçmiş yıldızlara bir kaba etlerini sunmadıkları kaldı.Vaktiyle Anelka transferine laf atardı bunlar.
    2011 finalinde bu kez İBB kıyımdan geçti.Seversin sevmezsin, kendine bir yol çizmiş mütevazi bir takım.Üstelik böylelikle Avrupa kupalarına katılacaklardı.Yine çıt çıkmadı.
    Her devrin konsomatrisleri Anadolu kulüplerini gün aşırı aşağılar, ''kasaplar'' der, üstüne üstlük bu kulüplerin futbolcularını ayartmaya çalışır, beş kuruş para vermeden üzerine yatar.
    Çıttt çıkmaz.Kimmiş tahakkümcü? Kimmiş kibirli?
    Kimmiş kendisini diğerlerinin üzerinde gören?
    Tahakkümcü Fenerin tarihinde 3 yıl üstüste şampiyonluğu yok.Tertemiz şampiyonların var, ikinci ligden gelenlerin var, her devrin konsomatrislerini söylemeye gerek yok, onların dört yıl üstüste bile var, ne de olsa onca konsomasyonun kallavi bir karşılığı olacak elbet.
    Bu yazdıklarımı baştan sona okuduysanız, okuduktan sonra şu Radikal tayfasına bir bakın.
    Tanıl Bora'nın resmine bir bakın.İçinizden neler geçiyor?
    Sen ki Tanıl Bora, Türk sağ siyasetinin temelleri üzerine yazmış bir kişisin, sen eleştirdiklerinden çok mu farklısın? Yoksa üzüm üzüme baka baka mı karardı? Hep mi böyle sabit fikirliydin, yoksa radyoaktivite üzerine çalışırken kansere yakalanan araştırmacı hesabı mı böyle oldun? Neyse, bu saatten sonra bu soruların cevabı önemli değil.Yanarım yanarım, memleketin gidişatından rahatsız olup sizin gibilerin periferisine takılanlara yanarım.
    Vay onların haline, vay bu memleketin haline..

  18. Adsız dedi ki...

    Birkan kardeşim, artık ben Fenerbahçe’mizin bu ülkede BİZLERİN ÖZLEDİĞİ VE ARZULADIĞI başarıları asla yakalayamayacağı düşüncesindeyim… Ülkede ki sitem düzen ve her dönem sporun aktörleri ve düzenleyicilerinin FENERBAHÇEYE karşı birleşip, Fenerbahçe’ye karşı her türlü saha içi ve dışı hainlik yapmaları mubah olduğu sürece nasıl başarılı olacaksın ki ??? Fenerbahçe’nin Türkiye de aşılmaz duvarları ve engelleri vardır… En başta Türk sporunun neredeyse tüm branşlarında örgütlenen gs lobisi ve siyaseti en büyük sorunudur…

    Bu lobi ve siyaset nedeniyle sporcusu dopingli çıkartılır, gönderilir, medya daha sonuç açıklanmadan idam sehpası kurup yargısız infaz yapar, ancak bir yıl sonra oyuncu Galatasaray’a getirildiğinde her şey unutuluverir… Fenerbahçe’nin anasının ak sütü gibi helal olan wilcard hakkı elinden alınırken sesini çıkartmayan federasyon bir de utanmadan dalga geçer… Fenerbahçe şampiyonlar liginden men edilir medyada bir tek yaprak bile kımıldamaz… Meze masalarında koskoca yüzyıllık kulübün şerefiyle ve onuruyla oynayanlar utanmadan ortalıkta dolaşıp birde önemli görevlere getirilirler… Fenerbahçe kulübü medya vasıtasıyla pompalanan kara propagandası sonucunda bu ülkenin en güçlü kulüplerinden biri gibi gösterilse de aslında en zayıf kulüplerden biriymiş… Bu gerçeği 40 yaşına kadar defalarca tecrübe etmiş ve en sonunda pes etmiş biri olarak söylüyorum… Fenerbahçe söylendiği gibi güçlü bir kulüp asla değildir…

    Bu ülkede tek bir güçlü kulüp vardır, o da galatasaraydan başkası değildir… Bu hususun artık değiştirilemeyecek bir gerçek olduğunu görüyor ve ben kendi adıma bu durumun değiştirilemeyeceğini düşünüyorum… Umarım ömrüm olurda görürsem, 10 veya 20 yıl sonra bu algım değişmiş olsun… Yanılmış olmayı istiyorum, ancak 1990 yılından bu tarafa sistemli ve örgütlü bir şekilde sporu kaplayan Galatasaray gücünün kırılabileceğini sanmıyorum… Fenerbahçe KRONİK SORUNLARINI ne kadar çözerse çözsün yine durum değişmez… Dünyanın en iyi oyuncularını dahi getirse bile siz bu durumun değişeceğini mi sanıyorsunuz ???

  19. Adsız dedi ki...

    2006 yılında anelkalı ,appiahlı, luciaonolu, Mehmet aurellolu, tuncay şanlılı, ve diğer sporculardan kurulu türkiye şartlarına göre süper takım, Galatasaray’ı iki maçta da dağıtan takım şampiyon oldu mu ??? O yıl Fenerbahçe’nin şampiyon yapılmaması lazımdı, yapılmaması için de her şey yapıldı… O sezon Galatasaray’ın kadrosunda yer alan isimlere bir bakın… Mondragon, Stjepan Tomas, Orhan Ak, Alioum Saidou, Hakan Şükür, Hasan Şaş, Cihan Haspolatlı, Saşa İliç, Sabri Sarıoğlu, Hasan Kabze, Ergün Penbe, Aykut Erçetin, Marek Heınz, Necati Ateş, Ayhan Akman, Volkan Arslan, Emre Aşık, Aydın Yılmaz… FENERBAHÇE kadrosuyla kıyaslayın… O sezon oynanan maçlardaki oyuna bakın, ama sezon sonunda gülen Galatasaray ağlayan daha doğrusu ağlatılan Fenerbahçe oluyor…

    Kadromuzda 11 tane messi de olsa Fenerbahçe’nin başarılı olması imkânsız … Sahaya çıkan futbolcularımızın hepsi messi de olsa rakiplerimiz topçularımızı tekmelerle yıldırıp bizim karşımızda puan almaları hakemler vasıtasıyla sağlandığı sürece, yada rakibine maçlar hediye edildiği sürece messin olsa ne fark eder, maradonan olsa ne fark eder…

    Fenerbahçe’ye biçilen rol belli… Ligin para yönünden motor görevi yapması sağlanacak… Arada bir emzik gibi 3-5 yılda bir şampiyon olmalarına izin verilecek ama asla büyük başarılar yaşamalarına, ligi forse etmelerine, peş peşe şampiyonluklar yaşamalarına asla izin verilmeyecek… Yükselecek olursa gerekirse devlet eliyle gerisin geriye gönderilecek… Galatasaray yerle bir olsa dahi, bir operasyonla hayat verilip diriltilir ve senin önüne geçirilmek için her şey yapılır…Boşu boşuna lig oynatılıyor… ben Galatasaray’ın şampiyon ilan edilerek liglerin oynatılmamasına razıyım… Böyle sonucu önceden belli tiyatrolarla bize boşa zaman harcatmayın…Göçekler dansözlükle maçları Galatasaray’a hediye ettikten sonra, bu hakemleri nasıl yeneceksin… Galatasaray’ın dezavantajlı olacağı pozisyonların çalınmadığı maçlar olduğu sürece bu Galatasaray çok az puan kaybeder… Neticede şampiyon bir şekilde yapılacak… Fenerbahçe ne yaparsa yapsın bu arızalı sistemle ve bu hakemlerle bu medyayla kaybetmeye mahkûm olacaktır…

  20. bymete dedi ki...

    Adam tam Fenerbahçe düşmanı çıktı Rıza Baba.

  21. alihoca dedi ki...

    Sn Berkmert;

    Yazdığınız doğru tespitlerin çoğuna katılıyor ve teşekkür ediyorum. Bir konuda ise farklı düşünüyorum.

    Şöyle ki;

    Fenerbahçe güçlüdür. Hatta izninizle biraz abartarak söyleyeyim Dünyanın en güçlüsüdür.

    Sadece ve sadece '3 Temmuz' süreci bile bu gücün çap ve kalitesine örnek olarak göstermeye yeter de artar bile.

    Sadece bu gücü kullanabilecek, yönetebilecek 'Akıl' veya 'Akil Adamlar' yoksunluğundan söz edebiliriz belki de.

    İşin garibi akıl ve akil adamlarda da bir yoksunluk söz konudur değildir aslında. Gerek bilgi gerekse deneyim birikimi ile Türkiye çapında şirket yönetimlerinde sahip veya yönetici olarak başarılarını kanıtlamış ve konumuzla ilintili olarak Fenerbahçe için fedakârlıkları kanıtlanmış onlarca insanların varlığı da malumunuzdur.

    Sadece bunların kitlelerin daha doğrusu gücün yönetiminde ki yoksunluklarından söz edebiliriz.

    Medya denilen mecrada ise Fenerbahçeli olduğu iddia edilen kalemlerin kelimenin tam anlamı ile bir takım cahil futbolcu eskilerinden olması, kendini geliştirebilecek bir eğitim altyapılarının olmaması bugünkü sığ yorumları ile Futbolun daha doğrusu Fenerbahçe'nin gücünün bu mecrada doğru yönetilemeyişine katkı sağlıyor.

    Ve ortam; okullu, planlı ve organize kalemşörle yazdıkları ile (İnsanın en temel hakkı olan savunma ve yargılanma hakkı verilmeden ceza verilmesini istemek gibi) onların ekmeklerine yağ süren bir takım 'Tatlısu solcularına' kalıyor örnekte görüldüğü üzere..

    Saygı ile

  22. Adsız dedi ki...

    Sn alihoca kardeşim Fenerbahçe’nin sanıldığı gibi güçlü olmadığı noktasında ki algım konusuna katılmadığını belirtmişsin… Öncelikle görüşüne saygı duyuyorum… Bence Fenerbahçe’nin güçlülüğü veya güçsüzlüğü konuya nereden baktığınıza bağlı… Ayrıca Fenerbahçe güçlüdür argümanı karşısında ben de o zaman bu güçlülüğünü gördüğünüz hangi somut olay vardır diye sormak istiyorum… Fenerbahçe gücü hukuken sağlam olmayan bir davanın açılmasına neden engel olamamıştır ??? Fenerbahçe gücü meze masalarında ş.ligi hakkı iki zevatın düşmanlığını neden engelleyememiştir ??? Fenerbahçe gücü yıllardır Fenerbahçe’miz için her türlü komplo ve çamur senaryosu yazanları neden engelleyememiştir ??? Bu kişilerin medya da duayen olmaları ve gündemi tayin etmelerinin önüne neden geçememiştir ??? Bu nasıl bir güçtür ??? Fenerbahçe gücü bugüne kadar onca hakemin hem de saraçoğlunda GÜÇ GÖSTERİSİ yapmasına neden engel olamamıştır ???

    Galatasaray’ın kendi sahasında oynadığı kaç maçta kaç hakem böyle bir güç gösterisi yapabilmiştir ??? Sayın alihoca kardeşim yorumunuzda bu gücün olaylarda gözükmemesi ile ilgili olarak “Sadece bu gücü kullanabilecek, yönetebilecek 'Akıl' veya 'Akil Adamlar' yoksunluğundan söz edebiliriz belki de.” Diyorsunuz… Bu akil adamlar noktasında size katılıyorum… Ancak bu akil adam meselesi noktasında camia bugüne kadar Fenerbahçe’nin onca hakkı göz baka baka yenilirken neden bu konuda birlik ve beraberlik göstermedi ??? Durum Aziz Yıldırım dönemiyle ilgili de değildir… Ali Şen döneminde de aynıydı ondan önceki dönemlerde de aynıydı… Son 6 başkan döneminde Fenerbahçe hangi dönemde güçlü olabildi… Benim hatırladığım bu başkanlar döneminde tüm eksikliklerine rağmen yine de saha içinde en güçlü dönemi Aziz Başkan döneminde oldu… Fenerbahçe taraftarı, camiası artık kendi gücünü etki yaratacak biçimde kullanmak zorundadır… Bu konuda aziz yıldırım önemli çalışmalar yapmış olsa da bunlar yeterli değildir… Camianın önde gelenlerinin bu konuda taşın altına ellerini koymaları gerekiyor… Daha iyi organize olabilmek gerekiyor… Türkiye’nin en büyük kulübü isek, sahalarda ÇATIR ÇATIR HAKKIMIZIN yenmemesi gerekiyor… Bu konuda dişini gösterdiğinde sonuç alabilmesi gerekiyor…

  23. Adsız dedi ki...

    3 Temmuz olayında gücü ortaya konulmuştur… Ama bu güç hep böyle yumurta kapıya dayandığı zaman yada son saniyede devreye girerek birçok zarar alındıktan sonra mı ortaya çıkacaktır… Böyle olduğunda atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş oluyor… 3 Temmuz sürecinde yaşananlar sonrası bu kadar gücümüz var idiyse ve sonuç alınacaksa, digitürk yayın ihalesinden çekilmek zorunda kalmalıydı… Yeni bir ihalede de rakamlar asla tatmin edici olmamalıydı… Ben havuz sistemi sürdüğü sürece yayınlara abone olmayacağım… Ayağa kaldırılan Galatasaray’ın planları ancak böyle bozulurdu… Bizler kulübümüze yayından aldığı paraların beş mislini kazandırırdık… Ancak Galatasaray’ın yayından gelen bu paraları şuan için telafi edebilmesi mümkün değildi… Bu güç bile doğru düzgün kullanılamadı… Kulüplerin para kaynağı olmaya devam ediyoruz… Bunun yanında kulüplerde fenerbahçeye düşmanlık yapmaya devam ediyorlar… Bunlardan kastım Anadolu takımlarının tümü değildir… Trabzon ve başta galatasaraydır…

    2006 yılında çalınan şampiyonlukla neler kaybettik neler… Ancak Fenerbahçe gücünün bu ülkede sıradan bir Anadolu takımının dahi gücünden yoksun olduğunu da görmüş olduk… Oysa o sezon yaşananlardan sonra gösterilecek reaksiyonla ŞAMPİYONLUĞUMUZU teslim etmeyenler bunun bedelini daha ağır ödemeliydiler… 2006 yılında şampiyonluğumuz çalınmasa belki de üst üste şampiyonluk rekoru kıracak, yakalanacak istikrar ile de Avrupa da belirli bir seviyeyi çoktan yakalamış olacaktık… Galatasaray’ın spordaki LOBİSİ ( medyada ki gücünü ve spor yöneticilerini kastediyorum )kırılmadıkça taraftar boyutunda ve ekonomik olarak ne kadar güçlü de olsak, gene bir şekilde haklarımız yenebilir… Lig tarihinde bu kulüp peş peşe üç şampiyonluk kazanacak güçte değil miydi ??? Peş peşe iki kere şampiyonluğu arasında 26 yıl olması gücü konusunda bize bir fikir verebilir mi acaba ??? Bu kulübün yıllardır futbol noktasında medya eliyle paramparça edilmesi bu gücü konusunda bize fikir verir mi ???

    Futbolcuların en son Akhisar maçındaki ruhsuz halleri ve yıllardır çoğu maçtaki vurdumduymaz hallleri bu güç hakkında bize fikir verebilir mi ??? Bir alexs neredeyse kulübün tamamen kaosa düşmesine neden olabiliyorsa gücünüz vardır diyebilir misiniz ??? Güçlü kulüp Bayern gibi olur, juventus gibi olur, Madrid gibi olur, Manchestr gibi olur, porto gibi olur… Bu kulübün taraftarı dersen istemediğin kadar var… Tesisi desen o da oldu… Parası desen var, mazisi desen var, ama bir türlü saha da çatır çatır oynayan takıma dönüşemiyor… Bu güçlerine yakışır futbol takımlarını neden göremiyor ??? Güçlüyse ben artık bu gücünü görmek ve bizzat kupalarla şampiyonluklarla yaşamak istiyorum… Yada böyle güçlüyüz muhabbetlerini bir kenara bırakalım da boş yere beklentiye girmeyelim… Hakkını hukukunu, şampiyonluğunu, kupasını koruyamayacaksa ortalıkta büyüğüm diye dolaşmasın…

    Kulübümüz bir tane mafyavari adam olan ulusoyla baş edemediyse ve bu adam taraftarı olduğu kulübe bir sürü kupa kazandırdı ise kusura bakmayın ama kimse bana Fenerbahçe güçlüdür yargısına beni inandıramaz… Fenerbahçeli olan ve ulusoya pabucunu tersten giydirecek bir Fenerbahçeli yok muydu bu ülkede ??? Hakkımızı çatır çatır yedirirken, arkadaş ya adam gibi yönet yada yönetemiyorsan çek git diyecek adam yok muydu ??? Taraftar neredeydi ??? Stadda tezahürat yapmak yetmiyorsa protesto yapılamaz mıydı ??? Federasyon ziyaret edilemez miydi ??? 1996 yılından bu tarafa sahalarda ve yazılı görsel medyada ezilen, hakkı yenen ve hiçbir gücü olmayan takımın Fenerbahçe olduğu aşikar bir gerçek olarak güneş gibi net gözüküyor…

  24. alihoca dedi ki...

    Evet,

    Hepimiz doluyuz taşacak kadar...

    Lakin zayıflık arz eden yazdıklarınız genelde kısaca değindiğim bahse konu olan 'Yönetim' ile ilgilidir.

    Hiç bir 'Yönetim' katkısı olmadan başlatılan '3 Temmuz' direnişini gücün çap ve kalitesine örnek olarak verişimi birazcık daha açacak olursam..

    Bakın içinde yaşadığımız Türkiye'de yargı, maliye, güvenlik, yök dahil olmak üzere her alanda süren kesintisiz ve neredeyse tek egemen denebilecek bir iktidar gücüne karşı direnebilen tek sivil toplum gücünden bahsediyoruz.

    Bu gücün anlam, önem ve değeri anlaşılamaz ve dahası şimdiye kadar olduğu gibi örgüt, aydın (akıl-akil adam) önderliği ile yönlendirilmemeye devam eder ise verdiğiniz örneklerde olduğu gibi başarısızlık ve keder kaçınılmaz bir son oluyor.

    Diye düşünüyorum.

    Tabii ki farklı fikirleriniz bir zenginlik ve doğruya ulaşmada bir araç olacaktır.

    Sağlıcakla kalın.

  25. gumgumok dedi ki...

    Daha yeni okuyabildim röportajı. Röportajı yapana da Tanıl Bora'ya da teşekkürler.

    Yorum yapasım gelmiyor ama maalesef ki.
    Fenerbahçe hakkında bu kadar kolay edindiği şüpheyi, Trabzon için düşünmeye bile gerek görmemesi ve sadece sorulunca bir şeyler söylemesi;

    Artan hırsızlık vakalarına bir türlü ceza verilmeyen bir kasabada ilk tutuklanan kişinin hırsız olup olmadığını sorgulamaksızın "en azından düzenin değişmesi için tutuklanması doğru" mantığına sahip olması;

    Ratingi daha fazla diye, Fenerbahçe'yi her daim medyada daha çok işleyen kişilerin fazla olmasını Fenerli medya olarak görmesi;

    ve daha birçok şey. Tanıl Bora, bizlere araştırmacı olarak umarım çok katkı sunmaya devam eder. Ama yazdığı farklı futbol yazılarını zevk alarak okumaya devam edeceğim ama bundan sonra ligi yazsa da okumayacağım maalesef.

  26. Unknown dedi ki...

    Eger ben uzun zamandir "su takim bize karsi asildi, obur takima yatti" gibi sig yorumlari yapmiyorsam nedeni ironik bir sekilde Tanil Bora'nin basini cektigi Radikal Futbol zamanlarindaki aldigim terbiyedendir. Abuk yorum yapani carparlardi o zamanlar, hem de "garip" hakem kararlarinin cirit attigi, GS'in milli takim gibi kollandigi Ulusoy hukumdarligi zamanlarinda benim gibi FB'lilere bile "birakalim bunlari" dedirtmislerdi.

    Cunku okuz altinda buzagi aramak guzel oyunu kirletirdi. Bazi maclara oyunculara daha iyi konsantre olurdu, hakem de hata yapardi, altinda birsey aramak yanlisti, her takimin belalisi vardi, asil ahlaksizlik bir takima "yattilar" demekti falan... Hatta FB'li olarak Genclerbirligi'nden cektigimiz cile bile artik o kadar koymuyordu oyle dusununce, hatta komik geliyordu. Istanbul oligarsine olan tutumunu bildigim Tanil Bora'dan "objektif" olma yalanina inanmadan kendi adima bekleyebilecegim de "tutarli" olmasi idi. Kendisinin "su takim bu takim maca asilmadi, killandim, bu iste bir sey var" sigligina dusmesi cok uzucu bir durum.

    Tanil Bora daha iyi bilir, ben anlamiyorum cok ama hukuk bolumunun derslerine hocalarina bakinca goruyorum; ceza hukuku, medeni hukuk, X hukuku, Y hukuku... Her alanda oldugu gibi alt kollari mevcut. Ama dusununce temel prensipler ayni olmali gibi geliyor hep. Yani bir hukukta kanit olmadan da ceza verilebilir, ama digerinde kanit gerekir gibi bir yaklasimi kafam almiyor. Kabul, hukukun hizlisi makbuldur ama hizli olsun da tam olmasa da olur denilmesini anlamiyorum.

    Futbol hakkindaki birseyden konusurken haddimi asarak cok daha elzem baska bir konuya atlamak istemem, ama "emsal olmasi icin ceza vermek" falan deyince aklima gelen spor hukuku degil de darbe hukuku geliyor, "bir nevi politik tercih" ile asilan insanlar geliyor. Hem de basinin tum kollari ile insanlara "asilsinlar" dedirtene kadar yaptigi sike olayindan tanidik gelen yayinlar esliginde...

    Oyle geliyor ki bana, bu olayi simdiki halinden cikarin, futbol da olmasin, Fenerbahce de olmasin, apayri bir duzlemde olsun. O olayda bir itham ile kanit falan bakilmadan suc sabit bulunsun, sayin Tanil Bora'nin en hafif ornegi vahsi batida adam asmaya merakli, "biz ilk once asip sonra yargilariz" diyen Red Kit'teki serif, en agiri da Kenan Evren ve cunta mahkemeleri olurdu gibi geliyor bana. Ayni hikayede ayni isimli fakat farkli kadrolu kurullarin kararlari da olsa mesela, iste o zaman 1. etik kurulu karari-2. kurul karari arasindaki gidip gelenlere Nasrettin Hoca'ya atifla dogurunca inanan, olunce inanmayanlar var diye tutarsizligi anlatirdi gibi de geliyor.

    Bu roportaji hemen okumama ragmen elim bir turlu gitmedi yorum yapmaya. Paragraflarca daha yazasim var ama anlatim gucum mu eksik yoksa Tanil Bora hakkindaki hayal kirikligim mi fazla bilmiyorum, ne kadar yazarsam yazayim olmayacak gib geliyor. Bir de medya manipulasyonuna kurban gittigini az cok kabul eden ama son kertede o manipulasyonun isaret ettigi durumu, bozuk saat bile gunde iki kere dogruyu gosterir "imani" ile kabul eden Tanil Bora, medyanin fonksiyonlarindan, basin linclerinden, "manufacturing consent"ten falan derin bir yutkunmadan nasil atif yapabilecek merak ediyorum.

  27. aandacozkan dedi ki...

    Sn. Tanıl Bora, biz sıradan okuyucuların yanıt ve yorumlarını dikkate almıyor olabilir. Buraları okuyorsa kendisine yılların gazetecisi Ahmet Şık'tan kısa bir yorum iletelim, belki onun sözünü muteber bulup üstünde düşünme yüce gönüllülüğünü gösterebilir.
    http://www.youtube.com/watch?v=ENQGSM3F5VM&feature=related

Yorum Gönder