19 Kasım 2014
Daha Büyük Bir Şey Kaybediyoruz
Kombine olayının nasıl olduğunu artık herkes biliyor. Şampiyonluk kutlamasında çıkan olaylar sebebiyle Okul Açık tribününe kombine bilet satışı kapatıldı. Kulüp Maraton H tribünündeki bir bölgeyi Adem Köz'e tahsis etti, bu bölgeden kombine almak isteyenler kendi isimlerini, TC Kimlik No'ları ile birlikte Adem Köz'e ilettiler. Neticede kulüp bu başvuruları kabul ederek, ücreti karşılığında hak sahiplerine kombineleri verdi.
Yani olayın akışı şöyle. Kulüp diyor ki, "kombine almak istiyorsan git şu şahsa başvur" sonra diyor ki "bana şu şu şu belgeleri var, parasını öde" bütün bu koşulları yerine getirince de kombineyi alıyorsun. Kombine dediğimiz şey ne? Bilet. Sana bir koltuk veriyorlar, stadda düzenlenen maçları izliyorsun. Kulüp de bunun karşılığında belli bir bedel adıyor. Dolmuşa biniyorsun, paranı veriyorsun, o koltukta oturarak seyahat etme hakkı kazanıyorsun. Aynısı.
Şimdi bu sözleşmenin de fesih şartları var. Bu şartlar da ortaya çıktı. Nedir bu şartlar? İşte kombine kartının kullanıcıları başkalarının şahıs ve mal varlığına aykırı hareketlerde bulunamazlar. Bulunursa organizatör gider bunları iptal edebilir.
Buraya kadar tamam. Şimdi mesele şu, kulüp tek taraflı olarak 443 kişinin kombinesini iptal ediyor. Gerekçe ne? "Bunlar gole sevinmedi", "gole sevinenlere saldırdılar", "küfürlü tezahürat yaptılar."
Baştan başlayalım, gole sevinmemek böyle bir sözleşmenin fesih nedeni olamaz. Bir kere çok soyut bir iddia. Adam içinden seviniyor olabilir, maçın stressi sebebiyle çok gergindir o an sevinememiş olabilir, adamın sevinç gösterisi bizim "sevinmek"ten anladığımız şey değildir. Bilmek mümkün değil. 2010 - 2011 sezonu, Buca maçı, Guiza'nın attığı golden sonra sevinmeyen kulüp yöneticileri bile vardı. Maç dinamiği böyle bir şey.
Ne yaptılar? Bir tane fotoğraf bulundu, o fotoğraf bir gazeteye servis edildi, çemberler çizildi filan. Bakıyorsun, çembere çizilmemiş adamlarda da sukünetle duranlar var veya çembere çizilmiş biri sevinir gibi. Bu neyi gösterir? Tek bir şeyi, bu idari kararı alanların da esasında bu kararı almak için yeterli sebebe sahip olmadığını düşündüklerini. Bir takım insanların kombinesini fesih etmek için bulup bulabileceğin tüm gerekçe buysa bunun ispat edeceği tek şey çaresizlik.
Gole sevinenlere saldırdılar konusuna dair tek bir delil bile sunulamadı. Zaten saldırdıysa da 443 kişinin hep yekün mü saldırdığı, kaç kişinin saldırdığı da belli değil. Yani ben bir tribüne giriyorum, yanımda biri birine vuruyor, benim bu işte ne sorumluluğum var? Buyur kombineyi iptal edeceksen onun kombinesini iptal et, toptan herkesinkini iptal etmek ne demek? Yetersiz.
Küfürlü tezahürat.. Şüphe yok kötü bir şey. Bu konuda genel olarak bir çifte standart yapılması da makul karşılanıyor. Yani statta Galatasaray'a küfürlü tezahürat pek de öyle üstünde durulacak bir mesele gibi kabul edilmiyor. Futbolcular da rakip takıma küfürlü tezahüratı bazen heyecanla karşılıyor. Bunun örneklerini biliyoruz. Kendi takımına küfürlü tezahürat? Ben yapmam. Ama hayatım boyunca hiç görmemişim gibi de davranamam. Benim kulağım takım kaptanı Schumacher'in Hakan'a küfrettiğini de duydu, Müjdat'ın soyunma odasında Schumacher'i dövdüğünü de gördük. 90'ları, 2000'lerin başını filan biraz hatırlayan Lorant'tan, Aragones'e türlü olayda bu vakaların olduğunu hatırlayacak. Artık olmasın? Olmamasını arzu ederiz, ancak "Ersun Yanal" veya "taktik versene taktik versene Aziz Yıldırım taktik versene" tezahüratındaki küfrü anlamakta da zorluk çekmekte haklıyız, çünkü bir küfür yok. Bu tezahürat asabiyet barajlarını yıkıyor olabilir, geçmiş olsun, icra makamındaki insanlar eleştiriye de tahammül etmek zorunda.
Neticede ne oldu? Şimdi 443 kişinin kombinesi haklı hiçbir gerekçe gösterilmeden iptal edildi. Yani bu insanlar mağdur edildi. Cepte. Bu işlemin gerekçesi olarak esasında GFB gösterildi, 443 kişinin içinde GFB'li sayısının en fazla 30 olduğu ortaya çıktı. O zaman bir başka soru da karşımızda duruyor, bizler sırf insanlar bir taraftar grubuna dahil diye bu insanların haklarını gasp edebilir miyiz?
Hayatım boyunca GFB ile en ufak bir alakam olmadı. Açıkça söylüyorum bu grubu ve eylemlerini de tasvip etmiyorum. Bir parçaları olmayı asla düşünmem. Ancak bu konu bununla ilgili değil, gerçeklere ve kendimize saygımızla ilgili. Ahlaki bir şey.
Bakın bu kulüp kimliği yüzünden bir futbol kulübünün başına gelebilecek en ağır operayona maruz kaldı.
Fenerbahçe yöneticilerinin şike yaptığı iddia edildi. Bunun için ortaya çıkartılan bir kaç tape dışında hiçbir ciddi gerekçe gösterilemedi. Suçlamanın bütün dayanağı "olağan şüpheliler" algısından başka bir şey değildi. "Aziz Yıldırım şöyle bir adam bunu da yapar." Karşımızdaki heyhülanın nihayetinde söylediği şey bundan ibaretti. Bu operasyonu düzenleyenler, ellerindeki üstün güçlerle büyük bir kamuoyu algısı yarattılar, bu operasyona karşı çıkanları ötekileştirdiler, ayrımcılığa uğradılar. Adalet bekleyen insanları ise "Azizci", "paralı köpek" gibi sıfatlarla itibarsızlaştırmaya çalıştılar.
Sonunda hak yerini buluyor. Bugün fanatikler dışında herkes bunun bir operasyon olduğunu kabul ediyor. Allah büyük, bu operasyonun en büyük savunucuları bile artık bu davaya "şike davası" diye bakamıyor. Rasim Ozan sesini kesti. Şamil Tayyar kutlu ortağı cemaat ile kavga halinde. Mehmet Baransu hükümetin düzenlediği operasyonlara karşı hukuk devletinden filan bahsediyor, neredeyse her gün Fenerbahçe'ye "Ergenekoncu, şikeci" yaftasıyla yayın yapan Beyaz TV bile şikeden bahsedemiyor. Yani o zaman itibarsızlaştırılmaya çalışılan herkesin hak, adalet ve hukuk çizgisinde çok ciddi bir mücadele verdiği ortaya çıktı. Onların dedikleri o gün daha geniş bir alanda kabul görseydi, belki çok büyük hak kayıpları hiç yaşanmayacak, telafisi imkansız zararlar ortaya çıkmayacaktı.
Peki bütün bu deneyimleri kazanmış bir kulüp bugün bunlar hiç yokmuş gibi aynı yöntemlerle aynı şekilde davranabilir mi?
Yani biz yapınca iyi, bize yapılınca kötü mü diyeceğiz? Kendimizin savunduğu ilkeleri bize yararken ağzımızdan boca edip, öteki gördüklerimize fayda sağladığını anlayınca bir anda unutacak mıyız?
Bir kaç noktanın altını bir kez daha çizmek istiyorum, 3 Temmuz bize adaleti savunanların haklı ve güçlü olabileceğini gösterdi. Çok seslilik faydalıydı, birbirinden farklı inanışlar, inançlar ve değerlerle kulübü seven insanların, bizzatihi bu çeşitliliğin bir sigorta görevi üstlendiğini de gösterdi. Bu çeşitlilik kulübü sadece zenginleştirmedi, çok farklı kesimlerden insanların ortak bir adaletsizliğe karşı çıkarak bir eğriyi doğrultmasına, bir geminin kayalıklara vurmasına da engel oldu. Bu değerler öyle bir kenara bırakabileceğimiz değerler değil, çünkü bunlarla birlikte bizim ayakta durmamızı sağlayan her şeyi de bir kenara bırakıyoruz.
443 kişinin toptancı bir şekilde mağdur edilmesi bir haksızlıktır. Kimse bu kadar kaba saba ve keyfi hareket etme hakkına sahip değil. Eğer kuruyla yaşı ayırd edemiyorsan o işe hiç girişmeyeceksin. Kulüp yöntem olarak da hatalıdır. Önce "tespit" yaparsın, delil toplarsın sonra haklı nedene dayanarak bir işleme girişirsin. Suç sabit değilse, ceza verilir mi? Kulüp bu krizi yönetim açısından da hatalıdır. Yapılan basın açıklamasında taraftarları suç örgütü olarak tanımlamak, insanları hain ilan etmek hiç değilse kişilik haklarına saldırıdır. Zihniyet olarak ise korkulacak bir harekettir.
Ama bugün kulübün kaybettiği şey sadece bu olay değil. Bizi biz yapan değerlerle ilgili bir şey.
Fenerbahçe'de tapeler medyaya sızdırılıyor, insanların hakları sorgusuz sualsiz, yargısız infaz yöntemiyle gasp ediliyor, bu insanlar polisin kucağına bırakılıp adeta bir "çatışma" bekleniyor, yapılan açıklamalarda da bu haksızlıklara karşı çıkanlar "hain" ilan ediliyor.
Twitter'a bir bakın. İftiraların, suçlamaların, hain ilan etmelerin bini bir para. Örneğin taraftar kendi takımını protesto edebilir mi edemez mi? Bu bir hak mıdır değil midir? Bunu upuzun tartışabiliriz. Ama taraflardan biri diğerini hıyanetle suçluyorsa burada "tartışma ortamı" sona erer, bu bir cepheleştirme stratejisidir, savaşın dili başlar. İçinde bulunduğumuz vaka o kadar komik ki, artık sosyal medyadaki bir taraftar hesabını eleştirmek bile "ihanet" kategorisine girebilir. 12numaraorg'un Ahmet Çakar'a sorularını eleştirenler bir anda "hıyanet" suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor.
Peki böyle bir dilin maliyeti ne? Yani hepsini toplayalım şu argümana varalım, "Kulübün yöneticileri seçilmiştir, bu yöneticiler her tür eylem ve işlemde keyfi olarak bulunabilirler, kulübünü seven biri kulübün al-i menfaatleri bu işlemleri savunmak zorundadır, şayet bunu savunmuyorsa o zaman kulübü sevmiyor demektir ve kendisi bir haindir."
Bu zihniyetin bir "maliyeti" olmadığı mı varsayılıyor? İşte olduğu gözüküyor. Bu eylemler ister istemez tartışılıyor, bu zihniyetin hain ilan etme refleksi yüzünden bir tartışma bir çatışmaya, çatışma da ayrışmaya dönüşüyor. Kulüp bu eylemi yapıyor ama bu sefer hem itibar kaybına uğruyor, hem kulübün genel atmosferi bozuluyor hem de yöneticiler ne yapsalar savunabilecek geniş kitlelerin olduğunu görerek hakikaten de her şeyi yapmaya başlıyor.
Sürekli birilerinin hain ilan edildiği, bir zamanlar kulübe hizmet edenlerin arkasına teneke bağlanarak gönderildiği, insanların birbirine husumetle baktığı absürd bir atmosfer var. Bir yönetici bir süre kulüpten uzaklaşıyor, bir diğeri geliyor. Daha CEO'nun ayrılmasına neden olan süreç hakkında bile fikir sahibi değiliz. Bu işin kulübe yaradığı belliydi, faydalı bir müesseseydi, neden buna son verildi, şimdi ne olacak, bilmiyoruz.
Dağınık bir atmosfer var. Okul açık artık yok. Tribünler çok tatsız. Maç izleme keyfi alan herhalde pek az kişi var. Her gün yeni bir kriz, yeni bir sorun, bir düzensizlik. Sürekli tartışılacak yeni konular ortaya çıkıyor. Kulübün transfer politikasını tartışması gereken taraftar, sadece bir teknik direktörün neden gönderildiğini değil, gönderme biçimini de tartışmak zorunda kalıyor. Futbolcular taraftarlara bağırıyor, küsenler, barışanlar, birbirine husumetle bakan yöneticiler, ayrışan taraftar grupları derken cangılda yaşıyor gibiyiz.
Bunların bir tesadüf olduğunu kimse düşünmesin. Gerçeğe saygı ile ilgili şeyler bunlar.. Gerçek ve onun ima ettiği şeylere. Örneğin başkalarının hakları, icra makamının da bir sorumluluğu olduğuna. Akılcı yönetime, objektif değerlendirmelere, açık performans ölçütlerine, vefaya, eleştiri kültürüne dair bir şeyler.
Bir insanı ne yaparsa yapsın savunmak bir duruş değildir, hem o insana hem de hayata karşı yapılmış bir saygısızlıktır. Fikirleri, değerleri, ilkeleri değil bir kişiyi savunmak basbayağı kafasızlıktır. Eylemler yapanlar ile değer bulmaz. Örneğin bir insan diğerini öldürüyorsa "Mehmet abi öldürse de haklıdır, ceza almasın" demeyiz, eyleme bakar, suç ise elbette ceza almasını isteriz. Bir insan diğerine dayak atıyorsa dayak yiyenin kimliği önemli değildir, bu haksızlığın bizzat kendisine karşı çıkarız. Basit şeyler bunlar. Bu ülkede unutulan, aksinin daha mübarek olduğu sürekli söylenen ama hayat kurtaran şeyler. Çünkü iş eğer haksızlığa değil haksızlığı kimin yaptığına veya kimin maruz kaldığına kalırsa, hiç birimiz bu adaletsizlikten kendimizi kurtaramayız.
Açıkta olan bir şeyi yine aynı açıklıkla söyleyelim. Kulüp iyi yönetilmiyor. Esasında çok kötü yönetiliyor. Bu söylenmediği, bunun emareleri eleştirilmediği için de daha kötü yönetilmeye devam edecek. Her şeye rağmen şampiyon olabiliriz, her şeye rağmen kupaları kaldırabiliriz -neticede rakiplerimiz de bayağı kötü yönetiliyor- ama bu zaferlerin üstünü kapattığı sorunlar geleceği etkilemeye devam eder. Sadece bugünü kurtarmak için atılan adımlar, gelecekte büyük faturalar olarak karşımıza çıkabilir.
Bu yüzden 443 kişinin kombinesinin iptal edilmesi sadece bu kişilerin uğradığı bir haksızlık değil, daha büyük bir soruna işaret ediyor. Kötü gidiyoruz. İnandığımız şeyleri kaybediyoruz ve bugün yaptığımız tüm çifte standartlar yarın bize karşı kullanılabilir.
Yoksa bir an için bizim kendi evimizin dışında bir dünya olmadığını mı düşündünüz? O dünya kapıyı çalmak için tetikte bekliyor.
Devamı ...
18 Kasım 2014
Bari siz anlayın...
Önce Okul açık kombinesi aldık, yalan yok tribün seviyoruz, yaşı başı alsak da o havayı tatmak, senkronize omuz omuza yapmak, meşale kokusu almak paha biçilebilecek bir şey değil. Geçen sene gelen tarihi şampiyonluk sonrası kupa gecesi yaşananlar, GFB’nin gereksiz kışkırtması ile Aziz Yıldırım’ın çileden çıkması ve gönülden sevdiğimiz kardeşlerimiz Vamos Bien ve CK’nın tribünleri terk etmek zorunda kalması falan derken Okul Açık devrini kapatalım dedik.
Ne yapalım edelim derken bari Maraton üste geçelim, orada da sevdiğimiz arkadaşlarımız var, hepberaber oluruz. Kulüp dedi ki alamazsınız, neden? Çünkü bu sene oraya kombine satmıyoruz, e diğer yerler hep dolu, herkes yenilemiş, ne yapacağız? Bi bekleyin dediler belki insafa geliriz. Son ana kadar bekledik, hatta bir ara yahu kombinesiz kalacağız diye düşünürken bize yardımcı olmaya çalışan Melih Eskinazi aradı, Adem Köz’den liste istemişler, kombine vereceklermiş sen isimleri tc no’ları yaz bana gönder, sevindik, topladık isimleri tc no’ları gönderdik. Adem Köz kefil oldu, referans verdi diyorlar ya, Adem Köz’le ne konuştuk, ne görüşütk, ne bizim için kefil olduğunu biliyorduk. (ki yokmuş zaten öyle bir şey) He Adem Köz’ü Fenerbahçe tribününe emek vermiş herkes tanır, bilir, sever, takdir eder. Ben de tanıyorum, yıllar önce deplasmana da gitmişliğimiz var ama benim oradan kombine alabilmem için ona yönlendiren direkt kulübün kendisi çıkıp neden ondan aldınız diyebiliyor.
Biz fotoğraflarımızı, nüfus cüzdanı fotokopilerini, Fenerbahçe kartlarımızı ve paramızı hazırlayıp kulübe gittik, işlemlerimizi yaptık kombinemizi aldık. Mutluyuz, hepberaberiz ve yine Fener maçı izleyeceğiz.
Lafı uzatmayalım, Rize maçı için her zamanki gibi önceden toplandık, Yoğurtçu’ya uğramadan stada girememek gibi bir de alışkanlığımız var, gittik oradaki arkadaşlarla da kadroları konuştuk, bende fazladan kombine var, çünkü hepberaber olacağız diye Ankara’dan arkadaşlar da yanımızdan kombine almış, daha hiç maça gelememişler, boşta bilet olmaz, sorduk soruşturduk birisini bulduk, Fener’li ama daha önce hiç stadda maç izlememiş, hemen atladı geldi, sevindim, ilk defa Fenerbahçe stadında maç izleyecek birisine aracılık ettiğim için. Hadi dedik gidelim artık.
İlk güvenlik noktasına geldiğimizde her zaman geçtiğimiz yerden bizi almadıklarını gördük, bir de polis ve güvenlik kalabalığı var, hayırdır niye ki? Neyse dedikleri yerden geçtik, üst kata çıktık, tam tribüne giriş gişesindeyiz, polis yığmışlar oraya, ulan Rize maçı bu kadar polis neden var acaba diye gişeye geldik, kart okumuyor, iptal edildi kombineniz? Sebep? Bilmiyoruz...
Yahu bir cevap verecek adam yok mu? Kargaşa, bağrışmalar, küfür edenler, hırsından ağlayanlar, polisle, güvenlikle tartışanlar, kalabalık arttıkça ortam iyice geriliyor sonra polis bizi ite kaka merdivenlerden aşağı atıyor. Bakın burası önemli, ciddi bir tuzak kurulmuş oraya, tam olarak ne düşünüldüğünü bilmiyorum ama bir beklenti var. Ortam gerilsin, taraftar polisle kavga etsin, olay çıksın, ya dayak yesinler ya da haklarında işem yapılsın. Polis sanırım beklemediği bir kitleyle karşılaştığı için çok sakindi. Hiç beklenmeyecek şekilde sakindi, çünkü 7 yaşında çocuğuyla gelen adam var, isyan ediyor yahu kardeşim Sarıyer’den geldim, oğlumla, kız arkadaşını alıp gelen var, İzmir’den geldim diyeni var, tiplere bakıyor yahu bu işte bir yanlışlık var diyor. Aksi durumu düşünmek istemiyorum. Duvarları yumruklaya yumruklaya indim aşağıya, çocuk gibi de sinirimden ağladım. Bir adam yanında karısı ve omzunda 3-4 yaşındaki çocuğu çıkıyor, sizi de mi almadılar diye soruyorum; Yok bizi aldılar ama size yapılanı gördük, biz de girmedik diyor. Daha da ağladım.
Sinirden ağladım falan diye ajitasyon yapacak değilim, kendimi anlatmayı da zul görüyorum ama hissettiklerimi size anlatabilmek ve yaşadığım duyguları size geçirebilmek için bunu yapmak zorundayım. Çünkü mesele öyle bir noktaya gitti ki babama bile derdimi anlatamıyorum. Kim bilir ne bok yediniz, siz orada grupçuluk, örgütçülük mü yapıyorsunuz, bir şey yapmadıysanız kombinenizi neden iptal etsinler diye her gün beni arıyor. O kadar kendini inandırmış ki; yahu baba ben Gençlerbilriği maçında Ankara’daydım, hani seninle rakı içmiştik, o maçta tribünde bile değildim, ben nasıl bir olaya karışabilirim dediğimde demek ki öncesinde var bir şeyler bile diyebiliyor.
1999 yılından beri Fener tribünündeyim, umre gezer gibi stadın her yerini gezdim, farklı farklı gruplarla maç izledim, çok deplasmana gittim ama Kadıköy’e de deplasmana gider gibi gittim. Ankara’da Fenerbaheçeli olmak zor, yaşamayan bilemez, çocukluğunda hayatın Fenerbahçe olmuş ama Fener Ankara’ya yılda bir defa gelecek, babanı razı edip o soğukta ayazda kuyruğa girip saatlerce bekleyeceksin, Fener tarafına yer hiç olmadığı için Ankaragücü tribününe gireceksin, aman gole sevinme bizi burda linç ederler diye diken üstünde maç izleyeceksin. Böyle bir çocukluktan gelip İstanbul’a yerleşince sağnak yağmur altında 2 bin kişiye oynanan Ziraat kupası ilk tur maçını bile kaçırmak ihanet gibi geliyor. Evimi bile stada 250 metre mesafede tuttum, balkondan gol sesi duyuluyor, olur ya hastalık sakatlık olur da maça gidemezsem bari atmosferin kokusunu balkondan alabileyim diye...
Sadece gönül bağım olan, her bir bireyini tek tek sevdiğim, Fenerbahçe’yi yaşayış biçimlerine hayran olduğum Vamos Bien dışında hiç bir tribün grubuyla ilgim alakam yok, ama diğerleri gibi topyekün karşı değilim, tribün seviyorum, grupların tribüne renk ve futbola ahenk kattığını düşünüyorum ama alakam yok. Gollere hep sevinirim, yanımdakini yumruklayarak, videoda gösterseler sevinenleri dövüyor diye 2.7 milyon insanı inandırabilirler, Gençlerbirliği maçında yoktum, kombinemi arkadaşımın karısına verdim, Beşiktaşlı kendisi, gollere sevinmemiş paso çekirdek yemiş, orada hatalıyım kabul, iki maça da Hakan Çoban’ı soktum, Ersun Yanal diye bağırıyorlar diyorlar ya hani adam tandığım 2-3 İsmail Kartal hayranından birisi, bildiğim kadarıyla grubumuzda rakı, bira ve viski dışında bir şey içen de yok, kongre üyesi var, Edip Akbayram’ın oğlu var (babası ver kombineni bugün ben maça gideyim dese onu da almayacaklar), beyaz yakalı plaza çalışanı var, bankacı var, öğretim görevlisi var, odtü’lü mühendis var ama GFB’li yok...
Nil çok güzel bir tweet atmış, Haksızlığa uğramış herkes için boğazını yırtar destek olursun, sana haksızlık uğradığında da kıyamet kopar sanırsın.
Evet bize haksızlık uğradı, hem de hiç ummadığımız, beklemediğimiz bir yerden. 10 gün geçti, ne arayan var ne soran, faks çektik cevap yok, aramızdan seçip birisini aramışlar ona da Adem Köz’ü tanıyor musunuz, ya kusura bakmayın ama siz olsanız ne yapardınız istihbarat aldık falan demişler.
3 Temmuz’u, yaptıklarımızı, desteğimizi falan anlatmayacağım, herkes oradan giriyor mevzuya, biz sonradan anlatmak için, konum sahibi olmak için ya da başkanın şahsı için destek vermedik, bunu diğer takım taraftarları anlayamaz ama siz bilin artık.
Fenerbahçe yönetimi galip gelemeyeceği ve maalesef her türlü haksızlığı, yalanı, algı yönetimi ile karalamayı ilke belirlediği bir kavgaya tutuştu. Kurunun yanında yaşı yakmadı çünkü tam olarak kuru nedir kimse tarif edemiyor, gole sevinmediler, lisanslı forma almadılar, Ersun Yanal diye bağırdılar demek sana destek olarak geri dönüyor olabilir ama yolun ne hukuki ne de ahlaki olarak doğruluğunu kanıtlamıyor.
Çok yazacak şey var, kafamda toparlayamadığım kadar çok şey, bugün 18 Kasım, olay üzerinden 10 gün geçti, öfkem, hayalkırıklığım, polisle kurulan tuzak, uğruna çok fazla şeyi göze alabileceğim Fenerbahçe izleme özgürlüğüm elimden alındı. Hayatını Fenerbahçe’ye göre yaşamayan birisinin bunu anlaması çok zor ama en azından siz anlayın be kardeşim, bari siz anlayın...
Devamı ...