29 Temmuz 2010

Young Boys 2 - Fenerbahçe 2
ŞL 28/07/2010




Şampiyonlar Ligi yolundaki ilk engeli aşmak için İsviçre temsilcisi Young Boys’ un karşısına çıkan Fenerbahçe, talihinin yardımıyla da olsa İstanbul' a 2–2 lik bir skorla avantajlı dönüyor.

PAPAZIN ÇAYIRI: Hikayeyi biliyorsunuz; çünkü sayısı Bursasporlulardan daha çok olanlar unutturmadılar. Sonra teknik kadro öyle bir değişti ki takımın başında olmasını en çok istediğimiz yerli teknik adama bile sevinmemize izin vermediler. Hazırlık maçlarında ‘ne güzel üçüncü sınıf takımlar yerine güçlü takımlarla oynuyoruz’ dedik, sonuçlar gözümüzü korkuttu. Galatasaray mı? Bahsetmeye bile değmez... Ve gün geldi, kuralar çekildi. Bildiniz, çıkmasını en çok istediğimiz takım.


Gün geldi ve Fenerbahçe tur için adına yakışır oyunculardan kurulu İsviçre takımının karşısına çıktı.

İlk yarı olanları anlatmak çok uzun, özet geçelim: İhtiyaç duydukları gole ulaşabilmek için her yolu denedi ‘delikanlılar’. ‘Her pozisyonu’ derdim ama ‘google’ da yetişkin eğlencesi avında olan ergen kardeşlerimin yolu boşuna buraya düşmesin istedim. Sağlı sollu ortalar, uzun pas, defansın arkasına ara toplar, karşı karşıyalar, uzaktan şutlar, hücum ribauntları, direkten dönen toplar. Ama ilk devrenin sonunda soyunma odasına 2-1 galip giden Fenerbahçeydi.

Fenerbahçe, Emre ve yeni transfer Stoch’ la çalışılmış iki gol buldu. Bu gollere Young Boys Dudar’ la yanıt verirken, Fenerbahçenin asistlerinde Gökhan Ünal’ ın adı vardı. Kazım ise 43. dakikada ikinci sarı kartın ardından kırmızı kart gördü.

Maçın ikinci yarısına da Young Boys iyi başladı. Ama skor avantajını elde eden, bir kişi eksik olan Fenerbahçe, geriye yaslanıp dar alanda oynamaya başlayınca rakibine ilk yarıya göre daha az pozisyon verdi. Yine de 51’ de Sutter, 78’ de Costanzo direğe takıldı. 89’ da sahanın en iyisi Degen ceza sahasında Selçuk' un müdahelesiyle yerde kalınca hakem penaltı noktasını gösterdi. Atışı kullanan Costanzo maç sonucunu ilan etti: 2-2

Hiç şüphesiz bu maç Fenerbahçe tarihinin en kısmetli maçlarından biri oldu. Skor aldatıcı, takım gerçekten kötü, tur için avantajlı bir skorla İstanbul’ a dönülüyor. Durum bir gül bahçesini andırmasa da, Aykut Kocaman üzerinde dolanan akbabaların biraz daha beklemesi gerekecek.

Kişisel bir kaç not: Rehavet biraderim, umarım orada bir yerlerde Degen topu her ayağına aldığında ‘Fenerbahçe neden böyle adamlar transfer etmez ki?’ demişssindir, ben dedim... Volkan iyiydi, Andres Santos’ u izlemekten zevk aldım, uzun zamandır ilk defa Alex üzerine kurulmamış bir oyun izledim. Benim için maçın en önemli anı altmış birinci dakikada gelişen bir pozisyonda ‘ailemizin yorumcusu’ Rıdvan Dilmen’ nin dedikleriydi: Futbolcu yeteneğini bilecek... Adam geçme yeteneğin yok, üstelik yavaşsın. O halde arkadaşlarının gelmesini bekle.

YOUNG BOYS: 2 - FENERBAHÇE: 2

Stat: Stade de Suisse

Hakemler: Svein Oddvar Moen, Geir Age Masovn Holen, Dag-Roger Nebben (Norveç)

Young Boys: Bürki, Sutter, Dudar, Affolter, Jemal, Spycher, Degen, Doubai (83 Mayuka), Costanzo, Lulic (65 Regazzoni), Bienvenu (58 Marco Schneuwly)

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Önder, Bilica, Bekir, Andre Santos, Kazım, Cristian, Emre (86 Deivid), Stoch, Alex (80 Semih), Gökhan Ünal (72 Selçuk)

Goller: Dudar, Costanzo (p.) / Emre, Stoch

Sarı kartlar: Costanzo / Bekir, Önder, Alex, Bilica

Kırmızı kart: Kazım

Devamı ...

12 Temmuz 2010

Spahija'nın takımı



Erkek basketbol takımının şampiyonluğu sonrası önümüzdeki yılın takımının nasıl şekilleneceği konusunda somut adımlar atılmaya başlandı. Öncelikle önümüzdeki yıl, geride bıraktığımız sezonki gibi Euroleague tarzı ve standartının dışında, atmasına bağlı olarak kazanacak bir takım oluşturulmayacağı belli oldu.

Ya da şöyle söylemeli; bu sezon hocası farklı telden kadroyu kuranların başka bir telden çaldığı bir kakofoniyi dinlemek zorunda kalmayacağız gibi görünüyor. Aydın hocanın dönüşü hem şubeyi yeniden yüzü gülen, işlerini severek yapan, başarı için birbirine kenetlenen ve güvenen insanlarla dolu bir ortama büründürücek hem de havaya sıkılmış kurşunların vızıldaması gibi amaçsız ''bu sezon hedef final four'' lakırdılarının yerini plana, programa kavuşmuş gerçek hedeflerle yol alınacaktır. Ayrıca, takımın hocası ne tarz bir basketbol oynatacaksa ona göre bir kadro yapılanması ve oyuncu seçimi konusunda ısrarcı davranılacaktır.

Geçen yıl başlarken, Tanjeviç'in artık zihninde kemikleşmiş olan basketbol tarzıyla kurulan kadronun ve sahada oynanan oyunun arasındaki uzlaşmaz karşıtlıklardan bahsetmiştik. Daha o günlerden Euroleague'de tutunması çok güç olan, o düzeyde rahatlıkla dağılabilecek, dirençsiz, top kullanma becersine sahip oyuncuların gündelik performanslarına bağlı olarak kazanıp kaybedecek bir takım görüntüsü çiziliyordu. Kazanılan şampiyonluktan dolayı, özellikle final serisi boyunca hem oyuncuların gösterdiği dirençli mücadele hem de Ertuğrul hocanın takıma derleyip, toplayan sevgi dolu disiplinini defalarca övdük. Ama doğrusu bu takımın bu dağınık ve kötü geçirdiği bir sezonda dahi bu ligin finalinde oynayabilecek kapasiteye sahip olduğu ve play-offlar süresince takım olma adına birbirleriyle yardımlaşarak ve sahaya kazanma azimlerini koyarak oynadıklarında şampiyon olmalarının önünde bir engel olmadığıdır. Oysa bu takım, yerel ligin finalisti/şampiyonu olmaktan çok öte bir misyonu omuzlayabilecek kapasiteye sahip. Euroleague'de geçen yıl yaşanan bozgun yine bu takımın temizlemesi gereken bir hata olarak ortalıkta duruyor.

Önümüzdeki sezon için önemli işler yapılıyor, şube bu işin ehli ve Fenerbahçeliliğiyle güven yaratan bir isme teslim edildi, Avrupa basketbolunun son yıllardaki değişimini ve gelişiminin aynası olan bir hoca takımın başına getirildi. Ama neyse ki bu kadar olumlu gelişmeyi görmeyi bir anda sindiremeyecek bünyelerin, panzehir niteliğindeki Kaya Peker transferiyle şoka girmesine engel olundu. Taş gibi bir takım kuruluyor, dahası nihayet doğru işler yapılıyor, şubede sevgi dolu bir ortam yaratılıyor derken kafamıza düşen Kaya'nın etkisiyle kendimize geldik. Elbette Kaya'nın takımdan ayrılması muhtemel uzunların yerini doldurabilmek açısından yapılabilecek en doğru transfer olduğu iddia edilebilir, bu transferin gerekliliğine dair bin türlü argüman anlatılabilir. İsteyen istediği argümanı savunmakta özgürdür ama bizim bu konuda görüşümüzü tekrar etmeye, bir kez daha savunmaya gerek yok.

Bu formayı giymeye hakkı olmayan insanlar listesinde yer alması gereken adamlara inatla bu formayı giydirmenin haklı gerekçesini ''bir gün herkes Fenerbahçe'li olacak, parayı basar herkesi alırız'' kibirliliğiyle açıklayanlarla aramızda kalın çizgiler olduğunu zaten her fırsatta dile getirdik. Kısa bir dönemde bünyemizi mutluluklara gark eden gelişmelerini peş peşe yaşamışken, önümüzdeki yılın taş gibi takımı kuruluyor derken, Cartman kardeşimizin deyimiyle ''kayalara gelerek'' bir anlamda kendimize geldik. Kaya transferini bu kadar olumlu gelişmenin bünyelerde yaratması muhtemel zehirleyici etkilere karşı panzehir görevini göreceğini düşünerek devam edelim.

Spahija'nın basketbol anlayışını anlayabilmek için Avrupa basketbolunun son yıllarda katettiği yolu izleyebilmek lazım. Spahija'yı tam da Avrupa basketbolunun bugününü temsil eden bir koç. Tempolu, sahadaki tüm oyuncuların hem savunmada hem hücumda sorumlulukları paylaştığı ve yardımlaşmanın üst düzeyde sergilendiği bir oyun vardır kafasında. Sertdir, disiplinlidir; bu anlamda klasik yugodur. Ki belki de, bu durum bazen Aydın hocayla havuç sopayı oynamalarına sebep olacaktır. Zira fazla sertlik bu topraklarda moral bozucu olabiliyor.

Tanjeviç'in basketbolu Spahija'nınkine oranla daha tutucuydu. Tanjeviç döneminde özellikle Euroleague'in üst sınıf takımlarıyla oynanan maçlarda rakiplerin oyunu yüksek tempoda oynamayı başarması durumunda kolayca teslim olup, dağılmasının sebebi büyük oranda buydu. Tanjeviç'in takımı Euroleague'de tempoyu düşürüp, rakibi uyutmayı başardığı ölçüde başarılı olabilse de bu ligin en iyilerini bu şekilde uyutup, kilitlemek mümkün olmuyordu.

Spahija'nın Fenerbahçe'sinin hücumda daha agresif olmasını, oyun temposunu daha yüksek tutmasını bekleyebiliriz. Öncelikli mesele elbette, Spahija'nın oyununu oynayabilecek kadroyu kurabilmekte. Bu geçiş sancılı olabilir. Takım geçen yıl, Türkiye liginde tempolu oyunu iyi oynayarak rakiplerine üstünlük kurarken, Euroleague'de bu durumun aksine tempolu oyunda dağılıyordu. Bu, iki lig arasındaki düzey farkıyla açıklanabilecek bir durum elbette. Sonuç olarak tempo arttıkça iyi takımlarla daha zayıflar arasındaki farklar belirginleşiyor. Bu sezonun kadrosunun sağlam temelleri olduğunu da unutmamak lazım. Geçen yılın Euroleague performansını ne kadar eleştirirsek eleştirelim, son 4 yılda 3 yerel lig şampiyonluğu kazanmış ve yine bu periyotta sürekli olarak Euroleague'de oynamış bir takım var elde.

Geleceğin takımının omurgasını oluşturacakları düşünülen bir kaç sezon öncesinin ''genç uzun rotasyonu'' dağılmış durumda olsa bile, kazanma geleneği olan, zor zamanlarda sorumluluk üstlenmesini bilip takımı ateşleyebilen oyunculardan kurulu bir temel var elde. Spahija'nın tempolu ve üst düzey yardımlaşmalı oyununu organize edebilecek guard rotasyonunun elde olup olmadığı bu kadroyla ilgili ilk soru işareti gibi duruyor. Ukiç'i Spahija elde tutuyorsa elbette bir bildiği vardır. Rakip alana çabuk geçen, tempolu oyunda çabukluğu, dribling yeteneği ve penetre özelliğiyle başarılı olan ama rakibin guarda baskı yaptığı, savunmayı sertleştirdiği bölümlerde silikleşen Ukiç'in geçen yıl NBA dönüşü sendromuna rağmen kazanılan şampiyonlukta önemli bir rolü olduğu yadsınamaz.

Ama savunma sertliğiyle fark yaratamayan, rakip guardı bozma becerisi olmayan, hücumda özellikle rakip savunmanın yerleştiği oyunlarda takımını kombine savunmaları dağıtacak yardımlaşmalı hücumlara sevk edemeyen bir oyun kurucunun birinci tercih olduğu takımların Euroleague'in üst düzey takımları arasında yer alması pek mümkün değil. Spahija'nın iyi tanıdığı ve güvendiği Ukiç'in geçen yıla oranla ciddi bir gelişimi göstermesi şart gibi görünüyor. Geçen yıla oranla daha dengeli ve defosuz bir takım yaratma konusunda atılan önemli bir adımda kısa forvet olarak sadece hücum özellikleriyle ön plana çıkan değil komple bir takım oyuncusu olan Marko Tomas'ın tercih edilmesiydi. Skorer özellikler olarak sadece iyi şut atmayı artılar hanesine yazabilen oyuncuların Avrupa basketbolunda üst düzey takımlarda yer alabilmeleri git gide güçleşiyor. Bunun yerine konsantrasyonu yüksek, yerleşik savunmayı iyi yapan takımlara karşı kendi şutunu yaratabilme özelliklerine sahip olan, bunu yaparken de topla ilişkisini ''sevda'' düzeyine yükseltmeden yardımlaşmayı ve topu paylaşmayı becerebilen bir anlamda kendi pozisyonu yaratabildiği kadar takımına pozisyon da yaratmayı becerebilen oyuncular bu düzeydeki oyunun tercih edilen aktörleri oluyor. Marko Tomas bu özellikleriyle ve özellikle İspanya macerası sırasında kazandığı savunmacı becerileriyle Griçek ve kadroda kalıp kalmayacağı hala belirsiz olan Greer'in takım oyununda yarattıkları handikapları yaratmayacaktır.

Kendisi gibi, yaratıcı yetenekleri çok gelişkin Emir'le birlikte seyri de doyumsuz oyunlar oynayabilirler. Spahija'nın kendisine yaratılan şutu sokan keskin nişancılardan çok yemeği birlikte hazırlayıp, bir arada yemeyi seven türden adamların üzerine oyununu kurduğunu biliyoruz. Marko Tomas-Emir ikilisi bu anlamda onun kadrodaki kilit oyuncuları olabilir. Eldeki kadronun en büyük değişimi uzun rotasyonunda yaşadığı açık. Aslında geride kalan 3 yıldır o bölgede bir zenginlikten ziyade gelişimleri beklendiği ölçüde olmayan oyuncuların yarattığı bir şişkinlik var. Giden oyuncuların kayıp hanesine yazılacak boşluklar doğuracağı açık ancak bu durumun Spahija'nın istediği türden kendisine daha fazla seçenekler sunan bir uzun rotasyonu yaratması için elini güçlendireceği de düşünebiliriz.

Spahija, Lavrinoviç dışında bir uzun daha alınacağını söylüyordu. Vidmar'ın sözleşme durumu bu isteğini zora soksa bile kafasındaki uzun rotasyonunun geçen yıllarda sahip olduğumuzdan daha fazla topu eline yakıştıran ve şutu, driblingi daha düzgün oyunculardan oluşturmak istediği belli. Vidmar'la yolların ayrılması durumunda, uzun rotasyonunda savunma sertliği ve disiplini konusunda sorunlar yaşayacağımız açık. Mirsad bir yaş daha yaşlanmış olacak, kaldı ki artık iyice istatistik yaparak maç kazandıran oyuncu rolüne bürünmüş durumda. Oğuz bu konuda geride kalan yıllarda çok fazla gelişme sağlayamadı, Spahija'nın elinde final serisinde olduğu gibi rolü doğru biçimde çizilip hücumda sahip olduğu muazzam yeteneklerinden maksimum verim alınabilir ama savunma konusunda hem ayak çabukluğunu, hem doğru pozisyon alma becerisini hem de dayanıklılığını geliştirmesini beklemek pek doğru değil. Lavrinovic'in de ortalama bir savunmacı olduğunu düşünürsek pota altında caydırıcı bir savunma oyuncusu özellikle Euroleague'in kavgacı ortamı için şart gibi görünüyor.
Devamı ...

9 Temmuz 2010

Aziz Yıldırım Vaadi



Çok değil bir 10 yıl içinde sözlüklere Aziz Yıldırım vaadi diye bir tanım girer.

Aziz Yıldırım Vaadi: Bol keseden sallanıp tutulmayınca unutulan veya türlü bahanelerle geçiştirilen söz. Örnek: "2007'ye kadar Avrupa Şampiyonu olacağız." "2010'a kadar Avrupa'da kupa kaldıracağız." "Üst üste 3 kez şampiyon olacağız."
Devamı ...

8 Temmuz 2010

"Okul Açık C Blok Kapalı"



Sirke döndürülen kulübün Lugano'ya yaptığı sözleşmeye kimse şaşırmamıştır. Artık bu takımın transfer gündemini takip edecek heyecanım falan kalmadığı için kim ne yazmış bakmıyorum ama eminim bu sözleşme maddesini doğru bulanlar ve yönetimin en güzelini yapmaya çalıştığını düşünenler de vardır. Takımın kendisiyle ilgili gelişmeler müthiş can sıkıcıyken tribünlerde olanlar daha da can sıkıcı. Aziz Yıldırım'ın koltuk teftişleri, kafasına göre ceza verdirdiği insanlar, önce bitireceğim deyip sonra bilet verdiği tribün gruplarının varlığından haberdarız. Tribünü de kulüp gibi sirkine çevirmeye çalışan yönetime sonunda tepkiler gelmeye başladı. Önce Grup CK, sonra Vamos Bien tribün faaliyetlerini durdurmuştu. Şimdi 1907UNIFEB de şu açıklama ile tribün faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Bana bıraksanız Fenerbahçe'yi seven herkes Aziz Yıldırım gidene kadar kulübe 5 kuruş para vermemeli. Kimsenin keyfi için insanların sabıkasına cezalar işlenmemeli, bu yönetim ve polisle yaptıkları iğrenç birliktelik bitmedikçe kimse tribüne yaklaşmamalı, tribünden tamamen uzak durmalı ama bu gelişmeler de cesaret verici. Artık CK, Vamos Bien ve Unifeb olmadan matbaalara bastırdıkları kartonlarla "Güçlü Aziz Yıldırım, güçlü Fenerbahçe" koreografisi yapsınlar.
Devamı ...

4 Temmuz 2010

Lavrinoviçgillerden Darjus



Erkek basketbolda gelecek yılın kadrosu yavaş yavaş şekilleniyor. Son olarak Lavrinoviç biraderlerin Darjus olanı geldi.

Uzun rotasyonunda Semih Erden ve Ömer Aşık'ın ayrılması sonrası ilk bakışta biraz da zorunlu olarak yapılıyor gibi görünen değişiklikler aslında Tanjeviç basketbol anlayışından Spahija'nınkine geçişin altyapısını oluşturuyor gibi.
Spahija'nın oyununda, tempo ve topu kullanma becerisi başat önemdedir. Sahadaki beş oyuncudan en az dördünün oyun zekası, pas, dribling ve şut yetenekleri üst düzeyde olmalı ve hücumlarda haraketli olabilmelidirler.
Uzunların ribaund hakimiyeti dışında ribaund sonrası topu hızla oyuna sokup, hızlı hücuma katılabilmeleri de kendilerinden istenir.
Bu durumda aslında mevcut uzun rotasyonumuzun bizim takımı yıllardır Euroleague'de zorlayan şişkinliğin ve bu şişkinliğe bağlı yetersizliğin Spahija'nın basketbolu için engel teşkil edeceğini düşünmek yanlış olmazdı.
Şu anda kadroda Oğuz ve Kaya yer alacaksa, Semih'in kalması hatta kazanılan şampiyonluğun belki de kilit adamı olan Vidmar'ın elde tutulması uzun rotasyonunda yine bir şişkinlik yaratabilir.
Spahija, Avrupa basketbolunun yeni nesil tarzını temsil eden koçlardan.
5 numaralardan bozma 4 numaralar onun tempolu oyununu öldürür. Şöyle düşünelim, Semih, Vidmar ve Kaya üçlüsünden ikisinin sahada olduğu yani şutu olmayan, oyunu oynatma becerisinden yoksun, sahanın bir tarafından diğer tarafına geçerken ağır iki oyuncunun aynı anda kullanıldığı bir 5 ona göre değil.
Bu yüzden, Oğuz ve Kaya gibi orjini 5 olan iki oyuncu ona yeter. Diğer uzunlar mesela çok beğensem de Vidmar gibi olmamalı.
Alaattin'in cini gelse, dile benden ne dilersen dese; herhalde Mirsad'ı gençlik günlerine döndürebilmek Spahija'nın ilk isteği olurdu.
Darjus birader, Spahija'nın istediği türden uzun oyuncuların prototipi diyebileceğimiz bir oyuncu.
Bir kere Litvanya'lı. Şut ve oyun zekası genlerinde var. Euroleague kariyeri boyunca % 35 civarında üçlük yüzdesi var, geçen yıl real Madrit formasıyla % 41 üçlük isabeti tutturmuş. yıllardır Euroleague'de dış şutu olan uzunlardan çuvalla sayı yiyen Fenerbahçe için ilginç bir transfer.
Hem 4 hem 5 oynayabilir. ne 5'den devşirme 4 gibi durur ne de 4'den devşirme 5 gibi. Aslında ikisi birdendir.
Hücumda arkası dönük oynamayı beceriyor. Hem aygır gibi güçlü, hem fundementali gelişkin, hem oyun zekası var, hem bileği düzgün hem de dayanıklı olunca pivot olarak hücumda çok başarılı. Mirsad dışında hücumda güvenilir ve istikrarlı bir oyuncu sıkıntısı çeken takım için ideal.
Bu noktada, oyun zekasını, oynatma becerisi ve isteğini, fundementalini ve bileğinin yumuşaklığını hep övdüğümüz Oğuz'un Spahija'nın elinde ihtiyacı olan dayanıklılığı ve sertliği kazanma ihtimilini de düşünmek lazım. O da olursa önemli bir hücum tehditi oluşturacaklardır.
Darjus'un yaşlandıkça ağırlaşmaya başladığı söylenebilir. Eskisi kadar çabuk değil, bu durum özellikle savunmada dert olabilir tecrübesiyle önemli bir eksiği kapatacaktır.
Semih ve Ömer Aşık'ın gidişi sonrası Vidmar'ın ayrılma ihtimalini de düşünürsek darjus transferine rağmen pota altı rotasyonunda önemli bir eksiklik göze çarpıyor.
O bölgede tehditkar, agresif bir savunmacı, pis bir oyuncu ihtiyacı beliriyor. Daha önce de dilediğimiz Valencia'lı Matt Nielsen gibi mesela.
Devamı ...

2 Temmuz 2010

Devrim Nereden Başlar?


Yıl 1996, aylardan Mayıs. 16 yaşındaydım o zaman. Dumanaltı bir odada Ahmed Arif şiirleriyle bölünen biteviye bir tartışmanın en civcivli sorusu: “devrim nereden başlar?” “Dışarıda delikanlı bir bahar” var. Bizimse delikanlılıkta bahardan aşağı kalmaya niyetimiz yok. Öyle iyimser, öyle ümitliyiz. Devrimin olma ihtimalinin Fenerbahçe’nin şampiyon olmasından daha yüksek olduğu zamanlar. Zira Fenerbahçe en son 88’de şampiyon olmuş. Dile kolay, aklım takım tutmaya erdiğinden beri sadece bir şampiyonluk sevinci yaşayabilmişim. Her sezon başı "Godot bugün gelmedi; ama yarın mutlaka gelecek." diyen iyimserliğimizle, sevincini, tadını çoktan unuttuğumuz bir hazzı bekler olmuşuz.

İşte bu yüzden yaşı benimkine yakın olan bir Fenerbahçeli için 5 Mayıs 1996 tarif edilmesi zor bir gündür. O gün Beckett’e nazire yaparcasına Godot çubuklu formasıyla Avni Aker’e geldi. Şampiyonluk düğümü son maça kalmış, deplasmanda Trabzon’u yenersek şampiyonluğu ilan edeceğiz. Mayıs ayında Trabzonluları bile şaşırtan bir sis inmiş şehre. 1-0 geriye düşen takım önce Oğuz’un golüyle beraberliği yakalıyor. 88’de sis iyiden iyiye stada çökerken Aykut’un golüyle kendimizden geçiyoruz. O kadar susamışız ki sevincine, biz şampiyonluğu çılgınca kutlarken, Godot’nun geldiği gibi gittiğinin farkında bile değiliz.

Şampiyonluğu getiren golü atan Aykut Kocaman maçtan sonra yaptığı “Bütün sezon uğraşıyorsunuz, bütün emekleriniz tek maçla heba oluyor. Kendi galibiyetimize seviniyorum, ama Trabzonlu arkadaşlarım için de üzülüyorum. Trabzonsporlu futbolcu arkadaşlarımın şu an yerinde olmak istemezdim. Hiçbir şampiyonluk insan hayatından daha değerli değildi. Türkiye'de başarının ölçüsü birinci olmak. Bu, yanlış. Şu anda yenildikleri için Trabzonsporlular aşağılanacak. Ama biliyoruz ki onların yerinde biz de olabilirdik” açıklaması yüzünden Ali Şen’in gazabına uğrayıp Oğuz Çetin ile birlikte takımdan gönderildi.

Birçok Trabzonlu taraftar için o gün kaybedilen şampiyonluk altın çağını yaşayan takımlarını en az 10 yıl geriye götürdü. Bugün tanık olduğum, hazzını tattığım onca şampiyonluktan sonra, o gün kazandığımız şampiyonluk uğruna kaybettiklerimizin bizi daha zararlı çıkardığına inanıyorum. Ali Şen’de cisimleşen kazanmayı kutsayan ve uğrunda her yolu mübah gören anlayış o gün ahlaka, erdeme, rakibe saygıya galebe çaldı. Yıllar sonra gelen şampiyonluğun esrikliğinden ne kaybettiğimizin farkına bile varmadık. O gün Fenerbahçe’den kapı dışarı edilen sadece şampiyonluğu getiren golün sahibi bir efsane değil, işine ve rakibine duyduğu saygıyla bu takımın şampiyonluklardan ibaret olmadığını kanıtlayan dosdoğru bir spor emekçisinin duruşudur.

Aykut Kocaman, Barış Tut’un unutulmaz deyişiyle bu ülkenin futbol çölünde bir vahadır. Barış Tut’un “Kocaman Bir Adam” kitabında izini sürdüğümüz “teknik direktör” Aykut Kocaman’ın İstanbulspor macerası hem karşı karşıya olduğumuz vahanın paha biçilmezliğini hem de o çölün uçsuz bucaksızlığını kanıtlayan sayısız örnekle dolu. Aykut Kocaman takımının galibiyete en çok ihtiyacı olduğu dönemde elle gelen golle aldıkları Elazığ galibiyetinden sonra kameralar karşısında özür dileyebilen bir spor adamıdır. Cem Papila’nın katlettiği bir Denizli mağlubiyeti sonrası soyunma odasında ağızları bıçak açmazken, yan odada sırtı dönük “koca adam” Uche’nin ağladığına şahit olur. Haksız yenilgiden çok o gözyaşları dokunur: “Bizi yensinler, biz çok yenildik. Ama otuzaltı yaşında, ülkesinden uzakta para kazanmak için bu oyunu oynayan bir adamı böyle ağlatmaya kimsenin hakkı yok”.

Futbol denen oyun önümüze kaderin cilvesi diye sunulan tesadüflerle güzel. Tam 14 yıl sonra yine bir mayıs ayında şampiyonluk düğümü Kadıköy’de oynanacak Trabzon maçına kalmış. Sezonun en iyi maçlarından birini oynadığımız halde bu sefer şampiyonluğu son maçta kaybeden biz oluyoruz. 1996’da yaşadığım mutluluğu anlatmaya kelimeler nasıl yetmiyorsa, o gün yaşadığım üzüntüyü anlatmaktan da o kadar acizim. Mutluluğu başkalarının mutsuzluğu üzerinden tarif edecek kadar gözü dönmüş, başkalarının mağlubiyetini kendi takımının galibiyetinden makbul gören bir nefretin orta yerinde gözler hemhal olacak birini arıyor. 14 yıl önce trajik bir şekilde şampiyonluğu kaybedenlerin en büyük şansı, o şampiyonluğu attığı golle ellerinden aldığı halde, afaroz edilme pahasına onlarla hemhal olup, kendileri için üzülen bir efsaneye karşı mücadele etmiş olmalarıydı.

Geçtiğimiz günlerde Aykut Kocaman’ın sportif direktörlük görevinin yanında teknik direktörlük görevini de yürüteceğinin açıklanmasından sonra Türk Becali’si Ali Şen bir kutlama mesajı yayınladı. Aykut Kocaman’nın bu göreve getirilmesinin Türk futbolu için “devrim” olabileceğini belirten zat-ı muhterem, bu devrimin ön şartını da ifade etmekten geri durmamış: “Fenerbahçeli olmayan yazarların veya taraftarların duymak istediği kelimeleri söylememeli. Mesela, ünlü Trabzonspor maçından sonra ‘Kazandık ama Trabzonspor'daki arkadaşlarım üzülüyor diye sevinmiyorum’ demişti. Bu laftan dolayı da kendisine ne müthiş centilmen diyenler bile olmuştu. Halbuki onun işvereni Fenerbahçe Kulübü ve taraftarlarıydı. Kaybetseydi milyonlarca Fenerbahçe taraftarı üzülecekti. Bu tip çelişkilere düşmesin”

Fenerbahçe’yi kendi çiftliği, ona gönülden bağlı futbol emekçilerini maraba gibi gören Türk futbolunun namlı derebeylerinden biri “devrim” muştusu verince aklıma kaçınılmaz olarak 14 yıl öncesinin o civcivli sorusu geldi “sahi devrim nereden başlar?” Bence devrim 14 yıl önce dosdoğru bir adam olduğu için, güzel futbolu galibiyetten daha çok sevdiği için, yaptığı işe ve rakibinin emeğine saygı duyduğu için, bu futbol sirkinin palyaçoları karşısında eğilip bükülmediği için Fenerbahçe’den apansız sürülen bir efsaneye iade-i itibarla başlar.

Fenerbahçe’nin jakoben cumhuriyeti belki de tarihinde ilk defa tebaasının gönlünden geçen, onların içinden çıkmış gelmiş bir futbol efsanesine bu kadar yetki vererek kendi iktidar alanını bu denli kısıtlamayı göze alıyor. Aykut Kocaman kendisine vaad edilen yetkiler verildiği takdirde, “takım” olgusuna bakışı; adalete, paylaşmaya ve yardımlaşmaya verdiği önem, yaptığı işe ve rakibinin emeğine duyduğu saygı; güzel, izleyene keyif veren futbolu galibiyetin önüne koyan başarı algısıyla, Fenerbahçe üzerinden Türk futbol kültüründe bir dönüşümün itici gücü olabilir. Endüstriyel futbol bütün soğukluğu, buyurganlığı ve acımasızlığıyla futbol müritlerinin ruhlarını iğdiş ederken, belki de devrim futbolda kimi dizilişlerin demokratik olmadığını öne sürebilen bir efsanenin bir “takım” kurmasıyla başlar. Kim bilir…
Devamı ...