19 Ekim 2011

Emir Durdu Böyle Oldu


Uğurlu salon Sinan Erdem'den tekrar Abdi İpekçi'ye sürgün edilmiş, geçen seneki atmosferin onda birinin bile olmadığı bir atmosferde çıktık maça.Hücumda Ukiç ve Ömer'in basketleriyle öne geçtik Caja Laboral savunması son derece kötü penetre savunması yapınca kolay basketler bulduk. Savunmada da hareketli ve bol faullü bir savunmayla Caja Laboral'i yanlış tercihlere sürükledik. İlk çeyrek bittiğinde uzunlarımız faul problemine girmiş ama sadece 12 sayı yemiştik.



İkinci çeyreğe Spahija Jerrels Bogdanoviç ve Oğuz'lu beşle başlayıp Ukiç ve Emir'i aynı anda kenara çekti. Jerrels- Bogdonaviç kaynaklı 4 top kaybıyla peiyodun ilk bölümünde topu potaya atamadan geri döndük. Teletoviç'in devreye girmesiyle Caja Laboral skorda ve oyunda dengeyi sağladı. Periyotun ortalarında Gist ve Vidmar'ın içerideki etkinliğiyle skor kısırlığını aştık ve Vidmar'ın tipiyle ilk yarıyı 2 sayı önde bitirdik.

Üçüncü periyota pota altını savunamayarak başladık, Teletoviç bomboş pozisyonlarda iki üç smaç vurdu. İkili oyunlardaki yüzyıllık zaafımız tekrar zuhur etti. Savunmada Sefolosha ve Ömer'in kişisel gayretleriyle ufak ufak hareketlenme yaşasak da son periyoda Caja Laboral 5 sayı önde girmeyi başardı.

Son periyot ikinci periyot felaket oynayan Jerrels'in iki üçlüğüyle maç tekrar kafa kafaya geldi ama özellikle ikili oyun savunmasında Oğuz'un yavaş ayaklarını iyi değerlendiren Prigioni arkadaşlarını beslemeye devam etti.Sefolasha'nın kaçırdığı iki faulle beraberliği yakalama fırsatını kaçırdıktan sonra Ribas'ın 1/2 siyle umutlansak da savruk bir hücum sonrası Ömer'in eline gelen maçı eşitleme fırsatı potanın içinden çıktı ve maçı kaybettik.

Maçı kazanabilirdik uzatmaya da gidebilirdi sonuçtan ziyade oyun üzerinden bir şeyleri eleştirmek daha doğru olur. Bir kere şunu belirtmek lazım Caja Laboral hiç de iyi durumda değil ve biz kendi sahamızda öyle müthiş bir rakibe değil iyi basketbol oynamayan bir rakibe yenildik.

En dikkat çekici şey maç boyunca takım olarak sadece 5 asist yapmamız. Fenerbahçe'nin bir hücum aklı olmadığının en net göstergesi bu sayı. Tek başına Prigiooni Fenerbahçe'den daha çok asist yapmış daha da trajiği tek başına Prigioni bizim yaptığımız asistten daha fazla top çalmış. Ukiç'i akıl tutulması yaşamakla eleştiriyoruz ama onun bu anlarını doldurabilsin diye aldığımız Jerrels'in oyun aklı Ukiç'ten daha kötü. Bugün her ne kadar iki üçlükle maçı kafa kafaya getirse de çok sağlıklı tercihler yapabilecek bir oyuncu izlenimini yine ve yeniden vermedi. Emir felaket oynadı ve bence bu düzende Emir'in kötü oynadığı bir maçı bizim kazanmamıza imkan ihtimal yok.

Spahija son çeyrekte Oğuz savunmada dökülürken ve Vidmar son derece iyi bir maç çıkarırken Vidmar'ı yanında tutmayı tercih ederek yine yaptı yapacağını. Oğuz'un 22 dakika süre aldığı bir maçta Vidmar 17 dakika süre almış. Ayrıca 30 saniye kala rakip 2 sayı öndeyken niye taktik faul yapılır onu da anlamış değilim. Geçen Galatasaray maçında da aynı şeyi yapmıştık.
Oyuncular açısından da şöyle bir mental problem var başa baş giden bir maçı kazanabileceklerine pek inanmıyor bence Fenerbahçeli oyuncular. Yani faul kaçırma, şut kaçırma dolayısıyla bu mental problemin göstergesi diye düşünüyorum.
Daha önce de belirtmiştim Fenerbahçe' nin bu kadrosu Euroleague final -four hedefleyen bir takımın kadro kalitesinin çok altında. Takımın çok ciddi defoları var, hücumda akıcılık kolay kolay giderileceğe benzemiyor ve bu uzun rotasyonuyla kalburüstü takımları yenmek neredeyse imkansız. Takımdaki rolü itibariyle takım lideri olabilecek iki oyuncu Ukiç ve Emir'in bu rolü kaldırma konusunda bu sene başı itibariyle pek ışık vermedikleri de ortada.

Takım kötü durumda daha fazla bir arada oynayarak belki düzelebilir ama Spahija da felaket durumda o nasıl düzelecek bilmiyorum.
Devamı ...

16 Ekim 2011

Yanlış Hesap Cumhurbaşkanlığından Döndü


Fenerbahçe'nin tuhaf bir geleneği var bütün branşlarda en önemli ihtiyacı nerede olduğu konusunda herkes hemfikir ama bir türlü oraya doğru oyuncu alınmıyor. İşin ilginç tarafı bu yıllarca sürüyor. Futbol takımına Emre'nin yanına iki senedir ön libero alamadık,erkek basketbol takımına 1-2 numara oynayan savunması iyi bir oyuncu eksiğimiz iki senedir berdevam, kadın voleybolda üç senedir en zayıf halkamız libero pozisyonundaki yetersizliğimiz. Kadın basktbol takımında da üç senedir ayakları çabuk atletik 4-5 oynayabilen bir oyuncu eksikliğimizi kapatamıyoruz.

Bugün maçı kaybetmemizin üç nedeni var. Birisi sahanın dışında. Teknik taktikten ziyade maçı kazanmayı rakipten daha fazla istemememiz Saha içindeki iki nedense Işıl'ın cezalı olması, ve bizim koçun yabancı kontenjanı için Tamane'yi değil Babkina'yı seçmesi. Biraz açalım.
Perşembe günü Galatasaray bir maç oynamış ve sıradan bir Euroleague takımı karşısında ribauntlarda zaman zaman ezilmiş, Tina Charles dışında ribauntu domine edebilecek oyuncusu yok dolayısıyla rakibin bu zaafını hücumda kullanmak gerek. Öte yandan savunmada bize en çok problem yaratacak Tina'yı da savunurken bir şeyler düşünmek gerek. Geçen sene Fowles'in bire bir savunmasında da çuvallamış ve sürekli ikili sıkıştırmalarla bu problemi atlatmıştık. Tina Charles'ı bire birde Matoviç ya da Nevriye'nin savunması zaten mümkün değil ona karşı arkasında daha iyi durabilecek ve ribaunt konusunda üstünlük sağlayabilecek Tamane'yi değil de Babkina'yı tercih etmek zaten maçın başında 1-0 mağlup başlattı bizi. Tina'ya karşı Fenerbahçe'nin iki uzunu Newlin'i de sayalım üç uzunu bırakın sert savunma yapmayı bir tane mesaj veren sert faul bile yapamadılar

Koç Babkina'yı kadroya almakla kalmayıp bir de ilk beşte başlatınca maçın başında Prints kaynaklı hücumlarla 10 sayı farkı buldu Galatasaray. Burda ikinci kaybetme nedenimize gelelim. Işıl cezalı olmasa muhtemelen Galatasaray maça Torrens'i Şaziye'nin yerine başlatıp Işıl'ı oynatacak ve Prints'i oturtacaktı. Babkina'nın felaket savunma zaafını Işıl Prints gibi değerlendiremeyeceği için de Prints'in yarattığı bu 10 sayılık farkın olması biraz zor olacaktı.

Kadın basketbolunda 10-12 farkları kapatmak erkeklere göre daha zor hele Fenerbahçe gibi hücumda rolleri oturmamış ve savunma yapamayan bir takım için. Fenerbahçe'yi yıllardır rakipleri karşısında üstün kılan şey yerli katkısıydı, bugün Bahar Nevriye'den daha fazla skor üretti, Birsel sayı atamadı, Esmeral bir şans basketi dışında potaya bile bakamadı. Yerli oyunculardan sıfır katkı aldığın bir maçı da kazanmanın imkanı yok.

Bir mağlubiyetle enseyi karartmak karalar bağlamak çok doğru değil tabi ama takımın çok ciddi sorunları olduğu gerçeğini de unutmamak lazım.
Penny kendisi istediği için mi yoksa hukuki olarak zor durumda kalacağı için mi burda olmayı tercih etti, kendisinden daha iyi bir oyuncu olmayan Babkina'nın ilk beş başlaması Birsel'i nasıl etkiledi, kadın basketbolunun en iyi orta mesafe şut atan oyuncusu Nevriye'nin bu acayip kötü şut performansının nedeni nedir bütün bunları iyi analiz etmek lazım.

Bu şube pek çok Fenerbahçeli'nin göz bebeği ama bu şubede üç senedir yaşanmadık skandal, dram, trajedi kalmadı, antrenör oyuncuların odasını dinlediği için gönderildi, oyuncuda doping çıktı sonra pardon dendi, başkanla anlaşamayan koç gönderildi, koçun tahtasını alıp taktik çizen oyuncu görüldü falan filan. Takım bir şekilde şampiyon olsa da sezon içinde bir şekilde kazan kaynamaya devam etti. Sağolsun bu kazanın kaynamasında en önemli rollerden birisi olan her devrin kadını menajerimizin halen orada olması da bizi biraz daha karamsarlığa itiyor.

Bugün Galatasaray bizden daha iyi bir takım olduğu için değil daha az istediğimiz için yenildik. Fenerbahçe oyuncusunun 20 sayıyla 30 sayıyla yenilmeye hakkı var ama rakibinden daha az maç kazanmayı istemeye hakkı yok umarım oyuncuların motivasyonsuz, savunmada elini bile kaldırmayan hallerinin bir açıklaması vardır yoksa bu sezon böyle bitmez.
Devamı ...

13 Ekim 2011

F4 Hayali Spahija Gerçeği



Biraz sinirim geçtikten sonra yazayım dedim ama o zaman da otosansür uyguluyormuşum gibi hissediyorum o yüzden sinirim geçmeden yazayım. Geçen seneki Cumhurbaşkanlığı maçını bir hatırlayalım. Efes'e karşı 15 sayı öne geçip daha sonra maç sonuna doğru yine 11 sayı öndeyken Ukiç'in penetreyi unutması ve Spahija'nın maç sonunda yanlış beşte ısrar etmesi nedeniyle maçı son topta kaybetmiştik.
Efes'e karşı son topta kazanırsın kaybedersin bu sorun değildi ama takımın son 4-5 dakika aklını kaybetmiş hali can sıkıcıydı. Spahija ile bir sene geçti. Fenerbahçe farkı açtığı maçlarda kapıyı kapatamama olayının şahikalarını yaşamaya devam etti. Geçen seneye gidelim içerideki Valencia maçını son 3 dakika 10 sayı öndeyken Emir'in son saniye bloguyla kazanabildik, Olympiakos'a karşı 3. çeyrek sonunda 13 sayı öndeyken skorboard 40. dakikayı gösterdiğinde 15 sayı fark yemiştik. Galatasaray'a karşı Türkiye Kupası yarı finalinde farkı 20 ye kadar çıkarmış son iki dakikada farkın 3 e kadar inmesini hep beraber izlemiştik. Finalde Beşiktaş'a karşı yine 15 farkı bulmuş maç sonunu krize sokmuştuk.
Bu kadar örnek yeter herhalde bu takımın oyun aklı zaman zaman kayboluyor bu sahada Ukiç'le başlayan kenarda da Spahija'nın eşlik ettiği bir eylemsizlik geleneği oldu neredeyse. Geçen sene Fenerbahçe kadrosuyla diğer takımlar arasında çok ciddi bir kalite farkı vardı. Dolayısıyla bu tür akıl kayıplarının bedeli ağır ödenmedi ama Euroleague' de bedelini ödedik bunların.

Bu sene takım kurulurken Ukiç'i yedekleyecek onun aklını kaybettiği zamanlarda takımı rayına oturtabilecek bir oyuncu birinci öncelikti. Üç sene önce Marqus Green'le başlayan tuhaf transferler Greeer le devam etmiş, Saras'la çare bulunmaya çalışılmış ama tutmamıştı. Bu en zayıf karnımıza bu sene Hakan Demirel ve Curtis Jerrels'i alarak başladık. Jerrels'i az çok tanıyoruz. Hücumda zaten ipleri elinde tutan inisiyatif alabilen bir adam değil ama bugün savunmada da Ender yanından geçerken eskortluk yapma dışında hiç bir şey yapmadı. Hakan Demirel hakkında bir şey söylemeye gerek duymuyorum Şimdi benim anlamadığım bir şey var. Ukiç üst seviye basketbol için ciddi mental handikapları olan bir oyuncu olmasına rağmen diyelim bu takımı Final 4' a taşıyabilecek bir birinci guard olarak düşünülüyor. Üç senedir bu adamın yanına ısrarla bir tane doğru düzgün adam alınamaz mı.

Elinde Kinsey gibi burayla uyum sağlamış takımın 40 yıllık oyuncusu gibi oynayan sırtında deli gibi ağrı olmasına rağmen yüzde yüzünü sahaya yansıtan bir oyuncu varken en büyük rakibine bunu kaybetmek, Kaya'ya dünyanın parasını verip Furkan'ı alamamak da Fenerbahçe'nin bu seneye başlarken ki vizyonunu gösteren şeyler aslında.

Nedim Karakaş ne diyor "şu an eksiğiz ama bir ay sonra Engin ve Mirsad döndüğünde iki ay sonra da Tomas döndüğünde iyi olacağız". Şimdi sezon ortasında beklenmedik bir sakatlık sonrası hedeflerin şaşmasını anlarım da sene başında 2.5 yıldır basketbol oynamayan birinin ve 35 yaşında çapraz bağları kopmuş bir oyuncunun yüzde yüz dönmelerine bel bağlayan bir oluşumun hedefinin Final 4 olduğuna kimse beni inandıramaz. Fenerbahçe'nin bu uzun rotasyonu Euroleague'in ortalama sertliğinin altında Oğuz ve Kaya neredeyse etkisiz eleman, Vidmar'ın sertliğine bakıyoruz sadece. Gist de bir takım özellikleri olmasına rağmen oyun bilgisi son derece sınırlı bir uzun. Dolayısıyla bu sene söylenen Final Four hedefi gerçekci değil romantik bir hedef.

Gelelim kaybedilen Galatasaray maçına Vidmar'ın tüm ikinci yarı niye oynamadığını bilmiyorum muhtemelen sakat olmasaydı Spahija böyle bir delilik yapmazdı deyip geçelim. Şimdi Spahija Türkiye'ye geldiğinden beri bu Galatasaray'la 10. kez oynuyor. 9 maçta Galatasaray maçı kazansa da kaybetse de en etkili oyuncusu her zaman Andriç ve Schumpert olmuş, İki tane temel hücum seti var bu takımın birincisi Tutku-Andriç pick and roll ü, ikincisi yine bu pick and roll sonrası yardım gelirse Schumpert'in üçlükleri. Şimdi Fenerbahçe ve Spahija 9 maçtır aynı şeyi yapan takıma karşı tek bir çözüm hamlesi getirmemiş, değişik hiç bir şey denememiş, çatır çatır pick and rollerden sayıları yemeye devam etmiş. Burda koça kardeşim sen nasıl rakip çözümlüyorsun diye sormayacak mıyız ?

Schumpert 4 faulle oynarken 5. faulünü alması için bir kez onun adamından post up oyunu oynamadık. Adama 5. faulü aldırsak en büyük hücum tehdidini yok edeceğiz halbuki ama geçen yıldan devam eden sahada aklını kaybetme hali devam ediyor. Fark 7 sayıya çıkmış ve tam doğru beşi bulmuşken Spahija'nın Ukiç ve Bogdonaviç'i kenara almasıyla Galatasaray'a buyurun bizi yakalayın demesi saçma sapan hücumlar, alan savunmasına karşı üçüncü saniyede top kullanmak Jerrels'in şutuna zerre kadar güvenmemesi hepsi birleşince zorla adamlara maçı veriyorsun. Uzatmada fark 2 ye inmişken 31 saniye kala taktik faul yapılması ya da yaptırılması da takımın bir saha içi akıl eksikliği olduğunun en önemli göstergesidir.

Spahija bazı maçlardan sonra oyunculara çok sert mesajlar veriyor biz de taraftar olarak bunu takdir ediyoruz ama artık bir özeleştiri yapma zamanı da kendisi için geldi. Şu Galatasaray maçını bir koç ne kadar kötü yönetebilirse o kadar kötü yönetti. Biraz kendisine de çekidüzen versin.

Şimdi o faul girseydi bunları söylemeyecektin diyenler falan da olabilir Spahija'nın ve takımın eleştirdiğim bütün yönleri geçen seneden tevarüs eden şeyler dolayısıyla tek maçla mahkum etme falan değil. Ayrıca faul meselesine de değinmek lazım. Her oyuncu faul kaçırır ama bir takımda top elinde çizgiye gittiğinde bu adam 2/2 atar düşüncesi taraftara hissettirecek oyuncular olması lazım.Geçen sene sadece bunu düşünebildiğimiz Saras vardı. Allah aşkına Ukiç çizgiye gittiğinde bu adam kesin ikisini de sokar düşüncesi kimin kafasında vardı. Ukiç en kritik yerde geçen sene Abdi İpekçi'deki final serisinde de faul kaçırdı zaten mental olarak bir üst seviyeye çıkma konusunda buralarda tökezliyor, aynı şekilde Emir'de geçen sene uzatmaya giden Karşıyaka maçında kaçırdı bu sene Avrupa Şampiyonası'nda Almanya maçında kaçırdı burda da uzatmada kaçırdı. O da kendisini en üst sınıfa çıkaracak zihinsel sıçramayı zaten buralarda yapamadığı için hala çok iyi oyuncu ama winner statüsünü kazanamadı.

Şu kesin Fenerbahçe maç sonlarını çok kötü oynuyor. Geçen sene uzatmada kazandığımız sadece İstanbul'daki Erdemir maçını hatırlıyorum. Zalgiris'e Karşıyaka'ya Galatasaray'a uzatmada kaybettik. Üstelik bu üç takımla da aramızda çok ciddi kalite farkı olmasına rağmen. Bu takımın resmi söylemi Final Four olabilir ama bırakın Final Four 'u son beş senedir ilk kez TBL 'de şampiyonluğun bir numaralı favorisi olarak lige başlamıyoruz. Bugün pek çok bahis sitesi bu maçta Galatasaray'ı favori göstermiş ve haklı da çıkmışsa Spahija'nın ve Fenerbahçe'yi yöneten basketbol aklının bir şeyleri gözden geçirmesi şart.

Şimdi takımı eleştirince hep destek tam destek sloganını hatırlatanlar falan var. Bir kere o sloganı son derece tehlikeli ,eleştiriyi bozgunculukla özdeşleştiren bir söyleme kayabilecek otoriter bir slogan olarak gördüğümü ve doğru bulmadığımı belirteyim. Biz Fenerbahçe kaybettiğinde daha az Fenerli olmuyoruz ya da eleştirdiğimizde sevgimiz, desteğimiz azalmıyor. Eleştirinin de sevgiye dahil olan bir kavram olduğunu idrak edersek sanırım hayatımız çok daha çekilir hale gelecek.
Devamı ...

11 Ekim 2011

Voleybol Federasyonunun Eyyamı ve Naz Aydemir Meselesi




Hatırlanacağı gibi Türkiye Voleybol Federasyon’u milli takım kampına davet edildiği halde gitmeyip kulübüyle antrenmanlara çıktığı gerekçesiyle Fenerbahçe oyuncusu Naz Aydemir’i ceza kuruluna sevk etmişti. Avrupa Şampiyonası bittikten sonra sessiz sedasız ceza kararı açıklandı.

TÜRKİYE VOLEYBOL FEDERASYONU BAŞKANLIĞINDAN
Federasyonumuzca bugüne kadar sporcu, idareci ve diğer spor elemanları hakkında TVF Ceza Kurulunca verilen kararların ifşa edilmesinden özenle kaçınıldığı malûmdur. Ancak bugün bazı internet sitelerinde sporcu Naz AYDEMİR hakkında verilen ceza resmen duyurulmuş gibi bir izlenim yaratılmış, bu nedenle aşağıdaki açıklamayı yapma zorunluluğu doğmuştur.

Türkiye Voleybol Federasyonu Ceza Kurulu tarafından; sporcu Naz AYDEMİR hakkında TVF Ceza Talimatının 57. maddesi doğrultusunda işlem yapılarak kendisine "1 ay resmi yarışmalardan men cezası" verilmiş, sonrasında Kurulca takdir yetkisi kullanılmak suretiyle cezanın, aynı Talimatın 25. maddesi doğrultusunda yarı yarıya indirilerek 15 gün resmi yarışmalardan men cezasına ve bu cezanın da yine aynı Talimatın 14.2.1.2. maddesi hükmü uyarınca "2 resmi yarışmadan men" cezasına çevrilmesine karar verilmiştir.

Sporcunun cezası, Kulübüne tebliğ edilmiştir.

Saygıyla duyurulur
.
Şimdi duyurudaki garipliğe bir bakalım Ceza Kurulunca verilen kararların ifşa edilmesinden özenle kaçınılmıyormuş. Şimdi burda durup kardeşim siz manyak mısınız sorusunu sormamız gerekiyor. Ceza Kuruluna sevk ettiğiniz kişinin cezasını tabii ki ifşa edeceksiniz, iki maç men cezası vereceğiz ama kimse duymasın diye mi karar alıyorsunuz, Federasyon garabet açıklamaya devam etmiş ifadeye gel vatandaş "resmen duyurulmuş gibi bir izlenim yaratıldı ama biz kulübe cezayı tebliğ ettik" diyorlar. Yani cezayı kulübe tebliğ edip kamuoyuyla paylaşmayınca ceza resmi olmuyor bu anlatma ve ifade yeteneği olmayan Federasyon’a göre

Gelelim ikinci paragrafa. Voleybol Federasyonu Naz’a Ceza Talimatı'nın 57. Maddesine istinaden ceza verildiğini açıklıyor. 57. Maddeye bir bakalım
Yarışmada Görevlendirilen Hakem, Gözlemci, Temsilci, Saha Komiseri ve Diğer Federasyon Mensuplarına Karşı İşlenen Suçlar
Kaba, Müstehzî, Küçük Düşürücü Hareket

Madde 57 – Spor gezisi, kamp, kongre, kurs, seminer, konferans ve sair toplantı yerleri ile çalışma ve yarışma yerlerinde yönetici ve yetkili mercilere karşı spor disiplini ve terbiyesine aykırı harekette bulunanlar suçları daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde ihtar cezası ile cezalandırılırlar.
İhtar cezası gerektiren bu tür eylemi birlikte işleyenler bir ay yarışmalardan men veya o kadar süre ile hak mahrumiyeti ve/veya 5.000.-TL’ye kadar para cezası ile cezalandırılırlar.
Yarışmadan önce, yarışma sırasında veya yarışmadan sonra görevli hakemlere, gözlemci, temsilci, saha komiseri ve Federasyon mensuplarına kaba, müstehzi ve küçük düşürücü söz sarf eden veya bu kabil hareketlerde bulunanlar yirmi günden üç aya kadar yarışmalardan men veya bir aydan üç aya kadar hak mahrumiyeti ve/veya 10.000.-TL’ye kadar para cezası ile cezalandırılırlar.
Bu hareketler protokol tribününde yapılırsa verilecek ceza bir misli artırılır."


Naz’ın ceza kuruluna sevk edilmesinin gerekçesini yukarıda belirtmiştik mazaretsiz milli takıma katılmaması yani yukarıdaki maddeyle ilgisi yok. Ceza talimatında milli müsabakalara mazaretsiz katılmama diye bir ceza maddesi olmasa hadi diyeceğim geniş yorumla bu maddeye dayandırabilirler verecekleri cezayı ama kapı gibi bir madde var talimatta. Buyrun size madde 42

Temsilî ve Millî Yarışmaya Katılmamak

Madde 42 – Görevlendirildikleri hususu; telefon, faks, elektronik posta veya Federasyonun Resmî İnternet Sitesi yoluyla ilan edilmesine rağmen, ilgililerce geçerli bulunmayan nedenlerle veya mazeretsiz olarak temsilî veya millî yarışmaya, millî takım kadrolarında yer almasalar dahi millî takım hazırlık çalışmalarına, Federasyonun voleybolun imajını yükseltme amaçlı organize ettiği kutlama, gala, tanıtım, iletişim ve benzeri etkinliklerine katılmayan, geç katılan, çalışma ve/veya yarışma ve/veya faaliyet yerini terk eden kişi üç aydan bir yıla kadar yarışmalardan men ve/veya 10.000.-TL’ye kadar para cezası ile cezalandırılır.
Olayın mahiyetine göre ilgili teşekkül altı aya kadar yarışmalardan men ve/veya 20.000.-TL’ye kadar para cezası ile cezalandırılabilir.
Teşekküle verilen bu ceza yerine resmî yarışma adedi ile men cezası uygulanabilir.


Görüldüğü gibi Naz’a bir ceza verilecekse 57. Değil 42. Maddeye göre verilmesi lazım. Şimdi federasyon Naz’a 42. maddeye göre verilecek ceza daha uzun süreli bir ceza olduğu için bunu vermeyi göze alamayıp 57. Maddeye göre ceza vermiş. Sonra da yetkisini kullanıp yarıya indirmiş, onu da yine başka bir yetkisini kullanıp 2 resmi maçtan men cezasına dönüştürmüş. Tam anlamıyla ceza verelim ama fazla da gürültü kopmasın diye alınmış garabet bir karar.
Fenerbahçe kulübü de federasyonun açıklaması üstüne yine suyu sabuna dokunmayan cezanın niye verildiğine dair bir eleştiri yapmadan bir açıklama yayınlamış

Bayan Voleybol Takımımız Fenerbahçe Universal’in Milli oyuncularından Naz Aydemir’in cezai durumuna dair yanlış bilgilendirmenin önüne geçmek isteriz.

Milli oyuncumuz Naz Aydemir, Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF) Ceza Talimatı’nın ilgili maddesi uyarınca, ’2 resmi yarışmadan men cezası’ almıştır. Kulübümüze, 4 Ekim 2011 tarihinde tebliğ edilen bu karar neticesinde, oyuncumuz 5 Ekim 2011’de cezaya itiraz ederek; konuyu Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu’na taşımıştır. Spor kamuoyunun bilgisine sunarız.


Voleybol Federasyonu ‘nun işi gücü milli takım, gücü yetse ligi kaldıracak Ünal Efendi. Naz milli takım kampına katılmadıysa ve sen de mazaretini geçerli bulmadıysan ceza kuralını uygula. Şark kurnazlığı yapıp ceza verelim ama çok da tepki çekmeyelim diye aptalca işler yapma. Kaldı ki bir gün bile verilecek ceza sakat olduğunu söyleyen, bunu raporla belgeleyen ve bu yüzden milli takımda olmayan birisinin en temel insan hakkının ihlalidir. Voeleybol federasyonu dangalakça bir takvimle senenin yarısını milli takımda geçiren sporcuların yükünü hafifleteceği yerde sağlıklarını riske etmelerini istiyor. Yakında Cenk Akyol'la ilişkisini onaylamıyoruz diye de Naz'a ceza verirlerse şaşırmayacağım.
Fenerbahçe yönetimine gelince, sporcuları milli maçta küfür yiyip ıslıklanırken, milli takım kamplarında sakat sakat oynatılmaya zorlanırken sporcunuzu savunmayacaksınız siz ne işe yararsınız. Bu rezil federasyon başkanına milli takımı Kuzey Kore gibi yöneten bu başkana bu ne iş diye sesini yükseltmekten sizi ne esirgiyor.
Devamı ...

5 Ekim 2011

Buyrun Size İBB Maçı - Biz Salak Değiliz



Belki de gözlerinin önündekini söyleyemeyecek hale geldiler. İnsan aklının bunca çelişkiyi, çarpışıklığı, tutarsızlığı, anlamsızlığı bir anda algılaması ve bütün bunlar karşısında sessiz kalması mümkün değil. Şizofrenlerle mi yaşıyoruz? Delirdiler mi? 6 Ekim günü Berna'nın duruşması var. "Parasız eğitim istiyoruz" yazan bir pankart açmış. 17 aydır tutuklu. 17 ay. Mehmet Ağar, bu ülkede çete adına kurulabilir ne varsa hepsini kurup ceza almasına rağmen hala hapis yüzü görmedi. Bir gencecik kızcağızı 17 ay hapislerde çürütecek kadar kudurmuşluk vicdanın hangi coğrafi parçasına denk düşüyor?

Hayati Asiltürk, adını bilen yok. Başbakana mektup yazdı 10 ay hapis cezası aldı. Üniversiteyi 4 yılda bitirdi, 3 yıl işsiz kaldı, yeter diye bu insan derdini kime anlatsın? Başbakanlar mektup yazılamayacak, ülke durumundan şikayet edilemeyecek kutsal figürler mi? Demokratikleşmekten artık başımıza ağrı giriyor. Dilşad'ın "kadın mı kız mı belli olmadığı"ndan, Hopa'daki Metin Lokumcu'ya, Ahmet Şık'a upuzun bir listenin bir yerinde MHP'li milletvekillerinin cinsel faaliyetleri halkın önüne kütle gibi savrulurken, iddianemelerin orta yerinde insanların günlük sohbetlerini okuyor, Aylin Duruoğlu'nun bu memlekette arkadaşlarıyla buluştuğu için 10 ay (300 gün) hapiste kaldığının bilinciyle dumura uğramış bir vaziyette bakıyoruz ekrandan geçip giden haberlere.

Başbakan bir kükreyince altına kaçıracak gibi olan yöneticilerden, medya patronlarına çok uzun bir hattın orta yerinde, sen, ben bizim oğlan, toplamı halk, şu şike soruşturmasının başından beri gülle gibi bağırabildik mi bu işte yanlış giden bir şeyler var diye. Öyle abuk subuk iddialar öyle fütursuzca salındı ki medya mahallesine, Esad'ın Lazkiye'ye attığı bombalar gibi vicdanımızı tarumar ettiler. Mağdur mağdur gezenler, harami kooperatiflerinde asli üyeliğe soyunup, bıçak gibi kelimelerle lime lime ediyorlar bütün ahlaki varlığımızı.

Farkında mısınız Tayfur Havutçu hala tutuklu ve hala Beşiktaş taraftarı Tayfur'un kendisini aklamasını bekliyor. Aptal mısınız? İbrahim Şahin'in hafızasını kaybettiği için affedildiği ve Berna'nın 17 aydır tutuklu kaldığı bir memlekette hangi yargının hangi çerçevesine güvenerek Tayfur'dan Theseus gibi doğramasını istiyorsunuz canavarları?

Galatasaraylılar, Trabzonsporlular, Beşiktaşlılar Allah aşkına bir gözünüzü açın. İşte Emniyet böyle bir emniyet işte yargı böyle bir yargı. Cihan Kırmızıgül puşi taktığı için terör örgütüne yardım ve yataklıktan alıkonuldu, 20 aydır tutuklu. Çocuk Galatasaray Endüstri Mühendisliği öğrencisi. Bu zulmü yapanların, bu zulme kat çıkıp binlerce insanı tutuklayanların, herhangi bir konuda doğru, dürüst, aklı başında bir iddiada bulunabileceklerine inanacak kadar salak mıyız?

Manifesto! Ne güzel kelime! Alkışlar. Peki o manifestonun yazarları bir zahmet bize anlatırlar mı Cihan nasıl aklasın kendisini? 20 aydır tutuklu. Bir hücrede yaşıyor. Bilgisayarı, interneti, ipadi, tuvaleti, nesi var da neyin üzerinden kimle temasa geçip de bunca aydır çektiği çilelerin isyanını hepimize beyan edecek?

Bu ateş üfleyerek sönmez. Çok doğru. Üstünüze kurulduğunuz dolar bazlı imparatorluklar cehennemin dibine doğru alevi harlarken, "yandım" diye ses çıkartabilecek haliniz, mecaliniz kaldı mı? Nihayetinde duayen İnan Kıraç 45 dakika Başbakan kapısında özür dilemek için bekledi bu ülkede. Kuzey Kore veya Stalinist Rusya'da değil. Gık diyebildiniz mi? Geçtim Aziz Yıldırım'ı, Şekip Mosturoğlu'nu, Tayfur'u veya Cemil'i, gencecik bir çocuğun zindanda olması umurunuzda mı? Buyrun asil Galatasaraylılık. Beşiktaşlı duruşu. Görelim bir heybetinizi. Gözünüzün önünde bu kadar zulüm varken, sessiz kalmanın bin türlü rengi var, hepsi tek bir satırda birleşiyor: korku.

Kafayı yemiş gibi şike şike diye bağırıyorlar. Canınızı şikeyle aldılar. Çocuklarınızı hapislere tıktılar. Bir yumurta atan terörist oldu, milletvekillerinden gazetecilere kadar envai çeşit meslek grubundan insan cezaevinde boncuktan kuş yapıyor, teknik direktörünüzdü, asbaşkanınızdı, öğrencinizdi hepsi koğuşlarda uyumaya çalışıyor, Allah adına bir kere "yahu bu ne iş" diyemiyorsunuz.

Hala manifestolar, beyannameler, basın açıklamaları ve Fatih Terim'in gardrobundan mürekkep bir medya iletişim stratejisi ile sessiz sessiz. Sanki bunların hiçbiri yok. Bu ülkede şike varmış, futbol temizlenecekmiş. Sevsinler temizleyicileri. Hanginiz temizleyecek ulan bu ülkedeki futbolu? Bu medya mı temizleyecek futbolu? Milyar dolarlık vergi cezalarının gölgesinden korkup, güzelleme yapmadan tek satır yazamayan insanlar sürüsü, ciğerlerine işleyen korkudan bir vakit bulacak da "gerçekleri" mi sunacak size? Bu hakimler bu savcılar mı temizleyecekler boğazlarında HSYK'nin keskin pençeleriyle? Bu polis mi temizleyecek, hala Hrant Dink'in örgütlü mü örgütsüz mü öldürüldüğünü araştırıyorlar. 5 yıldır olay anındaki telefon konuşmalarını açığa çıkartamadılar. Festus Okey davasında Emniyet güçleri hala Festus Okey'in adının Festus Okey olup olmadığını aramakta.

Şerefli duruşunuzu yesinler. O güzelim manifestoların hangi kelimesine uygun bir hayatınız var? Neresinden tutturacaksınız sözlerinizle yaptıklarınızı? Kanalizasyon taşmış, sokakları bok basmış, paçanıza kadar pisliğin içerisinde yaşıyorsunuz, herkes kolera ondan sonra bir peçeteye yazı yazıyorsunuz "kangreni biz kesmessek başkaları gelir keser"

Buyrun kesin yaşam damarlarınızı bağlayan, hepinizin nefesinizi boğazınızda tutan o büyük ve meşum kangreni. Nedir bu kasabanın herkesin bildiği büyük sırrı? Hanginiz yargıya güveniyor, kim polisine itimad ediyor, şunca olay ortalarda dolaşırken "ay canım futbol kirlendi, temiz futbol istiyoruz" diye hukukilik oynamanın, ahlaklı bir insanmış gibi davranmanın neresinde insanlık ailesine yakışır tek bir tutum var?

Yalan üstüne yalan söyleyip, sanki gerçek hayatında bu ülkede yaşamıyormuş, sanki şu olanların hiçbiri olmuyormuş gibi Norveç insanı konformistliğinde beyanatlar beyanatlar. Adnan Polat niçin gözleri kan kırmızı Başbakan peşinde koşturdu bu ülkede? Bir tane protesto. Neden bu kadar korktu? Bir kulübün başkanı, bir iş adamı, kendi stadında bir Başbakan protesto edildiği için neden bu kadar korkar? Almanya'da Merkel'den bu kadar korkarlar mı? İngiltere'de David Cameron bir maçta protesto edilse, örneğin Arsenal başkanı kapı kapı gezecek mi? Neden Türkiye'de böyle? Nedir bu içimize işleyen, hepimizin bildiği ve işlerin hiç de iyi olmadığını gösteren o büyük panik?

İşte ortak yaşadığımız hayat bu. Burada yaşıyoruz. Hükümeti protesto ettiği için hapse atılan, tutuklunan, yargılanmayı bekleyen öğrenciler, öldükten sonra hakaret yemeye devam eden emekli öğretmenler, güvenparkın ortasındaki havuza atılan TEKEL işçileri - hepsini unuttunuz değil mi? Buyrun lan karşı çıkın. Hayatınızdaki şikelere karşı çıkın. Bu ülkedeki pisliklere karşı çıkın. Adil bir futbol isteyip, adil bir ülke istememek kadar dangalakça bir şey var mı?

İBB maçını izliyorum. Şu ülkede utanması olan birileri varsa, bu maçı izlerken kıpkırmızı olmuştur. Adnan Öztürk, Ünal Aysal, yazsanıza iki kalem bir açıklama? Fenerbahçe geçen sene İBB maçında şike yapmakla itham edildi. Oturmuş takım, full kadro, final maçı konsantrasyonu ile bu takım İBB'yi 2-0 yendi. Bu sene hepinizin üstünde taklalar atan İBB'yi, şöyle bir hazırlık sezonundan sonra, bu kadar eksikle gene yendi. Stoch aynı golden attı. Ağzınızı açın da bir laf diyin. Oran orantı. Bu çocuklar her maç alınterlerine sahip çıkmak için çıkıyorlar. Tertemiz. Hala bu çocuklar onurları için, şerefleri için, bu ülkede üstlerine bu kadar iftira atıldıktan sonra da esasında bu iftiranın nasıl büyük bir yalan olduğunu göstermek için yeşil sahada bir savaş veriyorlar. Gözünüz mü yok görmüyor musunuz? Diliniz mi yok? Konuşamıyor musunuz? Kafayı yemiş gibi Fenerbahçe şike yaptı, temiz futbol istiyoruz. Fenerbahçe şike yapmadı. Fenerbahçe'ye tarihin en büyük yalanlarından biri atıldı ve her 90 dakikada futbolcular bu yalanın üstünden buldozer gibi geçiyorlar. Twitterda, sözlüklerde konuşanların nutku tutuldu, hakaretten başka edecek lafı olmayan adamlar maç saatlerinde ortada gözükmüyorlar. Alayları arşa değenler dahi "o başka bu başka" gibi aptal aptal laflar edip geçiyorlar. Bu sene bunca eksikle ve bu kadar kötülüğe maruz kalıp sahaya çıkan takım yeniyor da geçen sene şampiyon olmak isteyen takım çok daha iyi bir kadroyla neden yenmek için şikeye ihtiyaç duysun? Güntekin'e sorarsan kimse futbolculara bir şey söylemiyor. İçinde şike teklifinin olmadığı, futbolcunun olmadığı, sahada herhangi bir bozukluğun olmadığı bir şike soruşturması geçiriyoruz! Bu şike soruşturmasına göre futbolcular şike yapmadı, yöneticiler şike teklif etmedi, sahada da herhangi bir olay yok ama yine de şike var!

Adalet çok büyülü bir kelime. Adalet. Hak. Hukuk. Vicdan. Bunlar medeniyet kurup, medeniyet yıkan kelimeler. Temiz, namuslu bir futbol istiyorsunuz. O zaman namusa sahip çıkın. Adil bir yarış istiyorsunuz, adil bir ülke isteyin.

Çünkü şike ne? Şike bir haksızlıktır. Şike bir tecavüzdür. Başkasının hakkını çalmaktır. Hırsızlıktır. Şike hak etmediğini almaktır. Başkasının hakkına el koymaktır. Zulümdür. Buyrun işte orada zulme uğramış binlerce insan gözlerinizin içine bakıyor kanlı canlı. Dudaklarınız mühürlenmiş. Hala bize martaval anlatıyorsunuz. Baransular, Rasim Ozan Kütahyalılar, Erman Toroğlu'lar, Serhat Uluerenler'den temizlik bekliyorsunuz. TMSF'ye borçları yüz milyon doları aşan, kamunun parasını yedinde toplayan Sadri Şener'den hep birlikte bu ülkenin temizlik ikonu olmasını istiyorsunuz. Başkalarına stad yapılırken, sizin stadınızın açılışında adeta kavga edenlerden adil bir hayat istiyorsunuz. Salak mısınız?

İşte Fenerbahçelilerin söylediklerinin özeti budur. Fenerbahçeliler salak olmamayı seçti. Kırk bin küsür kadın o maça neden gitti? Biriniz çıkıp sormadınız. Bunca kadını o maça götüren aşk nedir? Nedir bu duygu? Alçak, rezil adamlar "maç bedava" diyor. Hayır maç bedava değil. O maç çok değerli çünkü hayat çok değerli. Çünkü haksızlık çok ağır. O insanlar o maça sevdiklerine sahip çıkmak için gittiler. Beyanname değil eylem. Suya sabuna tirit manifesto değil, icraat. Bu ülkede kötü giden bir şeyler var. başörtülüsünden başı açığa, kürtünden türküne, alevisinden sünnisine binlerce kadın bağırdılar bize: biz bu zulmü görüyoruz!

Fenerbahçeliler neden yürüdü sokaklarda? Niçin bunca insan, yaşlı, erkek, kadın, çoluk çocuk bu sokaklarda biber gazı yemeye koştular. Çünkü biz bu zulmü görüyoruz.

Biz salak değiliz. Biz nefretimizden, öfkemizden, düşmanlığımızdan, öteki kabul ettiğmizden salak pozuna yatmayı da kabul etmiyoruz. Bu ülkede kötü giden bir şeyler var. O şeylerin hepsi de sessizliğinizle büyüyor.

Fenerbahçe için ayağa kalkmayın. Berna için kalkın. Bugün tutukluluğu devam eden yüzlerce öğrenci için kalkın. Gazeteciler için kalkın. Basın özgürlüğü için kalkın. Bırakın da bir kere zalimler kendilerini aklamak zorunda kalsın. Zulme uğrayanların üstüne çok binip, güçlünün karşısında yeter eğildiğiniz.
Devamı ...

3 Ekim 2011

Ahmet Altan'a Açık Mektup



Ahmet Bey siz birilerine mağdur sıfatıyla mektup yazmaya alışıksınız, silahla ya da muktedir konumlarıyla sizin yaptıklarınızı beğenmeyenlere karşı hem masum hem mağdur imza ve pozlarıyla, işiniz gücünüz sadece gerçek gazetecilikmiş kamuflajıyla yazdığınız mektupları okuduk.

Bu sefer de elinde kalemi tutmanın hükümranlığıyla aylardır planlı programlı aşağıladığınız kulüp taraftarı olarak biz size bir mektup yazalım dedik. Fenerbahçe ile alıp veremediğiniz ne bilmiyorum, babadan miras bir Mektep'i Sultani talebesi olarak Fenerbahçe'yle pek iyi anılarınız yoktur muhtemelen. Fenerbahçe'yi kişisel olarak sevmeyedebilirsiniz, bunun için kimse size tek söz edemez, bizim merak ettiğimiz sorumlusu olduğunuz gazetenin Fenerbahçe ile ilgili bütün haberlerinde neden ısrarla nefret söylemine yaklaşan ifadeleri seçtiğiniz. Soruşturmanın s sinin olmadığı günlerdeki Emre Uslu'nun Fenerbahçe Orduevi'nden Fenerbahçe Cumhuriyeti Orduevi diye ısrarla bahsetmesinin, soruşturma günüyle beraber Rok'ların Baransu'ların ahlaksız gazeteciliğinin, Yasemin Çongar'ın işi gücü bırakıp Fenerbahçe'yle uğraşmasının damadınızın, kızınızın gazetecilik etiğini bir kenara bırakıp saçma sapan beyanlarla ilkokul üç öğrencisinin sorgulama yeteneğini bile göstermeden yazdığı şeylerin gerekçesi nedir?

Şike operasyonunu temiz Türkiye istediğiniz için mi, kulağınıza üflenenleri yazmak zoruna olduğunuz için mi bu kadar sahiplendiniz? Taraf gazetesinin bu seneki maçlarda bile Fenerbahçe'ye şike yapıyor iması yapacak kadar delirmesinin, "Belediye hizmete devam ediyor" diye başlık atabilmesinin gerçek nedeni nedir?

Devletin ideolojik aygıtı olarak hareket etmek sivilleşme değildir
Taraf çıkarken TSK'nın basın sözcüsü ve halkla ilişkiler vasıtası haline gelmiş anaakım medyanın eleştirisi üzerine temellenmişti. Geçen bunca zamandan sonra apoletlilerin değil, sivil hükümetin basın sözcüsü haline gelmeniz sizi sivil mi yapıyor sanıyorsunuz? Asker güdümünden çıkmanın sözlük anlamıyla sivilleşmeye yol açtığı kuşkusuz bir gerçek ama bunca yılın gazetecisi olarak, sivilleşmenin demokratikleşmeye dönüşmediğini göremeyecek kadar kör değilsinizdir.

Ahmet Bey geçmişte sizi uğradığınız yasaklara karşı savunurken, mahkeme kararlarıyla yasaklanan kitaplarınızın hukukuna sahip çıkarken bugün yasaklarla binbir türlü hukuksuzlukla, bu kadar barışık olmanızı ibretle izliyoruz. Polisten gelen belgeleri ayet gibi kabul eden muhabirlerinizle, polisin yaptığı hukuksuzlukları sanat eseri diye öven cevval habercilerinizle bir zamanlar şikayet ettiğiniz devletin ideolojik aygıtı gibi hareket ediyorsunuz artık.

Doksanların güç manyağı kalemsörlerinin akibeti Taraf'ı da bulur
Bunlar ikbal günleriniz, şüphesiz elinde gücü bulunduranların türlü çeşitli hukuksuzluğuna uğramış biri olarak şimdi güçlülerle aynı safta olmak sizi rahatlatıyordur, o yüzden üç ay önce hayal bile edemeyeceğiniz Fenerbahçe ile ilgili şeyleri yazmakta beis görmüyorsunuz.

Şüphesiz bir gün bu ülkeye güç değil vicdan, keyfiyet değil adalet hakim olduğunda 90'ların güç manyağı vicdan fukarası kalemşörleri bugün ne haldeyse Taraf'ın kulağına üflenenleri yazan muhabirlerinin, Fenerbahçe'ye savaş açan yazarlarının halini de göreceğiz. Kardeş yayın organızın reklam söylemini hatırlayalım "Gerçekler zamanla anlaşılır"

Daha rahat bir hayat sürmek varken malınızı mülkünüzü riske edip Taraf'ı çıkarmakla büyük bir maceraya atıldığınızı söylüyordunuz, geldiğiniz noktaya uzaktan bakınca ne kadar trajik. Bağımsız bir ses olma çabasından sahibinin sesi olmaya doğru hazin bir geri çekiliş.

Desibel rekortmeni köşe yazarları
Muhafazakar mizah diye bir şeyin olamayacağını her Tweetiyle bize bir kez daha hatırlatan "sözde" genç sivillerinizden, desibel rekorundan başka bir erdemi olmayan köşe yazarlarınızdan, kulağına üflenenleri suflesiz söyleyebildiği için kendini büyük muhabir sanan elemanlarınızdan sizin adınıza ben utanıyorum.

Ahmet Bey bırakın bu işleri artık her gün insanı utandıracak şeyler yapan imzaların en üstündeki imza sizin olmasın, Fenerbahçe'yi aşağılamak başka şeyleri aşağılamaya benzemez, bu vicdanı kör muhabirlerinize, editörlerinize bir zahmet bunu hatırlatın. Bir yandan barış, çicek böcek nutukları atarken milyonlarca Fenerbahçeli'nin nefretini körüklemeyi ve bunu sistematik olarak yapmayı artık bırakın. Siz her zamanki megalomanlığınızla kendi adınıza gazetecilik ödülü verileceğini falan sanıyorsunuzdur ama Taraf Gazetesi bu gidişle Goebbels'in anısına verilen bir ödülü alabilir en fazla.

Eski bir Taraf okuru
Devamı ...