30 Kasım 2010

Aptalca Bir Futbol Metaforu: Tecavüz



Barcelona - Real Madrid maçından sonra her farklı biten maçtan sonraki gibi yine cinsiyetci rezil göndermelerin olduğu bir sürü yorum okudum, herhangi bir zeka parıltısı olmayan aptalca bir metafor bulundu artık farklı biten maç sonraları için "tecavüz".

Tecavüz gibi bir kelimenin bağlamından bu denli koparılıp, bir takımın diğerinden çok daha iyi oynadığı, yıllardır çalıştığı bir bale koreografisi sergiler gibi sergilediği bir oyundan sonra yegane metafor olarak kullanılması bu topraklardaki kadın-erkek ilişkisinin nasıl algılandığının da bir yansıması. Maçın kırmızı noktalı yayınlanması geyikleri, sözde en seçkin blogcunun Twitter'da hâlâ enişte geyiği yapması, futboldaki cinsiyetci dilin kültürlü, kültürsüz; varoş, metropol bütün insanları teslim aldığını gösteriyor. Bir takımın bir takımı yenmesini karı koca ilişkisiyle açıklayanlar, belli ki kadın olmayı doğuştan aşağılık, rezil bulan bir fikrin etrafında sosyalleşmişler.

Daha korkuncu görsel olarak müthiş bir zevk veren takımın eyleminin, yani iyi bir şeyin kötü bir şey olan ya da (en azından olmasını dilediğimiz demek lazım) tecavüzle özdeşleştirebilmesi. Tecavüz haberleri okurken tiksinerek ötekileri küçümseyen adamların pek çoğu bir futbol ya da basketbol maçında rakibinden daha iyi olan bir takımın eylemine gevrek gülümsemelerle "tecavüz abi süper" diyebiliyor.

Pek çok insan için kullanılan kelimeler ya da metaforlar basit, o anda söylenip geçilen bir şey olabilir oysa büyük resme baktığımızda bu metaforlar bir söylem icat ediyorlar. İcat edilmiş egemen söylemin içinde büyüyen her insan da o dili yeniden üreterek meşrulaştırıyor. Türkiye'de "kesinlikle faşist değilim diyip, günde 20 kez sıradan faşizm örneği cümleler sarfeden adamlar olduğu gibi, kadın erkek eşitliğine iman ettiğini söyleyip bir futbol maçında bile "tecavüz ettik, "siz bizim karımızsınız" cümleleri sarfeden insanlar var. Sıradan cinsiyetçilik de bu toplumun önemli hasletlerinden ve iki yüzlülük göstergelerinden biri.

Taşından toprağından tecavüz hikayeleri fışkıran ve bilmediğimiz pek çok tecavüz hikayesini de taşının toprağının altında saklayan bir ülkede tecavüz kelimesinin neredeyse bir espri haline gelmesinin, futbol maçlarının en seçkin metaforu haline sokulmasının ne arada olduğunu nasıl ve ne kadar seviyesizleşebileceğimizin bir sınırı olup olmadığını merak ediyorum.
Devamı ...

28 Kasım 2010

Sorunlar



Sezon başından beri takım oturmadığı, oturacak gibi olduğunda kritik sakatlıkla düzen yeniden kurulmaya çalışıldığı için iki ileri bir geri devam ediyoruz. Sakatlar düzelir, Lugano soyunma odasına giderken kimseyi dövmez, bir daha uzun süreli sakatlık olmazsa daha istikrarlı bir takım ortaya çıkma ihtimali var ama bu ihtimal hâlâ düşük. Artık ilk devreyi bitirmeye üç maç kalmışken bazı sorunları daha net görüyoruz.

1. Sol bek: Artık Fenerbahçe formasıyla çıktığı maçlarla bir ilgisi kalmamış olan Andre Santos nedeniyle Caner oynuyor. En iyi savunma yaptığı günde bile en basit pasları veremeyen, pas ritmini bozan bir oyuncu. Zaten savunma da yapamıyor. İBB maçındakinden daha iyi oynadığı maçlar da oldu fakat bugünkü gibi oynadığı maçlar nedeniyle artık bir çözüm bulunması gerekiyor. İlk akla gelen çözüm devre arası Andre Santos'un gönderilmesi ve yabancı sol bek alınması. Yıllardır devre arasında böyle mantıklı hamleler yapmıyor kulüp, bu sene yaparlarsa sürpriz olur. Takım içinde çözüm Okan'ın sağ kanatta, Gökhan'ın sol kanatta oynatılması olabilir. Bunu kim söyledi hatırlamıyorum, İbrahim Üzülmez Fenerbahçe maçında sağda oynayınca "bek bektir, sağı solu olmaz" demişti. Büsbütün haksız değildi. Gökhan zaten ceza yayına ilerlemeyi seven bir oyuncu, ters kanatta rastgele orta sayısı azalır, isabetli pas sayısı artar. Bu çözümün en büyük yan etkisi takımda sol ayaklı oyuncu kalmaması olur. Stoperler, Yobo ve Lugano sağ ayaklı, sol açık Stoch da sağ ayaklı, sol bek de sağ ayaklı olursa rakibin sağ kanadından geliştirdiği ataklarsa savunma sıkıntısı olabilir. Caner'in bugünkü halinden, Andre Santos'un normal halinden daha mı kötü olur? Sanmıyorum.

2. Kanatlar: 2 senedir kanatlarda oynamaları için Mehmet Topuz, Özer, Stoch, Dia, Andre Santos alındı, hâlâ kanatları sorun kısmına yazıyoruz. Harcanan paranın haddi hesabı yok. Aslında Dia ve Stoch pek ümit kesilecek oyuncular değiller. Stoch'un zaman zaman parladığı anlar, yeteneği konusunda ipucu veriyor. Dia'nın süratiyle de baş edemeyecek çok fazla takım var Türkiye Liginde. Sorun bu iki oyuncunun ligde toplam 1 gol atmış olması. 36 golden 5'inin de asistini yapmışlar, eklemek gerek, fakat bu sistemde daha golcü olmaları gerekiyor. Girdikleri pozisyon sayısı bile sınırlı. Bu arada 4-3-3 hayranları bu istatistikleri iyi okusun. Önerdikleri şey hücum gücünden 4 asist 10 gollü bir oyuncusu çıkarıp, 5 asist 1 gol yapabilmiş 2 oyuncunun sorumluluğunu arttırmak. Keşke FM'de sağa sola sürükleyip kadro yapmak kadar kolay olsaydı bu iş de.

3. Aykut Hoca: Beşiktaş, Galatasaray ve Gaziantep maçlarından sonra yine maçı okuma sorunu. Bugün kazanmış olsak da değişmiyor. Niang bugün ayağına aldığı tek bir topu bile olumlu kullanamadı. Ayağının altından kaçırdığı, alıp dışarıya yürüdüğü en az 3 pozisyon var. Sırtını dönüp top tutamadı, adam geçemedi, yürüyecek hali yoktu. Olabilir, her oyuncunun iyi, kötü günleri oluyor. Buna rağmen 90 dakika sahada kaldı. Oyundan çıkan yine Alex oldu. Bunun açıklamasını sorunca "Alex yaşlandı fiziği kaldırmıyor, normal" deniyor. Dün 50'lerde ceza alanı önünde topu alıp giderken indirilen Alex, 60'ta yaydan şut çeken ve kaleciden dönüp Niang'ın önünden son anda uzaklaştırılan topa vuran o, aynı dakikada kornerden Yobo'ya al at pası veren o, 5 dakika sonra çıkarılan o. Bu Alex fiziksel olarak yorgunsa Niang neydi dün? Niang oyunda tutulurken yine Alex çıkarıldı. Orta sahaya Selçuk, Cristian tarzında bir adam daha almanın orta saha savunmasına bir katkı yapmayacağı Beşiktaş maçında görülmedi mi? 45 dakika bile sahada kalması fazla olan Niang 90 dakika sahada tutulurken son 4 maçın en iyisi Alex'in 70'te alınmasının mantığını hâlâ anlamaya çalışıyorum. Anlayan varsa bize de anlatsın.

Bu sıkıntıların iyice belirginleşmeye başladığını düşünüyorum. Sorunlu görülen orta saha bile Emre, Mehmet Topuz, Cristian, Selçuk, Gökay rotasyonuyla idare edilebilir gibi duruyor. Sol bek sorununu transferle ya da takım içinden bir pozisyon değişikliğiyle çözmek şart gibi. Diğer iki sorun içinse çok yapacak bir şey yok. Takım ve hocan hâlâ uyum ve öğrenme sürecinde ve zamanın bu sorunları düzelteceğini umacağız.
Devamı ...

27 Kasım 2010

İ. Büyükşehir Belediyespor 0 - Fenerbahçe 1
STSL 27/11/2010



STSL 14. haftada Olimpiyat Stadı' nda İstanbul Büyükşehir Belediyespor' a konuk olan Fenerbahçe, rakibini kaptan Alex' in ayağından bulduğu golle 1-0 mağlup etti.

PAPAZIN ÇAYIRI: Lig lideri Trabzonspor' un Gaziantepspor deplasmanını kayıpsız geçmesiyle belalısı İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısına üç puana mecbur olarak çıkan Fenerbahçe, bu kez amacına ulaştı. Rakibi ile Olimpiyat Stadı' nda oynadığı üç maçtan da puan çıkaramayan Fenerbahçe bu defa üç puanın sahibi olurken, Niang' ın penaltı kaçırdığı maçta galibiyete kaptan Alex' le uzandı.

3’ te İbrahim Akın' ın uzaktan şutunu Volkan çeldi.

7’ de Holmen boş pozisyonda topu kontrol edemeyince Fenerbahçe kalesi tehlikeyi atlattı.

9’ da Mahmut' un hatasında topu kapan Niang kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda topu Hasagic' e nişanladı.

16' da Niang kale alanı önünde bomboş durumda kafa vuruşunu auta yollayarak, Fenerbahçe' yi ikinci defa golden etti.

20' de İbrahim Akın şansını bu defa yay civarından denedi.

33’ te Christian ceza alanı içinde Mahmut’ a izleyenleri şaşırtan bir baskı yaparak topu kaptı. Kaptığı topu olumlu bir pasla Mehmet Topuz’ a aktararak şaşkınlığın daha da büyümesine neden oldu. Mehmet Topuz’ un yerden ortasında Alex en doğru yerdeydi: 0-1

Sonrasında daha baskılı oynamaya başlayan Fenerbahçe, Alex ve Stoch' la rakip kaleyi yoklasa da başka gol olmadı ve ilk yarı Fenerbahçe’ nin üstünlüğü ile sona erdi.

İkinci yarı herkes İstanbul Büyükşehir Belediyespor baskısını beklerken bu yarıya Fenerbahçe topa daha çok sahip olarak ve oyunu kontrolü altında tutarak başladı.

54’ te İbrahim Akın Volkan' la karşı karşıya kaldığı poziyonda çok kötü bir vuruş yaptı.

60' ta kullanılan kornerde Yobo topu altıpas içinde Hasagic'e nişanlarken, kendisini bu topraklardaki ilk golden etti.

65’ te maç başından itibaren Caner' in kanadından etkili gelen İstanbul Büyükşehir Belediyespor Holmen' le yine geldi, yine gole ulaşamadı.

72' de Aykut Kocaman maçın en arzulu en başarılı adamı olan Alex’ i bir defa daha yanına alıp sahaya Selçuk’ u gönderdi.

77' de Dia düşürülünce Fenerbahçe penaltı kazandı. Sarı-lacivertlilerin ayda yılda bir kazandığı bu atışa itiraz eden Ekrem, önce sarı peşi sıra kırmızı kart gördü. Sonrasında penaltı noktasına gelen Niang’ ın vuruşu kalecide kaldı.

81' de İbrahim Akın bir defa daha Volkanla karşı karşıya kaldığı pozisyonda gol vuruşu yapamayınca maçın yönü den belli oldu.

Hakem son düdüğü çaldığında Fenerbahçe bu sonuçla puanını 27 'ye çıkarırken, lider Trabzonspor'u 6 puan geriden takibe devam etti.

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR: 0 - FENERBAHÇE: 1

Stat: Atatürk Olimpiyat

Hakemler: Halis Özkahya, Erdinç Sezertam, Serkan Akarca

İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Hasagic, Cihan, Serhat Akyüz (87 Ali Güzeldal), Mahmut, Ekrem, Zeki (74 İskender), Efe (57 Tevfik), Gökhan Süzen, Holmen, İbrahim Akın, Tum

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Bekir, Yobo, Caner, Mehmet Topuz, Gökay, Cristian, Stoch (71 Selçuk), Alex (72 Dia), Niang ( 90+1 Semih)

Gol: Alex

Kırmızı kart: Ekrem

Sarı kartlar: Holmen, Efe, Ekrem / Alex, Caner, Gökhan Gönül

Devamı ...

İspanyol Hakem Kolonisi



Euroleague’de bu hafta maç istatistiklerine bakarken dikkatimi çekti. Çarşamba ve Perşembe günü toplam 12 maç oynanmış, bu maçların beşi İspanyol takımların maçı. Yani bu maçlarda kural olarak bir İspanyol hakemin görev yapması imkansız. Kalan 7 maçın 6'sında ise en az bir İspanyol hakem var. Ayrıca bizim maçta maçın 3 hakeminden 2'si İspanyol, yani 7 maçta 7 İspanyol hakem var. Cholet - Siena maçı, 7 maç içerisinde İspanyol hakemin olmadığı tek maç. Uleb'deki İspanyol ağırlığı sır değil ama bu kadar üst düzey bir organizasyonda hakemlerin tamamen bir ülkenin dominasyonunda olması acayip bir durum. Futbolda Şampiyonlar Ligi’nde o hafta oynanan 7 maçta 7 İspanyol hakem olsa herkes "bir ne oluyor?" diye sorar ama basketbol olunca kimsenin farkında olmadığı bir detay olarak kalıyor. Avrupa basketbolu bu hakem mevzusunu halletmeden asla saygın bir yere gelemeyecek.
Devamı ...

25 Kasım 2010

Sarı Melekler İyi Başladı



Çok iyi bir seyirci önünde İstanbul'a eksik gelmiş son şampiyon karşısında maça iyi başladık. Bloklarda Fürst etkisiyle ilk teknik molayı 8-5 geçtikten sonra kronik problemimiz servise karşı manşette hatalar başladı. İkinci teknik molaya 16-14 önde girsek de Seda'nın 4 numaradaki etkisizliği de manşet problemine eklenince önce yakalandık sonra da geri düşüp set sayısı şansı verdik Bergamo'ya. Sokolova'nın sayısıyla sete tutunup, blokla seti 26-24 kazanmayı başardık. Karşımızda geçen yıl Şampiyonlar Liginde final oynayıp kazanmış takımdan pek kimse olmayınca oyuncular biraz rahat ve nasıl olursa kazanacağız havasıyla oynadılar ilk seti büyük ihtimalle. İkinci sete bu sefer daha ciddi başladık, bloklarda etkinliğimiz sürdü, iki basit hataya rağmen ilk teknik molaya 8-6 önde girdik. İyi defans yapıp Fürst ve Eda'yla elde ettiğimiz sayılarla farkı açıp ikinci teknik molaya 16-11 önde girdik. Bu bölümde Çiğdem ve Naz, Skowranska ve Fofao'nun yerine oyuna girdiler. Karşılıklı sayılarla 20'li sayılara geçtikten sonra yine krize soktuk seti. Bergamo 24-23 e kadar getirdi seti ama yine son hamleyi yapamadılar. Çiğdem'in kayarak vurduğu tek ayakla set 25-23 sona erdi ve 2-0 öne geçtik.

3. set öncesi seyirci ailesiyle maça gelen Alex'i selamladı. Futbol takımının oyuncularını diğer branşlarda hiç değilse bazen salonda görsek fena olmaz aslında. Üçüncü sete yine Fafao ve Skowranska'yla başladı Ze Roberto. Rahat başlayıp ilk teknik molaya 8-4 önde girdik, Bergamo 3-0'lık bir seriyle moladan dönse de Skowranska'nın sayısıyla seriyi kırıp 3-0'lık seriyi bu sefer biz yapıp Bergamo'yo mola aldırdık. Bir iki kez top öldüremeyince fark biraz kapansa da Sokolova'nın sayısıyla ikinci teknik molaya 16-13 önde girdik. Skowranska'nın servis turunda farkı 5'e yükseltince Bergamo mola aldı. Seda'nın yine krize girmesiyle fark 2'ye kadar indi. Ze Roberto'nun yine ikili değişikliğinden sonra arka arkaya alınan sayılarla farkı 6'ya kadar çıkardık. Seti 25-18, maçı da 3-0 kazandık.

Eksik ve genç bir Bergamo önündeki bu galibiyet tabii ki ölçü değil, Ze Roberto geleli daha iki-üç gün oldu. Geçen seneye göre bu sene ortaları kullanma konusunda daha iyi olacağımızı düşünüyorum. Bu maçta Eda'yı Vakıfbank maçında Ergül'ü çok sık kullandık ki bu gayet olumlu bir gelişme. Geçen yıla oranla bu sene bloklarda da özellikle Fürst'ün etkisiyle ciddi bir ilerleme kat edeceğiz. Bu maçta da gördük neredeyse her Bergamo hücumunda top bloğumuza temas etti. Servise karşı manşetlerdeki problemde bu sene daha az olacaktır muhtemelen, Sokolova Rusya Milli Takımındaki o toparlayıcı rolüne bizim takımda da bürünürse Nihan epey rahatlar. Bugünkü maçtaki en can sıkıcı nokta Seda'nın performansı. İki yıl önceki performansına ulaşamadı bir türlü Seda. Bugün neredeyse hiç bir topu öldüremedi, üstelik karşısında da öyle üst düzey bir blok olmamasına rağmen.

Bu takım biribirine ve koça alıştıkça muhtemelen daha iyiye gidecek,Ocak ayında Bergamo'daki maç bu maçın kalitesinden bir kaç kat daha yüksek olacaktır.
Devamı ...

Rıdvan & Alex



Ne güzel fotoğraflar çekiyor insanoğlu.





Biraz boş vaktim ve çok sıkılmış bir canım vardı.
Devamı ...

Rytas maçının gösterdiği; Oğuz'un önemi



Vilnius ve Kaunas şehirleri, takımlarının form durumu ne olursa olsun, Euroleague jargonunda zor deplasman tanımını her zaman hakeder. Bu deplasmandan, maçın neredeyse tüm bölümlerinde ipleri elinden kaçırmadan ve rakibin üstünlük kurmaya başladığı süreçlerde oyun disiplinini kaybetmeden, dağılmadan tekrar dümene geçmeyi bilerek rahat bir galibiyet almak ise Fenerbahçe için sezon başından bu yana olduğu gibi takdire şayan olarak değerlendirilmelidir.

Euroleague'in şu anda belki de en iyi baskılı ön alan savunmasını yapan takımı olan Fenerbahçe karşısında Zalgiris'in tedbile uğramış guard rotasyonunun sınavı gibi başladı maç. Oyun kuruculuktan anladığı kendi şutunu yaratmak olan El-Amin'in baskılı savunma karşısında bocalayıp, ilk yumruğu Fenerbahçe'ye atma şansı tanıdığı ilk periyotta göze batan Vidmar sonrası dağınık ve dirençsiz bir görüntü çizen Fenerbahçe pota altı savunmasının kendisine çeki düzen verdiğiydi. Çok istekli ve özellikle savunmada ve ribauntlarda önceki maçlara oranla daha fazla rol almaya çabalayan Lavrinoviç'in iştahını bir kenara not etmek lazım. Ama, Rytas pota altı gücünün Bajramoviç'in yokluğunda Vidmar'sız Fenerbahçe uzun rotasyonunu Euroleague'in gruplar sonrası iyice sertleşip, zorlaşacak evreleri için test edecek dirençte olmadığını es geçmemeli.

Şutu olan Bjelica ve oyun zekası ve yetenekleriyle umut vaadeden Valanciunas'ın bizde ilk beş başlayan Kaya ve Lavrinoviç'in fizik güçleri ve tecrübeleri karşısında ezilmeleri normaldi. Buna rağmen, Vidmar'sız takımın Oğuz sahada olmadığı sürelerde topu içeriye indirmeden oynamasını ''topu boyalı alana indirmeden şut atmak doğru değil, top en az bir kere içeriye inmeli'' ezberiyle açıklanacak bir şey olmadığı iyice belli oldu. Vidmar ve Oğuz gibi cüsseli ve fizik güçlerini vücut vücuda mücadelenin en sert geçtiği pota altında kullanmaktan çekinmeyen adamlar ısrarla oralarda yerleşmeye çalışıp, kısaların ilgisini topu oraya indirmeye çekiyorlar. Oysa, ne topsuz oyunda o bölgeyi gücüyle delmeye çalışmaktan ziyade, guardla pick'n roll oynayıp, pozisyonunu yüzü dönük ve hareketliyken bulmaya çabalayan Kaya ile ne de hücumda pota altı itiş kakışından hoşlanmayıp, ben de bu boyla bu şut yeteneği varken tercihim dış şut olur diyen Mirsad ve Lavrinoviç'le ''topu ısrarla içeriye indirmek lazım'' ezberi somutlaşıp gerçeğe dönmez.

El-Amin'le maçın içine giremeyen Rytas'ın yaşlı kurt Saras'ın oyun zekasıyla Fenerbahçe savunmasının yumuşak karnı pick'n roll savunmasının üzerine gidip, savunmada yavaş uzunlarımıza karşı genç ve hareketli uzunlarını kullanmayı becerip bir de üstüne salonu, takımı havaya sokacak ''tam zamanında'' atılması gereken şutları isabetli kullanmasıyla Rytas'ı maça gecikmeli de olsa sokması sonrası Fenerbahçe'nin dominantlığı Oğuz'un oyuna dahil olmasıyla geri kazanması da üst paragrafta anlattıklarımızla ilgilidir. Oğuz, Vidmar sonrası takımın hücum düzeni açısından çok kıymetli bir oyuncudan alternatifsiz bir oyuncuya dönüşte. O yokken topu içeriye indirmek, hücumda çeşitlilik sağlamak zorlaşıyor.
Devamı ...

24 Kasım 2010

Aklın Bittiği Yerde TRT Başlar!



Artık TRT hakkında olumsuz şeyler yazmaktan bıktım ama gece gece yine delirttiler beni. TRT, bu yıl geçen yıl olduğu gibi Kadınlar Indesit Şampiyonlar Ligi'nin yayıncısı. Bu kupanın ilk hafta maçları da bu hafta oynanıyor. Şampiyonlar Ligi'nde haftanın en önemli ve prestijli maçı Fenerbahçe Acıbadem ile Bergamo arasında Perşembe akşamı 19:30'da oynanacak. Şampiyonlar Ligi'nin resmi yayıncısı olan TRT yayın programında bu maçı 00.00'da banttan vereceğini belirtmiş. Biraz önce TRT'yi arayıp maçı gerçekten yayınlayıp yayınlamayacaklarını sordum. Meclis TV yayını biterse vereceğiz diye bir cevap verdi telefondaki adam. Meclis TV yayınının o saatte bitmesi çok düşük ihtimal. Geçen yıl da aynı problemler yaşanmış ve Rusya'daki Dinamo Moskova maçının ilk seti meclis yayınının uzaması nedeniye yayınlanmamıştı.

Bilindiği gibi TRT'nin bin tane kanalı var. İsteseler kolaylıkla bu yayını bir başka kanala kaydırabilirler. İki yıldır voleybol maçlarını meclis görüşmelerinin keyfine göre yayınlayıp yayınlamamaya karar veren bu rezil kurum artık saçmalama sınırının da ötesine geçti. Bütün sporları halka tanıtma ve sevdirme konusunda kamusal yayıncılık yapması için var olan, bu yüzden vergilerden pay alan bir kanal bizden kestiği paralarla yayın hakkı alıp sonra "yav meclise göre bakarız artık" diye bir yayın politikası güdüyor. Üstüne yayınlamadığı maçlar için de geçmiş yıllarda yaptığı gibi FİVB'e tazminat ödüyor. Böyle kepaze bir yayın anlayışı nasıl olabilir? Şampiyonlar Ligindeki voleybolda değil de futbolda olsa şu maç aynı muameleyi yapabilecek mi TRT?

Şimdi bu hoyratça yönetilen kurum yüzünden binlerce Fenerbahçeli kendi takımlarının bu seneki en önemli maçlarından birini izleyemeyecek mi? Ülkede voleybolun sevilmesini birincil görevi addeden Voleybol Federasyonu TRT'ye siz ne yapıyorsunuz kardeşim diyemeyecek mi? Fenerbahçe Spor Kulübü ve bu kulübün sponsorları yayın hakkını elinde bulup keyfi olarak maç yayınlamayan bu kuruma ne tepki gösterecek? Cevaplarını bildiğimiz sorular aslında bunlar, hiç kimse hiç bir tepki göstermeyecek. Tepki gösterecekler yine bu formanın olduğu her yerde tutkuyla kulübü kovalayan üç beş taraftar olacak.

Arayıp TRT'ye sevgilerini iletmek isteyen üç beş tutkulu ve sinirli taraftar için TRT'nin telefon numaraları

0 312 463 23 60
0 312 463 46 20
Devamı ...

Taurasi & Birsel: Rusya'nın Fethi



Maçın sadece dördüncü çeyreğini seyredibildiğim ve geri kalanını internetten canlı istatistikle takip edebildiğim için teknik analiz tarafına girmeyeceğim. Eğer maçı izlemeyen bir basketbolsever varsa Birsel'in son periyotta bitime 5 dakika kala girip neler yaptığını mutlaka izlemeli. Takım hücumda tıkanmışken birisi imkansız iki üçlük, ölmüş bir topu canlandırıp asiste çevirme, yine çıkmak üzere olan bir topu takıma kazandırma, iki savunma ribauntu ve maç sonundaki iki faul atışı... Bu 5 dakikalık sekansta yaptıklarını Lebron, Kobe falan yapsa jeneriklere konu olurdu herhalde.

Ekaterinburg'u deplasmanda üstelik 67 sayıda tutarak yenmek büyük iş. İstediğimiz zaman savunmayı da üst düzey yapabileceğimizi gösterdik bugün, Final Four için çok güçlü bir mesaj verdik. Büyük ihtimalle final four'a kadar oynanacak iki eleme için de saha avantajını ele geçirdik. Taurasi sadece hücumuyla, sahanın her yerinden skor bularak değil savunmasıyla da büyük oyuncu olduğunu gösterdi. Yeni sevgilinin eski sevgiliyi (Cappie) ikinci yarıda sadece iki sayıda tutması, her potaya gidişinde duvar örmesi takdire değerdi. Geçen sene kadın voleybol takımının deplasmandaki Dinamo Moskova galibiyeti nasıl bir devrimin başlangıcı olduysa Ekaterinburg galibiyeti de Fenerbahçe kadın basketbol takımı için Avrupa Şampiyonluğuna giden yolun ilk kilometretaşı olarak görülebilir. Bu kızlar kulüp tarihinin en büyük mutluluğunu yaşatacaklar bu sene inşallah. Bravo kraliçeler. Pazar günü 19:30'da Caferağa'da Galatasaray galibiyetiyle taçlandıralım bu zaferi.
Devamı ...

Abbey


abbey clancy

Yakın arkadaşlarının ve google image search'ın kısaca "abbey" diyerek samimiyetle hitap ettiği Abigail Clancy, gerek mitolojik bir karakter ismi taşıması gerek Crouch ile olan beraberliği ile dünya basınında bir Sinem Kobal reytingi yaratan ender isimlerden. Crouch kendisini aşağıdaki resimlerde gözüken Cezayirli hayat kadını Monica Mint ile aldattıktan sonra ortaya çıkan sonuç yalnızca Monica'nın Crouch familyasından 800 pound ücret alması olarak kalmamış, Abbey de Crouch'u terk etmişti. Bu hisli hikaye Crouch'un "nolur dön, köpeğin olurum" tadında attığı smsler, içkili ortamlarda gerçekte hayatının kadınının Abbey olduğunu söyleyerek yaptığı nedamet getirmeler, kapısına dayanmalar, "intihar etcem kendimi bak" yollu tehditleri diye giden bir sürü arabesk hareketi sonucunda Abbey'nin kendisine geri dönmesi ile neticelenmiş. Biz de ne zamandır wag mag yazmıyorduk, böyle bahanesi oldu işte. Fotoğrafları için tıklarsınız.

abbey clancy

abbey mutlu zamanlarda deniz kenarında


abbey clancy

ev hali


abbey clancy

alkollüyken çektirdiği feysbuk profil fotoğrafı


abbey clancy

monica mint'in iş başvurusu.


Devamı ...

Taraftar Tribüne Küfür Edip Rahatlamaya Gidiyor



Türkiye'de sürekli dillendirilen "taraftar tribüne rahatlamaya gidiyor" sözü üzerine biraz düşününce ve tartışınca anlatacak şeyler çıktı. Ne zamandır yazmak istiyordum, bugün sonunda fırsatını buldum. Önce bir ayrım yapalım. Bu söz masum bir anlamda kullanılmıyor. İnsanlar sinemaya, konsere, pikniğe de rahatlamaya gidiyor. Futbol için kullanılınca ise "şiddet kullanıp, küfür edip rahatlıyor, günlük hayatında hoş karşılanmayan eylemleri yapmaya oraya gidiyorlar" anlamı taşıyor. Bu o kadar yaygın bir kanı ki, artık cümle arasında kullanılınca üzerine düşünmeden onaylayıp geçer olduk. Peki var mı bu kanının bir kaynağı, araştırması, incelemesi? Tribünde bazı maçlarda toplu küfür duyuyor olmamız insanların o maça küfür etmeye gittiğini kanıtlamaya yetiyor mu?

En baştan belirteyim "futbolun baskıcı, milliyetçi, dışlayıcı, cinsiyetçi dili üretimde kullanılmadığını" iddia etmiyorum. "Adam tribüne rahatlamak için gidiyor, sosyal sıkıntılarını orada yansıtıyor, küfür ediyor, rahatlıyor", Türk spor basınında klişeleşmiş bir kalıptır. O Türk spor basını futbolu kullanıp milliyetçi, cinsiyetçi, ayrımcı dili üreten bir numaralı organken bu kalıpla suçu taraftara ihale etmektedir. Herkesi çok şaşırtacak bir cevap vereyim "insanlar oraya futbol izlemeye gidiyor". Salt amaç "toplulukla birlikte küfür ederek rahatlamak" olsaydı milyonlarca adam tutup televizyon başında maç izlemezdi. Politikacı görünce de küfür eden insanlar küfür etmeye başka bir araç bulmazdı. "Her maç 90 dakika küfür edilen" tribünler de buna paralel başka bir tespittir. O daha da yanlıştır. Ne her maç, ne 90 dakika küfür falan edilmiyor. Zaten sadece Türkiye baz alındığında bile küfür ve şiddet gittikçe azalmaktadır.

Can Kozanoğlu'nun deplasman anılarının, Tanıl Bora'nın, Nick Hornby'nin, Football Against the Enemy'nin, Simon Kuper'in yeni kitabı Soccernomics'in, BBC'nin Futbol Tarihi belgeselinin de ortak fikri "futbol sadece futbol değildir". Evet değildir. Böyle tek başına yazınca öcü gibi duruyor, ama hepsinden aklımda kalanlar güzellikler. Football Against the Enemy'de Mandela'dan alıntılanan "futbol bizi birleştiren şeylerin en güçlüsüydü" alıntısı bunların aklımda kalan özeti.

Futbol, birçok açıdan müziğe benziyor, endüstrisi de müzik endüstrisine. Milyonlarca insanın sabah akşam dinlediği müzik de bir amaca hizmet etmiyor, popüler olmuş bir eğlence aracı. Onu da cinsiyetçi, ayrımcı dil için, milli kimlik yaratmak için kullananı var. Örovizyon diye bir yarışma yapıp sonra komşularımıza kusabiliyorlar. Müziği de isyan için, haksızlıkla mücadele için kullanan var. 1970'lerde İngiltere'deki punk hareketini işsizliğe, polis baskısına karşı isyan olarak gören değerlendirmeler gördüm ama "müzik kitlelerin afyonudur" diyeni görmedim mesela. O çocuklar da her konserde kavga edip birbirlerini yaralıyor, şarkılarında sağa sola sövüyorlardı. Futbol endüstrileşiyor elbette, Dünya Kupasında önce ve sonra bolca konuştuk ve yazdık buralarda o organizasyonun zaten fakirleşmiş halkı daha da fakirleştirdiğini. Evet futbolu zaten yerleşmiş olan adaletsizliği yaymak için kullananlar var da bununla mücadele ederken kimi ve neyi hedef alacağız?

"İnsanlar oraya küfür ederek rahatlamak için gidiyor" söyleminin, tersine, futbol endüstrisine ve nefret diline katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu süreç Türkiye'de gözümüzün önünde işleyen bir süreç. Futbol taraftarları için "cahil, kavgacı, bulaşılmaması gereken pis adam" imajı oluşmuş durumda. Bu imajın oluşmasına büyük faydası oldu bu söylemin. Zararları ne: 1) Elit ve temiz bir futbol taraftarı oluşturmak adına bilet fiyatları sürekli arttırılıyor, izlemek isteyen insanların elinden bu hakkı alıyorlar. 2) Taraftara karşı polis şiddeti meşrulaştırılıyor. Bu şiddet o kadar meşrudur ki, Türkiye'de polis şiddetinin en yaygın hali olmasına rağmen kimsenin haberi yoktur. Mağduru bile sesini çıkarmaz durumdadır artık. Her hafta, ististasız her hafta, maçlara giden onlarca insan haksız yere polis dayağı yer, gözaltına alınır. Basında bunlar yer almadığından kimsenin de haberi olmaz. Çevredeki insanlar bile ölçüsüz, insafsız şiddete "yapmayın" demezler. Onlar için dayağı yiyen sırf kendi eğlencesi için küfür etmeye giden pis ve zararlı adamdır.

İngiltere'de futboldaki ırkçılık yıllardır sürekli azalıyor, ırkçılığa büyük tepki veriliyor. İngiliz taraftarlar hakemin kafasına bozuk para atan adamı orada kınıyor, ceza almasını alkışlıyor. Sene içinde oynanan binlerce maçtan belki ikisinde olay çıkıyor. Bunlar bir gelişmeyken neden "bizde herkes küfür etmeye gidiyor, rahatlamaya gidiyor abi" diye kestirip atıyoruz. Evet, hayatın her alanında olduğu gibi düzgün olmayan şeyler var, adaletsizlik, haksızlık var ama mücadele etmeyelim de suçu insan psikolojisine ve oyunun doğasına yükleyip sıyrılalım mı? 18. yy. sonunda erkek gücünü temsil eden bir oyun olarak ortaya çıktı diye öyle mi kalmak zorunda? Kuzey Amerika'da kadınlar futbolu en az erkekler kadar seviyor, en az futbol oynayan erkek kadar futbol oynayan kadın da var. Üstelik bunu tamamen amatör olarak yapıyorlar. Bunlara da "tamamen beyni yıkanmış, erkek kudretine özenen kadınlar" mı diyelim? Futbol da kültürün yansıma araçlarından, toplumla birlikte değişen, yaşayan bir popüler kültür nesnesi. Toplumda ne oluyorsa tribünde de o oluyor. İnsanlar oraya "küfür etmeye" değil, futbol izlemeye gidiyor.
Devamı ...

23 Kasım 2010

Reyis



"Türkiye'de top oynayacağıma gider Dubai'de kayıkçı olurum daha iyi" dedi. "Dubai ne alaka lan?" dedim. "Bilmiyorum abi, Dubai'de kayıkçı yoktur zaten, orada kayıkçı olmak bile daha mantıklı" diye cevap verdi. Yüzünde komik bir sırıtış var. Hınzır hınzır bakıyor. "Abi Alex istatistikleri takla attırdı, adam gol atıyor, gol attırıyor, sahada izlenmeye değer ne varsa ondan geçiyor gene yaranamadı lan. Kemalettin gibi manyakça adamların üstüne üstüne koşmadığı için eleştiriliyor. En azından kafan rahat olur"

Ben gene de bu Dubai'de kayıkçılık işine alışamadım. Ayşe Arman ile kocası Dubai anılarını paylaşırken fotoğrafta görmüştüm, gondol gibi bir şeye binmişler Dubai'de bir salda seyrüsefer bir halleri var.

272 maçta 133 gol 120 asist yapmış Alex. Bu takımda 6 sezonda bir futbolcunun görevi ile ilgili ne yapması gerekiyorsa yapması gene de yetmiyor. Onun mevkisindeki bir oyuncudan gol atmasını ve gol pası vermesini bekleriz, bunu yapıyor, gene yaranamıyor. Aynı zamanda defans yapması, kale çizgisinden top çıkarması, ileride Hakan Şükür tipi basması, pres yapması, top çalması, orta açması ve kendi açtığı ortaya kafa vurması da gerekiyor. Fenerbahçe her maç kazanmak zorunda ve her maç bu işi tek başına yapması gereken adam nedense Alex.

Şu takımda 15 milyon € verilmiş M. Topuz'u tartışmıyoruz, Appiah - Aurelio ikilisinin kırılışından beri orta saha göbeğinin Baroni, Josico, Maldonado, Selçuk tipolojisine kalmasını tartışmıyoruz, doğru düzgün kanat oyuncusu olmadan geçen sezonları tartışmıyoruz, her sezon teknik direktör ve dolayısıyla oyun aklı değiştiren yönetimi, kötü transfer politikalarını, kadro yetersizliğini, irrasyonel ekonomik seçimleri, tribün - kulüp arasındaki gerilimleri, hiç birini değil, hamsi kavağa çıkar mı, alex bu takımda oynar mı?

"Abi" dedim "Alex'in tartışılmasına dayanamıyorum"

"Aman esasında" güldü "Murat Belge'ye akp yalakası dediler bu ülkede"

Bu ülke, Dubai'de kayıkçı olmanın herhangi bir şey olmaya göre daha cazip geldiği bir ülke.
Devamı ...

Fenerbahçe 5 - Bucaspor 2
STSL 22/11/2010



STSL’ de 13. haftanın kapanış maçında Bucaspor’ u Sükrü Saracoğlu Stadı’nda ağırlayan Fenerbahçe, rakibini Alex(3), Niang ve Semih’ in golleriyle 5-2 mağlup etti. Konuk ekibin golleri ise Manucho ve Musa’ dan geldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: Geçen hafta alınan Gaziantepspor mağlubiyeti sonrası lige tutunabilmek için 'bir defa daha' seri galibiyet hayali kuran Fenerbahçe, işleri henüz yoluna koyamamış İzmir temsilcisi Bucaspor karşısına çıkarken herkes galibiyetten daha çok ligde atılacak 3000. golü merak ediyordu.

Bilica yok, sakatlığı geçen Niang Semih’ i ait olduğu yere (!) yollamış, Brezilya-Arjantin hazırlık maçının yıldızlarından Andre Santos sol bekte, Gökay Cristian’ ın yanında orta sahada, Mehmet Topuz Gökhan’ ın önünü açmak için sağ kanatta...

Fenerbahçe maça 1-0 başladı. Henüz 34. saniyede Mehmet Topuz’ un verdiği pasta ceza sahası içinde topla buluşan Cristian, topu boş durumdaki Alex’ e verdi. Ulu Alex sol ayağıyla gelişine yarım vole vurdu: 1-0

Bu golle Fenerbahçe’ nin lig tarihindeki 3000. golüne imza atan Alex, vefasızlıktan değilse de unutuluştan nasibini imkansız hale getirdi. Maç bence bu skorla bitebilir.

13’ te Alex benimle aynı fikirde olmadığını söyledi. Üç bin birinci golü de attı: Gökhan’ ın ortasında kaleci Fernandes’ in uzaklaştırmaya çalıştığı top uygun pozisyondaki Niang’ ın önünde kaldı. Ama o kaleye vurmak yerine topu daha müsait durumdaki Alex’ e bıraktı. Ulu Alex de topu sol köşeden ağlara gönderdi: 2-0.

23’ te Gökhan’ ın sağ kanattan yaptığı ortada Ulu Alex, Bucaspor savunması arasından yükselerek kafayı vurdu: 3-0

Bu golün peşi sıra Fenerbahçe, 'kulakların çınlasın' tezahüratına daha da hazır hale gelen seyirciye inat duruverdi.

İlk yarının uzatma dakikalarında Bucaspor gole çok yaklaştı. İlk yarı boyunca Andre Santos’ un ihmal ettiği yerden yani kendilerine göre sağ kanattan geldi Mendy. Ceza alanına girip ortaladı. Altıpas önünde bomboş pozisyonda kale yerine Volkan’ ın ayaklarını bulan Manucho takımını bir golden etti.

İlk yarı Fenerbahçenin 3-0 üstünlüğü ile sona erdi.

İkinci yarıya her zaman olduğu gibi rakip iyi başladı. Bu gelenek hale dönüşen başlangıcı yenilen bir golle süsleyememek ise biraz şanstı.

47’ de Mendy’ nin şutu direkten geri geldi. Dönen topa bir daha vurmak isteyen Mendy, Manucho ile çarpışınca Fenerbahçe savunması tehlikeyi uzaklaştırdı.

65’ te ikinci yarının başından itibaren Fenerbahçe kalesine etkili gelmeye başlayan ve net pozisyonlar yakalayan Bucaspor, aradığı golü Manucho ile buldu. Ali Güneş’in sağ kanattan kullandığı serbest vuruşta ceza sahası içinde iyi yükselen Manucho düzgün bir kafa vuruşuyla topu ağlara gönderdi: 3-1.

Rehavet'in de dediği gibi bu gol 'bağıra bağıra' gelmişti.

Neredeyse otuz dakika rakibin gelişlerine çözüm bulmayı reddeden Aykut Kocaman ilk olarak gereksiz ve yanlış Stoch-Dia değişikliği, peşi sıra 75. dakikada sahanın en iyisi Alex’ i oyundan alınca benden ilk kötü sözü de işitmiş oldu. Neden Aykut Kocaman? Neden?

81’ de Dia' nın pasıyla ceza sahası önünde topla buluşan Kara Yılan, Semih ile paslaştıktan sonra düzgün bir vuruşla akşamın en güzel golünü attı: 4-1.

86’ da Dia ve Niang' ın paslaşmaları sonucunda ceza sahası içinde topla buluşan Semih, sol alt köşeye iyi vurdu: 5-1.

88’ de Musa Fenerbahçe defansının arkasında buluştuğu topu ağlara yollayarak maçın henüz bitmediğini söyledi: 5-2.

Kalan sürede iki takım da yakaladığı fırsatları değerlendiremezken, Fenerbahçe sahadan 5-2’lik skorla galip ayrıldı.

FENERBAHÇE: 5 - BUCASPOR: 2

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Mustafa Kamil Abitoğlu, Selçuk Kaya, Mustafa Sönmez

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Yobo, Bekir, Andre Santos, Mehmet Topuz, Gökay, Cristian, Stoch (72 Dia), Alex (76 Semih), Niang (87 Gökhan Ünal)

Bucaspor: Carlos Fernandes, Serkan (32 Ali Güneş), Ediz, Koray, Mulemo, Musa, Leko, Erkan (64 Dahmane), Sercan (32 İbrahim), Mendy, Alberto Manucho

Goller: Alex (3), Niang, Semih / Alberto Manucho, Musa

Sarı kartlar: Gökhan / Ali Güneş, Erkan, Mulemo, Ediz
Devamı ...

22 Kasım 2010

Murat Murathanoğlu'nun Enes Kanter Yazısı



Konu Fenerbahçe olunca geliştirdiği bütün bilişsel kapasiteyi bir kenara bırakıp nefret makinesine dönüşen bataklık sinekleri yine sahnede. Bu sefer konu Enes Kanter. NCAA, Enes'e yapılan ödeme belgelerini istiyor, Fenerbahçe gönderiyor; NCAA, Enes'in amatör statüsünü kaybettiğine karar veriyor ve oynamasına izin vermiyor. Bu konuda ne Enes'ten ne temsilcisinden "Fenerbahçe yalan beyan yapıyor" gibi bir iddia da duymadık. Buna rağmen "17 yaşında çocuğun geleceği" gibi ucuz duygusallıkla Fenerbahçe'yi karalamaya çalışıyorlar. Usulsüzlük ve hile damarlarında geziyor olmalı ki Fenerbahçe usulsüzlük yapmadığı için Fenerbahçe'yi suçlayacak kadar ileri gidiyorlar. Geçen hafta Murat Murathanoğlu basketbolseverler.com sitesinde bir yazı yazmış. Meselenin başından sonuna bütün ayrıntıları var, bilmiyorsanız okuyun öyle konuşun. Yazı aşağıda.

Orijinal kaynağı için tıklayın.

Enes İçin

Bir gün, bir adam ellerini açıp yalvardı:

- ‘”Allah’ım benimle konuş!'’ dedi.

Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde en son şarkısını söylüyordu, ama adam çayırkuşuna kulak vermedi ve devam etti yakarmaya:

- ‘’Allah’ım benimle konuş!'’

Az sonra hava kapandı, gök gürültüsü ve şimşekle birlikte yağmur yağmaya başladı. Fakat adam dinlemedi, yakarmaya devam etti:

- ‘’Allah’ım! Seni görmeme izin ver!'’

O böyle yalvarırken, sağanak yağmur sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını adamın evine kadar taşımaya başlamıştı. Fakat adam bu manzaraya aldırmadı bile. Her gün gördüğü bir şey değil miydi bu?

Yalvarmaya devam etti:

- ‘’Bana bir mucize göster Allah’ım!'’

O böyle yalvarırken, yakınlardaki evlerden birinden yeni doğmuş bir çocuğun ağlayışları geliyordu kulağına, ama adam bunu da farketmedi.

üzüntüden ağladı adam:

- ‘’Allah’ım, cevap ver bana! Burada olduğunu bilmemi sağla.'’

O sıra, bir kelebek adamın koluna kondu ama adam öbür eliyle kelebeği iteleyip kovdu ve ağlamaya devam etti:

- ‘’ Allah’ım neden bana cevap vermiyorsun?'’


Biz Enes Kanter’in maçlarını sabaha karşı anlatacağımızı birkaç yıldır biliyorduk. Ancak bu maçların NCAA’lerde değil de NBA’de olacağını hep düşünüyorduk. TBF’nin 12 Dev Adam Basketbol Okullarında (12 DABO) Enes, Ankarada’ki Samanyolu Kolejinin dikkatini çekti ve eğitim hayatını orada sürdürdü. Fenerbahçe Ülker ise Enes Kanter’i önemli diyebileceğimiz bir bonservis bedeli ödeyerek transfer etti. Enes’e İstanbul’da evini, okulunu, kılık kıyafetini, kitaplarını, yediğini ve içtiğini üstlendi. Bunun dışında da banka kayılarına göre yaklaşık $ 160.000 ödeme yaptı.

Enes Kanter, Fenerbahçe altyapısında yetişip, çok genç yaşta A Takıma kadar yükselen ve NCAA’lerde oynamak isteyen ilk oyuncu değil. Doğuş Balbay ki şu anda Teksas Longhorns Üniversitesinde son sınıf talebesi Akademik All-Amerikan seçilme olasılığı bile olan gerçek bir sporcu-öğrenci. Doğuş, tıpkı daha önce Engin ve Emre Atsür’ler gibi yıllarca büyük fedakarlıklar yaparak okul ve basketbolu bir arada götürmek için çabaladı ve NCAA’de sporcu-öğrenci olmanın temellerini okul hayatı başladığından beri planladı. Doğuş Balbay okul birincisi olarak lise eğitimini noktaladı. Fenerbahçe kendi altyapısında oynarken Doğuş’a da benzer maddi destek verdi. TBF kurallarına göre bir takım kendi altyapısında yetişen bir oyuncu ile 23 yaşına kadar kontrat imzalayabilir. Fenerbahçe ne Doğuş Balbay’a ne de Enes Kanter ile kontrat imzalamadı. İkisi de 23 yaşına gelmeden kulüpten ayrılıp NCAA’lerde oynamak istediklerini belirttiler. Doğuş eğitimini ve basketbolunu NCAA’lerde devam ettireceğini belirttiğinde NCAA yetkilileri Fenerbahçe’den Enes için istedikleri bilgilerin aynısını Doğuş içinde istedi. Fenerbahçe o zamanda doğruyu söyledi, Enes için de doğruyu söyledi. Ev, okul, yemek, içmek gibi ihtiyaçlar dışında Fenerbahçe’nin Doğuş Balbay’a ödediği para NCAA’lerce “makul” bulundu ve Doğuş 11 maç ceza alarak NCAA kariyerini başladı. Enes’e ödenen para ise “fazla” bulundu ve $ 33.000 gibi belki profesyonel sporcular için büyük denilmeyecek, ama “amatörce” spor yapan ve normal işlerde çalışan vatandaşlar için hiç de küçümsenmeyecek bir miktar “amatör” sınırının aşılmasına neden olmuştu. Fenerbahçe Ülker yönetimi Doğuş’un gerçekten okumak için NCAA’lere gideceğini, Enes’in ise Fenerbahçe Koleji’nden devamlılık ve zorluk açısından problem yaşamamak için Doğa Koleji’ne geçtiğini ve okula pek takılmadığını da bilmelerine rağmen iki oyuncusu arasında hiçbir ayırım yapmadı.

Bu açıklamayı yazmamın sebebi, Fenerbahçe Ülker ile ilgili ABD basınında hiç de hoş olmayan bazı görüşlerin yer alması. Eskimoları buz satabilecek kadar bazı konularda “uzman” Kentucky coach’u John Calipari’nin “Eski Kulübü onu geri istiyor. Onu geri istemeleri için 4 milyon nedenleri var.” diyor ve genelleme yaparak Fenerbahçe Ülker’in başka niyetleri olduğunu, Enes Avrupa’ya döndüğü takdirde başka bir kulübe onu satıp 4 milyon dolar, euro veya lira kazanacağını ima ediyor. Tabii istediği bir oyuncuyu almak için her etik dışı yolu Calipari bilebilir, ama buradaki kuralları pek bilmiyor. Enes Avrupa’da eski kulübü dışında başka bir ülkenin takımına giderse bir yetiştirme bedeli ödenecek. Mesela Partizan şu anda NBA’de çaylak sezonunu yaşayan Semih Erden’i transfer ederken Darüşşafaka’ya 90.000 Avro yetiştirme bedeli ödemişti. Fenerbahçe Ülker de Semih alırken Sırp takımına $ 300.000 bonservis bedeli ödemişti. Enes Kanter’in gideceği kulüp ile Fenerbahçe anlaşamazsa, geçici lisans çıkartılıyor ve bu arada da FIBA iki kulüp anlaşsın diye aracı oluyor ve anlaşma sağlanmazsa kendisi bir yetiştirme bedeli belirliyor. Bugüne kadar belirlenen en büyük yetişme bedeli $ 300.000 civarında. Yani bence Calipari 4 milyon ile 300.000 arasındaki farkı herhalde hesap edebilecek seviyede matematik biliyordur. Üstelik bu sözlerin ardından yıllarca Fenerbahçe Kulübünün desteğini görmüş, ekmeğini yemiş Enes veya babası Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç Dr. Mehmet Kanter’in “Coach sen ne diyorsun? İlk olarak kurallardan bihabersin, ikincisi de Fenerbahçe öyle bir kulüp ki o ödenecek para spor bütçesinin arasında okyanusta bir damla deniz suyu gibi kalır.” demelerini beklerdim. Ama demediler. Hatta Mehmet Bey “Eğer Enes Kentucky'de oynayamazsa Fenerbahçe bu sayede yetişen tüm genç ve yetenekli jenerasyonlara "İstediğimi yaparım' mesajı vermiş olacak” diyebiliyor. Mehmet Bey gözünüzü sevim. Fenerbahçe’nin böyle bir amacı olsaydı, Doğuş Balbay da bu gözdağını fazlasıyla verirdi ve Enes’e sıra bile gelmezdi.

Enes’in bu girişimlerinde danıştığı akıl hocaları mutlaka vardır. Enes’in yaklaşık iki yıldır NBA Mock Draftlerinde (Tahmini draft) nerede seçileceğini bilmeleri gerekirdi. Enes dört yıl üniversitede eğitim görüp sonra NBA Draftine gireceğini söyleyeceğine 2011 NBA Draftine gireceğini söylediğinden dolayı da tıpkı Türkiye’de olduğu gibi eğitim konusunda çok ısrarcı olmadığı anlaşılıyor. Zaten ilk beş sırada seçilecek bir oyuncunun Kentucky vitrinine ihtiyacı olmadığı gibi Calipari ve Kentucky’nin Enes’e ihtiyacı var. Yahoo sports yazarı Marc Spears en son Draft tahminlerinde Enes’i 10.uncu sıraya koyuyor ve “Kentucky’de oynamadığı takdirde değerinin artacağını düşünüyorum.” diyor. Aylarını prep okulu arayışında boşa geçiren Enes bu yılı da boşa geçirirse o zaman gerçekten 10.uncu sıralara kadar düşebilir. Buna rağmen Spears’ın böyle bir yorum yapması ilginç değil mi?

Biz Enes’in ABD’de oynadığı basketbolun ve yeteneklerinin konuşulmasını isterdik. John Calipari’den “Onu oğlum gibi seviyorum.” gibi inandırıcı gelmeyen cümlelerle veya basketbolu bırakınca hayranı olduğu “The Undertaker” lakaplı profesyonel güreşçi gibi bir güreşçi olmayı hedeflediğini yazan yazılarla veya isminin bu tür araştırmalarda gündeme gelmesiyle değil. Enes’in yazının başında yer alan yazar Ravinde K. Kamani’ye ait hikayeyi dikkatle okumasını isterim. Birisinin ona yol göstermesini, akıl vermesini, ne yapması gerektiğini göstermesini istiyorsa şu son aylarda başından geçenleri bir daha hatırlasın.

İlk durağı olan ve çok iyi bir basketbol programına sahip Oak Hill Academy’nin coach’u Steve Smith ise niye Enes’i kabul etmediğine değinerek, “Ben 26 yıldır buradayım. Doğru olanı yapmaya çalışırım. Yaşı tutuyordu ve müthiş bir oyuncuydu, ama programımı riske atamazdım. Benim için para alıp, almadığı önemli değildi. Eurolig oynamış ve para almamış hiçbir oyuncu görmedim. Avrupa’da Eurolig oynamış birisi buraya gelip lise takımında oynayamazdı.” demişti.

İkinci durak Las Vegas’daki basketbolda yine en iyi prep okullarından birisi olan Finley Prep School’un coach’u Michael Peck’in Enes’i niçin kabul etmediğini dile getirirken, “Takımımda profesyonel bir oyuncu alamazdım. Kevin Durant şu anda bir lise takımında oynayamaz.” demişti.

Üçüncü durak ise West Virginia’da yer alan Mountain State Prep okuluydu. İlk iki okul kadar basketbolda isim yapmamıştı ve belki onların risk edeceği daha azdı ama coach Rodney Crawford, diğer iki okuldakiler gibi sonunda Enes’i almadı.

Dördüncü durak ise Kaliforniyadaki Stoneridge Prep Simi Valley oldu. Okullardaki basketbol seviyesi gitgide düşüyordu, ama Enes Kanter sonunda onu kabul edecek bir okul bulmuştu. Arada geçen zaman kaybı, ABD’yi bir uçtan öbür uca kadar gidip gelmek, bu dönemlerde Enes’e kim baktı, yol parası, yemek parası, otel parası, gezme parası.. Bunlar hiç gündeme gelmedi ve kendisine kariyeri açısından pek fayda sağlamasa da en azından Enes birkaç aylığına basketbol oynayacak bir yer bulmuştu. Rekabet düşük seviyedeydi, Enes devleşti. Ama oyununu geliştirme açısından ne kazandı?

Bu arada Eylül 2009 da Enes prep okulu bitirip, NCAA kariyerine Washington Üniversitesinde başlayacağını açıkladı. Washington coach’u Lorenzo Romar “O zaman bize gelen bilgiler şu andaki bilgiler değildi. Onun bir profesyonel takımda maçlara çıktığını biliyorduk ve bizim okula girebilecek test skorlarını aldığı takdirde bir miktar maç cezası alıp sezonun ikinci yarısında forma giyebileceğini düşünüyorduk.” dedi. Enes o teste girmeden Kentucky’e gideceğini açıkladı.

Enes 2011 NBA Draftinde seçilmeyi planlıyordu ve 2009 Avrupa Şampiyonasında Milli Takım’da yer almayarak büyük bir fırsatı kaçırdı. Şampiyonaya fırtına gibi giren, ancak cezalı Kerem Gönlüm’süz olan Milli Takım’da bir de Ersan Ilyasova sakatlanınca ilk beşteki dört numaralı pozisyon son iki maçta Barış Hersek’e kaldı. Enes herkese kendini göstermek için müthiş bir sahneyi kaçırmıştı.

2010 Dünya Şampiyonası Türkiye’deydi, ancak John Calipari Enes’in Ağustos ayında Kanada’da oynayacağı üç maçlık özel bir turnuvada oynayacağından dolayı Milli takım için izin vermedi. NCAA turnuvaya günler kala Enes’in o turnuvada oynayamayacağını açıkladı ve Türkiye’nin gümüş madalya kazandığı 2010 Dünya Şampiyonası treni de gitti.

Şimdi de bu sezona fırtına gibi giren Euroleague’in tek namağlup takımı olarak dikkat çeken Fenerbahçe Ülker’de genç uzun Gaspar Vidmar sakatlandı ve altı ay oynayamayacak. Fenerbahçe’nin uzun rotasyonunda mutlaka Enes’in özelliklerini taşıyan bir uzuna ihtiyacı var.

Enes kelebek koluna kondu.

MURAT MURATHANOĞLU

Devamı ...

21 Kasım 2010

Üç Yıl Sonra Akatlar Zaferi



Maçın başında Beşiktaş, seyircinin verdiği bir gazla 6-0'lık seriyle başladı. Daha sonra Ukiç ve Ömer'le hücumda sayılar bulup işi dengelesek de Lavrinoviç ve Kaya savunmada Likholitov ve Cevher ikilisini pek savunamaması nedeniyle ilk çeyreğin son dakikasına kadar Beşiktaş skorda önde kalmayı başardı. Çeyrek sonunda Marko Tomas'ın iki üçlüğü ve Ömer'in sayısıyla oyunda üstünlüğü skorda da üstünlüğe çevirip ilk çeyreği 27-21 önde bitirdik. İkinci çeyrek hücumda daha çok Oğuz üzerinden oynadık, Iverson'in hiç süre almadığı bu çeyreğin büyük bölümünde bizde de Iverson'un savunmacısı Ömer kenardaydı. Farkı 10'lara çıkarsak da Likholitov'ın sayılarıyla fark 3-5 sayı civarlarında dolaştı ikinci çeyrek boyunca, ve Chatman'ın kaçan faulleri sonucu 40-35 önde bitirdik ilk yarıyı.

İkinci yarı Ukiç'in üçlemesi sonucu Spahija Greer yerine Emir'i bir numaraya çekerek oynamayı tercih etti.Bu bölümde hücumda saçma sapan tercihler yapıp momentumu Beşiktaş'a kaptırdık. Serhat ve Cevher'in sayıları ve Oglivy'le Beşiktaş 7 sayı farkı yakaladı üçüncü çeyreğin bitimine 3 dakika kala. Greer'in oyuna girmesi ve Mirsad'ın arka arkaya 5 sayısıyla momentumu geri alıp 7 sayılık farkı kısa sürede erittik ve üçüncü çeyrek 53-53 berabere sona erdi.

Dördüncü çeyrek Ömer Onan'ın ve Tomas'ın sol dipten bulduğu üçlüklerle skorda 5-6 sayılık avantajı yakaladık. Dar rotasyon sonucu fazla yıpranan Beşiktaş'ta şutlar girmemeye başlayıp Mirsad da ribauntları toplamaya başlayınca Lavrinoviç'in felaket hücum tercihlerine rağmen önde kalmayı başardık. Ukiç'in geri dönüşüyle hücumda daha dengeli davranınca maçın sonuna 7 sayı üstün girdik. Cevher'in üçlüğüyla Beşiktaş umutlansa da, fark 4-5 sayıyken, iki hücumdan boş dönerek kazanma şanslarını yok ettiler. Ömer Onan'ın boş turnikesiyle üç yıl aradan sonra Akatlar'dan galibiyetle döndük.74-67

Rakamlara baktığımızda Mirsad'ın 8 sayı 12 ribauntu, Oğuz ve Tomas'ın 12 sayısı ve Ömer'in 20 sayısı var. Beşiktaş'ta Likholitov'un 22, Cevher'in 19 sayısını görüyoruz. Vidmar'ın sakatlığı sonrası boyalı alandaki sertlik düzeyimiz düştü. Bugün Lavrinoviç'in hücumdaki berbat şut performansının daha ötesinde savunmadaki hali korkutucuydu. Uzun rotasyonunun kalitesi ve derinliği tartışılır bir takımdan bile (Oglivy-Cevher-Likholitov) 47 sayı yedik. Kaya-Lavrinoviç ikilisiyle oynadığımız dönemde Lavrinoviç daha çok dış şutu tercih edip Kaya da potaya bakmak günahmış gibi bomboş durumlarda bile dışarıya pası düşününce tamamen dış oyunculara dayalı bir hücum düzenimiz oluyor. Vidmar savunmada caydırıcılığının yanında hücumda da Kaya'dan çok daha ciddi bir tehdit olduğu için hücumda da yokluğu takımı etkiliyor. Pas kanallarını bulma ve pick and roll sonrası içeriye devrilme konusunda Kaya, Vidmar'dan daha iyi ama birebir hücum tehdidi ve post up yapıp potaya gitme tehdidi yok. Dolayısıyla Kaya oynadığı dönemde mecburen üçlük denemelerimiz artıyor, ne yapıp edip Kaya'nın potaya bakmasını ve gitmesini sağlamak gerekiyor.

Lavrinoviç 4-5 maçtır felaket şut atıyor, bu gibi durumlarda acaba dublörü mü geldi aslı yerine diye bir benzetme yapılır ama bu adamın dublörü olabilecek ikizi de çok iyi şutör olduğu için o şüphemizi çöpe atalım. Elinde Litvanya pasaportu olan bir sıradan vatandaşın bile atmayacağı ölçüde kötü şut atıyor, savunmada da Vidmar'ın yardımından mahrum kalınca yavaş ayakları çok daha büyük bir problem yaratıyor.

Herkes Ömer Onan'ın Iverson'u kilitlediğinden falan bahsetmiş de bence Ömer kendi standartlarında bir savunma yaptı, bundan çok daha iyi savunma performansları olmuştu, Iverson'ın zaten yürüyecek hali yoktu bu da gayet doğal. Iverson'ı eleştirmekten ziyade 2 yıldır basketbol oynamayan bir adamı aldık diye şampiyon olacaklarını sanan zihniyeti eleştirmek lazım. Iverson'ı seyretmekten çok Fenerbahçe'ye küfür etmek için maçtan beş gün önce biletleri tüketmiş seyirciyle falan olmuyor bu işler.

Üç senedir bu salonda abuk sabuk mağlubiyetler aldık, iki yıl önce 110 sayı yiyerek kaybettik. Bu sezon için karakter sınavlarından bir tanesiydi bu maç, bu sınavı iyi verdik. Çok iyi atmosferde ama bundan farklı olarak basketbolu bilen bir seyirci önünde bu senenin en kritik maçına çıkacağız Rytas'a karşı. Aynı mental kararlılığı orda da görürüz umarım.
Devamı ...

13 Kasım 2010

Gaziantepspor 2 - Fenerbahçe 1
STSL 13/11/2010



NTVSPOR - GÖKHAN KARATAŞ
Galatasaray ve Bursaspor beraberliklerinin ardından Eskişehirspor'u mağlup eden Fenerbahçe, zorlu Gaziantep deplasmanından eli boş ayrıldı: 2-1. Bursaspor'un Trabzonspor'a mağlup olmasının avantajıyla sahaya çıkan konuk ekip, son çeyrekte büyük bir şok yaşadı. "100'ler Kulübü"ne adını yazdıran Alex'in golü galibiyet için yeterli olmadı.

Fenerbahçe'de teknik direktör Aykut Kocaman, kırmızı kart cezalısı Lugano'nun yerine Bekir'e, sakat Emre Belözoğlu'nun yerine Cristian'a forma şansı verdi. Sarı-lacivertli takımın sağ kanadında ise Dia-Kazım değişikliği oldu. Son haftaların formda ismi Semih Şentürk, yine gol ümidi olarak 11'deki yerini aldı.

Sarı-lacivertli takımın 5. dakikada kazandığı serbest vuruşu Alex kullandı. Arka direğe yapılan ortaya çizgi üzerinde Semih, kafayı vurdu. Yan direğe çarpan top auta gitti.

18. dakikada Alex-Semih-Stoch üçgeninde gerçekleşen paslaşma golle sonuçlandı. Semih, Alex'ten aldığı şık pası Stoch'a aktardı. Bu futbolcu da meşin yuvarlağı bekletmeden kale önüne çevirdi. Penaltı noktası üzerindeki Alex, düzgün ve sert bir vuruşla topu filelerle buluşturdu. Tabeleyi 0-1 olarak değiştiren kaptan, bu golle ligde 100 gole ulaştı. 2004'ten beri Fenerbahçe forması giyen Brezilyalı yıldız, 'dalya' derken, hepsi Fenerbahçe'de olmak üzere 100 gol atan ilk yabancı futbolcu unvanına kazandı.

Golden sadece 3 dakika sonra Gaziantepspor, beraberliğe çok yaklaştı. Olcan uzaktan şansını denedi, Volkan'ın parmaklarının ucuyla dokunabilidği top üst direkten döndü.

Dakikalar 27'yi gösterdiğinde ise Kamil Ocak Stadı'na gelen taraftarlar iki güzel hareket izledi. Volkan, Ivan de Souza'nın uzak mesafeden müthiş şutunu aynı güzellikte kurtardı.

38. dakikada Gaziantespor, tehlikeli bir noktadan serbest vuruş kazandı. Julio Cesar'ın yokluğunda topun başına geçen Ivan de Souza'nun vuruşu barajda kaldı. Önemli bir şanstan yararlanamayan konuk ekip, soyunma odasına 1-0 mağlup gitti.

Aynı 11'lerle sahaya çıkan iki ekip, ikinci 45'e tutuk başladı. 52. dakikada Jorginho, sağdan ceza alanına girerken yerde kaldı. Hakem Tolga Özkalfa, oyunu devam ettirdi. Jorginho, iki dakika sonrasında ise uzaktan kaleyi yokladı. Günün başarılı isimlerinden Volkan, bir kez daha gole izin vermedi.

Fenerbahçe, 58. dakikada ikinci gole yaklaştı. Ceza sahası içinde Dani'nin uzaklaştırmak istediği top, Semih'in önünde kaldı. Bu futbolcunun vuruşu az farkla dışarı gitti.

Oyuna ilk müdahale Gaziantepspor'dan geldi. 62. dakikada Tolunay Kafkas, Ahmet Arı'nın yerine Beto'yu sahaya sürdü. Bu değişiklikle Sosa sağda görev alırken, Beto en uca geçti. Kocaman ise karşı hamle olarak Kazım ve Stoch'un kanatlarını değiştirdi. Kafkas, 10 kişi kalmamak için 73. dakikada bir değişiklik daha yaptı. Sarı kartı olan Yalçın, yerini Emre Güngör'e bıraktı.

Aykut Kocaman, Kafkas'ın iki hamlesine 75. dakikada yanıt verdi. Ağır kaldığı gözlenen Semih'in yerine kalan dakiklarda Dia mücadele etti. Oyuna girer girmez pozisyona giren Dia, Kazım'ın topuk pasını bekletmeden ceza sahasına ortaladı. iyi yer tutan savunma, Stoch'a gol şansı tanımadı.

Önemli bir pozisyondan yararlanamayan Fenerbahçe, 78. dakikada Serdar Kurtuluş'un skora denge getirmesini engelleyemedi. Sağ çaprazdan ceza sahasına giren Serdar, Stoch'u çalımladıktan sonra müthiş vurdu. Savunmayı ve Volkan'ı geçen top filelerle buluştu: 1-1.

84. dakikada ise Olcan, Gaziantepspor'u öne geçiren golü kaydetti. Ceza sahası çizgisi üzerinde topu kontrol eden Olcan, Volkan'ı çalımladıktan sonra düzgün bir vuruşla skoru 2-1'e getirdi.

Fenerbahçe'de Niang, 86. dakikada Kazım'ın yerine oyuna girdi. 90+2'de ceza sahasında topla buluşan Alex, köşeyi iyi gördü. Kaleci Karcemarskars, son anda golü önledi. Bu pozisyondan sonuç çıkmayınca, sarı-lacivertliler sahadan 2-1 mağlup ayrıldı.

Ligde bu sezon şampiyonluk yarışı içindeki takımlara mağlup olan Gaziantepspor, bu galibiyetle sahasında 10 maç sonra 3 puan sevinci yaşadı ve Fenerbahçe karşısında sahasındaki yenilmezlik serisini 3 maça çıkardı.

GAZİANTEPSPOR: 2 - FENERBAHÇE: 1
Stat: Kamil Ocak

Hakemler: Tolga Özkalfa, M.Şahan Yılmaz, Nihat Mızrak
Gaziantepspor: Karcemarskas, Yalçın (Dk. 72 Emre Güngör), Murat, Ivan De Souza, Ahmet Arı (Dk. 63 Beto), Jorginho, Dany Nounkeu, Serdar, Ismael Sosa, Olcan, Orhan
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Yobo, Bekir İrtegün, Kazım (Dk. 85 Niang), Alex, Stoch, Baroni, Semih Şentürk (Dk. 75 Issiar Dia), Mehmet Topuz, Gökhan Gönül, Caner Erkin
Goller: Dk. 18 Alex (Fenerbahçe), Dk. 78 Serdar Kurtuluş, Dk. 85 Olcan (Gaziantepspor)
Sarı kartlar: Dk. 35 Bekir İrtegün, Dk. 66 Alex, Stoch (Fenerbahçe), Dk. 53 Serdar Kurtuluş, Dk. 62 Orhan Gülle, Dk. 70 Yalçın (Gaziantepspor)
Devamı ...

10 Kasım 2010

Dörtte Dört



Geçen sene Euroleague'de Barcelona ve Siena ile oynayıp dörtte dört yapacağımızı söyleseler kimse inanmazdı. Fenerbahçe geçen seneler oturmaya başlayan takımından Semih, hatta Ömer gibi önemli oyuncuları kaybetse de yaz döneminde yapılan transferlerin tam isabet olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Fenerbahçe'nin çok iyi bir takım olduğunu 40 dakika hiç düşmeyen savunmadan, skor dağılımından, pota altını da dışarıyı da aynı verimle kullanmasından anlamak mümkün. Bu takımdan bahsederken oyun karakteri diyor ve geçen seneler F4 seviyesi takımlarından yenilen farkları onun tam oturmamasına bağlıyorduk, bu sene Fenerbahçe oyun karakterini savunmayla tarif eden bir takım ve bu takımı izlemek gerçekten büyük keyif.

Maçın daha ilk saniyesinden çok iyi savunma yaparak başladık. İlk çeyrekte 5 dakika geride kalmışken Siena'nın attığı sayı sadece 5'ti. İlk çeyreğin özellikle başlarında hücumda çok fazla opsiyon kullanmayan takımın sayı silahı Ukiç'in içeri drive'ları oldu. Bir süre skor atma işini bu şekilde idare etsek de hücumdaki statikliği çözmek için oyuna Greer'in girmesini beklemek gerekecekti. Greer, ilk çeyreğin sonlarında ve ikinci çeyreğin başında çok iyi bir guard oyunu oynadı. Aynı dönemde Mirsad'ın müthiş istekli oyunu da farkın artmasına yardımcı oldu. Greer girdikten sonra özellikle Oğuz'u pota altına hareketlenirken topla buluşturduğu pozisyonlar sayesinde Oğuz'un verimini birden bire arttırdı. O saniyelere kadar hiç üçlük atamamışken ve şutörlerimiz de suskunken Mirsad'ın isabetli dış atışları oyunun bir saniyesinde bile geri gitmeyen müthiş savunmanın ödülü oldu.

İlk yarıdan ilginç bir istatistik şutörlerin attığı sayı: Marko Tomas'ın ilk yarının bitimine 1.30 kala attığı üçlüğe kadar, yani 18 buçuk dakikada Ömer, Kinsey, Tomas, Emir'in toplam sayısı sadece 1. Bu kadar kötü şutör performansına rağmen muhteşem savunma yaptık. İlk yarının sonunda oyuna girip sadece 5 dakika sahada kalan ve maçı 0 sayıyla bitiren Kaya Peker'in bile müthiş bir savunma katkısı oldu. İlk yarının sonlarında Siena sert savunmayı aşamayınca uzunları dışarı çıkararak eşleşme problemiyle boş şutlar bulmaya çalıştı. Spahija bu sorunu Kaya'yla çözmeye çalıştı ve işe yaradı. Şut sokamayan Tomas, Ömer, Kinsey boş atışlarından sonra bile dönüp savunma işlerini kusursuz yaptılar. Oturan oyun karakterini de bu savunma direnciyle açıklamak gerekiyor. Böyle oynayan bir takımın yenilmesi çok zor. İlk yarı 6 sayı farkla, 40-34 bittiğinde herkes bu savunmanın hak ettiği farkın bu olmaması gerektiğini biliyordu fakat tüm şutörlerin bu kadar sessiz kalmayacağı da biliniyordu. Zaten Marko Tomas ilk yarının son 1 buçuk dakikasında 4 sayı birden atıp bunun sinyalini de vermişti.

Aşağıdaki grafik ilk yarıda takımların hangi bölgeden hangi oranla isabet bulduğunu gösteriyor. Fenerbahçe çok kötü dış atış yüzdesine rağmen yakın mesafeden, özellikle pota altını etkili kullanarak 9/11 gibi bir yüzde yakalamış, Siena ise 5 tane üçlükle maça tutunmaya çalışırken yakın mesafede 5/14 gibi felaket bir yüzdeyle oynuyor.


İkinci yarıya çok fazla top kaybıyla başladık. Buna rağmen yine savunma sayesinde maçtan düşmedik. İkinci yarıya 6 sayı farkla başlandı ve sürekli top kaybı yapılan devre başında bile o farkın azalmasına izin verilmedi. Siena yine sayı atamıyordu. Özellikle üçüncü çeyrekte Tomas'ın dış alan savunması ve Vidmar'ın mükemmelleşen pota altı savunması artık Siena koçunu delirtecek noktaya gelmişti. Siena, Vidmar'ın 3 pozisyon üst üste pota altını kararttığını gördükten sonra oralara pek uğramamaya karar vermiştir. Yukarıdaki grafikte görülen istatistikler bu çeyrekte de devam ediyor ve Fenerbahçe rakibini topları dışarıdan kullanmaya zorluyordu. Hiç ekstra sayı atmadan ekmeğini taştan çıkaran Fenerbahçe, sonunda Stonerook'un üçlüğüne Lavrinovic'le ekstra bir üçlük bularak cevap verip farkı 11'e kadar çıkarıyordu. Artık biz de biraz şut sokmaya başlayacağız mesajı da verildi ve üçüncü çeyreğin sonunda pota altında bloklar aralıksız devam etti. Son çeyreğe girilirken skor 58 - 48'di.

4. çeyrekte Kinsey açılmaya karar verdi ve şut sokamasa da savunmayı delerek asistlere ve faul almaya başladı. Aynı saniyelerde Mirsad tekrar oyuna girdi ve bütün ribauntları toplayarak ve bunlardan bir tanesini üçlükle bitirerek kariyerine müthiş oynadığı bir gece daha ekledi. Zisis maçın sonlarına doğru açılmaya başlasa da sert ve dirençli savunma karşısında Siena da iyice yorulmaya başlamıştı. Dış şutlarında isabet yüzdeleri düştü, içeriye girebildikleri birkaç pozisyonda bile basit hatalar yapmaya başladılar. Ömer ve Ukiç de sayı atmaya başlayınca bu çeyrekte fark 10 barajının altına hiç düşmedi. Ukiç'in bitime 1.20 kala, 24 saniye süresinin sonunda, neredeyse rastgele, fırlattığı ve giren top basketbol tanrılarının mükemmelleşen savunmaya ufak bir mükafatı oldu. Tanrı, iyi savunma yapanın yanındadır.

İstatistiklere bakında Ukiç 11, Mirsad 13, Ömer 9, Greer 9, Lavrinovic 7, Vidmar 8, Oğuz 9, Tomas 11 sayı atmış. Siena istatistiklerine bakında McCalebb'in çok ekstra üçlüklerle attığı 18 sayı var ve 7 sayıyı geçen toplam 3 oyuncu var. Fenerbahçe'de 15 sayıyı geçen bile yok ve 7 sayıyı geçen 6 oyuncu var. Savunmada mükemmelleşen takım hücumda da birisi durduğunda diğer oyuncuyla devreye girmesini bildi. Yapılan 17 top kaybına rağmen ribauntlardaki 45-24 üstünlük savunmanın eseri. Siena'ya karşı maçın başından sonuna kadar önde oynamak ve ribauntlarda ezerek, potayı göstermeyerek 13 sayı farkla yenmek çok önemli; geçen haftaki Barcelona zaferinin tesadüf olmadığının kanıtı. Bu savunma aynı seviyede devam ederse bu takım bizi sezon sonunda çok sevindirebilir.
Devamı ...

Laurel & Hardy - The Flying Deuces



Stan ile Oliver'i özel yapan şey her ikisinin de 1930'lar sinemasının kuşkusuz en önemli karakterlerinden olmasıdır. Bir diğer özelliği, küçükken çizgi romanlarını takip ettiğimiz eğlenceli bir ikili olmasıydı. 1939 yapımı The Flying Deuce en iyi filmlerinden biri değil, ama kesinlikle eğlenceli.
Devamı ...

Tepkinin Yönünü Şaşıranlar



Yukarıdaki fotoğrafta Hürriyet'in attığı iğrenç manşete tepki göstermiş Galatasaray taraftar grubu. Tecavüzün iyice mizah olduğu ülkede bu iğrençliklere tepki göstermek artık herkesin sorumluluğu oldu, hatta bu rezilliği sadece Galatasaray taraftarı değil, hatta sadece futbolla ilgilenenler değil tüm Hürriyet okurları protesto etmeli. "Suçu ne" içerikli kötü mizahın 105 yaşındaki nine için bile kullanılacağını düşünmek için akıl tutulması yaşamak gerek. 105 yaşında bir insanın atkısı boynunda maç heyecanı yaşamasındaki güzelliği görmeyip "yine kahroldu" temalı haber yapmak için Hürriyet olmak lazım.

Bu tepki fotoğrafında ise daha büyük sorunlar var. Fotoğrafa bakınca tepki ne için, neye gösteriliyor insanın kafası karışıyor. Hürriyet gazetesini sarı lacivert yapıp üzerini kırmızı çizgilerle çizmişler. Yani Hürriyet Fenerbahçe yayın organı olduğundan böyle iğrenç fotoğrafları basabiliyormuş. O zaman mesela şurada gösterilen rezilliği nasıl açıklayacaklar? Sanırım Ercan Saatçi olayından sonra böyle kampanyalara başlamışlardı. Hürriyet'in şoven, ırkçı, cinsiyetçi tutumu, Türkiye Türklerindir gazeteciliği o güne kadar kendilerini rahatsız etmemişken birden seviyesizliği bilinen bir adam Fenerbahçeli olduğu biliniyor diye Hürriyet rahatsız edici olmaya başlamıştı. Hürriyet'in Fenerbahçe Kulübü, taraftarı, derneğiyle hiçbir organik bağı yokken bu ön kabulden yola çıkarak analizler yapmaya devam ediyorlar.

Asıl sorun bu bile değil. "Fikrimiz değişmedi, hâla öylesiniz" sloganının çıkış hikayesini anlatayım. Sanırım 2000 yılında Ali Sami Yen'deki Galatasaray - Fenerbahçe derbisinde İstiklal Marşı sırasında Galatasaray tribünlerinde "hepiniz o.. çocuğusunuz" diye bir pankart açıldı, daha sonra konuşuldu, tepki gördü vs. 2000'lerin ikinci yarısından sonra derbilerde şiddet, olay, kavga eksik olmayınca birden bunu hatırladılar ve "fikrimiz değişmedi, hâla öylesiniz" sloganını buldular, sık sık kullanıyorlar. Özetlemek gerekirse insanların sadece bir takımın taraftarı olduğu için o. çocuğu olduğunu düşünüyor, bunu sesli dile getiriyor ve bu konuda hep aynı düşündüklerini beyan ediyorlar. Hürriyet'in benzetmesi ile ne kadar farklı bu?

Hürriyet'in cinsiyetçi, komik olmayan ve iğrenç manşetine tepki gösterirken aslında yaptıkları farklı değil. Cinsiyetçi bir dile sarılmaktan, Fenerbahçelilerle hiç ilgisi olmayan bir Fenerbahçeli nedeniyle milyonlarca insana küfür etmekten kaçınmıyorlar. O zaman insan merak ediyor; bu Hürriyet manşetindeki cinsiyetçi, seviyesiz benzetmenin bu yönleri sizi rahatsız etmediyse neye tepki gösteriyorsunuz? Eğer sizi rahatsız eden buysa, böyle bir seviyesizliği hiçbir dayanağı olmadan Fenerbahçe ile bağdaştırıp aynı seviyede bir dil kullanarak neye tepki veriyorsunuz?
Devamı ...

7 Kasım 2010

10 Heroes, One Stupid Boy



1998 Dünya Kupasında Arjantin karşısında aptalca bir kırmızı kartla atılan Beckham'a kızıp ertesi gün bu manşeti atmıştı The Mirror. Aslında "10 Heroic Lions, One Stupid Boy" demişler ama aslan benzetmesi bizim göreneklerimize uygun olmadığından onu attım. Zaten Bilica sahadayken kalan tüm oyunculara kahraman demek de çok mantıklı olmuyor ama Beckham'a benzetilen oyuncunun Lugano olduğunu anlamışsınızdır.

Oyuncuların saha içinde sinirlenmesini, sert bir hareketten sonra rakibe saldırmalarını, hakemi kovalamalarını hatta kavga etmelerini anlıyorum. Bu kadar yoruldukları bir yerde ani tepkiler vermeleri doğal. Önemli olan bunu mümkün olduğunca frenleyerek takımı sık sık eksik bırakmamak. İki sezon önce periyodik olarak cezalı duruma düşen Lugano, geçen sene Avrupa Kupaları, lig ve Türkiye Kupası dahil oynadığı toplam 42 karşılaşmada sadece 1 kere cezalı olduğu için kadroda yer alamamış, kırmızı kart sayısı ise 0. Tam Lugano sicilini düzeltiyor diye düşünürken bu sezona da bomba gibi girdi. İlk 8 maçta 4 sarı kart.

Bunların en azından bir tanesi hatalı, onu biliyoruz ve pozisyon gereği defans oyuncusu kart da görebilir diyelim (Yobo 7 maçta 0 kartla oynuyor). Her şekilde Lugano'yu aklamaya çalışalım ve bugüne kadar hiçbir şey yapmadığını kabul edelim. Yine de bugün yaptığına ne diyeceğiz? Lugano takıma, takım arkadaşlarına, hocasına ihanet etmiştir. Bunun geçmişte yaptıklarıyla, faullerle, kavgalarla bir ilgisi yok. Sadece bugün yaptığı bile büyük sorumsuzluktur. Fenerbahçe Kulübü Lugano'nun babasının çiftliği değil, burada canının istediğini yapamaz. Konu ne olursa olsun bir kavgayı uzatıp saha dışında maçın ortasında kart göremez. Böyle bir oyuncunun Fenerbahçe'de işi yoktur.

Profesyonelliğe, senede kazandığı para geyiğine girmeye hiç gerek yok. Bir küfür yüzünden kavga edip disiplin cezası alan, yurttan atılan üniversite öğrencisinin yaptığı da aptalcadır, bir küfür yüzünden hırsını alamayıp devre arası soyunma odasında kırmızı kart gören futbolcunun yaptığı da. Bu yaşa gelmiş bir insan "bana küfür etti" diye bir insanı 20 dakika kovalayıp sonucunu bile bile gidip saldırmaz. Hakem ne de olsa görmez burada diye saldırdıysa sorun daha da büyük. Takımın 2 dakika önce gol atmış; senin umrunda değil, nefretini bile yumuşatmamış, kafanda rakibin bir oyuncusu var ve soyunma odasına giderken koridorda ona saldırıyorsun. Acaba soyunma odasına girip "hocam, ikinci yarı 10 kişi oynayacağız çünkü ben koridorda adama saldırdım ve kırmızı kart gördüm" derken suratı kızardı mı? Bunu yapabildikten sonra Aykut Hoca'nın yüzüne bir daha bakabilecek mi?

Uruguay - Hollanda maçının devre arasında bunu yapabilir miydi Lugano? Yapabiliyorsa Uruguay taraftarının, hocasının, federasyonunun, halkının tepkisi ne olurdu? Yapamazdı diyorsanız o zaman burada da yapamaz. Burası Fenerbahçe, 100 yıllık kulüp Lugano boks yapsın diye kurulmadı. Uruguay maçında yapamıyorsa burada da yapamayacak, yapmayacak. Yapıyorsa Uruguay Milli Takımında nasıl tepki görecekse burada da aynı tepkiyi görecek. Ne takım, ne hoca ne taraftar Lugano'nun delikanlılıklarını çekmek zorunda değil. Bu kadar büyük sorumsuzluk, amatörlük ihanettir.
Devamı ...

Fenerbahçe 4 - Eskişehirspor 2
STSL 06/11/2010



STSL 11. Hafta karşılaşmasında Eskişehirspor’ u konuk eden Fenerbahçe, rakibini Alex(p), Semih(2) ve Gökhan Gönül’ ün golleriyle 4-2 mağlup etti. Konuk ekibin golleri ise Sezer ve Serdar’ dan geldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: Yeniden yapılanmaya başladığı sezona zor maçlarla başlayan ve artık kolay görünen maçlar mevsimine giren Fenerbahçe, herkesin ağzını sulandıran serinin ilk halkası için sahaya çıkarken Özer Hurmacı ve Niang’ ın sakatlıkları sayılmazsa saha ve iklim koşulları oldukça müsaitti.

Sadece formasına değil ruhuna da hasta olduğumuz Eskişehirspor, İstanbuldaki maça kendisi de hasta olarak geldi. Sabık Maliye Bakanından bu yana kötüye giden bir rahatsızlık bu. Es-Es bandosu ve dinleyenlerinin şarkılardan fazlasını yapması gerek. Teknik direktörleri bir takım 'hatırlı insan'ı kıramayan Bülent Uygun ve futbol piyasasında yenilecek nice ekmekler olduğunu da farkeden Ümit Karan.

3’ te ligimizde nadirattan sayılan bir şey oldu: Pele’ nin topu kolunda taşımasına hakem, penaltı, dedi. Üstelik penaltı Fenerbahçe lehine. Alex klas kullandı penaltıyı: 1-0

7’ de Fenerbahçe inanılmaz geldi. Hızlı ve yerinde paslarla rakip oyuncular daha ne olduğunu anlayamadan Mehmet Topuz sağdan ortasında Semih yakın mesafede dokundu ama vuruşunu Ivesa son anda kornere çeldi.

Oysa buna çok benzeyen bir pozisyonda bir 'altı kasım eskisi' nde Serhat ağları görmüştü.

9’ da Pele kendini affettirmek için vurdu ama Volkan sağ alt köşeye giden topun ağlara kavuşmasına izin vermedi.

13’ te Eskişehirspor, Serdarla soldan geldi: Serdar’ ın Lugano’ yu geçtikten sonra yaptığı ortaya Batuhan iyi vurdu, Volkan iyi çıkardı, Sezer iyi tamamladı: 1-1

Oysa trübünler erken golle ve sonrasındaki atak fulbola bakarak 'kulakların çınlasın!..' tezahüratına hazırlanmaya başlamıştı.

18’ de Gökhan Gönül, Alex’ in derin pasında defansın arkasına sarktı. Ortası 'iki sıfır beşlik kaleci' Ivesa’ nın ulaşamayacağı kadar uzak, Semih kafayı vuracak kadar yakındı: 2-1

20’ de Stoch, transferini duyunca neden bayram ettiğimizi gösterircesine soldan geldi. Ortasında Gökhan Gönül’ ün kafası az farkla dışarı gitti.

32’ de son zamanlardaki oyunuyla sevgimizi değilse de saygımızı kazanan Emre sakatlandı. Onsuz bir orta saha nasıl olacak sorusuna olası bir cevap için fırsat.

41’ de Mehmet Topuz uzaktan iyi vurdu. Ivesa’ nın dokunduğu top yan direkten geri geldi.

45+1’ de Gökhan Gönül sağdan geldi. Kenara kaçan Semih’ e topu aktardı. Semih’ in ortası savunmadan döndü. Gökhan Gönül önüne düşen topa insafsızca vurdu: 3-1

İlk yarı böylece bitti.

Takımlar ikinci yarıya Lugano ve Sezer’ i daha iyi sevişsinler diye boş bir odaya kapatarak çıktı. Lugano yüzünden Stoch çıktı, Bilica girdi.

46’ da daha dakikası dolmadan ıskaladı Bilica. Ama bu ıskayı Batuhan da beklemiyor olmalı ki, vuruşu yeterince iyi olmadı.

51’ de Alex, Gökhan Gönül’ ün getirip önüne bıraktığı topta gelişine vurdu ama Ivesa doğru yerdeydi.

65’ te sağdan yapılan ortayı Bilica bir defa daha ıskaladı. Hemen arkasındaki Serdar bu hediyesine golle teşekkür etti: 3-2

72’ de Alex şut için önüni bir türlü açamadı ama top bir şekilde sağdaki Gökhan Gönül’ e gitti. Onun kale içine yerden yaptığı ortaya Semih dokundu: 4-2.

81’ de Beşiktaş’ ın eski G7’ ı, Alex’ ten bir kaç gömlek üstün Tello oyuna girdi.

87’ de Mehmet Topuz çalımlarla ceza sahasına girdi ancak Ivesa' yı da geçen Mehmet Topuz’ un açısı artık oldukça dardı.

89' Dia slalomunu golle sonuçlandıramadı: çalımlarla Eskişehir ceza sahasına giren Dia topu doğru köşeye bıraktı ama isabet ettiremedi.

Maç da Fenerbahçe’ nin 4-2 üsütünlüğü ile sona erdi.

Yazınn başında bahsi geçen mevsimin ilk maçından istediğini alarak ayrılan Fenerbahçe o maçların belki de en zorlusuna çıkacağı Gaziantepspor karşısında hem Emre hem de Luganosuz olacak.

Nasıl derler, şampiyon olacaksan her türlü kazanmalısın.

Büyüksen de..

FENERBAHÇE: 4 - ESKİŞEHİRSPOR: 2

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Bünyamin Gezer, Volkan Narinç, Asım Yusuf Öz

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Lugano, Yobo, Caner,
Mehmet Topuz, Cristian, Emre (32 Kazım), Stoch (46 Bilica), Alex, Semih (82 Dia)

Eskişehirspor: Ivesa, Koray, Sadıgov, Nadareviç, Volkan, Serdar, Pele (46 Doğa), Bülent, Erkan (81 Tello), Sezer, Batuhan (65 Adem)

Goller:Alex (p), Semih(2), Gökhan Gönül / Sezer, Serdar

Kırmızı Kartlar: Lugano / Sezer (

Sarı Kartlar: Lugano, Kazım / Koray, Sezer
Devamı ...

5 Kasım 2010

Türkiye'nin Olmayan Spor Politikası



Bilindiği gibi ya da aslını söylemek gerekirse pek bilinmediği gibi bu kış Erzurum’da Kış Üniversite Oyunları düzenlenecek. Organizasyon fetişisti bir ülke olduğumuz için herhangi bir planlama, strateji ya da spor politikası falan gibi kaygılarla değil, şanımız yürüsün diye bazı organizasyonlara aday oluyoruz ve bu organizasyonların nimet-külfet dengesinde sürekli açık veriyoruz.

Bırakın kış olimpiyatları için gerekli donanımı, doğru düzgün modern kapalı spor salonu olmayan bir kentte milyonlarca dolar yatırımla buz pateni salonu, atlama kuleleri, kayak pisti falan yaptık. Üstelik bu organizasyon tıpkı İzmir’de düzenlediğimiz Yaz Üniversite Oyunları gibi dünyada kimsenin sallamadığı, birinci sınıf sporcularını yollamadığı bir organizasyon. Yani bu organizasyon sonunda şu kadar liralık tanıtım yaptık gibi bir palavrayı atmak da kolay değil çünkü oyunların uluslararası bir bilinirliği yok.

Spor namına bir strateji, futbol dışı sporlarda çizilmiş bir yol haritası, olimpik sporlara katılacak oyuncu yetiştirme gibi konularda en ufak bir uzun vadeli planımız olmadan bu kadar masraf yapıp bir organizasyona girişmek tam anlamıyla bir saçmalık. Biz bu kış oyunlarını almadan önce 20 senelik bir plan yapsak, bu oyunlarla artan ilgiden sonra Erzurum, Kars, Erzincan, Iğdır gibi yerlerde düzenli olarak kış sporları için sporcu yetiştiren bir organizasyonun temelini atsak o zaman hep birlikte bu organizasyonun alınmasını, milyonlarca dolar yatırımı falan destekleyelim ama hepimizin bildiği gibi böyle bir organizasyon olmayacak. Takriben bir sene sonra “ne olacak bu atlama kuleleri boş boş bekliyor” diye yerel meclis soru önergesi verir, buz pateni salonu soğuk hava deposuna falan dönüşür.

Bir organizasyona evsahipliği yapmak istiyorsanız o ülkede, o kentte bir takım şeyleri değiştirme şansını elde edersiniz. Eğer uzun vadeli bir hedefiniz, aklı selim sahibi spor yöneticileriniz varsa uluslar arası organizasyonlar bir ülkenin sporuna sınıf atlatabilir.
1992 olimpiyatlarından önce Avrupa’nın en pis şehirlerinden biri olan Barcelona’nın olimpiyat sonrası bir spor başkentine dönüşmesi bunun en güzel örneği. 1992 olimpiyatları için şehre yapılan tenis kortlarının atıl kalmayıp doğru düzgün bir tenis seferberliğine tahsis edilmesiyle 2000'li yıllarda tenis dünyasının altını üstüne getiren İspanyol raketlerin önü açıldı. Peki o kadar gürültüyle şamatayla aldığımız İzmir’deki Universiad sonrası İzmir’de hangi spora ilgi arttı acaba? Daha önce çıkmayan hangi İzmirli sporcular bu organizasyon için yapılan tesislerin imkanlarıyla elit birer sporcu haline geldi? Hangi İzmir kulübü bu olanakları bir altyapı hamlesine dönüştürdü? Bugün üzülerek görüyoruz ki 100 yıllık Karşıyaka kulübü bile kadın voleybol şubesinin kepenklerini indirmemek için taraftarın kendi aralarındaki olağanüstü dayanışmasıyla topladığı paralara muhtaç hale geldi.

Türkiye bu organizasyonları bir altyapı hamlesinin ateşleyicisi, bir spor politikasının enstrümanı olarak almadığı müddetçe bu organizasyonlar israftan başka bir şey değil. Son 10 yılda basketbolda Avrupa ve Dünya Şampiyonası düzenledik, voleybolda hem erkekler hem kadınlarda Avrupa şampiyonası yaptık, sanırım 99‘da Avrupa Yüzme Şampiyonasını düzenledik, daha geçen yıl halter ve eskrim şampiyonları yapıldı Antalya’da. Bu organizasyonların hangi birisi bu ülke sporu için ivme kazandırıcı oldu? 2001'de basketbolda Türkiye Avrupa ikincisi olduktan iki ay sonra üç büyük kulübün başkanı spor bakanına basketbol şubelerini kapatabileceklerini söylemişlerdi. Voleybolda ülkenin en köklü iki takımı Ankaragücü ve Karşıyaka şubenin faaliyetlerini askıya aldı ya da son anda döndü, yüzmede değişen hiçbir şey yok hala veteran kategorisine giren Derya Büyükuncu’yla katılıyoruz her organizasyona.

Bizim bu evsahipliği organizasyonlardan murad ettiğimiz şey anlık bir dalgalanma, “uh ah 12 dev adam”, “filenin sultanları”, “potanın perileri” falan diye turnuva düzenlenirken gaza gelmek, o turnuvada başarı kazanmak, ondan sonra bir sonraki ev sahipliğine kadar her şeyi unutmak. Böyle günlük sloganlarla da spor ülkesi olunmuyor doğal olarak. Türkiye’de adına spor kulüpleri denen kulüplerin gerçekten spor kulübü falan olmaması aslında mesele.

Fenerbahçe’nin hakkını yemeyelim, futbol dışı sporlara son yıllarda gerçekten ciddi katkı verdi, son olimpiyatlara Türkiye adına katılan sporcuların neredeyse yarısını kulübün bünyesinde barındırıyordu. Fakat sadece Fenerbahçe’yle olacak şeyler değil. Eğer gerçekten sporda bir hamle yapmak futbol dışı sporlarda da olimpik dallarda da yarışmak istiyorsak diğer kulüplerin ve medyanın elini taşın altına sokması lazım.

Futbola gömülmüş vaziyetteyiz, insanların dünyasını zenginleştiren futbol bizim ülkemizde öyle bir hal aldı ki diğer sporların iflahını keserek dünyamızı çoraklaştırıyor. Voleybol Dünya Şampiyonasını yayınlayan NTV maçları anlatmaya Japonya’ya spiker göndermeye tenezzül etmiyor, bir muhabir bir kameramanla idare ediyorlar 20 gün sürecek Dünya Şampiyonasını. Kadınlar Dünya Basketbol Şampiyonası 180 ülkede yayınlanırken bu ülkenin 50 ulusal televizyonunda ve hiçbir digital platformunda kendine yer bulamadı, Kış olimpiyatları bile doğru düzgün yayınlanmadı bin tane kanalı olan TRT tarafından.

Futboldan kafasını kaldırmayan, 7 gün 24 saat Rıdvan - Sergen - Sergen - Rıdvan şeklinde spor anlayışı olan spor kanallarıyla, basketbol maçlarının bile istatistiklerini doğru düzgün vermeyen spor gazeteleriyle, spor organizasyonlarını kendi seçim bölgesine selam vermek için kullanan sporu yönetenler üzerinde bir dördüncü güç baskısı oluşturmak da haliyle mümkün değil. Belki Almanya’daki 3.nesil Türklerden tenisci, yüzücü, bobsleighcı, Alp disiplini yarışcısı falan çıkarsa erken yaşlarda vatan, millet Sakarya edebiyatıyla, ailelerini taciz ederek, Türklüklerini ispata çağırarak sporda bir hamle yapabiliriz. Bu topraklar sporcu yetiştirmek için son derece bereketli topraklar olmasına rağmen organizasyon kelimesi bu topraklara yabancı kaldığı müddetçe sadece organizasyon fetişizmimizi tatmin ederiz. Sporcu yetiştirmek yok yola devam.
Devamı ...

Barcelona Zaferi



Maç öncesi birkaç veriyi koymak lazım önce. İlki, Barcelona önündeki son 4 maçta ortalama 19 sayı fark yiyerek kaybedişimiz. İkinci veri, son üç yılda kendimizden güçlü takımlarla oynadığımız 15 civarı maçta sadece gruptan çıkmayı garantilemiş Tau Ceramica'yı yenip diğer bütün maçları kaybetmişiz. Son Avrupa şampiyonu, bir ay önce Lakers'i yenmiş Barcelona deplasmanına bu iki korkunç veriyle çıktık.

Maçın başında tempoyu kontrol ederek başladık. Ukiç'in penetreleri,topu içeriye sokmamız ve hücum ribauntlarındaki istekliliğimiz skorda kontrolü de beraberinde getirdi. Savunmada dışarıda Ömer'in içeride Vidmar'ın sertliğiyle Barcelona'ya kolay teslim olmayacağımız mesajını verdik. Maçın düşük tempoda ve skorun düşük gitmesi maçın içinde kalmamızı sağlayacaktı ve ilk çeyrekten itibaren bu tempoyu üçüncü çeyreğin ortalarındaki 2 dakika hariç kontrol etmeyi başardık.

İkinci çeyrekte Greer'in hücumdaki katkısı Tomas'ın driveleri ve Kinsey'in müthiş savunma gayretiyle skorda 3-5 sayı hep önde kalmayı başardık. Eğer Lavrinoviç gününde olsa ilk yarıyı muhtemelen daha da farklı önde kapatabilirdik. İlk yarı sonunda Barcelona'dan sadece 28 sayı yememiz takımın nasıl bir savunma direnci koyduğunun göstergesiydi. Üçüncü çeyrek Barcelona her ne kadar savunmada daha sertleşse de organizasyon dışına çıkmadan boş şut bulmayı başardık aslında. Ömer, Mirsad ve Tomas'la boş üçlük atışları değerlendiremeyince Greer'in iki top kaybı, Navarro ve Lakoviç'in katkısıyla Barcelona üçüncü çeyreğin sonunda uzun bir aradan sonra 4 sayı öne geçti. Aldığımız mola dönüşü hücumda tıkanmışken Oğuz'dan bulduğumuz iki sayı ve çeyreğin sonunda hücum ribauntunu alıp Emir'le köşeden bulduğumuz üçlükle iki dakika önce vermiş olduğumuz momentumu geri aldık.

Dördüncü çeyrekte kaçırdığımız boş üçlüklerin ardından Emir ve Tomas'la bulduğumuz üçlüklerle skorda yaşadığımız sıkıntı ortadan kalkarken hakemlerin iki kolay düdüğü sonrası iki dakika dolmadan 4 faul limitinin dolması Barca'ya kolay sayı bulma imkanı sağladı. Barcelona, Lakoviç'le ve Lorbek'le ayakta kalmaya çalışırken Ukiç'in potaya gidişleriyle hücumda pozisyon bulmaya devam ettik. Maçın sonunda Ukiç'in ve Tomas'ın drive sonrası bulduğu krtik basketler sonrasında iki tane kritik savunmayı da iyi yapınca, Lavrinoviç'in 2'de 0 ve Vidmar'ın 2'de 0 faullerine rağmen kazanmayı bildik.

Bu galibiyetin skordan sonuçtan, Euroleague'e 3'te 3 le başlamaktan çok daha büyük bir anlamı var. Artık kendimizden daha potansiyelli takımlara deplasmanda bile kolay teslim olmayacağımız mesajını vermiş olduk. Barcelona'dan deplasmanda 61 sayı yiyen bir takıma hakemlerde savunmada öyle ucuz düdükler çalamaz artık, bir mesaj da onlara vermiş olduk ki hakemlerin saygısını kazanmayan bir takımın Final-Four hedefi olamaz. Maçı önde götürürken üçüncü çeyrekte hücumda kilitlenip kaldığımız ve Barcelona'nın öne geçtiği dönemde ordan geriye dönmemiz, geri adım atmamamız, dördüncü çeyrekte iki dakikada faul limitimiz dolmasına rağmen savunmamızın gevşememesi çok önemli verilerdi. Geçen yıllardaki iki turnike yiyince dağılan mental yapının bu sene kökten değiştiğinin göstergesi.

Deplasmanda Barcelona gibi bir takıma karşı sadece 7 top kaybetmemiz ve neredeyse hiç kolay basket yemememiz maçın bize gelmesindeki en önemli etken. Vidmar'ın muhteşem bir performans sergilediğini düşünüyorum, 6 sayı 4 ribaunt 1 blok pek parlak istatistikler olmasa bile içerideki sertliği, kritik anlardaki hücum ribauntları, ve mücadelesi takımın genel mücadele gücünü çok artırıyor. İkinci parantez sezon başından beri üstüne ölü toprağı serpilmiş Emir'e. En kritik yerde iki üçlük ve bir asistle maçta kalmamızı sağladı. Ve en önemli parantez Marko Tomas'a. Hem savunmada hem hücumda bu kadar etkili olabilen, hem asker hem general rolünü aynı anda oynayabilen ve hiç öyle yıldız kaprisi de olmayan bir oyuncu ve bugün de takımın galibiyetindeki en önemli etkenlerden biriydi 12 sayı 6 ribaunt 2 top çalmayla. Ukiç'i de unutmayalım, mükemmel bir maç oynadı 13 sayı 6 ribaunt 2 asist 2 top çalma ve belki de en önemlisi 0 top kaybıyla maçı tamamladı. Bütün oyuncuları ve mental bir enkazı üç ayda ayağa kaldıran Spahija'yı tebrik edelim.

Türk takımları son 20 yıldır Barcelona deplasmanında ilk kez galip geliyor. Kesin rakama bilmiyorum ama Efes'in Barca deplasmanı 8'de 0'dı sanırım. Ülker'in de 3-4 mağlubiyeti vardı ve üç tane de bizim mağlubiyetimiz ve bir de Darüşşafaka'nın. Yani Türk takımlarının toplam 15-16 Barcelona deplasmanında aldığı ilk galibiyet bu galibiyet. İki senedir Avrupa'da tebessümü unutturan takım bugün zafer çığlıkları attırdı bize. Emeği geçen herkese teşekkürler ama bu teşekkürü İstanbul'daki Fenerbahçeliler haftaya Çarşamba Siena maçında Sinan Erdem'i doldurarak gösterirlerse çok daha güzel olur. Bu takım daha ne yapsın? Barcelona'yı yendi. Evet şaka ya da hayal değil Barcelona'yı yendik.
Devamı ...

1 Kasım 2010

Hot Monday - Benny Hill Show



Pazartesi sendromuyla savaşta Benny Hill Show desteği alıyor, muharebe gücümüzü bu kuvvet çarpanı ile ikiye katlayıp muzaffer oluyoruz.

Devamı ...