29 Nisan 2010

6. Yabancı



Erkekler basketbolda Play-off un ilk maçında tribüne çıkan isim beklendiği gibi Griçek oldu. Fenerbahçe basketbol tarihinin en heyecan verici transferlerinden birisi olmasına rağmen 2 sezondur bir türlü devreye giremeyen Griçek'in yüksek maliyeti düşünülünce bu karar garip karşılanabilir ama kötü bir zihniyetle yanlış kurulan kadroya bakınca en mantıklı tercih bu olmalı diye düşünüyor insan.

Mesele sadece, Ömer Aşık'ın takımdan uzaklaştırıldığı için Vidmar'ın geri dönüşü ve yabancı kontenjanını dolduruşu ile ilgili değil aslında. Griçek'in bu takıma katkı veremiyeceği uzun süredir gün gibi aşikar. Bir kere 2 yıldır doğru dürüst oynayamayan bir oyuncu olarak savunmada cidden çok geriledi. Zaten kariyeri boyunca kendisi hakkında iyi savunmacı dedirten bir oyuncu olmamıştı. Bir de üstüne üstlük Fenerbahçe formasıyla üst üste yaşadığı sakatlıklardan fırsat buldukça oynadığı kısa sürelerde kendisini kanıtlamak adına sadece hücuma odaklanması, zaten ağırlaşan bedeni ve yavaşlayan ayakları sebebiyle gerileyen savunmasının defolarını iyice arttırdı. Tabii bunda Griçek'in bir türlü Tanjeviç'in hücum planlarında topu potaya gönderecek adam olarak düşünülmemesinin de payı var.

Takımın belki de en güvenilir şutörü olabilecekken, başı bozuk hücumlarda tüm enerjisini gereksiz zorlamalarla kendisine pozisyon yaratmaya harcadı durdu.
Bu başıbozukluk, 2 sezondur hala hücum düzenini oturtamama hali sürdükçe savunma zaafları ve fiziksel zayıflıkları sebebiyle zaten sahada olduğu sürelerde takıma belirli bir yük getiren Griçek'in güvenilir bilek olarak kullanılması pek mümkün görünmüyor.
Onun gibi savunmada yokları oynayan bunun yanısıra bire bir zorlamaları bile yüksek yüzdeyle sayıya çevirebilme yeteneği olan Greer bu kontenjanı zaten dolduruyor.
Zaten asıl mesele de burada ortaya çıkıyor, takımın kısa rotasyonunda Ömer Onan ve Ukiç dışında takım savunmasına katkı verebilen kimse yok.
Mrsiç ve Greer tolere edilebiliyor ama Kinsey'in hala savunmadan anladığı bire birde karşısına aldığı rakibinden top çalmak veya ona blok vurmak olunca, Preldziç takım oyunculuğuna, çalışkanlığına rağmen kendisinden kısa şutörlerin sürekli uzağında kalıp onlara şut idmanı yaptırdıkça, bu krep hamuru kıvamındaki savunmaya sertlik katabilecek Serhat sakatlıklardan dolayı hiç bir zaman bu takımın oyuncusu olamayınca Griçek bu kadroda fazlalık haline geliyor.

Sezon başında iyi oyuncular alındı, kötü transfer yapıldı denklemi kuranlar bu tehlikeyi haber veriyorlardı aslında. Geniş değil şişik bir kadro, ihtiyaçlarını gideremeyen ama fazlalıklarını da çöpe atmak zorunda kalan bir yapı. Açıkcası son 2 yıldır iyi ve üst düzey oyuncuları transfer ederken kadro mimarisinden çakan yönetim zihniyetinin eseridir bu durum. Çuvalla paralar ödenen Griçek'in tribüne çıkışını onun sakatlıklarına bağlayıp sorumluluktan kaçmak olmaz. Bu kadar plansız, başıbozuk, ne hedeflediğini bilmeden kadrolar kurup dağıtan yönetim aklıyla boşa harcanan seneler, bu takımın tarihindeki belki de en iyi yerli kadrosunun da harcanmasına sebeb oldu.
Devamı ...

Ayıp



Erkek basketbol takımıyla, taraftar arasındaki bağ 3 sezondur günden güne azalıyor. İlgisizlik artık belki de yakın tarihimizde en olmadığı kadar dip seviyelerde. 30 yıla yakındır bu takımı izleyen bir taraftar olarak, en kötü kadroların kurulduğu zamanlarda bile Fenerbahçe'nin futboldan sonra en fazla taraftar desteğini arkasında bulan takımının bu kadar az ilgi gördüğüne çok az şahit olmuşumdur.

3 yıldır sadece kadronun değil, taraftarın takımıyla bağlarının da eridiğini konuşuyoruz, yönetimin göz göre göre, hem de final four masalları anlatarak bu erezyonu yarattığını söylüyoruz ama artık dünkü maçtaki görüntünün izahı yok.

Tamam, Fenerbahçe taraftarı belki de dünyada eşi benzeri olmayan bir faaliyet yoğunluğa sahip. Avrupa'nın en üst düzey kulüplerinin bile sahip olmadığı bir özelliğe sahip bir kulübüz, mücadele ettiği her branşta finalleri, şampiyonlukları kovalayan ve tartışmasız biçimde her branştaki zirve rekabetinin içerisindeki 2-3 takımdan birisi olabilen bir kulübüz. Futboldu, voleyboldu, kürekti derken çubukluyu üzerinde gördüğü her takımın peşinde koşan gönüllüleri bol olan, tribün yaşamı futbol taraftarlığının popüler dünyasından çok daha geniş bir kültüre sahiptir Fenerbahçe taraftarı.

Nisan-Mayıs ayları birçoğumuz için evimizin yolunu unuttuğumuz günlere denk gelir.
1 hafta içinde 5-6 maça gidip hepsinde de zirve için oynayan takımlarını desteklemek bahar aylarının olağan işlerinden haline gelmiştir. Ama ne olursa olsun dünkü basketbol maçındaki ilgisizliğin izahı yok. Play off lar başlamış, zaten hocasız kalmış, doğru düzgün bir organizasyona sahip olmayan, kötü kurulmuş kadronun zaaflarını yaşayan bir takımı o koca salonda sezon boyunca olduğu gibi soğuk ve sevgisiz bir ortama iteklemek olmuyor. Dün çok kişi gibi bende çeşitli sebeblerle gidemedim. Koskoca salonda 100-200 kişinin olması hepimizin ayıbıdır.

Nasılsa, Efes'le final oynarız, o zaman desteğe gideriz diye düşünmek olmuyor.
Bu takım bu kadar ilgisiz bırakılmamalı.
Devamı ...

Shit Happens


CL

Barcelona'nın başarılı pas sayısı 555, Inter'in 67. Barcelona'nın topa sahip olma oranı % 86. Tek kale maç. Sonunda turu geçen Inter. Maçın analizini yapmayacağım, zaten çok yerde vardır analizleri. Bugün de maç konuşulur. Ben bir türlü objektif bir futbolsever olamadığım için konuyu yine Fenerbahçe'ye, iflah olmaz bir Daum hayranı olduğum için Daum'a bağlayacağım.

Barcelona tıpkı 60'ların sonundaki Ajax ve 80'lerin sonundaki Milan gibi 2000'lerde değişen futbolu tanımlamak için ileride örnek olarak kullanılacak bir takım. Geçen sene kupayı aldılar fakat Chelsea'nın penaltısı verilse finale çıkamayacaklardı, bu sene çıkamadılar. Bu bir şeyi değiştirmiyor. Mourinho daha geçen hafta kendisi söyledi Barcelona'nın Inter'den daha iyi seviyede bir takım olduğunu. Barcelona finalde değil fakat hâlâ hem Bayern Münih'ten hem Inter'den daha iyi bir takım. Neden elendiler? Çünkü elemeli sistem böyle.

Sadece ilk maçta defansta kaybettikleri anlık konsantrasyonu unutsak, dünkü maçta Dani Alves biraz gününde olsa yine maçı alırlardı. En çok boş alan bulan oyuncuları en kötü maçlarından birini çıkardı. Bir gün, bir oyuncunun performansı bile bütün sezona nokta koyabiliyor elemeli maçlarda. Daum'un Fenerbahçe'si de Lille ile en şanssız zamanında oynadı. Takımın yarısı eksikken, önemli sakatlar nedeniyle düşüş sürecine girilmişken Lille maçları geldi. Yine de eleyebilirdik fakat birinci maçta Deniz'in, ikinci maçta Volkan'ın kişisel hatalarıyla turu verdik.

Tabii ki zayıf yedek kulübesi bir etken fakat konuyu bağlayacağım yer bu "Avrupa maceraları" yüzünden Daum'a giydirilmesi. Takıma bir sistem oturtmak, oyuncuları adapte etmek seneler süren bir iş. Daum Fenerbahçe'deki üç senesinde her yıl daha yüksek puan alıp daha fazla gol atarak bitirmişti ligi. Şampiyonlar Liginde oynanan maçlar yavaş yavaş oturmaya başlayan sistemin habercisiydi fakat bir maçtan sonra bütün birikim silindi. İki sezon sonra Deivid'in, Uğur'un gördüğümüz en iyi maçları çıkarmasıyla elemelerde takımları geçmeye başladık.

Burada araya girip bir yanlış anlamayı erkenden önlemem gerek. Eleme sistemi uygulanan maçlarda şans ve günlük performans her şeyi belirler demiyorum. Barcelona gibi bir takımınız varsa oyunu domine edip turu geçme şansınız daha fazladır, fakat o gün iki oyuncunuz gününde değilse gol atamazsınız, fazladan bir gol yersiniz ve elenirsiniz. Zaten takımın oyunu tek maçlar ve hatta tek sezon üzerinden değil, uzun senelere yayılan bir performansla ölçülür bu yüzden. Daum'a ikinci bir şans verildi ve takımı genç oyuncularla yeniden oluşturmaya başladı. Sezon sonunda korkarım bu elemeli Avrupa maçlarındaki performansı yüzünden yine eleştirilecek. Bu sefer daha önce camia olarak onlarca kez yaptığımız hatayı yapıp yeni yeni şekillenen takımı tepeden baltalamayalım.

Sezon sonu şampiyon olursak bu yazıyı yazsam skor taraftarı denilirdi, hâlâ şampiyon olmadık, belki olamayacağız. Ne olursa olsun Daum'un takımda tutulması gerek. Daha önce getirilen teknik adamlar bu fikri savunmak için yeterince ikna edici oluyorlar. Barcelona-İnter maçını da Daum'u savunmaya bağladım bir şekilde, nasıl kör bir Daum fanatiğiyim anlayın artık.
Devamı ...

28 Nisan 2010

Türkiye'nin En Büyük "Öteki"si



Daha önce İlhan Cavcav Fenerbahçe’ye PKK benzetmesi yapmıştı, bu sefer başkentin diğer takımından Konstantinopol olma suçlamasını duyuyoruz. Galiba Ankara’da derin devlet müfredatının teşbihle ilgili seminerlerinden fazla etkilenmiş bu kulüp yetkilileri. Aziz Yıldırım’a da “Bizans tekfuru” ya da “bölücübaşı” gibi sıfatlarla seslenilmesini bekliyoruz yakında. Fenerbahçe Kulübü, Ankaragücü Asbaşkanı’nın açıklamasına güzel bir cevap verdi, malum resmi sitede doğru düzgün açıklama görmeye alışık olmayan bir kitle olarak sevindiren bir şaşkınlıkla karşıladık kontra açıklamayı.

Fenerbahçe’yi hakemlere müdahale edip Bizans oyunları oynamakla itham eden adam gözümüzün içine baka baka “kardeş kulübümüz Bursaspor’u şampiyon yapacağız” diyebiliyor. Bir kulübün kendi galibiyetini başkaları için arzulaması spor ahlakı dersi vermek için ayağa kalkmış bu şahsın ne derece spor ahlakına sahip olduğunun en büyük nişanesi. Fenerbahçe’yi yenmeyi kendi kulübünün bir başarısı, şanı, şöhreti gururu için değil kardeş kulüplerinin şampiyonluğu için isteyen bir adama bir hafta önce kafayı fair-play la bozmuş necip Türk medyasından henüz bir ses seda gelmemesi de ne ilginç değil mi.

PVH de belirtmiş bir önceki yazıda, kimsenin Bursa’nın kalan maçlarından bahsettiği yok. Sanırım Bursa sadece Ankara maçını hükmen kazanıyor, diğer maçlarla ilgili bir hükmen galibiyet kararı bu sabah itibarıyla ortada yok. Ama ortada öyle bir durum var ki Bursa zaten bu iki maçı kazanacak havası yaratıldı çoktan. Fenerbahçe’nin oynayacağı rakiplerin ligde hiçbir iddiası olmamasına rağmen zorluğundan dem vurulurken Kayseri ve Beşiktaş maçlarının Bursa için zor maç olabileceğini bir Allah’ın kulu düşünmüyor mu yahu?

Bu oyunu daha önce görmüştük aslında. Şampiyonluğun son hafta kaybedildiği 2006’da yine herkes Fener’in maçlarına odaklanmış Galatasaray’ın oynadığı maçların esamesi bile okunmuyor, sonucu belli maçlar oynanıyormuş gibi bir hava yaratılıyordu. Fenerbahçe ligde son hafta maçını Denizli ile oynarken o sene ligin iyi takımlarından Kayseri’nin Ali Sami Yen’de hiçbir şey yapmaması kimseyi ilgilendirmiyor, hedefsiz takımların böyle oynaması hoşgörülüyordu. Oysa şimdi bakıyoruz Fenerbahçe ile oynayacak hedefsiz takımların maçlara hedefsiz takım gibi çıkmayacağı konusunda yaygın bir görüş hakim. Bursa’nın hedefsiz rakiplerine yine büyük tolerans söz konusu ama Fener’in rakipleri kanının son damlasına kadar oynamalı.

Artık şu ikiyüzlü ahlak bekçilerinin özneye göre konum belirlemeleri çok can sıkıcı bir hal aldı. Tabii ki Fenerbahçe ile oynayacak takım kanının son damlasına kadar mücadele etsin ama aynı mücadele başkalarına gösterilmeyince “hedefsiz takım konsantre olmamaları normal” gibi saçma sapan bir bahaneye sığınılmasın. Türk futbol kamuoyu da Fenerbahçe maçlarının sonucuna göre ahlaki duruş belirleme hastalığından kurtulsun artık.

Galatasaray’ın son iki şampiyonluğunda medyanın haline bir bakalım. 2005-2006’da oyuncularına ödemelerini düzgün yapan bir kulüple oyuncularına para ödemeyen kulüp farkını zengin küstahlığı-fakir mağduriyeti üzerinden kuran ve ikincisini sempatik bulan, 2007-2008 de ise kadrosundaki yabancıları verimli kullanan ile hiç kullanmayan arasındaki ayrımı zengin ruhsuz yabancılarla- aslan gibi Türk çocukları şeklinde ayrıştırıp yine tercihini ikinciden yana kullanan bir duruş. Bu yıl da kahpe Bizans’a karşı tek başına ayakta kalan Anadolu beyliğinin yanında saf tutma telaşesi.

Fenerbahçe’yi kötü adamlıkla özdeşleştirmek seviliyor buralarda. Kulüp yetkilileri de bu çarkı içselleştirdikleri için her zaman en kolayını seçip Fener’e en fazla küfredenin en iyi olacağını düşünüyorlar. Fenerbahçe biraz da bu yüzden en popüler bu ülkede. Türkiye’nin en büyük “ötekisi” olduğu için.
Devamı ...

Ucuz Komedi



Öncelikle şu linkteki açıklamayı izleyin. Türkiye'de konu Fenerbahçe olunca gerçekten bir akıl tutulması yaşanıyor. Bursaspor'un kalan maçlarına yapılan muamele, şu güne kadar hakemlerin Fenerbahçe maçlarındaki performansları ve daha 2 hafta sonra oynanacak bir maçın üzerine yapılan akıl dışı yorumlar artık insan mantığının en vasat adımları bile ıskalayabileceğinin kanıtı olmuş. Bu akıl dışılığa bir ses çıkmaması, bir tepki gelmemesi, "Türkiye'de futbol mu oynanıyor ki, çok iğrenç her şey" ekibinin olanlara göz yumması bizi nedense yine şaşırtmıyor.

Fenerbahçe'nin arkasında ikinci sırada bulunan Bursaspor'un iki maçı kalmış durumda fakat o maçlar Ankaraspor maçından farksız görülüyor. Bütün gözler Fenerbahçe'nin maçlarına çevrilmiş durumda. Şimdiden iki hatta üç hafta sonraki Fenerbahçe maçı konuşulur oldu fakat Bursaspor'a 3 haftayı da maçsız geçecekmiş muamelesi yapılıyor. Bu alışkın olduğumuz motivasyon çalışmasının bir aşaması. Bursaspor'un bir maçının da Beşiktaş'la olması, o maçı kimsenin Fenerbahçe-Trabzonspor hatta Ankaragücü maçı kadar önemsemeyecek olması inanılmaz. Beşiktaş Kulübüne yapılan bir hakaret ama kimin umrunda. Çok da şikayetçi değiller.

Ankaragücü asbaşkanının yaptığı açıklama inanılmaz derecede komik. Öncelikle nedeni çok komik. Aziz Yıldırım veya Ali Koç iki hafta sonra oynanacak bu maç için hakemlerle ilgili tek kelime etmemişken tamamen alakasız bu maçın hakemini gündeme taşımak mantığın alabileceği bir şey değil. İkincisi hakemlerin bu yılki performansına bakarsak çok komik. Fenerbahçe'nin daha üç gün önce oynadığı kritik maçta iki penaltısı hakem tarafından katledilmişken, haftalarca penaltısı verilmeyen bir takımken geçen hafta başlayan "hakem" üzerinden Fenerbahçe'ye saldırma rezilliği Ankaragücü asbaşkanı sayesinde kalitesiz bir parodiye dönüşmüş durumda.

Son haftalarda hakemler konusunda sıkıntı yaşadığında bile ses çıkarmayan Fenerbahçe yönetimine rağmen bu maçın hakeminin Fenerbahçe tarafından atanacağını iddia etmek, üstelik bunu Fenerbahçe'nin o maça kadar 2 maçı varken yaptığını iddia etmek tepki görecek kadar büyük bir parodi değilse bu ülkede kimsenin bir şeye tepki göstermesine gerek yok. Denizlispor'u küme düşme potasına sokarak motive edenlerin Ankaragücü'ne yapacak iğnesi kalmamış ve bu ucuz parodi sergileniyor. Türkiye gibi bir ülkede bu kalitesiz parodinin nasıl biteceğini tahmin etmek de zor değildi. Nitekim Sayın Ankaragücü asbaşkanı da kendisine yakışır bir final sergiledi. "Burası Konstantinopol değil, çoktan işgal ettik, artık Türklerin" diyerek konuyu nasıl olduysa milliyetçi hassasiyete bağladı ve "ecnebi" Fenerbahçe'nin "Türk takımı" Ankaragücü'ne haince oyunlar oynadığını ima etti. Ucuz bir komedi için bile kalitesiz bir final.

Biz de bu seviyesi yerlerde süren skece değil de ucuzluğuna gülerek alkışlıyoruz. Bu ucuzluğa sessiz kalan "futbolu çok sevenler" grubuna daha da çok alkış gidiyor, hiç öyle başka tarafa bakıyormuş numarası yapmasınlar.
Devamı ...

26 Nisan 2010

Bir Taşralının İstanbul Notları



Biz gariban taşralılar için 3-4 günlük ufak tatillerde İstanbul’a gitmek başlı başına bir şenlik. “Şehrin bütün nimetlerini üç güne ne kadar sıkıştırabilirsek o kadar kardır” anlayışıyla bir program yapıp Perşembe gecesi Dersaadet’e vasıl oldum. Cuma gününü kültürel aktivitelere, Cumartesiyi Fenerbahçe Acıbadem’e Pazar gününü de televizyon başında arkadaşlarla maç izlemeye ayarladığım programıma harfi harfine uyarak tekrar kürkçü dükkanımıza döndük

Cumartesi günü 16:30 civarı Burhan Felek’e gidip içeride Eczacı –Vakıfbank maçının olduğunu öğrenince o maçı da izleme şansım oldu. Bir taşla iki kuş vurmuş oldum böylece. Maçtan önce Fenerbahçe-Galatasaray maçı için ayrı bilet satılacağını falan söylediler ama Eczacı–Vakıfbank maçının bitiminden sonra sonraki maçı da seyretmek için ana tribündeki yerlerinden ayrılmayan seyircileri çıkaramadılar doğal olarak. Sadece file arkalarındaki çakma Vakıfbank ve Eczacı taraftarını çıkarabildiler. Benim de dahil olduğum bir biletle iki maç seyredebilen kitle yüzünden dışarıda epey bir Fenerbahçe taraftarı kaldı ama organizasyon konusunda zaten diplerde sürünen bir ülke olarak o kadar insanı salondan dışarı çıkarıp tekrar bilet için kuyruğa sokabileceklerini düşünen zihniyetin sorumsuzluğuydu yaşanan. İlk set boyunca oyundan çok, dışarda kalan taraftarın sesi duyurulmaya çalışıldı “Yönetim uyuma, taraftarın dışarıda” sloganlarıyla. Maç çok rahat geçti, zaten ikinci set dışında Galatasaray pek tehdit edemedi, ve güle oynaya kazandık. Benim için maça dair güzellik maç öncesindeki tesadüftü.

Eczacı-Vakıf maçında son set oynanırken bir ara çay almak için kafeyi arıyordum ki, yanlış yere girdiğimi, benim girdiğim yerden Nihan ve Çiğdem’in çıkmasıyla anladım. Sonra doğru yön neresi diye bakınırken arkamdan bir “Pardon geçebilir miyim sesi geldi” Kafamı çevirdiğimde arkamda Naz’ı gördüm. O da cafeden bir şey almaya gidiyormuş, çay için sırada beklerken maça ilk altıda başlayıp başlamayacağını sordum. Henüz maç toplantısını yapmadıkları için ilk altıda olup olmadığını bilmediğini söyledi. Çayımı alıp , Naz’a başarılar dileklerimi iletip, tekrar yerime döndüm. Maçı izlemeye devam ederken yine arkamda beyaz eşofmanlı birini gördüm. Bu seferde Eda önümdeki sırada oturan anne ve babasıyla konuşuyordu. Eda’ya da fırsattan istifade tebrik , teşekkürlerimi falan iletip gerçek bir Fenerbaheçeli gibi oynadığı için kendisiyle gurur duyduğumuzu söyledim. O da “zaten ben gerçek Fenerbahçeliyim” dedi gülerek. Bir magazin notu daha vereyim. Maçtan önce erkek takımının pasörü Aslan’ın yanında şu an Galatasaray’ın liberosu olan ve geçen sene bizde oynayan Ayça Naz ‘ı gördüm. Nişanlanmaya hazırlanıyorlarmış sanırım tribündeki bir abinin dediğine göre. Fenerbahçe kaptanı ile Galatasaray oyuncusunun birlikteliği rekabetin uzaklaştırıcı değil yakınlaştırıcı da olabileceğinin bir göstergesi.

İyi başlayan hafta sonu Pazar günü yine bizim açımızdan şahane bitti. Guiza’nın fizik kurallarına aykırı bir şekilde kaçırdığı gol sonrasında fizik kurallarına aykırı olarak tepki sonucu florasını kırdığım için için arkadaşımdan özür dileyeyim kamuya açık bir mekanda Gençlerbirliği maçına ayaklarım geri geri “lige resmi olarak havlu attığımızı görelim bari” diye gittiğimi hatırlayınca sekiz hafta sonra bu takımın lider olduğunu görüp bir kez daha insanın umut etme kabiliyetinin sonu olmadığını düşündüm. Her ne kadar medyadaki “Fenerbahçe bu saatten sonra bırakmaz” inancına iflah olmaz bir kötümser olarak şerh koysam da üç hafta daha kör topal gider miyiz acaba diye de düşünmeden edemiyor insan. Son iki not daha Seyyar Sahne’nin Oğuza Atay’ın Tehlikeli Oyunlar romanından uyarladığı tek kişilik oyununu izlemeyenler en az romanı henüz okumamışlar kadar kendilerini kötü hissedebilirler. Hakikaten enfes bir tek kişilik performanstı. Tehlikeli Oyunlari’ın baş kahramanı Hikmet Benol’un çok sevdiği sıfatla selamlayalım canlı yayında görüp tebessüm ettiğimiz ve “Rapaiç atıyor dört oluyor” sözleriyle kalbimizin Adriyatik kıylarında meskun “caanım” Rapaiçimizi de.
Devamı ...

25 Nisan 2010

Kasımpaşa 0 - Fenerbahçe 1
TSL 25/04/2010



NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig’de son düzlüğe girilirken, Fenerbahçe kritik Kasımpaşa deplasmanına çıktı. Maç boyunca yakaladığı pozisyonları değerlendiremeyen sarı-lacivertliler 76. dakikada Bekir’in attığı golle şampiyonluk için çok önemli bir 3 puan aldı.

Kasımpaşa Tayyip Erdoğan Stadı’ndaki maçının başlarında Fenerbahçe karşılaşmanın gündüz ve sıcak havada oynanmasından etkilenmiş gibiydi. Topa daha çok ev sahibi sahip olurken, devre sonlarına doğru Şahin’le geliştirdikleri kontratak dışında pozisyon bulamadı.

İlk yarının ortalarından itibaren dengeyi kuran ve sonra da üstünlük sağlayan Fenerbahçe, Mehmet Topuz, Alex ve Güiza ile yakaladıkları fırsatlardan yararlanamadı.

Golsüz geçilen ilk yarının ardından ikinci 45 dakikalık dilim daha tempolu başladı. Top iki ceza sahası arasında hızlıca gidip gelirken, gollük pozisyonları final paslarındaki başarısızlık önledi.

56. dakika içinde önce Keller’in kafasını sıyıran top, dönüşte Fenerbahçe kontratağına dönüştü. Bu pozisyonda Alex’in dönerek vuruşu Murat’ın ayaklarında eridi.

Üst üste kazandığı kornerlerle rakibi baskı altına alan Fenerbahçe, 67’de maçın en net pozisyonu yakaladı. Ancak Güiza, Özer’in pasında topu boş kale yerine auta attı.

Üst üste kazanılan kornerler 76. dakikada sonuç verdi ve Murat Şahin hatalı çıkışında Bekir’in kafası ağlarla buluşunca Fenerbahçe öne geçti.

Kalan bölümde skoru korumak için sahasına çekilen Fenerbahçe, rakibine önemli bir fırsat tanımadı ve 1-0’lık skorla şampiyonluk yolunda kritik 3 puanın sahibi oldu.

Üst üste 6. galibiyetini alarak şampiyonluk iddiasını artırarak sürdüren Fenerbahçe, Bursaspor’un Galatasaray’la İstanbul’da oynayacağı maç öncesi büyük avantaj elde etti.

Fenerbahçe puanını 67 yaptı ve maç fazlasıyla bitime 3 hafta kala liderliğe yükseldi.

KASIMPAŞA: 0 - FENERBAHÇE: 1
Stat: Recep Tayyip Erdoğan
Hakemler: Cüneyt Çakır, Muhittin Gürses, Kemal Yılmaz
Kasımpaşa: Murat Şahin, Keller, Koray, Merthan, Ergün, Yekta, Emre Toraman, Murat Erdoğan, Sancak (Dk. 74 Özgür), Şahin (Dk. 74 Gökhan), Cenk
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül (Dk. 90+4 Deniz), Lugano, Bekir, Andre Santos, Mehmet Topuz (Dk. 76 Deivid), Selçuk, Emre, Özer, Alex, Güiza (Dk. 88 Gökhan Ünal)
Gol: Dk. 76 Bekir (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 56 Selçuk, Dk. 63 Bekir, Dk. 90+4 Gökhan Ünal (Fenerbahçe), Dk. 62 Ergün (Kasımpaşa)
Devamı ...

21 Nisan 2010

Sahi, 5 Nisan 2000'de ne oldu?



Geçtiğimiz Pazar akşamı oynanan derbinin ardından yaşanan tartışmalara bakınca bu ülkede spor kamuoyunun ama çok daha önemlisi spor basınının “ahlak”a, “adalet”e ve “onur”a susamışlığından etkilenmedim desem yalan olur. Halbuki bu ayın başında birazdan okuyacağınız yazıyı yazmaya karar verdiğimde hepten umudumu yitirmek üzereydim. 5 Nisan 2010 tarihi, Taksim’in göbeğinde iki Leeds taraftarının katledilmesinin 10. yıldönümüydü. Leeds Başkanı Ken Bates'in 10 senedir bir türlü tecelli edemeyen adalete isyanına karşılık şanlı Türk spor meydasının çatallı dilleri lal oluvermişti. Tam on yıl önce “Two Size” manşetini atan meslektaşlarının önlenemez yükselişi karşısında korudukları vurdumduymazlıklarını geçen on yılda nasıl muhafaza etmeyi başardılar diyordum ki imdadımıza Bilica yetişti. Niceleri şimdi yedikleri herzeleri unutup, spor camiasındaki ahlaksızlığı, onursuzluğu bir oyuncuda cisimleştirip bir vudu ayini ile günahlarından arınıyor.

Unutanlara 10 yıl önce yaşananları bir kez daha hatırlatalım. 5 Nisan 2000 tarihinde UEFA kupası yarı final ilk maçında Galatasaray’ın rakibi Leeds United’ı Ali Sami Yen’de 2-0 yenmesinin ardından Taksim’de çıkan olaylarda 2 Leeds taraftarı, Chris Loftus ve Kevin Speight bıçaklanarak öldürüldü. Hızını alamayan katil Loftus’u tam 17 yerinden bıçaklamıştı. Tutuklananlar arasındaki baş şüpheli 2002 yılında 15 yıl hapse mahkum oldu. Yeniden yargılandı ve 2007 yılında tekrar suçlu bulundu ancak bu sefer cezası 8 yıl 6 ay’a indirildi. Davalı davanın hemen ertesinde temyize gitti ve halen tutuksuz yargılanıyor.

Olayın ardından yaşananlar benim nazarımda olayın kendisinden daha önemli. Zira 6 Nisan sabahından itibaren yaşananlar “ahlak”a, “adalet”e ve “onur”a susamış kamuoyumuz için bir turnusol kağıdı oldu. Lafı eveleyip gevelemeyelim. 5 Nisan 2000 tarihi Türk sporu için nasıl bir kara lekeyse, 6 Nisan 2000 tarihi de üreticisiyle, tüketicisiyle spor basını için kara bir lekedir. Bu ülkede futbolda ırkçılık olmadığını ispatlamak için “Hangi zencinin tavuğuna kışt dedik” sığlığının ötesine kulaç atıp boy vermeye korkan zevat 6 Nisan 2000 sabahı “Two Size” manşetiyle çıkan Star gazetesinin o sırada ülkenin en çok okunan gazetelerinden biri olduğu gerçeğinin derinliğinde boğulmaktan korkar elbet.

Oysa Yılmaz Özdil’in en yaratıcı yıllarıydı o yıllar. Kaba şiddetin ve ırkçılığın ihtiyaç duyduğu yaratıcılık Star’ın manşetlerinde saklıydı. Hem sahadaki 2-0’lık skora hem de alınan iki cana karşılık “Two Size” manşetiyle çıktı Star gazetesi. Nefret söylemini sofistike hale getirmek için İngilizcenin sınırlarının zorlamadaki bu maharet ve kıvraklığa Shakespeare bile şapka çıkarırdı. Ancak Özdil ve tayfası Shakespeare’nin bir kuru selamıyla yetinecek değillerdi elbet. Dayaktan yere yığılmış bir İngiliz’in fotoğrafını koyup altına yazıyı döşediler: “Leedsli holiganlara Taksim’de kafasına vura vura toprağı öptürdüler... Leedsli futbolculara Ali Sami Yen’in çimlerinde cenaze namazı kıldırdılar. Hem de two rekat.”

Ne oldu dersiniz. Türk adaleti nefreti, şiddeti yücelttiği, ırkçılığı teşvik ettiği gerekçesiyle bu manşetin sorumlularını cezalandırmış olabilir mesela. İş daha yargıya intikal etmeden özelde TSYD genelde spor yazarları ortak bir bilinçle hareket edip bu nefret söylemini kınamış ve tekrarını önlemek için gerekli yaptırımı uygulamışlardır. Daha da önemlisi ilahi adaletin kamuoyunun vicdanında kurulan mahkemede tecelli ettiğini bilen sporseverler ya da endüsrtiyel futbol diliyle tüketiciler tavrını ortaya koyup, bu rezil manşetin sahiplerini boykot etmişlerdir. Çoktan seçmeli hayat sınavlarımızın tecrübesi ve kıvraklığıyla “hiçbiri” seçeneğini işaretliyoruz.

3 yanlışın bir doğruyu tenhaya götürüp bir temiz benzettiği örneklere aşinayız biz. Ne yargı ne spor basını ne de kamuoyu o yanlışından hicap duymadı elbet. Duysaydı eğer bu olaydan tam 2 hafta sonra, aynı maçın rövanşından sonra malum gazete “Dingiltere” manşetiyle çıkmazdı, çıkamazdı. Fikret Doğan’ın deyişiyle “Two Size” deme cürretini gösteren adama “tuu senin adamlığına” diyemedik. O ise alın teriyle, hak ederek “Türkiye Türklerindir” gazetesinin 3. sayfasına yükseldi. Artık manşet atmadaki kabiliyetinden hareketle, minimum kelime kullanıp maksimum alan kaplayarak 4 bilemedin 5 manşet uzunluğunda yazılar yazıyor.

Nefret çağımızın en kolay bulaşan hastalığı. Yıldırım Türker’in son yazısında belirttiği gibi yoksul mutsuz insanlar, diğer yoksul mutsuz insanlardan nefret etmeyi Y. Özdil ve benzerlerinin yakıcı diliyle öğreniyor. Spor basınında Bener Onar gibi (“10 yıl geçti Leeds'i eleyemedik”), Fikret Doğan gibi (“Orospu Adalet”) esen rüzgara göre eğilip bükülmeyen dosdoğru kalemler galebe çalmadıkça, içinizdeki o “ahlak”, “adalet” ve “onur” aşkına da, bu uğurda son bir haftadır kopardığınız yaygaranın samimiyetine de inanmayacağım.

Devamı ...

Hıncal'a Mektup



MİLLİ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİNDEN
1970’lerin ortasından itibaren yürürlüğe giren Basın Kanunu’nun 28. maddesi gereğince her yıl Nisan ayının başında yazarınız Hıncal Uluç tarafından yapılması gereken “Hakemler Fenerbahçe’yi Şampiyon Yapacak” açıklamasının bu yıl mücbir bir sebep gösterilmeden 20 Nisan günü ancak yapılması ve işbu gecikmenin diğer spor kulüpleri nezdinde infial yaratması, kamuoyunda “acaba Fenerbahçe bu sene kendi kendine mi şampiyon olacak” inancının oluşması nedeniyle milli güvenlik,genel huzur ve refah ortamının bozulduğu, ülkenin her köşesinde bu gecikmenin getirdiği kardeş kavgasının yayıldığı görülmüş ve söz konusu açıklamanın yapıldığı 20 nisan günü yurdun her yerindeki olaylar gelen açıklamayla kontrol altına alınmıştır.

2010-2011 sezonu için böyle bir gecikmeye mahal verilmemesi ve 29. hafta maçlarının bitiminden, sezon sonu mesai bitimine kadar “Hakemler Fenerbahçeyi Şampiyon Yapacak konulu açıklamaların mutad ilan vasıtalarıyla tüm valilik ve Kaymakamlıklara duyurulmasını tebliğen rica ederim.

BİR DOST

Devamı ...

Yönetimin Bilica Açıklaması Üstüne



Fenerbahçe yönetimi Bilica konusunda bir açıklama yaptı.

“Bilica'nın; futbol sahasında yaptığı sportmenlik dışı davranışın cezası, futbol oyun kuralları kitabında saptanmış olup; müsabakanın hakemi de bu kurala uygun şekilde; sarı kart ile futbolcumuzu cezalandırmıştır.”…… Kulübümüz; kendi iç disiplin talimatları, sözleşmesel şartlar ve bunlara ilişkin hukuki düzenlemeler çerçevesinde, olayın gereğini yapmıştır. Kulübümüz için; bu konu kapanmıştır.
Ne kadar da tanıdık bir üslup değil mi. Sanki işkence yapan polisler hakkında tenezzül edip iki satır bilgi veren bir Valilik açıklaması, ya da yolsuzluk yapan bir bürokratla ilgili suya sabuna dokunmak istemeyen bir Cemil Çicek basın toplantısından alınma sözler gibi.

Açıklamanın üstte alıntıldağım bölümünü bir değerlendirelim, Fenerbahçe yönetimi sportmenlik dışı hareketin sahada olup biten bir şey olduğunu düşünmüş, yine Silahlı Kuvvetlerin soruşturma sonucundan bilgi verir gibi bir üslüpla iç disiplin talimatlarına göre cezayı verdik, olay bizim için kapanmıştır demişler. Şimdi Fenerbahçe yönetimine soruyorum? Adamın yaptığı hareket milyonların gözünün önünde cereyan etmiş, pek çok insanın abartılı ya da normal tepkisini çekmiş, sen bu adamın hareketinin sportmenlik dışı olduğunu kendin de kabul etmişsin ama kamuoyuna “biz ceza işini aramızda hallettik “ minvalinde bir açıklama yapıyorsun.

Kamuya mal olmuş ya da kamu vicdanını rahatsız eden bir eylemin cezası verilecekse böyle verilmez. Cezayı tüm kamuoyuna duyurursun ki kulüp olarak böyle olaylar karşısında ilkelerin olduğunu, aynı şeylere tevessül edecek diğer sporculara da böyle bir olaya kalkışmamaları gerektiği mesajını vermiş olursun. Eğer “Bilica’ya ceza vermeye gerek duymuyoruz” gibi bir açıklama yapılsa bunu haklı bulmasam da anlarım ama “biz aramızda hallettik sizi ilgilendirmez” anlayışı maalesef artık kulüpte iyice içselleştirdiğimiz doğu tipi despotizm örneği.

Bilica’nın özel hayatına yönelik suçlamalara karşı oyuncunun kulüp tarafından desteklenmesini anlarım, haklı da bulurum, gerçekten de adamın öğrenim durumundan, çocuk sayısına kadar bütün niteliklerini afişe edip haklı bir ahlaki konumda olmasına rağmen adi bir üslup kullanmayı tercih eden insanları eleştirirsiniz ama oyuncuyu linç kampanyasından koruyorum diye "biz öpüşüp barıştık bizim için kapandı mesele" diyemezsiniz.

Ömer Aşık kulübe karşı yasal haklarını kullandığı ve ihtarname çektiği için iyileşmesine rağmen ve takımın ona çok ihtiyacı olmasına rağmen kadroya giremiyor. Sen bir sporcuyu sözleşmeden kaynaklanan hakkını kullandığı için kızağa çekeceksin diğer sporcunun yaptığı spor ahlakına yakışmayan hareketi sineye çekip hiçbir yaptırımda bulunmadan, bulunsan bile bunu afişe etmeden devam edeceksin. Sporcuya verilen mesaj şu “Başkana karşı gelirsen ne olursa olsun cezalandırılacaksın ama kulübün gelenekleriyle ters düşen Fenerbahçe’nin temsil ettiği değerleri kirleten sporcuysan bir çaresine bakarız”.

Fenerbahçe pek çoğumuzun övündüğü gibi bir futbol kulübü değil binlerce sporcunun spor yaptığı altyapıdaki pek çok gencin sarı lacivert çubuklu formayı ilk kez giydiğinde heyecandan titrediği devasa bir organizasyon. Sportmenlik dışı davranışları kendi bünyenizde cezalandırmazsanız Tanıl Bora’nın bugün Radikal’de dediği gibi kürekten yüzmeye atletizmden basketbola altyapıdaki oyunculara spor etiği konusunda ne söyleyeceksiniz.
Devamı ...

Hayal Kırıklığı


Topuz

Sezon daha bitmedi fakat bu sezonun hayal kırıklığı Güiza'yı bile bu konuda sollayan Mehmet Topuz oldu. Ligde 2007-2008 sezonunda 9 gol, 9 asistle; 2008-2009'da 9 gol, 4 asistle oynayan Mehmet Topuz'un Fenerbahçe karnesi 30. haftaya kadar şöyle: 24 maçta 2 asist, 0 gol. Kendisinden 350 dakika az süre bulan Vederson ise 5 gol, 1 asistle oynuyor.

Sadece gol ve asist istatistikleri ile oyuncu değerlendirmek çok da anlamlı değil. Yalnız Fenerbahçe'nin oyun yapısına ve geçtiğimiz senelerde yaşadığı sıkıntıların sebebine bakarak bu istatistiklerin çok da anlamsız olmadığını anlayabiliriz. Geçen senelerdeki kanatsızlık sıkıntısının en temel sebebi Tuncay'dan sonra maçın skoruna direkt etki eden, ters kanattan yapılan ataklarda ceza alanını karıştıran kanat oyuncularımız olmamasıydı. Kanat oyuncularının sonuca direkt etki etmesi gerekiyor çünkü Fenerbahçe tek forvetle oynuyor ve oyuncu dizilişi 4-2-3-1 şeklinde. Kanatlar klasik kanat değiller, iki temel görevleri var; hücumcu beklerin boşluklarını doldurmak ve ters kanat ataklarında kaleye yakın uygun pozisyon alarak gol aramak.

Bu sene sol kanatta da sıkıntı yaşadık fakat az çok gol atmamıza yönelik faydaları oldu. Sağ kanadın durumu ise iç açıcı değil. Sezonun büyük kısmında sağ kanatta Mehmet Topuz oynadı. Sadece 2 asisti var şu ana kadar. Kayserispor Fenerbahçe'den daha az gol atan bir takım olmasına rağmen orada daha golcüydü. Orada orta sahada ileriye dönük oynaması, frikikleri kullanması gibi sebeplerle de gol sayısı artmış olabilir fakat Fenerbahçe'de bulduğu gol pozisyonu bile bir elin parmaklarını geçmedi. Yani Fenerbahçe'nin sistemine ve sağ kanada uyumu hâlâ yeterli değil.

Mehmet Topuz yerli oyuncu sıkıntısı varken kolay vazgeçilebilecek bir oyuncu da değil. Daha şans bulması normal. Fakat şu ana kadar performansı yeterli olmadı. Bu sezon 5 adet resmi maçı kaldı Fenerbahçe'nin, onlarda daha iyi bir performans beklemek hakkımız fakat uzun vadede çok daha fazlasını yapması gerekiyor. Belki Emre'nin yanında ikinci orta saha olarak, belki sağ kanat olarak kullanılabilir fakat en azından ceza alanını biraz daha karıştırmazsa muhtemelen gelecek sezon sonunda yerine oyuncu aramaya başlarız. Hatta bu sezon sonunda bile aranabilir o oyuncu.
Devamı ...

20 Nisan 2010

Milliyet; Cehalet, İkiyüzlülük, Manipülasyon



Geçmişindeki ilkeleri, tutumu, görev bilinci ve iş ahlakıyla şimdisi arasında en büyük sapmayı yaşayan basın organlarının başında milliyet gelir herhalde.

Abdi İpekçi'lerin, Namık Sevik'lerin tedrisatından geçmiş, doğru ve tarafsız haber vermekle yükümlü olduklarının bilincinde olan, haber aktarırken yaşananları tek bir ağızdan, tek bir bakış açısıyla aktarmak yerine, farklı muhattapların görüşlerine yer vermeye özen gösteren, bilgiyi haberi çarpıtmaktan kaçınıp, kitleleri manipüle etmeye asla çalışmayan, kulaktan dolma kaynağı belirsiz, doğruluğu şüpheli bilgileri haber değeriyle sayfalarına taşımaktan uzak duran ahlaklı çalışanların milliyet gazetesinde hala çalıştıklarını, hem kendi meslek ahlaklarını hem de çalıştıkları kurumun saygınlığını, güvenirliliğini korumak için çabaladıklarını sanırdık ama uzun süredir milliyet bu konuda içimizde en ufak bir umut kırıntısı dahi bırakmamacasına magazinel, bayağı bir medya organı olma yolunda tam yol ilerliyor.
Olayları bütününden kopartarak ve içerisinden kitlelerin birbirine düşmanca hisler beslemesine sebeb olacak şekilde parçalar seçerek haber yapan, yaptığı haberlerde kaynağı ve doğruluğu belli olmayan özellikle internet dünyasında bolca bulunan yalan yanlış bilgileri doğruluğu kesinmiş gibi yansıtan, kitleleri manipule etmeyi görev edinen bir tavır git gide egemen ve yerleşik bir tarz halini alıyor milliyette.
Henüz, Fenerbahçe taraftarının spor servislerindeki taraflı ve ahlaksız tutumları yüzünden kendilerine gösterdikleri tepki nedeniyle diledikleri özürün üzerindeki duman tüterken Fenerbahçe-Beşiktaş maçı sonrası, ortalığı savaş alanına çevirme gayretlerine öylesine bir çabayla giriştiler ki diledikleri özürün temelinde habercilik adına yaptıkları cehalet, ikiyüzlülük, tarafgirlikle dolu eylemlerine dönüp bakarak, başlarını öne eğip, ders çıkartmanın yatmadığı çok belli.
Diledikleri özürün kaynağındaki tek kaygının tiraj kaygısı olduğu belli oluyor. Ama bildiğimiz bir şey var; basın ahlakı içerisinde tiraj kaygısı olamaz.
Pazar günü oynanan maç sonrası, başta yayıncı kuruluş olmak üzere neredeyse tüm medya koskoca maçın odak noktasına Bilica'nın hareketini yerleştirdi, hemde yaşananları yanlı ve çarpıtarak aktarmaktan beis görmeden, iş ahlakını hiçe sayarak.
Bilica'nın yaptığı hareket sonrası hakem tarafından sarı kartla cezalandırıldığını ve penaltı noktasındaki oyuğun düzeltilip, penaltının öyle kullandırıldığını hepimiz gibi görmelerine rağmen olayı özenle çarpıtarak ve eksik anlatarak zihinlere maçın kaderini bu olayın etkilediğini sokmaya çabaladılar.
Bilica ülkeyi hemen terketmesi gereken, çocuklarımıza kötü örnek olan bir ahlaksız olarak etiketlenirken aynı maçta bu pozisyonun çok öncesinde Fenerbahçe tribünlerine su şişesi atıp tribünleri tahrik eden Bobo'nun bu tavrıyla ilgili tek bir fotoğraf yayınlanıp tek bir kelime edilmedi.
Fenerbahçe'li futbolcuların bakışlarını bile yakın çekimden gösteren ve bu bakışlardan kötü anlamlar çıkartabilen medyanın Bobo'nun hakem tarafından maç sırasında cezalandırılmayan dolayısıyla Federasyonun görüntülere bakarak ceza vermeye yetkisi olduğu bu ahlaksız ve kışkırtıcı hareketine dair tek kelime etmemesi, olayı hiç yaşanmamış gibi davranması ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.
Görmediklerinden, duymadıklarından değil olayları çarpıtıp, ikiyüzlülükle, kitleleri koyun sürüsü yerine koyarak yönlendirme meraklarından yapıyorlar bunu zira yine sayfalarında, ekranlarında hiç yer vermedikleri, bugüne dek tribünlerde hiç görmediğimiz türden bir ahlaksızlığı yapan Beşiktaş tribünlerindeki o cinsel organını rakip tribüne gösterme eylemini ancak Fenerbahçe forumlarındaki ''bunu da mı görmediniz'' başlığıyla gösterilen tepkilerinden sonra taşıdılar sayfalarına, tepkimiz olmasa onu da hasır altı edeceklerdi.
Ama milliyet medyanın bu elbirliği edip uyguladığı iğrenç kampanyanın sınırlarını geliştirmeye ant içmişcesine bugünde gazetecilik ahlakını ayaklar altına alarak yayın yapmayı sürdürdü.
Bilica'nın saha içerisindeki eylemini tartışmakla kalmayıp bu kez onun aile yaşamını, özel hayatını haber yapıp, internet efsanesi mi yoksa gerçekten yaşanmış bir olay mı olduğu belirsiz olan bir bilinmezi doğruluğu kesin bir bilgiymiş gibi göstererek Bilica'yı hedef tahtasına koymaya devam ediyor.
Yusuf Kobal bugünkü yazısında Bilica'nın Özel hayatıda tartışmalı diye alt başlık atıp sonrasında bu ''tartışmalı yaşamın'' altını yazısında şöyle dolduruyor, ''ikinci eşinden 8. çocuğunu bekliyor''.
Cehalet ve tetikcilik tam da budur.
Zaten tartışmaların odağındaki bir insanın aile yaşamını başlıkta ''tartışmalı'' diye ilan edince adamı iyice ateşe atarsınız ezberci, cahil, kendi yargılarını, fikirlerini oluşturma becerisi ve özgürlüğünden uzak kitleler bir insanın ikinci eşinden 8. çocuğunu yapmasının neresinin sorun olduğunu sorgulamaz. Vay ahlaksız der Bilica'ya olur biter. Sizde amacınıza iş ahlakınızı ayaklar altına almak pahasına ulaşırsınız.
Namık Sevik'lerin, İslam Çupi'lerin o sırada mezarlarında dört dönüyor oluşu önemli değil tabii.
Yusuf Kobal, durmuyor. Cehalet nedir onun dersini veriyor bize.
Diyor ki, ''eski Galatasaray'lı Capone'la adının geçtiği skandal''.
İnternet aleminde, eksik ve yanlış çeviriler, şehir efsanelerinin gerçek sanılması gibi sebebler yüzünden çok fazla bilgi kirliliği yaşanır ama milliyet gibi bu memleketin en önemli basın organlarından bir tanesi, milyonlara ulaştırdığı bilgileri titizlikle araştırmalı, doğruluğunu, yanlışlığını birden fazla kaynaktan öğrenmelidir. Ama Yusuf Kobal buna gerek duymuyor dahası ne gazetenin editörleri, ne sayfa yöneticileri ne de sorumluları bu bilgi doğru mu, bunun üzerinden yorum yapıyorsun deme zahmetine katlanmıyorlar.
Oysa biraz araştırsalar Yusuf Kobal'ın kulaktan dolma bilgilerle, hafızasında kaldığı kadarıyla ''skandal'' diye Bilica'nın linç edilmesi kampanyasına sunduğu argümanın bir internet efsanesinden öte bir şey olup olmadığının tam olarak bilinmediğini ve Brezilya'da ''Poltrona 36'' denen olayda Türkiye'dekinden farklı olarak Bilica ve Capone'un adlarının hiçte telaffuz edilmediğini öğrenecekler.
Ama yok, cehalet, ikiyüzlülük basın ahlakının önüne geçmiş durumda, internet'te bir dönem Brezilya'dan İstanbul'a uçan pembe bir fil göründü diye bir geyik dönmüş olsa milliyet bu geyikten vazife çıkartıp ''Bilica pembe fille yattı'' diyecek.
Yazık. Milliyetin bu hallere düşmesine de yazık elbette ama daha da vahimi 2 gündür bu çarpıtılmış, yalan yanlış haberlerin etkisiyle gözü kör, bağımsız düşünme yeteneği yok olmuş Beşiktaş'lı ve Galatasaray'lı kitlelerin cümleten bu manipulasyona alet olmalarına daha da yazık.
Neyse ki meydan boş değil. Kendi futbolcusu giydiği formaya yakışmayan hareketler yapınca çekinmeden ona tepkisini de koyan; cahil, ikiyüzlü medyanın yalan yanlış aktarımlarını değil kendi aklını, fikrini kendine kılavuz edinen insanlar hala var.
Devamı ...

19 Nisan 2010

Fenerbahçe Üzerinden Mastürbasyon Yapmak



Dün akşamdan beri yine o çok bildiğimiz Beşiktaşlı duruşu devrede. Beşiktaş lehine hata yapıldığında adalet, hak, hukuk falan umurunda olmayan Fener’e öyle ya da böyle kendi tabirleriyle koymaktan gayet hoşnut kitlenin, Fenerbahçe lehine yapılan her hatada bir anda dünyanın en fair-play ruhlu taraftarına dönüşümünü ibretle izliyoruz. Aslında pozisyona göre ahlaki konum belirleme bütün taraftarlarda var ama Beşiktaşlıların ve şampiyonluktan koptukları anda Anti-Fenerbahçeli olan ötekilerin Fenerbahçe üzerinden mastürbasyon denemelerinden gına geldi.

Bilica’nın yaptığı tam anlamıyla rezalet. Kazanmayı kaybetmeyi geçtim oyunun ruhuna aykırı, tasvip edip savunacak bir tane aklı selim sahibi Fenerli taraftar da yok zaten. Ceza kuruluna sevk edilip cezasını alacaktır. Fenerbahçe yönetimi de adam gibi bir tavır gösterip kendisine güle güle kardeşim demelidir. Bu konuda büyük bir kısım hemfikir. Ama dün geceden beri yapılan "Bilica Fenerbahçedir, zaten bu yüzden Fenerbahçe’yi sevmiyoruz" falan söylemleri çok komik.
İki hafta önce Sivas maçında Barış Özbek durup dururken rakibinin futbol hayatını bitirebilecek bir tekme girişiminde bulundu herkes kişisel olarak Barış’a yüklendi ama kimse “Galatasaray budur, Galatasaray’ı bu yüzden sevmiyoruz” gibi bir kişiden çıkıp kulübü hedef alan bir söylemi dile getirmedi. Nouma’nın tombala hareketinde de kimse Beşiktaş budur bu yüzden Beşiktaş’tan nefret ediyoruz dememişti. Ama söz konusu Fenerbahçe oyuncusu olunca bireysel linç anında kulübe yönelik nefret söylemine dönüşüyor. Emre’den Bilica’dan futbolun ruhuna aykırı hareket ettikleri için biz de utanıyoruz ben şahsen iyi oynasa da kötü oynasa da Emre’yi çubuklu forma içinde görmeye iki senedir tahammül edemiyorum.

Galatasaray’dayken nefret ettiğim adam sarı lacivert formayı giyiyor diye melek muamelesi yapmıyorum. Oysa etik konusunda Spinoza’ya Kant’a ders verecek Beşiktaş taraftarı bir sene önce Rize’de elle gol attı diye emek hırsızı dediği Nobre’nin bir sene sonra Kadıköy’e kaptan olarak çıkması konusunda Beşiktaşlı duruşundan falan söz etmiyordu. Etik yine ihtiyaç anında masaya sürülen bir kozdu sadece. Bir şeyin ahlaki olup olmadığı konusunda ölçü birimi olma iddiasının bizzat kendisi ahlaki bir duruş değildir. Beşiktaş taraftarının “en ahlaklı biziz”, “bizim değerlerimiz sizin değerlerinizi döver “ duruşu hakikatan patolojik. Ezeli rakibine gol atınca orasını burasını elleyen adamı ilahlaştıracaksın ondan sonra çıkıp Fenerbahçe budur diyeceksin.

Emre yüzünden Fenerbahçe’den nefret eden Beşiktaşlılar Emre Galatasaray’da bugünkü halinin bin mislini yaparken niye böyle bir nefret söylemi kullanmıyorlardı, Lugano’ya Fenerbahçe’nin çirkefliğinin tecessümü diye bakanlar hayatı boyunca yerde yatan bir rakibin yüzüne bile bakmamış Bülent Korkmaz’a, hakemin yüzüne tükürüp ayağına basan Hagi’ye Galatasaray’ın çirkefliğinin tecessümü diye tek laf ettiler mi yoksa kişisel olarak mı eleştirdiler bu adamları .
Yaratıcılıktan anladığı yüksek sesle ve uyumlu şekilde Fenerbahçe’ye küfretmek olan ezeli rekabeti sikmek –sokmak Japon bayrağı, bekaret olarak değerlendiren sığ kültüre hala sanki Türkiye’nin tribün vicdanıymış gibi muamele yapılmasından ben sıkıldım arkadaş. Fenerbahçe üzerinden mastürbasyon yapmayın artık.

Temiz bir lig için ortak pankartlar yaptırdığınız ortalığı ayağa kaldırdığınız yıl biriniz kupayı biriniz ligi alınca nasıl ortalık toz pembe olduysa lig bir an nasıl temizlendiyse bu sene de Fener iki maç kaybedince her şey toz pembe olur merak etmeyin. Kendi takımlarınıza sevginiz Fenerbahçe nefretinden daha fazla olmasa Efes tribünlerinde siyah beyaz formalı Beşiktaşlılar ,forumlarda kendi voleybol takımı olup olmadığından bihaber ölesiye Eczacıbaşı’nı destekleyen Galatasaraylılar görmezdik herhalde.

Lugano’yu Bilica’yı Aziz Yıldırım’ı kimi eleştirseniz eleştirin, yerden yere de vurabilirsiniz ama bırakın artık şu ahlaki olarak üst perdeden konuşmayı. Nefret ettiğinizi itiraf edin herhangi bir gerekçe olmadan da nefret ettiğinizi, nefret edeceğinizi söyleyin de rahatlayın. İnanın “ ya bu adamlar bizden hangi gerekçeyle nefret ediyor acaba” diye uykularımız kaçmıyor rahat olun.
Devamı ...

Kampanya - Hak Edenleri Alkışladık



İsteğimiz oldu, şampiyon takımlarımız elli bin kişi tarafından hak ettikleri gibi karşılandılar ve uğurlandılar. Gurur duyduk. Bunu antu'dan bir arkadaş koymuş, daha fazla görüntü bulursak onları da ekleriz. Herkese tekrar teşekkürler.



Devamı ...

Takımın Sezon Başına Dönüşü



Ne zamandır futbol yazmamışız, duruma el koyuyorum. Gerçi yine maç öncesiyle başlayacağız ve voleybol takımlarımızdan bahsedeceğiz. Görüntüleri izleme imkanım oldu, birazdan bulabildiğim kadarını göndereyim, gururlanarak izledim. Şampiyon erkek voleybol takımımızı da stada getirerek onbinlere alkışlatmaları onlar için de büyük sevinç kaynağı olmuştur. Hem bayan hem erkek takımımıza bir borcumuz vardı, ödemiş olduk. Futbol takımı da bu maçı kazanıp kopmamış oldu fakat hâlâ işimiz çok zor.

Fenerbahçe girdiği uzun durgunluk süreci ve art arda puan kayılarından sonra en son iki hafta önce Kayserispor'a karşı iyi oynadı. Ligin ilk 8 haftasındaki mücadele ve maçı kazanma direnci Kayserispor'a karşı tekrar sahadaydı. Takım istenilen seviyeye sezon boyunca hiç erişemedi, ve bu sezonu böyle bitireceğiz. İlk 8 haftada maçları kazanmamızı sağlayan da tıkır tıkır işleyen bir sistem değil takımın kazanmayı bilen oyun anlayışıydı. Az pozisyon bulunuyordu fakat gol yenmiyordu, çok adamla baskı yapılıyordu ve Alex bir şekilde gol bulmamızı sağlıyordu. Özellikle sakatlıklar ve bazı bölgelerin alternatifsizliği önce çok adamlı baskıyı bitirdi; öyle olunca gol atamamaya, topun kendi alanımızda daha fazla kalmasına izin verdik. Gol de yemeye başlanınca çok fazla puan kaybettik.


Özellikle Lugano döndükten sonra lig başındaki oyun yapısına tekrar dönüldü. Kayserispor maçında ilk 10 dakikada 3 pozisyon var ve sonrası gelmedi fakat topu sürekli rakip yarı alanda tuttuk, rakibin çok adamla hücuma çıkmasına izin vermedik, orta sahada etkili pres yaptık ve ilk yarıdaki Gençlerbirliği maçından beri en iyi oyunumuzu oynadık.

Beşiktaş maçının özellikle ilk yarısı bu oyunun tekrarıydı. Mustafa Denizli Fenerbahçe'yi Alex'i kilitleyerek yeneceğini düşünüyor, yanına diktiği bir markajcı ve sahaya çıkardığı 9 defans kökenli oyuncudan da bir şekilde Fenerbahçe'yi durdurup sonra orta alandaki pas hatalarından pozisyon üretmeyi umuyor gibiydi. Yalnız Fenerbahçe'nin zaten durdurulmayı gereken bir oyun yapısı yok, yavaş oynayan bir takım ve bu sezon maç kazanan asıl silah ön alan presi.

Dün maça başlar başlamaz yine aynı taktiği kullandı Fenerbahçe. Gelen gol yine baskı sonucu kapılan topla. Beşiktaş ilk yarı kaleye bile yaklaşamadı. Özer ve Selçuk bence maçın iki yıldızıydı. Özellikle ilk yarıda Özer çok ciddi sorumluluk aldı. Zaten kanatları çok kullanmadığımız için ona Alex'in orta saha alternatifi görevi verilmişti. Alex yanında gölgesi Toraman'la gezinirken Özer Selçuk'la hücum arasında sürekli top istedi ve isabetli yüzdeyle de oynayınca bir ara takımın beyni oldu. Emre ön alan baskısını en iyi yapan oyuncu zaten, Selçuk da dün Fenerbahçe'deki en iyi maçlarından birisini çıkardı. Özer'e verilen ekstra görev ve Emre'nin ön alandakı baskısı sayesinde geride kesicilik yaptı, ileri çıkmasına çok da ihtiyaç duymadı takım. Yaptığı işte de çok başarılıydı. Ayrıca önce Manisa sonra Beşiktaş maçlarında Alex'in attığı mükemmel goller öncesi pası veren o. Yani ön alanda yapılan presin seken toplarını toplamak görevi de ona verilmiş ve son iki maçta bu işi de çok iyi yaptı.

İkinci yarıda sanırım kaza golü yememek için defansı orta alan çizgisi gerisinden ceza alanı önüne kadar çekince ve ön alan baskısını bırakınca Beşiktaş'a topla daha fazla oynama imkanı verdik. Aslında Guiza-Semih değişikliği 15 dakika önce yapılmış olsa daha rahat bir maç da izleyebilirdik fakat Bilica'nın saçma bir faulle yaptığı penaltı dışında pozisyon da vermedik.

Bilica'nın yaptığı saçma ötesi penaltı ve penaltı öncesi yaptığı kazı çalışmasına Rehavet değinmiş, ben değinmeyeyim. Şimdi Gökhan sezonu kapattı deniyor. Bu sakatlık takımı çok ciddi etkileyebilir. Sanırım şu dakikadan sonra bir beraberlik bile şansımızı yok ediyor. Ne olacağını söylemek zor tabii ama en azından hak ettiğimiz bir maçı hak ederek aldık.


Alex diye bir adam var takımda, izleyip topa dokunmasından bile keyif alıyorum, almanyanlarla futbol konuşmuyorum. Bizim takımın oyuncusu bu bir de, ona göre.
Devamı ...

Bilica'yı Fenerbahçe'de istemiyorum



Son sözü baştan söyleyeyim. Tomas'ı Fenerbahçe formasını yere çaldığı için takımdan uzaklaştıranlar, Fenerbahçe formasına çok daha büyük bir saygısızlık yapan, o formaya atfettiğimiz bütün değerleri kramponunun ucuyla penaltı noktasının dibinden kazıyan Bilica adlı şahsı bir an önce takımdan göndermelidir. Başka Fenerliler'i bilmem ama ben böyle galibiyet de, böyle şampiyonluk da istemiyorum!

Şahane bir ilk yarı oynamışız. Maçta farka gidecek kadar net pozisyonumuz var. O pozisyonların hepsini futbolcularımızın zekasıyla, yeteneğiyle, mücadelesiyle bulmuşuz. Beşiktaş'ın verilmeyen ve verilen penaltıları dışında gol pozisyonu yok ve ben centilmenlik yoksunu, terbiye yoksunu, sorumsuz bir şark kurnazı yüzünden bu galibiyete sevinemiyor, takımımın iyi oynadığı ve kazandığı bir maçın ardından boğazımda bir yumruyla kalkıyorum televizyonun başından.

Hakemi, federasyonu, yıldırımları, demirörenleri siz tartışın, zaten bütün hafta konuşulacaktır. Ama benim derdim formayı kirleten o adamla. Ben rakip futbolcuya saygı duyan, futbol dışı yollara sapmayan, ucuz şark kurnazlıklarına meyil vermeyen, kazansa da kaybetse de o formanın zarafetine, haysiyetine, biricikliğine gölge düşürmeyen futbolculardan kurulu Fenerbahçe'yi sevdim ve böyle bir Fenerbahçe görmek istiyorum sahada. Penaltı noktasında kazı çalışması yaparak maç kazanmaya çalışan işgüzarları, kendini yere atan sahtekârları, yıllar geçtiğinde tarihin indinde hiçbir hükmü kalmayacak üç götü boklu puan için sarı-lacivert çubuklu formayı kirletenleri, kendi küçük hesaplarına alet edenleri, kazanmak için her yolu mübah görenleri takımımda istemiyorum.

Beşiktaş galibiyetini bana ve eminim birçok başka Fenerbahçeli'ye zehir eden Fabio Bilica bir an önce Fenerbahçe takımından uzaklaştırılmalıdır! Şampiyonluk böyle gelecekse de gelmesin, Meleklerimiz bize yeter!

Devamı ...

18 Nisan 2010

Fenerbahçe 1 - Beşiktaş 0
TSL 18/04/2010



NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'de kaybedenin şampiyonluk yarışında büyük bir yara alacağı maçta Fenerbahçe, sahasında ezeli rakibi Beşiktaş'ı konuk etti. Beşiktaş Teknik Direktörü Mustafa Denizli, her derbi öncesi yaptığı gibi değişik bir kadro ile sahaya çıktı. Defansta Ferrari, Sivok'a yer veren tecrübeli teknik adam, İbrahim Toraman'a orta sahada görev verirken, İsmail Köybaşı'na sol kanatta, Tello'ya ise sürpriz bir şekilde sağ kanatta görev verdi. Fenerbahçe ise Gökhan Gönül ve Bilica'nın dönüşüyle ideal 11'i ile ezeli rakibinin karşısına çıktı.

Maça Fenerbahçe çok hızlı başladı. 2. dakikada ceza sahası dışında topla buluşan Alex De Souza mükemmel bir vuruşla Rüştü'yü avlarken, bu maçı kazanmayı ne kadar istediğini de herkese gösterdi. Bu golle Denizli'nin ilk yarıyı gol yemeden tamamlama taktiği de işe yaramamış oldu.

Bu golden sonra Fenerbahçe, rakibini bekleyen sistemine döndü. Kendi sahasında pas yapan sarı-lacivertliler, rakibinin üzerine gelmesine de izin verdi. 12. dakikada Guiza inanılmaz bir gol kaçırdı. Gökhan Gönül sağ kanattan ceza sahasına girdi ortasında bomboş pozisyonda bulunan Guiza, kolayı yapamadı ve topu yandan auta attı.

Beşiktaş ilk şutunu 15. dakikada Tello'yla çekti ancak Şilili oyuncunun vuruşu üstten auta çıktı. İlk yarıda iki takımın da oyun sistemi gereği, futbolseverler çok gol pozisyonu izleyemedi.

Maçın 40. dakikasında Fenerbahçe bir kez daha önemli bir gol pozisyonundan yararlanamadı. Özer, orta sahadan topu aldı, harika hareketlerle Beşiktaş ceza sahası önüne kadar geldi, güzel bir pasla Alex'i buluşturdu. Kaleci ile karşı karşıya kalan Brezilyalı yıldız vurmak yerine pas vermeyi tercih edince sarı-laciverliler mutlak bir golden oldu. İlk yarı 1-0 Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile kapandı.

Mustafa Denizli 2. yarıya İbrahim Kaş, Uğur İnceman değişikliği ile başladı. Bu değişik sonrası Toraman sağ beke geçerken, Uğur İnceman İbrahim Toraman'ın görevini üstlendi. İkinci yarıya iyi başlayan takım yine Fenerbahçe oldu, Alex'in ceza sahası yayı çevresinden kullandığı serbest vuruşta defanstan seken top kornere çıktı.

53. dakikada yine Alex sahneye çıktı, savunma arkasına çok güzel bir koşu yapan Brezilyalı futbolcu topla buluştu, ortasında Mehmet Topuz değerlendiremedi, dönen topta Guiza çok kötü bir vuruşla topu auta yolladı.

55. dakikadan itibaren Beşiktaş rakibinin üstüne yüklenmeye başladı. Bobo sağ çaprazdan ceza sahasına girdi, ortasında top Lugano'nun eline geldi, siyah-beyazlılar penaltı beklerken Hüseyin Göçek devam dedi. 57. dakikada Tello'nun kullandığı köşe vuruşunda Bobo kafayı vurdu, defanstan seken top az farkla kornere çıktı.

Beşiktaş 64. dakikada penaltı kazandı. Siyah-beyazlılar hızlı çıktı, İsmail Köybaşı'nın pasıyla defans arkasına sarkan Bobo, topu penaltı noktasındaki Uğur İnceman'a aktardı, Uğur, Bilica'nın darbesiyle yerde kaldı. Hakem Hüseyin Göçek penaltı noktasını gösterdi. Bobo penaltı noktasına gitti. Brezilyalı topu kalecinin sağına attı ancak Volkan topun gideceği köşeyi tahmin etti takımı adına çok önemli bir kurtarış yaptı.

Fenerbahçe 75. dakikada bir kez daha gole yaklaştı. Özer'in yerine oyuna giren Vederson ceza sahası içinde topla buluştu. Vuruşunda top az farkla auta çıktı.

Mustafa Denizli hamlelerini 80. dakikalara sakladı. Önce İbrahim Üzülmez'in yerine Serdar Özkan'ı sonrasında ise Fink'in yerine Holosko'yu oyuna soktu. Daum ise bu hamleye Guiza, Semih değişikliğiyle yanıt verdi. 88. dakikada Ernst kırmızı kart görerek takımının bütün ümitlerini yıkan isim oldu.

Maçın son dakikalarında 2 kırmızı kart daha çıktı. Fenerbahçe'den Vederson, Beşiktaş'tan da İbrahim Toraman kırmızı kart gördü.

Bir derbi daha sona erdi. Fenerbahçe bir derbiden daha galip ayrılarak derbilerdeki üstünlüğünü bir kez daha kanıtlamış oldu. Maç boyunca çok iyi bir oyun sergilemeseler de sarı-lacivertliler Alex'in attığı güzel golle şampiyonluk yolunda çok kritik bir 3 puan aldılar. Beşiktaş için şampiyonluk ümitleri artık iyice azalmış durumda. Siyah-beyazlıların şans ayağına kadar geldi, 68. dakikada Bobo penaltıdan yararlanamayınca Beşiktaş şimdiden gelecek sezonu düşünmeye başladı.

FENERBAHÇE: 1 - BEŞİKTAŞ: 0
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Hüseyin Göçek, Baki Tuncay Akkın, Serkan Gençerler
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Bilica, Andre Santos, Mehmet Topuz, Selçuk, Emre, Özer (Dk. 75 Vederson), Alex, Güiza (Dk. 85 Semih)
Beşiktaş: Rüştü, İbrahim Kaş (Dk. 46 Uğur), Sivok, Ferrari, İbrahim Üzülmez (Dk. 81 Serdar), İbrahim Toraman, Fink (Dk. 85 Holosko), Ernst, İsmail, Tello, Bobo
Gol: Dk. 2 Alex (Fenerbahçe)
Kırmızı Kartlar: Dk. 88 Ernst, Dk. 90 3 İbrahim Toraman (Beşiktaş), Dk. 90 3 Vederson (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 17 Selçuk, Dk. 65 Bilica, Dk. 67 Volkan Demirel, Dk. 79 Gökhan Gönül (Fenerbahçe), Dk. 20 İsmail, Dk. 41 Bobo, Dk. 86 Sivok, 90 6 Rüştü (Beşiktaş)
Devamı ...

17 Nisan 2010

Şampiyon Fenerbahçe


Sampiyon Fenerbahce

Hasat mevsiminin ilk şampiyonluğunu sezon başında tüm takımlarımız içinde şampiyonluk şansı en az gözüken erkek voleybolda kazandık. Ortada ciddi bir istikrar var son üç senedir; play-off usulü oynanan ligde üç kez final, ondan önceki iki yıldaki dörtlü final grubu maçları sonunda da iki kez Arkas'ın ardından ikinci olduğumuzu düşünürsek son beş yıldır düzenli olarak zirvede olduğumuzu görüyoruz. Geçen sene final serisinin ikinci maçında Aslan sakatlanmasa bugün son üç senedeki üç şampiyonluktan bahsediyor olacaktık.

Diğer takım taraftarlarının habire Fenerbahçe'nin başarılarını küçültme gibi bir alışkanlıkları var ve bunu kullanırken biz şampiyon olduk mu sponsor ismini ama kazara bizi yendiklerinde Fenerbahçe ismini kullanıyorlar. Avrupa İkincisi olunca Acıbadem, Vakıfbank yenince Fenerbahçe oluyoruz, basketbolda şampiyon olunca Ülker, yenilince Fenerbahçe oluyoruz. Erkek voleybol takımının şampiyonluğuna maalesef bir kulp bulamayacaklar, zira bu takım önünde arkasında hiç bir isim olmadan, sponsorsuz ve kendisinden çok daha pahalıya kurulmuş takımların arasından sıyrılıp şampiyon oldu.

Maça, şampiyonluğa inanmış bir ifadeyle başladı oyuncularımız, final serisinin en iyi oyununu oynadık ilk iki sette. İlk set 10'lu sayılara kadar berabere devam ettikten sonra da Aslan servise gelip farkı bir anda 4'e çıkardı. Çok servis kaçırsak da bir o kadar da etkili servis attığımız için dramatik bir etkisi olmadı bu hataların. Celitans'ı durdurup Coskoviç'le etkili olunca ilk seti rahat bir şekilde 25-20 aldık. İkinci set yine çok iyi başlayıp teknik molaya 8-3 önde girdik. Ziraat en kilit oyuncusu Celitans'ı da kenara alınca setin geri kalanı güle oynaya geçti. Divis'in servisleri, Ender'e yaptığımz bloklarla 25-13 gibi çok açık bir farkla kazanıp 2-0'ı yakaladık.

Sampiyon Fenerbahce

Üçüncü set Ziraat Bankası son bir direnç gösterip seti başa baş götürmeye çalıştı, ikinci teknik molaya yine de iki sayı farkla 16-14 önde girdik. Bu dakikadan sonra hakem devreye girdi. Fark iki kez üçe çıkacakken hakemin yanlış değil gayet taraflı kararlarıyla bire indirdi farkı. Bu sette önce Coskoviç'in içerde olan servisine dışarı verdi Aziz Yener, daha sonra Divis'in bir karış içerde olan ve gözünün önüne düşen topa dışarı verdi ve yine gözünün önünde blokun bir karış üstünden giden topa blok-out vererek Ziraat Bankası'nı zorla oyunda tuttu. 24-24 berabereyken hücum edemeyip Coskoviç'in manşet hatası sonrası da seti hakem yüzünden vermiş olduk.

Son sete hakemin kararlarına biraz sinirlenen oyuncularımız gergin başladı. 7-4 geriye düştük. Arka arkaya üç blokla asılan yüzler tekrar gülmeye ve maça tekrar ağırlığımızı koymaya başladık.İkinci teknik molaya iki sayı önde girip Divis'in servisleri sonrası farkı biraz daha açtık ve Coskoviç'in servisten kazandırdığı sayıyla maça ve sezona şampiyon olarak noktayı koyduk. 25-19.

Sakat sakat oynayan ve "dizim kopsa da Fenerbahçe için oynarım" diyen Emre'yi ayrıca tebrik etmek lazım. Aslan kulübün sembol isimlerinden birisi olacak bir 8-10 sene sonra. Bugün hücumdaki bütün silahlarımızı gayet etkin ve dengeli kullandı. Garnder 31 Coskoviç 30 Divis 23 hücum girişiminde bulunmuş Aslan'ın pas tercihleriyle. Maç raporundaki istatisikte ilginç bir veri var. Bizim liberomuz 14 manşet alırken Ziraat'in liberosu 37 kez manşet almış. Neredeyse üç kat. Bizim manşetlerde Divis ve Coskoviç'i zorlamaya çalışmışlar ama başaramadılar. Serkan savunmada çok iyi toplar çıkardı manşette pek zorlanmadığı için sanırım geri alan savunmasında bugün çok daha konsantre ve çevikti. Normal sezonda bizi çileden çıkaran Divis'in play-off serisinde yaptığı sıçrama hakikatan çok ilginç. Her zaman istikrarlı bir şekilde performans veren ve üç sezondur takımın en önemli parçalarından biri olan Coskoviç'e de MVP olmak çok yakıştı.

Sampiyon Fenerbahce

Belki ben biraz alınganlık yapıyorum ama bu federasyon başkanı Fenerbahçe'ye kupa verirken her seferinde yüzünden düşen bin parça oluyor. Geçen sene kızlara kupa verirken de cenaze evinde gibiydi bugün de aynı şekilde...

Yıllardır kendi aralarında müessese ligine çevirdikleri bir lige gerçek bir spor kulübünün girmesini hala hazmedemeyen zümreye inat kupa kaldırmaya devam edeceğiz. İstanbul'dan bu maç için Ankara'ya giden ve yıllardır bu salonlarda Fenerbahçe kovalayan başta Canarino tüm amatör branş takipçilerini de bu başarının önemli bir parçası olarak selamlıyorum.

Haramilerin saltanatını bir kez daha yıktık! Şampiyon Fenerbahçe!
Devamı ...

15 Nisan 2010

Şampiyonluğa Bir Adım Kaldı



Erkek voleybol takımımız şampiyonluk yolunda dev bir adım attı. Bugün yine nefesleri kesen bir maç sonunda artık vaka-i adiyeden sayılabilecek bir 3-2'lik maçı daha kazanıp final serisinde durumu 2-0 yaptık. Cumartesi günü 18:30 Ankara'daki maçı da kazanırsak şampiyonluğumuzu ilan edeceğiz.

Maça çok iyi başladık, genelde maça girmeyle ilgili problemlerimiz olmasına rağmen ilk set son derece iyi bir oyunla farkı 7'ye kadar çıkardık ikinci teknik mola sonrasında. Yine ufak bir durgunlukla farkın 3-4 sayı aralığına kadar düşmesine izin versek de 25-21'le seti alıp 1-0 öne geçtik. İkinci sette Ziraat'ın 3-4 sayılık üstünlüğü söz konusuydu 20'li sayılara girerken. Mola sonrası 1 sayıya kadar inen fark Gardner'in öldüremediği top hemen ardından çalınan bir file hatası ve çıkan sarı kartla 25-20 aleyhimize bitti.

Üçüncü set Coskoviç ve zaman zaman Garner'le etkili olup yine rahat bir şekilde ilk setteki gibi 25-21'le seti kazanıp bir kez daha öne geçtik. Dördüncü set maçı bitirmeliydik aslında ama çok fazla servis hatası yaparak Ziraat'ı sürekli oyunda tuttuk. Galiba 8-9 servis hatası bir set için rekor olabilir. Bu kadar hataya rağmen 24-23'te maç sayısı kullandık ama Celitans'ı durduramayıp Ender'in attığı iki servisi iyi karşılayamayınca seti 27-25 kaybettik. Son set son ana kadar başa baş gitti. Ziraat tamamen Celitans'a endeksli hücum etti ve Celitans da bütün toplar çapraza vurarak öldürmeyi başardı. 13-13'ten sonra önce Gardner'ın sonra da Divis'in blok sayısıyla 15-13'le son seti ve maçı kazandık. Aslan bugün yine gayet iyiydi, Serkan da sert servislere rağmen maçın genelinde ayakta kaldı. Coskoviç en etkili oyuncumuzdu özellikle ilk üç sette, neredeyse her hücumunu sayıya çevirdi. Emre sakatlığı kendisini çok etkilemesine rağmen fedakarca mücadele etti. Gardner ilk sette müthiş savunma yaptı ama daha sonra sürekli kaçırdığı servisler yüzünden oyundan biraz düştü. Genel olarak oyuncularımızın yüzünde şampiyonluk hırsı ve isteğini görüyoruz ve bu Cumartesi günkü maç için de umut verici.

Cumartesi de kazanır şampiyon olursak Pazar günkü Beşiktaş maçı öncesinde kadın voleybol takımının yanında şampiyon olmuş erkek voleybol takımını da görmek ve 50.000 kişiye onları da alkışlatmak çok iyi olur. Ankara'daki ikinci maç hafta sonuna denk geleceği için bugünkünden daha kalabalık olacaktır, şampiyonluk maçını da boş tribünlere oynamasın artık bir zahmet şu takım.
Devamı ...

14 Nisan 2010

Altın Kızlar Altın Setle Şampiyon



Erkekler basketboldaki Türkiye Kupasından sonra sezonun ikinci Türkiye Kupas sarı meleklerden geldi. Alışıldığı gibi yine bıçak sırtında yürüyerek çok da geçmişi olmayan bu kupayı tarihimizde ilk kez kazandık. Geçen sene Türkiye Kupası finalinde Eczacı'ya ilk maçı 3-1 kaybettikten sonra ikinci maç 2-0 öne geçmiş ama sonra kılpayı üçüncü seti kaybedip oyundan düşmüş ve maçı 3-2 vererek Türkiye Kupasını kaybetmiştik.

Maça gayet iyi başlayıp Eda'nın etkili servisleri ve Gamova'nın smaçlarıyla ilk iki seti açık ara aldıktan sonra üçüncü set Özge'nin servisleri Neslihan'ın hücumlarıyla oyundan tamamen düşüp 2-1 e gelmesine engel olamadık. 4. set 20-15 i yakalamışken hücumda bir türlü top öldüremeyip Vakıfbank'ın geri gelmesine müsaade ettik. Nihan'ın bu anlardaki felaket manşetlerine de değinmek lazım. Genelde takımlar servisi liberodan kaçırarak diğer oyuncuların üzerine yıkmayı denerler oysa üçüncü ve dördüncü sette gerek Özge gerekse Güldeniz direkt olarak Nihan'ı hedef seçerek servis attılar. Dördüncü setin sonlarını felaket oynayınca maç 2-2 ye geldi. Beşinci sete çok da iyi başlamasak da fazla kopma olmadan saha değişimi oldu. Bir ara 11-9 geriye düşsek de Çiğdem'in servisleriyle maça tutunup Gamova'nın sayısıyla maçı alıp altın sete gittik.

Altın sette çok zorlanacağımızı ve işimizin hiç de kolay olmayacağını düşünüyordum ama Vakıfbank oyunu tamamen Neslihan'a yıkıp biz de Neslihan'a iyi blok getirince maç bir anda koptu. 13-2 gibi abuk bir skor çıktı ortaya pek görmeye alışkın olmadığımız. Rehavetten 3 sayı versek de Seda'nın öldürdüğü top ve manşet hatasından gelen sayıyla altın seti ve sezonun Süper Kupa'dan sonraki ikinci kupasını da kazandık. Geriye kaldı lig şampiyonluğu.

Bu final bize gösterdi ki şampiyonluk öyle çantada keklik değil Vakıfbank kolay kolay teslim olmayacaktır. Zayıf yönümüz olan manşet iyi servis atan takımlara karşı çok daha barizleşiyor. Bugün Nihan'ın 3 ve 4. setlerde manşette nasıl dağıldığını görmek gelecek için korkutucu. Takımın üç gün içinde bir deja vu hissine kapılıp 2-0 dan 2-2 ye gelmiş bir maçı ordan çevirebilmesi de ciddi bir mental sağlamlık göstergesi. Bu anlamda Jan de Brant'ı da tebrik edelim.

İki parantez açmamız lazım maçla ilgili bir tanesi Eda. Eda'nın Beşiktaş'tan bize transferini öğrendiğimde askerdeydim, gülümsemenin emre tabi olduğu bir yerde haberi aldıktan sonra mütebessim bir gün geçirmemi sağlamıştı en azından bir gün. Bu kızın yüzündeki ifadenin, kazanma hırsının, samimiyetin, heyecanın hastasıyım. İyi ki Fenerbahçelisin Eda. Son parantez de taraftar için müthiş bir tribün vardı bugün, Dış hatları yakmamıza gerek yok melekler için, salon her zaman böyle olsun onlara yeter.
Devamı ...

13 Nisan 2010

Bir Takım Metafizik Ögeler


Motivational Alex


Devamı ...

Uçurumun Kenarında Bir Galibiyet Daha



Biz camia olarak uçurumun kenarında yaşamayı seviyoruz, özellikle voleybol takımlarımız bir iki haftadır memleketin kardiyoloji polikliniklerinde fazla mesai yapılmasına yol açacak şekilde seviyor galiba bu uçurum kıyısında yaşamayı.

Her zamanki gibi tuhaf bir maçtı. Maça yine felaket başladık. Bir türlü servis tutturamayıp çok basit manşetlerde bile hata yapınca Resul’ün servisleriyle 6-7 sayı öne fırlayan Ziraat’i setin sonuna kadar yakalayamadık. Takım çoğu maçta olduğu gibi maça yine giremedi ve neredeyse ilk seti oynamadan 25-19 verdik. İkinci set yine aynı senaryo söz konusuydu. Sete 5-0'la başlayan Ziraat’i yine hep geriden takip ettik. 5-0 olana kadar Demeter’in mola almaması da tuhaftı. Gerçi adama da hak vermek lazım, sonuçta takım o kadar dengesiz ki bu geriye düşüşler artık oyunun doğal bir parçası gibi geliyor. Ziraat savunmada özellikle Granvorka’nın çabaları ve hücumda da Platenik ve Ceitans’ın sayılarıyla setin sonuna rahat girdi. 23-18'lerde biraz sıkıştırıp 24-23’e getirsek de Coskoviç'in auta attığı servisle 25-23 seti kaybedip sevdiğimiz yere yani uçurumun kenarına geldik.

Üçüncü set, ilk iki set kayıp olan takım maça döndü. İlk teknik molaya 8-1 önde girdik. Maç boyunca çalışmayan bloklarımız arka arkaya sayı almaya başladı. İkinci teknik molaya kadar yine oyundan düşüp farkın 2'ye kadar inmesine engel olamasak da 16-13'le setin sonuna girdik. 20'li sayılarda Platenik’e çıkan önce sarı sonra kırmızı kart sonrası Ziraat Bankası seti bıraktı ve skoru 25-20 ile 2-1'e getirdik.

Dördüncü set yine tamamen bizim kontrolümüzde başlayıp rahat bir şekilde gitti. Coskoviç ve Divis’le domine ettiğimiz, bloklarımızın ve servislerimizin ilk iki setin aksine gayet iyi işlediği bu seti de rahat bir şekilde 25-17 alıp final setine taşıdık maçı. Son set Ziraat’in orta hücumlarına bir türlü çözüm bulamadık ve önce 8-6 sonra 11-8 geriye düştük. Tam işler çok zorlaşmıştı ki Coskoviç’in servisten aldığı sayı ardından blok sayısı derken 13'te yakaladık Ziraat’i. Gardner’in iyi attığı servis sonrası maç sayısı da kullandık ama Gardner ikinci servisinde topu dışarı gönderdi. 16-15 öndeyken servisi çıkaramayıp bizim sahamıza öylesine bıraktıkları topun sayı olmasıyla büyük bir fırsatı tepsek de Serkan’ın karşıladığı hücum sonrası Aslan’ın kaldırdığı topu paralele vuran Coskoviç seti ve maçı 18-16 ile bitirdi.

Takım yine bir Ahmet Kaya şarkısının dizeleriyle söylersek “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” modunda oynamaya devam ediyor. Bugün sezon boyu istikrarsız takılan iki oyuncumuzdan Divis belki de takıma geldiğinden beri en iyi maçını oynadı. Gardner’i ise Allah’a havale ediyorum. Özellikle ilk iki set takımın hücumda top öldürememesinin en önemli nedeniydi. Servis atarken kendisi bile inanmıyor bazen iyi servis atacağına. Aslan pas tercihleri ve ortaya kullanma açısından sorun yaşasa da yine de ortalama oyununu oynadı. Emre’den de çok beklediğimizi aldığımız söylenemez ama diğer maçlarda ihtiyacımız var fazlasıyla, umarım sakatlığı önemli değildir.

Bütün oyuncularımızdan tam olarak verim alamadığımız bir maçı 2-0 dan gelip kazanmak sevindirici. Üzücü olansa salonda bulunan Ziraat Bankası’nın ”bordrolu taraftarlarının” Fenerbahçe taraftarından fazla olmasıydı. Ankara’daki Fenerbahçeliler her zaman İstanbul seyircisinden daha tatminkar bir kalabalık oluşturmuşlardır, umarım Perşembe günü 18:30 da takımı yalnız bırakmazlar.
Devamı ...

12 Nisan 2010

Final Serisi Başlıyor



Fenerbahçe tarihinin benim gördüğüm en dengesiz takımı olan erkek voleybol takımı bugün Ziraat Bankası’yla final serisine çıkıyor. Kazanılmış üç maç üzerinden bitecek seride saha avantajı normal sezonu birinci olarak bitiren Fenerbahçe’de olacak. Çeyrek finalde Maliye ve yarı finalde de üç senedir olduğu gibi Arkas’ı eleyerek finale geldik. Ziraat ise çeyrek finalde Galatasaray’ı yarı finalde İ.B.B’ yi süpürerek karşımıza çıkıyor. Kupada iki maçı ve ligdeki ilk maçı kaybettiğimiz Ziraat’e karşı son oynadığımız lig maçını Ankara’da 3-0 kazanmıştık.

Takımın o gün nasıl bir oyun oynayacağı belli olmadığı için maç ve seri nasıl olur en ufak bir fikrim yok. Cuma günü Arkas maçında tam her şey bitmişken birdenbire canlanıp nasıl maçı çevirdiklerini gördük. Arkas serisinde bir gün arayla oynanan iki maçın birincisinde sahada ruh gibi dolaşırken ikinci maçta rakibe sahayı dar ettiklerini de gördük. Dolayısıyla bizim erkek voleybol takımı üstüne yorum yapılabilecek, maçına bahis oynanabilecek bir takım değil.

Diğer yandan baktığımızda iki etaplı final grubu maçları statüsünden normal play-off çatalına göre maç düzenine geçildiğinden bu yana 3 senedir üst üste final oynamayı başarmamız ciddiye alınması gereken bir başarı. 3 sezon önce Halkbank’ı finalde geçip geçen sene İBB’ye Aslan’ın sakatlanmasıyla kaybetmiştik. Bu sefer rakip Ziraat Bankası... Üç senedir finalin diğer takımı sürekli değişmesine rağmen bizim bu seviyelerde yer almamız kulübün son yıllardaki voleybol atağının ne denli efektif olduğunun da göstergesi. Üstelik bu başarıyı elde ederken inanılmaz bütçelerle falan yapmadık bu işi. Sponsorsuz, diğer rakiplerden çok harcamayarak doğru yapılanmayla bu istikrarın sürmesi sevindirici.

Gardner ve Divis’in inip çıkan formlarının ne düzeyde olacağı bizim final serisindeki kaderimizi tayin edecek. Bu D-Spor saçmalığı yüzünden diğer takımlar hakkında pek bir bilgimiz olamıyor ama Ziraat’in yabancılarının ligin en efektif yabancılarından olduklarını belirtelim. Her zamanki gibi Aslan’ın ateşleyiciliğine bu sene muazzam bir gelişme kaydeden Emre Batur’u eklersek finalin favorisi gözüküyoruz aslında. Geçen sene Aslan’ın sakatlığıyla giden şampiyonluğu geri almak için 18:00 de Burhan Felek’e çıkacak takıma başarılar. İlk kupa sizden gelsin efeler!
Devamı ...

8 Nisan 2010

Kampanya III - 18 Nisan'da Meleklere Kutlama


kampanya

Mümkün mertebe böyle günce gibi devam ediyoruz ki hem gelişmelerden herkes haberdar olsun, hem de henüz görmeyenler varsa onlar da görsünler, mümkünse katılsınlar.

Güzel şeyler oldu, Ariel Ortega taraftar birliği toplantısında umutlandırıcı bir haber olduğunu bildirdi, taraftar gruplarının özellikle Vamos Bien ile CK'nın bu işin içinde olması bizim için tartışmasız ayrı bir manevi derinlik ifade eder. Onun haricinde kampanyaya destek veren blog sayısı arttı listeyi aşağıda bulacaksınız. Kampanyaya destek verip de bu zamana kadar blog listemize eklemediğimiz blogları da mutlaka listeye ekledik, hepsine çok teşekkür ederiz.

Kampanyaya Destek Veren Bloglar:

1) No Pain No Gain - http://arielortega.blogspot.com/
2) Stereo Cipolla - http://stereocipolla.blogspot.com/
3) Furkan Zengin - http://furkanzengin.blogspot.com/, http://www.adikonamaz.com/
4) Ortaya Karışık - http://ahmet-in-yeri.blogspot.com/
5) Fenerbahçem Benim - http://fenerbahcembenim.site88.net/
6) Çizgisiz - http://cizgisiz.blogspot.com/
7) Esnafspor - http://esnafspor.blogspot.com/
8) Mizahsal Futbol - http://mizahsalfutbol.blogspot.com/
9) Canarino - http://maratonalmaty.blogspot.com/
10) Atletico Bonito - http://atleticobonito.blogspot.com/
11) Yiğit Yılmaz - http://ygtylmz.blogspot.com/
12) Maximus Suns - http://maximussuns.blogspot.com/
13) İnadına FB - http://inadinafb.blogspot.com/

Kampanyaya destek veren bloglar şayet bize email atar veya buraya comment yazarsa onları da mutlaka güncellenmiş listelere ekleyeceğiz.

Kampanya hakkında alternatif banner yaptım, muhteşem bir görsel oluşturdum, sayın Başkan'a telefon açıp ricada bulundum, Ali Koç'u konudan haberdar ettim gibi harika insiyatifler almış olanlar varsa onlar da lütfen bildirsinler ( papazincayiri07@gmail.com ) biz de onları duyuralım. Neticede bu papazincayiri'nin kampanyası değil, bir mensubu olmaktan büyük memnuniyet duyduğumuz Fenerbahçe taraftarının insiyatifi, herkes eşit oranda hak iddia ederek her şeyi yapabilir.

Bürokratik değil otonom, tepeden aşağı değil her yönden her yana, kurumsal değil yürekten her katkıya bu kampanya açık.

İnşallah olacak ve çok mutlu olacağız, çok mutlu edeceğiz.


Kampanya Marşı


Devamı ...

7 Nisan 2010

Özür Dile Milliyet!



http://koskorcuk.blogspot.com/2010/04/milliyet-gazetesi-boykotuna-davet_06.html
Devamı ...

Kampanya II - 18 Nisan'da Melekleri Alkışlayalım


kampanya

Daha önce yazdığımız kampanya yazısı son derece güzel bir ilgi buldu. Stereo Cipolla hem blogunda kampanyayı tanıtırken hem de Taraftar Derneği Başkanlığı görevini de üstlenmiş Yasemin Mercil'e kampanyamız hakkında bilgilendirici bir mail attı, bizim Tozlu Parkeler ise taraftar gruplarına ulaşarak onları bilgilendirmeye çalışacak. Bu arada biz de boş durmadık çeşitli ebatlarda bannerlar hazırladık onları ve kampanyaya şu ana kadar destek verenleri aşağıda bulabilirsiniz

kampanya

225 x 225 Ebatlarında Banner


kampanya

300 x 300 Ebatlarında Banner


Bu iki banner sağ tarafta gadgetlarda kullanılabilir. Gadgetların nasıl kullanılacağını bilmiyorsanız, papazincayiri07@gmail.com'a mail atmanız halinde biz size bu konuda yardımcı olacağız.

kampanya

400 x 250 Ebatlarında Görsel


Bu da yazılarda kullanılabilir. Biz papazınçayırında standart 550 x 300+ ebatlarında resim kullanmayı tercih ediyoruz ancak çoğu blog 400 x 200+ kullanıyor. Dolayısıyla onlar da bunu kullanabilirler.

Bu zamana kadar Kampanyaya destek veren bloglar ise,

1) No Pain No Gain - http://arielortega.blogspot.com/
4) Ortaya Karışık - http://ahmet-in-yeri.blogspot.com/
5) Fenerbahçem Benim - http://fenerbahcembenim.site88.net/

Hepsi henüz bannerları yerleştirmiş değiller, zira henüz gönderdik ancak desteklerini açıkladılar.

Elbette illa bizim hazırladığımız bannerların da kullanılması gerekmiyor, herkes istediği tipte bir banner hazırlayıp koyabilir, şayet youtube videoları, swfler başka güzel görseller olur da bize de bildirilirse biz de papazınçayırı'nda bu görselleri kullanacağız.

Kampanyaya katılanlar banner isterlerse, süppper bir video hazırlayıp vimeo ile youtube'a upload etmişlerse velhasıl her tür sebeple papazincayiri07@gmail.com adresinden bize ulaşırlarsa ayrıca mutlu oluruz.

18 Nisan'da Saraçoğlu'nda Bambaşka Bir Gün Yaşansın!
Devamı ...

6 Nisan 2010

Kampanya - 18 Nisan'da Şükrü Saraçoğlu'nda Melekleri Alkışlayalım


fenerbahçe acıbadem

Sportif Anlamda Bayan Voleybol takımımız hem kulübümüzün hem de ülkemizin şu güne kadar çıkabildiği en yüksek seviyeye çıktı. Ama durumun yalnızca bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Esas önemli ve güzel olan, bunu tekrar yapabileceklerini göstermeleriydi. Bu takım seneye de Şampiyonlar Ligi finali oynasa Avrupa'da şaşıracak kimse yoktur, bu kızlar seneye kupayı kaldırsa bu bir süpriz olmaz beklenen bir adımdır sadece. Dolayısıyla Fenerbahçe Acıbadem'in esas başardığı şey finale çıkmak filan değildir, hiç tartışmasız Avrupa'nın en iyi 2 takımından biri olduğunu herkese kabul ettirmesidir. Final bunun süsü, kupaysa bu başarının resmen tescillenmesi anlamına gelecekti, bizlerinse böyle bir noter operasyonuna ihtiyacımız yok. Onlar zaten şahadetlerimizin sahibi.

Şahsen uzun zamandır bir sportif mücadelede bu kadar heyecanlandığımı, bu kadar keyifli ve güzel bir müsabaka izlediğimi hatırlamıyorum. Final Four'un ilk maçındaki müthiş performans bizim Fenerbahçe derken istediğimiz her şeye tekabül ediyordu: pes etmemek, mücadele etmek, başarı için centilmence sonuna kadar savaşmak, karşıdakine hiç bir insanlık dışı hareket yapmadan yetenek ile, zeka ile, güzellikler yaratarak galabe çalmak. Fenerbahçe; bir büyük isyan ruhunun, büyük hedeflere ve daha önce umulmadık başarılara ulaşmanın, toplumsal sembollerinden bir tanesiyse çubuklu forma altında bu ruhun hakkını vererek taşıyanlar şüphesiz Fenerbahçe Acıbadem'de bulunuyorlar.

Onlardan kulübümüz bünyesinde sportif faaliyette bulunan herkesin de öğrenecekleri var. Bu formanın hakkını vermeyi, maç bitmeden yenilgiyi asla kabul etmemeyi, hep hedefi daha büyük tutmayı, Şampiyonlar Ligi finaline çıkıldığı için değil, kupa kazanılmadığı için ağlamayı, hak etmek için çalışmayı, çalışıldığı için hak etmeyi, zarif hareketlerle, ter akıtan bir mücadeleyle maçı çevirmeyi ve diğer bir çok güzel hasleti Final Four serisi kitabe gibi önümüze serdi. Öylesine sevdik ki bu kızları, Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı ile bu ülkede yaşayan yaşamayan milyonlarca insan bu kızlarda güzel bir şey buldular. İster helal olsunla duygumuzu ifade edelim, ister bravo ile hepimizin kalplerinde onların bir yeri var.

Bu kızlara güzel bir şey yapmak lazım. Bu kızların temsil ettiği değerlere ne derece meftun olduğumuzu göstermenin yoluysa ne maç primleri, ne de Başkan'ın soyunma odasına girip onlarla gurur duyduğunu söylemesi. Kurumsal değil insani, cüzdana değil yüreğe hitap eden ve onların neyin temsilcisi olduğunu onlara bir kez daha beyan eden, bu sebeple içten kutlayan insanlara ihtiyacımız var. Banka hesaplarına değil, yüreklerine unutamayacakları bir hatıra vermemiz gerekiyor.

Beşiktaş maçı bunun için harikulade bir fırsat.

İlk akla gelen sebeplerden değil. Evet 18 Nisan'daki müsabakada futbol takımımızın mücadele etmeye, zerafete, kazanmak için centilmence oynayıp, güzelliklerle hepimizi mest etmesine ihtiyacımız var. Şampiyon olalım olmayalım, şampiyon gibi oynamaya, kazanalım kaybedelim, hep büyük bir takım olduğumuzu göstermeye ihtiyacımız var. Ama bundan değil, en azından yalnız bundan değil.

Bu takımın bir spor kültürü olduğunu göstermeye de ihtiyacımız var. Çubuklunun neleri temsil ettiğini ve neleri temsil etmesinin güzel olduğunu, muteber bulunduğunu, bu kulübe gönlü yanık insanların seneleri, çağları, jenerasyonları aşan bir sosyal hareketin parçasında ne bulduğunu bir kere daha hatırlamasına da ihtiyacımız var.

Bizim istediğimiz, her branşda görmek istediğimiz, her oyunun kendi kuralları içerisinde bulmaktan haz aldığımız, o duyguyu kutlamaya ve bir kere daha Türkiye'ye Fenerbahçe'nin ne olduğunu göstermektir.

Fenerbahçe bir futbol kulübü değildir; bir voleybol kulübü, bir basketbol kulübü de değildir, Fenerbahçe bir spor kulübü dahi değildir, bu ülkenin içinde yetişmiş, seneler içerisinde oluşmuş, kırılmalar yaşamasına rağmen efsaneleriyle ayakta tutmuş bir sosyal harekettir, güzellikler rüyasıdır, fakirlerin, dışarıdan gelenlerin, mazlumların, ezilen halk kitlelerinin, itilmişlerin, gadre uğramışların, kimi zaman özyurdunda parya özyurdunda garip olanların, saraya ancak uzaktan bakanların, çocuklarına güzel hikayeler ve onurlu bir geçmişten başka verecek bir şeyi olmayanların rüyalarının simgesidir. Dar sokaklarda top oynarken hülyamız, babamızın elimizden tutup gösterdiği güzel bir anı, bazen şövalyelik, bazen kahramanlık bazen yalnızca hazzın kendisidir. Bu kızlar bunların hepsini simgeler, hepsini gösterir ve hepsini yaşatır.

O sebeple, 55.000 kişi ile, onları alkışlayalım. Onları kutlayalım. Onların başarısını değil ama simgeledikleri şeyleri şölenleştirelim. Onlara tezahüratlarla seslenip, çiçeklerle karşılayalım, her futbolcunun onların yarısı kadar dahi emek sarfetmeden elde ettiği şeyleri değil, çok daha üstünü verelim. Bir meşale şov değil, büyüklüğün kutlamasını yapalım.

Onlar sahaya girerken ayakta alkışlandığını görmek istiyorum, tek tek isimlerinin okunup bütün stad tarafından söylenmesini, Radetzky March ile karşılanıp tempo tutarak hep beraber onların hak ettikleri gibi ağırlanmalarını. Velhasıl, Vamos Bien olsun, CK olsun eminim çok daha güzel kareografiler bulacaklardır ancak işin ruhu yukarıda söylenen gibi olmalıdır.

Yönetim bize bu fırsatı versin. 18 Nisan'da Melekleri ve onların simgeledikleri her şeyi kutlayalım, sonra hep beraber Beşiktaş maçına dönelim, bir futbol kulübünden fazlası olarak, bir halet-i ruhiye ve bir halk hareketi olarak, bir dünya görüşü ve yaşam kavrayışı olarak, Fenerbahçeli olarak karşılarına çıkalım, ruhlarında duydukları saygı ile o gün bizi izlesinler ama bu vesileyle önce biz bir kere daha hatıllayalım kendimizi. Güzelliklerin peşinde boyun eğmez bir isyan ruhu olarak.


---
PS: Kampanyaya destek verelim, biz de bloglarımızda bu yukarıdaki tipinde bannerlar koyalım, bu hususta yazılar döşenelim diyorsanız papazincayiri07@gmail.com'a bir mail atın, istediğiniz boyutta banner hazırlayalım gönderelim. Münferiden, müstakilen de bannerlar hazırlanabilir, şarkılar, youtube videoları düzenlenebilir. Tek talep Yönetimin bize bu fırsatı vermesi, tek hedef Fenerbahçe Acıbadem'in taltif edilmesi.
Devamı ...

5 Nisan 2010

Fenibağçi Jogadoris Adamı Saciizmu Mazokizmu Eder



Bir ihtimal, ligin son maçına çıkarken Bursa'ya karşı 2-0 iken 3 leyemediğimiz pozisyonları, aptalca yenilen 2-2 golünü ve son saniyedeki mağlubiyet golünü düşüneceğiz. Tüm herşey bu hesaplara kalırsa, bizleri bir travma daha bekliyor Denizli'den sonra. Voleybol takımının dün kaybettiği karşılaşmanın yazısında Fatih, camianın final sendromundan bahsetti. Maalesef bu sendromu mezara girene kadar çekeceğiz galiba. O klasik söylem hiç silinmeyecek gibi tarihten. Dünkü Kayseri maçından sonra bir kere daha altını çizelim.

Fenerbahçe adamı hasta eder.

Evimde rahat rahat oturacakken, kendimi takımın aldığı sonuçlara göre zaman zaman cendereye sokmak, yılda oynanan 50 civarında maçın stresini, puan hesaplarını, sevinçlerini ve kahırlarını doksanar doksanar bölerek yaşamak hiç de sağlıklı değil.

Brezilya Tv sinde yayınlandığını tahmin ettiğim Sexo na Cidade programının YouTube kanalında Sado & mazoşizm üzerine bir videoya rastladım. Ne zaman Portekizce duysam, Tv kameraları önünde Alex ya da Zico geliyor aklıma. Alex olsun, diğer Brezilyalı futbolcular olsun tv de röportaj verirken dinlemesi zevk. Portekizce dünyanın en güzel dillerinden biri bana kalırsa. O klasik geyik var ya... İtalyanca mı seksi, Fransızca mı? Hepsi bok yesin Portekizce'nin yanında.

Sexo na Cidade'deki program Portekizce, konu da sado mazoşizm olunca, Fenerbahçe taraftarı olduğunu iliklerine kadar hissediyor insan.



Devamı ...

4 Nisan 2010

Teşekkürler Sarı Melekler



Her şeyden önce Türkiye'de futbol dışında bir sporu, bir hafta sonu bile olsa gündemde bir numaraya yükselttiği için bu takımı tebrik etmek lazım. Maalesef futbol dışındaki bütün sporlara gözünü kapamış insanların ve medyanın olduğu bir ülkede şu maç bile Fenerbahçe-Galatasaray'ın futbol rekabetinde birbirine üstünlüklerini dile getirme araçlarından biri olarak görülüyor forum ve sözlüklerde.

Aziz Yıldırım'ın yönetim tarzını kişilik özelliklerini falan ben de dahil olmak üzere bu blogdaki herkes kaç sefer ağır bir şekilde eleştirdik ama kendisinin hakkını verelim; futbol dışı branşlara verilen önemle Fenerbahçe'nin spor kulubü olduğunu diğer büyük kulüplerin başkanlarının aksine çok daha fazla özümsemiş bir başkan Aziz Yıldırım. Bugün ligde çok kritik bir maç oynanmasına rağmen yönetimin çok önemli bir bölümü voleybol maçında kızların yanında olmayı tercih etti. Bu bile çok önemli bir gösterge.

Maça dönersek Bergamo bizden daha komple bir takım. İtalyan voleybolunun ne düzeyde olduğu zaten belli geçen sene bu takımın omurgasını oluşturduğu İtalyan Milli takımı elini kolunu sallayarak Avrupa Şampiyonu oldu. Bizden daha iyi savunma yaptıkları, çıkmaz denilen topları bile çok acayip yerlerden defalarca çıkardıklarını gördük. İlk iki set 20'lere kadar başa baş götürsek de set sonunu bizden daha iyi oynayarak 2-0'ı buldular. Gamova'nın hiç devreye giremediğini ve çoğu zaman sadece Nati'yle ayakta kalabildiğimizi gördük kaybedilen iki sette. Üçüncü sette 16-13 gerideyken bir anda Bergamo'yu yakalayıp Eda'nın maç içindeki tek iyi servisiyle öne geçip zor da olsa üçüncü seti alıp maça geri döndük. Bu setin sonlarına doğru o ana kadar aldığı her topu paralele vurup öldüren Ortolani'yi durdurmayı da başardık. 4. sete yine müthiş başlayıp önce Nati sonra Gamova'yla farklı bir şekilde öne geçince Del Core ve Ortolani'yi biraz da 5. sete saklamak için İtalyan koç kenara aldı. Setin sonunda küçük çaplı bir krize girsek de fark çok açık olduğu için bir şekilde seti koparmayı başardık. Bu setin sonunda dağılmış olan Bergamo'yu tekrar maçın içine sokmamız 5. set için belirleyici oldu. 5. set de yine Gamova'yı maça sokamayıp Piccinini'nin smaçlarını karşılayamayınca fark açıldı ve kapatmak 15 sayılık bir sette mümkün olmadı. Özellikle beşinci sette iki takım arasında libero farkı maçın sonucunu büyük ölçüde belirledi. Merlo neredeyse imkansız topları bile çıkarırken Nihan'ın üstüste çok basit iki manşeti pasöre getirememesi setin momentumunu çevirdi. Sonuçta ilk kez katıldığımız Şampiyonlar Ligi'nde buralara gelmek çok ciddi bir başarı. Bu sene bayanlarda basketbol ve voleybolda tüm sezon boyunca sadece üç yenilgimiz var bu üç yenilginin sonucunda üç kupa kaybettik. Final sendromunu zaten dibine kadar yaşayan bir camia olarak kahredici bir istatistik daha.

Bu takım iki sene üstüste Eczacı'ya çok küçük farklarla şampiyonluk kaybettiğinde gördüğümüz göz yaşları geçen yılki şampiyonluğun habercisiydi. Umarım bu maçtan sonraki gözyaşları da gelecek yılki Avrupa Şampiyonluğu'nun habercisi olsun. Takıma bugüne kadar gösterdikleri müthiş mücadele ve bize yaşattıkları bu gurur için ne kadar teşekkür etsek az. Sadece futbol üzerinden takım tutanlara bir kez daha hatırlatalım: Fenerbahçe Spor Kulübüdür.

Son olarak Milliyet'in bu maçtan sonra attığı "Avrupa'da Kupa Hayal! " başlığını tam da Milliyet'in düzeyine yakışacak cinsten. Aklı sıra küçümsüyorlar bu kızların verdiği mücadeleyi. Çıplak poz veren voleybolcuları voleybolun kendisinden daha çok önemseyen Türk spor basınından da başka bir şey beklenmezdi.
Devamı ...

Fenerbahçe 2 - Kayserispor 0
TSL 04/04/2010



NTVSPOR ve Ajanslar
MERT AYDIN - Fenerbahçe yönetimi ikiye bölünmüş. Ama kötü anlamda değil. Başkan ve bir grup, Cannes’da. Kalanlar Kadıköy’de. Rakip Kayseri. Ligin ilk yarısında fırtına gibi esip liderliğe yükselen ve sonrasında sakatlıkların etkisiyle gerilere düşen takım.

Geçen hafta Galatasaray karşısında Selçuk’un sihirli vuruşuyla kazanan Fenerbahçe uzun süredir gol yemiyor. Gol yemeyince de kazanıyor. Ama derbideki kısır futbola kazanmak kolay değil. Bu yüzden Daum’un takıma biraz daha tempo kazandırması bekleniyor. Yoksa rakip eften püften değil. Bu arada Lilian Thuram da tribünde. Allah’tan futbolu bıraktı. "Thuram Fenerbahçe’de" başlıklarını hayal edebiliyorum.

Fenerbahçe haftalardır sakladığı tempoyu bu maça saklamış gibi sanki. 2. dakikada Kayseri kale önü karışıyor. Mehmet Topuz, son vuruşu yapmaya doğru koşuyor. Toledo’nun ayağı değdi mi, değmedi mi? Kemik sesi gelmeden penaltı vermemesiyle tanınan Yunus Yıldırım devam ettiriyor. 4’te Emre yaydan şutluyor. Souleymanou tutuyor. 6’da bu kez Alex şutluyor. Yine Kamerunlu kaleci yakalıyor.
Haberin devamı ↓reklam

Kayserispor yavaş yavaş kabuğundan çıkıyor ama Fenerbahçe’nin istekli olduğu her halinden belli. Güiza’ın eline basan Toledo, Gökhan Ünal’ın oyuna girmesini sağlıyor. 33’te Topuz, ofsayt durumundaki Alex’e veriyor. Brezilyalı’dan çok şık pas Gökhan Ünal’a. Gökhan da üne kavuştuğu eski takımının kalesine gönderiyor: 1-0.

İkinci yarıya da hızlı giriyor Fenerbahçe. 47’de Alex’in kornerine Lugano’dan müthiş kafa geliyor: 2-0. 72’de Topuz klas bir uzun atıyor savunmanın arkasına. Alex koşuyor. Yakalasa 3. gol işten bile değil. Ama yakalayamıyor. 76’da Alex’in soldan kullandığı serbest atışta Lugano’dan şık kafa dışarı gidiyor. Cangele’nin gelişiyle hareketleniyor Kayserispor. 78’de Troisi sert vuruyor. Köşede Volkan kornere gönderiyor topu.

Fenerbahçe gelecek hafta Ankaraspor zevkini yaşayacak. Bu da şampiyonluğun en ciddi adaylarından biri haline getiriyor Fenerbahçe. Birkaç haftalık kısır futboldan sonra ulaşılan tempo ve oyunculardaki istek, seyirciyi de memnun etti. Artık gözler Beşiktaş derbisinde.

FENERBAHÇE: 2 - KAYSERİSPOR: 0

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Yunus Yıldırım, Adil Sinem, Ekrem Kan
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Bilica, Andre Santos, Mehmet Topuz, Selçuk, Emre (Dk. 86 Deniz), Özer (Dk. 90 Vederson), Alex, Güiza (Dk. 28 Gökhan Ünal)
Kayserispor: Souleymanou, Hakan (Dk. 71 Bayram), Serdar, Aydın, Toledo, Abdullah (Dk. 57 Furkan), Shawky (Dk. 76 Cangele), Saidou, Mehmet Eren, Troisi, Makakula
Goller: Dk. 33 Gökhan Ünal, Dk. 47 Lugano (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 44 Makakula, Dk. 75 Serdar, Dk. 83 Saidou (Kayserispor), Dk. 63 Mehmet Topuz (Fenerbahçe)
Devamı ...

Rüyaları gerçekleştiren takım



2 yıl öncesine dek voleybol denen sporu seyretmekten zevk alabileceğimi düşünmezdim. Bir kaç kez, Fenerbahçe herhangi bir yerde çelik çomak dahi oynasa orada tribün yapmak lazım diyerek maçlara gitmişliğim vardır lakin tribünün her koşulda yüreğimizi ısıtması dışında bir tat almışlığımda olmadı sahada oynanan müsabakalardan.

İki takım arasına çekilmiş filenin, iki takım oyuncularının birbirleriyle fiziksel mücadeleye girişmelerini engelliyor oluşu bu oyuna hep uzak durmamın temel sebebiydi herhalde.

Voleybol oynayanlara hep anlamsızca bakarak bu hep aynı alanda stabil durarak oynanan oyundan ne keyif aldıklarını sorgular dururdum.

Çubukluyu sırtına geçiren her insan evladının peşinde destek adına ordan oraya koşturmayı seven bana şu iki takımı birbirinden keskin sınırlarla ayıran sporu; voleybolu 2 sezon önce Eczacıbaşı'na finalde kaybederken gözyaşlarına boğulan kızlar sevdirmişti.

Tüm sezon taraftarının kendisine gösterdiği sevgiye aynı duygularla mükabele eden ve hatta taraftarına besteler yapıp, tezahüratlar seslendiren; kendilerinden kat kat üstün bütçelerle kurulan takımlara karşı isyan eden bu takımın o sezon şampiyonluğu kaçırırken döktükleri gözyaşları en az diğer branşlarda kazanılan şampiyonlukların, başarıların yarattığı sevinç kadar değerliydi bizim için.

O gün takım sporları için geçerli olan şu gerçeği bir kez daha anlamıştık; Takım olmanın en önemli öğelerinden birisi birlikte kaybetmeyi becerebilmek, kaybedilen maçın sorumluluğunu ve üzüntüsünü birlikte taşıyabilmek, yaşayabilmektir.
O gün kaybettiklerinde akıttıkları gözyaşlarıyla kazanmayı ne kadar arzulamış olduklarını bize kanıtlayan sarı meleklerin bugünkü yenilmez armadanın harcını orada karmaya başladıklarını düşünmek yanlış olmaz sanırım.

Elbette, geçen yılın ortalarında takıma katılan ve yaratılan devrim niteliğindeki olayların mimarı olan Jan De Brant'ın hakkını vermek lazım. Takım sporlarında dağıldığınızda, planlarınızın işlememeye başladığını gördüğünüzde, eliniz ayağınız tutulmaya, inancınız sarsılmaya başladığında kenarda deneyimine, bilgisine ve kişiliğine güvendiğiniz bir koçun soğukkanlı, sevecen ve kendine güvenli müdahaleleri mucizeler yaratır. O hiç bitmeyeceğini düşündüğünüz düşüşler bir anda kesilir, takımın yenilendiğini, fizik olarak bir anda güçlendiğini, içinizdeki yenilgi korkusunu yok eden bir kazanma azminin birdenbire büyümeye başladığını görürsiniz.
İşte Belçikalı hocanın böyle bir etki yarattığını görebiliyorsunuz takımda.
Bu takımı kazanmayı bilen bir takımdan çok öte bir seviyeye çıkaran, geçen yıl deplasmanlı voleybol liginin kuruluşundan bu yana ilk kez müessese takımları dışında bir takımı şampiyon yaparak bir devrim yaratan bu yıl da memleket tarihinde ilk kez Avrupa'nın bir numaralı kupasını kazanmanın arefesine getiren şey kaliteden, kazanma azminden, takım olabilmekten çok daha ötesinde bir özelliktir. Bunların hepsini kapsayan ama bunların çok daha ötesinde bir şeyler var bu takımda; ilkleri yaratmayı, rüyalarımızın ötesinde duran başarıları yaşamayı kendilerine görev edinmiş gibiler.
Dün sahadaki herşey bu takımın aleyhine gelişti aslında. Ev sahibiyle oynamanın dezavantaj olabileceğini biliyorduk hatta tüm sezon maçlarını güle oynaya kazanan bir takımın özellikle maç 5. sete kalırsa bu gerilimle nasıl başa çıkabileceği konusu kafamızı kurcalıyordu ama bu kadar dağınık ve kendi kimliğinden uzak başladığı bir maçı özellikle de hiç alışık olmadığı şekilde kaybetmek üzereyken çevirmesi bu takımın her koşulda kazanabileceğini gösterip bugün kupa için daha fazla ümitlenmemizi sağladı.

Sezon başından bu yana, şampiyonlar liginde yeni bir takımız bu sezon biraz tecrübe kazanalım gibi ılıman sözler duymadık bu kızlardan, sabırsızlıkla sezon sonunda o kupayı bize getireceklerini günü bekliyor gibiydiler.

Bu alışıldık bir durum değil aslında. Hangi branşta olursa olsun takım sporlarında bu düzeyde; Avrupa'nın en iyi en üst düzey takımlarını biraraya getiren en prestijli en zor şampiyonasında mücadele eden takımlar için kadrosu ne kadar kaliteli olursa olsun, o düzeyde takım olarak deneyim kazanıp, gelenek yaratması final, şampiyonluk öncesi atlanılması gereken merhalelerdir.

Ama destansı yürüyüşleri seven sarı melekler için bu kural geçerli olmadı, onlar bildiğimiz, alışık olduğumuz takımlardan farklılar.

Üzerlerindeki formanın yüz yıllık geleneğindeki isyancı, başkaldırıcı ruhun vücut bulduğu bir takım oldular.

Her şeyden önce bu yüzden onları çok seviyoruz.
Devamı ...