31 Ekim 2008

Ankaragücü 0 - Fenerbahçe 1
FTK 29/10/2008


fenerbahçe ankaragücü

NTVSPOR ve Ajanslar
Fenerbahçe, Fortis Türkiye Kupası D Grubu'ndaki ilk maçında Ankaragücü'nü Semih Şentürk'ün attığı golle deplasmanda 1-0 mağlup etti.

Fortis Türkiye Kupası D Grubu'nda Fenerbahçe, başkent temsilcisi Ankaragücü ile deplasmanda karşı karşıya geldi.

Karşılaşmanın ilk dakikalarında etkili olan Fenerbahçe, 5. dakikada Semih Şentürk'ün ceza sahası dışından sol ayakla yaptığı vuruşla topu filelere göndermesiyle deplasmanda 1-0 öne geçti.

Bu dakikadan sonra daha fazla ileri çıkmaya başlayan Ankaragücü rakip kalede istediği pozisyonları üretemezken, Fenerbahçe de kalan dakikalarda topu bir kez daha filelerle buluşturmayı başaramadı ve devre 1-0 konuk takımın üstünlüğüyle sona erdi.

İkinci yarıya ev sahibi Ankaragücü daha hızlı başlayan taraf oldu. Jaba ve Leandro'nun uzaktan yaptığı sert vuruşlarla etkili olan başkent ekibi, yakaladığı fırsatları değerlendiremedi.

71. dakikada Colin Kazım'ın kırmızı kartla oyun dışında kalmasıyla birlikte sahada 10 kişi kalan Fenerbahçe, skor üstünlüğünün verdiği avantajla kalan bölümde oyunu kontrol etti ve maçı da 1-0'lık sonuçla kazanarak Ankara deplasmanından 3 puanla ayrıldı.

ANKARAGÜCÜ: 0 - FENERBAHÇE: 1
Stat: 19 Mayıs
Hakemler: Hakan Özkan xx, Alper Ulusoy xx, Adil Sinem xx
Ankaragücü: Serkan xx, Elyasa x, De Souza xx, Chaabani xx (Dk. 88 Tolga Doğantez ?), Murat Duruer x, Gökhan Emreciksin xx, Cem Can xx, Barbaros xx (Dk. 85 Burak Karaduman), Leandro x (Dk. 70 Metin Akan x), Murat Erdoğan xx, Jaba x
Fenerbahçe: Volkan Babacan xxx, Ali Bilgin x, Edu xx, Yasin x, Roberto Carlos xx, Kazım x, Josico x (Dk. 46 Maldonado x), Deniz xx, Tümer x (Dk. 46 Vederson x), Burak Yılmaz x (Dk. 63 Deivid x), Semih xx
Gol: Dk. 5 Semih (Fenerbahçe)
Kırmızı kart: Dk. 72 Kazım (Fenerbahçe)
Sarı kartlar: Dk. 32 Roberto Carlos, Dk. 84 Yasin (Fenerbahçe)
Devamı ...

Fenerbahçe 5 - Bursaspor 2
TSL 25/10/2008


fenerbahçe bursaspor

NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'e kötü bir başlangıç yapan Fenerbahçe, 8. hafta karşılaşmasında Bursaspor'u 5-2 yendi. Ligdeki 4. galibiyetini alan sarı-lacivertliler, lider Beşiktaş'la arasındaki puan farkını da 6'ya indirdi.

Fenerbahçe, Turkcell Süper Lig'de 8. hafta karşılaşmasında Bursaspor'u konuk etti. Maçın başından sonuna üstün bir futbol sergileyen sarı-lacivertli takım, sahadan 5-2 galip ayrılarak 3 puanın sahibi oldu.

Karşılaşmanın 6. dakikasında Lugano'nun kafa golüyle 1-0 öne geçen Fenerbahçe, pozsiyon üretmekte zorlansa da oyunun kontrolünü elinde tuttu. İlk yarının son anlarında Alex'in yerde kaldığı bir pozisyonda sarı-lacivertli futbolcular penaltı itirazında bulunurken, hakem Tolga Özkalfa Brezilyalı yıldıza kendisini aldattığı gerekçesiyle sarı kart gösterdi. İlk yarının bitiş düdüğüyle birlikte sarı-lacivertli futbolcular hakeme uzun süre itiraz ettiler.

Fenerbahçe ikinci yarıya iyi başlarken, 50. dakikada Uğur Boral'ın attığı golle farkı 2'ye çıkardı. Bu dakikada sol taraftan ceza sahasına giren Uğur Boral, kaleciyle karşı karşı pozisyonda topu ağlara yolladı. Sarı-lacivertli takım 67. dakikada Edu'nun kafa golüyle skoru 3-0'a taşırken, 75. dakikada Alex farkı 4'e çıkardı.

Konuk Bursaspor 80. dakikada Marcelinho'nun attığı golle skoru 4-1 yaparken, Bekir Ozan 89. dakikada yeşil-beyazlıların ikinci golüne imza attı.

Fenerbahçe'de uzun bir sakatlık sürecinin ardından sahalara dönen Deivid uzatma dakikalarında skoru 5-2'ye getirirken, Brezilyalı oyuncunun gol sonrası göz yaşlarına hakim olamadığı gözlendi.

Karşılaşmanın ikinci yarısı yoğun yağmur altında oynanırken, Fenerbahçe sahadan 5-2 galip ayrılarak 8. haftayı 3 puanla kapattı.

FENERBAHÇE: 5 - BURSASPOR: 2
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Tolga Özkalfa x, Baki Tuncay Akkın x, Nihat Mızrak xx
Fenerbahçe: Volkan Demirel xx, Gökhan Gönül xx, Edu xxx, Lugano xxx, Roberto Carlos xxx, Josico xx (Dk. 63 Ali xx), Selçuk xx, Alex xxx (Dk. 85 Maldonado ?), Uğur Boral xxx, Guiza xx, Semih xx (Dk. 77 Deivid xx)
Bursaspor: Ivankov x, Veli x, Ömer Erdoğan x, Serdar Aziz x, Mustafa Keçeli x, Mustafa Sarp xx, Bekir Ozan xx, Yusuf Şimşek xx, Romashcenko x (Dk. 66 Fabricio xx) Sercan Yıldırım x (Dk. 58 Marcelinho xx), Gökhan Güleç x (Dk. 53 Zuniga xx)
Goller: Dk. 6 Lugano, Dk. 50 Uğur Boral, Dk. 67 Edu, Dk. 75 Alex, Dk. 90 Deivid (Fenerbahçe), Dk. 81 Marcelinho, Dk. 88 Bekir (Bursaspor)
Kırmızı Kart: Dk. 82 Selçuk (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 45 Alex ve Edu, Dk. 68 Selçuk (Fenerbahçe), Dk. 90 Zuniga (Bursaspor)
Devamı ...

30 Ekim 2008

Doktor Bu Ne?


kuddusi gol sevinci

Geçen hafta Tolga Özkalfa işi kıvıramadı dedik ya, sizi mi kıracağız yahu demişler Kuddusi Müftüoğlu'nu vermişler Eskişehir maçına. En son bizi yendiği Sakarya maçından sonra bir kez Manisa maçımızı yönetmişti ve bu ikinci maçı oluyor, fakat emin değilim. Geçen sene Eskişehirli taraftarların da az ahını almadı ama onlar için endişelenecek bir durum yok bu hafta. Aslında muhtemelen bu atama kendilerinden çok haftaya oynanacak Galatasaray maçını ilgilendiriyor. Durun bakalım kart sınırında kimler varmış, hmmm... Edu ve Carlos. İlk yarıda bunlara sarı kartlar, ikinci yarı Alex'e bir kırmızı çakar Eskişehir'in işi de kolaylaşır. Zaten Fenerbahçe'yle bir takım oynuyormuş Edu ve Carlos'a kart göstereceğim diye maça çıkacak, Eskişehir'den falan haberi yoktur, o yüzden Eskişehirliler rahat olsun. Yazık, Aurelio da gitti, iki kart da ona sallar eski günleri yâd ederdi.

Devamı ...

Hakemler '96 Ruhunu Canlandırdı Bile


alex penaltı

Bursa maçını 5 gol atarak kazandık ama hakem felaketti. Selçuk'u attığı pozisyonda hep kart gösteriyorsa maçları en fazla yarıda biten hakem rekoru elindedir. Artık beşten az sarı kartla bitirdiğimiz maçlarda mutlu oluyoruz gerçi, hakemler çok kötü olduğu için standartları olmasını beklemiyoruz ama eski günlere dönüş sinyallerini vermeye başladılar. Erman hoca yukarıdaki pozisyon için penaltı değil buyurmuş, zaten Alex'in ayağı sihirli olduğu için bacak içinden geçip kendini iki bacağın arasına sokma yeteneği var. Yukarıdaki fotoğraf da kanıtı. Önce sevimli hayalet sağ ayak bacağın içinden geçiyor, sonra Alex atlıyor, sarı kart doğru. Tolga Özkalfa daha yolun başında ama, ona şu hikayeyi anlatalım eksiklerini öğrensin.

ortega penaltı

2002-2003 sezonunda Elazığ maçı. Ortega'nın iki bacağı da sihirli, insanların içinden geçebiliyor. Hakem tabii ki İsmet Arzuman. Yetenekli hakem yemiyor numarayı, iki bacağın da sihirli olduğunu biliyor, karar devam. O zamanlar anons kuralı var, 3 anons yapılınca ceza alıyor takım. İsmet Arzuman gibiler bu kuralları sonuna kadar en etkili biçimde kullanıyor tabii ki. Ortega'nın adam içinden geçen sihirli bacaklarından habersiz bu pozisyona deliren taraftara 1-2-3, üst üste anonslar geliyor. Bir de sahaya atılan ve içerdiği yağ oranı nedeniyle sporcu sağlığını tehdit eden cipsin poşeti var, hepsi bir araya geliyor ve saha kapatma cezası oluyor. İsmet Arzuman görevini yapmış, Ortega'nın kendini atmasını yakalamış, sporcu sağlığını korumuş ve anonsları yaptırmış. Daha gençlik yıllarında başarılı, yetenekli... Tolga Bey'in örnek alması gereken işte bu tutarlı tavır. Yoksa bir dakika önce penaltıyı vermedik, şimdi kafamıza top fırlatan adamı atarsak olmaz, hain düşman al sana sarı kart tavrıyla kimsenin gözüne giremez. Hazır ilk iç saha maçı da Gs maçıyken büyük fırsat teptiniz Tolga Bey.
Devamı ...

29 Ekim 2008

Uğur Boral



Bana ilham perisi galibiyetlerden sonra geliyor. Hatta iyi oyunla galip gelince iki tane geliyor, birisi gittiğinde diğeri görevine devam ediyor. Cumartesi gününden beri geçen dört günün dördünde de blog güncellenecekti, dediğimiz gibi yazacak çok şey vardı, yazamadık. Sansür beni pek etkilemediği için tek tük güncellenen bloglara göz atma şansım oldu, sanırım sansürden sonra futbolla ilgili ilk yazı Hayatım Fenerbahçe'deki Uğur Boral yazısıydı. Benim de aklımda Uğur Boral'la ilgili bir yazı vardı, Hayatım Fenerbahçe'deki yazı Uğur'un son haftaları bir paragrafta özetleyen anlamlı maç sonu açıklaması üzerineymiş. Benimki Uğur'un saha içinde ne yaptığıyla ilgili olacak.

Sene başından beri Uğur'u çok eleştiriyoruz. Aslında bu eleştirilen temel dayanağı Uğur'un geçen senelerde ortaya koyduğu istikrarsız oyundu. Orta sahanın zayıflığını, arkasındaki Roberto Carlos'un formsuzluğunu denkleme koymadan sadece Uğur'un yaptıklarına odaklanınca takımdaki hemen hemen her oyuncu gibi onun da bu sene felaket oynadığını söyleyebilirdik fakat bence Uğur'a haksızlık yapılıyor. Bunun sebeplerini rakamlarla açıklayacağım.

Bu sezon Fenerbahçe'nin en büyük sıkıntılarından birisinin de hücuma yeterli destek vermeyen orta saha ve kanat oyuncuları olduğunu biliyoruz. Rıdvan defalarca şu takımdan Alex ve Guiza'yı çıkar bir kişi gol atamaz dedi (Semih ve Deivid'in sakat olduğu dönemde). Tuncay'ın sezonda en az 10-15 gole, Aurelio'nun 6-7 gole direkt katkısı olduğunu ve bunların yerini dolduracak oyuncuların bu direkt katkıyı veremediğini söylüyordu. Örneğin Selçuk, Maldonado ve Josico skoker veya asistçi oyuncular değil, bunlara Uğur ve Kazım'ı da katabiliriz. Uğur geçen sene sadece bir gol atmış ligde. Düzen bu olunca tek forvet oynamak sıkıntı yaratıyor, çift forvet ve Alex oynayınca da orta saha zayıflıyor. Bu argümanların hepsi doğru. Şimdi Uğur'un bu seneki gol istatistiklerine bakalım

İstanbul B.B. - Semih'in golünde asist Guiza'nın, Guiza'ya soldan topu ortalayan Uğur.
Hacettepe - Alex'in golünde asist Uğur, soldan orta.
Gençlerbirliği - Alex'in gölünde asist Uğur, soldan orta.
Kayseri - Penaltıyı yaptıran oyuncu Uğur.
Kocaeli - Takımın 2. golü.
Bursa - Takımın 2. golü.

İlk golde Uğur'un katkısı büyük, istatistik olsun diye uydurmadım, hatırlamayanlar ligtv'nin sitesinden gole tekrar bakabilir. Fenerbahçe ligde 16 gol atmış, Uğur'un 6 gole direkt katkısı var. % 37'lik bir oran çok iyi bir oran. Üstelik maçların çoğunda iyi oynasa da dakika 60'da oyundan alındığını hatırlatmam gerek. Uğur'un istatistikleri artık takımda orta sahadan gollere katkı sağlayan bir oyuncumuz olduğunu gösteriyor. Hücumdaki sıkıntıyı aşmamız için gereken de buydu zaten. Buradan çıkaracağımız başka bir sonuç Uğur'un süre aldıkça ve oynadıkça daha istikrarlı oynamaya başladığı. Dakika 60'da çıkar mıyım tedirginliğini de üzerinden atarsa Guiza, Alex ve Lugano ile birlikte kadroya banko yazılacak isim Uğur olur. Emre dönünce yerini kaybedecek mi göreceğiz, fakat bence etmemeli.
Devamı ...

26 Ekim 2008

Yazacak Çok Şey Var



Sezon başından beri Fenerbahçe hep kötüydü. Arsenal maçı sonrası moraller dibe vurdu. Aramızda konuşurken Fenerbahçe ağırlıklı bloglarda bile durgunluğun ve bitkinliğin kolayca gözlemlenebildiğini söylüyorduk. Aylar sonra ilk kez güzel bir haftasonu oldu, tüm rakiplerimiz puan kaybetti, Fenerbahçe 5 gol atarak kazandı, liderle puan farkı sadece 6. Üstelik uzun süredir görmediğimiz güzel şeyler de vardı bu hafta, Roberto Carlos'un 10 numara oyunu, Deivid'in sahaya ayak basması, gol atan defans oyuncuları... Şimdi moraller iyi, yazacak çok şey var, ama yazamıyoruz. Yazsak sadece kendimiz okuyacağız. Söylenebilecek her şey söylenmiş, ama yapılan bir şey yok. Blogger ve youtube'un ikisinin birden yasak olduğu ender ülkelerdeniz. Bu gurur bize yeter...

Devamı ...

24 Ekim 2008

Fenerbahçe 2 - Arsenal 5
CL 21/10/2008



NTVSPOR ve Ajanslar
Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi G Grubu'ndaki üçüncü maçında Arsenal'e Kadıköy'de 5-2 yenildi. 23 Kasım 2005 yılından bu yana evinde oynadığı Avrupa kupası maçlarındaki ilk yenilgisini alan sarı-lacivertliler, 1 puanda kaldı.

Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi G Grubu'ndaki üçüncü maçında İngiltere'nin Arsenal takımını Şükrü Saracoğlu Stadı'nda ağırladı.

23 Kasım 2005 yılından bu yana Kadıköy'de oynanan Avrupa kupası maçlarında yenilgi yüzü görmeyen sarı-laciverlilerin 15 maçlık yenilmezlik serisi, 5-2'lik Arsenal mağlubiyetiyle son buldu.

Turkcell Süper Lig'de Kocaelispor galibiyetiyle moral depolayan sarı-lacivertliler, Arsenal karşısında maça hızlı başladı.

Karşılaşmaya hızlı başlamsına rağmen aradığı gol bulamayan Fenerbahçe, 10. dakikada Adebayor'un attığı gole engel olamadı ve sahasında 1-0 yenik duruma düştü. Golden 1 dakika sonra sarı-lacivertilerin kalesine etkili gelen İngiliz ekibi, Walcott'un attı golle farkı 2'ye çıkarttı.

Bu dakikadan sonra Arsenal'in kalesine daha etkili gelmeye başlayan Fenerbahçe, 19. dakikada ceza sahası içinde yaşanan karambolde Silvestre'nin kendi kalesine attığı golle skoru 2-1'e getirdi.

Bu golle umutlanan Fenerbahçe'nin gol sevinci uzun sürmedi ve 22. dakikada Diaby topu bir kez daha filelerle buluşturarak takımını 3-1 öne geçirdi. Rakip kaleye daha fazla gitmeye başlayan sarı-lacivertlilerde Güiza'nın 30. dakika filelere gönderdiği top ofsayt gerekçesiyle geçerli sayılmadı.

Fenerbahçe ilk yarının son dakikalarında Güiza ile yakaladığı pozisyonları değerlendiremedi ve ilk yarı 3-1 Arsenal'ın üstünlüğüyle noktalandı.

İkinci yarıya hızlı başlayan Arsenal, 49. dakikada ceza sahası içinde topu önünde bulan Song'un sert bir vuruşla topu ağlara göndermesiyle 4-1 öne geçti.

Bu golün ardından temposu düşen Fenerbahçe, rakip kaledeki gol arayışlarını sürdürdü. 78. dakikada defansın arkasına atılan topla buluşan Güiza, meşin yuvarlağı kalecinin üzerinden aşırarak ağlara gönderdi ve sarı-lacivertliler farkı yeniden 2'ye indirdi. 90+4'üncü dakikada Ramsey'nin attığı golle Arsenal, skoru 5-2'ye getirdi.

Kalan bölümde başka gol olmayınca, Arsenal maçı 5-2'lik sonuçla kazanarak puanını 7'ye yükseltti.

FENERBAHÇE: 2 - ARSENAL: 5
Stat: FB Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Peter Fröjdfeldt xx, Henrik Andren xx, Magnus Sjöblom xx (İsveç)
Fenerbahçe: Volkan Demirel x, Gökhan x (Dk. 79 Burak x), Edu x, Lugano x, Roberto Carlos x, Semih x, Maldonado x (Dk. 52 Ali x), Selçuk x, Uğur x, Alex xx, Güiza xx
Arsenal: Almunia xxxx, Eboue xxx, Song xxx, Silvestre xxx, Clichy xxx, Walcott xxx (Dk. 84 Djourou x), Fabregas xxxx, Diaby xxx (Dk. 73 Ramsey xx), Denilson xxx, Nasri xxx, Adebayor xxx (Dk. 86 Vela x)
Goller: Dk. 10 Adebayor, Dk. 11 Walcott, Dk. 22 Diaby, Dk. 49 Song, Dk. 90 Ramsey (Arsenal), Dk. 19 Silvestre (kendi kalesine), Dk. 78 Güiza (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 19 Song, Dk. 22 Diaby (Arsenal), Dk. 29 Selçuk, Dk. 48 Lugano, Dk. 88 Semih (Fenerbahçe)
Devamı ...

22 Ekim 2008

Sorun da Belli Çözüm de


arsenal

Al Bundy'den sonra kendimize örnek aldığımız, ilham verici lider, son yılların en iyi dizisi The Office'ten Michael Scott. Geçtiğimiz hafta yine hayat tecrübesini bize kelimelere dökerek aktarmış ve şöyle demişti Michael Scott:
- How do you tell somebody that you care about deeply, 'I told you so?'
- Gently? With a rose?
- In a funny way?..
- ...or do you just let it go, because saying it would just make things worse?
- Probably the funny way.
Yani diyor ki, "çok değer verdiğiniz birisine 'ben demiştim'i nasıl söylersiniz? Kibarca, bir gül vererek? Ya da komik bir şekilde mi söylerseniz yoksa daha kötü olacağını bildiğiniz için vaz mı geçersiniz? Muhtemelen komik yolu seçerek...". Ben demiştim demek sadece işleri kötüleştirmiyor bir de özellikle bizim kültürümüzde küstah imajıyla sıkı bir korelasyonu var. Fakat bugüne kadar komik olan yolu seçen ben kelimelerin tükendiği bu noktada "ben demiştim" diyeceğim, çünkü 200 milyon dolar bütçeli bir kulübü yönetenler yanında ben hiç kimseyim, ya da hiç kimse olmam gerekiyor.

Ben Demiştim Bölüm 1
http://papazincayiri.blogspot.com/2008/08/karamsar-sezon-oncesi-analizi.html

Bu Partizan maçından sonraki yazılmış bir yazı. "İki tane ağır adamdan oluşan savunmanın göbeği bu kadar önde olunca rakibi orta sahada boğmanız gerekiyor, aksi halde dün yediğiniz ikinci golden her maçta yersiniz. Ağır defans önde kurulu olmasına rağmen rakibe orta sahada bu kadar rahat topla oynama ve istediği pasları yapma serbestliği verdiğimiz için sürekli defans arkasına adam sarkıtmaya çalıştılar." demiştim. Bırakın Arsenal'i Kayseri ve Kocaeli bile bize bu golleri atıyor. O maçın üzerinden tam 2 ay geçmiş, düzelen ne? Yok. 2 ay önce vasat bir futbol yorumcusu bile olmayan bir insan bir teşhis yapıyor, bu sorun yüzünden her maç 4 tane gol yiyoruz. Bu takım iyi yönetiliyor diyen kim çıksın şimdi bir adım öne. Ben demiştim de değil bu durum, o sıralar herkesin dilindeydi. Hadi bizim sesimiz duyulmuyor Rıdvan bir hafta önce eliyle 5 parmağını sallayarak 5 yeriz dedi, onun da mı sesi duyulmuyor? Göz göre göre 5 gol yiyoruz? Kim suçlu bana bir söyleyin? Rıdvan diyor ki Aragones. Evet Aragones suçlu, durun yazayım.

Aragones
Geçiyorum Alex, Guiza, Semih'i ilk 11 başlatmasını, zaten elinde yedek mi var nasıl başlatsın diyorlar. Alex'in uzun ve isabetli paslar dışında oyuna toplu, topsuz alanda katkısı sıfır, orta sahayı elini kolunu sallayarak geçen bir rakip, kanatları kullanamayan bir Fenerbahçe... Ama yine geçelim. İşte oyuna başladığımız taktik şu

arsenal taktigi

Maçı İngiliz kanalında izledim. Adamlar Gökhan'ın durumunu bilmiyor tabii, defalarca "pili bitmiş" dediler. Gökhan sakattı ve oynamayacaktı, öyle biliyorduk. Demek sakatlığı devam ediyor ve oynayabilecek durumda olduğu düşünülerek oynatıldı, eyvallah. Yalnız sahaya öyle bir kadroyla çıktık ki, Gökhan tek başına 100 metrelik koridorda, ileri gidiyor geri dönemiyor. İlk defa izleyen adam biyonik adam olmuş ve bu görevi almış sanacak. Biyonikliği de kâr etmiyor, çünkü sakat sakat oynatıyorsunuz bir adamı ve tüm sağ kanadın hücum ve defans görevini ona yüklemişsiniz. Bu mu elinden bir şey gelmeyen hoca? Ee tamam petrol olmayan yerden petrol çıkaramazsın ama petrol yok diye de elektriksiz yaşayalım o zaman demezsin, petrol çıkarma o zaman, kur, rüzgar santrali kur, pervane tak, ne bileyim nehir var orada, git baraj yapmaya çalış ama yap bir şey işte. Takımın yetersizliğiyle açıklanacak bir basiretsizlik değil oynayacağı son anda belli olan bir adama 100 metrelik koridorun tüm yükünü vermek. Beş haftada birbirinin kopyası 10 tane gol yemek de öyle kolayca açıklanacak bir durum değil. Nasıl düzelecek bu? Çok çalışarak. 10 haftadır çok çalışıyoruz gol sayısı istikrarla artıyor.

Ben Demiştim Bölüm 2
http://papazincayiri.blogspot.com/2008/05/0708analiz.html

Hadi geçelim Partizan maçı sonrasını, o zaman herkes konuşuyordu, transfer sezonunun bitmesine de az kalmıştı diyelim. Yukarıdaki yazı 22 Mayıs'ta yazılmış, herkesin değil ama çoğunluğun "ciddiyetsizlik nedeniyle kaybettik" dediği günlerde. Antrenmanda şut çeken tercüman ciddiyetsizliğinden asık suratlı teknik adam ciddiyetine değişen tek şey çeyrek finalde elenen takımdan bir haftadır 5 yiyeceğini bilinen bir takıma dönüşüm. Eee hani ciddiyetsizlikten kaybediyorduk geçen sene? Yenilen gollerin fazlalığından, defansın yavaşlığından, kalecinin vasatlığından, orta alanda oyunun sıkışıp kalmasından, beklerin alternatifsizliğini arada bir televizyonda maç izleyen ve stadta maç izleme şansı bile olmayan bir blog yazarı bahsediyor ama 200 milyonluk bütçe yaratmakla övünenler bunu görmüyor öyle mi? 5 ay önce yazılan sorunlar yüzünden her maç 4-5 yiyoruz ve bu yönetim başarılıdır diyoruz ısrarla öyle mi? Gözleri daha sıkı kapatın, daha mutlu olacaksınız.

Takım
Aethewulfla konuşuyoruz Fenerbahçe hakkında. Bazen böyle konuşurken kötü futbolcu örneği vermem gerekirse Selçuk diyorum. Bundan utandım dün. Önümüzde Edu örneği var, Maldonado var... Uğur ve Selçuk bunların yanında gerçekten ilk 11'i hak eden adamlar. Maldonado artık her maç ıslıklanarak çıkıyor, o da alıştı, tınlamıyor muhtemelen, alternatifi de yok. Edu'nun durumu ise inanılmaz. Bazıları Edu-Lugano ikilisini Uche-Högh'le bir tutuyor. Edu'ya gösterilen bu hoşgörü ve sempatiyi gerçekten akıl almıyor. Yavaş bir adam, Lugano da yavaş ama devrilmeyen, geçilirse deviren bir adam. Edu ise yumuşak, top geçince adam da geçiyor. Böyle yumuşak diyince bileği yumuşak gibi algılanıyor, alakası yok. Topla oynama yeteneği sıfır, yanındaki adama pas verirken bile top kaptıracak diye korkuyoruz. Bugüne kadar çıktığı kornerlerde, serbest atışlarda bir tane topu bırakın gol olmayı kaleyi bile bulmadı, ısrarla nereye çıkıyor onu da merak ediyorum (evet bir tek sulu Galatasaray deplasmanı var, o gün kafayla gol attı). Carlos'un alınma nedenini de anlamamıştım, bugün alternatifsiz kadroda olmasını da anlamıyorum. Sözleşme uzatma dedikodularını bırakın anlamayı, böyle bir şey düşünen varsa o beynin bir günlüğüne bana nakledilmesini istiyorum, yaşama bir de o gözlerle bakmak isterim. İngiliz spikerler 90 dakika boyunca bildiğiniz dalga geçti. Yaş 70 iş bitmiş esprileri havada uçuştu. Her ofsaytı bozduğu pozisyonu tekrar izleyip üzerine geyik yaptılar. Carlos'un 90 dakika oynaması ve yerinin garanti olması gerçekten inanılmaz.

Yönetim
Dikkat ettiyseniz yazının üslubu sakin başladı, gittikçe hırçınlaştı, şimdi patlayacak.
- Aragones Alex, Guiza, Semih'i oynatmasın, Arsenal karşısında orta saha kurgumuz zayıflar, zaten rahat geçiyorlar, kalemiz Osmanlı toplarına direnen Bizans surlarına döner.
Savunma: Arkadaşım yedeklere bak, kimi oynatsın.
- Carlos bir senedir kötü. Hücuma katkı vermiyor, savunmada sürekli kademe hatası yapıyor, pozisyonunu ve adamını kaybediyor, en zayıf takımlara karşı bile sol kanadımız düşüyor.
Savunma: Arkadaşım yedeklere bak, sol bek yedeği sakat, kimse yok.
- Edu da Lugano da çok yavaş, süratli forvetleri tutamıyorlar, hızlı orta sahayı geçen rakipler araya toplar atarak çok tehlikeli oluyor. Lugano gücüyle bunu kapatıyor ama Edu'yla bilrlikte defans hattı çok zayıf.
Savunma: Arkadaşım yedeklere bak, Yasin ve Can Arat.
- Volkan uzun süredir maç kurtarmadı, bazen çok basit goller yiyor, zaten oyun kurmaya katkısı hep yok denecek kadar azdı.
Savunma: Arkadaşım yedeklere bak, paf kalecisi.

Bu bahsettiğimiz Volkan, Yasin, Can, Edu, Lugano, Carlos, Semih bu sene gelmiş adamlar değil. Hepsinin kapasitesi belli, oyun tarzı belli, nasıl oynayacağı belli. O zaman bu savunmalar aslında savunma değil suçlama, yani göz göre göre takım zayıf bırakılmış. Peki nasıl oluyor bu? Transfer dönemi boş geçirilmiş. Transferi kim yapmıştır? Seçenekler
1. Aragones: Diyor ki petrol bulmamı beklemeyin. Takım zayıf diyor yani. Fenerbahçe'nin hocası olmayı kabul ettiğine göre takıma gelmeden izlemiş olmalı. Bu oyuncuların hepsi televizyonda Berbatov gibi, Cannavaro gibi görünmediğine göre takımın o gelirken de zayıf olduğunu görmüş olmalı. Peki transferi o yaptıysa neyi şikayet ediyor?
2. Yönetim: Demek ki transferi Aragones değil yönetim yapmış. Al sana takım bu denmiş.

Takım Denizli faciasından beri düşüşte. Şampiyon olduk, çeyrek final oynadık ama Daum döneminde iyice oturan futbol ve kadro gittikçe eridi, bugün dibe vurdu. Sürekli güç kaybettik, Tuncay, Aurelio gitti, plansız son dakika transferleriyle yerleri doldurulmaya çalışılıyor. Denizli maçından sonra Aziz Yıldırım istifa etti, herkes antrenmana başladı bizim ne bir yönetimimiz ne bir hocamız vardı. O günden beri bir güç gösterisi var kulüpte. Ben istediğimi yaparım, kimse eleştiremez, kimse soru soramaz havası hakim. Defans oyuncusu alacağız, yurtdışından bir Türk forvetle anlaştık, bir de büyük bir yıldız alacağız sözleri veriliyor ama aralarında tutulan söz yok. Kimsenin neden demesine izin verilmiyor, sormaya cesaret edenler hainlikle suçlanıyor. Bu yönetim koca şubelerin adını kongreye sormadan değiştirme gücünü kendinde buluyor, ses yok, iki tane transfer yalanı nedir ki? Zayıf olduğu bilinen takım gittikçe zayıflamış ve dibe vurmuş durumda. Hocanın transferden yetkili olması gerektiği gibi temel bilinen doğruları bile unutmuşuz artık, tamam yönetim alsın da bari iyisini alsın diyoruz. Aurelio gidiyor yerine gelen oyuncu yıllık maç ortalaması 25 olan Emre. 25'i ben atmadım, açın bakın Emre'nin istatistiklerine, yıllık ortalaması bu. Aurelio müthiş teknik, futbol zekası yüksek, çok güçlü değildi. En büyük gücü istikrarı ve pes etmeden savaşmasıydı. Onu yerini dolduracağı iddia edilen adam senede ortalama 25 maç oynayan bir adam, en iyi oyununu oynasa da Aurelio'nun yerini doldurmasına imkan yok yani. Fenerbahçe bu sene 50 tane maç oynayacak... Ben bilirim zihniyetinin yarattığı verimsizliğin transfer başarısı işte bu. Yönetim başarısızdır, Aragones kabahatlidir ama yönetim en büyük kabahatlidir. Takımın zayıf olmasının ilk sebebi yönetim kadrosu, daha da önemlisi yönetim anlayışıdır. Ya bu yönetim anlayışı değişecek ya da yönetim, başka bir çözüm yok artık.

Ben Demiştim Bölüm 3
Bugüne kadar yazılan şeyleri yine takrarladık, neye yarar bilmem ama tekrarladık. Şimdi önümüzdeki maçlara bakalım bakalım.
http://papazincayiri.blogspot.com/2008/10/allahn-seven-korner-atmaya-gelsin.html

Kiev Porto'nun üzerinde bitirir, Porto kötü demiştim, Kiev deplasmanda yendi Porto'yu. Porto gerçekten kötü. Porto'yu kendi sahamızda yenip 3. olma şansımız var ve bu hiç düşük değil. Ciddiyim. Olabilecek en kötü şey Arsenal'in Porto maçına tamamen yedeklerle çıkıp yenilmesi olur ama o bile zor. Porto'yu yenmeye odaklanmamız lazım. Bir dahaki Arsenal maçı için beklenecek mucizeden daha gerçekçi bu, enerjimizi de boşa kullanmamış oluruz. Aragones'in o güne kadar takımın düzelmesi için en azından çabalaması lazım. Çabalamıyorsa bir an önce gönderilmesi lazım, bu durumda yönetimin yapacağı en olumlu şey iyi bir hoca bulup getirmek olurdu ama en azından Ocak ayını bekleyeceklerdir maalesef. Şu durumdayken Uefa'ya kalarak devre arasına girersek ve ligin ilk yarısını en fazla 6-7 puan geride kapatırsak yeniden hayata dönme şansımız var, hatta herkes umutlanır. Yönetim üç senedir yaptığı hatalardan dönüp takıma müdahale etmeli, en büyük sorumlu kendileri, bunu kabul etsinler ve düzeltmeye çalışsınlar, başımıza gelecek en iyi şey bu olurdu şu anda.

Sakatlıkların ve yetersiz kadronun arkasına sığınarak 10 maçta 3 galibiyete bahane bulunduğu Fenerbahçe tarihinde ne zaman görülmüş? Rezalet bir durumdayız ve sorumlular onu bunu parmağıyla göstereceğine sorumluluklarını kabul etsin, şu takıma müdahale etsinler. Bu takım daha ne kadar kötü durumda olabilir?
Devamı ...

20 Ekim 2008

Kocaelispor 2 - Fenerbahçe 3
TSL 18/10/2008



NTVSPOR ve Ajanslar
Fenerbahçe, Turkcell Süper Lig'in 7. haftasında Kocaelispor'u deplasmanda 3-2 yendi. Sarı-lacivertli takım etkisiz bir oyun sergilediği karşılaşmada galibiyete Semih'in 90+5'te attığı golle ulaştı.

Turkcell Süper Lig'de aldığı sonuçlarla zirve yarışının uzağında kalan Fenerbahçe, 7. hafta karşılaşmasında son sıradaki Kocaelispor'a konuk oldu.

Karşılaşmanın 22. dakikasında Taner'in golüyle 1-0 yenik duruma düşen sarı-lacivertli takım, 64. dakikada Güiza ve 67. dakikada Uğur Boral'ın attığı gollerle skoru 2-1'e taşıdı.

Ev sahibi Kocaelispor 78. dakikada Jestroviç'in golüyle skora denge getirirken, 90+5'te sahneye çıkan Semih Şentürk attığı golle Fenerbahçe'ye 3-2'lik galibiyeti getirdi.

KOCAELİSPOR: 2 - FENERBAHÇE: 3
Stat: İzmit İsmetpaşa
Hakemler: Bülent Yıldırım xxx, Selçuk Kaya xxx, Muhittin Gürses xxx
Kocaelispor: Serdar Kulbilge xx, Musa Büyük xxx (Dk. 90 Murat Hacıoğlu ?), Tolga Seyhan xxx, Dorde Tutoriç xx, Volkan Bekiroğlu xx, Bülent Bölükbaşı xx, Semavi xxx, Kemal Arslan xxx, Serdar Topraktepe xx, Serhat Akın x (Dk. 46 Fransergio ?)(Dk. 59 Jestroviç xxx), Taner Gülleri xx
Fenerbahçe: Volkan Demirel xx, Önder x (Dk. 46 Ali Bilgin xx), Lugano xx, Edu xx, Roberto Carlos xx, Kazım xx (Dk. 55 Gürhan xxx), Alex xx, Güiza xxx, Selçuk xx, Semih xxx, Uğur Boral xxx (Dk. 69 Deniz x)
Goller: Dk. 22 Taner Gülleri, Dk. 78 Jestroviç (Kocaelispor), Dk. 64 Güiza, Dk. 67 Uğur Boral, Dk. 90+5 Semih (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 7 Tolga Seyhan, Dk. 66 Semavi, Dk. 71 Musa Büyük, Dk. 90 Serdar Kulbilge (Kocaelispor), Dk. 7 Lugano, Dk. 25 Semih, Dk. 28 Alex, Dk. 78 Edu, Dk. 89 Ali Bilgin (Fenerbahçe)
Devamı ...

19 Ekim 2008

Fener'e Banko Oynamak



Şu tatsız tuzsuz monoton hayatıma renk gelsin diye bazen iddaa oynuyorum. Hem heyecan oluyor, hem de Avrupa futbolunu maçlarını izleme şansını bulduğumuz takımların ötesinde takip etme motivasyonunu sağlıyor bize. Tabii bu arada Genco Boran gibi “sistem” uzmanları sayesinde adını bile telaffuz edemediğimiz Fransa 2. Lig takımlarına bile oynuyoruz. Pek para kazanamıyoruz ama dilimizi geliştiriyoruz en azından. Ancak bugüne kadar şu iddaa aleminde geliştirdiğim yegane prensip banko bile olsa Fenerbahçe’ye oynamamak idi. Kendi takımımın maçlarını para kazanma motivasyonu ile izlemek istemem. Öylesini isteyenlerin zaten locaları var, iddaa ile vakit kaybetmiyorlar. Ancak dedim ki bu sefer oynayacağım. Para kazanmak filan hikaye, mesele başka. Geçen hafta aldığı mağlubiyetle bu takım ben onun adını belleyip, takımım dediğim günden beri en kötü sezon başlangıcını yaptı. Daha geçen sene benim taraftarlık tarihimin en iyi sezonunu yaşayan takım, bir sene sonra o tarihin en kötü sezonunu yaşayamazdı. Buna yönetim ya da teknik kadro göz yumsa bile istatistik bilimi kabul etmezdi. Tamamen istatistiki gerekçelerle banko Fenerbahçe’ye oynadım.

Şu yazının hemen başında peşinen kabul etmem gereken yalın gerçek futbolda teknik taktik meselesine asla bir profesyonel seviyesinde hakim olamayacağım gerçeği. Tam da bu sebepten ötürü yani haddimizi bildiğimizden bu konulara pek bulaşmıyoruz. Buraya teknik kadro takıldığında baksın da fikir alsın diye de yazmıyoruz (Hoş baksalardı belki pvh ve aethewulf’un mükerrer yazılarından kam alıp şu kanat problemine bir çare bulurlardı.) Hasılı yazıyorsak Fenerbahçe konuşmaktan keyif aldığımız için yazıyoruz. Ama kabul edelim, hangimiz iki duble atınca teknik taktik konuşmuyoruz ki? Neyse, varsayalım palamut sezonun şerefine iki dubleyi götürdük bugün, biraz Aragones konuşalım.

Sezon başından beri takım kurarken, taktik verirken, oyuncu değişikliği yaparken hocanın kafasından ne geçiyor diye düşünüyorum. Hala tatmin edici bir cevap buldum diyemem. Dedim ki; varsalım bu takımı tanımıyorum, bazı futbolcular için benim oyun şablonumda ne yapabileceklerine dair birer etiket bulayım, bu etiketlere göre onları taktik tahtasında konumlandırayım.

Selçuk: Geri dörtlünün önünde oynar, süpürücü özelliğe sahiptir.

Alex: Geriden top alıp etkili pas dağıtır.

Semih: Sırtı kaleye dönük top tutar, asist yapar.

Guiza: Kaleye dikine oynayıp gol pozisyonuna girer.

Uğur ve Kazım: Kanatlarda dripling yapıp, çizgiye inip orta açar.

Bu etiketlerden hareketle, bir hoca çıkıp ortada Selçuk, Alex, Semih ve Guiza’yı ip gibi birbirinin önünde oynatsa, kanatlara da Uğur ve Kazım’ı yerleştirse kimse itiraz etmez. Çoğumuz PES oynadık, biliriz; oyuncular oyuna bir etiketle tanımlanır ve o etiketin hakkını verirse takım makine gibi işler. PES’in 2004 versiyonunda Henry Arsenal’de (North London diye geçer) kendisi için tanımlanan etiketin hakkını verdiği için ceza alanı içinde icabında sırtı kaleye dönük bile gol atar, favorimdir. Fakat ne yazık ki gerçek hayatta futbolcular hem kendileri için tanımlanan ve aksi ispatlanması güç etiketlerinden fazlasını ifade ederler. Hem de bazen o etiketlerin hakkını veremeyecek kadar formdan düşmüş de olabilirler.

Bu sebeple, siz bu takımın asist kralını ön liberonun hemen önünde, gol kralını ise forvet arkası oynatırsanız, değil o oyunculardan maksimum verimi, onlara etiketlerle atfedilen verimi dahi alamayabilirsiniz. Dahası eğer kanat oyuncularınız, sizin sisteminizde çizgiye inip orta açmaktan daha fazlasını yapmadıkça galip gelmek hayalken, kendilerine atfedilen bu görevi dahi yapamayacak kadar formsuzsa ilk deplasman galibiyetinizi almak için başka bir şeye ihtiyaç duyarsınız.

Tek çare var, rakip takım sizden çok hata yapmalı. Burada da imdadımıza Yılmaz Vural yetişti. Onu sadece maçtaki abartılı mimik hareketleri ya da kızınca futbolcu tekmelemesiyle değil aynı zamanda çalıştırdığı takımların çoğunu garantili küme düşürme yeteneğiyle de tanıyoruz. Kocaeli yönetimi Süper Lig tecrübesi olan ancak düşüşe geçmiş oyuncularla (bazılarını tenzih edelim tabii) takım kurarak zaten risk almıştı. Baktı ki lig sonunculuğuna demir attı, düşeceksek şanına yaraşır, bu konuda tecrübeli biri ile düşelim dedi.

Yılmaz Vural’a desteği için teşekkür ederiz. Bizim kuponu yatıran Fenerbahçe değil de Nantes oldu. Bunun dışında sevinilecek yeni bir şey yok. Ama buradan açık çek, eğer Aragones takviye istiyorsa, transfer için benim PES puanlarının hepsini kullanabilir. Bu aralar hepimizin taraftar kartı almaktan fazlasını yapması gerekiyor anlaşılan.

Devamı ...

12 Ekim 2008

Bir Antu.Com Yazısı



Burada Antu’deki bir yazıya referans verilebileceğini pek düşünmezdim. “+1907, haddini bil!!, anlayana…” türünden bol ünlemli, üç noktalı ve hiçbir şey ifade etmeyen yazıların arasına sıkışmış bir iki “birlik beraberlik”, “hep destek tam destek” temelli yazıdan başka bir şey bulmak da çok zordu. Ancak mevcut durumun göz kapatılamayacak pespayeliği belli ki oraya da sirayet etmiş, Murat Kılıç “Hayal Kırıklığı” başlıklı güzel bir yazı yazmış. Antu’de bu yazıyı anasayfasına koymuş.

Yazının özeti bence içinde bulunmakta,

“Geçen yıldan kalma tecrübeler, 2006 yılından bu yana anlaşılmayan transfer politikamız, yada politikasızlığımız, atılan adımların gelecekten çok günü kurtarmaya yönelik olması ve asıl hedef olan “Büyük Yürüyüş”le bağdaşmaması, Yönetim ve taraftar arasına kara kedilerin girmesinin yegâne sebebidir.

Bu saatten sonra ahlarla vahlarla kaybedilecek her saniye aleyhimize işleyecek, çözümsüzlüğe doğru yelken açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Eğer, kaldığımız yerden devam etmek istiyorsak, uzun vadeli planlarla yeniden yapılanmaya başlamalı, scout ekipleri başta olmak üzere kapsamlı bir ekiple futbolumuzun kaderi anlık kararların esaretinden kurtulmalı.

Camia olarak bu güce ve tecrübeye sahip olduğumuza inanıyor, gelecek için kaçınılmaz olan bu adımların atılmasını ümid ediyorum. Aksi halde Rıdvan gider, Zeman gelir. Aragones gider, Rıdvan gelir. Kaybettiğimiz zaman ve kaybettiklerimiz yanımıza kâr kalır...”


Yazının bu kadarı bundan 20 gün kadar önce antu’de de yayınlanan yazının gerekçelerine benziyor. O zamanlar bu antu’de bir çok manasız eleştiriye hedef olmuş, hatta nasıl oluyorsa bu yazıyı papazincayırı rumuzlu bir şahsın yazdığı dahi sanılmıştı, tepesinde kocaman “papazincayiri.blogspot.com’dan aethewulf’un yazdığı yazı” diye yazılmasına rağmen.

Sorun yazının eleştirilmesi değil, bunu bir kan davasına çevirecek değilim, hatta Murat Kılıç’ın yazısını onaylayan mesajları görünce de mutluluk duydum, sorun Murat Kılıç’ın yazısının dahi orta yolcu, suya sabuna dokunmayan bir noktada kalması. Sorun açık açık sorumlunun kim olduğunun ve bu sorumlunun ne yapması gerektiğinin yazılmaması.

Antu.com ortayolculuğu Aziz Yıldırım ismini herhangi bir yerde eleştiri ile birlikte geçirmekten o kadar çekiniyor ki, onca doğru tespitten sonra ancak şunu diyebiliyor:

“Bunca yıl emek verdiğimiz, uğruna her türlü desteği vermekten sakınmadığımız “Büyük Yürüyüş” aşkına..! Günah keçisi aramayalım! Hatalarımızın muhasebesini yaparken, bunları kabul etmeninde bir erdem olduğunu, size bunları söyleyenlerin ise nankörlük etmek için değil, en az sizin kadar bu renklere gönül vermiş insanlar olduğunu UNUTMAYIN!”


Peki o zaman soru ortada nettir, transfer politikasızlığının, atılan adımların gelecekten çok günü kurtarmaya yönelik olması ve asıl hedefle bağdaşmaması kimin suçudur? Transfer politikasını kim belirlemektedir? Anlaşıldığı kadarıyla ne Daum, ne Zico ne de Aragones bu konuda söz sahibi değil, “Transfer onların dışında gelişiyor.” Taraftar da değil. Çünkü yazıda da belirtildiği gibi başkanın neden istifa edeceği ve neden bu kararından vazgeçtiği bile taraftardan gizleniyor. Açığa çıkmıyor. Yönetim Kurulu üyeleri değil, zira Hamdi Akın’a göre yönetim kurulu toplantıları ancak 10 dakika sürebiliyor. Başkan her şeye müdahil. Zaten Futbol Takımından sorumlu bir yönetici de yok.

O halde kim günü kurtarmaya yönelik kararları veriyor, kim transfer politikasızlığının müsebbibi, Murat Kılıç açıkça söyleyebilir mi, kim hatalarının muhasebesini yapsın, bunları kabul etmenin erdem olduğunu hatırlasın? Her yıl milyonlarca dolarlık işlem hacmi yaratıp, elindeki çok az parayı dahi kulübe veren, Ortalama 40.000 kişiyle stadı dolduran, Fenerium ürünlerini kullanan taraftar mı bunu hatırlayacak yoksa elindeki kısıtlı kadroyla Avrupa’nın devleriyle mücadele eden, ahlakıyla, çalışma azmiyle kulübe onur katan Zico mu? Aragones mi hatalarının muhasebesini yapacak, bütün transfer kendisi dışında gelişmiş ve eksik olduğunu tespit ettiği 5 mevki hakkında hiçbir şey yapılmamışken? 81 puanla ikinci olduktan sonra kulüpten kovulan Daum mu hatalarını kabul etmenin erdem olduğunu hatırlamalı?

Elbette hayır. Bu hataları kim işlediyse o bunu yapmalı, o halde bu yazıda da onun ismi bulunmalı: Aziz Yıldırım.

Ancak sorunu tespit etmekle çözüm bulunabilir. Sorun Yıldırım’sa çözüm de Yıldırım’la ilgilidir.

Bana kalırsa Aziz Yıldırım, doğrunun ne olduğunu ve ne yapılması gerektiğini bilmediği için öyle davranmıyor değil. Yıldırım, profesyonelleşmenin ve profesyonellere değer vermenin, kurumsallaşmanın ve kurum içerisindeki iş bölümünün, uzun vadeli plan yapmanın, CEO sistemine geçmenin ve diğer her şeyin son derece yararlı olduğunu biliyor. Sorun Aziz Yıldırım, Aziz Yıldırım olduğu için, kendi ördüğü mutlak iktidarını kaybetmemek için, bu yapılanmayı kulüp üzerindeki fiili egemenliğinden taviz olarak anladığı için, böyle bir insan olduğu için bunu yapamıyor ve yapmayacak.

Aziz Yıldırım yapamayacağı için değil, yaptığı zaman artık Aziz Yıldırım olmayacağı için bunları yapmayacak.

O halde kulübün gelişmesi önünde artık Aziz Yıldırım bir engeldir ve gene bu sebeple önce Aziz Yıldırım değişmelidir.

Yeni bir başkana değil, yeni bir başkanlık anlayışına ihtiyacımız var. İstediğimiz yeni bir Aziz Yıldırım tarzı yönetim değil, istediğimiz yeni bir yönetim aklı. Bunu da kim sağlayacaksa o desteklenmelidir.

Herkesin aklındaki soru ise şu, “e peki bu kimse kim?”

Aziz Yıldırım başkanlığı Ocak ayında bırakacağını açıklasın, biri mutlaka çıkar.

Burası Fenerbahçe ve Fenerbahçe başkanlar yaratır, başkanlar Fenerbahçe’yi değil.
Devamı ...

11 Ekim 2008

Dikta Verimsizliği


aziz reis

Birey Kültü Üstüne temel bir kaç problemi ortaya koymaktaydı, “Aziz Yıldırım Fenerbahçe değildir. Aziz Yıldırım Fenerbahçe Başkanıdır ve her yönetim kurulu gibi kendi kamuoyuna karşı sorumludur. Oysa Yıldırım tamamen kendi karakterinden kaynaklanan sebeplerle bu tipte bir sorumlu yöneticilik yapamamaktadır. Her şeye muktedir olduğunu sanan ve her şeye müdahil bu karakter de bugün Fenerbahçe'nin sorunudur. “

İkinci temel çelişki Aziz Yıldırım’ın tek adam diktasının belirli alanlarda kurumsallaştırdığı ve modernleştirdiği Fenerbahçe Kurumu ile mevcut yönetim arasındadır.

Fenerbahçe tek adam diktası içerisinde; bu stilin işlevsel olabileceği yatırım, tesisleşme gibi alanlarda modernleşirken, yönetiminin kendisi bireyselleşmiş, tekilleşmiş, yönetim kurulu üyelerinin bile pek fazla söz hakkının olmadığı bir şahıslaşma sürecine girmiştir. Dolayısıyla modernleşmenin temel dinamikleri olan profesyonelleşme, uzmanlaşma, kurumsallaşma ve sistemleşme ile her şeye muktedir, her şeye müdahil, her şeye karar veren tarz arasında açık bir çatışma bulunmaktadır. Zira modernite tanımı gereği özgürleşme ve sorumlulukla ilgilidir. Örneğin modernleşen bir kulüpten kasıt nedir sorusunun ilk cevabı profesyonelleşmedir. Bu, yapılması gereken işleri bir işbölümü içerisinde dağıtarak, bu işleri yapacak bireyleri yetkinlikleriyle (liyakat) değerlendiren, onlara iş yapma insiyatifi ve işlerinde verimlilik / hedeflere ulaşma bakımından sorumluluk vaat eden bir anlayış anlamına gelir. Oysa eğer bir şahıs bir organizasyon içerisindeki bütün işlerden sorumluysa bu şarkiyattır, kabileciliktir, geri kalmışlıktır. Firavun tarzı bu yönetim tarzında iktidar, iktidar olmaklığı ile iktidar olmaya hak kazanmış, her şeyi bilen ve sorgulanamayan, her şeye de bizzatihi kendi karışandır. Dolayısıyla bireylerin insiyatif alanı yoktur. Belirli mevkilere gelmiş bireyler bu mevkilerin gerektirdiği işleri yaparken her zaman her şeye müdahil olan muktedirin kendisi ile karşılacak, insiyatif almak yerine onun emirlerini yerine getirmeye çalışacaklardır. Özgürlük değil itaat öne geçmektedir. Emirleri emre uygun bir şekilde sorgulamadan yapmak ve çoğu durumda dalkavukluk yetenekten çok daha önemlidir.

O halde soru da şudur: piyasa değeri 1.5 milyar dolara yaklaşan bir kulüp bu dinamiği nasıl kaldırır? Gittikçe büyüyen, ihtiyaçları, hedefleri ve rekabet hacmi gelişen bir kurum nasıl olur da aynı anda dogmatik bir itaat kültürü üstünde yükselebilir? Açıkça görüldüğü gibi bu baştaki liderin performansına bağlıdır. Konjuktürel olarak liderin doğru işler yaptığı dönemlerde kurum yükselecek ancak konjuktür değiştiğinde tek bir şahsa bağlı bu kurum hızlı bir şekilde çökecektir zira ne yönetim kurulunda, ne kongrede ne de kamuoyunda bir fren mekanizması kalmamıştır. Her şeyi kendi bağlayan yönetim, kendisinden başka hiçbir şey kalmadığından, hiçbir yere tutunamaz.

Bunun açık bir örneğini küçük bir işletme için görebiliriz. Bu işletmede patron çalışanlarıyla birlikte çalışmakta ve onların işlerine karışmakta, bazı işleri üstlerine almakta ve hemen hemen her şeyi kendi yapmaktadır. Şirketin hacmi büyüdükçe daha fazla insan istihdam edilecek, patronun da daha fazla işe karışması gerekecek yani patronun birim işe daha az zaman harcayacaktır. Bu aradan patron her şeye karışan sorgulanamaz muktedir olduğundan çalışanlar insiyatif almak yerine patronun beğenilerine göre hareket etmeye başlayacak, ortada açık hedefler ve yapılması gerekenler bulunmadığı için de patronla aralarında geçen her çatışmada gittikçe daha az insiyatif almaya eğilimli olacak, en nihayetinde çalışanlar işleyemez hale gelecektir. Sonuç bu verimsiz iş yönetim süreci sonunda şirketin kritik kararları verememesi, kurumsal bir özeleştiri kültürü yerleşmediğinden süreçlerin denetlenememesi ve şirketin verimsizlik içerisinde rekabet gücünü kaybetmesidir.

İşte bu tarzın yarattığı sonuçları bir çok olayda gördük, bu tarzın yoğun biçimde eleştirilmesiyse travmatik bir olay olan Kayserispor maçından sonra oldu. Daha önce bir eleştiri ortamının açılmasının şart olduğunu ve bunun kulübe fayda getireceği bu blogda yer almıştı, Kayserispor maçından sonra gelişen ortam bunu doğrulamaktadır.

Önce, Aragones’in Aziz Yıldırım ile sıkıntı yaşadığını öğrendik. Bu sıkıntı bize yabancı değil, Mustafa Denizli, Daum ve Zico dönemlerinden bildiğimiz, “Başkanın soyunma odasına girip nutuk atması” manasızlığı. Farklı teknik direktörlerin dönemlerinde birbirini tekrar eden ve değişme eğilimi de göstermeyen bu hareket elbette belirli bir karakteri dışa vuruyor. Her şeye müdahil olmak isteyen, profesyonelliğe güvenmeyen, takımı emanet ettiği insanların yöneticilik vasıflarına inanmayan ve kendi konumunu sarsmak pahasına futbolcularla devre arasında motivasyon konuşmaları yapan bir yönetim anlayışını. Eğer profesyonellere güvenilip, insiyatif alanı bırakılıp denetlemekle yetinilemiyorsa bu bir “seçim” demektir ve her seçim gibi bunu yapamayanın zaaflarını gösterir. Dolayısıyla bir çok teknik direktörle devam eden bu yönetim anlayışı kendisine yönelik eleştirilerin temelini doğrulamaktadır.

Bu tipte bir şarki yönetim tarzının zaafları ise yalnızca soyunma odasıyla sınırlı kalamaz. Tek adam yönetimi elbette her şeyi kendi bildiğine, her doğrunun kendisinde mündemiç olduğuna, betondan anladığı kadar futboldan anladığına yüksek ve tartışmasız bir inanç duyacaktır, aksi halde zaten bu kadar müdahil olmaz.

O halde bu inanç kendisini yalnız yürütme noktasında değil, iletişim noktasında da gösterecektir. Mutlak güç haline gelmiş ve birey kimliği kurumun önüne geçmiş böyle bir şahıs psikolojik olarak da kurumla bütünleşeceği için kuruma yönelik her eleştiriyi kişiselleştirecek gene şahsına yönelik eleştirileri de genelleştirerek kulübe yansıtacaktır. Örneğin Fenerbahçe’nin sistemi veya transfer politikası ile ilgili eleştiriler Aziz Yıldırım tarafından şahsi savuşturma yöntemleriyle savuşturulurken, Aziz Yıldırım’ın bizzatihi şahsına yönelik eleştiriler (GFB ile daha önceki yıllarda yaptığı ‘organizasyonlar’, transfer politikasını tek elden belirlemesi vs) Fenerbahçe kurumuna yansıtılmakta ve insanlar Fenerbahçeli olmamakla sorgulanmaktadır.

Bu iki tarzın da son derece hastalıklı olduğuna şüphe yok. Bir yönetici sorumluluk alanında hesap vermek zorundadır. Hesap vereceği yerse yalnızca kongre salonu değildir. 20 milyonun üstünde taraftar sahibi, 100 senelik bir kulüp artık kamusallaşmıştır ve derin sosyolojik bağlar ile bağlandığı kitleye karşı sorumludur. Bu kitlenin kulübün temel finansman kaynağı olduğu da düşünüldüğünde, en azından bir bakkal dükkanı işletmecisinin müşterilerini bilgilendirmek ve hoş tutmak sorumluluğunu yönetimden de görmek hakkımızdır. Yıldırım bu noktayı sürekli geri plana itmekte sonsuz bir biat istemektedir. Örneğin Kulüp bu sene Zico ile anlaşmayacağını açık açık söyleme basiretini dahi gösterememiş, taraftarını bilgilendirmemiştir. Kulübün iletişimindeki birinci sorun da burada kendini göstermektedir, kulüp kendi kamuoyuna açılıp onları bilgilendireceği yerde içine kapanmış, hatta temel kararların ve bilgilerin yalnız yönetim kurulu çekirdeğinde dolaştığı, kamuoyunun umursanmadığı ve bu mecradan sadece onay bekleyen kısır bir hale gelmiştir. Halbuki kamuoyunu bilgilendirmek ve kamuoyunda bazı durumların tartışılmasını sağlamak ortak akıldan faydalanmak, gelecekteki kulüp politikalarını belirlemek için hayatidir.

İkincisi iletişimin bu dar, kişi odaklı yönünden dolayı kulübün hemen herkesle kavga etmesidir. Kulüpte "rakip" anlayışı kalmamış, tüm Türkiye Aziz Yıldırım (ve şahsında Fenerbahçe) düşmanları ile taraftarları arasında psikolojik bir bölünme yaşamıştır. Anadolu kulüpleri ile ilişkiler bozulmuş, rakip takımlarla sürekli bir kavga atmosferine girilmiş hatta (Bu tipte faşizan yönetim tarzının doğal sonucu olan) iç düşmanlar bile bulunmuştur. Dolayısıyla tribün grupları bölünmüş, kulüplerle kavga etmekle yönetim manasızca zaman harcamıştır.

Hamdi Akın bugün Sabah Gazetesi’nde yer alan demecinde bu durumu daha geniş bir açıyla şöyle anlatıyor: “
Aziz Yıldırım'ın futboldaki başarısızlığını stres yönetimini iyi yapamamasına bağlıyorum. Rahat olmadığı, arkadaşları ile ilişkilerini de bu rahatlık içinde kurmadığı için, baskı ve huzursuzluk ortamı; kendisine, yönetime ve futbolculara yansıyor.

Bu stresi üzerinden atabilirse, çevresi ve insanlarla barışık hale gelirse, 24 saatini bu işe ayırmış bir başkan olarak, zamanında yapmış olduğu fedakarlığın karşılığını alır.

Çevresine sempati ile bakmasında büyük yarar var. F.Bahçe'yi sempatik kılmak şu anda başarıyı getirir. Aziz Yıldırım bu işi isteyerek veya istemeyerek yapmıyor.

Futbolun bir spor, oyun, eğlence olduğunu kabul ederek bu başkanlığı yapsa, çok başarılı olacağını düşünüyorum. Ancak bunu böyle değil, ailesinin, şirketinin, yönetiminin, arkadaşlarının, basının sorunu haline getiriyor. Bu yüzden herkes ile kavga ediyor. Çeşitli dönemlerde kavga etmediği adam sayısı çok az. Şu anda ilişkisinin iyi olduğu insanlara bakalım; zamanında kavga etmiş. Kavga ettikleri ile de zamanında iyi geçinmiş.

Ben onu kulübü stresli yönettiği için eleştiriyorum. Bu da herkesi etkiliyor. Durup dururken kameraman ile kavga ediyor. Ama adamın işi o. Oraya onu çekmek için gelmiş. Lüzumsuz yere tansiyon yükseliyor, huzur kalmıyor. Sıkıntı budur.

Bu tavır, baskı ortamı yaratıyor ve futbol takımının tüm dinamikleri bunu hissediyor.
Her işe karıştığı, her şeyi bildiği için yönetim kurulu üyelerinin toplantılarda diyecek bir şeyi kalmıyor. Kulübün içindeki her olaya profesyoneller kadar vakıf.

Görevler yöneticilerde olmadığı için, kimse inisiyatif almıyor, bir şey söyleyemiyor. Çünkü başkan hepsinden daha çok işlerin içinde. Bu nedenle yönetim kurulu toplantıları çok kısa sürerdi, 10 dakikada biterdi.”


Eski bir kulüp yöneticisi ve başarılı bir iş adamı olan Hamdi Akın’ın bildiği bir şey var, modernleşme ve profesyonelleşme bir kurumun kaynaklarını verimli ve etkin bir şekilde kullanarak güçlü rekabet edebilme imkanı yaratmaktadır. Bu daha çok yönetim aklıyla ilgilidir, yönetici burada süreç yönetimi yapmakta, belirlenen hedeflere ulaşmak için yetki ve sorumluluk alan ekibin performansını denetlemekte ve onların daha verimli çalışabileceği şartları sağlamaktadır. Bu tipte bir yönetim dinleyen, çözüm odaklı, hedefe ulaşmak için toplam faktörleri geliştirmeye adanmış uzun vadeli bir süreç yönetimi tarzıdır, despotik bir tahakküm değil.

Oysa tek adam diktası ve onun şarki yönetim tarzına yönelik eleştiriler genellikle “Ne yani patron işçilerine karışmasın mı, her şeyi serbest mi bıraksın, bostan korkuluğu mu olsun?” gibi indirgemelerle veya “nerede görülmüş öyle yönetim” retorik sorularla karşılanmaya çalışılıyor. Halbuki tek adam diktasına karşı çıkanların istediği başıbozuk bir anarşi ortamı değil, modern ve profesyonel bir kurumsal yönetim. Bir kişinin sorumsuzca her istediğini yapacağı bir yer değil, herkesin sorumluluklarının olduğu bir kurum isteniyor. Dolayısıyla Aziz Yıldırım’a yönelen eleştiri de “neden kulübü yönetiyorsun” değil, “neden kulübü bu ilkel şekilde yönetiyorsun”. Cevabınsa gözükmediği tek bir yer var: amatör şube sporcularının “Hep destek tam destek”manşetli bildirgeleri.

Fenerbahçe belli ki bir değişim türbulansından geçiyor, bundan sonraki maçların tamamı kazanılsa ve Fenerbahçe şampiyon olsa dahi bu yönetim tarzının nasıl bir risk taşıdığı, kulübün kurumsallaşmamasının ve profesyonellik eksikliğinin nasıl sorunlar gebe olduğu ve başarıların kırılganlığı artık gün ışığına çıkmıştır. Bundan birkaç ay önce Şampiyonlar Ligi Yarı Finali’nin mümkün gözüktüğü bir atmosferden ligin sıradan takımlarına karşı dahi galip gelip gelmeyeceği belirsiz bir atmosfere geçiş bu kadar kolay olduysa her şey konjuktürel demektir. Bunu uzun vadeli, istikrarlı bir başarı atmosferine çevirmek ise bu sorunu tespit etmekten geçiyor.

Yıldırım’a yaptıkları için teşekkür etme vaktimiz geldi, Fenerbahçe artık yeni bir faza geçmeli.
Devamı ...

8 Ekim 2008

Öldürülen Felsefe "Hep Destek Tam Destek"


resmi site

Resmi sitede iki gündür bildiri bombardımanı var. Bir tanesine göre Fenerbahçeli kürekçiler Aziz Yıldırım'ı desteklediklerini belirtmişler. Diğerleri boksörlerin, Fenerbahçe derneklerinin desteğinden bahsediyor. Yakında masa tenisi şubemizin başarılı sporcusu Ergün Xho'nun Çin'de zehirli 3000 kimyasal içeren bebek oyuncaklarını üreten dayıoğlunun "Aziz Yıldırım Çin'de bile örnek alınan bir spor adamıdır" açıklamasını okuruz.

Bildirilerde ortak cümle "Hep destek tam destek". Bu cümle son maçta tribünlerde de yerini almıştı. Burada insanı rahatsız eden nokta şu; "Hep Destek Tam Destek" Fenerbahçe taraftarları tarafından ortaya atılan ve uygulanan, son 5 senede alınan başarılara katkısı olan bir taraftarlık felsefesiydi. Bu cümle ve bu felsefe taraftarlara ait, onlarla şekillenen, onlarla gelişen bir felsefedir. Bu felsefeyi kulüp şekillendirmeye başladığı an veya kendisinde bu gücü görmeye başladığı an o nefretle anılan rantçı ortamın aslında bitirilmek istenmediği ama başka amaçları olan rantın devamının istendiği anlaşılır. Yani yönetim rantçılığa değil, sadece kendi istemediği rantçılara karşı tavır almış bir konuma gelir. Bunun açıklaması çok basit. Yönetim taraftarın bulup geliştirdiği bir destek felsefesini alıyor ve bugün taraftarsanız biz bunu size dikte ediyoruz ve bunu yapmak zorundasınız diyor. Resmi sitede bildiri başlıklarının "Hep Destek Tam Destek" olması bu resmi tamamlıyor. Yönetim Fenerbahçe sevgisini ve insanların Fenerbahçeliliğini tanımlayamayacağı gibi taraftarın taraftarlık felsefesini de tanımlayamaz. Tanımlayamaz çünkü taraftarla kulüp yönetimi arasında işçi-işveren ilişkisi yoktur. Yönetimin taraftara müdahale edebileceği tek nokta vardır o da kulübün sorumluluğunda olan alanlarda taraftarın sahaya madde atmak, başka insanlara saldırmak gibi yasadışı eylemleri varsa emniyet güçleriyle işbirliği yaparak bu insanları engellemek. Kimsenin taraftarlığı "Yönetim İstifa" sloganı atıyor diye sorgulanamaz. Bu zararlı bir eylemse zaten katılımı fazla olmayacak bir eylemdir ve denildiği gibi 300 çapulcu tarafından yapılıyorsa 30.000 kişinin içinde duyulmayacaktır bile. Fakat yönetim gittikçe artan kontrolsüz gücüyle taraftarın taraftarlık sınırlarını belirleyebileceğini de düşünüyor ve "Taraftarsanız 'Hep destek tam destek' demelisiniz" mesajını veriyor. Hep destek tam desteğin en etkili ve doğru taraftarlık felsefesi olduğuna taraftar ancak kendisi karar verir. Bu felsefenin doğuşu da, gelişmesi de, tribünlere direkt etkisi de bu şartlar altında gelişmiş ve olgunlaşmıştır. An itibariyle yönetimin ağzına sakız olan ve onlarca baskı pankartın üzerinde yazan bu felsefe öldürülmektedir. Bu kadar etkili ve sağlam temeller üzerinde yapılanan bu slogan Aziz Yıldırım yönetiminin "benim dediğim doğrudur ve benim dediğim yapılacak" tavrının başka bir kurbanıdır.

Bu açıklamalarda başka ilginç noktalar da göze batıyor. Kürekçiler kulübün bütçesi hakkında kesin rakamlar vererek konuşuyor ve Fenerbahçe Koleji'nin tarihsel süreçte nasıl büyüyüp geliştiğinden haberdarlar. Fenerium'un cirosundan bile haberleri var. Kürekçilerimiz boş durmamış, kuru lafla destek olmaz demiş ve araştırma yapmışlar. Yukarıdaki resimde iki tane haberde yanyana "Hep destek tam destek" sloganı geçiyor. Aralarındaki tek fark boksörlerin hep destek tam desteği tırnak içine alınmış. Tırnakla verilmek istenen mesaj "Bak boksörler uyarıyor akıllı olun arkadaşım" mesajı. Zaten diğer açıklamalar kulübün nasıl geliştiğinden, bütçenin ne kadar büyüdüğünden falan dem vururken boksörler kısa ve net yazmış. Bugüne kadar yapılanları yazacak değiliz, yönetime olan desteğimizi tekrar vurgulamak istedik diyorlar. Açıklamaya "Yahu arkadaşım neyi açıklayacaksın daha, indir lan o eli bir kere" havası hakim. 50 tane şube dururken boksörlerin açıklamasının resmi siteye haber olması boşuna değil tabii. Zaten o kadar şube arasında "kürek" şubesinin açıklamasının ilk yayınlanmasından da kıllanmıştım. "O kürekleri var ya" diyor, işte anlayın.
Devamı ...

turkfutbolu.net Tekrar Yayında


turkfutbolu.net

turkfutbolu.net tekrar güncellenmeye başlamış. Geçen sezonların ayrıntılı puan tabloları, Fenerbahçe'nin oynadığı maçların değerlendirmeleri gibi geçmiş yıllara ait faydalı bilgiler dışında internette en ayrıntılı Fenerbahçe istatistiklerini bulabileceğimiz bir kaynak bu site. Aynı zamanda ligimizin bu yılki ve geçmiş yıllardaki gol krallığı ve asist krallığı da upuzun bir liste halinde sitede mevcut. Kısacası çok işinize yarayacak bir site. Size bu güzel haberi verdikten sonra Alper Duruk Bey'e de bu eşsiz kaynak için bir kez daha teşekkür edelim.

Devamı ...

6 Ekim 2008

Şeref Tribününde 45 Dakika


kayserispor fenerbahçe

Şükrü Saraçoğlu 10 sezondur böyle bir maç görmedi. Fenerbahçe’nin kendi evinde en son ne zaman bu kadar mahkum oynadığını hatırlamaya çalışıyorum, bulamıyorum. Ancak dün sahadaki mağlubiyetten beteri de vardı sahnede. Taraftar birbirine girmiş, stattan kakafoniden başka ses gelmez ve takım özgüvenini kaybetmişken, yönetim Şeref Tribününden 45. Dakikada ayrıldı. Batan gemiyi önce “Reis” terketti.

Halbuki Aziz Yıldırım bundan birkaç hafta önce bu sene çok daha iyi bir takım kurulduğunun altını çiziyor, geçen seneki başarıların üstüne çıkılacağını müjdeliyordu. İlüzyon gibi.

Yönetimin ancak 45 dakika dayanabildiği bu takım nasıl kuruldu peki? Bu skorun mesulu, sorumlusu Aragones midir?

Hatırlayalım, “Yürüye yürüye şampiyon olmamız gerekirdi. İçime sindiremiyorum” diyerek Zico’yu gönderen ve her şeyi eline alan “Reis”, sezon öncesinde işi gücü bırakmış tribün grupları ile kavgaya tutuşmuştu.

Aynı günlerde Aragones “Transferler benim dışımda gelişiyor” diyor, muhtemelen önüne bir sepet yumurta gibi konan bu takımla neler yapabileceğini düşünüyordu.

Bu blogda dahi sezon öncesinde takımın durumu ile ilgili en az 4 analiz yayınlandı. Medyada, örneğin Rıdvan Dilmen, birkaç kere takımın orta sahasının yetersiz olduğunu, kadro kalitesinin güçlendirilmesi gerektiğini yazdı. Uğur Meleke, Mehmet Demirkol ve bir çok saygıdeğer yazar bu minvaldeki görüşlerini bildirdiler. Görüldüğü kadarıyla durumdan bir tek başkanın haberi yoktu.

Yönetim bildiğini yaptı. Önce Zico ile bir türlü anlaşamadı. Sonra Aurelio “büyük futbolcu değil” diye gitti. (Gerçi şimdi Beşiktaş Aurelio ile ilgilenince bir anda alarm zilleri ile Aurelio’nun büyüklüğü keşfedildi) Transfer tek elden halledildi. Burak, Emre, Josico ve Guiza Aragones’e dahi sorulmadan alındı.

Yani bu sezon takımı tek başına “Reis” kurdu. En temel transfer politikalarına uyulmadı, takımın ihtiyaçları tespit edilip hocayla beraber uygun insanlar bütçe oranında takıma katılacağına, sansasyonel birkaç isim ve nalına mıhına belirlenmiş insanlar takıma yerleştirildi. Oysa yapılması gereken basitti. Zico ile anlaşılacak, daha sonra gene onunla birlikte takımdaki eksiklikler tespit edilecek ve uygun futbolcular alınacaktı.

Bunun yerine süreç “one man show” ile yürütüldü.

Eğer ancak 45 dakika dayanabildikleri takımla ilgili bir mesul arıyorlarsa Yönetimin kimseye bakmaya ihtiyacı yok, sorumlu yönetim kurulundadır, yönetim kurulunun başındadır.

Transfer politikasını kendi belirleyen, hocasına dahi bu konuda danışmayan, Senna, Eto’o, Nihat, Xabi Alonso diye uçup en sonunda (ve hiçbiri olmayınca) “bari Josico” diyerek onu hocasının önüne atan, sezonun yarısını sakat geçiren Emre’den kurtarıcı bekleyen sorumludur.

Sorumlu, profesyonelleşmeyi “bireyselleşmeye” çeviren, kurumsal yapı yerine kendi istek ve iradesinden mürekkep bir idare kuran, medya iletişimi zayıf, diğer kulüplerin tamamıyla kavgalı ve artık vizyon kurabilme becerisini kaybetmiş Aziz Yıldırım’dır. (bkz: birey kültü üstüne)

Gerçeği söylemekten korkacak çekinecek bir şey yok. Aziz Yıldırım Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finalisti bir takımın ritmini bozmuş, taşlarıyla oynamış daha sonra da kendi “takımını” yaratmıştır. 10 sezondur nasıl soyunma odasına gidip oyunculara nutuk atmak köylülüğünü aşamadıysa, “ben bilirim”ci, “ben yaparım”cı tek adam diktasından başka da bir yönetim biçimi kuramamış, takımın altyapısını nasıl harikulade bir şekilde kurduysa kalan bütün profesyonellik gerektiren işlerde de o kadar sınıfta kalmıştır.

Stadı terkedecek son kişi Aziz Yıldırım olmasına rağmen, bunu da ilk başta kendisi yapmıştır. Takımın yanında durulmamasının sebebi taraftarın yükselen tepkisinden duyulan korku ise, bundan da sorumlu bizzatihi Yıldırım’dır. Yani bugün Yıldırım’ın istediği olmuştur, 10 sezondur ilk kez Fenerbahçe bütünüyle Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’sidir ve sahada kolunu kıpırdatacak hali yoktur.

“Birey Kültü Üstüne” de yeni bir yönetim kavrayışının gerektiğinden bahsetmiştim. Bu yönetim yaptıkları için teşekkürü hak eder, stad, altyapı, finansal gelişmeler Fenerbahçe tarihinde devrim niteliğindedir, ancak bugün itibariyle yönetimin bundan ötesini yapabilecek bir şeyi kalmadığı görülmektedir. Yönetim miadını doldurmuş, vizyonunu kaybetmiş, eskimiş ve nihayetinde üretim yapamaz hale gelmiştir.

Fenerbahçe’nin Aragones’i göndermeye ihtiyacı yok, sorunumuz mevcut yönetim ise çözüm yönetimin yenilenmesidir. Bu sezon şimdiden kaybedilmiş ise, Ocak ayı öncesinde bir kongre tarihi belirlenmeli, adaylar ortaya çıkmalı, süreç akil bir şekilde yönetilerek yönetimde kan değişikliği sağlanmalı ve bir sonraki sezon için şimdiden çalışmaya başlanmalıdır.

Artık korkacağımız bir şey kalmadı. Zaten en fazla korkulacak şey kendi evinde Kayseri’den 4 yiyen takımdı.

Guiza ve Kanatlar
Aragones Alex ve Kanatlar
2007 – 2008 Sezonu ve Transfer
Devamı ...

5 Ekim 2008

Fenerbahce 1 - Kayserispor 4
TSL 05/10/2008


fenerbahce kayserispor

NTVSPOR ve Ajanslar
Fenerbahçe yenilgi serisine Kadıköy'de bir yenisini ekledi. Sarı-lacivertliler, Süper Lig'in 6. haftasında seyircisi önünde Kayserispor'a 4-1 gibi farklı bir skorla mağlup oldu. Maç sonunda Saracoğlu'nda Zico ve Aurelio lehine tezahüratlar vardı.

Bu sezon ligde ve Avrupa'da istediği sonuçları alamayan Fenerbahçe'de kan kaybı her geçen gün biraz daha artıyor. Ligin ilk 5 haftasında deplasmanlarda 3 mağlubiyet alan, Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk 2 maçından 1 puan çıkarabilen sarı-lacivertliler, Turkcell Süper Lig'in 6. hafta mücadelesinde evinde Kayserispor'a 4-1 mağlup oldu.

Şükrü Saracoğlu Stadı'ndaki maç düşük tempoda başlarken, iki takım da orta sahada bol pas yaparak hücum etmeye çalıştı.

Fenerbahçe, ilk yarıda rakibi karşısında hücumda hiç etkili olamazken, konuk ekip ise hızlı ataklarda iki kez buluşturduğu Aghahowa'nın ayağından bulduğu gollerle devreyi 2-0 önde tamamladı.

İlk yarının bitiminde takımını protesto eden Fenerbahçe taraftarı, ikinci yarının başında verdiği destekle sarı-lacivertlileri canlandırmaya çalışırken, ilk net pozisyonda konuk ekip Turgay'la fakı 3'e çıkarma şansını kaçırdı.

Fenerbahçe 58. dakikada Uğur'un düşürülmesiyle kazandığı penaltı vuruşunu Roberto Carlos'la gole çevirerek farkı 1'e indirirken, savunmasında verdiği açıklar nedeniyle 63'te Turgay'ın golüne engel olamadı ve fark yeniden 2'ye çıktı. Bu golün ardından moralmen oyundan kopan ev sahibi ekip, 74. dakikada gecenin yıldızı Aghahowa'nın 'hat-trick'iyle 4-1 geriye düşerken, kalan sürede başka gol olmadı.

Uzun yıllar sonra evinde ilk kez bu kadar farklı bir skorla mağlup olan Fenerbahçe, ligde 6 maçta 4. kez sahadan puansız ayrılırken, 6 haftada topladığı 6 puanla 12. sırada kaldı.

İlk 5 haftada 2 gol atabilen, ancak Kadıköy'den 4 gollü bir galibiyet çıkaran Kayserispor ise puanını 8'e çıkardı.

FENERBAHÇE: 1 - KAYSERİSPOR: 4
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Halis Özkahya, Erdinç Sezertam, Serkan Gençerler
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan (Dk. 39 Yasin), Edu, Önder, Roberto Carlos, Kazım, Selçuk, Maldonado (Dk. 45 Deniz), Uğur, Emre (Dk. 42 İlhan), Guiza
Kayserispor: Souleymanou, Durmuş, Ali, Eren, Bilal, Mehmet Topuz, Saidou, Ragıp, Mehmet Eren Boyraz, Aghahowa, Turgay
Goller: Dk. 21 ve Dk. 42 Aghahowa (Kayserispor)
Devamı ...

3 Ekim 2008

Türk Futbol Klişeleri #3
Basit Goller Yedik


klise

Aslında bu serinin üçüncü yazısı için oldukça fazla malzeme vardı. Fakat ben en başından beri bu yazıyı tek başına domine edeceğinden emin olduğum bir insana, Süper Ligimizin tecrübeli hocalarından Rıza Çalımbay'a ayırmak istedim. Rıza Hocam zamanında Rizespor'un Türkiye'nin en iyi kadrosuna sahip olduğunu söylediğinde garip karşıladığımı yazmıştım fakat bu yazıdan sonra hocamıza hak vermemek elde değil. Hocamızın çalıştırdığı her takım iyi, kadro oturmuş, teknik, taktik desen bir sıkıntı yok, oyuncular hocanın istediklerini yapıyor, sistem ders olacak nitelikte. Fakat Bundy Curse gibi bir kara bulut var, ayrılmıyor takımın tepesinden, hocamızın çalıştırdığı takımlar "basit goller" yiyor. Buna "basssit gol curse" diyoruz literatürde. Komplike gol ne, basit gol ne? İyi bir takım neden basit gol yer? Basit gol yemek şanssızlık göstergesi midir? Bunlara bir cevabımız yok. Yalnız Tuncay'ın İnönü'de son saniyede gol attığı ve Fenerbahçe'nin 2-1 kazandığı maçtan sonra da basit goller yedik demişti Rıza Hoca. Hani şu Anelka'nın orta sahadan tek başına taşıyıp dar bir açıdan vurup "ampül takma" deyimini futbol alemine gösterdiği gol. Bu gol basit olduğuna göre basit gol tanımı atılan gollerin % 90'ını kapsıyor olmalı. İşte lanetin kronolojisi:

Ankaragücü - 2004 (Ankaragücü - İstanbulspor)
Ankaragücü Teknik Direktörü Rıza Çalımbay, istedikleri gibi oynayamadıklarını ve basit bir golle yenildiklerini söyledi. Çalımbay, iki takımın da çok fazla gol pozisyonuna girmediğini ifade ederek, “Bu kadar basit gol yemememiz lazım. Bir yan top gol oldu. İstediğimiz gibi oynayamadık. 1-0’dan sonra golü bulmak için yeterli şeyleri yapamadık. İstanbulspor da iyi direnç gösterdi. Üzgünüz” diye konuştu.

Beşiktaş - 2005 (Beşiktaş - Ankaraspor)
Karşılaşma içinde çok kötü hatalar yaptıklarını vurgulayan Rıza Çalımbay, “İstediğimiz futbolu tutturamadık ve de çok basit goller yedik. Şu anda tek düşüncemiz, Malmö maçı. Artık bu maça bakmak zorundayız. Çünkü çok kısa bir zaman kaldı.

Beşiktaş - 2005 (Beşiktaş - Samsunspor)
Rıza Çalımbay, maçtan sonraki basın toplantısını kısa tuttu, açıklamalarını yaptıktan sonra soru sorulmasına izin vermedi. Kartal'ın hocası, "Malmö maçından 2 gün sonra Samsunspor maçına çıktık. Bizim için bugün galibiyet önemliydi. Şanssız gidişe inşallah son verdik. Kötü günler bitti" diye konuştu. Çok çalkantılı günler geçirdiklerini anlatan Çalımbay, "Eskiden yaptığımız hatalardan ders aldık. Basit goller yedik. Arada bunları telafi etmeye çalışacağız. Diğer eksikliklerimizi de tamamlama gayretinde olacağız ve lige sıfırdan başlayacağız. Futbolcularımı gösterdikleri cesaretten dolayı kutluyorum" dedi.

riza

Ankaraspor - 2005 (Ankaraspor - Trabzonspor)
Ankaraspor Teknik Direktörü Rıza Çalımbay ise Trabzonspor karşısında ihtiyaçları olan bir galibiyet aldıklarını söyledi. Çalımbay, karşılaşma öncesi galibiyeti hedeflediklerini belirterek, "Maça kötü başladık. Basit goller yedik. İkinci yarı herkes iyi bir oyun ortaya koydu. Sonradan oyuna dahil ettiğimiz oyuncularda görevlerini iyi yaptılar ve ihtiyacımız olan bir galibiyet aldık" dedi.

Ankaraspor - 2005 (Ankaraspor - K. Erciyes)
Ligde geçen hafta Trabzonspor deplasmanından 3 puanla dönerek büyük bir avantaj yakaladıklarını belirten Rıza Çalımbay, "Bu maçı da kazanarak avantajımızı artırabilirdik. İlk yarıda iyi bir oyun sergilemedik. İkinci yarıda pozisyon bulduk ama değerlendiremedik. Her zamanki gibi savunma hatalarından basit goller yedik" diye konuştu.

Ç.Rizespor - 2007 (Ç.Rizespor - Denizlispor)
Çaykur Rizespor Teknik Direktörü Rıza Çalımbay, maçtan sonra yaptığı basın toplantısında, sezonun en güzel futbolunu oynadıklarını belirterek, "Çaykur Rizespor'a geldiğim günden beri belki de en iyi futbolumuzu oynadık. Bir takımın yapması gereken ne varsa hepsini yaptık. Pozisyonlar da bulduk ama maalesef oynadığımız futbolu skora yansıtamadık. Pozisyonları değerlendiremedik. Çok basit goller yedik. Bu maçın daha farklı olması gerekiyordu.

Eskişehirspor - 2008 (Eskişehirspor - Sivasspor)
Çok basit goller yedik. Sivasspor, ikinci yarıda üç forvetle bütün riskleri aldı. Bunu çok iyi değerlendirmemiz gerekiyordu. Son pas ve vuruşlardaki zaaflarımızı düzeltmemiz gerekiyor.

Türk Futbolu Klişeler Serisi
Devamı ...

Hürriyet, Hürriyettir


hurriyet

“90. dakika: Ve goooooooooooooooooolll... Nobre atıyor... Sol kanattan gelişen atakta Nober altıpasın önünde topla buluştu... Vurdu ve maçtaki tek golümüzü kaydetti..”

Hürriyet burada neye çoşmuş olabilir?
A) Beşiktaş’ın Avrupa’nın en ünlü kulüplerinden Metalist’e karşı gol attığı için.
B) Şeref sayısı ile ele güne rezil olunmadığı için
C) Türk futbolunun büyük starlarından Hürriyet sempatiği Nobre gol attığı için.
D) “UEFA Kuapsı”, "Nober", “ve gooooooooooooooolll” gibi şekillerde kendini gösteren sallapatilik ile “Türkiye’nin en çok satan gazetesi”nin internet sayfasında okuyucuyu aptal yerine koyabilecek bir rahatlık, saldım çayıracılık ile yazı yazabilme hürriyeti için.
E) Hürriyet gazetesi yazarları evreninde Nobre’nin golüne milyonlarca Beşiktaş taraftarı sevindiği ve onların da medya mensubu olarak bu sevince ortak olma sorumluluğu olduğu için.

Devamı ...

2 Ekim 2008

Fenerbahçe 0 - Dinamo Kiev 0
CL 01/10/2008


fenerbahce dinamo kiev

NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'de ve Avrupa'da aldığı kötü sonuçlar nedeniyle zor günler geçiren Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi G Grubu'ndaki ikinci maçında Dinamo Kiev'i Şükrü Saracoğlu Stadı'nda ağırladı. Gol yollarında etkili olamayan sarı-lacivertliler, sahadan 0-0 eşitlikle ayrılarak taraftarlarına üç puan hediye etmeyi başaramadı.

Ukrayna temsilcisi karşısında bu sezon Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk puanlarını alarak kötü gidişe son vermek isteyen Fenerbahçe, rakibin kontrataklarla pozisyon bulmasına izin vermek istemediği için maça kontrollü başladı.

İlk yarıda Fenerbahçe net bir gol pozisyonu üretemezken, Dinamo Kiev, sarı-lavivertli oyuncuların bireysel hatalarından faydalanarak bulduğu pozisyonlarda skoru lehine çevirmeyi başaramadı ve ilk yarı golsüz eşitlikle sona erdi.

İkinci yarıya daha hızlı giren Fenerbahçe, ilk dakikalarda Alex ve Guiza ile yakaladığı gol pozisyonlarını değerlendiremedi. Kontrataklarla skoru lehine çevirmeye çalışan Dinamo Kiev, tempoyu düşürerek oyunu kontrol etti ve karşılaşma da 0-0'lık sonuçla tamamlandı.

Bu sonuçla Ukrayna ekibi puanını 2'ye çıkartırken, son 15 maçtır sahasında oynadığı Avrupa maçlarında yenilgi yüzü görmeyen sarı-lacivertliler ilk puanını aldı.

FENERBAHÇE: 0 - DİNAMO KİEV: 0
Stat: FB Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Thomas Einwaller xx, Roland Heim xx, Norbert Schwab xx (Avusturya)
Fenerbahçe: Volkan Demirel xx, Gökhan xx, Edu xx, Lugano xx, Roberto Carlos xx, Kazım xx, Selçuk xx, Maldonado xx, Emre xx (Dk. 85 Uğur), Alex xx (Dk. 77 Burak x), Guiza xx
Dinamo Kiev: Bogush xxx, Betao xx, Diakhate xxx, Mikhalik xxx, El Kaddouri xx (Dk. 62 Nesmachniy x), Eremenko xx, Vukojeviç xx, Ghioane xx, Ninkoviç xx, Aliyev xx (Dk. 89 Asatiani), Bangoura xx (Dk. 46 Shatskikh x)
Sarı Kartlar: Dk. 35 El Kaddouri, Dk. 68 Aliyev, Dk. 90 Bogush (Dinamo Kiev), Dk. 40 Roberto Carlos, Dk. 53 Kazım, Dk. 62 Selçuk (Fenerbahçe)
Devamı ...

1 Ekim 2008

Allah'ını Seven Korner Atmaya Gelsin!


cl logo

Bu sezon ilk kez bir maç öncesi çok heyecanlıydım. Sağolsun bizim futbolcular 15 dakika heyecanı bile çok gördü. Maça silah zoruyla çıkarılmış gibi oynuyorlar. Kiev zaten maçın bu şekilde bitmesi için gelmiş, şikayetçi değiller. 15 dakikadan sonra sadece heyecanım değil ilgim de kayboldu. O kadar sıkıldım ki televizyonda Manchester maçı vardı onu izlemeye başladım. Sadece spikerin sesi heyecanlandığında dönüp bilgisayardan bizim maçta ne olduğuna bakıyordum. Maç boyu üç tane ciddi atak olmadı zaten.

Aalborg-Manchester maçı da halı saha maçı gibiydi ama en azından sahada Berbatov, Rafael izliyorduk. Rafael'i izleyip izleyip bizim Edu'nun paslarına bakınca ağlamak istedim. Bizim maça her kafayı çevirdiğimde ağlamak istedim aslında. Rıdvan'ın geçen hafta söylediği gibi Fenerbahçeliler acı çekiyor. Lig maçları için heyecan falan öleli çok oldu da en azından Avrupa'da hissettiklerimizle ayakta kalıyorduk. Geçen sene oynanan çeyrek final olmasa Türkiye Ligi'nde rezil oynayan Fenerbahçe büyük deprem yaşardı. Belli ki o deprem ertelendi ve bu sene yaşanacak. Ne olacak bilmiyorum ama bu kadar büyük bir camia bu depremi ufak sıyrıklarla atlatmaz, çok şey değişecek belli ki. Tribünde, tv başında, maçtan önce ve sonra hissedilen tek şey zayıflık. Halı sahada enerjisi tükenmiş tiryakinin son saniyelerde topu kovalamasına benziyor camia olarak hissiyatımız. Taraftar umutları tüketmiş, takımını izlerken ağlamak istiyor. Takımın nasıl hissettiğini ben anlatmıyorum bile, Guiza'nın birisi korner atışını yapmaya gelsin Allah aşkına bakışı sadece maçın özeti değildi, şu anda camianın içinde bulunduğu durumun özetiydi. Göz göre göre geldik bu günlere, kimse kadere isyan etmesin.

Şimdi Arsenal-Porto maçını yayınladılar banttan onu izledim. Maç 4-0 bitti ama öyle Arsenal futbol şöleni yaptı ve takır takır yazdı maçı değildi. Porto garip bir takım olmuş, maçı da garipleştirdiler. İlk 25 dakikada iki tane net pozisyonu kaçırdılar. Yalnız onları atsalar da en az dört tane yerlerdi. Arsenal çok komik goller kaçırmış. Geçen sene Sevilla da CSKA da bizden hücum olarak iyi takımlardı. Savunmaları dağınıktı ve biz bunu iyi kullanmıştık. Özellikle her ölü topta, organize olamayan rakip savunmaları avlıyorduk. Geçen seneki grupta bu Porto gelse bizden en fazla 1 puan alabilirdi çünkü muhtemelen Şampiyonlar Ligi'nin en kötü savunma organizasyonlarından birine sahipler. Bu sene bizim bunu kullanacak dermanımız kalmamış, 3 puanı verdik bile Porto'ya. Muhtemelen Kiev Porto'nun üzerinden bitirir bu grubu. Bizim yerimiz de belli oldu zaten dünkü maçla. Porto orta sahasına ve Arsenal'in dalga geçerek pas yapmasına bakınca İngiltere'de deplasmanda alınabilecek bir felaket sonuç şimdiden kabuslarımıza girmeye başlayabilir. Geçen sene oynadığımız Chelsea gibi de değil bu takım. Topu aldıklarında ve orta alanda boşluğu gördüklerinde rakip yarı alanda oyun kurmaya başlamaları 3 saniye sürmüyor. Bu orta sahadaki boşluğu Sivasspor bile görüyorken Arsenal'in yarı sahasına yatıp haydi gelin canlar kardeş kardeş oynayalım bizim sahada demesini beklemeyin. Biz beklemiyoruz da sayın hocamız ve kıymetli oyuncularımız beklemesin.
Devamı ...